Şiir, Sadece

9 Eylül 2010 Perşembe

Kırmızı Kazağı Gülten Ablanın

Evet öyle, alevden bir çıkıntı
Uzun bir alıntı belki destandan
Belki derin kuyulara salınan çıkrık
Göle okyanus dersleri, fidana çınar
Yorulmuş yolcuya yürümek önerisi
Kırmızı kazağı Gülten Ablanın
Esin kaynağım oldu, yazdıracak şiiri

Bu söğüt dalını öpen su var ya
Bu dağ macerası, imgesi uçurumun
Avcısı bol ceylan, bu gerili yay
Kırmızı kazaklı Gülten Abla bu
Öte yanda bir umuda kıvılcım
Beri yanda bıçağa pas korkusu

Amazon olabilir, Kızılırmak, Nil belki
Köprütanımazın biri, isyan belki de
Kırmızı kazağı Gülten Ablanın
Kuşa uçma duygusu, esin şiire

Öyle olsun, yalnızca bir fotoğraf
Sözgelimi söğüt dalı öpen su
Kırmızı kazağı Gülten Ablanın
Sana giysi, bana sınav sorusu

Tam burada kalem düştü elimden
Sözlüğüm daraldı nefesimle birlikte
Gücüm yetmeyecek bitirmeye şiiri
Kırmızı kazağı Gülten Ablanın
Bir başlık olarak kalacak belki

Tutuşur muydu saçların kestirmeseydin
Nedir sahi sımsıkı sarmış olan bedenini
Ateşi kıskandıran kırmızı bir kazağın
İçinde Gülten varsa yazılamaz şiiri



Abdülkadir BUDAK

Kırgın, Arkana Bakma

O şehrin salıncakları düşürdü çocukları
İtfaiyecileri sözleştiler yangınla
Irmağının kıyısına çadır kuramam artık
Elimi uzatamam kapı tokmaklarına

Çarşafları kirli artık, yatamam otelinde
Çaylarını içemem bildik park kahvesinin
Irmağının kıyısına çadır kuramam artık
Halam beni bir daha o şehre beklemesin

O gün düşürdüm cebimden, getirmesin bulanlar
O şehirde çektirdiğim son hatıra resmini
Artık her yerim üşüyor, o şehir benim için
Avcı duvarında asılı ceylan derisi

Bastırılmış duyguların şiirini yazmalıyım
Mezun verdi güz okulu bu yıl da
Kelebek kanatlarını kopardığı doğrudur
Bahçelerini kuşatan dikenli çit tellerinin
Sabun arıyor şehir, ellerini yıkayacak
Benim içimden gelmiyor başkası versin

Bilmiyorum ne kadar sürecek kırgınlığım
Yama tutar mı bilemem yüreğimdeki yırtık
Arada bir giderdim çocukluğumu bulmaya
Gitmek gelmiyor içimden büyüdüm artık



Abdülkadir BUDAK

Kayseri Kayseri

Bana bir Kayseri bulun, kırık dalın ucundan
Yere düşüp ezilmiş bir çiçeğe benzesin
Su içen ata benzesin, kanat tazeleyen kuşa
Ayna olup göstersin en yaralı dönemimi
Zaten kan kaybetmeye alışkın bir adamım
Bana bir Kayseri bulun, o yitik hançerimi

Bir dergiden söz açın, kitap çıkarmalardan
Yarışır gibi şiirler yazdığımız günlerden
O şehir o yanda kaldı burada bırakıp beni
Çivisini arıyor, yüreğime asılacak
Erciyes'in önünde çekilen hatıra resmi

Bana bir Kayseri bulun, akşam üstü çay içerken
Elimden düşürdüğüm bir bardağa benzesin
Yıkanmış ütülenmiş masa örtülerine
Bana bir Kayseri bulun, burada çok üşüyorum
Yorgan niyetine atıverin üstüme

Adımı şaire çıkaran bir Kayseri bulun bana
Şiir yazmayı bırakmış dostlar da olsun içinde

Bana bir Kayseri bulun, gecikmeniz halinde...



Abdülkadir BUDAK

Kadın Ve Şehir

Kara'ya bir denizden


1.


