Şiir, Sadece

27 Mart 2017 Pazartesi

Kırmızı El Arabası

O kadar çok şey
bağlı ki

beyaz tavukların
yanında

yağmur sularıyla
parlayan

kırmızı bir el
arabasına.


William Carlos Williams
Çeviren: Cevat Çapan

İmparator Dondurma

Gelsin o azman purolardan saran
Çam yarması, ver emrini çırpsın da köpürtsün
Bir alay kasede şehvet dolu kaymak lülesi.
Fink atsın her günkü giyim kuşamla
Yosma kızlar ve bir aylık gazete
Kağıtlarında çiçekler getirsin oğlanlar.
Görünen varlığı olsun bitişin, durdurma.
Biricik imparator, imparator dondurma

Fi tarihinde üstüne yelpaze kuyruğu
İşlediği çarşafı al çıkar cam tokmaklarının
Üç tanesi kopmuş olan akçam komodinden,
Ört o çarşafla hatunun yüzünü.
Çıkıverdiyse o boynuzlu ayaklar,
Nice donmuş nice ruhsuz diye ispata yarar.
Lamba yansın, ışığı sımsıkı kondurma.
Biricik imparator, imparator dondurma.


Wallace Stevens
Çeviren: Talat Sait Halman

Parktaki Boş Yer

Mart... Biri yürüyüp geçmiş kar içinden,
Bilmediği bir şeyi arayarak.

Gece kıyıdan palamarı çözüp
Gözden kaybolan bir kayık gibi.

Bir kadının masaya bıraktığı
Ve unutup gittiği bir gitar sanki.

Bildiği bir evi yine görmeye gelen
Bir adamın içindeki duyguya benzer.
Rüzgar esiyor asmalarla örtülü
Çardağın dört bir yanından.


Wallace Stevens
Çeviren: Talat Sait Halman

25 Mart 2017 Cumartesi

Bir Erin Ölümü

Daralır yaşamak ve ölüm beklenir
Güz mevsimindeki gibi.
Er düşer.

Ünlü ölülerden değildir ya,
Zorla duyurmaz ayrılığını,
Şatafat istemez.

Ölüm mutlaktır, anasız ve anıtsız,
Güz mevsimindeki gibi
Rüzgar kesilince

Rüzgar kesilince ve gökler boyunca,
Yine de bulutlar gider
Kendi yönüne.


Wallace Stevens
Çeviren: Talat Sait Halman

Louisiana Kasabasındaki Bir Kız İçin Şiir

Gün doğmazsa-bir yıldız ışırsa gökyüzünde
Sensin

Gökyüzünde bir başka yıldız ışırsa ay adına
Sensin

Sen benim ilkbaharımsın
Bir elma dalı yüzün-çiçek açmış
Gözlerine vuran ışık gençliğinde
Cümle iyilikleriyle yüreğinin

Sen benim aşkımsın.


Vachel Lindsay
Çeviren: Ö. Nutku - Tarık Dursun K.

Kurşun Gözlü

Bulutlar gözlerinden geçsin-istemiyorum
Daha bir işleri güçleri var onların
Daha bir yücelikleri var onarılacak

Çocuklar doğar evrende sesleri yaslı
suç benim değil-senin değil yoksul tümü
Gözleri bölük-pörçük kurşun

Acıkırlar-acıkmadan düşsüz
Yel üfürür su götürür
Kullukları kulluk
Ölümleri ölüm değil.


Vachel Lindsay
Çeviren: Ö. Nutku - Tarık Dursun K.

Zenci

Ben bir zenciyim
Bütün şarkıları ben söylerim
Ben oynarım bütün oyunları
Liflif pamuktan daha yumuşağım
Yalınayak esirlerin ayakları altında
Güneş altında şerha şerha çatlayan yol benim
Benim-köpüren ağızlardaki
Çın çın çınlayan kahkahalar
Kadınların kanında deli bir aşk kaynar-benim
Hasat olur-alınlarda ter birikir-benim
Küçücükten bir çocuğum beyazların aşklarında
Bir banço çalar ağır aksak
Kocaman eller alkış tutar-benim
Çürür-nasır bağlar dirsekler
Mutlu düşlere yatılır yaşlı ormanlarda-benim
Güneş deli divane olur-bir kırağı düşe yavaştan-benim

Ben bir zenciyim diyorum
Bana bakın diyorum
Ben bir zenciyim.


Cari Sandburg
Çeviren: Ö. Nutku - Tarık Dursun K.

24 Mart 2017 Cuma

Şikago

Dünyanın Domuz Kasabı,
Araç Yapımcısı, Buğday Yığıcısı,
Demiryollarının Oyuncusu, Yük Taşıyıcısı Ulusun;
Fırtınalı, dayanıklı, gürültülü şehri
Geniş Omuzların:
Bana senin kötü olduğunu söylüyorlar, inanıyorum onlara,
çünkü gördüm sokak lambaları altında köy delikanlılarını
baştan çıkaran boyalı yosmalarını.
Bana senin düzenbaz olduğunu söylüyorlar, Evet, öyledir,
diyorum; çünkü gördüm yeniden insan öldürmek için
başıboş dolaşan katillerini.
Ve bana senin acımasız olduğunu söylüyorlar, ben de şu
karşılığı veriyorum onlara: Evet, sorumsuz açlığın izlerini
gördüm. Yüzlerinde kadınlarla çocukların.
Ve böylece verdikten sonra ağızlarının payını yeniden dönüyorum
bu benim şehrimi küçümseyenlere ve küçümseyerek
diyorum ki onlara:
Gelin bir başka şehir gösterin bana böyle başı dimdik,
övünçle türkü söyleyen, dipdiri, kaba saba, güçlü kuvvetli
ve kurnaz olduğu için.
İş üstüne iş bitirmekten kan ter içinde sunturlu küfürler savuran
bir babayiğit bu o küçük miskin şehirlere göre;
İleri atılmak için dili bir karış dışarda köpek gibi azgın,
yığınlarla karşı karşıya gelmiş bir vahşi kadar kurnaz,
Başı açık,
Kürek sallayan,
Yıkan,
Tasarlayan
Yapı yapan, parçalayan yeniden yapan,
Duman altında, ağzı toz içinde, bembeyaz dişleriyle gülen,
Yazgısının korkunç yükü altında bir delikanlının umursamazlığıyla
gülen,
Hiç savaş yitirmemiş bir savaşçı nasıl gülerse, öyle gülen,
Bileğinde nabzı kaburgalarının altında halkın yüreği attığı
için övünen ve gülen,
Övünerek Domuz Kasabası, Araç Yapımcısı, Buğday
Yığıcısı,
demiryollarının Oyuncusu ve Ulusun Yük Taşıyıcısı
olduğu
için, yarı çıplak kan ter içinde, Gençliğin o fırtınalı
dayanıklı ve gürültülü kahkahasıyla gülen


