Şiir, Sadece

15 Ekim 2015 Perşembe

Kopuk

Ölüyoruz,
Karşılarken kararan gizli odalarımızda Mavi Sakalları,
Uzanan boyunlarımızı sıkanları,
Boğazımızı sıkanlar ki ne umursarlar
ne de merak ederler
ÖLÜM İÇİMİZDEDİR.

Dua ediyoruz,
Tadını çıkarırken fısıldadığımız yalanların,
Yabancı tanrıların önünde secde ederken,
Tanrılar ki ne bilirler
ne de bilmek isterler
CEHENNEM İÇİMİZDEDİR.

Seviyoruz,
Eldivenli ellerimizle çıplaklığı okşarken,
Ateşli öpüşlerde kaçırırken dudaklarımızı,
Öpüşler ki ne dokunurlar
ne de dokunmak umurlarındadır
AŞK İÇİMİZDEYSE EĞER.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

14 Ekim 2015 Çarşamba

Gözyaşı

Gözyaşı
Billur süprüntü
Tükenmiş bir ruhun
yapışkan paçavrası.

İnleme
Son gösteri
Ölen düşlerin
hüzünlü elvedası.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

O Günlerde

O günlerinde gizli dil dökmelerin
Bugün, yarınların yıkımını hazırlardı
Kimse bilmezdi ne yaptığını ötekinin
Kalbim bin bir parçaya ayrılırdı.

Kaçamak iç çekişlerin o günlerinde
Elvedalar hazin, merhabalar tatlıydı
Yalanlar ve yarım doğrular içinde
Vicdanımda yıldırımlar yankılanırdı.

Mahşeri hatırlatan o günlerde
Neşe ömürsüzdü, yaz aşkları gibi
Mutluluğun yarışı sona erdiğinde
Acı talan etmek için kol gezerdi.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

Anımsama

Kül rengi hayaletler kollarımdan tırmanıyor
gözlerini dikiyorlar gözlerime
ben tehditlerini görmezden gelirken
ve yalanlarla cevap verirken onlara.

Bir ilahiye dönüşüyor dudaklarımda
o pelteleşmiş hatıralar
ben taştan umutsuzluğun pençesindeyim
ve ruhumu dilim dilim ediyor onlar.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

13 Ekim 2015 Salı

Geldiğinde Bana Sen

Geldiğinde bana sen, davetsiz, ansızın
Çağırıyorsun beni
Hatıraların beklediği
Evvel zaman odalarına.

Bir çocuğu avutur gibi,
Tavan araları bana sunduğun,
Günlerin bir avuç tortusu,
Öteberisi kaçamak öpüşlerin,
Ödünç aşkların pılı pırtısı,
Ve sandıkları gizli sözlerin,

Ağlıyorum.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

Baştan Sona

Yumuşa ey zaman, kadife gibi yumuşa,
Biricik sevgilim yolda.
Parılda tüm gücünle, ey solgun güneş,
Altın arabalarını hazırla.

Yumuşa ey rüzgar, ipek gibi yumuşa,
Konuşuyor biricik sevgilim.
Susun kuşlar, ey gümüş gırtlaklar,
Onun altın sesini dinleyeceğim.

Gel ey ölüm, çabucak gel,
Kara kefenim dalgalanıyor.
Sus ey kalbim, ölüm gibi sus,
Biricik sevgilim uzaklaşıyor.


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

Döndüler Evlerine

Evlerine döndüler ve karılarına,
bir defa bile hayatlarında,
tanımadıklarını söylediler benim gibisini,
Ama... Döndüler evlerine.

Evin ne kadar da temiz dediler bana,
hiçbir sözüm kimseyi incitmezmiş hatta,
havam da gizemliydi belli ki,
Ama... Döndüler evlerine.

Bütün erkekler beni övüp dururlardı,
ne de güzel gülüşüm, aklım, kalçalarım vardı,
yine de bir gece geçirdiler benimle, belki üç, belki iki
Ama...