O şehre bir daha gitsen
Susuz kurbağa gidip göl olup dönsen

Açık şehir, kapalı bir kadına
Otobüsle değil coşkun ırmakla

O şehre bir daha gitsen
Mola gidip yolcu dönsen

Çekirdek gidip de elma
Kilit gidip anahtarlar

O şehre bir daha gitsen
Taş gidip sarmaşık dönsen

Paramparça bir kadın
Seni toplamaya kalksa

Yola kuyu çıksan da
Zirve dönsen buraya

Uyku gidip rüya dönsen
Hastane gidip lunapark

Karmaşık gidip de yalın
Teneke gidip de altın

Sesin bunca güzelken
Tel gidip keman dönsen



Abdülkadir BUDAK

Kadın Ve Nehir

İkisi de sürükleyip götürüyor ne varsa
Kadınla nehir arasında bir fark göremiyorum
Buluşuyor bir anlam iki ayrı sözcükte
Saçları omuzundan akıyor birisinin
Ötekinin mızrağı saplanıyor denize

Biri ihanet istemez, köprü istemez öteki
Kadından ve nehirden ancak aşkla geçilir
Biri geyik barındırır sularına eğilen
Öbürü bir avcıyı koynunda geliştirir

Maraton koşusuna benziyor ikisi de
Düş çalarken suçüstü yakalanmış çocuklara
Benim kadınım bir nehrin profilden fotoğrafı
Senin nehrin benziyor ateş emziren kadına

Bir halk ezgisi sanki, öfkeli ve tedirgin
Belki kalp çarpıntısı, yanardağ ve infilak
Nehir mi desem kadın mı, ikisi de olabilir
Ya iyi yüzme bilirsin ya sevmeyi adam gibi
Bir nehre ve kadına ancak böyle girilir

İkisi arasında bir fark göremiyorum
Erkeğinin yanında gözden geçirir kendini
Kadın sunar ruhunu gövde ambalajıyla
Dibindeki yosunun susuzluğunu bilir
Nehir ustadır artık köprüsüz buluşmada

Sögüt dalı olsaydım öper miydim bir nehri
Taçlandırırdı kadın aşkını haketseydim
İlle bir fark olmalı aralarında denirse
Biri denizi çağrıştırır öbürü uçurumu
Sal olduğumu bilirdim nehre düşseydim eğer
Ötekinde bir sınav sorusu olduğumu

Nehir: Doğada bir yatak bulmamaktır kendine
Kadın: Aramak değildir yatakta kendisini
Buradaki ayrıntı elbette önemlidir
Yine de diyorum ki, öyle büyük bir fark yok
Nehir eşittir kadın, kadın eşittir nehir



Abdülkadir BUDAK

İmzası Gül

İmgeydi gül, kan sızdıran yerinde
Bahçıvan ekmeği bançe düşleri
Uzun yol sürücüsü, otel kâtibi
Kıskançlığın alfabesi örneğin
Sözgelimi bir cinayet nedeni

İmgeydi gül derin avcı izinde
Ezilmiş ceylan bakışı imgesi
İmgeydi gül, elyazması kitaptı
Sığ okumaların göremediği
Gül imgesi sırı dökülmüş ayna
Nasıl göstersindi inceliğini?

İmgeydi gül, yani hekim çantası
Bir ecza dükkânı yaralarına
Büyümeyi öğretirken sudaki halkalara
İmgeydi gül, bileğine çiviydi
Göndermeydi çarmıhtakı İsa'ya

İmgeydi gül, yenik zafer gününde
Özenle büyütülen sevişme vakitleri
Diyorum ki karbonuydu kimliğin
Ceketinin cebindeki bir gözyaşı mendili

İmzası gül, bir hançere oyulmuş
Kanayan bir kalbin üzerindeki
Yazmıyorum ölüyorum diyerek
Güllerle örtüyor bir şair cesedini



Abdülkadir BUDAK

İçimdeki Dansına Ara Verdi İspanya

Büyük Umutlar Caddesi'ndeki hiçbir ev benim değil
Hindistanım yok benim, bende Nil kıyısı yok
Adım yok afişinde çok tutulan bir filmin
Bana değil tufanı andıran bu alkışlar
Her zaman iyi gelirdi Ülkü Tamer okumak
O da iyi gelmiyor nedense şu sıralar

Ankara manzaralı Çankaya sırtlarım yok
Gitaristi değilim ünlü bir topluluğun
Bisikletle dünya turu düşlemiyorum artık
Sallamayı bilmiyor bindiğim kör salıncak
Karada yüzmesini öğrenemeyen gemiyim
Bu yüzden trenlerim İstanbul'a kalkacak

Çok isterdim Çin Seddinin mimarıyla konuşmayı
Kanat ile pençe arasına sıkışmış kartal ağzıyla
Bütün bunlar olmadı Madrit'e gidemedim
İçimdeki dansına ara verdi İspanya

Haydar gel çay içelim konuşalım aşklardan
Seni bilmem ama ben çok kötüyüm
Moskova kışı gibiyim bu yaz gününde
Taşla doldurulmuş bir kuyu göğsüm



