Şiir, Sadece

8 Ocak 2011 Cumartesi

Alişim

Kasnağından fırlayan kayışa
kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zileli’nin gitti ayakları.
Yazıldı onun da raporu:
“İhmalden! ”
Gidenler gitti Alişim,
boş kaldı ceketin sağ kolu...
Hadi köyüne döndün diyelim,
tek elle sabanı kavrasan bile
sarı öküz gün görmüştür,
anlar işin içyüzünü!
Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün
Ağanın davarlarına geçer...
Kim görecek kepenek altında eksiğini
kapılanırsın boğazı tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman
beklesin mızrabını.
Sağ yanın yastık ister Alişim,
sol yanın sevdiğini.
Ama kızlar da, emektar sazın gibi,
çifte kol ister saracak!


Rıfat Ilgaz

Bilsem Ki...

Bu ayaklar benden hesap soracak,
Bir düşüncenin peşinden dolaştırdım sokak sokak ,
Bu baş, bu eğilmez baş da öyle
Bazı sarhoş ,bazı yorgun
Her zaman bir yastığa hasret!
Bu ciğer de hesap soracak,
Esirgedim, güneşini, havasını
Bu ağız bu dişler, bu mide...
Ne ikram edebilirim ki bol keseden
Bu bilekler de hesap soracak,
Göz yumdum çektikleri eziyete.
Bilsem ki kimsenin parmağı yok
Bu sürüp giden işkencede;
Kılım bile kıpırdamadan bir sabah
Çekerdim darağacına çekerdim kendimi
Bilsem ki suç bende!..


Rıfat Ilgaz

Biraz Daha Sabır

Gözünü yıldırmasın karakış,
Altında sağlama yatağın,
Hastanede Şiran var.
Ne kaldı ki şurada,
Ekim, Kasım, derken Aralık
Sabrın tükenmezse eğer,
Heybelidensin bahara doğru.
Bilirsin can boğazdan gelir,
Senin neyine şu bakır mangal,
Çıksın çadırcılara...
Bilmem işine yarar mı artık,
Su duvardaki palto,
Yok işte çalışmaya dermanın!
Hele otursun şu barış yerine,
Sık dişini!
Her şey düzelecek yakında,
Her şey yoluna girecek;
Doktor kapına gelecek,
İlaçlar ayağına.
Bakma kesildiğine termosun
Şerbet akacak çeşmelerden!
Bu sıcağa kar mı dayanır,
Dirilirsin bayrama varmadan,
Kalkarsın ayağa.
Sıtmalı kızının
Doya öpersin yanaklarını.
Biraz daha sabır, aslanım,
Biraz daha sabır!


Rıfat Ilgaz

7 Ocak 2011 Cuma

Biz Taşra Memurları

Kamyondan indiğim gün,
Tanıttılar kahve arkadaşlarımı,
İlk çayı kaymakamdan içtim
İlk sigarayı tapucudan
Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın diye,
O akşam oynadık ilk prafayı,
Kapıyı beş kuruştan
Yemekten sonra çalındı
En güzel plak şerefime!
Dert yanarken gazetelerden
Dört günlük diye en yenisi,
Almaz oluverdik elimize.
Bir kasabanın da bulunur kendine göre
Taze havadisi;
Akşama doğru,
Selami Efendiyi dinle yetişir!
Çok geçmeden bizim de karıştı
Dedikoduya adımız
Benim de merhabasını kolladıklarım oluyor
Yer gösterip kahve ısmarladıklarım.
Bile bile yenildiğim de oluyor
Bizim muhasebeciye;
Maaşımız vilayet bütçesinden,
Pamuk ipliğine bağlı mesken bedelimiz
Geçinmeye geldik!
Girince İhsan Efendi,
Söyle bir doğrulacaksın ister istemez
Biz seçmezsek de mutemedizdir.
Defter açmışız dükkânında
O bilir tutarını maaşımızın,
Başkandır yüzde yüz bu seçimde
Arkası dağ gibi kaymakama dayalı.
Kapı bir komşumuzdur,
Kurtarır bizim sokağı çamurdan
Hiç olmazsa köşe başına
İki fener olsun astırır
Kaymakam hoş sohbet adam
İyi Bektaşi fıkraları bilir.
Hoşlanmasak da güldürür bizi,
Karışmaz girdisine çıktısına kimsenin,
Bayılır horoz dövüşüne
Cami avlusunda kazanılmış
Ne ünlü dövüşler biliriz!
Kendi havasında Burhan Bey
Dayanamaz peynirli pideye;
Kimin yoğurdu kaymaklı
Kimin yağı kekik kokar,
Ona sor!
İşinin ehli adamdır severiz
Esnafa yıkım olmadan,
Ayırır akla karayı...
Şunun şurasında kaç kişiyiz ki,
İşte geldik gidiyoruz,
Ne çıkar kötülükten!
Gördün mü sorgu hakimini,
Dünya umurunda değil,
Nesine gerek elin beş keçisi.
Piket tam meslek oyunu
Kim demiş dut yemiş bülbül diye
İste çözüldü dilinin bağı,
Yüzlük kağıt var elinde...
Bu kahvede geldi Bekir Fendi’nin
Emeklilik emri...
Çok iş var daha onda.
Kim ne derse desin, aznifte yok üstüne
Bayılır dört koluna bu oyunun.
Nargilenin marpucu bir elinde,
İşte öbüründe domino taşları
Sor, eliyle koymuş gibi bilir,
Düşes kimdedir...
Hele bak, bir domuzluğu var,
Hem dübeşe yirmi beş yazdıracak.
Hem bağlayacak dört başı
Kolayına mı usta oldu
Tavlada ormancımız;
Altınla ödedi her pulunu teker,
Kendi kapısından iyi bilir, Se-yek kapısını
Plaka tutmasına
Hesab-i cariden fazla yatar aklı
Banka müdürünün.
Hani Veznedar da yabana atılmaz
Bakma para sayarken
İki de bir süngere yapıştığına,
Sen hüneri kağıt düzerken gör!..
Kahveden yönetir nüfusçumuz
Doğumla ölümü.
Can ciğerdir Doktorla;
Şüphelidir yediklerinin ayrı gittiği.
Başkâtibin çayı kıtlamadır,
Kaymakamın gözünün önünde,
Çay bardağında çeker konyağı,
Yudum çaktırmadan;
Küçük yer söz olur!
Hacizde olsa gerek icracı,
Bugünde bulunmadı yoklamada,
Hesabına çek iki çizgi daha,
Kaldırır
Köylere çıkmış olacak,
Havalar da soğudu
Hayvanı çift heybelidir,
Benzinsiz çıkılmaz yola.
Hele dönsün, bir âlem yaparız
Komutanın evinde;
Yeni plaklarımız da var.
Heybeler boş dönecek değil ya,
Kızarmış iki tavuk olsun bulunur,
Arpalıktan dönüyor!


Rıfat Ilgaz

Bizim Kasabamız

Ortasındayız memleketin,
Uzak değiliz Ankara'dan
Yakınız yakın olmasına;
Gelen olmaz,
Halimizi gören olmaz.
Asfaltmış yolları boydan boya,
Lambalar yanarmış dizi dizi.
Büyük laflar eden
Büyük adamları varmış.
Dayalı döşeli apartmanlarında
Seçme insanlar yaşarmış,
Yaşarmış yaşamasına.
Ama sokaklarında bizim kasabanın
İdare lambası yanmaz,
Göz gözü görmez, tozdan dumandan
Oysa ki belediyemiz vardır
Kavga dövüş seçtiğimiz
Belediyesinde meclisimiz vardır,
Vardır var olmasına.
Kerpiçtir evlerimiz,
Yatarız ahır sekisinde
Bir yanımızda karımız, çocuğumuz
Bir yanımızda çiftimiz, çubuğumuz
Tezek yakarız odun yerine;
Saç üstüne saman yakarız,
Gaz yerine.
Düğün olur, dernek olur,
Kazımın gırnatasında aynı hava:
'Ankara’nın taşına bak' ...
Bir toprağımız vardır bize dost
İki ağız buğday verir,
Ama ne buğday
Ambarlar almaz, gömeriz.
Yıl olur tohumluk kalmaz elimizde,
Tarla gider tapu gider.
Uğraş didin altımızda haşir yok,
Sen gelde işin çık içinden:
'Tarla mı kesekli, biz mi kaçamıyok?'
Fakılı'ya tren gelir Kayseri'den,
Biner gider işsiz kalan köylümüz.
Bulgur gider, pekmez gider elimizden,
Ankara'dan emir gelir,
Nutuk gelir.
'Nevürek, hemşehrim, nevürek.
Ağlayak da gözden mi olak,
Dövünek de dizden mi olak.'


Rıfat Ilgaz

Cenaze

Omuzlanınca tabutun
İlk defa kurtuldu ayakların topraktan
Muhteşem oldu medreseden çıkışın

Dikildiler yol üstüne
Bir dilim ekmeği çok görenler
Yüzüne bakmayanlar sağlığında
Bir selamla borçlarını ödediler

Üzülme çelenkler gelmiyor peşinden
Mevsimsiz oldu ölümün
Ne olurdu bir kış daha bekleseydin
Bahar gelir çiçekler açardı

Ölümün kimseyi sevindirmedi
Atsız arabasız kalktı cenazen
Alçak gönüllü adamdın
Herkesten uzak yaşadın
Ölümünde gürültüsüz oldu


Rıfat Ilgaz

Çocuklarım

Yoklama defterinden tanımadım sizi,
Benim haylaz çocuklarım
Sınıfın en devamsızını
Bir sinema dönüşü tanıdım
Koltuğunda satılmamış gazeteler
Dumanlı bir salonda
Kendime göre karşılarken akşamı
Nane şekeri uzattı en tembeliniz
Götürmek istedi küfesinde
Elimdeki ıspanak demetini
En dalgını sınıfın
Çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
Palto ayakkabı yüzünden
Kiminiz limon satar balık pazarında
Kiminiz Tahtakale'de çaycılık eder
Biz inceleye duralım aç tavuk hesabı
Tereyağındaki vitamini
Kalorisini taze yumurtanın
Karşılıklı neler öğrenmedik sınıfta
Çevresini ölçtük dünyanın
Hesapladık yıldızların uzaklığını
Orta Asya'dan konuştuk
Laf kıtlığında
Birlikte neler düşünmedik
Burnumuzun dibindekini görmeden
Bulutlara mı karışmadık
Güz rüzgarlarında dökülmüş
Hasta yapraklara mı üzülmedik
Serçelere mi acımadık kış günlerinde
Kendimizi unutarak


Rıfat Ilgaz

6 Ocak 2011 Perşembe

Çocuklarınız İçin

Savaş sonrası sayımlarda
Şu kadar ölü, şu kadar yaralı
Kadın, erkek sayısız kayıp…
Elden ayaktan düşmüş
Geride bir o kadar da sakat,
O kadar günleri anımsayalım diye…

Zorumuz ne, insan kardeşlerim,
Amacınız kökümüzü kurutmaksa,
Yetmiyor mu tayfunlar, taşkınlar,
Bunca aç, bunca sayrı, kırım, kıyım,
Sayısız işkence kurbanları…
En kötüsü,
Güngünden başımıza inen bu gökyüzü!

Bu toplanıp dağılmalar ne oluyor
Yüksek düzeylerde?
Neden alçakgönüllü değilsiniz,
Sözünüz mü geçmiyor birbirinize,
Hangi dilden konuşuyorsunuz?

