Şiir, Sadece: halk şiiri
halk şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
halk şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Mart 2020 Cuma

Beowulf V - Grendel'le Kavga

     Hrothgar beraberindekilerle ayrıldı salondan,
Shieldinglerin Efendisi, Savaşta Sığınakları,
çıkıp içki evinden, istirahata çekildi,
kraliçesi, yatakdaşının yanına.
Muzaffer kral, dendiğine göre, muazzam
bir bekçi bulmuştu, Grendel'e denk,
canavarlara karşı çok özel bir koruma.
Ve Got'un güveni tamdı ki Tanrı
kayıracaktı kendisini ve kopmaz kaslarını.
     Soyunmaya davrandı demir göğüslüğü,
miğferini çıkarıp nakışlı, muhteşem
kılıcını yaverine verdi yatmadan evvel.
İyiliklerin şahı Beowulf şöyle dedi:
"Konu kavgaysa eğer, doğrusu kendimi
Grendel'den bir milim aşağıda görmüyorum.
Bu yüzden onu yere sermek için
elimi keskin demire değmeyeceğim,
benim için biraz basit olurdu bu,
haberi yok çünkü savaş sanatlarından,
ne kılıç bilir nadan ne de kalkan,
yalnızca vahşi bir kuvveti var.
Ben de bunları bir kenara koymalıyım,
karşıma çıkabilirse çıplak bulmalı beni;
engin bilgisiyle Yüce Tanrı zaferi
layık bulduğu kuluna bağışlasın."
     Sonra gözü pek yiğit yastığa
bıraktı başını, yanındakiler de öyle.
Denizi dürüp gelenlerin hiçbiri doğduğu
yerleri yeniden görmeyi umamıyordu,
ne de bir daha dönmeyi baba ocağına.
Salonda olup biteni biliyorlardı çünkü,
çok kişinin ölümün kucağına düştüğünü.
Fakat Tanrı zafer dokuyordu tezgahında
Hava Gotları için; içlerinden birinin
gücü sayesinde hepsi galip çıkacak,
düşmanlarını ezip zafer kazanacaklardı,
yüzleri gülecekti. Şüphe yok ki Tanrı
insanın kaderine her zaman hükmeder.
     Gecenin içinden çıkıp geldi,
gölge kabus gizlice, şimşek gibi.
Nöbetçiler gevşemiş, içleri geçmişti,
hepsi uyuyorlardı, hayır, birisi hariç!
Tanrı lüzum görmedikçe lanetli canavar
kapıp götüremeyecekti onları kara inine.
İşte bir kişi vardı gözünü kırpmayan,
her an kavgaya hazırdı ve içi kıpır kıpır.
Bataklıklar içinden bata çıka
geliyordu Grendel, lanetli ve aç,
pus bulutu içinden usulca ilerliyordu,
yem bulmayı umarak yüksek yapıda.
Sisler içinden sinsice sokuldu,
ışıldayıp belirdi altınla kaplı bina.
İlk gelişi değildi Hrothgar'ın hanesine,
ama hayatında doğrusu hiç böyle
ters gitmemişti talihi ve görmemişti
böylesine belalı, sıkı bir savunma.
Koyu kin ve küçümsemeyle yüklü,
yürüdü, yaklaştı borda kapıya,
demir destekli kapı bir dokunuşta
açıldı sonuna dek. Sonra dellendi hepten,
yıkıp geçti binanın girişini,
kan içmek için çıldırıyordu, çabuk
adımlarla yürüdü, yağlı ayaklarıyla,
basıp güzelim zemine; gözlerinden bu ara
şiddetli bir ışık, şimşeksi bir alev
saçıyordu. İçeride birçok savaşçıyı
kıvrılmış uyuyor gördü koyun koyuna,
kopacak kıyameti hayal edince, kat kat
arttı coşkusu: Tamamının canını
alırdı güneşten evvel, leşlerini bir güzel
mideye indirirdi; maalesef o gece
dönecekti talihi ve talan günleri
nihayet bulacaktı.
     İş bilir ve kudretli
yeğeni Hygelac'ın, ilk hamleyi
sabırsızlıkla bekliyordu. Fazla sürmedi
hücum etti yaratık ve yerde yatan
adamlardan birine geçirdi dişlerini,
kemiklerini gümletti, kanını güpletti,
löp löp yuttu etlerini, öyle ki
ne el ne ayak kaldı geriye.
Sıra Beowulf'a gelmişti, Grendel
vurmaya davrandı yerde yatan yiğide,
tam pençesini kaldırmıştı ki onu pürdikkat
gözleyen kahraman kapıverdi kolunu.
Kötülüğün şahı neye uğradığını şaşırdı,
mücadeleye girdiği kimse böyle mengene
gibi sıkmamıştı kolunu o güne değin.
Gövdesindeki kemikler gerilip esnedi,
ama kurtulmak ne kelime? Nasıl
isterdi şimdi kaçıp şeytanın
dölleriyle yaşadığı yere dönmeyi,
gizlenmeyi ininde. Doğduğu günden beri
yakayı hiç böyle kötü kaptırmamıştı.
Sonra, yatmadan önceki sözlerini
hatırladı Hygelac'ın güvenilir fedaisi,
derhal ayağa fırlayıp çok daha sıkı
kavradı düşmanını. Parmakları dişli gibi
delip geçiyor, canavar çaresizce debeleniyor,
Beowulf bastırdıkça bastırıyordu.
Kaçacak delik arıyordu kara kabus,
yakayı kurtarıp ara yollardan
varsaydı bir baraklıktaki mağaraya!
Parmakları giderek gevşedi kan içicinin,
bu en bahtsız ziyareti olmuştu buraya.
Şimdi kirişler çatırdıyor, sanki şakıyordu.
Kalede yaşayan kahraman Danlar
paniğe kapılmıştı öd patlatan bu müzikle:
Bir sağa bir sola savrulup duran
kızgın rakiplerin binayı ayağa kaldıran
ayak sesleri... Kağşayıp çatırdadı duvarlar,
kalkıp oturdu çatı, ama hala
yerinde duruyordu muazzam yapı.
Esaslı bir binaydı, kunt kolonlarla,
işinin piri bir demircinin elinden
çıkına kemerlerle dayanıklı kılınmıştı.
Rivayet odur ki, iki rakip kapıştığı sıra,
ne masa, ne sıra kaldı kırılmadık,
ayak altına saçıldı altın süslemeler.
O güne dek gün görmüş, safa sürmüş
hiçbir Shieldingli -yeter ki yangın olmasın-
karın, fırtınanın, hiçbir felaketin
viran edeceğini sanmazdı fildişi varaklı evi.
Korkunç bir çığlıkla çınladı ortalık,
tir tir titredi dışarıdan sesini duyanlar,
canhıraş ulumasını, cehennem uşağı
bağırdıkça bakıp bakıp açılan yarasına.
Gördüğü en kuvvetli adamın kelepçe
gibi parmakları arasında perişandı.
     Ne yazık ki hiç niyetli değildi
soylu komutan, konuğunu yaşatmaya,
böylesi hunhar bir canavarın canından
kimseye yarar gelmezdi. Beowulf'un yanındakiler
ata yadigarı kılıçlarıyla yardım ediyor,
canavarın kalbine en kati vuruş için
her türlü çabayı harcıyorlardı.
Fakat bir şey vardı bilmedikleri: Fani
ellerden çıkma en keskin kılıç dahi
şuncacık işlemezdi o lanetli şeytana,
her tür silahtan gelecek hasara şerbetliydi. 1
Ölümü ise çok çileli olacaktı,
sürgün ruhu dünyadan uzaklara sürüklenecek,
yeniden şeytanlar diyarına dönecekti.
     Uzun zaman insanlara zulmeden cani,
Tanrı'nın gazabını ateşleyen girişimlerin
sahibi tüm gücünü yitirdiğini hissetti.
Hygelac'ın yeğeni hareketsiz bırakmıştı onu.
Kim hayatta kalırsa nefretle, kinle 
anacaktı diğerini. Bedeni acıyla dağlandı
yandı, omzunda geniş bir yara vardı,
kasları yırtılmış, kolu kopmuştu.
Beowulf galip gelmiş, Grendel sürülmüştü
bataklıktaki harap barınağına, ağır yaralı.
Günleri sayılıydı, yaklaşmıştı ömrünün sonu,
iyi biliyordu ki bu kanlı kapışma
düşünü gerçek kılmaya yetmişti Danların.
Sonradan gelen, kendine güvenli adam
temizlemişti salonu, tehlikeyi savuşturmuştu,
memnundu geceki marifeti ve cesaretinden.
Beowulf boşuna böbürlenmediğini kanıtlamıştı,
son vermişti uzun süren sıkıntılara,
hesapsız horlanmaya, boyun eğmek zorunda
kaldıkları kara yazgıya... az buz acı değil.
İşte kahramanın tutup havaya kaldırdığı
eldi bunun açık delili. Grendel'in
omzu, kolu ve korkunç kavrayan eli.


Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl
 
 
 
1. Bu büyü Grendel'i annesinden farklı kılıyor.

23 Mart 2020 Pazartesi

Beowulf IV - Heorot'ta Şölen

     Sonra yan yana otursunlar diye yeni,
bir masa temizlendi. Mağrur,
güçlü ve cesur yiğitler aldılar yerlerini.
Süslü bir sürahi tutan bir hizmetkar
yanlarında duruyor, boşaldıkça dolduruyordu.
Derken, ozan başladı şarkısına, duru
sesiyle yıkadı Heorot'u, oradaki herkesin,
Danların ve Gotların hoş etti gönlünü.
     Hrothgar'ın hemen ayak dibinde,
mühim bir mevkide oturan Ecglaf oğlu Unferth
çöktüğü yerden konuşmasa çatlayacaktı,
ters sözler sarf etti. Beowulf'un geliş sebebini,
denizdeki kahramanlıklarını kıskanmıştı.
Herhangi bir kimsenin kendinden
daha çok saygı görmesini sindiremiyordu:
"Breca'yla yüzme yarışına giren
Beowulf musun sen? Sırf kendini kanıtlamak
için canını hiçe sayan, açık sularda?
Katıksız kibirdendi bu işe kalkışmanız
ve kim ne derse desin, dost ya da düşman,
vazgeçiremedi sizi. Saplantınızdı suda sınanmak.
Birlikte daldınız, dalgaların sırtından
akıntıya hükmederek hünerle kaydınız,
deniz coştu, çılgınca çalkalandı
kışın kırbacının kışkırtmasıyla,
ama yetmedi sizi durdurmaya, daha
yedi gece boyunca yüzdünüz.
Seni geçti Breca, galip geldi,
sağ salim sahile vardı bir sabah
Heatho-Reams havalisinde. Toparlanıp
ana yurdu Bronding'e yöneldi;
yuvası, hazinesi ve onu seven halkı
bekliyordu kendisini orada.
Böylece seni kat kat aştığını kanıtladı Breca.
Hangi kuvvetli hasımla kapıştın,
nasıl yendin fark etmez bu nedenle,
bu kez kötü tökezleyeceksin: Sağ çıkan
olmadı çünkü Grendel'li geceden."
     Ecghtheow oğlu Beowulf buyurdu:
"Değerli dostum Unferth, diyeceğini dedin,
ama konuşan sen değil, biraydı sanki.
Kulağını aç da duy, kazın ayağı farklı:
Yüksek dalgalara karşı yüzme konusunda
bil ki, kimseler bükemezdi bileğimi.
Breca'yla beraber büyümüştük ve her fırsatta
böbürlenir, meydan okurduk, bakalım kim
daha hünerli diye deli denizde.
Elimizde birer kılıçla balinalara karşı
yüzmeye başladık yine o gün.
Breca beni geçip geride bırakamıyordu,
bense onu geçebilirdim, yine de yan yana
mücadele ettik beş gece boyu.
Azgın dalgalar, dondurucu soğuk,
zifiri karanlık ve kuvvetli poyraz
ayırdı maalesef bizi. Deniz depreşti
çalkantısı çıldırttı canavarları,
zıvanadan çıkardı, ama zırhım vardı.
Sert halkalı örme zincir, el yapımı,
dar kesimli, ince işli altın bir kumaş,
bir deniz canavarı dibe çektiğinde
koruyordu bedenimi. Böylece kıstırılmış,
kıpırdayamazken, son bir şansım kalıyordu:
Kılıcı sokup çekiyordum, tamamdı çile,
kendi ellerimle alıyordum canavarın canını.
     "Başka korkunç yaratıklarla da boğuşuyordum,
şahlanıp saldırıyorlardı, ama çok sinirlenmiştim,
haddini bildiriyordum hepsine kılıcımla.
Şölen sofrası sanmasınlardı bedenimi,
derimi dişleyen, etimi didikleyenlere
tahammülüm yoktu derinde. Tam tersine,
sabaha, kalkamamışlar gibi kılıç uykusundan,
okyanusun çöpleri gibi, paramparça
yüzüyorlardı suyun yüzünde. Bundan sonra
güvende demekti tüm gemiciler.
Derken Doğudan göründü güneş,
Tanrı'nın parlak ispatı, dalgalar duruldu:
Rüzgarın dövdüğü dorukları seçer oldum.
Çoğu zaman, -çizmediyse daha üstlerini-
cesaret gösterenleri korur, esirger Kader.
Dokuz canavarın canını almıştı kılıcım
bense sağ kalmıştım başka maceralara.
Geceleyin yaşanan böylesi yaman
tehlikeler ve böyle müthiş mücadeleleri
anlatan hikayeler duymadım hiç,
ne de doğrusu benim kadar zor
durumda kalan birini azgın denizde.
Yorgundum fakat yaşıyordum hala,
okyanus kaldırıp karaya koydu beni,
sağ esen çıktım Finlandiya sahiline.
     "Seninse, hatırlamıyorum Unferth,
benimkilere benzer bir boy ölçüşmeni.
Böbürleniyor sayılmam sen ya da Breca'dan
daha iyiyim dersem kılıç kullanmakta,
cenk alanında cesaretinizse övülmez fazla.
Sen kendi yarenlerini, yakınlarını öldürdün,
olanca aklına, kıvrak diline karşın
cezanı çekeceksin cehennem çukurunda.
İşin aslı, Unferth, eğer gerçekten
iddia ettiğin kadar keskin zekalı
ya da cesur olsaydın, bunca cürüm
işleyip sonra gidemezdi Grendel,
sallaya sallaya elini kolunu. Söyle olur mu,
tacı taciz etsin, altüst etsin Heorot'u
dehşet salsın dört yana? Ama demek ki
bir bildiği var: Zerre kadar zarar
gelmez kılına senin kılıcından,
ne de intikam bekliyor buradakilerden,
mızrak taşıyan Muzaffer Shieldinglerden.
Biliyor ki siz Danları böcek gibi ezebilir,
hakaret edip öldürebilir hiçbir
misillemeden korkmadan. Farklı bir muamele
görecek benden. Ona Gotların nasıl
cengaver olduğunu göstereceğim. Sonra canı dileyen
çekinmeden girip binaya içer birasını,
gün ışığı parıltıyla süzülürken Güneyden,
değişik bir şafakla tanışırken dünya."
     Ak saçlı Mücevher Saçan mutlu oldu;
Namlı dövüşçü, Parlak Danların kalkanı
kral, kararlılığına kesinlikle güveniyordu
Beowulf'un, sözüne bel bağlıyordu.
Kahkahalar geldi sonra, gürültü çoğaldı,
herkes neşeyle güldü. Hrothgar'ın kraliçesi
Wealtheow göründü, gerektiği şekilde.
Altınları vardı üstünde, zarifçe selam verdi
salondaki adamlara, sonra kupayı uzattı,
memleketin muhafızı Hrothgar'a ilkin.
"Durma, dik" dedi, "çünkü bizim
kıymetlimizsin sen." Kırmadı tabii o da,
gerçek bir savaşçı gibi, coşkuyla içti.
Ve herkesi dolaştı Helming kadını,
ece zarafetiyle. Asil, yüzüklü parmakları
her yaştan kişiye sundu kadehi,
hem yerlilere hem yeni katılanlara,
sonunda Beowulf'a geldi sıra.
Ölçülü sözcüklerle Got'u selamladı
kraliçe ve şükretti kabul olduğu için
duası, epeydir süren acıyı dindirecek
güvenilir bir kurtarıcı geldiği için.
Kadehi kabul edip aldı kahraman,
korkutucu bir tip, kavgaya gelmez,
ki her fırsatta kapışmaya fazla hevesli .
Ecghteow oğlu Beowulf şöyle dedi:
"Belli bir amacım vardı daha başında,
yoldaşlarımla teknedeyken. Yapabileceğimin
en iyisini yapacaktım ya da yok olup
gidecektim canavarın elinde. Gerçekleştireceğim,
göğüs kabartan bir işle kendimi kanıtlayacağım
veya kanatlanacak ruhum burada."
Got'un bu geleneksel methiyesinden
hoşlandı hanımefendi, varıp Hrothgar'ın
yanında yerini aldı, altın takılarıyla.
     Eski günler geri gelmişti,
yankılanıyordu salon, gurur doluydu sesler,
gürültücü, heyecanlıydılar. Derken Hrothgar
istirahata çekildi. Saldırı saatinin çok
yaklaştığını hissediyordu. Yememiş içmemiş,
günün ağarmasından gurup vaktine
kadar kesin bunu kurmuştu Grendel.
Birazdan sinsi gölgeler birer birer
çıkarlardı meydana, gece çökerdi.
Liderler helalleşirken hazır bulunanlar
dikilip beklediler. Sağlık ve şans diledi
Beowulf'a Hrothgar, onu salonun bekçisi
ilan ederek şöyle konuştu:
"Elim kılıç tutalı beri kimseye
bırakmadım salonu, ama sen başkasın.
Danların binası sana emanet, koru,
yapıların en yücesidir çünkü.
Görev başına şimdi, şöhretini düşün,
dikkatli ol ve dile benden ne dilersen
hala hayatta olursan sabaha."
 