Maya Angelou
Kafesteki Kuşun Şarkısı
Türkçesi: Faris Kuseyri

12 Ekim 2015 Pazartesi

Men

When I was young, I used to
Watch behind the curtains
As men walked up and down the street. Wino men, old men.
Young men sharp as mustard.
See them. Men are always
Going somewhere.
They knew I was there. Fifteen
Years old and starving for them.
Under my window, they would pauses,
Their shoulders high like the
Breasts of a young girl,
Jacket tails slapping over
Those behinds,
Men.

One day they hold you in the
Palms of their hands, gentle, as if you
Were the last raw egg in the world. Then
They tighten up. Just a little. The
First squeeze is nice. A quick hug.
Soft into your defenselessness. A little
More. The hurt begins. Wrench out a
Smile that slides around the fear. When the
Air disappears,
Your mind pops, exploding fiercely, briefly,
Like the head of a kitchen match. Shattered.
It is your juice
That runs down their legs. Staining their shoes.
When the earth rights itself again,
And taste tries to return to the tongue,
Your body has slammed shut. Forever.
No keys exist.

Then the window draws full upon
Your mind. There, just beyond
The sway of curtains, men walk.
Knowing something.
Going someplace.
But this time, I will simply
Stand and watch.

Maybe.


Maya Angelou


Erkekler

Gençken hep
Perdelerin arkasından
Gelip geçen erkekleri izlerdim. Ayyaş erkekler, yaşlı erkekler
Bıçkın delikanlılar.
Onların içini okurdum. Erkekler hep bir yerlere gider.
Orada olduğumu bilirlerdi. On beş
Yaşındaydım ve onlara biterdim.
Penceremin altında duraksayacak,
Omuzları tıpkı
Yeni yetme bir kız göğsü gibi dik,
Ceketlerinin arkası
Kalçalarına vurmakta.
Erkekler.

Gün gelir avuçlarıyla
Kavrarlar seni, nazikçe, sanki
Ağacın son kuru yaprağıymışsın gibi. Ardından
Sıkıverirler. Sadece azıcık. İlk
Seferi güzeldir. Çabucak bir kucaklama.
Savunmasızlığınıza sızıverirler. Birazcık
Daha. Ve acı başlar. Korkuya teğet geçen
Bir gülümseme belirir. Hava buhar
Olduğunda
Aklın sıçrar, şiddetle patlar,
Kibrit çöpü misali. Paramparça.
Senin özündür
Onların bacaklarından damlayan, ayakkabılarını lekeleyen.
Dünya normale döndüğünde yeniden,
Ve dilin damağın kuruluğu geçerken
Bedenin kapanıverir. Ebediyen.
Hiçbir anahtar açmaz.

Sonra aklın penceresi
Kapanır. Orada, dalgalanan
Perdelerin ardında erkekler yürür.
Bir şeyleri bilerek.
Bir yerlere giderek.
Fakat bu kez sadece
Durup, izleyeceğim.

Belki.


Maya Angelou
Türkçesi: Faris Kuseyri

Yalnız

Uzanarak dün gece
Düşünerek
Suyun susamadığı
Ve ekmeğin taş olmadığı yerde
Ruhuma nasıl bir ev bulacağımı
Bir kanıya vardım en sonunda
Ve sanmıyorum ki bu konuda yanıldım
Ki hiç kimse
Fakat hiçbir kimse
Burada yalnız başına yapamaz.

Yalnız, yapyalnız
Hiç kimse, fakat hiçbir kimse
Burada yalnız başına yapamaz.

Bazı milyonerler vardır
Harcayamayacakları parayla
Dolanır karıları ölüm hayaletleri gibi
Blues şarkıları söyler çocukları
Pahalı doktorları vardır
Taştan yüreklerini sağaltsınlar diye.
Fakat hiç kimse
Hayır, hiç kimse
Burada yalnız başına yapamaz.