Cari Sandburg
Çeviren: Cevat Çapan

Ateşle Buz

Dünya ateşle sona erecek diyenler var,
Buzla kimine göre.
Tattım da biliyorum nedir hırslar, arzular;
Benim yaşantım ateş diyenleri doğrular.
Ama, yıkılacaksa bir değil, iki kere-
Ben, nefret ne demektir, bunu iyi bilirim- 
Bütün amansız güçler buzda da vardır derim,
Buz başlamaya görsün yıkıp öldürmelere.


Robert Frost
Çeviren: Talat Sait Halman

Bir Dost Kişi Gecede

Bir dost kişi gecede
Uzakta tek bir ışık görünene değin
Yağmurla bir yollara düşüyor - yağmurla bir dönüyor

Bu sokak sokakların en yaslısı
Hızla geçiyor-utancı bekçiden yana
Gözleri gözlerine değsin istemiyor

Durup dinliyor bir ayak sesi
Bir mutlu yüz sokaklardan
Çıka geliyor çığlık çığlığa bir yalnızlık

Ayrılık değil-çağrı değil
Yalınkat yüceliğinde dünyamızın
Gök karanlığında bir fosforlu saat salınıyor

Ben vaktin doğrusu-eğrisi yoktur derim
Bir dost kişi varsa gecede-benim.


Robert Frost
Çeviren: Ö. Nutku - Tarık Dursun K.

23 Mart 2017 Perşembe

Dağ Kadını

Kadına o yer çok ıssız,
Çok yaban gelirdi,
Çocuksuz,
Bir kendi bir erkeği,

Evin ufak tefek uğraşı,
Başka işi yoktu kadının,
Çift sürerken tarlada, ağaç keserken,
Ardında kocasının.

Yorulup dinlenerek
Yongaları toplardı,
Dudaklarında
Yalnız kendi için söylediği bir şarkı

Bir gün kadın
Gitti dal kesmeye ormana,
Ta uzaklara, ki zor işitti
Adam kendini çağırınca.

Ne karşılık verdi -ne ses etti-
Geri de dönmedi kadın,
Durdu sonra kaçıp saklandı arasına
Eğrelti otlarının.

Bulamadı erkek, aradı taradı
Baktı her yerlere,
Kızın hurda mı diye sonra
Gidip sordu annesine.

Birdenbire bir ışık benzeri
Geçti kafasından adamın,
"Demek ölmeden de
Ayrılması olurmuş insanın:"


Robert Frost
Çeviren: Ali Püsküllüoğlu

Walt Whitman İçin

Ölümsüz şarkılar sona erdi
Ve onları söyleyen bir isimdir şimdi
Tanrı da aşkımız da bir isimdir
Hayat, ölüm ve her şey.
Ama biz hiç görmeyen gözlerle
Yazdıklarımızı bile okuyamıyoruz,
Ya da kaderin bizim için yazdıklarını,
Şaşkınlık içinde
Gözlerimizi kırpıştırıyoruz sadece.
Dün gece şarkılardı önemli olan
Şimdi söyleyenlerdir o şarkıları yaşatan.
Bugün duyamıyoruz artık
Kulaklarımızda çınlayan o korkunç büyük
O yırtıcı ve sınırsız müziği
Büyük bir güçle arınmış
Aşkla sevgiyle zafere ulaşmış.
Ama onu duyanlar var.
İnsanlar için yarınlara uzanacak şarkıları
Ve susup dinleyecek bütün zamanlar.
Ölümsüz şarkıların sonu mu geldi? Diyelim ki
Söylenen şarkıların sonu gelmez
Ve isimler hiçbir zaman ölmezler.
Soylu mermer ya da kum üzerine,
İnsanların harflerini yazdık mı bir kere
Bir daha silinmezler.


Edwin Arlington Robinson
Çeviren: Anıl Meriçelli

Richard Cory

Ne zaman Richard Cory şehre inse,
Oturup kaldırıma ona bakardık:
Efendi adamdı tepeden tırnağa,
Tertemiz ve bir prens gibi ipince.
Ve her zaman sadeydi giyim kuşamı
Konuşması her zaman sıcak ve insancaydı:
Gene de titretirdi yürekleri "günaydın"
Derken ve yürürken her yana ışık saçardı.
Zengindi de-evet, bir kraldan daha zengin-
Ve eksiksiz eğitilmiş her incelikte:
Kısaca, işte, derdik, her bakımdan
Yerinde olmaya can atacağımız bir insan.
Böylece işimizde gücümüzde, varmak için gerçeğe,
Ne bir lokma et yedik, ne şükrettik ekmeğe;
Ve sessiz bir yaz gecesi Richard Cory
Dönüp evine bir kurşun sıkıverdi beynine,


