Şiir, Sadece

6 Nisan 2016 Çarşamba

Kül - Külün Doğası

Vermediler kapının önüne düşürdüğüm
Sararmış yarasa iskeletini
Bir denizci vermişti bana çıkarıp da boynundan
Kapkara bir kasketi olan
Her limanda birkaç kere unutulan
Hemen hemen parmaklarıyla konuşan bir denizci
Ürkütür demişti azılı fırtınaları
Ve yırtıcı kuşlarını açık denizlerin
Oysa ne kuşlarla boğuşmuşluğum var bugüne kadar
Ne de fırtınalar gördüm azılı
Yaşadım günsüzlüğümü ve saatsizliğimi durmadan
Bazen bir sözüm oldu, sonra o sözün külü
En çoğul
En yaygın
En ne zaman külü.

Ve dedim, anlaşıldı, küllerin doğasıdır yarasa
Bütün küllerin
Elbette yalan denizcinin konuştuklarıysa.


Edip Cansever
Yerçekimli Karanfil

5 Nisan 2016 Salı

Kül - Küle Geriliş

Hepsi kül. Ah o zaman kül başka
Yüzümü tutuyordum sığ kıyısına anılarımın
Ayak bilekleri külden adam
Bir avuç kül doluydu ağzımda.

Hepsi kül. Kirli, bulanık sular
Patlamış sonbaharın da memesi
Emzirir balmumundan bir göğü. Damlarda
Gezdirir ürkerekten pas renkli dilini
Ve döner birer birer ülkesine acılar
Saplanırlar birden soluğuma
Bilirim, o kadar iyi bilirim ki ayrıca
Ve dökülmüş saçları avuçlarında
Bir bir anımsadığım şimdi
Yanmış hepsi, kül olmuş.

Yanmış hepsi, kül olmuş
Bir trendi sanki hiç inilmemişti
Çıplak gövdeleriyle kâğıt oynayan adamlar
Ve çürük dişleriyle
Ve geçmişi olmayan geleceği de
Herkesin kendine göre bir boynu vardı yalnız
Hüznün ve çaresizliğin eklem yerlerinde
Gözleri vardı kurtlu erikler gibi
Ne zaman ki bakılacaktı bir yere
Bakılırdı hep birden bir avuç gözle.

Ve yanık istasyonlar gördüm arada
Titrek dumanlarıyla bozkırı
Kuru, kupkuru otlar yakıyordu biri. Çekerekten içine
Kır kızılı bir hanı
Han
Yıkılmış zaten o da, şurda burda üç beş duvar
Toplamış kanatlarını puhukuşu da
Boşluktan yontulmuş tüneğinde değil
İri bir pençenin tırnaktan boşalan oyuğunda
Soğuyor bilmek için yaşadığı zamanı
Oysa görmüyor önünü bile, görmüyor
Bir başka puhukuşu koysan da karşısına
Bozulmasın istiyor kül, anlaşılan
Hiç bozulmasın

Ah her yanda küller her yanda.


Edip Cansever
Yerçekimli Karanfil

Kül - Küle Başlangıç

Puhukuşu muydu, neydi, kanatlarını toplayıp durdu
Boşluktan yontulmuş tüneğinde
Sıradan bir cumartesinde, yazılı kâğıtların
Kalemle delinmiş yerlerinde
Uzaklardan, çok uzaklardan doğmuş kıyılar gibi
Yorgun, tozlu yol kokulu kıyılar gibi
Şaşırmış kalmış da sanki deniz fenerlerine
Öyle.

Havalandı birden yayarak kanatlarını
Gözlerini gözlerinde bileye bileye
Bir düğme iliklenirken, bir yapma çiçek
Yakaya iliştirilirken acele
Ve soluk bir gülüş ki eskiye eskiye
Anılara dönerken çaresiz
Havalandı kuş ve yitip gitti
Külrengi bir tarih bırakaraktan geride.


Edip Cansever
Yerçekimli Karanfil

Akdeniz Salgını VI

Uğurladık bir sabah seni
Söz vermiştin geri döneceğine
Anladık bakınca aldandığımızı
Gerilerde küçük
Kıyılara doğru büyüyen ayak izlerine

Ötelerde, ama çok ötelerde
Kocaman bir gözvaşıydın ey usta deniz
Konuşuyordun, sözlerini bulamıyordun yalnız.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

4 Nisan 2016 Pazartesi

Akdeniz Salgını III

Omurgasını kırmış bir balık yatar
Seninle denizin üstünde
Öpülmüş bir dudak gibi

Derinlerden derinlerdedir yüreğinse
Okşar gizli gizli deniz kızlarını
Dondurulmuş güneşlerin içinde
Öpemezsin, dudaklarını duyarsın yalnız.