Abdülkadir BUDAK

Hayatta Ben En Çok Annemi Sevdim

Can Yücel'e nazire



Ona göre baştan beri iflâh olmaz biriydim
Babam korkuydu bana, annem yürek serinliği
En sevdiği oğluydum -bana hep öyle gelirdi-
Uzun avcı öykülerini ilk ondan dinlemiştim
Hayatta ben en çok annemi sevdim

Sözümona büyümüştüm, ekmek getirirdim eve
Annem öldü, düşüyorum, koptu salıncağın ipi
Anahtarsız bir kilide benzediğim doğru şimdi
Saçlarına tırmanırdım tutunup yıldızlara
Kokusu kalmıştır diye kapandım odalara

Kıyamazdı bilirdim şiirler yazan oğluna
Sevgilim terkedince benden fazla ağlardı
İstiridyeydi annem, içinden inci çıkardı
Hergün daha da büyüyor yüreğimdeki yırtık
Annemi anılarda bile bulamıyorum artık

Babamın hemen ardından gitmesi gerekmezdi
Evinin badanasını yarım bırakıp erkenden
O gün bugündür bana gülden önce gelir diken
Dedim ya anahtarını yitirmiş bir kilidim
Hayatta ben en çok annemi sevdim



Abdülkadir BUDAK

Genç Ozan

- Bu Mecnun Leylâ'sını değişmedi çöl kumuna
Önce Leylâ'nın Adıyla

Leylâ dedim, yanıt verdi yol tozu
Gurbeti sınayan yolcunun yakasında
Hancı tütün sardı, çorba ısıttı
Leylâ dedim, taş dönüştü yastığa

Leylâ dedim, ateş güle dönüştü
Konuklar büyücü sandılar beni
Çok uzakta yırttı ağı bir balık
Leylâ dedim, şerbet ettim zehiri

Leylâ dedim, oturdu sol yanıma
Avcıyı atlatan bir ürkek ceylan
Barut gül tozuydu, mermi oyuncak
Leylâ dedim, damarlarda kaldı kan

Leylâ dedim, dere indi denize
Kuş öğrendi kanadıyla uçmayı
Acının mürekkebine divit bandırıp
Leylâ dedim, bildim şiir yazmayı



Abdülkadir BUDAK

Ev Zamanı

1.


Büyük istasyonlardaki büyük vedalar için
Trenler uzun bekler güzel bir gelenektir
Büyük istasyona benziyor artık bu ev
Tren bir yolcu daha edinecek demektir

Bulunduğum ruh halinden şöyle bir bakıyorum
Şu odanın biçimini alan ben değilim sanki
Şu mutfağın çeşmesinden akmamışım su yerine
Sofrayı donatmamış oturmamışım balkonda
Özellikle çocuklara sarılıp baktığım zaman
Olduğumdan daha güzel göstermemiş beni ayna

Bir kartal karıştırmış kayalıklarla bu evi
Parsın homurtuları pençeleri bu evde
Evler baykuş olunca sözler saptırılıyor
Yırtıcı hayvanlara benziyorum bu yüzden
Kırılanın sayısı her geçen gün artıyor
Gülümseyen fotoğraflar eksiliyor albümden

Eşyalar beni tanırdı yer verirdi bir koltuk
Sandalye benim için yanaşırdı masaya
Ördüğü dantellere benzerdi karım
Çocuklar avcı görmüş ceylanın gözlerine
Bir kez daha ben bu eve benzerdim
Ölmüş anne resminin çerçevesine

Köprüsüz ırmaklar aramızdan geçiyor
Ev odayı ısıtmıyor oda yalnızlığımı
Bir kuyuya düşer gibi düşüyorum şiirlere
Evim büyük istasyona benziyor sanki
Ama yolcu binemiyor bir kez daha trene



Abdülkadir BUDAK

Düşmanımın Sayısı Üç

Tabutuma ilk çiviyi kim çakar
Doğrusu bunu merak etmiyorum da
İlk kim merak eder ayakkabı numaramı
Üstelik dünyayı yürümelerden
Kurtulduğum sırada

Ayakkabı numaram kalacak, biliyorum
Ayaklarım değil de

İlk kim anar adımı yas günlerinden
Çıktıktan hemen sonra ve de lanetle
Üçten fazla düşmanım olmadı benim
Uğraştım, indiremedim sayıyı bire