Edwin Arlington Robinson
Çeviren: Cevat Çapan

22 Mart 2017 Çarşamba

281

Öylesine ürkünç ki-neşelendiriyor insanı-
Hoşa gidiyor neredeyse, dehşetin öylesine üzerinde-
Ruh bakıp kalıyor ardından, güvenli
En kötüsünü bilmek, korkuyla yer bırakmıyor

Çabucak bir göz atmak bir hortlağa, faydasız
Ama boğuşmak-galip gelmektir ona-
Nasıl kolay gelir işkence, şimdi-
Belirsizlikti öylesine örseleyen-

Soğuktur gerçek ve çıplak-
Ama insanı ayakta tutan da bu
Kuşku duyanlara gösterirdik-yakarıyı-
Ama ümit etmeyi bıraktık, şimdi,
Bilen bizler

Ölüme bakmaktır, ölmek
Bırakıvermek soluğu
Öylece uyumak değil
Yastığa koyup başı-

Başkaları, boğuşabilir
Seninkisi, bitmiştir-
Ve böyle gelir ürkünç kasveti hüznün
-serbestçe kurar korkuyu-
Hem uzaktasın-hem de herkese açık dehşet
Neşeli, tatilde, solgun-


Emily Dickinson
Çeviren: Oğuz Cebeci

280

Bir tören hissettim, beynimde,
Matemliler bir aşağı-bir yukarı- 
Yürüyüp duruyordu-yürüyordu-ta ki
Anlam siliniyor gibi gelene dek

Ve hepsi oturtulunca
Bir ayin-bir davul gibi-
Gümleyip duruyordu-gümbürdüyordu-ta ki
Zihnim sağırlaşıyor sanana dek-

Ve sonra işittim-bir kutuyu kaldırırlarken
Ruhumu açtıklarını çatırtıyla-
Aynı kurşundan botlarla, yine
Derken Uzay-başladı çınlamaya-

Bir çan olduğundan gökler
Ve varlık bir kulak yalnızca
Ve ben ve sessizlik ve tuhaf bir ırk
Yalnız, kazazede-hurda

Ve sonra bir tahtası kırıldı aklın
Ve düştüm de düştüm
Ve bir dünyaya çarptım
Ve bitirdim bilmeyi o sıra.


Emily Dickinson
Çeviren: Oğuz Cebeci

Beyin Gökten Geniştir

Beyin gökten çok daha geniştir,
Yan yana koyarsan ikisini,
Beyin kendi içine rahatça
Sığdırır hem göğü, hem seni.

Beyin denizden çok daha derin,
Belki masmavi denizin dibi,
Ama beyin onu hemen emer
Kova dolduran süngerler gibi.

Beyin, Tanrı ağırlığına denk,
Kaldır, dirhem dirhem tart istersen,
Sanki değişik görünürler mi
Hece nasıl değişikse sesten?


Emily Dickinson
Çeviren: Talat Sait Halman

21 Mart 2017 Salı

Boş Zaman

Çim biçme aracı, pazar
saniyelerin başını keser
keser başını otların.

büyürot
ölenleri bürüye koymuş
ölmüşlerinin üstüne

ey bunu kimler duyuyorsa!

gürüldüyor çim biçme aracı
bastırıyor gürültüsüyle
haykıran otları

kendini besiye çekiyor boş zaman
sessiz soluksuz ölüp gidiyoruz
dipdiri otlara gübre


H. Magnus Enzensberger
Çeviren: Mustafa Ziyalan

Gençlik Korkuları

ısırgan bir yataktır gece
pembedir sanki çıtırdar ellerin
ah nasıl da gülerdi boynuma kenetlenip de
yaktı kavurdu gözü açılmadık yüreği cin
alevdir dolup taşan teknemin fora yelkenlerine

kayalıklar kirecinde tatlı kıyının
diş izleri tuzdaki denizin yakıcıları
göster bana n'olur nerde kırık ayağın
karanlık gözlerinde kafuru kokulan
kana batmış sürüklenmede bir ağıt yorgun argın

ey hınç, anarak güvercinlerin birbirini bildiği
koyver gitsin şu son saatlarımı
içinden çığlıklarda bir ekspresin geçtiği
ne de kocaman oluyor bekleme salonları,
garsonlar davulla duaya çağırıyor sanki


H. Magnus Enzensberger
Çeviren: Mustafa Ziyalan

Karda Gömülü

bir tüy ağabeyim yitirdi
karga
üç damla kan döktü babam
haydut
bir yaprak düştü kara
ardıç ağacından
yavuklumun güzelim pabucunun tekini
mektubunu falancanın
bir yüzüğü bir taşı bir kucak samanı
savaş yere gömeli
çok zaman oldu

yırt mektubu
parçala pabucu
yaz yaprağa tüy kalemle:
ak taş
kara saman
kırmızı iz
ah bilmeyişim ne iyi
yavuklumun yurdumun evimin
ağabeyimle beni
adlarımız neydi


H. Magnus Enzensberger
Çeviren: Behçet Necatigil

20 Mart 2017 Pazartesi

Annabel Lee

E. A. Poe'nun anısına saygıyla...


Kiraz zamanı işçilik yapardı,
Annabel Lee.
Çürük meyveyi ayırmak için eğilmemi ister,
yatardı hayvan kokusuna bulalı,
yoncaların içine uzanırdı, arının soktuğu
yumuşak Annabel Lee.
Bir vakitler hiç oysa,
dizini uzatıp bükülmezdi
kiraz toplamak gelmez aklına,
çürük meyve için hiç eğilmemi
istemezdi, ah Annabel Lee.
Kitap açma zamanı çevirirdi yaprakları,
Annabel Lee.

Horozları yemler
taneler ve cam kırıkları arasında yatardı
bir resim gibi uzanırken sere serpe
buydu işte,
sindirimi yarım kalmış Annabel Lee.
Bir vakitler oysa nerde,
kitaplar, hayvan falan hak getire,
kitap mitap açmazdı
düşünmez mideleri
resim mi, resim gibilik mi
ah nerde, Annabel Lee.