Edip Cansever
Kirli Ağustos 
Yerçekimli Karanfil

Akdeniz Salgını V

İki yaprak yerde konuşur ya, o zaman
Tam o zaman bir sonbahar düğümü
Yani bir gülüşün bir çay kaşığının sıradan ölümsüzlüğü
Seni sürekli kılan
Tam o zaman
Bir limonluk hüznün olsun kal orda
Her gün kendi kendinin oğlusun
Bir nesne buluyorsun yerde, mutluluktur senin için
Denizken üzerine atılan ağaç kökleri gibi
Soyulmuş elma kabukları gibi
Boş şişeler, çürümüş hayvan iskeletleri gibi

Kekikler yemlikler arıyordun, kayalardan
Yokluğa doğru yükselerek
Çorbanı karmak için
Ama görmedik bir kaşık içtiğini bugüne dek
Olsa olsa ateşini yakıyordun yalnızlığın

Biliyorsun, bizim her türlü yalnızlığımız
Yeni bir dil olacak yarın.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Akdeniz Salgını IV

Sonra sonra yapıştırılmış pullar gibisin, öylesin
Üstü uçaklı zarflara
Ve alanlara tutturulmuş, çiçek sepetlerinin
Kenarındaki kartlara
Bir gider bir gelirsin, gider gelirsin
Hızlı bir park akışından anısal bir yığıntıya

Sayısız parmağın var, bir parmağın daha mavi
Vurursun vurursun kapılara onunla
Kapılar açıldı mı, avlular güne çarptı mı
Boşalan bir güğümsündür her umutsuzluğa.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

2 Nisan 2016 Cumartesi

Akdeniz Salgını II

Denedin ki oralarda zaman olmayı
Şimdi bir Akdeniz salgınısın sen
Sonsuz bir otobüs yolcusu gibi, tam öyle gibi
Her gün kırmızı bir bilet düşürürsün dişlerinden

Ki senin bir yerin olmadı hiç, olmayarak soldu
Diri bir sabahın eylülüsün birden
Sonra bir solgunluğun yeniden solgunluğu
Tırnakların dibine batar durup dururken
Acılardan bir acının geri tepmesidir
Sızar yüreğinden sevinç olarak
Yani eylülden

Acımaktan bir zamansın ki bazan susarsın
Çocuklar büyükler gibi konuşur sefaletten.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Akdeniz Salgını I

Halikarnas Balıkçısı’na


Öyle bir alaşımdır ki seninle deniz
Bir açık deniz
Bakınca hiçbir şey göremediğin
Gözlerini duyduğun yalnız

Sözlerin var, dudak izlerin yok sözlerinde.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Gül Dönüyor Avucumda III

Ağrıtmayan böylece dindirmeyen o sabah
Puhukuşu muydu, neydi, öttü uzun uzun
Biçimini vermeye çalıştı bir yıkıntıya
Biz geçince dönüp baktı arkamızdan üç çocuk
Üçü de
Bir tahta perdenin önündeki ömründe
Gözleri dümdüz, kireç kuyuları gibi
Bir yanıp bir sönüyordu umuda ve ezikliğe.

Farketmez deniz de gözyaşını, dedim ustama
Ve gözyaşı denizi
Ey göstergelerin en güzeli, göster ki beni
Ben ıssızı yonta yonta gürültüler ederim
Kendimi yonta yonta dağılan bir mermerim

O sabah demir atmış bulduk
Tekneyi bütün kıyılarda.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Gül Dönüyor Avucumda II

Ey iki elle iki el arasındaki çaresiz vakit
Yıkanmış çekmiş çamaşırlar gibisin
Azsın, öyle çok kıyılısın ki genişliğime
İçinde asfaltların dondurmaların eridiği bir salı
Mühürler gibi kazılmış çarşambanın üstüne
Tuz uzun, bakışlarımsa bir avuç tuzla orantılı
Tam yüreğimin hizasında o otel
Bir otel ki sabah akşam buruşturan kıyıyı
Dönüp dönüp arkama baktığım işte
Severek bir ıslak battaniyeyi belki
Didiklenmiş bir saati, yıpranmış
Tırnak uçlarını ve her şeyi.

Oysa ey denizlerin ıslak geçidi
Her yandan sızan şeridi akarsuların
Balığın dil bilmeyeni ben
Neden hep tuzdan anlardım o zaman
Tuzdan mı, evet tuzdan
Denizin merasından yani.

Uzat elini artık, kutla kendini
Götür bir bardak sonsuz suyu ağzına
Bak
Gördün mü, hem de nasıl
Bir gül dönüyor öteki avucunda.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

1 Nisan 2016 Cuma

Gül Dönüyor Avucumda I

O akşam söylediydim ona
Gördüm Hümakuşunun iskeletini
Haber de saldıydım Pegasos’un sırtındaki ozana
Seyretsin diye ölümün bu sırça gelinliğini
Duyan da var bunu duymayan da.

O gün bugündür ıslık çala çala
Gelip geçiyor kapımın önünden
Konuşuyoruz da arasıra. Geçen gün dedi ki
Farketmez gözyaşı kimseyi, ruhsa
Başıboş bir deniz gibi anlamsız yatar
Kocaman bir ıssızlığı yonta yonta.