 
Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl
 

20 Mart 2020 Cuma

Beowulf III - Kahraman Heorot'a Geliyor

     Grendel'i duyduğunda Gotland'da
yurdundaydı Hygelac'ın yeğeni, 1
bir eşi daha yoktu yeryüzünde,
hem asil hem güçlüydü. Bir gemiyle
kuğu yolunu katedip bulacaktı o kralı,
bir koruyucu güce muhtaçtı madem.
Hiç çaba harcanmadı yola çıkmasın diye,
dil dökmedi yaşlılar, onu çok sevseler de.
Tersine, kehanetleri incelediler, tam
destek verdiler gitme dileğine ve
en seçkin gençleri seçip aldı savaşçı,
on dört adamıyla beraber binecekti tekneye.
Deneyimli bir denizciydi kendisi,
kılavuz istemezdi burunlarda, koylarda.
     Çok geçmeden suya inmişti gemi.
Kıyıdaki kayaların karaltısında
iskele tahtasını tırmanıp çıktı hepsi.
Deniz dalgalanıyor, kumlar kaynaşıyordu.
Kucaklar dolusu kuşamlarını,
göz alan silahlarını yığdılar güverteye
ve kunt karınlı gemi kararlılık içinde
demir aldı. Dalgaların sırtında,
boynunda köpüklerle, kuğu gibiydi,
kıvrık burnu karıştı enginlere
ve ertesi sabah hesapladıkları saatte,
ufukta karayı gördüler güverteden,
parlak kayaları, sarp uçurumları,
geniş burunları. Yolculuk bitmişti, 2
sahile inip gemiyi sağlama aldılar,
zırh ve silah şakırtıları sakinleyince,
şükranlarını sundular sağ salim kıyıya
varmalarına izin veren Tanrı'ya.
      Görevi sahili gözetlemek olan
Shieldingli nöbetçi burcundan bakıyordu,
gemiden indirilirken gözünü alan
muharebe malzemelerini görünce meraklandı,
kimdi bu gelenler, neydi gayeleri?
Doğruca kıyıya sürdü kısrağını
Hrothgar'ın bu hızlı süvarisi,
mızrağıyla meydan okuyarak,
"Dost musunuz, düşman mısınız?" dedi,
"Zırhlara bürünüp gelmişsiniz buraya,
koca karınlı geminizle geçerek denizi.
Uzun süredir burada sabit nöbetçiyim,
görevim korumak Dan kıyılarını.
Doğrusu daha evvel silahlı hiçbir birlik,
böyle dikkat çekmemeye çabalamadan,
veya danışmadan izin var mı diye
ayak basmadılar şu an bulunduğunuz yere. 
Ne de daha heybetli bir dövüşçü gördüm
şurada dikilenden: Şayet yanılmıyorsam
tam bir soylu. Belli ki laf olsun
diye taşımıyor savaş takımlarını.
Ama belki casussunuz. Bu yüzden,
daha fazla ilerlemenize fırsat vermeden
sormam gerek kimsiniz, hangi kıyıdan
ve nasıl bir gayeyle çıkıp geldiniz?
Suyun öte yanından gelen yabancılar,
ya yanıtlayın beni, ya da siz bilirsiniz!"
     Sözün kilidini açtı birliğin komutanı,
o seçkin şahsiyet, şöyle cevap verdi:
"Got soyundanız bizler, Hygelac'a bağlı,
Ecgtheow adıyla bilinirdi babam,
nam salmış bir savaşçıydı vaktiyle.
Nice kışlar gördü de günü geldi
göçüp gitti, ama değişik ülkelerde
birçok bilge kişi hatırlar onu hala.
İyi niyetlerle geldik ta nerelerden,
halkınızın kalkanı Halfdane oğlunu
görmek dileriz yolu gösterirsen.
Halfdane oğluna ciddi bir hizmet
sunmaktır amacımız, bu yüzden saklama,
biz bir şeyler duyduk ama ne kadar doğru?
Büyük bir bela varmış başınızda,
karanlık gecelerde ecel gibi gezermiş
ceset saçan bir canavar, Shielding ülkesinde.
Yürekten yardıma geldim, yol göstermeye,
düşmanını yenebilir Hrothgar ve huzura
erebilir kısmetse, kafasından kaygıyı
yüreğindeki yılgıyı kovabilir. Yoksa,
daha günlerce gözyaşı döker,
yası dinmez ufukta dikildikçe salonu."
     Gözü pek gözcü dimdik durup dedi ki:
"Basiret sahibi herkes bilir,
fersah fersah farklıdır vaat ve icra,
sözlerine inandım, kralınıza sadık
bir birliksiniz. Gelin öyleyse benimle,
silahlarınız, zırhınızla, zarar yok.
Bense arkadaşlarımdan sıkıca söz alıp,
'Göz kulak olun' diyeceğim gemiye:
katranı taze tekneye iyi baksınlar,
ki yine dalgaları yarsın burnu,
dönüş yolunda tekrar açılınca denize.
Got ülkesine sağ salim geri
götürsün bu yiğidi, böyle yürekli
ve yılmaz biri yara almadan
çıksın dilerim kavganın koynundan."
     Böylece yola devam ettiler. Devasa
gemileri güzelce bağlandı gergin halatlarla.
Kuyumcuların altından dövdükleri domuz
figürleri yanıp sönüyordu yanak 3
zırhları üstünde bu sert suratların,
onları koruyordu. Epeyce koştuktan
sonra seçtiler altın salonu.
Ona benzer bir başka bina
görmemişti hiçbiri: "Azamet"
yaşıyordu orada, ışığı yayılıyordu her yöne.
Nazik kılavuz görkemli kaleyi
ve ona giden kestirmeyi gösterip
şöyle dedi: "Şimdi ayrılmam gerek.
Her Şeye Gücü Yeten gözetsin sizi,
Yüce Tanrı işlerinizi tamama erdirsin."
     Çiğnenmiş bir yoldu, çabuk çıktılar,
örme demir giysiler gıcırdıyordu;
çarpıp çınlıyordu geçme halkalar.
Korkunç savaş kuşanılan ve silahlarıyla
varır varmaz, -denizde yorgun düşmüşlerdi-
sert keresteden geniş kalkanlarını
dayar dayamaz daha duvara,
banklara yığıldılar; yine şakırdadı
teçhizatları. Mızrakları toplayıp
dişbudak değneklerinden bir demet yaptılar.
Savaşçılar da seçkindi silahlan kadar.
     Sonra mağrur bir asker sorguladı
hepsini, neseplerini, geliş sebeplerini:
"Nereden geliyorsunuz, zırhlar giyinmiş,
yanak yastıklı miğferler, mızraklar,
kakmalı kalkanlarınızla? Hrothgar'ın bir komutanı
ve habercisiyim ben, ömrüm boyunca
böyle etkileyici ve bunca kalabalık
bir yabancı grubunu asla görmedim.
Sürgün değil, demirden yürekleriniz
sürükledi herhalde sizi Hrothgar'a"
     Yiğitliği dillere destan komutan
kaskı içinde kendinden emin,
metanetle dedi ki: "Hygelac'ın maiyetiyiz bizler.
Beowulf'tur benim adım.
Şayet kralınız, şanlı Halfdane oğlu
dinlerse beni, lütfedip gelsin derse
kendisine söylerim ziyaret sebebimi."
     Wendel Beyi Wulfgar bilgeliği,