Düştüğüm kalacak, bunu da biliyorum
Yürüdüklerim değil de



Abdülkadir BUDAK

Babam Ve Orman

Bir kibrit çöpünün gücüne şaşılır hep
Kavla buluştuğunda yok olur orman

Baba ormansa eğer oğul kibrit çöpüyse
Külün raporu istenir Abdülkadir Budak'tan



Abdülkadir BUDAK

Babam Ve Güz

Başlık yanıltmasın sizi, babam yaza benzerdi
Ama her zaman için güzden yaprak alacaklı

Babam yaza benzerdi, kendine susamam için
Gözlerine bakardım, kurumuş kuyu ağzı

Yaza benzerdi babam, balkonda çay içmeye
Ya bana öyle gelirdi ya bardaklar kanardı

Babam bana benzerdi, bir göl manzarasına
Aniden fırtına çıkar kayık dediğin batardı



Abdülkadir BUDAK

Aşk Beni Geçer

Çünkü bacakları uzun, mesafe tanımıyor
Çünkü rüzgârın atında, büyük deneyiminde
Elbette aşk beni geçer haritayı kendi çizmiş
Dağları iyi biliyor, nehirleri de

Bir ateşin koynunda uyuyorken bile geçer
Serin su başlarında dinleniyorken bile
Ve ben onun peşinden kurşun olsam yetişemem
Okyanusa vardığında göle gelmiş olur muyum
O çınar olduğunda yaprak olur muyum ben?

Bir dille yetinirim, bütün dilleri öğrenmiş
Dumana tanım ararım, yangınlardan geçmiş o
Ben merdiven arıyorken çoktan çıkmıştır göğe
Bir kadının saçlarına takılıp kalmış iken
Ruhunu ele geçirmiş binlerce sevgilinin
Bende bir esimlik yel, onda her zaman deprem
Elbet aşk beni geçer
Tren rayların üstünden

Aşk şiiri yazdığımı sanırım, ne hafiflik
Destanı bitirmiş olur ben çıkarken ilk dizeden
Uçup gitmiştir evet dünyayı kanat eyleyip
Ben iki teleği yanyana getirmişken

Aşk beni bir daha geçer
Tren rayların üstünden



Abdülkadir BUDAK

Ahşap Ruha Ten Giyinmek

Hiç bu kadar boğulmadım içimdeki bir gölde
Sunu yazısı başlığı olacaktı kitabında
Yaprak bir ormanı algılıyorken
Parkla insan yüzlerini karıştırdı her zaman
Ferit çünkü benziyordu parklara

Bir parti marşının sözlerini yazmayı
İsteyen bir adamdan kara bir cümle daha
İçeriği boşaltılan bir anlamda yaşıyoruz
Ten giyinmek zorundayız bu ahşap ruha

Hepimiz Yesenin'dik yani şehrin kır kokusu
Yanlış yerlerde gezerdik polis götürürdü bizi
Başımız derde girerdi Haydar açıklayınca
İçimizdeki ıssızlıktan başlardı Haydar
- Bırak ulan felsefeyi! dedirtirdi sonunda

Ah Ferit neden öldün park değildir mezarlık
Dördümüzü bine böldün ve böylece azaldık



Abdülkadir BUDAK

5 Eylül 2010 Pazar

Varoluşçu

Sen bana vardığında,
ben sana vardım.

sen bana var
ben sana yok
olamazdı
çünkü vardım.

var olmanın
sınırsız sevinci
sevgi seli
sevgiliye

hiçbir şey
yoktan var olamazdı

Sen bana varmadan
önce de vardın

yokların arasında
sen beni gördün
ve bana vardın

var oluşçu sendin
var eden sen oldun

seni sevmek,
sana varmak,
ya da var olmak
hepsi aynı aslında.



Abdullah ANAR

Ulaşın Düşü ya da Düşüşü

Düşünün ulaştığı
Ulaşın düşündüğü
ile aynı olmaması
Ulaş'ı düşündürdü

Ulaş düşündü
düşünü söyledi,
düşü ütopya
düşü Tanrı
Tanrısı düştü

Düşündü
düşüncenin ulaştığı
noktayı ötelemek
için.

İçine sığmayan
düşünü
söyledi
suçlandı,
bozduğundan
alışılmış düşleri

Şimdi içerde
yine düşünüyor
düşünceyi ötelemek için
buraya düşmeye
değer miydi?



Abdullah ANAR

Seni Beklerken

Seni beklerken
birtanem,
Bir tane düşündüm.

Gözlerin kadar güzel,
ışığın kadar aydınlık

Bulamadım.

Seni beklerken bir tanem
düşümü bekledim
gerçeğimi yaşadım.

En güzel beklemek
en güzeli beklemek
idi
seni beklemek.