Anlattı sonra uzun uzun.
Nasıl onardığını eski tekneyi
Nasıl kalafata çektiğini, boyasını
Hangi dağ çiçeklerinden kardığını. (Bir çocuk dişi gibi parladıydı..
            Çekmişti onu kırmızı bir akşamüstünün dişetlerine. Ya direkle-
            ri? özenli bir kılıfa girer gibi girmişti göğe. Doğrusu görkem iki
            parmak arasında büyüyen ama hiç gölgesi olmayan uçsuz bu-
            caksız bir bitkiydi. Giz olmayan bir gizdi belki. Evleri dolaşan
            cinsiyetsiz bir tanrı da olamazdı ki. İnandıydı bu yüzden kanı-
            nın tekneyi dolaşıp şafakları çevirdiğine. Ve gördüydü yer de-
            ğiştirdiğini gövdesiyle teknenin böylece ruh olduğunu anladıydı
            bira köpüğü gibi altınsı altınsı parlayan tahtalara. Ve yetinme-
            di. Bir öğleüstü konservesini yedi. Çekti bıçağını sapladığı
            yerden kaldırdı havaya. Birden parladı bıçak dünya zamanın-
            dan başka bir zamanla ve noktalandı uzayın çilekleri işbaşın-
            dayken. Besbelli bir uzay tapınağındaki ilk duaydı bu. Ve sey-
            retti uzun uzun tarihte yeri olmayan bu titreşimi. Bir şey ki ar-
            tık birdenbire her şeydi. Ve yazdı bordasına İki Parmak diye
            iki Parmaktı çünkü teknenin ismi.)


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda X

Yok düş kuracak vakit bile
Her şeyi bir yana bırakıyoruz söylene söylene.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda IX

Öyle yorgun ki kentimiz
Düşlerden ve söyleşmekten
Yok duyacak kimse sesimizi

Gönderdik göndermesine, yüzümüz
Oradan da
Yok olarak geri geldi

Sesler, şarkılar.. alışkanlık elbet.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

31 Mart 2016 Perşembe

Düş Suda VIII

Düşürdük gölgemizi suya
Ardından kendimizi
Sessizlik gibi sade, telaşsız
Hani var ya oldukça yavaş uzanır el ağlayana

Yüzdük bütün gün adalardan adalara
Hiçbir şey düşünmeden. Yalnız
Akşama doğru bir demet mavi süsen topladık.
Sunmak üzere bizi yaratan ozana

Düşüyüz mavi dudaklı büyük ozanın


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda VII

Uzatmışlar ölüsünü kumlara
Mavi yüzlü çocuğun
Unutulmayan maviden
Hiç unutulmayan

İri bir balık asılı durur ağaçta
Dik ve bulanık

Ayrı ayrı yönlerine sonsuzluğun
İkisi de
Eriyen kar sıcaklığında
Ve ufuk
Kurtulmuş tanrıların kucağından
Uçsuz bucaksız bir yolculuğun koynunda.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda VI

Su
Vuruyor kıyıdaki gemi leşlerine
Yalıyor sokaklarını kentin
Savuruyor öfkeyle rüzgârını
Masmavi yangınından

Bir evin bir odası yanıyor yalnız
Habersiz bütün kent bundan

Bir ruh gibi yanıyor çünkü
Giz dolu varlığından taşarak
Aydınlığın içinde
Aydınlıktan bir sarkaç gibi

Sinsi bir gülüşle görüyor o
Kayığını boyuyor bir yandan da.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

30 Mart 2016 Çarşamba

Düş Suda V

Duymuyoruz dokununca duymuyoruz
Taşlara kayalara taşlara
Nasıl kanmıyorsa yüreğimiz sevince
Sevince, acılara da

İşliyor kireçli taşını yontucu
Saat kaç, vakit ne vakti şimdi
Bırakıp da elindeki keskiyi
Sırtını duvara dayayınca anlarız

Severiz çünkü ara vermeden
Anlamaya uymayan vakitleri

Ey yerle gök arası mutlu kalebentliğimiz.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda IV

Konuşulmaz fırtınada, çünkü ölüm
Katar özünü fırtınaya da

Neyi bekliyoruz böyle neyi
Yendik mi yenik mi düştük yoksa
Bir ufak kuş yukarıda
Sürüyüp durur gölgemizi

Çözmüşüz nasıl olsa ipini sandallarımızın da.


Edip Cansever
Kirli Ağustos 
Yerçekimli Karanfil

Düş Suda III

Adını söylediler, ölümünü ardından
Ardından hemen ölümünü
Fısıldar gibi soyadını, ilgisiz
Sokağın bitiminde sazlardan
Şapkalar ören adama

Kim ne der artık, boş hepsi
Yüzünü yüzdürüyor suda
Buruşturaraktan elindeki saz şapkayı

Her şey, ama her şey
Yüzüyle buruşan şapkanın arasında hızla.


Edip Cansever
Kirli Ağustos
Yerçekimli Karanfil