Barışsa eğer istediğiniz
Uçaklardan başlayın işe
Önce çirkinleşen savaş uçaklarından…
Ya insanları bir yana bırakıp
Sivrisineklerin kökünü kurutun
Ya da bataklıkları!

Sonra geçin kara sineklere!
Ne kadar da çoğaldılar son sıcaklarda
Yer gök tüm karasinek,
Yaşamımızı karartmak için.
Bir güç denemesi yapsanız da,
Onların yaşamını siz karartsanız!
Yoksa siz de mi barıştan yanasınız,
Onların özgürlüğünden yana?

Kolay değil, barıştan yana olmak
Özveri gerek yüksek düzeylerde.
Gene de bir nedeni olmalı, diyorum.
Bu toplanıp toplanıp dağılmaların.
Phantom'ların pazarlanması değilse
Denizaltıların sığınmasıdır
Dost limanlara
Ya sağcı gerillaların barındırılması…

Ah uzak görüşlü yetkililer,
Bıraksanız da büyük sorunları bir yana,
Biraz da ulusunuz için…
Halkınız için konuşsanız
Çocuklarınız için…
Kökleri kuruyup gitmeden!


Rıfat Ilgaz

Geç Azizim Geç

Biz de yaşarız azizim,
Yaşamaya gelince, biz de yaşarız ama,
Olmuyor cebimizden kattığımızla eğlenmek,
Gönlümüzden katalım,
Varlıklı kişileriz neşeden yana.
Pazarımız hoş mu geçecek,
Şart değil Büyük ada, Heybeli;
Çok bile gelir kayığı Aristo’nun:
Sekiz arşın iki karış,
Kız gibi Cidali yapısı.
Bir işaretimize bakar
Çıkmazsa balığı alesta,
Aylardan temmuz, günlerden pazar;
Yeni kapı açıklarındayız...
Bırakın Hasan geçsin küreğe,
Utandırmaz bu kollar sahibini.
Kabarmaz bu avuçlar
On ikisinden beri naşirlidir.
Fazla külfet istemez,
Bol sigaramız olsun,
Köfte, ekmek, domates yeter.
Karımız, sevgilimiz yanımızda
Başaltında şarap testisi...
Dedik ya bugün pazar
Belki genç arkadaşı
'İlk defa güneşe çıkardılar',
İsteriz bütün dostlar aramızda olsun;
Kiminin Hanya'dan gelir selamı,
Kiminin Konya'dan
Sandalımız geniş değil, ne çare,
Gönlümüz kadar.
Ne yapalım bol şarabımız var ya,
Onların sağlığına içecek;
Gün ola harman ola!..
Anlarız biz de bu işlerden,
Elimiz değdi de okşamadık mı,
Şu 'pür hayal' saçları ?
Kim istemez 'yâr'i uyutmasını 'sine' de
Batan güne karsı,
'Bâde' içmesini 'Yâr eli'den?
Gözü kör olsun feleğin,
Gelecekten umudumuzu kesmedik,
İçimiz öylesine ferah...
Son kadehlere doğru sorsun,
Sesi en güzelimiz bizden:
'Gam, keder ne imiş?'
Yontulmamış sesimizle cevabı hazır:
'Geç azizim, geç!'


Rıfat Ilgaz

Güvercinim Uyur mu?

Sömürgen cami güvercinleri sizin olsun
O doyumsuz lapacı güvercinler
Kurşun buğusu güvercinleri severim ben
Kanat uçları çelik yeşili

Kuş dediğin piyerlotisiz yaşamalı
Adaksız avlusuz şadırvansız
Buluttan süzmeli suyunu
Kuşçular çarşısında tüy dökmemeli

Benim güvercinim tunç gagalı
Kimlerin bakışı kardeşçedir
Kimlerin bakışı düşmanca
Kendisi hangi kavganın güvercinidir bilir

Tüneyip acımanın saçaklarına
Miskin sevilerle bitlenmez
Kanadından çok pençesine güvenir

Barış taklaları süzülmeler
Gagalarda zeytin dalı
Perendeler maviliklerde
Tüm gösteriler resimlerde kalmalı

Güvercin dediğin uyanık olmalı
Tüyler duman duman öfkeden
Yanıp tutuşmalı gözbebekleri
Sevgiden tıpır tıpır bir yürek
Özgürlüğünce dövüşken


Rıfat Ilgaz

İçimizden Biri

Eli değnek tutar tutmaz
Çoban oldu;
Sardılar sırtına bazlamayı
Onaştı yıl güne verdi karnını,
Onaştı yıl koyun güttü, kavalsız
İnsanlardan ağayı tanır,
Adını bilmez sorarsan,
Hayvanlardan Karabaşçı
Günü yetti, bıyığı bitti,
Okundu künyesi,
Gitti, davulsuz zurnasız


Rıfat Ilgaz

Kahveler Gazeteler

Kimini vurguncu yaptı 39 harbi
Kimini karaborsacı
Laf olur diye dost çayı içmeyenler
Mahkemelik oldu rüşvet yüzünden
Gaz fişi, ekmek karnesi derken
Kimler karışmadı ki piyasaya
'Kimini sefil etti 39 harbi,
kimini şair etti.'
Beni de gazete tiryakisi.
Dadandık kahvelere ajans yüzünden,
Bir bardak ıhlamur bedeline
Yeni nizamdan dem vuran yazılar okuduk
Düştük eli kalem tutup da
Eli silah tutmayanların peşine,
Cenk meydanlarını dolaştık,
Denizler geçtik dağlar aştık,
Gün oldu kırıldı kanadımız
Kaldık çöllerde.
Gün oldu Urallar'dan vurup
Ulaşmak istedik Kızılelma'ya
Yürüdük şehir şehir,
bir de ne görelim
Arpa boyu yol gitmişiz!
Düşenin dostu mu olur,
Zafer nerde, biz orda:
'Meserret' de kurtardık Sivastopol'u
'İkbal' de girdik Berlin'e
Atıkalı kahvesinde patladı
Atom bombası
Pes dediler, bir yaz akşamı
Şehzadebaşı'nda Japonlar,
Çektik zafer bayrağını kapıya!


Rıfat Ilgaz

Kendimizi Anlatıyorum

Tükeniyoruz boyuna tükeniyoruz
Bir lodos kalktı mı güneyden

Çürük meyvalar gibi dökülüyoruz
Biz tükendikçe yangın genişliyor
Sarıyor kentleri bir yanından
Yayılıyoruz yeniden yayılıyoruz

Eskimekle başlıyor ilk belirti
Bir durgunluk siniyor derimize
İliklerimize kadar işleyen
Daha bir duygulu oluyor ellerimiz
Parmaklarımız daha anlayışlı
Sevdik mi seviyoruz ölesiye
Öfkelendik mi öfkeleniyoruz

Bakışlar neden böyle değişik
Neden soğuk tuttuğumuz eller
Biz böyle mi geldik yeryüzüne
Kan tükürerek mi doğduk

Linç edilen biziz radyolarda
Kürsülerde saldırılan biz
Bağırsak çağırsak boşuna
Bir öksürük kesiyor soluğumuzu
Tıkanıyoruz


Rıfat Ilgaz
(1961)

5 Ocak 2011 Çarşamba

Kilim

Kilim gibi dokumada mutsuzluğu
Gidip gelen kara kuşlar havada
Saflar tutulmuş top sesleri gerilerden
Tabanında depremi kara güllelerin
Duymuyor musun

Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek böyle atardamar
Atmaz olsun
Ses ol ışık ol yumruk ol
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol

Tam çağı ise başlamanın doğan günle
Bul içine tükürdüğün kitapları yeniden
Her satırında buram alın teri
Her sayfası günlük güneşlik
Utanma suçun tümü senin değil
Yırt otuzunda aldığın diplomayı
Alfabelik çocuk ol
Yollar kesilmiş alanlar sarılmış
Tel örgüler çevirmiş yöreni
Fırıl fırıl alıcı kuşlar tepende
Benden geçti mi demek istiyorsun
Aç iki kolunu iki yanına
Korkuluk ol


Rıfat Ilgaz

Komşuluk

Gördüler tencereye tavaya
Fazlaca işimizin düşmediğini.
Çamaşır gününde öğrendiler
Donuma gömleğime kadar.
Lâf oldu, soğuk günlerde
Yatakta roman okuduğum.
Hele sülalemizdeki sadelik
Gitmedi hiç kimsenin hoşuna
Ne olacaktı
Yedi atası devletli olmazdı ya
Bodrum katındaki kiracının.


Rıfat Ilgaz

Körüz Biz

Ne varsa otu ot çiçeği çiçek yapan
Tan yerinden söken umut ışığı
Sizin olsun çekik gözlü kardeşlerim
Aydınlıklar sizin olsun körüz biz

Bakmayın gözlerimizde yansıyan yıldızlara
Göremeyiz ateş böceklerini biz körüz
Çakıp sönen deniz fenerlerini uzak kıyılarda

Bir bulut ne zamandır üstümüzde
Yurt genişliğinde bir bulut kurşun ağırlığında
Nilüferler sularımızda açar mevsimsiz
Dolanır ayaklarımıza boğum boğum
Yapraklarında iri leş sinekleri uçuşa hazır
Göz göz oyulmuş gözlerimiz biz körüz
Göz çukurlarımızda radarlar fırıl fırıl döner
Körüz el yordamıyla yaşıyoruz bu yüzden

Yeni körler peydahlarız uyur uyanır
Ayak altında eziledursun karınca sürüleri
Ezenlerle bir olmuş yaşıyoruz ne güzel
Çizme onlardan içindeki ayak bizden ne iyi

Körüz biz kör uçuşlara açmışız toprağımızı
Ha düştü ha düşecek çelik gagalardan
Mantar mantar açılan tohumlar sıcakta

Gözlerimizi bir pula satıp geçmişiz bir yana
Ölmesini bilenlere yüz çevirmemiz bundan
Körüz gözbebeklerimize mil çekilmiş mil
Acımasız bir namlu şakağımızda soğuk
Tetikte kendi parmağımız yabancının değil


Rıfat Ilgaz

Kulağımız Kirişte

Yaslılar adına konuşmanın tam zamanı
Kütükte yası yetmişlerin arasındayım.
Bir tekerlemenin çağrışımında
İnanıvermeyin isimin bittiğine.
Ne var ki dertlerimiz tasalarımız artıyor,
Yaş ilerledikçe.

Biz yaşlılar türlü nedenlerden
Kuşlarla birlikte uyanmak zorundayız
Saksıdaki karanfil bakım ister.
Tüm çiçekler, ağaçlar, parklar,
Yollar köprüler bakım ister.
Balıkçı barınağı, barınaktaki gemiler,
Gün doğmadan deniz fenerimiz,
Kıyılarımız, gökyüzü, bulutlar,
Bir uçtan bir uca esen rüzgar,
Bütün gün gözümüz üzerlerinde olmalı.

Bu arada torun torba çocuklarımız
Martılarla birlikte çoğalan...
Onlar da bakım ister kuşkusuz.
Erken de kalksak alaca karanlıkta
Hangi birine yetişebiliriz ki...

Biz yaşlılar için en önemlisi
Kuzeyden esen nemli rüzgarlar,
Karayel de önemli, gündoğusu da.
Raporlar yazılmalı, hava raporları,
Soğuk sıcak tüm dalgalar, akımlar,
Alçak basınç radyolarda, yüksek basınç,
Güneyden esen yellerle birlikte
Sisli puslu havalarda durulmalı.

Yaslandıkça azıyor romatizmalarımız,
Bir günümüz bir günümüze uymuyor,
Artıyor ağrılarımız, sızılarımız,
Kapıyı kim vuracak belli olmaz,
Kulağımız kirişte olmalı!