Ve en güzel dut ağacının altında
beklerken seni bir tanem
dünü düşündüm
evvelsi günü

Dün Hiroşima
evvelsi gün tiner
ve sevgisiz eller.
Ellerini düşündüm bir tanem
seni beklerken
bir çocuk düşü kadar yumuşak
ve sevgi dolu

Beklerken seni bir tanem
bir tane düşledim
ellerin
bir gerçeğimiz
çocuklar
ve yüreğimizde
umutlar

Seni beklemek
sana kavuşmak bedelli
en güzel işti
yaptığım.



Abdullah ANAR

Quo Vadis

Bizi düşünüyorum
beni bırakıp
hangi kavşakta rastladık birbirimize
ve çarpıştı arabalarımız karakolluk olduk

hangi paralel iki çizgi kesişti
hangimiz dik kenardı
hangimiz yatay

hangi dağda vurulduk
üç beş gram metal vücutlarımızda
aşkımızdan bir kan damlası
düştü kimliklerimize

hangi çocuğun gözlerinde ışıktık
öğrendik sevmeyi yalınayak
bir gece yarısı
yukarda ay ışığı
özlemlerimiz

hangi ülkede anıt
kule yada mabet oldu aşkımız
efsaneler yazılan uğruna
yürekler tarafından

quo vadis
nereye gidiyoruz
beraber el ele
yalın ayak yüreğimiz
gülümseyen yüzlerimizle

bilmiyoruz
bilmekte istemiyoruz.



Abdullah ANAR

Özlem

Özlemi indirdik falezlerden,
yüreğimize ellerimizle.

Gecenin karanlığı
6 yürekten gelen ışıkla aydınlandı.
ve her yer gündüz
ve özlemlerimiz
indirdiğimiz, sevgimizin tam ortasına.

Bin öykü yaşamış özlemimiz küsmüştü
ki tüm insanlığa
bir el verdik.
elimizi tuttu.
aşağı indi.

aşağı indi
çünkü çok yukarıdaydı.
çünkü biz çok aşağıdaydık.
uyuyabildik özlemimizi hissedemeden günlerce.
biz çok aşağıdaydık ve o çok yukardaydı.

özür diledik.
af istedik.
sorumsuzluğumuzdan utandık.
direnişini örnek aldık.
özlemimiz direndi biz direnemedik.

Sadece direnişini örnek aldık.
O her şeye rağmen dedi.
ve bizi affetti.
affedildik.
affetmeyi öğrendik.
Adı neden özlemdi.
neye özlemdi.
neden özlemler bitti
ve özlem rafa kaldırılır gibi falezlerde bırakıldı.
bilemedik.
şaşkındık.
şaşkınlığımız uzun sürdü.
konuşamadık.
karanlığa alışan gözlerimizle seslenmeye başladık.
seslendik.
söz verdik.
Hayallerimiz vardı.
özlemlerimiz kadar önemli.
sınırsız sanırdık.
Görülen gece hayallerimiz sınırlarını aştı.



Abdullah ANAR

Otuz Sekiz Ömür

Yaş Otuzu geçti mi
fark etmez

Her yılın aynı heyecana
bir ilave
kat sadece

Söylenmez otuzundan sonrası
ömrün,
gizlenir.

Bazen yaşlanma korkusu,
bazen artan kırışıklık
bazen beğenilememe

Deprem gibi otuz
ve otuzdan sonrası

Depremde evi yıkıldı
ve umudun altında
kaldı ise
binlerce can
ve yaşlanamadı
ve diyemedilerse
Denmesi zor yaşları
ve gizleyemedilerse
otuzundan sonrasını
ömrün

Yani ömürleri topyekün
gizlendi ise
Üzerlerine yıkılan
umutları altında

Sen söyle !
Bir zaferi anımsatan
30 ağustostaki doğumunu
her yılıyla hemde

hemde her günü
her düşü
ve her gülüşüyle
gülümseyerek söyle
otuz sekiz yaşının
otuz sekiz ömre
bedel olduğunu.



Abdullah ANAR

On Can

Ulucanlarda
uluyacan diyenlere
direnen
on can
can verdi
toprağa, suya
Işık oldu
güneşe.

Ulucanlarda
ışık oldu
on can
uyuyacan diyenlerin
emrine
uyarken
biz
çoğunluk
sessiz.



Abdullah ANAR

Ne Olacak

Ne olacak söyleyeyim,

Öncelikle aşık olacağız her gün yeniden.
Her gün birine yada başka birine.
Hep anlamlar yükleyeceğiz güne ve düne.