Günter Grass
Çeviren: Sıtkı Salih Gör

Aşk

İşte hikayemiz böyle dostlarım
Şu parasız yapılan alışveriş
İşte borç kartımız, çakıverin imzayı
Yorgan daima kısa gelirmiş
Bu uç, şu uca ulaşamazmış
Diyebilir misiniz amma da iş

Aramak onu ufukların ardında
Arada düşmüş yaprakları tekmelemek
Ovmak bir çıplak ayağı
Bütün yürekleri kiraya vermek
Ya da bir aynalı odada
Bir otomobilde
Kaporta aya doğru dikilmiş
Masumluk, duruversin istediği yerde
Nerede başlatırsa başlatsın cümbüşünü
Sesler tiz perdeden kadıncıl ve sonsuz
Bir başkalık belirir her seferinde

Gişelerin önünde, henüz açılmamış
Kenetlenmiş eller durmadan çıtırdar
Kuyrukta süngüsü düşmüş bir adam
Bir zayıf yaşlı bayan
Ve sinemadaki filim
Bir büyük aşkı ilan eder neonlu ışıklar
Çarşaf gibi reklamlarda
Senaristin de garantisi var


Günter Grass
Çeviren: Sıtkı Salih Gör

Düş Yürek

Düş yürek zaman ağacından, düşün yapraklar
bir vakitler güneşin kucakladığı
donmuş dallardan
düşün apaçık gözlerden dökülen yaşlar gibi.

Gün boyu uçuşsa da saçlar rüzgarda
yanık alnında yer tanrısının
bastırır yumruk gömleğin altında

Bulutlar ince sırtlarım sana
bir kez daha iğseler de yumuşama;
önemseme Hymettos senin için
bir kez daha doldursa da petekleri.

Azdır çünkü çiftçiye kurakta tek bir sap,
azdır bir yaz bizim yüce soyumuz için.

Ya nedir yüreğinin kanıtladığı?
Dün ile yarın arasında sallanır durur
sessiz ve yaban;
vuruşları
vuruşları
düşüşüdür zamandan.


Ingeborg Bachmann
Çeviren: Kundeyt Şurdum

Karanlık Şeyler Söylüyorum

Orpheus gibi ölümü çalıyorum
hayatın tellerinde
yeryüzünün güzelliğine karşı
ve göğü yöneten gözlerine
yalnızca karanlık şeylerdir söyleyebildiğim.
Unutma, o sabah
henüz ıslakken çiğden yattığın yer
ve karanfil uyurken yüreğinin üstünde
sen de birdenbire görmüştün
kara ırmağı
yanı başında akıp giden.
Suskunsun telleri gerilmiş
kan dalgaları üstüne,
inleyen yüreğini kavradım ben;
gecenin gölge saçlarına
dönüştü saçların,
karanlığın kara kar taneleri
yağdılar yüzüne.
Ve ben senin değilim
yakınmadayız ikimiz de.
Fakat Orpheus gibi biliyorum
ölümün yanında hayatı
senin her vakit için kapalı gözlerin
bende bakıyor mavi mavi.


Ingeborg Bachmann
Çeviren: Kundeyt Surdum

18 Mart 2017 Cumartesi

Goldene Meil'de Bahar

Yandı yurdumda giysiler, ayakkabılar,
Faust ve Nibelungen.
Alev alev gözlerim, bitlenmiş, bön
bakıyorum, moskitolar uçuyorlar.

Günler dikenli tel gerisinde, orada,
projektörler altında uykum.
Koltuk altlarımda, apış aramda
tiksintiyi, azabı besliyorum.

Yok iç çekişimi duyan kulak.
Kamp üzgün sessizliklere daldı.
Dünyadan bir selam olarak
Rüzgarda klor, hela kokuları kaldı.

Umursamaz sürüp giden her şeye karşı
dünya, bütünlüğünde.
Buz gibi soluğunu gezdirir Tanrı,
esirlerin çadırları üstünde.


Günter Eich
Çeviren: Behçet Necatigil

Mavi Tulumlu Adam

Mavi tulumlu adam
omzunda çapası evine dönüyor,
bahçe çiti gerisinde ona bakıyorum.

Onlar Kenan ülkesinde böyleydiler akşamları,
şimdi böyle dönerler Burmada çeltik,
Mecklenburg'da patates ekili tarlalardan,
bahçelerinden Kaliforniya'nın, Burgonya bağlarından

Buğulu camlar ardında yanında lamba, kıskanıyorum
mutlu oluşlarını (paylaş diyen yok)
çocuk bezleri asılı, ocağında ateşi, kendi halinde
ataerkil gecelerini kıskanıyorum.

Mavi tulumlu adam evine dönüyor;
omzunda çapası, çöken karanlıkta
bir silaha benziyor.


Günter Eich
Çeviren: Behçet Necatigil

Politika Dışındaki Kutlama

Ne çıktı ne de çıkar sesiniz
Diledikleri gibi yapsınlar dersiniz
Olur mu devletin işine karışmak
Siz oturun bekleyin o kadar
Sanki bir dişçidir başucunuzda kader
Sizin ödeviniz de ağzınızı açmak.

Lazım derler vergileri arttırmak
Güzel derler bir donanma yapsak
Koskoca bir ordu daha da iyi
İhracat ithalat gümrüğü derler
Etek dolusu laf ederler
Ve öğretmişlerdir size susmayı.

Derler arttı ekmeklerin fiyatı
Hadi derler harbe, geldi işte vakti
Gülerler arkanızdan sonra da
Alavere dalavere ederler
Oturturlar şapa, kazık atarlar
Ne imiş? Politika!