Rıfat Ilgaz

Leylaklarını Anlatıyorum

Leylak getiriyorsun bana güneşli bir gün
Onu saçlarından topladığın belli
Bir leylak bahçesisin karşımda

Böyle kucağında kalsa daha iyi
Bir vazoya bırakıp gidiyorsun
sen gidiyorsun leylaklar kalıyor mu sanki
Önce renkleri gidiyor arkandan
Nesi varsa gidiyor soyunarak

Her vazoya baktıkça karşımdasın ne tuhaf
Her kokladıkça dönüp geliyorsun
Düşünceler gibi filizleniyorsun gün geçtikçe
Yaprak yaprak gelişiyorsun
Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine
Ölümsüz bir mevsim oluyorsun.


Rıfat Ilgaz

Merhamet

İşte gittiğimiz günler
alacakaranlıkta,
kimseyi rahat yatağında uyandırmadık.
Bizi uyutmadıkları çok oldu
çaylarında, nişanlarında,
zorla caz dinledik,
kızmadık, mezhebi geniş insanlarız,
yine vaktinde bulunduk iş başında.
Yorgun döndüğümüz akşamlar
arabasında yer gösteren oldu,
utandık türkülerini söylemekten.
Nafakamızı sattılar önümüzde,
sakladılar yağımızı, peynirimizi,
rızkımızdan para kazandılar
hoşgördük.
Gün oldu
nar gibi kızarmış ekmekleri bekleyen
tezgâhtarı bile kıskanmadık.
Nar mı yetiştirmedik kavak ağaçlarında
-hem de kafamız kadar-.
Bir koyundan üç deri çıkardık,
minnete geçmedi.
Acıyan bulunmadı değil halimize
gazetelerde kaldı merhametleri,
kitaplara geçti;
bizim merhametimiz lâfta kalmayacak!


Rıfat Ilgaz

4 Ocak 2011 Salı

Mıstabey

Kaşın gözün mü oynuyor,
A Mıstabey,
Bana mı öyle geliyor ?
Nevrin döndü, süzülüverdin.
Gözümüz yok işlerin yolunda doğrusu,
Çıkmadı senin gibisi Safranbolu'dan
Bugüne bugün
İki fırın sahibisin,
Senin düşünmek neyine ?
Haramiler mi çevirdi kervanını,
Gemilerin mi battı Karadeniz'de ?
Hele bak,
Fiy yemiş güvercin gibisin.
Senin ne derdin olur, a Mıstabey,
Ceza kestilerse Çemberlitaş'taki fırına,
Hacı ne güne duruyor tezgahta,
Bilirsin postu vermez ele...
Hele düşündüğün şeye bak,
İpe çekmezler ya adamı
Ekmeğe kul karıştırdı diye;
Şükür bulduğumuza bu kadar...
Yoksa küreğin sapı yüzünden
Başı belaya mı girdi
Saraçhane'deki Rıza'nın ?
Kolay değil fırın işletmesi
Cadde üstünde...
Kesersin bir karış küreğin ucundan
Olur biter...
Rıza mı çekecek eziyeti,
Çeksin kerata,
Şeytan azapta gerek...
Bunlar gelir geçer, Mıstabey,
Üzülmeye değmez.
Çok düşkündün havadise eskiden,
Kaçırmazdın ajansları...
ne meydan muharebeleri vermedin,
Şu kahvenin ortasında,
Moskova'yı kaç kere feşettin.
Sana ne oldu bugünlerde
Radyoya kulak vermez oldun.
Seninkiler ne hale gelmişler
Taşı toprağı toplamışlar Bulgarya'dan
Bırakmışlar Varşova'yı geride,
topyekün kaçıyorlarmış!
Boş oturmamışlar Mıstabey
Ne fırınlar yapmış herifçioğulları
Senin fırınlar halt etmiş yanında,
Kapısından girilir
Bacasından çıkılırmış...
Yaşamadı Mıstabey,
Sana dokunmayana yılan
Bin yıl yaşamadı!
Ne o dalıp gittin, Mıstabey,
Nargilen kül bağlamış!
Neden yorgunsun böyle,
Neden kulakların böyle düşük ?
Boş durduğun yok anlaşılan!
Ne parçalar geldi geçti elinden
Bu karne çıkalı;
Sonunda düştün mü bu çirkefe ?
Sen ne dersen de, Mıstabey,
yaşın kemalini bulmuş,
Bu senin dişine göre değil!
Ama huy çıkar mı can çıkmayınca!
Sakar öküz titretirken kuyruğu
Varıp başucuna sormuşlar,
Nedir son sözün diye;
Deri mi yüzün de demiş, atıverin
Sarı ineğin üstüne...
Biliriz eski kulağı kesiklerdensin,
Ne söylesek fayda yok,
Arpadan olacak anlaşılan
Atın ölümü!
Hem düşün, Mıstabey,
Sen evli barklı adamsın,
Dile düştün mü Safranbolu'da
İki paralık olur itibarın!
Hani ahbapların ağzında
Bakla da ıslanmaz oldu.
İt değil ki kapatasın ekmekle
Şunun bunun çenesini.
Söz de ele vermişsin sakalı,
Doyurmuşsun gözünü
kürkten bilezikten yana
Şimdi de tutturmuş haspamız
Başımı sokacak ev isterim diye...
Tutkunsun, vereceksin ister istemez;
Gülü seven katlanır dikenine...
Ne yapalım,
Taş attın da kolun mu yoruldu ,
Bağışla gitsin Fatih'tekini!
Amaaaan, Mıstabey,
Bunlar kara kara düşünmeye değmez,
Tazelensin hele nargilen,
Bak keyfine!


Rıfat Ilgaz

Oğlum I

Ben de düşkündüm oyuna,
Ben de kumları avuçlar
Kazardım tırnaklarımla toprağı,
O zaman da çocuklar oynardı,
Ama benzemiyor bütün oyunlarımız,
Gezdirdim ceplerimde şıkır şıkır
Deniz kokulu taşları,
En güzellerini topladım
Midye kabuklarının.
Saldım bahar rüzgârına
Uçurtmaların en süslüsünü.
Ne kurulunca koşan tramvaylarım vardı,
Ne çekince giden develerim.
Balıklarımızı tanırdım,
Adlarını bilirdim kuşların;
Seçerdim düdüğünden
Limanımıza uğrayan vapurları.
Bilirdim yanık yüzlü kaptanlarımı
Denizkızı’nın Selametçin;
Ben de ayırırdım onlar kadar
Poyrazı karayelden.
Gemiler tanıdım, çift direkli,
Tutmazsa rüzgârı
Açıklarımızda volta vuran gemiler,
Kızardım, limanımızı hiçe sayan
Paketlere Nemselere;
Dalar da silinen dumanlarına
Düşünürdüm uzak limanları,
Uzak limanların çocuklarını.
Senin de var ufak tefek
Kendine göre bildiklerin;
Çeşitli oyuncakların yoksa da
Bir saniye de tren yapacak kadar
Kibrit kutularını,
Tecrüben var benden fazla.
Benden üstünsün kuşkusuz,
Sigaradan top,
Kutusundan tank,
Kâğıtlarından uçak yapmada!


Rıfat Ilgaz

Oğlum IV

Seni saksıda gül yetiştirir gibi
Yetiştirmedik, tek başına
Bir limonlukta büyütmedik seni.
Kırağı çalmaz diye acı patlıcanı
Salıverdik sokağa;
Düşecektin eninde sonunda
İlk günlerde çok hırlaştınız,
Sonra sokuldunuz birbirinize,
Kaynaştınız karıncalar gibi.
Büyümedin bir dadının dizleri dibinde,
Kucaklarında sütninelerin.
Ne kaç dağındaki peri kızlarına tutuldun,
Ne kurtarmayı düşündün
Şehzadeyi, devler elinden.
Tanımadan Keloğlanı
Düştün macuncunun arkasına,
Dolaştın mahalleyi.
Yağmurlu bir günde tanıdın
Göl tutarken bekçinin oğlunu,
Recep'le taşladınız
Atkestanesini, cami avlusunda,
Attınız Eminle kedi yavrusunu,
Kireç kuyusuna.
Bunlar mahallemizin çocukları;
Henüz bilmiyorsun,
El tarlasında koza düşürürken anası
Sıtma nöbetleri geçirenleri,
Kuzuları doğup
Çoban köpekleri ile büyüyenleri,
İki gözünde heybenin
Çeltiğe giden Yeşil ırmak döllerini.
Tanımıyorsun,
Benzi tütün yaprağından soluk
Çocuklarını Sakarya’nın.
Demirindesiniz aynı bıçağın,
İlerde kucaklaşacaksınız, nasıl olsa;
Hazır olsun kalbin onları sevmeye
Daha şimdiden!


Rıfat Ilgaz

Oğlum III

Hiç de meraklı değilsin çiçeğe,
Komşunun saksısını sen kuruttun,
Kopardın penceresindeki gülünü.
Bir sonuç mu çıkarayım bundan
Yeşilliğe düşman diye bizim çocuk?
Gelgelelim öyle düşkünsün ki
Göbekli marullarına Yedikule'nin;
Mevsiminde elinden düşmüyor
Elma gibi domatesler;
Tavşan kadar seviyorsun havucu.
Ben de tutkunum senin gibi
Bursa şeftalisine, Ereğli çileğine.
Sanma soyca hoşlanmıyoruz çiçekten
Güle değil,
Gül düşkünlerine bizim hıncımız.
Biz de gördük haşhaş tarlasını,
Gelincik sanmadık.
Ilgaz'larda topladık çiğdemi,
Edirne'nin gülünü Edirne'de.
Engel olmaz bu bilgimiz
Sümbülden çok sevmemize yeşil soğanı.
Yasamak için iştahını arttıracak
Şiirler vereceğim sana,
Ne istersen bulacaksın içinde
Bu toprakla ilgili:
Portakallarını göreceksin Dörtyol'un
Mersin silolarında bitlenen
Altın sarısı buğdayları,
Turfandadır diye el süremediğimiz
Çavuşları, kınalı yapıncakları,
Bağı sorulmadan yenilen
Memleket üzümlerini salkım salkım


Rıfat Ilgaz

Parmaklığın Ötesinden I

İnsanları alabildiğine sevmeyi,
Bırakmazlar yanına.
Böyle çekersin cezasını
Üç duvar, bir kapı arasında
Onlardan ayrı
Böyle onlardan uzak.
Yasak sana, boylu boyunca sokaklar,
Bahçeler, yalı kahveleri.
Dostlara şimdi mektup değil,
Bir selam yasak!
Kapılar demir sürgülü, çifte kilitli,
Kapalı, hürriyete giden yollar;
İçerdeki içerde mahzun,
Dinardaki dinarda.
Burada her şey sade:
Ekmek ve su, düşünceler...
Emirler çeşitli:
Kapıda kilit, emir,
Uzakta düdük, emir,
Emir, dışarıda dikilen nöbetçi.
Hürriyeti çoktan unuttum,
O yemyeşil masalların kızıdır
Eskiden sevilmiş.
Bir ince hastalıktır olsa.
O şimdi ciğerlerimde.
Şu pencereye verdim kendimi,
Bütün üzüntülere karşılık,
Boğazın suları üzerinden
Karşı, sırtlara açılmış pencerelere.
Üsküdar’ı bilmezdim eskiden,
Burada ısınıverdi kanım.
Vurgunum şu Kızkulesi'ne;
Ne de şirin görünüyor
Uzaktan Karacaahmet;
Hiç de söyledikleri gibi değil,
Bana düşündürmüyor ölümü


Rıfat Ilgaz

Parmaklığın Ötesinden II

Şu sefer bayrağını çekmiş vapur
Bizim Karadeniz'e gider.
Beni alıp götürmese de,
Alır, düşüncemi çocukluğuma götürür,
Çocukluğumun memleketine.
Kıyıcığında doğmuşum Kastamonu'nun
Fener bilirim Karadeniz'i.
Kahrını çekmişim yıldızının, poyrazının,
Ecel terleri dökmüşüm karayelinde.
Kim bilir ne haldedir,
Benim frengisiyle meşhur memleketim,
Simdi ne halde ?
Ekmekleri mısır bazlaması mı,
Bulgurlu manlar mı hala bayram yemekleri ?
Çok sıkıntı çektik Seferberlikte,
Çok mısır kocanı yedik, vesikalı;
Bu sefer de vesikasız yemişler,
Gazsız, sabunsuz kalmışlar.
Kim gider, kim sorar hallerini ?
Bilirim ne vapurun büyükleri uğrar,
Ne insanların büyükleri;
Memurlar gelir ufak tefek,
Büyüyünce giderler.
Balıklardan bile hamsiler vurur,
Vursa karaya.


