Şiir, Sadece

24 Nisan 2012 Salı

Yokuş

Öteki dünyada, akşam vakitleri,
Fabrikamızın paydos saatinde
Bizi evlerimize götürecek olan yol
Böyle yokuş değilse eğer
Ölüm hiç de fena bir şey değil.


Orhan Veli
(Ağustos 1937/Varlık,15.9.1937)

Şarkı II

Dem bezm-i visalinde heba olmak içindir
Canım senin uğrunda feda olmak içindir
Nabzım helecanımda seda olmak içindir
Canım senin uğrunda feda olmak içindir

Bardak boşanır bencileyin dolmayı bilmez
Benzim gibi yaprak sararıp solmayı bilmez
Hiçbir şey canımca feda olmayı bilmez.
Canım senin uğrunda feda olmak içindir.


Orhan Veli
(Papirüs,Ocak 1067)
 
1. Şarkı I, Refik Fersan bestelemiştir.
2. Şarkı II, Suphi Ziya bestelemiştir.

Şarkı I

Felah bulmadı bir türlü derd ü mihnetten
Ne türlü ateşe yanmış gönül muhabbetten
Müreccah olmadı divanelik bu haletten
Ne türlü ateşe yanmış gönül muhabbetten


Orhan Veli

Rubai

Ömrün o büyük sırrını gör bir bak da
Bir tek kökü kalmış ağacın toprakta
Dünya ne kadar tatlı ki binlerce kişi
Kolsuz ve bacaksız yaşayıp durmakta.


Orhan Veli
(Aile. 1951, Sayı 17)

Canan I

Canan ki Degütasyon'a gelmez
Balıkpazarı’na hiç gelmez.


Orhan Veli
(Yeni Dergi, 1.2.1951) 

1. Bu şiirin, Orhan Veli'nin arkadaşı Nahit Hanım'a göre, şu biçimde olanı da vardır:
«Canan ki gündüzleri gelmez
«Gece yansından sonra hiç gelmez»










19 Nisan 2012 Perşembe

Efsane

Bir zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı
Gece sahilde sular fecre kadar çağlardı

O çağıltıyla beraber döğünürken def ü cenk
Bir güneş dalgalar üstünde doğar rengârenk

Mavi bir gökyüzü titrerdi güzel bir histe
Rindler muğbeçeler mest bütün mecliste

Ve o haletle bütün kahkahalar nağmeleşir
Dilde Yahya Kemal'in şarkısı şehnâmeleşir

O gürültüyle sular çalkalanır çağlardı
Bir zamanlardı bu gamhânede bir dem vardı

Lâkin artık o hayal âlemi bir efsâne
Ses sada yok bu değil sanki o devlethane


Orhan Veli
(Nokta.15.2.1951)









17 Nisan 2012 Salı

Толстой

Я только что прочел новую драму Л.
Толстого и не могу прийти в себя от
ужаса... Неужели наш народ таков, каким
изображает его Л. Толстой?.. Стоит
подумать еще и о том, как отзовется
такое публичное представление русского
сельского быта у иностранцев и за
границей, где вся печать, дышащая
злобою против России, хватается жадно
за всякое у нас явление и раздувает
иногда ничтожные или вымышленные
факты в целую картину русского
безобразия. Вот, скажут, как сами
русские изображают быт своего народа!
К. Победоносцев -- Александру III
18 февраля 1887 года

Юными надменными глазами
глядя на билет, как на пустой,
держит по истории экзамен
граф Лев Николаевич Толстой.

Знаменит он -- едок и задирист --
только тем, что граф и вертопрах,
тем, что у него орловский выезд,
тем, что у него шинель в бобрах.

Граф молчит, угрюмый, диковатый,
как волчонок, худ, большеголов,
ну а перед ним дундуковатый
враг его -- профессор Иванов.

Зависть к титулованным запрятав,
он от желчи собственной прокис.
Мерзок дундукизм аристократов,
но страшней плебейский дундукизм.

А от графа запахом дворянским
хлещет раздражающе, остро:
чуть одеколоном, чуть шампанским,
лошадьми, пожалуй, даже "trop".

Иванов бы сам хотел так пахнуть
и, за это тайно разъярен,
"Нуте-с, что же вам подскажет память?" --
графа сладко спрашивает он.

На лице плебействует сиянье --
ни полслова граф не произнес.
"Изложить великие деянья
Николая Первого" -- вопрос.

Скучно повторять за трепачами.
Скучно говорить наоборот.
Пожимает граф Толстой плечами
и другой билет себе берет.

Но билеты -- словно осмеянье.
Как их можно принимать всерьез?
"Изложить великие деянья
Анны Иоанновны" -- вопрос.

Кто вы, составители билетов,
если, пряча столькое в тени,
о деяньях просите ответов,
а о злодеяниях -- ни-ни?

Припомадят время и припудрят
и несут велеречивый вздор.
Кто сейчас историк -- Пимен мудрый
или же придворный куафер?

Как Катюшу Маслову, Россию,
разведя красивое вранье,
лживые историки растлили --
господа Нехлюдовы ее.

Но не отвернула лик фортуна, -
мы под сенью Пушкина росли.
Слава богу, есть литература --
лучшая история Руси.

Шмыгает профессор мокроносо.
"Нуте-с, не пора ли, граф, начать?"
Граф Толстой выходит. На вопросы
граф Толстой не хочет отвечать.

И профессор нуль ему как выдаст!
Долго ждал счастливой той поры:
на тебе за твой орловский выезд,
на тебе за все твои бобры.

Нуль Толстому! Выискался гений!
Нуль Толстому! Жирный! Вуаля!
Тем, кто выше всяких измерений,
нуль поставить -- праздник для нуля.

А Толстой по улицам гуляет,
отпустив орловский выезд свой,
а Толстой штиблетами гоняет
тополиный пух на мостовой.

Будут еще слава и доносы,
будут и от церкви отлучать.
Но настанет время -- на вопросы
граф Толстой захочет отвечать!

А пьянчужка в драной бабьей кофте
вслед ему грозится кулаком:
"Мы еще тебя, графьеныш, к ногтю".
Эх, дурила, знал бы ты -- о ком...

Лучшие из русского дворянства --
фрак ни на одном не мешковат! --
лишь играли в пьянство-дуэлянство,
тонко соблюдая машкерад.

Были те повесы и кутилы
мудрецы в тиши библиотек.
Были в двадцать лет не инфантильны --
это вам не следующий век!

Мужиком никто не притворялся,
и, целуя бледный луч клинка,
лучшие из русского дворянства,
шли на эшафот за мужика.

До сих пор над русскими полями
в заржавелый колокол небес
ветер бьет нетленными телами
дерзостных повешенных повес.

Вы не дорожили головою,
и за доблесть вечный вам почет.
Это вашей кровью голубою
наша Волга-матушка течет!

И за ваше гордое буянство --
вам, любившим тройки и цыган,
лучшие из русского дворянства, -
слава от рабочих и крестьян!

Евгений Евтушенко

Seyahat

(Renâ Bizet'den mülhem)


Her yanı yolculuk dolu gökyüzünde
Altından kuşlarımın çırpınışı var.
Dönüyorlar bir manzaranın üstünde;
Soluk, gül rengi bir günle dönüyorlar.

Hangi liman veya adaya bu gidiş
En canlı çırpınışlar kanatlarında?
Denizde ne bir yelken, ne bir ürperiş;
Bütün zenci kurallar ölü bu anda.

Gidecekler beyaz köpükten izinde
Uzak, ağır ve çok uzak bir vapurun,
Birden belirecek hepsinin gözünde
Manzarası, Yafa'nın ve Singapur'un.

Sonra, sabahlann en muhayyelini
Geri getirecekler bu uçuşlarında
Ve anlatacaklar hikâyelerini
Hâzzın en büyüğünü duyan ruhuma.


Orhan Veli
(1937/Papirüs, Haziran1967)









Mahallemdeki Akşamlar İçin

Kımıldanır mahallemin daralan ruhu
Basma perdelerimde gün batarken.
Atıp saatler süren uykusunu
Odama uzanır akasyam pencereden.

Kırmızı, uzak damlarda bir serinleme,
Uyanır gündüz uykusundan evler,
Kapılarda işleri ellerinde
Kadınlar giyinip kocalarını bekler.

İyi insanların ruhudur yakınlaşır,
Takunya sesleri gelir evlerden,
Yalnız bu dem rahat bir dünya taşır,
Bin mihnet dolu kafasında yorgun beden.

Her şeyin geliş saatidir akşam
Mahallede ömürler akşamüstü başlar.
Hepsi burda buluşmaya gelir, akşam;
Başka dünyalardan, ayaklar, başlar...


Orhan Veli
(1937/Varlık, 1.121951)





Haber

Sardı o her akşamki sessizlik, yokuşları,
Bin bir hülyaya açık penceremin camında,
Sükûtu örüp bu sonbahar akşamında
Bir âlem doğdu yine gideri günün ardından.

Sardı o her akşamki sessizlik, yokuşları,
Bir âlem doğdu yine giden günle beraber,
Geldi medar ellerinden beklediğim haber,
«Başladı cıvıltıya canevimin kuşları.»

Gördüm giden günün ardından sulara dalan
Gözlerin yeni bir dünyaya açıldığını.
Bir üstüva âlemine yaklaşıldığını,
Bu akşam kuşların ufuktan koptuğu an.

Kuruldu bir âlem her günkü dünyamızdan uzak,
Kaybolduğum düşünceye ve kendime yakın.
Kuşlar, dizi dizi kuşlar...Kuşlar, akın akın...
Rüyam benden bu akşam ve ben rüyamdan uzak.


Orhan Veli
(1937/Varlık, 1.9.1937)









İhtiyarlık


(Franz Hellens'den mülhem)


Benim, bardağın, sürahinin
Önümüzdesin rengin uçmuş.
Bu eski, sevdiğim bir duruş;
Elin içinde benimkinin.

İçelim! Madem ömrümüz hoş
Geçmiş, tatmamışız ayrılık.
Madem ne bardağımız kırık
Madem ne de sürahimiz boş.

Bir gün ikimizden birimiz
İçmek.veya doldurmak için
Burada olmayabiliriz.


Orhan Veli
(1937/Varlık, 15.2.1937)





Ölümden Sonra Neşelenmek İçin Lied

Ben sonsuz bir deniz düşünürüm.
Bulutlar başımın üzerinden
Bir Olymp ilâhı sükûniyle

Geçip giderken
Ve kır melekleri şarkılarını söyleyip
Raksederken ekin tarlalarında,

Göze görünmeden.
Fakat neden mavi gökyüzlerine
Genişlerken ağustos böceklerinin sesi,
Kuşlar yine onun türküsünü söyler?


Orhan Veli
(Mayıs 1937/Varlık,15.8.1937)









16 Nisan 2012 Pazartesi

Helene İçin

(Nezihe Adil Arda'ya)


Ötesi yok şehre ulaşınca kaderin yolu
Pişman bir el kapayacak kapısını ömrünün;
Hatırlayacaksın beni gözlerin yaşla dolu,
Güzelliğin yalnız mısralarımda kaldığı gün.

Odanı, dolduracak son mevsimin, son baharın...
İsmini dinleyeceksin serin esen rüzgârda,
Duyacaksın ateş feryadını hâtıraların
Akşam vakti söylenen âşıkane şarkılarda.

Ve bilhassa parmaklığına dayandığın zaman
Ufku uzak şehirlere açılan balkonunun,
Günahların geçecek hafızanın arkasından.
Günahların... Sonu gelmez kafilelerden uzun...

Öterken ağaçlarda kuşlar tahayyül içinde,
Bakışlarında sükûnun zehri, dinleyeceksin,
Türlü acılar şekillenecek yine içinde
«Ah! Şairim bu akşam da geçmedi» diyeceksin.

Ve ulaşacak bu son şehre kaderin yolu,
Kapayacak pişman bir el kapısını ömrünün;
Hatırlayacaksın beni gözlerin yaşla dolu,
Güzelliğin yalnız şarkılarımda kaldığı gün.


Orhan Veli
(Nisan 1937/Varlık. 1.8.1937)



Güneş

Ah aydınlıklardan uzaktayım
Kafamda o dağılmayan sükûn,
Ölmedim lâkin, yaşamaktayım
Dinle bak, vurmada nabzı ruhun.

Yarasalar duyurmada bana
Kanatlarının ihtizazını.
Şimdi hep korkular benden yana
Bekliyor sular, açmış ağzını.

Ah aydınlıklardan uzaktayım
Kafamda o dağılmayan sükûn.
Ölmedim lâkin, yaşamaktayım
Dinle bak, vurmada nabzı ruhun.

Siyah ufukların arkasında
Seslerle çiçeklenmede bahar
Ve muhayyilemin havasında
En güzel zamanın renkleri var.

Ölmedim hâlâ... yaşamaktayım.
Dinle bak: vurmada nabzı ruhun!
Ah aydınlıklardan uzaktayım
Kafamda o dağılmayan sükûn.

Ruhum ölüm rüzgârlarına eş,
Işık yok gecemde, gündüzümde.
Gözlerim görmüyor... lâkin güneş
O her zaman, her zaman yüzümde.


Orhan Veli
(Mart 1937/Varlık, 1.4.1937)

Uzun Bir Istırabın Sonunda Ve Bir Saadet Anında Gelecek Ölümün Türküsü

Bir sahile varacak günlerimiz..
Günler ki namütenahi ıstırap.
Kalmayacak bugünkü hasta, harap
Yüzlerde bahtın karanlığından bir iz.

Şekillenecek ruhu çeken kutup:
Sevmek kadar tatlı, yaşamak kadar
Kısa bir ânın ötesinde bahar.
İşte o dem ki bir ömrü unutup

Açacağıznurdan kapılarını
Bugün vadedilen cennetimizin.
En güzel, en son memleketimizin
Bulacağız ışıktan pınarını.

Gün vuracak baktığımız her yüze
Ve kızlar, kucaklarında çiçekler,
Ebedi baharı getirecekler
Bu yeniden başlayan ömrümüze.


Orhan Veli
(Mart 1937/Varhk, 15.3.1937)









Ekmek

Dilimin ucunda bir eski arkadaş adı,
Unutulmuş şekilleri taşıyan bulutlar;
Bir gökyüzü genişliğiyle ruhuma dolar
Otların içine sırtüstü yatmanın tadı.

Avucumda sıcaklığını duyduğum ekmek;
Üstümde hâtırası kadar güzel sonbahar;
O bembeyaz, o tertemiz bulutlara dalar
Düşünürüm bir çocuk türküsü söyleyerek.


Orhan Veli
(1936/Varhk.1.3.1952)









13 Nisan 2012 Cuma

Roses And Rue

Could we dig up this long-buried treasure,
Were it worth the pleasure,
We never could learn love's song,
We are parted too long.


Could the passionate past that is fled
Call back its dead,
Could we live it all over again,
Were it worth the pain!


I remember we used to meet
By an ivied seat,
And you warbled each pretty word
With the air of a bird;


And your voice had a quaver in it,
Just like a linnet,
And shook, as the blackbird's throat
With its last big note;


And your eyes, they were green and grey
Like an April day,
But lit into amethyst
When I stooped and kissed;


And your mouth, it would never smile
For a long, long while,
Then it rippled all over with laughter
Five minutes after.


You were always afraid of a shower,
Just like a flower:
I remember you started and ran
When the rain began.


I remember I never could catch you,
For no one could match you,
You had wonderful, luminous, fleet,
Little wings to your feet.


I remember your hair - did I tie it?
For it always ran riot -
Like a tangled sunbeam of gold:
These things are old.


I remember so well the room,
And the lilac bloom
That beat at the dripping pane
In the warm June rain;


And the colour of your gown,
It was amber-brown,
And two yellow satin bows
From your shoulders rose.


And the handkerchief of French lace
Which you held to your face -
Had a small tear left a stain?
Or was it the rain?


On your hand as it waved adieu
There were veins of blue;
In your voice as it said good-bye
Was a petulant cry,


'You have only wasted your life.'
(Ah, that was the knife!)
When I rushed through the garden gate
It was all too late.


Could we live it over again,
Were it worth the pain,
Could the passionate past that is fled
Call back its dead!


Well, if my heart must break,
Dear love, for your sake,
It will break in music, I know,
Poets' hearts break so.

But strange that I was not told
That the brain can hold
In a tiny ivory cell
God's heaven and hell.


Oscar Wilde

Tuba

Güneşli mavi ellere yelken açar
Beyaz kanatlı, altın yüklü gemiler,
Ve uçup giden hülyamızda ağaçlar,
Çeşmelerinden abıhayat akan yer.

Beyaz kuşlarla ve günlerce yolculuk;
Sihirli Hind'e doğru açılan diba,
En sonunda bereket akıtan oluk,
Olgun yemişleri yere değen Tuba.


Orhan Veli
(1936/Varhk,15.7.1937)









Uyku

Üzerinde beni uyutan minder
Yavaş yavaş girer ılık bir suya,
Hind'e doğru yelken açar gemiler,
Bir uyku âlemine doğar dünya.

Sırça tastan sihirli su içilir,
Keskin Sırat koç üstünde geçilir,
Açılmayan susam artık açılır
Başlar yolu cennete giden rüya...


Orhan Veli
(1936/Varlık. 1.6.1937)









Masal

Çocuk gönlüm kaygılardan azade
Yüzlerde nur, ekinlerde bereket;
At üstünde mor kâküllü şehzade;
Unutmaya başladığım memleket,

Şakağımda annemin sıcak dizi,
Kulağımda falcı kadının sözü,
Göl başında padişahın üç kızı,
Alaylarla Kafdağına hareket.


Orhan Veli
(1936/Varlık. 1.8.1937)