Yalnız, yapyalnız
Hiç kimse, fakat hiçbir kimse
Burada yalnız başına yapamaz.

Şimdi dinlersen can kulağıyla
Söyleyeceğim sana bildiğimi
Toplanmaktadır fırtına bulutları
Esmektedir şimdi yel
İnsanlık acı çekmektedir
Ve işitirim şikayeti,
Değil mi ki hiç kimse,
Fakat hiç kimse
Burada yalnız başına yapamaz.

Yalnız, yapyalnız
Hiç kimse, fakat hiçbir kimse
Burada yalnız başına yapamaz


Maya Angelou
Türkçesi: Faris Kuseyri

10 Ekim 2015 Cumartesi

Ayrılık Vakti

Akşamı getiren sesleri dinle,
Dinle de gönlümü alıver gitsin.
Saçlarımdan tutup kor gözlerinle
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin.

Güneşle köye in, beni bırak da
Küçüle küçüle kaybol ırakta.
Bu yolu dönerken arkana bak da
Köşede bir lahza kalıver gitsin.

Ümidim yılların seline düştü,
Saçının en titrek teline düştü,
Kuru yaprak gibi eline düştü,
İstersen rüzgâra salıver gitsin. 
 
 
Necip Fazıl Kısakürek 

Anneciğim

Ak saçlı başını alıp eline,
Kara hülyalara dal anneciğim!
O titrek kalbini bahtın yeline,
Bir ince tüy gibi,sal anneciğim!

Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,
Gecenin ardında yine gece var;
Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,
Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

Gözlerinde aksi, bir derin hiçin,
Kanadın yayılmış, çırpınmak için;
Bu kış yolculuk var, diyorsa için,
Beni de beraber al anneciğim!..


Necip Fazıl Kısakürek

Gurbet

Dağda dolaşırken yakma kandili,
Fersiz gözlerimi dağlama gurbet!
Ne söylemez, akan suların dili,
Sessizlik içinde çağlama gurbet!

Titrek parmağınla tutup tığını.
Alnıma işleme kırışığını
Duvarda, emerek mum ışığını,
Bir veremli rengi bağlama gurbet

Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız, annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!..


Necip Fazıl Kısakürek

9 Ekim 2015 Cuma

Tabut

Tahtadan yapılmış bir uzun kutu:
Baş tarafı geniş ayak ucu dar.
Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu,
Yarın kendileri dolduracaklar.

Her yandan küçülen bir oda gibi,
Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış.
Sanki bir taş bebek kutuda gibi,
Hayalim, içinde uzanmış kalmış.

Cılız vücuduma tam görünse de,
İçim, bu dar yere sığılmaz diyor.
Geride kalanlar hep dövünse de,
İnsan birer birer yine giriyor.

Ölenler yeniden doğarmış; gerçek!
Tabut değildir bu, bir tahta kundak.
Bu ağır hediye kime gidecek,
Çakılır çakılmaz üstüne kapak ?


Necip Fazıl Kısakürek

Ölünün Odası

Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş;
Yerde çıplak bir gömlek, korkusundan dirilmiş.
Süt beyaz duvarlarda, çivilerin gölgesi;
Artık ne bir çıtırdı, nede bir ayak sesi....
Yatıyor yatağında, dimdik, upuzun, ölü ;
Üstü boynuna kadar bir çarşafla örtülü.
Bezin üstünde, ayak parmaklarının izi;
Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi.
Son nefesle göğsü boş, eli boş uzanmış yana;
Gözleri renkli bir cam, mıhlı ahşap tavana.
Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var;
Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar.
Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an;
Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan.
Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm;
Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm....


Necip Fazıl Kısakürek

İnanmaz

"Ticaretin tüm ziyan!" diye bir ses rüyada ;
Mezarına birlikte girecek şeyi kazan!
Seni gözleyen eşya, bitpazarı dünyada,
Patiska kefen, çürük teneşir, isli kazan.
Minarede "ölü var!" diye bir acı salâ...
Er kişi niyetine saf saf namaz.. Ne alâ !
Böyledir de ölüme kimse inanmaz hâlâ !
Ne tabutu taşıyan, ne de toprağı kazan...