Rıfat Ilgaz

3 Ocak 2011 Pazartesi

Parmaklığın Ötesinden III

Göremedik sıkıntısız yaşandığını,
Rahatın şiirini yazamadık,
Ne kadar uzak
Heveslerimle içli dışlı yaşamak,
Üzmek hastalıklı şiirlerle
Eşimi, dostumu;
Mezar taşları kadar, ölçülü
Beyitler düzmek boy.
İçliyimdir herkes kadar,
Düşündürür beni de şu gökyüzü,
Kuş cıvıltısı, nar çiçeği...
Geçtik bir kalem üzerinden.
Huyumdan ettiniz, Cidali Kızları,
Sekiz düğününden önce
Penceremin altından geçenler,
Saçları dağınık, gözleri uykulu,
Çoraba, tütüne gidenler,
Beni huyumdan ettiniz!
Yorgun gözlerinizdeki acıyı
Dert edindim kendime.
Saçlarını tezgahına yolduranları,
Sıtma gebesi tazeleri görmeseydim,
Boşuna harcayacaktım sevgimi.
Simdi şu parmaklığın ötesinde kaldı
Bütün çalışanlar;
Teker teker sökülmüşüz toprağımızdan,
Havamızdan, suyumuzdan olmuşuz.
Yaşamaktayız aynı çatının altında
Daha mahzun, daha hesaplı.
Rahat günlerin işçisi olacaktık,
Rahat günlerin şairi:
Bir çift sözümüz vardı
Nar çiçeği, gül dalı üstüne,
Dudaklarımızda kaldı!


Rıfat Ilgaz

Remzi

Ne sorayım sana
Kulak dolgunluğu belediklerini mi söylersin
Uyku sersemliği göz gezdirdiğin kitaptan
Aklında kalanları mı
Çalışmadın istediğim gibi
Ya komşunun suyunu taşıdın
Bekar çamaşırı yıkarken annen
Ya da beşiğini salladın kardeşinin
Gaz yoktu belki bu gecelik
Şişesi çatlamıştı lambanın
Karşılıksız kalacak sorularım demek

Ama vakti gelince senden öğreneceğim
Makarna verildiğini karneyle
Bulgaryadan gelen kömür motorlarının
Yanaştığını Kumkapı'ya
Kulağına kar suyu can toriklerin
Karaya vurduğunu Boğaz'da
Yaramasa da işimize, kahvenin
Kaça sürüldüğünü el altından
Yaz ortasında bulursun
Hasta için olduktan sonra
Limonun en sulusunu
Mahalle kırılırken uyuzdan
Sen taşırsın kukuçtu
Mısır Carşısı’ndan
Kursağına girmese de bulursun
Yumurtanın en tazesini

Her derdine koşarsın mahallenin
İnsaflısını verem doktorunun
Dişçinin en ucuzunu
Sen salık verirsin komşulara
Bildiklerin de vardı fazladan
Kalayla çivi üzerine
Biraz daha kurcalarsam
Dökersin içyüzünü nalburların

Benim bilgili becerikli çocuğum
Derse kalktığın zaman
Yüzünün kızarması neden
Üstte başta yok diye mi
Utanmak bize düşer çocuğum
Çalışmadığın içinse
Bildiklerin sana yeter
Notun önceden verilmiş
Bilmediğin şahıs zamirleri olsun


Rıfat Ilgaz

Sen Gidiyorsun

Sen gidiyorsun ya işine yetişmek için,
Saçlarını, gözlerini, ellerini
Neyin varsa toplayıp gidiyorsun ya,
Her seferinde birşey unutuyorsun, sıcak,
Termometrede yükselen çizgi çizgi.
Kimbilir nerelerde soğuyorsun...

Senin gözbebeklerin var ya, kadın kadın gülen
İnsan insan bakan gözbebeklerin,
Beni tutsa tutsa gözlerin tutar ayakta,
Beni yıksa yıksa gözbebeklerin yerle bir eder.

Ne gelirse onlardan gelir bana,
Çalışma gücü, yaşama direnci...
Mutluluk gibi kazanılması zor,
Mutluluk gibi yitirilmesi kolay.

Bir açarsın ki mutluyum,
Bir kaparsın herşey elimden gitmiş.


Rıfat Ilgaz

Sınıf

Bizim kadar Feyzi Hoca da
yaka silkerdi Kadıoğlu'ndan;
kime çekmiş derdi, bu yezit! ..
Öyle ya, iyi adamdı babası,
kapısı açıktı otuz Ramazan
memleketin ileri gelenlerine.
Alikıran, başkesendi sınıfta,
lâfı ağzımıza tıkar
zorla dinletirdi, ineklerinin
kaç kova süt verdiğini,
ve motorlarının Gülcemal'i
nasıl geçtiğini Çaltıburnu'nda.
Ve sen, gözünü budaktan esirgemeyen Halil'im
kıyı kıyı kaçardın Kadıoğlu'ndan
Yemek paydosunda bizden saklı
bir baş soğanı yoldaş ederdin
sacta pişmiş mısır ekmeğine.
Her salı
sergi açardın cami önünde,
tuz satar, yumurta toplardın
Gümrükçü'nün hesabına.
Biz aynı gün hesaplardık hocamızla
şu kadar bin liranın ne getirdiğini,
yüzde beşten şu kadar senede.

Ertesi gün karşımızda kıvırırdın
yarım ekmekle çarşı helvasını.
Benim yumruğuna sıkı Halil'im
çekerdin sineye Kadıoğlu'nun
yakası açılmadık küfürlerini;
tuhaf gelirdi uysallığın,
nerden bilecektim onların çiftliğinde
babanın yanaşma olduğunu.


Rıfat Ilgaz

Son Şiirim

Elim birine değsin,
Isıtayım üşüdüyse
Boşagitmesin son sıcaklığım!


Rıfat Ilgaz

Sularda Güneş Olmak

I

Kıyıda kum çakıl yosun. Gidenlerden
Boşuna değil martıların hırçınlığı
Köprülerin altından geçen sular var ya
Kürsülerde lâfını ettiğimiz
Biraz da köprülerin üstünden akmalı

II

Yeşilin sarıya dönüşü korkutmasın seni
Morarıp silinmesi maviliklerin
Kırmızının akıp gitmesi damarlarından
İşimiz kolay değil o denli
Kargaların içgüdüsel ölmezliğine inat
İnsanca ölebilmeli

III

Ne ilkyaz bulutlarında yıkanan
Bir mezar taşısın uzun ömürlü
Ne kış güneşinde silkinen selvisin
Bir mezarlık değilsin anıların gömüldüğü
Yeşilin bitkiselliğini sürdürmeye gelmedin

IV

En güzel sarılarda düşsel
Bir ayçiçeği güneşte tek başına
Bir de karanlık sularda güneş olmak
Bu daha güzel


Rıfat Ilgaz
(1973)

2 Ocak 2011 Pazar

Şiirde

Önce şiirde sevdim kavgayı
Özgürlüğü kelime kelime şiirde
Mısra mısra sevdim yaşamayı
Öfkeyi de sevinci de
Senin ışıklı günlerin
Benim iyimser dostlarım
Hepsi hepsi şiirde
Ne varsa yitirdiğim
Bütün bulduklarım şiirde
Kafiyeden önce gelen
Sevgilerimiz mi sade
Sürgün de var
Hapis de


Rıfat Ilgaz

Türkçesiz

Annenden öğrendiğinle yetinme
Çocuğum,Türkçe’ni geliştir.
Dilimiz öylesine güzel ki
Durgun göllerimizce duru,
Akar sularımızca coşkulu...
Ne var ki çocuğum,
Güzellik de bakım ister

Önce türkülerimizi öğren,
Seni büyüten ninnilerimizi belle,
Gidenlere yakılan ağıtları... Her sözün en güzeli Türkçe’mizde,
Diline takılanları ayıkla,
Yabancı sözcükleri at

Bak, devrim, ne güzel
Barış, ne güzel
Dayanışma, özgürlük... Hele bağımsızlık
En güzeli, sevgi
Sev Türkçe’ni, çocuğum,
Dilini sevenleri sev


Rıfat Ilgaz

Uyusun Da Büyüsün

Tüketme nefesini, maviş kızım,
Bildiğin Türkçe kıt gelir masallarıma.
Sözden sazdan anlamazsın,
Kuştan, yapraktan haberin yok.

Biz yaslılar neler de bilmeyiz,
Hele sen belle dilimizi.
Biliriz de güzel laf etmesini,
Çekiniriz konuşmaktan;
Yazmasını bilir, yazamayız,

Üzme beni yum gözlerini,
Uyutacak ninnilerim yok.
Türküler mi istersin benden,
Bağrı yanık memleket türküleri,
Ne arasın bizde o ses
Islıkla söylenir
Kaçak şarkılar mi istersin;
Bunlar size gelmez
Uykusunu kaçırır çocukların.

Sana hazır ninniler söylesem
Bahçeye kurdum desem salıncak,
İnanır mısın?
Ne bahçe var, ne de beşik...
Bir arabacık da mi istemezdi su asfalt?
Yorganın, yatağın iğreti,
Doğdun doğalı, ne oyun gördün,
Ne oyuncak!

Uyu benim maviş kızım.
Dem geçecek, devran geçecek,
Keloğlan murada erecek,
Sökülecek Has bahçenin çitleri
Ağlayan nar gülecek!


Rıfat Ilgaz

Vitrinler

Yekpare camların arkasında
Soğuğa yağmura karşı gülen
kalın paltolu mankenler...
Birbirinizi süzer tepeden tırnağa
Karşılıklı gülersiniz!
teki aylık kazancını geçen
bir çift ayakkabı karşısında,
kötü şeyler düşünmezsin, biçimine hayranlıktır duyduğun,
unutursun su içinde yüzen ayaklarını.