Özgür olacağız örneğin düşünürken
Bırakacağız şu teknik adam yalın bakışını
En yalın yaşamımızı dahi süsleyeceğiz ve
Anlamlandıracağız yaşamı en anlamsız anında dahi

Ve aşık olacağız yeniden her gün
Birine yada başka birine

Kendimize putlar yapacağız tapacak,
Bir vuruşta yıkacağız ertesi gün yaptığımız putları
Yeni putlar gelecek ertesi gün
Ve daha ertesi
Yıkılması an meselesi

Yani aşık olacağız yeniden her gün
Birine yada başka birine

Doğaya bakacağız, çevreci şefkatini bırakıp
Bir parçası olduğumuz sorumluluğu ile
Bir parça olmaktan öteye gitmeyecek iddiamız.

Hep birşeyler bekleyeceğiz
Çok şey olacak
Önce biz çoğalacağız ve çok olacağız

Yani aşık olacağız yeniden her gün
Birine yada başka birine



Abdullah ANAR

Korku

Her öykü
en az bir kötü
içerir,
içermeli

İçermeli
ve içerlememeli
kötü düşüncelere,
katılmadığımız
söylemlere
kaygılara.

Kaygı yada korku
insana tanrıdan birer armağan.

kendinden
farklı olsun istemiş
ve oldurmuş
tanrı yada tanrılar.

Ve insan korkuya
korkuda insana dair

işte demiş tanrı yada tanrılar
belki de Sokrates.
bu noktada sen başlıyorsun.
yüzleşmek ve aşmak.
aşmak yada aşmamak
olmak yada olmamak

sen,
olmanın mücadelesini
verdin ve kazandın.

bizde kazanmak
keyif değil bir tanem
yepyeni mahkumiyetler

bizde varmak;
yeni hedefe
bilet almak için verilen
kısa bir mola,
ve sonsuza dek mücadele
sürüyor ve sürecek
beyinde
evinde
sokakta

aşmak yada aşmamak
olmak yada olmamak
işte
bütün mesele



Abdullah ANAR

Hiroşima'dan Carettalara

Dün hiroşimada
bin insan
bin candı
Bir insan tetiğe bastı
bin canı aldı

ve bin yıldız oldu bin can.

Gel bugün
bin yıldız
altında

başka bin yıldızın
bin cana dönüşünü izleyelim.
ve onlardan
sevda alalım denize duyulan
umut alalım yaşama dair.



Abdullah ANAR

Çürüdü Zaman

Zaman yoktu,
biz var ettik.

Var ettik
ve yok olduk
zaman içinde.

oysa
zaman yoktu
evvel zaman içinde.
zaman bir kavram,
bir icat bizden.
bir tanrı oldu belki
bize hükmeden.

oysa,
zaman yoktu.
Ne geç
ne de erken idik
hiçbirşeye
ve herşeye.

ancak
zaman yoktu
bunları değerlendirmeye
ve anlamaya,
anlaşılmaya,
yarını kurmak adına,
ki yarın zamanın bir parçası
ve biz yarının.

zamanın yaratıcısı
ve zamanın bir parçası biz,
bir zaman bulup
düşünemedik
düş kurmak için
zamana gerek olmadığını.

düşünemedik
düşlerde zaman olmadığını.

düşlemeye zaman yok.

çürüdü her şey
her şey çürüdü
zamanın varlığında
yokluğumuzu fırsat bilip.



Abdullah ANAR

Belki Sen Yoksun

Belki de sahiden bırakacaksın beni.
belki de ben bırakılması elzem
en zararlı alışkanlığım.

Belki bir hata idi benle olmak
ve hayaller kurmak.

hayallerin hepsi de
işkembe-i kübradan sallanmış şeyler
ki sırf belki de sırf
senin ellerini tutmak
ve ensene arkadan
bir öpücük kondurmak için
belki de.

belki de dünya zaten dönmüyor,
ve Pakistan'da binlerce kişi ölmedi depremde
ve donmuyor kalanları.



Şırnak'ta sevgi yok belki de,
elleri ve yüreği olan bir sevgi.

belki de küre zaten yok
ve zaten ısınmamakta yüreği,
erimemekte buzulları,
yükselmemekte denizleri.

Telef edilmiş kuşlar,
ve hatta kuş gribi yok belki de.

Belki gökyüzü bile yok.

Belki sen yoksun,
belki de ben.
Belki ve belli ki
biz yokuz sade bu dünyada,
sevgi var bizden öte
öteden beri.



Abdullah ANAR

4 Eylül 2010 Cumartesi

Yolda Esirler

Şimdi melûn bir gecedir.
Bir nöbetçi kürkü gibi simsiyah ortalık,
ve görünmez, garba giden yollar.
O görünmeyen yollara,
dokunaklı bir yağmur yağıyormuş gibi,
yorgun ayak sesleri dökülmektedir.