Öyle salaksınız ki dut yemiş bülbül
Ensenizde boza pişer siz oralı değil
Hep kendi havanızda.
Para ister karınız, ağlar emzikteki
Sizse yatak sevdasında, vaktiniz mi var ki
Devletle uğraşmaya.

Allah size göz vermiş, vermiş ama nerede?
Bırakın kellenizi siz hala büroda.
Aldatırlar sizi böyle daha çoook
Oturun kuzu kuzu
Hükümet mi; hepsi bir, ha o, ha bu ...
Memnunsunuz, mesele yok!


Erich Kaestner
Çeviren: Behçet Necatigil

Ne Aldı Askerin Karısı

Ya sonra ne aldı askerin karısı
yaldızlı başkent Prag'dan?
Pabuçlar aldı Prag'dan, yüksek ökçeli.
Selamlar geldi ona ve sağlık haberleri,
yüksek ökçeli pabuçlar geldi Prag'dan ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
Oslo'dan, Skandinavya'daki?
Bir kürk aldı Oslo'dan, küçük bir kürk,
Bu küçük kürk, belki beğenirler beni, dedi,
ta Norveç'ten, Oslo'dan geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
varlıklı Hollanda'nın Rotterdam'ından?
Ordan bir şapka aldı o,
bir yaraştı şapka ona, bir yaraştı.
Bir şipşirin Hollandalı şapka
ta Rotterdam'dan geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
Belçika'nın Brüksel'inden?
Aldı Brüksel'den ince danteller.
Ne mutluluktu bu, ne mutluluktu,
ta Belçikalardan danteller geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
ışıklar şehri canım Paris'ten?
Bütün şehirlerde dillere destan olan
ipekli bir elbise geldi Paris modası,
Işıklar şehrinden bir elbise geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
Bükreş'ten, ta güneydeki?
Aldı o Bükreş'ten bir eteklik,
alacalı bulacalı Romanya etekliği.
Ta Bükreş'ten bir eteklik geldi ona.

Ya sonra ne aldı askerin karısı
ta Rusya'dan, karlar ülkesinden?
bir dulluk örtüsü aldı Rusya'dan o.
Karalar içinde dindirmek için yasını
ta Rusya'dan bir dulluk örtüsü geldi ona.


Bertolt Brecht
Çeviren: A. Kadir

17 Mart 2017 Cuma

Generalim Tankınız Ne Güçlü

Tankınız ne güçlü, generalim,
siler süpürür bir ormanı,
yüz insanı ezer geçer.
Ama bir kusurcuğu var:
İster bir sürücü.

Bombardıman uçağınız ne güçlü, generalim,
fırtınadan tez gider, filden zorlu.
Ama bir kusurcuğu var:
Usta ister yapacak.

İnsan dediğin nice işler görür, generalim,
bilir uçmasını, öldürmesini insan dediğin.
Ama bir kusurcuğu var:
Bilir düşünmesini de.


Bertolt Brecht
Çeviren: A. Kadir - A. Bezirci

Diyalektiğe Övgü

Yaşıyorsan eğer, "hiçbir zaman" deme.
Yıkılır, yıkılmaz görünen.
Kalmaz hiçbir şey nasılsa öyle.
Buyuranlar verdiklerinde son buyruklarını
Buyruk altındakiler başlar konuşmaya.
Kim "hiçbir zaman" demeyi göze alabilir?
Zulüm yürürlükteyse, kim suçlu: Kendimiz.
Ve kimdir onu yıkmak zorunda olan: Biz.
Yenilen, kalk ayağa!
Her şeyini yitiren, dövüşe devam!
Kavramışsan olup biteni, seni kim tutabilir?
"Hiçbir zamandan" "bugün" doğar
Bugün yenilen, yarının yenenidir.


Bertolt Brecht
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Öğrenmeye Övgü

Öğren en basiti. Zamanıdır.
Sakın geç deme.
Öğren abeceyi, çok bir şey değil gerçi
Öğren ama, başla.
Koru kendini yılgınlıktan.
Her şeyi öğrenmelisin
Çünkü sensin artık yönetecek olan.

Köprü altındaki, öğren!
Öğren, demir parmaklıklar ardındaki!
Ev kadını, öğren!
Öğren, altmış yaşındaki!
Kimsesiz çocuk, okul ara kendine
Bilim ara, soğuktan kıkırdayan.
Sarıl kitaba, aç insan. Silahtır o
Çünkü sensin artık yönetecek olan

Çekinme soru sormaktan arkadaş!
Enayi yerine koydurma kendini
Alın teri dökmeden bellediği şeyi
Biliyor sayılmaz insan.
Geçir gözden hesap pusulasını
Unutma, sana ödetilecek faturası
Parmak bas üstüne her rakamın
Nerden çıkmış, sor bakalım
Çünkü sensin artık yönetecek olan.


Bertolt Brecht
Çeviren: Ataol Behramoğlu

16 Mart 2017 Perşembe

Huzur ve Düzen

Milyonlar çalışırsa yaşamadan,
analar bebelere yalnız süt suyu verirse -
bu düzendir
Emekçiler seslenirse: "Bırakın bizi aydınlığa!
Emeği çalan çıkar kadıya" -
bu düzensizliktir.

Veremliler koşarsa torna tezgahına,
on üç kişi pineklerse bir odada - 
bu düzendir.
Ama biri koparırsa haykırıp zincirini,
Yaşlılığını güvence altına almak istediğini
bu düzensizliktir.

Zengin mirasyediler İsviçre karlarında
eğlenirse -ve yazın Comer sularında -
o zaman huzur vardır.
Ama her şeyde değişme tehlikesi varsa,
arsa ticareti birden yasaklanmışsa -
o zaman huzursuzluk vardır.