Böyle gitmez ya bu işler,
gün gelir bir baltaya sap olursun.
kapısının önünde süpürge salladığın
o kara gözlüyü istersin anasından.
Şimdiden güveylik gömleğin seçilmeli,
bir de kırmızı boyunbağı ister.
Belediye'ye gittiğiniz gün.
Geçmiyesin, o tatlı günlere dalıp da
bir düğün sofrası kadar yüklü
aşçı camekanlarını.
Kim ne derse desin,
bir tavuk kızartması karşısında yakılır,
son sigara


Rıfat Ilgaz

Yaz Geliyor

Hepimize geçmiş olsun,
atlattık bu kışı da burnumuz kanamadan.
Sıkıntımız kalmadı soğuktan yana.
Oduna, bundan sonra
çamaşırdan çamaşıra iş düşecek,
kömüre misafirden misafire…
Lüzum kalmadı tencerenin kaynamasına
açtı gözlerini güneşe soğanlar,
su yürüdü domateslere…
Artık kömürlüğün önünden geçmek
ne beni korkutacak ne oğlumu.
Bir türlü gözü doymayan sobamızı
hapsedeceğiz merdiven altına.
Çoluk çocuk sokaklara dökülecek,
söğüt dalından atına atlayan oğlum
fethedecek Aksaray'ı baştan başa.
Nerde görürse asılacak kuyruğuna
bizi bütün bir kış unutan
sütçü beygirinin
istediğimizi vermeyen mahalle bakkalının
korkarım indirecek camlarını.
Sonra arkasına düşecek
mahalleye şarkılarla giren
kiraz sepetlerinin!


Rıfat Ilgaz

Ziyaret Günü Notları

I

Bugün başlıyor asil çilesi,
Namus yüzünden on beş yıl giyen
Beşiktaşlı Ragıpın,
Bugün tuttu Adana’nın yolunu
İki çocuklu karisi;
Seyhan Bara kontratlı gidiyor.
Kaslar alindi, saçlar boyandı.
Roplar dikildi modaya uygun,
İki çocuk bırakıldı komşuya.
Nedir ki masrafı ikisinin,
Kazan ver postaya,
Altına döndü Çukurova'da başaklar
Parmaklığa dayamış alnını Ragıp'ım
Bekliyor karisini orta koğuşta
Olandan bitenden habersiz.


II

Öğretmeni tanımadan
Öğrendi polisi, jandarmayı,
Koltuğunda babasının çamaşır paketi
Köylü sigarası, üç paket,
Bu da kendi armağanı.
Ayıplasalar da mahallede yeridir
Böyle taşınmasını cezaevine,
Parmak kadar çocuğun.
Komşuya düşer dedikodusu elbet
Kitap yüzünden yatanın:
Böylesi hiç geçer mi gazeteye
Yıl 1944
Babasına bakarsan oralı değil,
Varsın diyor, su yolunda kirilsin
Bizim su testisi!
III

Gün görmüş oğlan şu Fikri,
Bilir nasıl karşılanır
3 numaradan Adalet.
Ne çıkar üstte yok, basta yoksa,
Konyalının ceketi yenicedir,
Temelin pabuçları biçimli.
Uğursuz derler Fatihlinin boyunbağına,
-Bir ayda üç hüküm yedi-
Böyle günde takılır elbet,
Açar çiçek gibi adamı.
Güler yüz, tatlı dil Fikrimden,
At elin, eyer emanet.

IV

Üç kuruş, beş kuruş
Harçlık gelir dışardan,
Esten, dosttan, akrabadan.
Yalnız Necati içerden çıkarır
Genç karisinin ekmek parasını.
Kalmadı elde avuçta,
Buraya düştü düşeli,
Bir gençliği kaldı para eder.
Söyle her ziyaret sonu
Beş liracık sıkıştırır eline;
Her seferinde mahcup,
Her seferinde kendinden iğrenir.

V

Ters yüzüne çevirdiler kapıdan
Tütündeki Seviyeyi.
Sarılacak kocasının boynuna
Neler anlatacaktı, neler!
Simdi düşünüyor kara, kara:
'İhtilattan men'de ne demek?
Gitti havaya gündelik,
Bir de gelip görememek!


Rıfat Ilgaz

1 Ocak 2011 Cumartesi

Köroğlu

Köroğlu'nun, bu ünlü halk yiğidinin, 24 kollu bir destan kahramanının yaşamı da kesinlikle belli değil. Çoğu söylencelere bağlı görünüyor.

Kimilerine göre, Köroğlu, 16. yüzyıldaki Celali ayaklanmalarında yer almış bir "eşkiya-kahraman"dır. Kimilerine göre, bir yeniçeri ozanıdır. 1577-1590 yıllarında İran-Osmanlı seferine katılmış, bu seferde büyük başarılar sağlayan Özemiroğlu Osman Paşa için söylediği iki şiirle de varlığını saptamıştır. Kimilerine göre, Köroğlu'nun asıl yurdu Anadolu değil, Horasan'dır. Celali'lerle bir ilgisi yoktur.

Bu görüşe göre, Köroğlu, Kun Yabguları soyundan gelme, Oğuznamelerde "Kara-Konak" diye gösterilen "Murat Boyları"nı Sasanlı İranlılara karşı korumuş bir ailedendir. Bu aile Arapçayı'nda ve Yukarı Aras boyunda da egemen olmuştur. Bu ailenin destanı, bütün Önasya Türklüğüne yayılmış Köroğlu destanları olarak yaşayagelmiştir.

Bütün söylencelerden, varsayımlardan çıkan sonuç şudur ki, Köroğlu, ister bir kişi olsun, ister ayrı ayrı birkaç kişi olsun, Türk halkı Köroğlu'nun kişiliğinde bir yiğitliği, halkı, yoksulu, ezileni koruyan bir savaşçıyı, çeşitli katkılarla simgelemiş, yüreğinde, belleğinde yaşatmıştır. Yaşatmayı da sürdürmektedir. 19. yüzyılda yetişmiş olan Dadaloğlu'nda da Köroğlu'nun yiğitliğinin etkilerini açık seçik görebilme olanakları vardır. Sevi şiirlerinde bile, bir yiğit tutum içinde görülen Köroğlu, Anadolu'nun ortak özleminin, duyarlılığının, yiğitlik duygusunun simgesi olarak ortaya çıkmaktadır.

Vitezslav Nezval

20. yüzyılın en önemli Çek şairlerinden olan Vitezslav Nezval, 26 Mayıs 1900'de Moravya'nın Biskoupoky köyünde doğdu. 6 Nisan 1958'de, Prag'da yaşamını yitirdi. Prag'da felsefe, hukuk ve edebiyat öğrenimi gören Nezval, Birinci Dünya Savaşı sonrasında "proleter şiir" hareketine katıldı. 1924'te Çekoslovakya Komünist Partisi'ne girdi. Ülkesinin Nazi işgali altında olduğu dönemde yurdunu terk etmedi ve bir süre tutuklu kaldı. 1934'de Birinci Sovyet Yazarları Kongresi'ne, 1935'te Paris'te Uluslararası Yazarlar Kongresi'ne katıldı. 1945'de ülkesinin özgürlüğe kavuşmasından sonra, Kültür Bakanlığı Sinema Sanatları Bölümü'nün başına getirildi. Şairliğinin yanı sıra besteci, çevirmen, fotoğrafçı, gazeteci, ressam, ve romancı olarak da ürünler verdi. 1920'den sonra yoğun bir şiirsel üretim sürecine giren Nezval, bu yıllarda ülkesinde Poetizm (şiircilik) akımının önde gelen isimlerinden biriydi. Bu akım, gerçekliğin, kendiliğinden şiire ve mutluluk duygusuna dönüşebileceğini savunuyordu. Gerçeküstücülüğü benimsemesine ve bu akımı ülkesine taşımasına karşın, gerçekçi şiirler yazıyordu. 1950'li yıllarda Nezval, gerek Avrupalı gerek dünyanın dört bir yanından aydınlarla biraraya geldi.1953'de ulusal sanatçı seçildi. 6 Nisan 1958'de, Prag'da yazmakta olduğu otobiyografisini tamamlayamadan öldü.

Bertolt Brecht

Bertolt Brecht, kısaca Bert Brecht. Asıl adı Eugen Berthold Friedrich Brecht (doğumu 10 Şubat 1898 Augsburg - ölümü 14 Ağustos 1956 Berlin) 20.yüzyılın en etkili Alman şairi, oyun yazarı ve tiyatro yönetmeni olarak nitelendirilir. Eserleri uluslararası alanda da saygı ile kabul görmüş ve ödüllendirilmiştir. Daha önce Erwin Piscator tarafından adı konulan epik tiyatronun, diğer bir deyişle "Diyalektik Tiyatro"’nun kurucusudur. Brecht kendisini (Walter Benjamin’e söylediği gibi) "Komünist" olarak tanımlar. 

Yaşam 

Çocukluğu ve Gençliği 

Eugen Berthold Friedrich Brecht 10 Şubat 1898'de Augsburg'da dünyaya geldi. Achern doğumlu olan babası Berthold Friedrich Brecht, daha sonra müdürü olduğu Haindlsch Kağıt Fabrikası’nda yönetici olarak çalışıyordu. Annesi Sophie Brecht, Brezing doğumluydu. Gençliğinde Eugen olarak tanınan Brecht, daha sonra Berthold veya Bertolt adını seçti. Annesi, gençliğinde utangaç ve kolay hastalanan Brecht’i sürekli kollamak zorundaydı. İlkokuldan sonra, 1908 – 1917 yılları arasında Peutinger lisesine gitti. Liseyi, savaş nedeni ile uygulamaya konulan, kolaylaştırılmış sınav sonucu bitirdi.

Savaş çığlıklarının atılmaya başladığı zaman, daha okulda iken Horatius’un "Dulce et decorum est pro patria mori" ("Anavatan için ölmek hoş ve onurludur") sözü üzerine yazdığı bir kompozisyonda ““Anavatan için ölmek hoş ve onurludur” sözü yalnızca boş kafalıların rağbet ettiği bir propaganda sloganıdır” cümlesi ile savaşa karşı tavrını net bir şekilde koymuştur. Bu nedenle okuldan atılmakla cezalandırılması gündeme gelmişti. Babasının hatırı ve din dersi öğretmeninin araya girmesi ile bu cezadan kurtuldu. 

Üniversite yılları 

1917 den 1918 e kadar Münih’deki Ludwig Maximilian Üniversitesi’nde doğa bilimi, tıp ve edebiyat okudu. 1918 yılında Augsburg askeri hastanesinde sıhhıye askeri olarak görevlendirilmesinden dolayı öğrenimini yarıda kesmek zorunda kaldı. 1919 yılında derslere girmemek için bir başvuru yaptı ve kabul edildi. Daha sonra da okul etkinliklerine çok nadir olarak katıldı. 29 Kasım 1921 yılında okuldan kaydı silindi. 1921-22 yıllarında Berlin felsefe fakültesine kayıtlıydı; fakat öğrenime başlamadı.

1916 yılında, büyük gençlik aşkı "Bi" diye çağırdığı, Paula Banholzer’le tanıştı. Bu ilişkiden 3 Nisan 1919 yılında oğlu Frank Banholzer, Kimratshofen’da dünyaya geldi. Çocuğa, Brecht’in çok önem verdiği şair Frank Wedekind’in adını verdiler. Küçük Frank ilk üç yılını Kimratshofen’de geçirdi. Sonraları değişimli olarak büyükanne, Brecht’in yeni sevgilileri Marianne Zoff ve Helene Weigel çocukla ilgilendiler. Brecht’in oğlu II. Dünya Savaşı ’nda diğer cephelerin yanı sıra doğu cephesinde görevlendirildi. Frank Banholzer 13 Kasım 1943 tarihinde Rusya Porchow’da, ordu sinemasına yapılan bir bombardıman sonucu öldü. 