savaşçılığı ve sağduyusuyla nam salmıştı,
"Mesajınızı ileteceğim" dedi, "meraklanmayın,
Danların dostu, yüzük yağdıran
soylu kralımızın katına varıp
ne düşünür öğreneceğim gelişinize dair,
uygun gördüğü cevabı getireceğim size."
     Böyle deyip kralının yanına döndü,
maiyetiyle beraber oturur buldu onu;
saray adabını bilen değerli subay
Hrothgar'ın önünde hürmetle dikilip,
sevgili efendisine şöyle seslendi:
"Got diyarından konuklar geldi,
engin denizi geçip varmışlar.
Başlarındaki adamın adı Beowulf,
huzura kabul diliyor kendileri,
resmi bir toplantı talep ediyorlar.
Saygıdeğer Hrothgar, hayır demeyin
ve bir cevap bağışlayın onlara.
Kılık kıyafetleri gerçekten asil
ve değerli olduklarının delili,
hele ki liderleri, hayranlık verici."
     Shieldinglerin koruyucusu Hrothgar konuştu:
"Daha toy bir oğlanken tanıdımdı onu,
babası Ecgtheow'u iyi bilirdim.
Got Hrethel, Ecgtheow'a gelin
verdi kızını, Beowulf böyle doğdu.
Köklü dostluğun gereği gelmiştir buraya.
Bir gemi dolusu hediye göndermiştim
geçmiş günde, kendisini görenlerden
müthiş şeyler dinlemiştim ona dair.
Derler ki otuz adam gücüne denkmiş
bir elindeki kuvvet. Kısmet oldu da
demek buraya düştü yolu,
Batı Danları yurduna. Onun yardımıyla
kurtuluruz Grendel'den, gönlümden geçen
budur ve kahramanlığına karşılık,
zengin bir hazine hediye etmek isterim.
Çabuk git şimdi, Gotları çağır.
Gelsinler beraberce içeri buyursunlar,
görünce söyle hepsine, hoş gelmişler,
safalar getirmişler Danimarka'ya."
     Salonun kapısında
Wulfgar hemen iletti haberi:
"Efendim, Danların fatih kralı buyurdu ki,
tanırmış aralarınızı. Heorot'a hoş geldiniz
diyor ve takdirle karşılıyor koca denizi
geçerek gelmenizi ta buralara,
miğferle, zırhla hem, savaşa hazır.
Şimdi huzura buyurun, ama haliyle,
kalkanlar burada kalacak, mızraklar da
görüşmenin sonucunu bir görelim."
     Kahraman doğruldu, kuvvetli dostları
sıkı sıkı sarmışlardı etrafını.
Bir kısmı nöbetçi kaldı silahlarla,
diğerleri izleyip değerli komutanı
Heorot'un çatısı altında huzura çıktılar.
Demircinin ince bir işçilikle döverek
yaptığı balık pulu zırhı parıldarken,
başında miğferiyle mağrur, konuştu Beowulf:
"Selam size Hrothgar!
Hygelac'ın erkanından, hatta kanındanım,
çok zaferler kazandım bugüne kadar,
Grendel'in haberi geldi derken.
Duyarsız kalamazdım: Denizcilerden duydum
dara düştüğünüzü bu destanlara
konu olan salonda, öyle ki sonunda
tamamen terk edildiğini, bomboş bırakıldığını
güneş gizlenir gizlenmez gök kubbenin altına.
Hal böyle olunca, sevgili Hrothgar,
tüm danışmanlar destekledi düşüncemi.
Bileğimin bükülmezliğini biliyordu hepsi.
Düşman kanına batık görmüşlerdi beni,
beş canavarla baş etmiş çıkarken sudan;
gece denizinde bir devler inine
dalıp dağıtmıştım koca bir sürüyü.
En büyük güçlüklere göğüs gererek
hep sordum ölen Gotların hesabını,
düşmanların hatasıydı, helak oldular.
Şimdi de Grendel'e geldi sıra,
teke tek dövüşerek vereceğim dersini.
Ey Parlak Danların kralı, Shieldinglerin Prensi,
Koruyucu Kalkanları, kırmayın beni bu yüzden,
bunca mesafeyi madem aşıp da geldim
yalnızca kendi adamlarımın yardımıyla,
bana düşsün Heorot'u temizleme şerefi.
Ne kadar doğru bilmem, duydum ki bu canavar
silaha tenezzül etmezmiş, tamam,
sırf hoşnut olsun diye Hygelac,
şanı çoğalsın diye, kaldırıp çöpe
atacağım ben de kılıcı, kalkanı:
Çıplak elle çıkacağım karşısına,
ölüm kalım kavgasına canavarla.
Ölüm kime düşerse Tanrı'nın takdiri
diye düşünsün artık. Diyelim Grendel
galip geldi: Korkunç bir gün demek;
kana kana içecek Gotların kanını,
çekinmeden çökecektir çiçeği burnunda
gençlerin üzerine, öncekilere yaptığı gibi.
Beni gömmek için telaşa girmeyin,
bulamazsınız çünkü ölü bedenimi:
Alıp beraberinde götürür bataklığa,
tıka basa doymuş, her tarafı kan
içinde geri dönerken; yuvasında yalnız
yiyecektir cesedimi çiğ çiğ, her yere
kanım sıçrayacaktır. Uzun sözün kısası,
ardımdan yas tutmaya, cenaze törenine
hacet yok: Ölürsem Hygelac'a
gönderin üstümdeki bu göğüslüğü,
Weland yapımı ve Hrethel'in yadigarıydı. 4
"Neyleyim, kaderi yolundan eylemek olmaz."
     Shieldinglerin Miğferi aldı şimdi sözü:
"Beowulf, dostum, kalkıp ta buralara
bizim için vuruşmaya gelmişsin, var ol.
Bir kan davası başlatmıştı baban,
Wulfing Kabilesi'nden Heatholaf'ı katlederek,
Ufukta savaş belirmişti, bundan sakınan
halkı sürgüne zorladı babanı. Buraya
Güney Danimarka'ya geldi işte o vakit,
şerefli oğullar diyarına, aştı da dalgaları.
Ben o günlerde henüz taç giymiş,
bu kahramanlar yurduna yeni yeni
hükmediyordum. Ağabeyim, Halfdane oğlu
ve benden daha becerikli Heorogar ölmüştü.
Kısaca, ben bitirdim kan davasını,
Wulfinglere bir gemi yükü hazine hazırladım.
Ecgtheow da bana biat etti.
     "Grendel'in sebep olduğu gamı kasaveti,
burada Heorot'a verdiği hasarı,
hakaretlerini anlatmak hiç hoş değil.
Birer ikişer eriyor birliğim,
kader onları süpürüp Grendel'e sunuyor.
Ama Her Şeye Gücü Yeten, hikmetiyle,
elbet bir son verebilir bu saldırılara.
     "Kadehler boşalıp cesaret veren bira
coşturunca duygularını, bazı delikanlılar
Heorot'u savunmaya soyunuyorlar sık sık,
kılıçlarını bileyip Grendel'i bekliyorlar.
Fakat güneş yürüyüp gün ağarınca,
hepsi masal oluyor, boş masalar
kalıyor geriye sadece, salonun
zemininde kalansa, vıcık vıcık kan.
Tüm vefalı dostlarım böyle vefat etti işte,
azaldı maiyetim. Ama şimdi masaya buyur."
 