Aslolan: Açlara kulak vermemek.
Aslolan: Caddelerin düzenini bozmamak.
Ses çıkmasın yeter.
Zamanla her şey olur.
Evrimle her şey size de ulaşır.
Milletvekilleriniz keşfetti işte bu gerçeği
Unutmayın o zamana dek hepiniz nalları dikmeyi.
Nasıl olsa mezar taşlarınıza yazılacaktır:
Onlar hep sessizlik ve düzen içinde yaşadılar.


Kurt Tucholsky
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Güneş

Her gün bir tepeden çıkıp gelir sarı güneş.
Güzeldir orman, koyu renkli hayvan,
İnsan; avcı veya çoban.

Kızıla çalarak yükselir yeşil gölcükte balık
Değirmi göğün altından
Geçer balıkçı mavi bir kayıkla yavaştan.

Ağır ağır olgunlaşır üzüm ve buğday.
Gün sessizce battığı vakit,
İyi de hazır kötü de.

Gece olmaya görsün,
Yolcu yavaşça kaldırır külçeleşmiş gözkapaklarının;
Karanlık bir uçurumdan çekip gider güneş.


Georg Trakl
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

Gölge

Bu sabah oturduğum vakit bahçede- 
Ağaçlar birden mavi çiçeğe durdu,
Ardıçkuşunun sesi ve tralallam'larla dolu- 
Gölgemi gördüm otların üzerinde,

İyice şekli bozuk garip bir hayvan
Kötü bir düş gibi önümde duran.

Ve gittim ve tir tir titriyordum, o an
Bir çeşme maviliğe türkü söyledi
Fırladı bir tomurcuk erguvan rengi
Ve gitti onun yanı başında hayvan.


Georg Trakl
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

15 Mart 2017 Çarşamba

Mavi Zaman

Dalıyorum lacivert zamana
Sahanlık orda, zincir, başı sonu birleşen
odada şimdi konmuş bir kırmızı bir dudağa
ve güz gülü dolu bir vazo -sen!

İkimiz de biliyoruz, o sözleri,
hep başkalarına söylenip taşınan,
bizim aramızda yok hiç yeri:
Budur aslolan ve son aşanı.

Susan bir hayli ilerlemiş
doldurmuş boşluğu ve kendine çeken
zamanı-ummamış bir şey bir acı çekmemiş
güz gülü dolu bir vazo-sen.

Başın akmadan, beyaz ve korunmak ister,
oysa dudaklarında depreşmekte
bütün zevk, pembelik ve çiçekler
kaynaşan soy temelinden eşmekte.

Öyle beyazsın, sanılır, dağılacaksın
kar esintisiyle, dolu çiçeksizle,
ölü beyazı güller parça parça-mercanlar
salt dudaklarda, ağır ve yara büyüklüğünde

Öyle yumuşaksın, bir şeylerden haberci,
batıştan ve tehlikeli bir esenlikten
bir lacivert zamanda, bir mavi,
ve geçince, bilmez kimse, var mıydın yok muydun gerçekten.

Soruyorum sana ki, sende bir başkası büyür,
bana güz güllerini niçin sunarsın?
Dersin, düşler söner, saatler yürür,
nedir böyle bunlar: o ve ben ve sen?

Açan, solmak ister yine,
yaşayan-bunu salt kim bilir ki,
birleşir başla son, susulur bu duvarlar içinde
ve orda engin, ulu ve gökmavi.


Gottfried Benn
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Zenci Gelin

Beyaz bir kadının kumral ensesi
Bir yastıkta kara kandan.
Kavurur saçlarını güneş
Duru kalçalarını yalar boydan
Diz çöker esmerimsi memelerinde,
Kötülük ve doğumla daha biçimi bozulmamış.
Yanı başında bir zenci
At nalı vuruşundan
Paramparça gözler alın
Zencinin iki parmağı kirli sol ayağının
Kadının küçük beyaz kulağında
Ama yatar kadın, uyur bir gelin gibi
İlk sevgi mutluluğunun eşiğinde
Sanki önünde bir yığın cennet yolculuğu
Genç kaynayan kanın.
Bıçak beyaz boyna saplanıp
Ölü kandan erguvan bir örtü
Kalçalarına yayıncaya kadar.


Gottfried Benn
Çeviren: Kamuran Şipal

Siste

Ne tuhaf, siste yürümek!
Her çalı, her taş ıssız,
Ağaçlar görmüyor birbirini,
Hepsi de yalnız.

Hayatım aydınlıkken henüz
Dostlarımla doluydu dünya.
Çöktü işte şimdi sis,
Biri yok ortalıkta.

Karanlığı bilmeyen
Bilge değil, olamaz.
İnsanı ayıran her şeyden,
Karanlık: hafif, kaçınılmaz.

Siste yürümek ne tuhaf!
Yalnız olmaktır yaşamak.
Kimse kimseyi tanımaz,
Herkes yalnız.


Herman Hesse
Çeviren: Behçet Necatigil

14 Mart 2017 Salı

Zeytinlik

Kurşuni yapraklar altında çıktı yukarlara
kurşuni hep ve zeytinliklere karışırcasına;
toza belenmiş alnını gömdü sonra
kızgın elinin tozluğuna.

Hepsinden sonra bu. İşte buydu sonu.
Gözlerin körleşirken gitmeliyim ben;
neden istiyorsun bunu, var olduğunu
neden söyleyeyim, seni artık bulamazken.

Artık bulamıyorum seni bende, hayır.
Başkalarında da Bu taşta da yoksun sen.
Artık bulamıyorum seni. Yalnızım ben.

Bütün insanlığın acısıyla yalnızım,
onu seninle hafifletmek için omuzlamıştım;
oysa yoksun, adsız utanç, sen ...

Sonradan anlatıldı: "Bir melek geldi derken ..."

Ne meleği: Ah geceydi gelen
ağaçlarda yaprakları ilgisizce kımıldatarak.
Havarilerse düşlerinde sıçradılar ancak.
Ne meleği: Ah geceydi gelen.