Sürgün öncesi başarılar 

1920 yılında annesi vefat etti. Aynı yıl, çok değer verdiği, tanınmış kabaretist Karl Valentin’le tanıştı. Birlikte yaptıkları çalışmalar Brecht’in ilerideki başarılarını önemli ölçüde etkiledi. 1920 yılından itibaren tiyatrocularla ve edebiyatçılarla ilişkileri geliştirmek için sık sık Berlin’e gitti. Orada başkalarının yanı sıra, zaman zaman evini paylaştığı, Arnolt Bronnen’le tanıştı ve ismini Bertolt olarak değiştirdi. 1924 yılında Berlin’e yerleşti. Önceleri Max Rheinhardt’ın Berlin Alman Tiyatrosu’nda, Carl Zuckmayer’le birlikte dramaturg olarak, Münih Oda Tiyatrosu’nda da kendisi sahneye oyunlar koyarak çalıştı. Gecede Trampet Sesleri oyunu ile 1922 yılında Kleist Ödülü’nü aldı ve oyuncu ve opera sanatçısı Marianne Zoff ile evlendi. Bir yıl sonra 12 Mart’ta kızları Hane Hiob dünyaya geldi. Kısa bir zaman sonra da ileride evleneceği ve 1924 yılında, ikinci oğlu Stefan Brecht’i doğuran sevgili "Helli"'si Helene Weigel ile tanıştı. Üç yıl sonra Marianne Zoff’dan boşandı. Helene Weigel’le evlenmesinden sonra 1929 yılında kızı Barbara Brecht Schall dünyaya geldi.

1920'li yılların ikinci yarısında Brecht artık inançlı bir komünistti ve çalışmaları da politik amaçlarına uygun hale geliyordu. Hiçbir zaman Alman Komünist Partisi üyesi olmadı. Politik düşüncelerine paralel olarak 1926 yılından itibaren epik tiyatro da gelişiyordu. Peter Suhrkamp ile birlikte, 1930 yılında kaleme aldıkları Mahagony Şehrinin Yükselişi ve Düşüşü Operası İçin Notlar makalesi tiyatro teorisi ile ilgili çok önemli bir yazıdır. Kurt Weill ile birlikte yapılan müzikal drama çalışmaları, epik tiyatronun gelişmesine çok önemli katkılarda bulunmuştur.

Brecht, eserleri ile toplumsal yapıyı şeffaf hale getirmeyi, özellikle yapının değiştirilebileceğini göstermek istiyordu. Ona göre edebi metinler bir işe yaramak zorundaydı.

Brecht’in Marksist düşünceleri, gerek Karl Korsch, Fritz Sternberg ve Ernst Bloch gibi dogmatik olmayan parti dışı Marksistlerin, gerekse resmi komünist parti çizgisinin etkisi altındaydı. Bir dizi Marksist öğretiye dayalı oyunlar ortaya çıkmıştı. O yıllarda yazılan eserler Hegel ve Marx’ın eserlerinin etkisi altındaydı. 1927 yılında yayınlanan toplu şiirleri Bertolt Brecht’in Dua Kitabı (Bertolt Brechts Hauspostille) genelde o zamanlarda yazılan metinlerden oluşuyordu. 1928 yılında Brecht, Weimar Cumhuriyeti’nin tiyatrodaki en büyük başarılarından birisi olan, Kurt Weill’in müziklerini yaptığı Üç Kuruşluk Opera’nın, 31 Ağustos 1928 tarihinde yapılan ilk gösteriminin gururunu yaşadı.

Dünya çapında bir üne kavuşan ve bir çok tiyatroda sahnelenen oyun yanlış anlamaya kurban gitti. Toplumu eleştirmek için yazılan oyun, Brecht’i eleştirmek isteyenlerin işine yaradı. Başka araştırmacılar, özellikle 1928 yılında yazılan şekli ile oyunun toplumu eleştirmede fazla keskin olmayan bölümlerine vurgu yaparak yanlış anlaşılma tezini ortadan kaldırdılar. İlerideki gözden geçirmelerde Brecht, Üç Kuruşluk Opera filmi için yazılan; fakat prodüktörler tarafından reddedilen, senaryoda ve 1934 yılında yazdığı Üç Kuruşluk Roman’da eleştiri dozunu arttırdı.

1928 yılında, oyunları ve şarkıları için önemli bir besteci olacak olan Hanns Eisler ile tanıştı. Bu tanışmadan iyi bir dostluk ortaya çıktı ve ikisi 20. yüzyılın en önemli şair – besteci çiftini oluşturdular. 

Sürgünde yaşam 

1933 yılının başlarında Tedbir (Die Maßnahme) adlı oyun polis tarafından yasaklandı. Düzenleyiciler vatana ihanetten mahkemeye verildiler. 28 Şubat günü, Reichstag yangını’ndan bir gün sonra Brecht, ailesi ve arkadaşları ile birlikte, Berlin’i terk etti ve Prag, Viyana ve Zürih üzerinden, yazar Karin Michaelis’in davetine uyarak, beş yıl kalacağı Danimarka Fünen’deki Skovsbostrand’a kaçtı. Aynı yılın Mayıs ayında Brecht’in eserleri naziler tarafından yakıldı. 1935 yılında vatandaşlıktan çıkarıldı.
1938 yılında Galilei’nin Yaşamı yazıldı. Oyun yazmanın dışında Brecht, Prag, Paris ve Amsterdam’daki çeşitli sürgün gazetelerine de makaleler yazıyordu. 1939 yılında Danimarka’yı terk etti. Stockholm yakınlarındaki bir çiftlik evinde bir yıl yaşadı ve 1940 yılı Nisan ayında Helsinki’ye geçti. Brecht sürgünde hükümeti, devleti ve toplumu hiçbir zaman açıkça eleştirmedi. Alttan alta, dozunda ve kendi inançlarına zarar vermeden eleştirdi. Ailesi ile birlikte yaz boyunca kalmak üzere, Finlandiya’lı yazar Hella Wuolijoki’nin daveti üzerine gittiği Marlebäck’da, Wuolijokis’in metinlerine dayanarak Bay Puntilla ile Uşağı Matti’yi yazdı. 1941 yılında Moskova üzerinden Trans Sibirya Ekspresi ile Wladiwostok’a, oradan da Sovyetler Birliği’nin doğusundan gemi ile, Hollywood yakınlarındaki Santa Monica’da yaşayacağı Kaliforniya’ya gitti. Senarist olarak çalışmak istedi ise de, o iş olmadı. Politik işler yapması olanaksızdı. Kendisini "Öğrencileri olmayan bir öğretmen" olarak nitelendiriyordu. Daha sonra Amerika’daki sürgün yıllarında yaptığı tek tiyatro çalışmasında başrolü oynayacak olan Charles Laughton ile birlikte, ilk gösterimi 9 Eylül 1943 de Zürih Tiyatro Evi’nde gerçekleşen, Galilei’nin Yaşamı’nı çevirdi.

ABD’de Komünist Parti üyesi olmakla suçlandı ve 30 Ekim 1947 tarihinde "Amerika'ya Karşı Etkinlikleri Soruşturma Komisyonu" tarafından sorgulandı. Komünist partiye üye olup olmadığı veya halen partiye üye mi olduğu sorusuna Brecht hayır cevabını verdi ve devam ederek Almanya’da da komünist parti üyesi olmadığını söyledi. Bir gün sonra, New York’da Galilei’nin Yaşamı oyununun galası oynarken, Paris üzerinden Zürih’e geçti. Kendisini kabul eden tek ülke olması nedeni ile İsviçre’de bir yıl kaldı. Batı Almanya’ya girmesine izin verilmedi. Şubat 1948 tarihinde Sofokles’in Antigonu oyunu İsviçre’de Chur Devlet Tiyatrosu’nda ilk gösterimini gerçekleştirdi. 12 Ekim 1950 tarihinde Brecht ve Weigel Avusturya vatandaşlığına kabul edildiler. Aynı ay içerisinde Brecht’in uzun yıllar birlikte çalıştığı arkadaşı Kurt Weill New York’da öldü. 

Berlin’e dönüş 

Ortamın değerlendirilmesi

Savaştan hemen sonra arkadaşları Brecht’e, Almanya’ya dönmesi ve oyunlarını kendisi sahneye koyması için baskı yapıyorlardı. Ama o bekliyor ve ortamı değerlendiriyordu. Sovyetler Birliği tarafında kalan bölgede, 1948 yılında, bir çok tiyatronun açılması ve Berlin Halk Sahnesi’nin yenilenmesi de bitince Ekim 1948 de Brecht, Alman Demokratik Cumhuriyeti Kültür Birliği’nin daveti ile, Zürih’den Salzburg ve Prag üzerinden Berlin’e doğru gitmek üzere yola çıktı. Batı tarafında kalan bölgeden geçmesi hala yasaktı. Berlin’e gelir gelmez hemen önemli sanatçılar ve yöneticilerle ilişki kurdu. Brecht’in çalışmalarına çok değer veren Alexander Dymschitz Sovyet askeri idaresinin başındaydı ve Brecht’in yapacaklarına olumlu bakıyordu. Politik kararlarına çok güvendiği Jacob Walcher ile tekrar buluşması, politik tartışmalar için bir uzmanla karşılaşması Brecht’i çok mutlu etmişti. Brecht önceleri kamuoyuna politik açıklamalar yapmaktan kaçındı. Bekledi ve izledi. Dönüşümün itici gücünün işçi sınıfından değil de yukarıdan geldiğini tespit etmişti. Berlin’deki ilk yıllarında, Brecht daha tam anlamıyla kabul görmemişken, yayıncılarla pazarlıklar gündeme geldi. Biraz bekledikten sonra yayın işlerini düzene soktu: Peter Suhrkamp tarafından, Denemeler (Versuche) ve Toplu Eserler (Gesammelten Werke) yayınlanacak ve lisans sahibi, Alman Demokratik Cumhuriyeti – Aufbau Yayınevi olacaktı. Sahne oyunlarının hakları Basel’daki Reiss Yayınevinde kalacaktı. Aufbau Yayınevi Brecht’in şiirleri ile de ilgileniyordu.
Brecht için önemli olan tekrar tiyatroda çalışmaktı. Wolfgang Langhoff’un, Alman Tiyatrosu’nda kendi eserlerini sahneleme teklifini hemen kabul etti. Böylece Berlin’li arkadaşlarının, sanatçıları bir Berlin Tiyatrosu’nda toplama amacına da ulaşıyordu. Erich Engel’in, 1949 yılında Berlin’e gelmesi ile birlikte Brecht hemen Cesaret Ana ve Çocukları oyununu sahnelemeye başladı. Oyunun ilk gösterimi, Brecht, Engel ve başrol oyuncusu Weigel için görülmemiş bir başarıydı. Oyun bir taraftan basında övülürken, diğer taraftan ileride, kültür sorumluları ile ortaya çıkacak olan çatışmaların da başlangıcını oluşturuyordu. Jdanov ’un 1948 yılında Sovyetler Birliği’nde başlattığı, biçim tartışmalarının Almanya Demokratik Cumhuriyeti sanat ve kültür çalışmalarına da yansıması umudu ile, halka yabancı kültür çöküşü gibi, soru işaretleri ile dolu kavramlar açıkça kamuoyu önüne çıkarılıyordu.

Kalan işlerini düzene sokmak ve Berlin’deki yeni çalışmaları için oyuncu ayarlamak üzere Zürih’e geldikten kısa bir süre sonra, Paris komünü tarihi üzerine kapsamlı çalışmalar yaptı. Norveçli yazar Nordhal Grieg’in "Bozgun" isimli oyunundan esinlenerek yazdığı "Komün Günleri" oyununun metinleri Nisan 1949’da bitmişti; fakat Brecht sonuçtan çok memnun kalmadığı için oyunun sahnelenmesini ileri bir tarihe attı. 24 Mayıs 1949 tarihinde Zürih’den ayrıldığında, diğerlerinin yanı sıra, Therese Giehse, Benno Besson ve Teo Otto ile sözleşmeler yapmıştı. 