Necip Fazıl Kısakürek

8 Ekim 2015 Perşembe

İşim Acele

Gökte zamansızlık hangi noktada?
Elindeyse yıldız yıldız hecele!
Hüküm yazılıyken kara tahtada
İnsan yine çare arar ecele.
Gençlik... Gelip geçti... Bir günlük süstü;
Nefsim doymamaktan dünyaya küstü.
Eser darmadağın, emek yüzüstü;
Toplayın eşyamı, işim acele!


Necip Fazıl Kısakürek

Mansur

Mercan mercan, uçuk dudağında kan,
İnci inci, soluk şakağında ter.
Ne baş yedi, ne kan içti bu meydan !
Bu meydan aşıktan canını ister.

Tatlıydı akrebin sana kıskacı,
Acıya acıda buldun ilacı;
Diyordun, geldikçe üstüste acı:
Bir azap isterim bundan da beter.

Sana taş attılar, sen gülümsedin,
Dervişin bir çiçek attı, inledin,
Bağrımı delmeye taş yetmez dedin,
Halden anlayanın bir gülü yeter !..


Necip Fazıl Kısakürek

Karacaahmet

Deryada sonsuzluğu fikretmeye ne zahmet !
Al sana derya gibi sonsuz Karacaahmet !
Göbeğinde yalancı şehrin, sahici belde;
Ona sor, gidenlerden kalan şey neymiş elde ?
Mezar, mezar, zıtların kenetlendiği nokta;
Mezar, mezar, varlığa yol veren geçit, yokta...
Onda sırların sırrı: Bulmak için kaybetmek.
Parmakların saydığı ne varsa hep tüketmek.
Varmak o iklime ki, uğramaz ihtiyarlık;
Ebedi gençliğin taht kurduğu yer, mezarlık.
Ebedi gençlik ölüm, desem kimse inanmaz;
Taş ihtiyarlar, servi çürür, ölüm yıpranmaz.
Karacaahmet bana neler söylüyor, neler !
Diyor ki, viran olmaz tek bucak, viraneler,
Zaman deli gömleği, Onu yırtan da ölüm;
Ölümde yekpare ân, ne kesiklik, ne bölüm..
Hep olmadan hiç olmaz, hiçin ötesinde hep;
Bu mu dersin, taşlarda donmuş sükûta sebep ?
Kavuklu, baş örtülü, fesli, baş açık taşlar;
Taşlara yaslanmış da küflü kemikten başlar,
Kum dolu gözleriyle süzüyor insanları;
Süzüyor, sahi diye toprağa basanları.
Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,
Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden.
Onlar ki, sıfırlarda rakamları bulmuşlar;
Fikirden kurtularak, ölümden kurtulmuşlar.
Söyle Karacaahmet, bu ne acıklı talih !
Taşlarına kapanmış, ağlıyor koca tarih !


Necip Fazıl Kısakürek

7 Ekim 2015 Çarşamba

Otel Odaları

Bir merhamettir yanan, daracık odaların,
İsli lambalarında, isli lambalarında.

Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış,
Küflü aynalarında, küflü aynalarında.

Atılan elbiseler, boğazlanmış bir adam,
Kırık masalarında, kırık masalarında.

Bir sırrı sürüklüyor, terlikler tıpır tıpır,
İzbe sofalarında, izbe sofalarında.

Atıyor sızıların, çıplak duvarda nabzı,
Çivi yaralarında, çivi yaralarında.

Kulak verin ki, zaman, tahtayı kemiriyor,
Tavan aralarında, tavan aralarında.

Ağlayın, âşinasız, sessiz, can verenlere,
Otel odalarında, otel odalarında !.....


Necip Fazıl Kısakürek