Görülmemiş bir gece değildi gelen gece;
onun gibi yüzlercesi gelip gider.
Sonra köpekler uyur, taşlar durur öylece.
Ah yaslı bir gece, ah herhangi bir gece
tekrar sabahın olmasını bekleyen.

Melekler böyle yakaranlara gelmez çünkü,
geceler genişlemez bunların çevresinde.
Kendini kaybedenleri her şey bırakır yüzüstü;
babalar onları terk ederler,
kapanır onlara analar rahmi de.


Rainer Maria Rilke
Çeviren: Turan Oflazoğlu

......

Geceleri yatakta ağladığımı
Kendisine açmadığım sevgili,
Yorgun düşüren varlığımı
Bir beşik gibi.
Benim için uykusuz kaldığını
Benim gibi, saklayan.
Ah, içimizdeki bu yangını
Söndürmeye çalışmadan
İçimizdeki taşısak
Sevişenlere bir bak,
İtirafa kalkışsalar aşkı
Sözlerine yalan karışacak.
sendendir yalnızlığım, varlığım sana dönüşmüş.
Seslerin içinde bir an doğarsın;
Uçup giden kokularda bir an varsın.
Ah, hepsini kollarımda yitirdim,
Bir sen doğmaktasın, tekrar, yeni:
Hiç tutmadım, o yüzden tutmaktayım seni.


Rainer Maria Rilke
Çeviren: Behçet Necatigil


"Malte Laurids Brigge'nin Notları"ndan.

Güz

Düşer yapraklar, düşer sanki uzaklardan,
gökyüzünde uzak bahçeler mi bozulmuş ne;
düşerler gönülsüz doğanlar gibi.

Düşer geceleyin ağır yeryüzü de
yalnızlığa, bütün yıldızlardan
Biz hepimiz düşeriz, düşer bu el, bak.
Gör başka şeyleri de: bu, hepsinde.

Ama var biri, bu düşmeyi ellerinde
tutar, sonsuz yumuşak.


Rainer Maria Rilke
Çeviren: Turan Oflazoğlu

13 Mart 2017 Pazartesi

Toprağın Dostu

Şafak kızıllığından az önce sallarla
Gelir elinde bir bağ bıçağıyla görünür
Taneleri dolgun başaklar ki altın
Dudaklarıyla ona ürpererek sürünür.

Sonra elinde lif lif asmalar arasında
Gelişken dallarından sallanan şeritlere
Yeşil, sert koruklara dokunur elleriyle
Bir asma hevengini kırarak alır yere.

Rüzgarlara göğsünü gerer gibi ardından
Sallar genç bir ağacı, engeller bulutları
Bir ok verir kendine korusun diye ona
Gülümser karşılarken ilk doğan meyveleri.

Elinde bir su kabağı, su alır, su boşaltır
Eğilir ayrıkları topraktan sökmek için
Hudutlar, mesafeler genişler çevresinde
Kabarır, çiçeklenir ayak izleri bütün.


Stefan George
Çeviren: Selahattin Batu

Kaçırma

Gel benimle sevgili çocuk
Uzak muştu ormanlarına
Ve al armağan boncuk
Yalnız türkümü ağzına.

Yunalım ipek mavisinde bırak
Gemi mahmuzlarının misk dolu:
Gövdelerimiz öyle ışıltılı
Çiğ tanesinden daha berrak

Havada incecik gümüş
Işınlar bize duvak örecek.
Çimlerde ketenler açacak
Narin kar ve yıldız ışıltısı düşmüş.

Göl çevresinde ağaçlar altında
Birleşmiş süzüleceğiz sevinçle.
Şarkılar mırıldanıp. Çiçekler saçıp erinçle.
Beyaz karanfiller beyaz yonca.


Stefan George
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Şarkılar

IX.


Güller, servi dalları, sırma tellerle
Bir tabut gibi
Süsleyerek bu kitabı sevimli, hoş,
Koysam içine şiirlerimi.

Aşkı da koyabilsem! Yeşerir
Aşkın mezarında huzur çiçeği,
Büyür, açar koparılır
Benim için açması, ben ölünce!

İşte şiirler, Etna'nın lavları
Gibi taşkın, bağrımdan
Kıvılcımlar saçarak fışkırdı
Etrafa bir zaman.

Şimdi hepsi sessiz, ölü adeta,
Donmuş, katı, buğulu,
Fakat canlanırlar eski ateşte,
Esse üstlerinden aşkın soluğu.

Dile gelir kalpteki duygular,
Aşk soluğu çiy olur üstlerinde;
Geçer bir gün eline bu kitap,
Sevgilim! Uzakta bir yerde.


Heinrich Heine
Çeviren: Behçet Necatigil

Silezyalı Dokumacılar

Gözler kupkuru, yaş yok gözlerde bir damla.
Oturmuşlar tezgahları başına, diş bilerler.
Dokuruz kefenini senin, hey Almanya, Almanya,
dokuruz sana bir yuf, bir yuf daha, bir yuf daha,
dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Yuf o tanrıya, tapındığımız tanrıya,
soğuk kış gecelerinde biz, aç çıplak
yalvardık yakardık, umutlandık, bekledik boşuna,
komadı bizi insan yerine, aldattı bizi, alay etti acımızla.
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Yuf o krala, zenginlerin adamına,
halkın yoksulluğuna hiç aldırmayan o krala,
bir de soyar bizi varana dek son kuruşumuza,
kurşunlatır köpekler gibi sokak ortasında bizi.
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Yuf o ana yurda, bağrımıza bastığımız anayurda,
yalnız alçaklığın, utancı çiçeği yetişir üzerinde,
ve çiçekler soluverir, çiçekler açar açmaz, anide,
solucanlar büyür ve kurtlar, kokuşmuşluğun kucağında.
Dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!