 
Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl

 
 
 
1. Beowulf. Kahramanın adı birkaç sayfa sonra açıklanacak. 
2. Şimdiki İsveç'in bulunduğu güney sahilinden Heorot'un kurulu olduğu Danimarka'ya
ait Zealand adasına yapılan yolculuk.
3. Çeşitli kazılarda üzerinde yaban domuzu motifi bulunan miğferlere rastlanmıştır.
Yaban domuzunun saldırganlığı nedeniyle tercih edildiği sanılıyor.
4. Weland: Germen kültüründe efsanevi demirci, bu da zırhın ne kadar kaliteli olduğunu
gösteriyor.

16 Mart 2020 Pazartesi

Beowulf II - Heorot Saldırıya Uğruyor

       Geceleri gezinen bir kara şeytan,
koyu kin besliyordu o ara,
dahası, kanı donuyordu duydukça
şölenden yükselen şen sesleri:
Arpın telleri tınlar tınlamaz
şakımaya duruyordu duru dilli bir ozan:
İnsanın nasıl yaratıldığını naklediyordu,
dünyanın dört yanı dümdüz
bir ova halinde halk edilişini,
dünyaya fener olsunlar diye
göğe asılışını Güneşle Ayın,
yerin geniş kucağının yaprakla,
dalla cömertçe doldurulup
hayat verilişini hareket eden her şeye.
      
Kısaca, hayatından hoşnuttu herkes,
cehennem çukurundan çıkıp gelinceye dek
olanca şerriyle bir kara şeytan:
Grendel'di bu gaddar canavarın adı,
sınırlara musallat oluyor, meralarda
bomboş bataklıklarda barınıyordu.
       Tanrı'nın sürgün ettiği, Kabil'in soyundan
kovgun canavarlarla kalmıştı bir süre.
Habil'in canına karşılık ağır bir cezaya
layık görülmüştü Kabil, lanetlenmişti.
Bu sürgün sırasında insan yiyiciler, cinler,
kötücül ruhlar ve devler doğmuştu kanından.
Tanrı'yla dövüşürlerdi durup durup,
ağızlarının payını alıp otururlardı sonra.
      
Gece yarısını geçmişken, Grendel,
heybetli yapıya doğru yola çıktı,
içkilerini yuvarlayıp yatan Danları
ziyaret edecekti. Ziyafet sonrasında,
en seçme savaşçılardan oluşan bir grup
sızıp kalmışlardı, insani kaygılardan,
her tür acıdan uzak. Hızla hücum
etti cani canavar, doymaz bir iştihayla
ve dehşet saçarak daldı,
otuz yiğidi kaldırıp kaçırdı inine,
katliamın hazzıyla halinden hoşnut,
salak sarhoş sendeleyerek, parçalanmış cesetlerle.
      
Gün ışıyıp güneş yükselince
Grendel'in imha gücü apaçık görüldü:
Çalgı cümbüş bitmişti, çığlık çığlığa
ağlaştılar, yas tuttular sabahta.
Şanlı kral çöküp kaldı çaresizce,
hakareti taa yüreğinde hissetti,
içini çeke çeke bomboş gözlerle baktı
korkunç geceden geriye kalanlara.
Acısı dayanılmazdı ama daha bitmemişti,
çünkü ertesi gece zalim Grendel
yine vurdu ve vahim bir katliam yaptı.
Doğuştan kötüydü, pişmanlık duymuyordu.
Bunun üzerine, korkan kimseler
oradan uzaklaşmakta buldular çareyi,
çevredeki çiftlik evlerine çekildiler.
Göz önündeydi her şey, kimse göze alamazdı
salonu gözetleyen gözün gazabını,
kurtulan, aman deyip uzakta kaldı.1
      
Böylece Grendel üstünlüğü ele geçirdi,
Hükmü yetti Heorot'a tek başına,
sonunda bomboş kaldı binaların en büyüğü.
On iki kış geçti kederle dolu,
Shielding Kralı kahroldu kederinden,
çok geçmeden her yana yayıldı haber.
Hüzünlü türküler yakıldı yenik krala,
korkunç katliamını anlatan Grendel'in,
son vermek niyetinde değildi canavar kan dökmeye,
barışın yakınına bile yanaşmıyordu,
kan bedeli ödemeye... kimse onun
tazminat ödeyeceğini tahmin etmiyordu.2
Kimse güvende değildi, uzun gecelerde
bu gözü dönmüş, ölümcül gölge,
genç yaşlı gözetmeden çullanıyordu.
Pusuda bekleyip puslu bataklıklar
üzerinden süzülüp geliyordu. Sahiden de,
cehennem firarisi bu ifritler nerelerde
dolaşır bilinmez ki.
      
Böylece sürüp gitti,
her fırsatta felaket yağdırdı Grendel,
onmaz hasarlar verdi Heorot'a,
ışıltılı salonu karanlık bastıktan sonra
işgale geliyordu artık her gece.
Şu var ki, tahtın yanına yaklaşamıyordu,
Tanrı tarafından korunuyordu o taht.
Zor zamanlardı, zayiat ağır,
kederi kalındı Shielding Kralı'nın.
Sözü dinlenen danışmanlar,
memleketin en yüksek mevkide adamları
sürekli tavsiye veriyorlardı ani tacizlere
son vermek için yürekli yiğitlerle.
Pagan tapınaklarına gidip tanrılara
yakarıyor, yeminler veriyorlardı, yeter ki
yardıma yetişsindi o Ruhları Yok Eden.3
İnanışları buydu, Pagancaydı umutları.
Yüreklerinin bir yerinde, derinde,
cehennemi hatırlıyorlardı, ama haberleri yoktu
Hayır ve Şerrin Kaynağı, Yerin ve Göğün Kralı,
Her Şeye Gücü Yeten Yaradan'dan.
Ah yazık, zor zamanda
ateşe sarılmak zorunda kalan zavallıya,
ondan yardım umana, yönelecek başka
bir yeri olmayana. Ne mutludur oysa
ölümden sonra Yaradan'a yaklaşabilen,
huzur bulan, babanın şefkatli kucağında.
      
Yürek yoran günler art arda yığılıyor,
acısı bitmek bilmiyordu Halfdane oğlunun,
koyu bir korku kaplıyordu kalpleri,
gecenin kabusu asla gecikmiyordu.


Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl



1. Çiftlik evleri daha çok bekar işçiler içindi. Grendel Danimarka tahtının merkezi
olan şölenevini işgal etmekle yetinip çevredeki öteki binalara dokunmuyor. (ç.n.)
2. Anglo-Sakson kanunlarına göre cinayet işleyen birinin kurbanın ailesine kan bedeli
ödemesi gerekiyordu. Bu uygulamanın amacı kan davalarını, dolayısıyla daha
fazla kan dökülmesini önlemekti. (ç.n.)
3. Hıristiyanlar eski Pagan tanrılarını Şeytanla bir tutuyorlardı. (ç.n.)