Kendi tiyatrosu

Brecht’in İsviçre’de bulunduğu süre içerisinde, Helene Weigel, Brecht’in kendi tiyatrosunun kurulması için gerekli altyapı çalışmalarına başlamıştı. Bu girişim, Wilhelm Pieck, Otto Grotewohl ve Sovyet askeri idaresi yöneticisi Alexander Dymschitz tarafından güçlü bir şekilde desteklendi. Almanya Birleşik Sosyalist Partisi’nin (SED) Politbürosu "Helene Weigel Ensemble"’si kurulması için 29.Nisan.1949 tarihinde gerekli mercilere, 1 Eylül 1949’da oyun çalışmalarına başlama yetkisi ile, bilgi vermişti.


Helene Weigel’in tiyatro yöneticisi olması Brecht’in yararınaydı. Bir yandan bürokrasi ile uğraşmayacaktı, diğer yandan da Weigel’in onu kendi hırsları nedeni ile uzlaşmalara zorlamayacağından emindi. İlk yıllarda kadro, sürgündeki oyuncular ve yönetmenlerle yurt içindeki genç yeteneklerden oluşuyordu; fakat Soğuk savaş bu alanda da etkili olmaya başladı. Sözler yerine getirilmemeye başladı. Brecht’in beklediği Peter Lorre gibi sanatçılar Berlin’e gelmediler. Teo Otto gibi biçim açısından anlaşamadığı sanatçılar birlikte çalışmayı sonlandırdılar. 

ADC’deki tiyatro çalışmaları

1949 yılında ADC’nin kurulması ile birlikte bir Sanat Akademisi kurulması da gündeme geldiğinde, Brecht kendi düşüncelerini burada hayata geçirmeyi denedi. "Akademi kesinlikle üretici olmalı, temsili kalmamalı" diyordu. 1950 yılında Alman Sanat Akademisi'ni diğer sanatçılar ve aydınlarla birlikte kurdu. Usta oyuncular konusunu da gündeme getirmişti. Brecht daha adı konmamış Berliner Ensemble’da, Benno Besson, Peter Palitzsch, Egon Monk ve diğer öğrencilerle çok sık bir arada olmaktan hoşlanıyordu. 1950 yılının başlarında, hayatı boyunca sempati duyduğu şair Jakob Michael Reinhold Lenz’in Lala (Der Hofmeister) oyununu yeniden yazdı. 15 Nisan 1950 tarihinde yapılan gala, ensemblenin, Brecht’in yaşadığı zamanlarda gördüğü en büyük başarısıydı ve bu oyunla birlikte Brecht, ilk defa kamuoyu tarafından yönetmen olarak da kabul görüyordu. 1950’li yılların başında SED ilkesel temel kararlar aldı. Buna göre Sosyalizm’in inşası en temel görev oldu. Aynı zamanda sanatta biçem tartışmaları da hız kazandı. Brecht bu konuda dikkatli davranıyordu ve teorik tartışmalara katılmıyordu. Daha çok kendi yolunda küçük adımlarla ilerliyordu. 1950/51 yıllarında, izleyicisinin kendisinden istediği Didaktik Tiyatro ile uğraşıyor, Ana oyununun yeniden sahnelenmesine hazırlanıyordu. Bu sahnelemeye yapılan, daha çok uyarı anlamına gelen lütufkar eleştiriler, bir kez daha Brecht’in özel bir konumda olduğunu ve ADC’de sanat çalışmalarının keyfine vardığını, açıkca gösteriyordu. Paul Dessau gibi diğer sanatçılar biçemle ilgili ithamları çok açık bir şekilde hissediyorlardı. 17 Mart 1951 yılında galası yapılan Lukullus’un Sorgulaması operası doğrudan tartışmaların içine girdi. Halk Eğitim Bakanlığı’nın kasıtlı olarak dağıttığı biletler yoluyla bir fiyaskonun organize edildiği çok açıktı. Plan başarısızlıkla sonuçlandı. Oyunla ilgili tartışmalara yüksek mevkilerdeki devlet adamlarının da karışmasına rağmen, Brecht çok dikkatli davrandı ve sürekli uzlaşma yolları aradı. 7 Ekim 1951 tarihinde Demokratik Alman Cumhuriyeti 1. Sınıf Devlet Ödülü’nü aldı. 1952 yılında, daha sonra da sıkça deneyeceği, oyunların önce Berlin dışında oynanması uygulamasına, Eski Faust’u (Urfaust) genç oyuncularla birlikte Potsdam’da sahneleyerek başladı. 2 Temmuz 1952 tarihinde Helene Weigel ile birlikte Buckow’da bir eve taşındı. Övünerek "Ben şimdi yeni bir sınıfa aitim. Kiracıların sınıfına" diyordu. Bu evde Eylül 1953 tarihine kadar Buckow Ağıtları şiirleri ve Turandot veya Aklayıcılar Kongresi oyunu üzerinde çalıştı. Bu zaman içerisinde, sürekli değişen sevgilileri ile sorunlar yaşadı. Helene Weigel geçici olarak Rheinhardstraße 1 numaraya, Brecht ise Chausseestraße 125 numaralı eve taşındı. Tiyatrodaki işlerini de ihmal etmeye başlayan uzatmalı sevgilisi Ruth Berlau da, Brecht için artık yük olmaya başlamıştı. 1953 yılında PEN Yazarlar Kulübü (Doğu – Batı) başkanı seçildi. 

Son yılları

Ocak 1954’te ADC Kültür Bakanlığı kuruldu ve Johannes R. Becher bakan oldu. Eski idari yapı ortadan kalkınca, sanatçılarla yöneticiler arasındaki gerginliklerde yok oldu. Biçem tartışmalarına son verildi. Brecht bu değişimi sevinçle karşıladı ve sanatçı arkadaşlarını bu yeni şansı kullanmak için çağırdı. Mart 1954’de Berliner Ensemble, Schiffbauerdamm Tiyatrosu’na taşındı. Aynı yıl Brecht Alman Sanat Akademisi Başkan Yardımcısı oldu. 18 Aralık 1954 tarihinde Halklararası Barış ve Anlaşma Stalin Ödülü’nü aldı. 1955 yılında, arka planda yükselen doğu batı yüzleşmelerinin yapıldığı, batı Berlin’deki tartışma akşamlarına katılıyor, Savaş Alfabesi’ni yayınlamakla uğraşıyor ve bunlara paralel olarak tiyatrosunun yöneticilerine yeni oyunlar için fikirler veriyor, planlar yaptırıyordu. Yaşamının son zamanlarında Brecht çok çalışıyordu. Her yıl iki oyun sahneye koyuyor, tiyatronun diğer yönetmenlerinin sahneye koyduğu oyunların hemen hemen tümünde görev alıyor, onlara yardımcı oluyor ve yazarlık işinin her türlüsünde ürün veriyordu. 1954 ve 1955 yıllarında Paris’te iki oyun oynadılar ve uluslarararası bir tiyatro haline geldiler. 1955 yılında katıldıkları Paris Festivali’nde Kafkas Tebeşir Dairesi oyunu ile ödül kazandılar. Bu muhteşem başarı tiyatro yöneticilerini harekete geçirmişti: Brecht, hiçbir risk almaksızın sahnelenebilir. 

Ölüm

1956 yılının Mayıs ayında Brecht grip oldu ve Berlin’deki Charité hastanesine yatırıldı. Dinlenmek için 1956 yazını Berlin’e 50 km uzaklıktaki Schermützelsee gölünde geçirdi. 12 Ağustos 1956 günü kalpkrizi geçirdi. 14 Ağustos 1956 günü saat 23:30 da Berlin’de, bugün Brecht Evi olan Chausseestraße 125 numarada öldü. 17.Ağustos günü çok büyük bir kalabalığın, çok sayıda politikacıların ve kültür camiasından sanatçıların katılımı ile toprağa verildi. Törende hiçbir konuşma yapılmadı. Mezarı, 1971 yılında ölen eşi Helene Weigel’in mezarı ile birlikte Dorotheenstadt mezarlığında yan yanadır ve onur mezarı statüsündedir. 

Çalışmalar 

Oyunlar

Brecht, oyunlarını genelde sahnelemelerinden etkilenerek biçimlendiriyordu. Böylece basılı metinler, en azından sürgünden önceki zamanlardaki sahnelemelere göre ortaya çıkıyordu. Bu deneyimler metinlere yansıyordu. Brecht, 1918 – 1933 yılları arasında sahnenin sağladığı olanaklar çerçevesinde çeşitli sanatsal deneyler yaptı. Almanya’yı terk etmek zorunda kaldıktan sonra bu tutumunu değiştirdi. Bazı istisnalar dışında sahnelenip sahnelenmeyeceğine bakmaksızın sadece üretiyordu. "İkinci Dönem" olarak adlandırılan bu evrede Brecht kendi tarzını, "Epik Tiyatro"’sunu oluşturdu. Oyunlarının yeniden elden geçirilmesi gündemdeydi. Brecht, değişen politik koşulları oyunlarına yansıtıyordu. Burada Galilei’nin Yaşamı’nın Amerikan versiyonu, gerek başrol oyuncusu Charles Laughton’un replik ve sahne yetenekleri, gerekse II. Dünya Savaşı’nda atılan Amerikan atom bombasının yarattığı, topluma karşı bilim adamlarının sorumluluğu sorusunun ertelenmesi açısından, örnek olarak gösterilebilir. Savaştan sonra Avrupa’ya döndüğünde, diğer yazarların eserlerinin de üzerinde çalıştığı tiyatro çalışmalarına ağırlık verdi.

Brecht, 48 oyun ve yedi tanesi oynanabilir durumda olan yaklaşık 50 oyun taslağı yazdı. Küçük işlerin dışında Baal Brecht’in ilk oyunuydu. Bunu 1919’da, eleştirel bir oyun olan Gecede Trampet Sesleri oyunu izledi. En büyük başarısı, Üç Kuruşluk Opera 1928 yılında ortaya çıktı. Kurt Weill’in müziği olmasaydı bu başarı elde edilemezdi. 1930 yılında Mahagonny Şehrinin Yükselişi ve Çöküşü oyunu Leipzig’de izleyicilerin karşısına çıktığında, büyük bir ihtimalle politik karşıtlarının kışkırtmaları sonucu yapılan ayaklanma benzeri gösteriler yüzünden, Almanya’nın en büyük tiyatro skandallarından birisi ortaya çıktı. Brecht’in sürgündeki oyunları klasik "tiyatro kurumu" çerçevesinin dışına çıkmazken, operaları ve öğretici oyunları avangard olarak değerlendirilir.
Elisabeth Hauptman, Brecht’in, oyun yazmak için "Karşısında canlı ve onunla birlikte çalışan" birisine ihtiyaç duyduğunu söyler. Brecht’in talebesi Manfred Wekwerth de şairin, biryerlerde bir şeyler bulduğunda, onu değiştirmek ve yeniden yaratmakta usta olduğunu biliyordu. "O’nun için önemli olan bir şeyler yapmak değil, başka bir şeyler yapmaktı". Talebeleri ile birlikte çalışmak ve çok sıkı bir işbirliği yapmak, aslında kendisi olaya hakim olan Brecht için olağan bir durumdu her zaman. Bu çalışma tarzı nedeniyle, Brecht’in ölümünden sonra birkaç efsane ortaya çıkmıştı. Diğer taraftan Brecht modern tiyatronun sunduğu tüm olanakları oyunlarının tasarımında kullanıyordu. Burada da bu işin uzmanlarından yardım alıyordu. 