Dokuruz ha dokuruz, senin sonunu dokuruz, gece gündüz,
inleyen tezgahlarda mekiklerimiz savrula savrula,
sana kefen dokuruz, ey koca Almanya, sana kefen dokuruz,
dokuruz sana bir yuf, bir yuf daha, bir yuf daha,
dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha dokuruz, dokuruz ha!


Heinrich Heine
Çeviren: A. Kadir - Selahattin Yıldırım

11 Mart 2017 Cumartesi

İnsan Kendisinin Rüyasıdır

İnsan kendisinin rüyasıdır
Geçerken bir uçtan bir uca ömrünü
Yaşanılanlar anıya dönüştü mü
Geriye bir rüyadan izler kalır

Kimdi o çocuk ben dediğim
O delikanlı ben miydim gerçekten
Şimdi bir tren penceresinden
Başka yaşamlara bakar gibiyim

Zamanı eksilten saniyelerden
Sevinçlerden, üzüntülerden
Hangisi düş, hangisi gerçek

Sonunda sanki her şey eşitlendi
Geriye şiirler kalacak belki
Rüyanın gerçekliğine tanıklık edecek


Ataol Behramoğlu
Yarım Yüzyıldan Şiirler
Ocak 2008


Ölüme Gazel

Ölümü belki her zaman gizlice düşündüm
Her şeyin içinde ve her şeyden önce düşündüm

O benim içimdeki ikizimdi sanki
Onu, kendimi düşününce düşündüm

Unutur gibi oldumsa da arada bir
Unuttuklarımı özleyince düşündüm

Bir tabloda bin yıl önceki bir kız
Bana kederle gülümseyince düşündüm

Üzgün çocukluğumla karşılaştım düşümde
Ellerimi saçlarında gezdirince düşündüm

Biliyordum her yerden beni gözlediğini
Bunu hep bildim ve sessizce düşündüm

Veysel gibi uzun ince bir yolda
Gidiyorken gündüz gece düşündüm

Kendi ölümüyle ölüyorsa da herkes
Kendi ölümümü biri ölünce düşündüm

Öylesine güçlüydü ki yaşamak duygum
Bir kavramdı ölüm, onu sadece düşündüm


Ataol Behramoğlu
Yarım Yüzyıldan Şiirler
Şubat 2001

Aşk İki Kişiliktir

Değişir yönü rüzgârın
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi
Boşuna bir liman arar;
Gülüşü bir yabancının
Çalmıştır senden sevdiğini;
İçinde biriken zehir
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Avutamaz olur artık
Seni, bildiğin şarkılar,
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk, iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş gözden;
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiçbir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını,
Severken hiçbir böcek
Hiçbir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.


Ataol Behramoğlu
Yarım Yüzyıldan Şiirler
Temmuz 1994

Sevgilimsin

Sevgilimsin, kim olduğunu düşünmeye vaktin yok, yapacak işleri düşünmekten
Kalabalığın içinde kalabalıktan biri
Gecenin içinde bir yıldız, yitip gitmiş çocukluk gibi
Sevgilimsin, ak dişlerini öpüyorum, aralarında bir mısra gizli
Dün geceki tamamlanmamış sevişmeden

Sevgilimsin, boğuk aşkım, kanayan gençliğim
Uçuruyorum seni çocukluğuna doğru
Kanatların yoruluyor, ter içinde kalıyorsun
Gece yanı başımda bağırarak uyanıyorsun
Her sabah el sallıyorum metalle karışmana

Sevgilimsin, arasına bir kâğıt koyup erteliyoruz aşkı
Otobüslerde ve trenlerde kaçamak yaşanan
Ve bedenlerimiz kana kana kanayamadan yan yana


Ataol Behramoğlu
Yarım Yüzyıldan Şiirler
1990

10 Mart 2017 Cuma

Geçmiş Yaz

Gövdemden sızan sular gibi
Akıp gitti bir yaz daha
Sevişmelerle gündüz vakti
Ve beyaz öğle uykularıyla

Bir yazdı artık geçmiş olan
Oysa hâlâ tenimde tuz tadı
Aynı ağlardan çıkardığımız
Bir akşam güneşiyle balıkları

Bir yazdı uzak Gürcistan’da
Kıyısında kartal dağların
Mavi gözlü bir göl bırakan
Düşlerine çocukların

Bir yazdı yaşanan her saniyesi
Ve şimdi kumsaldan eserken rüzgâr
Üşür bir deniz kabuğu belki
Ve küçük bir kızı anımsar


Ataol Behramoğlu
Yarım Yüzyıldan Şiirler
Pitsunda, Ağustos 1986

Eski Nisan

Canımın yongası, sevdiğim,
Bir kaç gün çaldık ilkbahardan
Geçtik yıllardır özlediğim
Erguvan ışıklı kıyılardan

Aşkı sessizlik tanımlar
Gençken tersini düşünürdüm
Akşamla dönerken geriye dalgalar
Yalnızlığı çırılçıplak gördüm

Durduktu önünde Ege Denizi'nin
Gözleri mayıs bulanığı,
Kuytuluğunda eski evlerin
Dolaştıktı Ayvalığı

Eski nisan, her şey gibi,
Kalbim de, rüzgar da eski,
Çırpınıp duruyor havada
Yitik anıların kelebeği


Ataol Behramoğlu
Yarım Yüzyıldan Şiirler
Mayıs 1983

Çığlık

Bir adamı öldürmenin tam sırası kurşunlarla
Çocuğunu öpüp kapıya çıktığında

Ey kanatılmış ciğnenmiş bahar günü
Birden bir cığlıkla kapatır yüzünü

Ezik bir gül gibi çığlık, yitik bir umut gibi
Boğmak boğma bir telle bir insan olmanın sevincini

Kederli yağmur, usulca düşen akşama
Çığlık. Bir çocuk yüzü. Dayalı cama…


Ataol Behramoğlu
Yarım Yüzyıldan Şiirler
1982