9 Mart 2020 Pazartesi

Beowulf I - Prolog: Danların Yükselişi

Evet. Mazide yaşayan Mızraklı Danlar (1)
ve kralları gözü pek adamlardı, görkemliydiler.
Hep dinledik onların destanlarını.
           Başta Shield Sheafson, şimşek hızıyla
dağıtırdı şölenleri, hışımla dalıp,
salonlara korku salardı. Terk edilmiş bir çocuk
olarak başladıysa da açıldı sonra bahtı,(2)
kudret kazandı, kendini kanıtladı.
Boyun eğdirdi balina yolunun öte
kıyısındaki kavimlere. Tam bir kraldı.
           Sonraları bir oğlu oldu Shield'in,
huzur bulsunlar diye bağışladığı
bir hediye, başsız geçen günlerde
uzun süren sıkıntılarını gören Tanrı'nın.
Çok şöhret kazandı Shield'in oğlu:
Beow adı bilindi koca Kuzey'de.(3)
Her prens, onun gibi, görmeli geleceği,
hediyeler dağıtmalı babası sağken daha
ki sonra yaşlanınca bir savaşa girerse
sadık dostlar bulsun saflarında.
Dört yanında dünyanın, böylesi takdir
gören davranışlar götürür başarıya.
Shield gücünün doruğundayken
çattı ecel, Tanrı çağırdı onu yanına.
Askerleri yaptılar sağken dediğini,
her kelamı kanunken Danlar arasında:
Sırtlanıp sahile taşıdılar bedenini,
hürmetle bunca yıllık hükümdarlarına.
Kıvrık burunlu, kırağı kaplı bir tekne
hazır duruyordu demir almaya.
Getirip gemi direğinin hemen dibine
yatırdılar kralı ve yığdılar üzerine
uzak memleketlerden gelen mücevherleri.
Doğrusu, daha evvel duymadım
kılıçla, kalkanla, kemerle, zırhla
böyle tepeleme dolu bir tekne.
Göğsünün üstünde bir öbek mücevherle
açılacaktı kral usulca kıyıdan,
onu çocukken dalgaların koynuna koyup,
yalnız başına sürgüne yollayanlardan
daha az cömert davranmamıştı Danlar
böyle değerli taşlarla bezerken bedenini.
En son, altın sancağını alnına serip
üzülerek razı oldular rüzgarın
alıp sürümesine onu derin sulara.
Ne bilge bir danışman, ne bir emektar asker,
bugüne dek bilen yok, hazinenin
hangi kıyıda, kime kısmet olduğunu.
           Beow'a kaldı böylece kaleyi savunmak,
babasını yitirdikten sonra yıllar boyu
yönetti halkını, büyük hürmet gördü.
Sonra veliahdı, büyük Halfdane başladı
devranına, dört çocuk doğurttu:
Heorogar, Hrothgar, iyi kalpli Halga
ve bir kız duyduğuma göre, İsveç kralı
yüzü yaralı Onega'nın karısı oldu.
           Savaştan yana şansı yaverdi Hrothgar'ın,
bileği güçlü, gencecik adamlardan
koca bir ordu kurdu. Derken,
bir salon yaptırmak sevdasına düştü,
ve bir bina buyurdu ki devasa,
yeryüzünde benzeri yok bir yapı;
taht odası yapacaktı burayı ve genç yaşlı
herkese oradan verecekti hediyelerini,
ortak araziler hariç, bir de insan hayatı.(4)
Duydum ki, dünyanın dört bucağına
ulaklar salınıp ustalar seçildi,
az zaman zarfında çıktı ortaya
bu harika bina. Heorot dedi adına (5)
Beğenisi Buyruk Olan. Sözünü tutup
yüzükler, mücevherler dağıttı masada.
Yüksek tavanlı, geniş yapıyı
korkunç bir yangın bekliyordu yalnız,
birbirine düşünce kralla damadı.(6)


Anonim
Eski İngilizce'den Uyarlayan: Seamus Heaney
İngilizce'den Çeviren: Nazmi Ağıl


(1) Aynı Dan kabilesi için farklı adlar kullanılıyordu: Mızraklı Danlar, Batı Danları, Zafer Shieldingleri vs.
(2) Burada nakledildiği gibi Shield denizden bulunmuş bir çocuktu fakat sonra Danimarka kraliyet ailesinin kurucusu oldu. (ç.n.)
(3) Beowulf değil, onunla daha sonra tanış acağız. (ç.n.)
(4) Güçlü bir hükümdar bile halkından birini keyfi için öldüremez, ortak arazileri istediği gibi dağıtamazdı. (ç.n.)
(5) Heorot asalet sembolü olan "erkek geyik"' anlamına geliyor. (ç.n.)
(6) Burada Danlarla Heatho-Bardlar arasındaki bir çatışma yüzünden şölenevinin harap olacağına bir gönderme var. Yurduna, sonraki bölümlerde Gotların arasına geri dönen Beowulf Dan kralı Hrothgar"ın kızını Heatho-Bard kralı İngeld'le evlendirerek aradaki düşmanlığı gidermeyi umduğunu ama bunun aslında çözüm olmayacağını söyleyecek. (ç.n.)

28 Aralık 2018 Cuma

Ata Belinden Bir Zaman Anasına Düştü Gönül

Ata belinden bir zaman anasına düştü gönül
Hak’tan bize destûr oldu hazîneye düştü gönül

Anda beni can eyledi et ü sünğük han eyledi
Dört on günü deyiceğiz değritmeye düştü gönül

Yürür idim anda pinhan Hak buyruğu vermez aman
Vatanımdan ayırdılar bu dünyaya düştü gönül

Beni beşiğe vurdular elim ayağım sardılar
Önden acısın verdiler tuz içine düştü gönül

Günde iki kez çözerler başına akça dizerler
Ağzıma emcek verdiler nefs kabzına düştü gönül

Bu nesneyi terk eyledim yürümeye azmeyledim
On ’ki sünğügün yazarlar elden ele düştü gönül,

Oğlan iken sultan kopar kim elin kim yüzün öper
Akıl bana yoldaş oldu sultanlığa düştü gönül

Bu çağ ile sakal biter görenin gülreği tutar
Güzeller katında biter sev-seviye düştü gönül

Hayırdan şerri çok sever işlemeğe becid iver
Nefsinin dileğin kovar nefs evine düştü gönül

Kırk beşinde sûret döner kara sakala ak iner
Bakıp şeybetin görünce yoldurmaya düştü gönül

Yola gider başaramaz yiğitliğe eli varmaz
Bu nesneleri koyuban yuvanmaya düştü gönül

Oğl’ aydır bunadı ölmez kız aydır yerinden durmaz
Hiç kendi hâlinden bilmez halden hale düştü gönül

Ölüceğiz şükredeler sinden yana iledeler
Allah adın zikredeler çok şüküre düştü gönül

Su getireler yumağa kefen saralar komağa
Ağaç ata bindireler teneşire düştü gönül

Eğer var ise amelin genğ olısar senin sinin
Eğer yok ise amelin oddan şarap içti gönül

Yunus anlayıver hâlin şuna uğrayısar yolun
Bunda elin erer iken hayr işlere düşgil gönül


Yunus Emre

27 Aralık 2018 Perşembe

Çıktım Erik Daima Anda Yedim Üzümü

Çıktım erik daima anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu

Ağrılık yaptı bana bühtan eyledim ona
Gerçi de geldi aydır hani aldın kuzumu

Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım
Nedir diye sorana bandım verdim özünü

İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş
Becid becid ısmarlar gelsin alsın bezini

Bir serçenin kanadın kırk katıra yüklettim
Çift dahı çekemedi şöyle kaldı kazını

Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu

Bir küt ile güreştim elsiz ayağım aldı
Güreşip basamadım göynündürdü özümü

Kafdağından bir taşı şöyle attılar bana
Öylelik yola düştü bozayazdı yüzümü

Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeye
Leylek koduk doğurmuş baka şunun sözünü

Gözsüze fısıldadım sağır sözüm işitmiş
Dilsiz çağırıp söyler dilimdeki sözümü

Bir öküz boğazladım kaldırdım serekodum
Öküz ıssı geld’ aydır boğazladın kazımı

Bundan da kurtulmadım n’idesini bilmedim
Bir çerçi de geld’ aydır hani aldın közümü

Tospağaya sataştım gözsüz sepek yoldaşı
Sordum sefer nereye Kayseri’ye azimi

Yunus bir söz söyledin hiçbir söze benzemez
Münâfıklar elinden örter ma’nî yüzünü


Yunus Emre

İster idim Allâh’ı Buldum İse Ne Oldu

İster idim Allâh’ı buldum ise ne oldu
Ağlar idim dün ü gün güldüm ise ne oldu

Erenler meydanında yuvarlanır top idim
Padişah çevgânında kaldım ise ne oldu

Erenler sohbetinde deste kızıl gül idim
Açıldım ele geldim soldum ise ne oldu

Âlimler ulemâlar medresede bulduysa
Ben harâbât içinde buldum ise ne oldu

İşit Yunus’u işit yine deli oldu hoş
Erenler ma’nîsine daldım ise ne oldu


Yunus Emre

26 Aralık 2018 Çarşamba

Yâ İlâhî Ger Suâl Etsen Bana

Yâ ilâhî ger suâl etsen bana
Cevabım işbu idi anda sana

Ben banâ zulmeyledim ettim günâh
N’eyledim n’ittim sanâ ey pâdişâh

Gelmeden dedin hakıma kem diye
Doğmadan dedin Asâ Âdem diye

Sen ezelde beni âsî yâzasın
Doldurâsın âleme âvâzesin

Ben mi düzdüm beni sen düzdün beni
Pûr ayip nîşe getirdin ey ganî

Gözüm âçıp gördüğüm zındân içi
Nefs ü hevâ pür dolu şeytân içi

Haps içinde ölmeyeyim diye aç
Mısmıl u murdar yedim bir iki kaç

Nesne eksildi mi mülkünden senin
Geçti mi hükmüm (ye) hükmünden senin

Rızkımı yeyip seni aç mı kodum
Ye yeyip öynünü muhtaç mı kodum

Kıl gibi köprü gerersin geç diye
Gel seni sen tuzağımdan seç diye

Kıl gibi köprüden âdem mî geçer
Ye düşer yâ dayanır yahut uçar

Kulların köprü yaparlar hayr için
Hayrı bûdur kim geçerler seyr için

Tâ gerek bünyâdı muhkem ola ol
Ol geçenler aydalar uş doğru yol

Terazi kurarsın hevâset tartmağa
Kasdedersin beni oda atmağa

Terazi ona gerek bakkal ola
Ye bezirgân tâcir ü attâr ola

Çün günah murdarların murdârıdır
Hazretinden yâramazlar kârıdır

Sen gerek lûtf ile onu örtesin
Pes ne hâcet murdar’ açıp tartasın

Sen temâşâ kılasın ben hoş yaman
Hâşe lillâh senden ey Rabb’el-enâm

Sen basirsin hod bilürsün hâlimi
Pes ne hâcet tartasın a’mâlimî

Geçmedi mi intikamın öldürüp
Çürüdüp gözüme toprak doldurup

Değmedi hiç Yunus’tan sânâ ziyan
Sen bilirsin âşikâra vu nihan

Bir avuç toprağa bunca kıyl ü kaal
Neye gerek ey Kerîm-î Zü’l – celâl


Yunus Emre

Erenler Bir Denizdir Aşık Gerek Dalası

Erenler bir denizdir âşık gerek dalası
Bahrı gerek denizden girip gevher alası

Gene biz bahrı olduk denizden gevher aldık
Sarraf gerek gevherin kıymetini bilesi

Yürü var epsem ol a (ne) simsarlık satarsın
Alî gibi er gerek işbu sırra eresi

Muhammed Hakk’ı bildi Hakk’ı kendide gördü
Cümle yerde Hak hâzır göz gerektir göresi

Dile rızkını Hak’tan “Nahnu kasemnâ” pinhan
Nefsin bilmiş er gerek göz hicabın silesi

Dedim işbu nefesi âşıklar hükmü ile
Bahıllıksız er gerek bir karara durası

Yürü hey sûfî zerrak ne sâlûsluk satarsın
Hak’tan artık kim ola kula dilek veresi

Hak durağı gönülde âyâtı var Kur’an’da
Arştan yukarı canda aşk burcunun kal’ası

Şöyle deli olmuşum bilmezim dünden günü
Yüreğimde işledi aşk odunun yâresi

Gel imdi miskin Yunus tut erenler eteğin
Cümlesi miskinlikte yokluk imiş çâresi


Yunus Emre

25 Aralık 2018 Salı

Çalab’ın Aşkı Benim Bağrımı Baş Eyledi

Çalab’ın aşkı benim bağrımı baş eyledi
Aldı benim gönlümü sırrımı fâş eyledi

Hergiz gitmez gönülden hiç eksik olmaz dilden
Çakıp kendi nurunu gözüme tuş eyledi

Can gözü onu gördü dil ondan haber verdi
Can içinde oturdu gönlümü arş eyledi

Bir kadeh sundu cana can içti kana kana
Dolu geldi peymâne canı sarhoş eyledi

Esrik oldu cânımız dür döker lisânımız
Ol Çalab’ımın aşkı beni sarhoş eyledi

Ben kaçan derviş olam tâ ki ona eş olam
Yüz bin benim gibiyi aşk hırka-pûş eyledi

Yunus imdi avunur dostu gördü sevinir
Erenler mahfilinde aşka cünbiş eyledi


Yunus Emre

Aşk Bezirgânı Sermâye Canı

Aşk bezirgânı sermâye canı
Bahâdır gördüm cana kıyanı

Zihî bahadır can terkin urur
Kılıç mı keser himmet giyeni

Kamusun bir gör kemterin er gör
Ölü görmegil palas giyeni

Tez çıkarırlar fevk’al – ülâya
Bin Îsi gibi dîne uyanı

Tez indirirler taht’es - serâya
Bin Karun gibi dünya kovanı

Âşık olanın nişânı vardır
Melâmet olur belli beyânı

Çün Mansur gördü ol benim dedi
Oda yaktılar işittin anı

Oda yandırdın külün savurdun
Öyle mi gerek seni seveni

Zinhâr ey Yunus gördüm demegil
Oda yakarlar gördüm deyeni


Yunus Emre

24 Aralık 2018 Pazartesi

Bana Namaz Kılmaz Deme Ben Bilirim Namazımı

Bana namaz kılmaz deme ben bilirim namazımı
Kılar isem kılmaz isem ol Hak bilir niyâzımı

Dosttan artık kimse bilmez kâfir Müslüman kimdiğin
Ben kılarım namazımı Hak geçirdiyse nâzımı

Ol nâzı dergâhta geçer ma’nî şarabından içer
Hicapsız can gözün açar kendi siler dost gözümü

Dost bundadır belli beyan dost dîdârın gördüm ayan
İlm ü hikmet okuyanın buna değindir azimi

Her dem dost yolun bulmayıp gizli ma’nî şerh eyleyip
Değme âşık şerh etmeye benim bu gizli râzımı

Sözüm ma’nîsine erin bî nişandan haber verin
Dertli âşıklara sorun benim bu dertli sözümü

Dert âşıkın dermânıdır dertli âşıklar ganîdir
Kaadir kudret ünüdür der işitenler âvâzımı