Hepsini tanıyorum onların.
Aynı topraktan buğday yediler.
Aynı topraktan taşıdılar saadeti harmanlara
kucak kucak

Ve söylediler aynı türküyü;
güneşin karşısında gerinirken,
bir zerresine bile
en harikulâde bir tebessümden fazla
kıymeti olan toprak.

Hepsini tanıyorum onların.
Yıldızlı bir gece altında otlara uzanıp,
onlardan dinlemiştim bir zamanlar
anadan doğma hikâyelerini yeryüzünün.
Hepsi memnun, hepsi genç, hepsi güzeldi.
Dudaklarında damlası yoktu hüznün.
Hiçbiri bıkmamıştı yaşamaktan.

Şimdi melûn bir gecedir.
Ne gökte bir tek yıldız,
ne yerde bir tutam ot var.
Yalnız, o mavi gözleri,
ve sarışın yüzleriyle
gençleri ve ihtiyarlarıyle insanlar,
girmişler içine sıcacık düşüncelerinin,
garba gidiyorlar,
garba giden yolda ...



A. KADİR

Yol

Tekmil haklar alınır.
Tekmil hürriyetler kısılır.
Tekmil köşe başları, tekmil kapılar tutulur.
Gökyüzü tıkılır dört duvar içine.

Bütün bunlara karşı,
dümdüz, apaydınlık kalır
seni bana getiren yol.



A. KADİR

Uşaklı İzzet

Mısır ekmeğini, yoğurdunu yedi
elma ağaçları altında
Hacı Mercan köyünün.
Suyunda yıkadı çamaşırlarını
pazar günleri.
Ve göl gibi gözlü insanlarıyla ahbap oldu.
On iki nöbetini bekledi çok gece
yol ağzında.

Eh artık, yol göründü,
gitmek düştü gayrı.
Çok görmeyin acele ettiğini, çocuklar,
terhis olmuş,
cebinde teskeresi var.



A. KADİR

Terhis

Tezkere var,
emir gelmiş, dediler.
Hafikli Zeynel' le Zileli Saim
bizden müjde istediler.

Traş olduk.
Giyindik gri, lacivert
renk renk esvaplarımızı.
Sonra haber geldi,
hazır olun, diye,
yolculuk akşama.
Ve Maksut çavuş,
son cigarasını ikram etti ayrılırken,
bir senedir kavgalı olduğu adama.



A. KADİR

Siperde

"Cephedekilere ithaf ederim."



Şimdi sen;
yolda yolcu,
denizde rüzgâr,
gökte ay yürürken,
kimbilir neler düşünürsün:
Elinde ağ,
başında kasket,
--- bir tasavvur et
ufuklarda hürsün.

Anan;
değneğine dayanmış,
kolunda bir bağ sepeti,
kilise yolundadır.

Baban;
dudaklarında gemici türküsü,
saçlarında rüzgâr,
birşeyle meşgul.

Bakarak başı üstünde uçan martılara,
hiç kimsenin düşünmediğini söyler
mavi göklere doğru bağıra bağıra,
yuvarlak yüzlü bir çocuk.

Ve karın;
deniz suyu ile taranmış başı,
rüyalı bir gecenin sabahında
siler evinin camlarını
güneşe karşı.



A. KADİR

Nöbette

Bir kurtuluş savaşını anarak



Gece saat on.
Nöbetteyim.
Toprağın üstünde geceyi
kara bir kabuk gibi hissetmedeyim.
Ve kuşlar kadar hafif vücudum,
içerim rahat.
Yorgun bir asker gibi serildi uykuya hayat.

Gece saat on.
Nöbetteyim.
Ne olur uzatsalar nöbetimi aylarca!
Böyle ta barışa kadar,
ihtiyar anacığımı düşünmeden,
memleketimin türkülerini söylesem
içimden!



A. KADİR

Koru Kendini

Kaldırınca tabancasını
Nişan almak için sarı saçlıya
Parıldayıverdi gözleri
Koru kendini
Kırlangıçlar uçuştular
Korkudan çığrışıp
Kanat çırparak koru kendini.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin kemirdiği elleriyle.

İşte nişan aldı tam
Kemanının üstüne
Iskalamaz iyi nişancıdır
Koru kendini
Ama teller gene şakıdılar
Doldular havayı titrek titrek hiç umursamadan.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin kemirdiği elleriyle.

"Havasız bir delikte
Gıcırdayan somya üstünde yatakta
Yakalanmışsın berbat bir öksürüğe
Gel de şarkı söyle.
Ama yine de sarı saçlı adam
Devam etti kemanı çalmaya
Dirildi içimizde ölü düşler."