Şiirler

Çok sık alıntı yapılan 400 (Dörtyüz) Genç Şair Üzerine Kısa Bir Rapor (Kurzer Bericht über 400 (vierhundert) junge Lyriker) başlıklı yazısında Brecht, bir şiirin “Kullanım Değeri” olması gerektiği üzerine, görüşlerini açıklıyordu. “[..] Bu tür sadece lirikten ibaret ürünler abartılıyor. Bu ürünler bir düşüncenin ya da yabancılar için de yararlı olan duyguların asıl jestlerinden çok uzaklaşıyorlar.”. Bir şiire yüklediği bu düşünceleri ve belgesel değerleri, yazdığı tüm şiirlerine yansıttı. Brecht’in şiirleri olağanüstü kapsamlıydı. Großen kommentierten Berliner und Frankfurter Ausgabe kitabında, bazıları değişik versiyonlarda yazılmış, yaklaşık 2300 şiir vardı. Açıkca görülüyor ki, Brecht için her önemli olay ve düşüncelerin şiir formunda yansıtılması bir gereksinmeydi. Ölümünden kısa bir süre önce bile yirmi yeni şiir yazmıştı. Şiirlerin formları da olağanüstüydü. Şiirleri, kafiyesiz metinlerden, çift kafiyeli klasik destanlara kadar uzanan bir çeşitliliğe sahipti. 

Eserleri 

Oyunlar

Oyun Yazıldığı Yıl İlk Yayınlandığı Yıl İlk Gösterim Tarihi
İncil 3 sahnelik bir oyun (Die Bibel. Drama in 3 Scenen) 1913 1914 Augsburg’da yayınlanan Die Ernte isimli okul dergisi
Baal 1918 1922 8.Aralık.1923 Leipzig
Gecede Trampet Sesleri (Trommeln in der Nacht) 1919 1922 Kiepenheuer 29 Eylül 1922 Münih
Düğün. Küçük Burjuva Düğünü olarak da adlandırılır. (Die Hochzeit, auch Die Kleinbürgerhochzeit) 1919
11 Aralık 1926 Frankfurt/M
Şeytan Kovma (Er treibt einen Teufel aus) 1919 1966 Suhrkamp 3 Ekim 1975 Basel
Karanlıkta Işık (Lux in Tenebris)  1919

Dilenci veya Ölü Köpek (Der Bettler oder Der tote Hund)  1919

Balık Avı (Der Fischzug) 1919

Ova (Prärie) 1919 1989 Suhrkamp, GBA 1994 Rostock
Kentlerin Vahşi Ormanında (Im Dickicht der Städte) 1921 1927 Propyläen 9 Mayıs 1923 Münih
İngiltere’li İkinci Eduard’ın Yaşamı (Leben Eduards des Zweiten von England) 1923 1924 Kiepenheuer 18 Mart 1924 Münih
Anibal (Hannibal) 1922

Adam Adamdır (Mann ist Mann)  [1918]–1926 1927 Propyläen 25 Eylül 1926 Darmstadt ve Düsseldorf
Egoist Johann Fatzer’in Çöküşü (Untergang des Egoisten Johann Fatzer) 1926–1930
1978 Hamburg
Jae Chicago Kasabı (Jae Fleischhacker in Chicago) 1924–1929

Mahagonny 1927 1927 17.Temmuz.1927 Baden-Baden
Mahagonny Şehrinin Yükselişi ve Çöküşü (Aufstieg und Fall der Stadt Mahagonny) 1927 - 1929 1929 9 Mart 1930 Leipzig
Üç Kuruşluk Opera (Die Dreigroschenoper) 1928 1928 31.Ağustos.1928 Berlin
Lindberg’in Uçuşu (Der Flug der Lindberghs - Ozeanflug) 1928 1929 Uhu 17 Temmuz 1929 Baden-Baden Radyo şarkısı olarak
Kabullenmenin Baden Öğretisi (Das Badener Lehrstück vom Einverständnis) 1929
1929 Baden-Baden
Evet diyenle Hayır diyen (Der Jasager. Der Neinsager) 1929–1930 1930 23 Temmuz 1930 Berlin
Tedbir (Die Maßnahme) 1930 1930 13-14 Aralık 1930 Berlin
Mezbahaların Kutsal johannası (Die heilige Johanna der Schlachthöfe) 1929 1931 30 Nisan 1959 Hamburg
Ekmekçi Dükkanı (Der Brotladen) 1929–1930
1967 Berlin
Kural Dışı Kural (Die Ausnahme und die Regel) 1931 1937 Moskau 1. Mai 1938 Givath Chajim
Ana (Die Mutter) 1931 1933 17 Ocak 1932 Berlin
Yuvarlak Kafalar Sivri Kafalar (Die Rundköpfe und die Spitzköpfe) 1932–1936 1932 4 Kasım 1936 Kopenhagen
Küçük Burjuvanın Yedi Ölümcül Günahı (Die sieben Todsünden der Kleinbürger) 1933
7 Haziran 1933 Paris
Jakob Gehherda’nın Gerçek Yaşamı (Das wirkliche Leben des Jakob Gehherda) 1935

Horasyalılar Kuriasyalılar (Die Horatier und die Kuriatier)  1935 1936 Moskova 26 Nisan 1958 Halle/S
Carrar Ananın Silahları (Die Gewehre der Frau Carrar)  1936–1937 1937 Londra 16 Ekim 1937 Paris
Goliath 1937

III.Reich’in Korku ve Sefaleti (Furcht und Elend des Dritten Reiches) 1937–1938 1938 Moskova 21 Mayıs 1938 Paris
Galilei’nin Yaşamı (Leben des Galilei) 1938–1939 1948 Suhrkamp 9 Eylül 1943 Zürich
Dansen 1939

Demirler Kaç Para? (Was kostet das Eisen?) 1939
14 Ağustos 1939 Tollare Stokholm
Cesaret Ana ve Çocukları (Mutter Courage und ihre Kinder) 1939 1941 19 Nisan 1941 Zürich
Lukullus’un Sorgulaması (Das Verhör des Lukullus) (Radyo skeci) 1939 1940 Moskova 1940 Beromünster Radyosu (Opera 19 Mart-12 Ekim 1951 Berlin)
Sezuan’ın İyi İnsanı (Der gute Mensch von Sezuan) 1939 1953 4 Şubat 1943 Zürich
Puntila Ağa ile Uşağı Matti (Herr Puntila und sein Knecht Matti) 1940 1948? 1950 Deneme (Versuche) 5 Haziran 1948 Zürich
Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi (Der aufhaltsame Aufstieg des Arturo Ui) 1941 1957 10 Kasım 1958 Stuttgart
Simone Machard’ın Yüzleri (Die Gesichte der Simone Machard) 1941 1956 8 Mart 1957 Frankfurt/M
Şvayk İkinci Dünya Savaşında (Schweyk im Zweiten Weltkrieg) 1943 1947 Uhlemspiegel 17 Ocak 1957 Varşova
The Duchess of Malfi ( John Webster’dan uyarlama ) 1943
15.Ekim.1946 New York
Kafkas Tebeşir Dairesi (Der kaukasische Kreidekreis) 1944 1949 Mayıs 1948 USA 23 Mayıs 1951 Göteborg
Uyarlama Sophokles – Antigone 1947
15.Şubat.1948 Chur
Komün Günleri (Die Tage der Commune) 1949 1957 1956 Karl Marx Şehri
Uyarlama Jakob Michael Reinhold Lenz – Lala (Der Hofmeister) 1949 1951 15 Nisan 1950 Berlin
Uyarlama Gerhart Hauptmann – Kunduz Kürkü ve Kızıl Horoz (Biberpelz und roter Hahn) 1950
24 Mart 1951 Berlin
Uyarlama William Shakespeare – Coriolanus 1951–1955 1959 Suhrkamp 22 Eylül 1962 Frankfurt/M
Uyarlama Anna Seghers – Jan Darc Davası Rouen 1431 (Der Prozess der Jeanne d'Arc in Rouen 1431) 1952
1952 Berlin
Turandot veya Aklayıcılar Kongresi (Turandot oder Der Kongreß der Weißwäscher) 1953 1967 5 Şubat 1969 Zürich
Uyarlama Moliere – Don Juan 1952
1952 Rostock
Davullar ve Trompetler (Pauken und Trompeten) (George Farquhar’dan uyarlama) 1954? 1959 Suhrkamp 9 Eylül 1955

Şiirler

Şiir kitapları
Sıra No Şiir Derlemeleri Şiir Sayısı Yazıldığı Yıl İlk Basıldığı Yıl Yeniden Düzenlendiği Tarih
1. Bert Brecht ve Arkadaşlarının İcra Edilmeye Uygun Şarkıları (Lieder zur Klampfe von Bert Brecht und seinen Freunden) 7 (8) 1918 1988 GBA
2. Kasideler (Psalmen) 19 (23) 1920 1960 1922
3. Bertolt Brecht’in Dua Kitabı (Bertolt Brechts Hauspostille) 48 (52) 1916–1925 1926 Kiepenheuer PD (Özel Basım) 1937, 1956
4. Augsburg Soneleri (Die Augsburger Sonette) 13 1925–1927 1982
5. Üç Kuruşluk Opera’nın Şarkıları (Die Songs der Dreigroschenoper) 17 (20) 1924–1928 1928 Kiepenheuer 1937, 1946-48
6. Şehirde Oturanların Okuma Kitabından (Aus dem Lesebuch für Städtebewohner) 10 (21) 1926–1927 1930 Denemelerde (in Versuche) 1938
7. Devrim Hikayeleri (Geschichten aus der Revolution) 2 1929–1931 1933 Denemelerde (in Versuche)
8. Soneler (Sonette) 12 (13) 1932–1934 1951, 1960, 1982
9. İngiliz Soneleri (Englische Sonette) 3 1934

10. Koro için Şarkı Sözleri (Lieder Gedichte Chöre) 34 (38) 1918–1933 1934 Editions du Carrefour
11. Hitler – Koro Şarkıları (Hitler-Choräle) 4 1933 Koro için Şarkı Sözleri kitabı içinde bulunmaktadır (in Lieder Gedichte Chöre enthalten)
12. Çin Şiirleri (Chinesische Gedichte) 15 1938–1949

13. Çalışmalar (Studien) 8 1934–1940 1951 Denemelerde (in Versuche)
14. Svendborg Şiirleri (Svendborger Gedichte) 93 (108) 1934–1938 1939
15. Margarete Steffin Şiirleri (Steffinsche Sammlung) 23 (29) 1939–1940 1948 Aufbau 1942, 1948
16. Hollywood Ağıtları (Hollywoodelegien) 9 1942 1988 GBA
17. Sürgün Şiirleri (Gedichte im Exil) 17 1936–1944 1988 GBA 1949, 1951
18. Savaş Alfabesi (Kriegsfibel) 69 (86) 1940–1945 1955 Eulenspiegel 1944, 1954
19. Alman Taşlamaları (Deutsche Satiren) 3 1945 1988 GBA
20. Çocuk Şarkıları/Yeni Çocuk Şarkıları (Kinderlieder/neue Kinderlieder) 9/8 1950 1953 Aufbau 1952
21. Buckow Ağıtları (Buckower Elegien) 23 1953 1964
22. Bakır Alımı Oyunu Şiirleri (Gedichte aus dem Messingkauf) 7 1935–1952 1953 Denemelerde (in Versuche)