Şiir, Sadece

21 Mayıs 2014 Çarşamba

Federico García Lorca’ya Ağıt

Korkudan ağlayabilseydim ıssız bir evde,
söküp yiyebilseydim gözlerimi,
sesinin hüzünlü portakal ağacı için yapardım bunu,
ve çığlıklarda yükselen şiirin için.

Değil mi ki senden ötürü boyuyorlar maviye hastaneleri
ve okulları ve kıyılarda büyüyen varoşları,
ve yaralı melekler süslüyor seni tüyle,
ve düğün balıkları örtüyor seni pulla,
ve kirpiler yükseliyor havaya:
kendi kara zarlarıyla dikimevleri
senden ötürü dolduruyorlar seni kaşıklarla ve kanla
ve yutuyorlar kırmızı kurdeleleri,
ve öpüyorlar birbirlerini ölesiye,
ve beyaz giyiniyorlar.

Bir şeftali gibi giyinmişsin uçarken,
pirinç tanesi gibisin güldüğünde,
damarlarını ve dişlerini titrettiğinde,
boğazın ve parmakların
şarkı söylemek için,
ölebilirim şirinliğin için,
ölebilirim sonbaharda düşmüş bir küheylan
ve kanla lekeli bir tanrıyla
ortasında yaşadığın o kızıl göller için,
ölebilirim su ve mezarlarla
kül grisi ırmaklar gibi akan
mezarlıklar için,
geceleri, boğulmuş çanların arasında:
birden mermer numaralarla ve çürümüş taçlarla
ve cenaze yağlarıyla
ırmaklardaki ölüme doğru kabaran
hasta askerlerle tıkış tıkış
yatakhaneler gibi tüten ırmaklar:
ölebilirim geceleri boğulmuş haçların
geçip gidişine bakabilmen için,
ayakta ve ağlayarak,
çünkü ağlıyorsun ölümün ırmağı kıyısında,
yaralı, terk edilmiş,
ağlayarak ağlıyorsun, gözlerin dolu
gözyaşlarıyla, gözyaşlarıyla, gözyaşlarıyla.

Yalnız ve kaybolmuş, geceleri
yığabilseydim unutuşu ve gölgeyi ve dumanı
kara bir bacayla
trenlerin ve vapurların üstüne
ısırırken külü ben,
yapardım bunu içinde büyüdüğün ağaç için,
toparladığın o altın suların yuvası için,
kemiklerini örten ve sana gecenin
gizlerini anlatan boru çiçeği için.

Nemli soğanlar gibi kokan şehirler
bekliyor senin kısık bir şarkıyla geçişini,
ve sessiz tohum gemileri izliyor seni,
ve yeşil kırlangıçlar yapıyor yuvalarını saçlarında senin,
ve salyangozlar da ve haftalar da,
dolanmış direkler ve kiraz ağaçları
dönüveriyorlar etrafında, görüldüğünde
onbeş gözlü soluk başın
ve kanda boğulmuş ağzın.

İsle doldurabilseydim belediye binalarını
ve hıçkırarak sökebilseydim duvar saatlerini,
yapardım senin evine geldiklerini görmek için:
çatlamış dudaklarıyla yaz gelsin diye,
ölmekte olan giysilerle bir sürü insan gelsin diye,
parıltılı hüzünlü bölgeler
gelsin diye, ölü pulluklar ve gelincikler
gelsin diye, mezarcılar ve atlılar
gelsin diye, gezegenler ve kanlı haritalar
gelsin diye, külle örtülü dalgıçlar
gelsin diye, kendileriyle kızları götüren
uzun bıçaklarla yaralanmış maskeli adamlar
gelsin diye, kökler, damarlar, hastaneler,
kaynaklar, karıncalar,
örümceklerin arasında ölmekte olan
yalnız süvarili yatağıyla
gelsin diye gece,
bir nefret gülü ve iğneler
gelsin diye, sarı bir gemi
gelsin diye, bir çocukla rüzgârlı bir gün
gelsin diye, Oliveiro, Norah,
Vicente Aleixandre, Delia,
Maruca, Malva, Marina, María Luisa ve Larco’yla
ben geleyim diye,
La Rubia, Rafael Alberti,
Carlos Bebé, Manolo Altolaguirre,
Molinari,
Rosales, Concha Méndez,
ve adını hatırlayamadığım diğerleri.
Gel, taçlandırayım seni, sağlığın
ve kelebeklerin delikanlısı, saf delikanlılıksın
kara bir şimşek ışıltısı gibi, her zaman özgür,
ve konuşalım birlikte,
kayalıklar arasında hazır kimse yokken şimdi,
konuşalım açıkça adam gibi:
çiyden başka ne işe neye yarar ki şiir?

Geceden başka ne işe yarar ki şiir,
acı bir hançer bulurken bizi, o gün için,
o alacakaranlık için, insanın vurulmuş yüreği
hazırlanırken ölmeye o düşmüş köşede?

Her şeyden önce geceleri,
geceleri var onca yıldız,
yoksullarla dolu bir evin
pencerelerindeki kurdeleler gibi
bir ırmağın içinde hepsi.
Bazıları ölmüş, belki yitirmişler
yerlerini ofislerde,
hastanelerde, asansörlerde,
madenlerde,
ağır yaralı yaratıklar acı çekiyor
ve amaçlar var orada ve gözyaşları her yerde:
aceleyle yitip giderken yıldızlar sonsuz bir ırmakta
daha çok ağlanılıyor pencerelerde,
gözyaşlarıyla aşınmış eşikler,
yatak odaları halıları ısırmak için
dalga dalga gelen gözyaşlarıyla ıpıslak.

Federico,
görüyorsun dünyayı, caddeleri,
sirkeyi,
istasyonlarda ayrılışları
kaldırırken duman kararlı tekerleğini
sadece bazı vedaların, taşın ve demir yolu izinin
bulunduğu yer doğru.

Onca insan var aynı soruyu soran
her yerde.
O kanlı kör, o öfkeli, ve o
cesaretsiz,
o zavallı dikenli ağaç,
sırtında kıskançlığıyla o soyguncu.

Hayat böyle işte, Federico, burada
benim hüzünlü adam
dostluğumun sunabileceği şeyler bunlar.
Bunların bir çoğunu yaşadın zaten,
ve daha fazlasını da giderek öğreneceksin.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama