Şiir, Sadece

7 Ekim 2015 Çarşamba

İstasyon

Burda gelir insana,
Boş günlerin usancı.
Çalar birden kampana,
Ölüm çanından acı.

Sonra bir düdük öter,
Kesik çığlıklarla der :
Burdan bildik gidenler,
Yarın döner yabancı...


Necip Fazıl Kısakürek

Çile

Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birden bire dam.
Gök devrildi, künde üstüne künde...
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı!
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent,
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.

Ateşten zehrini tattım bu okun,
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum değdi burnuna (yok)un,
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüya!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!

Ensemin örsünde bir demir balyoz,
Kapandım yatağa son çare diye.
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz,
Yepyeni bir dünya etti hediye.

Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor;
Mekânı bir satıh, zamanı vehim.
Bütün bir kainat muşamba dekor,
Bütün bir insanlık yalana teslim.

Nesin sen, hakikat olsan da çekil!
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam!
Otursun yerine bende her şekil;
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam!

* * *


Aylarca gezindim , yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe,
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.

Niçin küçülüyor eşya uzakta ?
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl ?
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta ?
Sonum varmış, onu öğrensem asıl ?

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap,
Bir fikir ki, beyin zarında sülük.
Selâm, selâm sana haşmetli azap;
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük.

Yalvardım : Gösterin bilmeceme yol!
Ey yedinci kat gök, esrarını aç!
Annemin duası, düşte perde ol!
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç.

Uyku katillerin bile çeşmesi;
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak
Teselli pınarı, sabır memesi;
Size şerbet, bana kum dolu çanak.

Bu mu rüyalar da içtiğim cinnet,
Sırrını ararken patlayan gülle?
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet;
Karınca sarayı, kupkuru kelle...

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş.
Mevsimden mevsime girdim böylece
Gördüm ki, ateşte cımbızda yokmuş.
Fikir çilesinden büyük işkence.
Evet, her şey bende bir gizli düğüm;
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden!
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm,
Yetişir Çektiğim mesafelerden!
Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz;
Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık
Her gece rüyamı yazan sihirbaz,
Tutuyor önümde mavi bir ışık.

Büyücü, büyücü ne bana hıncın?
Bu kükürtlü duman, nedir inimde?
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın,
Bir zehirli kıymık gibi beynimde.

Lügat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
Arzı boynuzunda taşıyan öküz?
Belâ mimarının seçtiği arsa;
Hayattan muhacir; eşyadan öksüz?

Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!

Ne yalanlarda var, ne hakikatta.
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış
Boşuna gezmişim yok tabiatta.
İçimdeki kadar iniş ve çıkış.

* * *

Gece bir hendeğe düşercesine,
Birden kucağına düştüm gerçeğin.
Sanki erdim çetin bilmecesine,
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.

Açıl susam açıl! Açıldı kapı;
Atlas sedirinde mavera dede.
Yandı sırça saray, ilahi yapı,
Binbir avizeyle uçsuz maddede.

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik;
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur.
İçiçe mimari, içiçe benlik;
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!

Nizam köpürüyor, med vakti deniz;
Nizam köpürüyor, ta çenemde su.
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz;
Suda ezel fikri, ebed duygusu.

Kaçır beni ahenk, al beni birlik;
Artık barınamam gölge varlıkta.
Ver cüceye, onun olsun şairlik,
Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta.

Ötelet öteler, gayemin malı;
Mesafe ekinim, zaman madenim.
Gökte samanyolu benim olmalı;
Dipsizlik gölünde, inciler benim.

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök!
Heybem hayat dolu, deste ve yumak.
Sen bütün dalların birleştiği kök;
Biricik meselem, Sonsuza varmak...


Necip Fazıl Kısakürek

6 Ekim 2015 Salı

Yunus Emre

Kaç mevsim bekleyim daha kapında,
Ayağımda zincir, boynumda kement?
Beni de, piştiğin belâ kabında,
O kadar kaynat ki, buhara benzet !

Bekletme Yunus'um, bozuldu bağlar,
Düşüyor yapraklar, geçiyor çağlar,
Veriyor, ayrılık dolu semalar,
İçime bayıltan, acı bir lezzet.

Rüzgâra bir koku ver ki, hırkandan;
Geleyim, izine doğru arkandan;
Bırakmam, tutmuşum artık yakandan,
Medet ey dervişim, Yunus'um medet !..


Necip Fazıl Kısakürek

Serseri

Yeryüzünde yalnız benim serseri,
Yeryüzünde yalnız ben derbederim.
Herkesin dünyada varsa bir yeri;
Ben de bütün dünya benimdir derim.

Yıllarca gezdirdim hoyrat başımı,
Aradım bir ömür, arkadaşımı.
Ölsem dikecek yok mezar taşımı,
Halime ben bile hayret ederim.

Gönlüm ne dertlidir ne de bahtiyar;
Ne kendisine yâr, ne kimseye yâr,
Bir rüya uğrunda ben diyâr diyâr,
Gölgemin peşinden yürür giderim...


Necip Fazıl Kısakürek

Sonsuzluk Kervanı

Sonsuzluk Kervanı, "peşinizde ben,
Üç ayakla seken köpeğim!"
Bastığınızı taş taş öpeyim;
Bir kırıntı yeter, kereminizden!
Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben ...

Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller...
Ufuk, önlerinde bayrak kulesi.
Bu gidenler, Altun Kol Silsilesi;
Ölçüden ahenkten daha güzeller.
Gidiyor, gidiyor, nuradan heykeller...

Sonsuzluk Kervanı, istemem azat !
Köleniz olmakmış gerçek hürriyet
Ölmezi bulmaksa biricik niyet;
Bastığınız yerde ebedi hasat.
Sonsuzluk Kervanı, istemem azat.


Necip Fazıl Kısakürek

5 Ekim 2015 Pazartesi

Sakarya Türküsü

İnsan bu su misali kıvrım kıvrım akar ya
Bir yanda akan benin öbür yanda sakarya
Su iner yokuşlardan hep basamak basamak
Benimse alın yazım yokuşlarda susamak
Her şey akar su, tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift birinden nur akar birinden kir
Akışta demetlenmiş büyük küçük kainat
Şu çıkan buluta bak bu inen suya inat
Fakat Sakarya başka yokuş mu çıkıyor ne?
Kurşundan bir yük binmiş köpükten gövdesine.
Çatlıyor yırtınıyor yokuşu sökmek için
Hey Sakarya kim demiş suya vurulmaz perçin?
Rabbim isterse sular büklüm büklüm burulur
Sırtına Sakarya'nın Türk tarihi vurulur
Eyvah eyvah Sakaryam sana mı düştü bu yük
Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!...

Ne ağır imtihandır başındaki Sakarya...
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?..

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal
Hamallık ki sonunda ne rütbe var ne de mal
Yalnız acı bir lokma zehirle pişmiş aştan
Ve ayrılık, anadan, vatandan, arkadaştan
Şimdi dövün Sakarya dövünmek vakti bu an
Kehkeşanlara kaçmış eski günleri an
Hani Yunus Emre ki kıyında geziniyordu
Hani ardında çil çil kubbeler serpen ordu
Nerede kardeşlerin cömert Nil, yeşil Tuna
Giden şanlı akıncı ne gün döner yurduna?
Mermerlerin nabzında hala çarpar mı tekbir?
Bulur mu deli rüzgar o sedayı allah bir!
Bütün bunlar sendedir bu girift bilmeceler;
Sakarya kandillere katan döktü geceler...

Vicdan azabına eş, kayna kayna sakarya,
Öz yurdunda garipsin öz vatanında parya!

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su;
Bir hayata çattık ki hayata kurmuş pusu
Geldi ölümlü yalan gitti ölümsüz gerçek;
Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?
Kafdağını assalar belki çeker de bir kıl
Bu ifritten sualin kılını çekmez akıl
Sakarya saf çocuğu masum Anadolu'nun
Divanesi ikimiz kaldık allah yolunun
Sen ve ben gözyaşıyla ıslanmış hamurdanız
Rengimize baksınlar kandan ve çamurdanız!
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader;
Aldırma böyle gelmiş bu dünya böyle gider!
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz
Sen kıvrıl ben gideyim son peygamber kılavuz

Yol onun varlık onun gerisi hep angarya
Yüzüstü çok süründün ayağa kalk sakarya...


Necip Fazıl Kısakürek

Kaldırımlar

Sokaktayım kimsesiz bir sokak ortasında
Yürüyorum ardıma bakmadan yürüyorum
Yolumun karanlığa saplanan noktasında
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar
İn cin uykuda yalnız iki yoldaş uyanık
Biri benim biri de serseri kaldırımlar

İçimde damla damla bir korku birikiyor
Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler
Üstüme camlarını hep simsiyah dikiyor
Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler

Kaldırımlar çilekeş yalnızların annesi
Kaldırımlar içimde yaşamış bir insandır
Kaldırımlar duyulur ses kesilince sesi
Kaldırımlar içimde kıvrılan bir lisandır

Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum
Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum

Ben gideyim yol gitsin ben gideyim yol gitsin
İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler
Tak tak ayak sesimi aç köpekler işitsin
Yolumun zafer takı gölgeden taş kemerler

Ne sabahı göreyim ne sabah görüneyim
Gündüzler size kalsın verin karanlıkları
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim
Örtün üstüme örtün serin karanlıkları

Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya
Ölse kaldırımların kara sevdalı eşi...


Necip Fazıl Kısakürek

Zindandan Mehmede Mektup

Zindan iki hece Mehmedim lafta
Baba katiliyle baban bir safta
Birde geri adam boynunda yafta
Halimi düşünüp yanma Mehmedim
Kavuşmak mı belki daha ölmedim

Avlu.. bir uzun yol tuğla döşeli
Kırmızı tuğlalar altı köşeli
Bu yol da tutuktur hapse düşeli..
Git ve gel ..yüz adım.. bin yıllık konak
Ne ayak dayanır buna ne tırnak!

Bir alem ki gökler boru içinde!
Akıl olmazların zoru içinde
Üst üste sorular soru içinde
Düşün mü konuş mu sus mu unut mu
Buradan insan mı çıkar tabut mu?

Bir idamlık Ali vardı asıldı
Kaydını düştüler mühür basıldı
Geçti gitti birkaç günlük fasıldı
Ondan kalan boynu bükük ve sefil
Bahçeye diktiği üç beş karanfil

Müdür bey dert dinler bu gün maruzat
Çatık kaş hükümet dedikleri zat
Beni allah tutmuş kim eder azat
Anlamaz yazısız, pulsuz, dilekçem
Anlamaz ruhuma geçti bilekçem!

Saat beş dedi mi bir yırtıcı zil
Sayım var Malta'da hizaya dizil
Tek yekün içinde yazıl ve çizil
İnsanlar zindanda birer kemmiyyet
Urbalarla kemik mintanlarla et...

Somurtuş ki bıçak nara ki tokat
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat..
Yalnız seccademin yününde şefkat;
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alnımdan sen öp seccadem

Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan!
Dakika düşelim senelik paydan
Zindanda dakika farksızdır aydan
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük duman duman erisin!

Peykeler duvara mıhlı peykeler:
Duvarda başlardan yağlı lekeler,
Gömülmüş duvara baş baş gölgeler...
Duvar katil duvar, yolumu biçtin
Kanla dolu sünger ....beynimi içtin...

Sükut...kıvrım kıvrım uzaklık uzar;
Tek nokta seçemez dünyada nazar.
Yerinde mi acep ölü ve mezar?
Yeryüzü boşaldı habersiz miyiz
Güneşe göç varda kalan biz miyiz?

Ses demir su demir ve ekmek demir...
İstersen demirde muhali kemir
Ne gelir ki elden kader bu emir...
Garip pencerecik küçük daracık;
Dünyaya kapalı allaha açık.

Dua dua eller karıncalanmış
Yıldızlar avuçta gök parçalanmış
Gözyaşı bir tarla hep yoncalanmış
Bir soluk bir tütsü bir uçan buğu
İplik ki incecik örer boşluğu.

Ana rahmi zahir şu bizim koğuş
Karanlığında nur yeniden doğuş
Sesler duymaktayım davran ve boğuş
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin
Kalk ayağa dimdik doğrul ve sevin!

Mehmedim sevinin başlar yüksekte!
Ölsekte sevinin eve dönsekte
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın elbet bizim elbet bizimdir!
Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir!


Necip Fazıl Kısakürek

3 Ekim 2015 Cumartesi

Rest Makamında Şarkı

O servinin yeşili karanlıktan da koyu
-Dibinde Ressam Yusuf başaşağı oturmuş-
Horasanları örülmüş tersyüzüne bir kuyu
Koşmuş koşmuş da sanki, birden amuda durmuş...
Ressam Yusuf'un yüzü gençlikten kuruş kuruş

İsviçre dağlarından kaçırıp Ursula'yı
Kuzguncuğun içinde bir mekan kurmuş
Balarısı ölüp de bitmeyince balayı
Kemençeyle çalınan bir mezamir tutturmuş
Ressam Yusuf'un yüzü hem Mernuş hem Tebernuş

O servinin gölgesi karanlıktan da kuyu


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

Sone

O hatun bir peri masalıydı uçuk
Erkeklerin babasıyla oynayan bir kız çocuk
Etekleri uçuşarak geldi miydi o eteksiz
Kimse yokmuş gibi kalabalıkta arsız
Otururdu senin benim kucağıma kimsesiz
Neydi maksadı bilmem
Bu kadar uçsuz bucaksız
Belki de çoğalmaktı
Cinsimiz olan yalnızlığımız
Kalktı mıydı kucağımdan dünya daha da yalnız
Anlamadım işi neydi
Belki de bir intikam
Seni seviyorum derdi
Bu değil geçen nisan


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

Güz

Güneşin batışıyla hızlanan yağmur
Alı al-moru mor
Veryansın ettikçe çamlığa
Alev aldı kanlıca mantarları

Damlalar ki zıpzıplar'ını atıp çukurlara
Toprak yiyen yer cücesi çocuklar,
Heybeli'nin fersude bakırından
Nar pekmezi dudakları

Sarardı derken poyraz yanı yangının
Ve kurtulup yamaçtaki çınarın alnında
Döne döne havalandı bir yaprak
Güzz dedi değmesiyle
Deniz denen o çürük suya

Çay demleme demedim mi ben sana
Kaçırdın adanın bütün tavşanlarını
Gözlerim nasıl ıssız baksana


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

2 Ekim 2015 Cuma

Yaz Hoşgörüleri

1

Birer birer yandı ışıklar
Karşı bayır Bağlarbaşı...
Ağaçlar gün boyu süren cehennemi sıcaktan
Yorgun, mahzun ve mahmur,
Dostu görünmüş sanki sokak başından
Elleri dolu,
Birden aydınlanıyor yüzleri
Gülümsüyor meşeler, akasyalar


2

Işıklar ki güneşin veletleri
Ortalığı kasıp kavurduktan sonra
Yorgun düşünce akşamla
Adalar üzerinden denize,
Düştüler birbirlerine
Kırdılar birbirlerini...
Kırıldı, kırıldı ışıklar


3

Uçuk bir su Riva'da
      denizden rivayet
            kumlar içinde mahvi
                  elmasi bir çengelli iğne
Kuytusunda koşuşan çocuklar
      köpüren ayaklarıyla
            büsbütün ihtiyarlıyorlar...
                        *
Bunca hoş bir görüsü karşısında doğanın
      nedir içimde kopuşan bu hoşundu
            bu onulmaz sitem?
Lağım akmıyor muymuş meğer
      size güzel güzel anlattığım o
            o güzelim açmağa!..
                        *
Geçen gün yolum düştü tekrar
Kumlarla kapamışlar üstünü açmağın
Kedi bokunu örter gibi...


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

Alttan Almayan Altan'a

Satranç masasında
     konuşulmaz be Çetin
Taşın sür derler adama
Sittin senedir sırtındaki o
      Sivri Ada'yı
Hem Şah olmaktan evladır mat
Dememiş miydin sen Fil Tarihinde


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

Başsağlığı

Havada kar sesi var
Eli kulağında
      bir kadeh çalınacak kaldırıma
            bir kahkaha
Yani gün boyunca yarın
      billur bin yüreğinin kırıkları
      üzerinde yürüyeceksiniz Atilla'nın
O Altınbaşınız sağ olsun diye
Teşviki-ye'den taa Atalanta'ya
Yorgun elmalar derleyerek viranelerde
Güneşsiz bir güneşte
Düşe kalka

Atilla bir Kar Adam şimdi
Boğulmuş tipisinde boğma rakının


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

1 Ekim 2015 Perşembe

Çok Bi Çocuk

İçerek bahçen içinde defne yapraklarıydı gölgen
Hışırtılarla seyrederken üzerlerinde
Eflatun bir fino peşinde
Loş ve nefti yılanlardı bi görünüp bi yiten...
Sarmaşıklarla sarmaş dolaş
Gece bekçisiydin geceye...
Gündüzleri başka bir ıssızlık
Ihlamur kokularıyla ikindileri
İçin geçer olurdu hep...
Vaktaki - yıllar sonra doğacak kızın boyamış olmalı -
Alacalara belenmiş bir tosbağa yavrusu
Dokundu o yaz, sağ ve yalın ayağının başparmağına
Korkudan öleyazdın
O an işte sübyan koğuşundan meşruten tahliye oldun...

Yaban topraklarını lanetli
      bir yaban domuzu gibi
            sivri burnunla sürerken
                  muhacirlikten maacirliğe

Sezdirmeden sana başucunda
      bir selvi bitiyordu hiçbitme
Irzına kastı güya gökyüzünün
      akça pakça ve ebru bulutlara doğru
Tırmanıyor tırmanıyor tırmanıyordu
      yemyeşil bir metafor

Öyle serseri bir kurşun oldun ki sonunda
Dan dedin kendi kendini vurdun
Sen ki kaanun kuvvetinde bir kararnameyle
Çocukluktan ceffel kalem ihraç olunmuştun
Tohuma kaçsan da sersem siklerin tohumlarıyla
Savrularak Atatürk bulvarından LSD avenülerine,
Ecel denen Enterpol'e acilen teslim olana dek
Çok sabıkalı ama, çok çocuk bi çocuktun
Hep o ihtiyarlamış çocuk bahçen içinde
Ve hala içerek...


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

Fotofiniş

Bıktı uçak uçmaktan
İndi
İndi
Çakıldı yedi kat yerin dibine
O saray halısı cennete değil
Uçmak olmayan yere
Cehenneme


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

Allah Kabul Etsin Ki

Vakfeyledik nefsimizi diyanete, riyazete
Kifayet etmez oldu üç aylık oruç
Dört ayları tutuyoruz gayri:
Recep
Şaban
Kenan
Ramazan


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

30 Eylül 2015 Çarşamba

Düşe Durduk Bir Eyyam

Düşlern yitmesiyle
      düşükte düşercesine
            asansör ne gezer
                  80. buluttan...
Çocuklar mıydı onlar
      dönmeyecekler mi geriye?
Benim bir kardeşim düşmüştü böyle
Annem karalar bağlamış kocamıştı adeta
Haftalarca sarılıp öpmediydi beni...

Gelincikler mi yoksa o düşen düşler
Gelecek bahara yaylım ateşleri gibi
Dağlarda açacak kır gerillaları mıydı onlar


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

İdris'in Şu İşi!

İdris adam mıydı? Yoo!
İdris bir bilim adamıydı...
İdris insan mıydı? Yoo!
İdris insan bir insandı...

Hiçkaçmaz urulup Çanakkale'de bir martı olacaktı
Şaha kalkmış siperinden şehit bir ihtiyat zabiti...
Sezdiğinden belkim bunu, okudu iktisadı
Pohuna yanmasın için bidaa bir Ciresunlu

Asker dedi, sivil dedi, eşindi durdu
Esatirdi ada vapurunda son okuduğu...
Dayanamadı yalana, dayanamadı prostatı
Kaldırmadı bünyesi içinde yaşadığımız bu despot saati

İdris'in şu işine bak!
Marksist bir ekonom!
Olur mu güzel kardeşim olur mu?
En keynesyen organından
Sidikli bir salgı bezinden böyle
Olur mu yakalanmak!

Sen özlediğin sivil topluma gidiyorsun artık
Herkesin ahretlik olduğu, herkesin çıplak
Ve kıyamete dek kıyam etmeye aşk...


Can Yücel
Çok Bi Çocuk

Acel

Döşümde mongoloyit bir düş
Düştü düşecek...
Yüreğim kenarından tırtıklanmış zehirli bir vişne ekmeği...
Deliriyum bir fare kovalıyor Antonson bir kediyi
Fareyi de F-16 bir martı...
Eli kulağında çifte bir soykırım
Efkarımdan kan işiyorum...

Hangi gün doğdum, hatırlamıyorum, olsun...
Ama şimdiden göreceğim geldi sizi kestane ağaçları
Şimdiden gözümde tütüyorsun karım
Son gözağrım...
İnsanallah ölürüm yarın...


Can Yücel
Çok Bi Çocuk