A. KADİR

Koğuş

Tekmil koğuş uyudu şimdi.
On bir nöbetçisi,
belki dört defa saydı uyuyanları.
Sonra kendi kendine bile görünmeden,
o kadar yorgun ve bitkin
yere çöktü.

Artık herkes başka uykuda.
Hüseyin onbaşı,
çıplak yolunda yürür Avanos' un.
Beyşehir' li Ahmet,
bir tas ayranla çıkarır yorgunluğunu
talim yerinin.

Nalbant İsa,
bir dağ ortasında oturmuş,
ev ekmeği yer.

Maksut çavuş çarşıdadır.
Merzifonlu tarlada.
Çorumlu türkü söyler Karacaoğlan' dan.

Biride bizim Darendeli,
gerine gerine bir şeyler oluyor,
hiç utanmadan.



A. KADİR

İnsan

İnsan kuş kanadında gelen yazı.
İnsan arı su, insan ak süt.
İnsan yemyeşil uzanan bahçe.
İnsan kum, insan çakıl taşı.
İnsan yiğit, insan dost, insan sevdalı.
İnsan kancık, insan ödlek, insan hergele.
İnsan kocaman, dağ gibi.
İnsan parmak kadar, küçücük.
İnsan alın teri, insan lokma, insan kan.
İnsan solucan, insan sülük.

İnsan kuş kanadında gelen yazı.
İnsan gül fidanında yanan konca.
İnsan umutların kapısı.



A. KADİR

Dön, Geri Bak

Kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç,
insan mısın, bu pazarda mısın, iki pula mısın,
kaç bu kokudan, kaç bu pislikten, bu sürüden kaç.
At denize kendini, git boğul.
Düş bir kör kuyuya, ordan çıkama.

Bir kere dön ama, bir geri bak,
şu kolu gör bir kere, şu kolu,
pisliğin, sürünün içinden uzanan şu kolu,
durur dimdik, bembeyaz havada,
budaklı bir ağaç gibi güzel.



A. KADİR

Dağ Başında

Beni bir dağ başında böyle yapayalnız kodular,

rüzgarlara, kuşlara, bulutlara yakın,
senin etinden, tırnağından ayrı,
senin kokundan uzak.

Benim güzelim,
benim ceylan bakışlım,
benim kafamın ateşi,
ve yüreğimdeki.
Mümkün mü şu anda rüzgar olmak, kuş olmak,
şu anda üç dört portakal almak, getirmek sana,
sana tuzlu badem,
kabakçekirdeği.

Şu anda hiç bir şey mümkün değil.
Şu anda her şeyden ayrı, her şeyden uzak
ve her şeyden mahrumum ben.
Şu anda sadece yalnızlık ve kahır.

Hayır, güzelim.
hayır, ceylan bakışlım,
hayır, kafamın ateşi, hayır,
hayır, yüreğimdeki.
Şu anda mümkün ve güzel olan tek şey vardır:

Yanarak sevmek seni.



A. KADİR

Çile

Bizim hiç bir hürriyetimiz yok,

Hiç bir hürriyetimiz,
Ne çalışmak, ne konuşmak, ne sevişmek,
Sen orda bağrına bas dur en büyük çileyi,
Ben burda en büyük çileyi doldurayım,
Ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç.
Sen orda dalından koparılmış bir zerdali gibi dur,
Ben burda zerdalisiz bir dal gibi durayım.



A. KADİR

Çiçekleri Umudumuzun

Çok olun, çocuklar, çok olun,

yüzlerce olun, binlerce olun, onbinlerce.
Daha çok olun, daha çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun.

Bu dünya ne tek tek yaşamakta,
bu dünya ne rakının, ne şarabın içinde,
bu dünya ne parada, ne pulda,
ne kalleşlikte, ne zulümde.
Bu dünya aşkın içinde, alın terinde.

Çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
yaşayın dünyayı doya doya,
açın kapıları, camları güneşe,
ne yeise kapılın, ne korkuya,
çok olun, çocuklar, çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele.

Mutlu olmak varken bu dünyada,
geceler geldi dayandı kapımıza,
olduk acımızla sarmaş dolaş,
bekledik düşümüzle koyun koyuna.

Çok olun, çocuklar, çok olun,
yapraklar kadar, balıklar kadar çok olun,
el ele verin, çocuklar, el ele,
bütün gündüzler sizin olsun,
yaşayın dünyayı doya doya.

Çocuklar, çiçekleri umudumuzun.
 
 
 
A. KADİR