Dost isteyen gelsin bana göstereyim dostu ona
Budur sözüm önden sona ben bilirim kend’ özümü

Yunus imdi söyle Hakk’ı münkir sana tutsun dakı
Bişiptürür Hakk’ın honu ârifler tatsın tuzumu


Yunus Emre

Bu Ömrüm Yok Yere Harcatmışım Ben

Bu ömrüm yok yere harcatmışım ben
Canımı gör ne oda atmışım ben

Kimesne kimseye etmemiş ola
Onu kim kendime bed etmişim ben

Amelim rahtını derdim götürdüm
Kamû assım ziyâna atmışım ben

Cihanda bir sınık saksıdan ötrü
Güherlerim yabâna atmışım ben

Amelim ne ki varsa hep riyâdır
Acebdir ihlâsı unutmuşum ben

Geceye eresini kimse bilmez
Tûl-i amel başın uzatmışım ben

Dügeli ömrümü harcına sürdüm
Ziyandan bellidir ne utmuşum ben

Biçâre Yunus’un çoktur günâhı
Onun dergâhına yüz tutmuşum ben


Yunus Emre

21 Aralık 2018 Cuma

Ey Bana Derviş Deyen Ne’m Ola Derviş Benim

Ey bana derviş deyen ne’m ola derviş benim
Dervişlik yaylasında hareketim kış benim

Derviş adın edindim derviş donun donandım
Yola baktım utandım hep işim yanlış benim

Hırkam tacım gözlerim fâsid işler işlerim
Her yanımdan gizlerim bin bir fâsid iş benim

Yoldan haber sorarlar aydırım inanırlar
Kalbim sâfi sanırlar vay ne düşvar iş benim

İçerime bakarsan buçuk pulluk nesne yok
Daşramın kavgasından âlemler dolmuş benim

Yunus aydır yârenler ey gerçeğim erenler
Bu yolda olan hâller Allâh’a kalmış benim


Yunus Emre

Sûfîyim Halk İçinde Tesbih Elimden Gitmez

Sûfîyim halk içinde tesbih elimden gitmez
Dilim ma’rifet söyler gönlüm hiç kabûl etmez

Boynumda icâzetim riyâ ile tâatım
Endişem ayrık yerde gözüm yolum gözetmez

Söylerim ma’rifeti sâluslanırım katı
Miskinliğe dönmeye gönlümden kibir gitmez

Hoş dervîşim sabrım yok dilimde inkârım çok
Kulağımdan gireni hergiz içim işitmez

Âlem çıraktır sadır gönlüm bunu gözetir
N’ideyim Hak korkusu hergiz içimden bitmez

Görenler elim öper tac u hırkama bakar
Şöyle sanırlar beni zerrece günah etmez

Dışımda ibâdetim sohbetim hoş tâatım
İç pazarda gelince bin yıllık ayyar etmez

Görenler sûfî sanır selâm verir utanır
Onca iş koparaydım eleriben güç yetmez

Dışım derviş içim boş dilim tatlı sözüm hoş
İllâ ettiğim işi dînin değşiren etmez

Yunus eksikliğini Allah’ına arz eyle
Onun keremi çoktur sen ettiğin ol etmez


Yunus Emre

20 Aralık 2018 Perşembe

Ey Bana İyi Diyen Benim Kamudan Yavuz

Ey bana iyi diyen benim kamudan yavuz
Alnımı Ay bilirim bu gözlerimi gündüz

Bu vücûdum şehrinde buçuk pulluk assım yok
Amelim mahalleri ser-be-ser kalmış ıssız

Hücrede ve bucakta Hakk’a lâyık amel yok
Kimde derd ü firak var kimlerde eserli söz

Halk hep ayağın durur ben seğirttim oturdum
Geçtim sadır yerine döşek kalın yerim düz

Bunun gibi salûsluk çünkim elime girdi
Artık n’işime yarar derd ü firak âh u sûz

Ben bir kitap okudum kalem yazmadı onu
Mürekkep eyler isem yetmeye yedi deniz

Ben oruç namaz için süci içtim esridim
Tesbîh u seccâdeyçin dinledim çeşte kopuz

Yunus’un bu sözünden sen ma’nî anlar isen
Konya menâresini göresin bir çuvalduz


Yunus Emre

Ey Bana İyi Deyen Benem Kamudan Kemter

Ey bana iyi deyen benem kamudan kemter
Şöyle mücrimim yolda mücrimler benden server

Benim gibi mücrim kul bir dahı isteyibul
Dilimde ilm ü usûl dileğim dünya sever

Zâhirim iyi yerde gönlüm fâsid haberde
Bulunmaya Bağdad’da bencileyin bir ayyâr

Dışım göynü içim ham dirliğim budur müdam
Yol varmadan bir kadem arştan veririm haber

Dışım biliş içim yad dilim hoş gönlüm mürted
İşim yavuz iyi ad böyle fitne kanda var

Kime kim öğüt verdim ol Hakk’a erdi gördüm
Bana benim öğüdüm hiç eylemedi eser

Takındım şeyhlik adın kodum ma’şuk tâatın
Verdim nefsin muradın kani Hakk ile pazar

Yayıldı Yunus adı suçtur cümle tâatı
Çalab’ım inâyeti suçun geçire meğer


Yunus Emre

19 Aralık 2018 Çarşamba

Bir Suâlim Var Sana Ey Dervişler Ecesi

Bir suâlim var sana ey dervişler ecesi
Meşâyih ne buyrur yol haberi nicesi

Vergil suâle cevap tutalım olsun sevap
Şu’le kime gösterir aşk evinin bacası

Evvel kapı şeriat emr ü nehyi bildirir
Yuya günahlarını her bir Kur’an hecesi

İkincisi tarîkat kulluğa bel bağlaya
Yolu doğru varanı yarlıgaya hocası

Üçüncüsü ma’rifet can gönül gözün açar
Bu ma’nî sarayına arşa değin yücesi

Dördüncüsü hakıykat ere eksik bakmaya
Bayram ola gündüzü Kadir ola gecesi

Bu şeriat güç olur tarîkat yokuş olur
Ma’rifet sarplıkdurur hakıykattir yücesi

Dervişin dört yanında dört ulu kapı gerek
Nereye bakar ise gündüz ola gecesi

Ona eren dervişe iki cihan keşfolur
Onun sıfâtın över ol hocalar hocası

Dört hâl içinde derviş gerek siyâset çeke
Menzile ermez kalır yol eri yuvacası

Kırk kişi bir ağacı dağdan gücün indire
Ye bunca mürit muhib sırat nice geçesi

Küfrün atarken sakın îmânın urmayasın
Yoksa sırsın güveci sebil olur güveci

Dört kapıdır kırk makam yüz altmış menzili var
On’ erene açılır vilâyet derecesi

Âşık Yunus bu sözü muhal diye söylemez
Ma’nî yüzün gösterir bu şâirler hocası


Yunus Emre

Andan Beri Kim Aşkın Benimle Yoldaş Oldu

Andan beri kim aşkın benimle yoldaş oldu
Rahman yoluna beni göstermeğe baş oldu

Canım üzere durdu rahman çerisin derdi
Şeytan ilini vurdu key yağma taraş oldu

Aşk nefs iline aktı ne buldu ise yaktı
Kibir kal’asın yıktı anda çok savaş oldu

Dost yüzün ayan gördüm sır haberlerin sordum
Dedi gizli bilmezsin uş söyledim faş oldu

Aşk aldı elim benim gösterdi doğru yolum
Hakk’a şükür kim hâlim bayağıdan hoş oldu

Onlar ki göz açtılar bu dünyâdan geçtiler
Ahrete ulaştılar menzilleri arş oldu

Bunlar bunda kaldılar dünyâya aldandılar
Yalancılar oldular hep bunlar kolmaş oldu

Ölenler hâlin bilmez göz açıp öğün dermez
Miskin Yunus Emre’nin meğer bağrı baş oldu


Yunus Emre