Şiir, Sadece: Arthur Rimbaud
Arthur Rimbaud etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Arthur Rimbaud etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Haziran 2017 Cuma

Sesliler

A kara, E ak, İ al, U yeşil, O mavi: sesliler,
Diyeceğim bir gün gizli doğumlarınızı da;
Karanlık koylara, kara sineklere benzer A,
O amansız pis kokular üstünde fır dönerler,

Kır çiçeği, buhar, çadır beyazlığında E'ler,
Benzer dik buzullar mızrağına, ak krallara;
Gülüşüne, İ, o güzelim, kızıl dudakların, kana,
O pişman sarhoşluklar içindeki, o öfkeler;

Çevreler U, yeşil denizlerin çalkantısı,
Sessizliği onca otlakların, yüz kırışıklıklarının
Bastığı simyanın geniş alınlara damgasını;

Kutsal Borazan O, yaban çığlıklar, gürültüler,
Meleklerden, acunlardan geçmiş sessizlikler:
- Sen ey Omega, ey o mor ışını Gözlerinin!


Arthur Rimbaud
Çeviren: İlhan Berk

26 Kasım 2016 Cumartesi

Tufandan Sonra

Tufan anısı yatışır yatışmaz,
Bir tavşan, evliya otları, kıpır kıpır çan çiçekleri içinde
durdu, gökkuşağına yakardı örümceğin ağları arasından.
O güzelim taşlar, saklanan - bakıp duran çiçekleri daha şimdiden.
Pis ana sokakta kasap tezgahları kuruldu; bakır oymalarda gibi
yukarıya kat kat yığılmış denize çektiler kayıkları.
Kan aktı. Mavi Sakal'ın orda, -Tanrının mührüyle camları
sararttığı
cambazhanelerde, mezbahalarda, Süt ve kan aktılar.
Kunduzlar yuva kurdu hep. "Fincanlar" tüttü kahvehanelerde.
Daha suları damlayan büyük cam evde eşsiz görüntülere baktı
yaslı çocuklar.
Bir kapı çarptı; köy alanında çocuk savurdu kollarını şakır
şakır sağanak altında, - fırıldaklar ve çan kuleleri tepesinde
bütün yel horozları oyunu anladılar.
Bayan Alplere bir piyano yerleştirdi. Ayin ve ilk "bağlaşım"lar
yüz binlerce sunağında kutlandı katedral'in.
Kervanlar yola düzüldü. Allak bullak olmuş kutup gecesiyle
buzlar içinde kuruldu Splandid - Otel.
O günden beri, kekik çöllerinde cıvıldaşan çakalları işitti
ay - ve tahta kunduralı çoban şiirlerini, meyve bahçelerinde
gıcırdayan. Sonra tomurcuklanmış, mor ulu ormanda Eucharis
baharın geldiğini söyledi bana.
Fışkır, ey göl; köpük, köprülerden ak, ormanlar üzerinden aş;
-karaçuhalar, erganunlar, şimşekler, gök gürültüleri, yükselin,
yürüyün; -sular ve hüzünler, yükselin, getirin tufanları yeniden.
Çünkü onlar dağılan bir can sıkıntısı ki ... -Ah güzelim taşlar,
gömülen; o açılmış çiçekler! - Ve Ece, gömleği içinde korları
ateşleyen Büyücü Kadın bildiğini hiçbir zaman anlatmak
istemeyecek bize.


Arthur Rimbaud
Çeviren: Can Alkor

Sayıklamalar II Söz Büyücülüğü

II. Söz Büyücülüğü


     Dinleyin beni! İşte çılgınlıklarımdan birinin öyküsü.
     Bütün olası görünümleri nicedir elimde bulundurmakla böbürleniyordum
ve gülünç buluyordum çağcıl resim ve şiirin ünlülerini.
     Seviyorum saçma sapan resimleri, kapı aynalıklarını, dekorları, resimle
cambaz perdelerini, dükkan tabelalarını, halk bezemelerini; modası
geçmiş yazını, kilise Latincesini, yazımı bozuk sevisel kitapları, eski
operaları, budala nakaratları, yapmacıksız düzünleri.
     Seferler düşlüyordum, öyküsü yazılmamış keşif yolculuklarını, hırgürsüz
cumhuriyetleri, bastırılmış din savaşlarını, töre devrimlerini, ırkların ve
anakaraların yer değiştirmelerini; inanıyordum bütün büyülere.
     Rengini buldum seslilerin!-A kara, Ö ak, I kırmızı, O mavi, O yeşil.
     -Saptadım her sessizin biçim ve devinimini ve içgüdüsel düzünlerle,
ergeç bütün duyulara ulaşabilecek bir şiirsel dil bulmakla gururlandım.
     Saklı tutuyordum çeviri hakkını.
     Bir denemeydi bu başlangıçta. Sessizlikleri, geceleri yazıyordum,
dile sığmazı not ediyordum. Kayda geçirdim başdönmelerini.

***

     Şiirsel eskiliklerin önemli bir payı vardı söz büyücülüğümde.
     Alıştım basit sanrıya: bir fabrikanın yerine bir cami görüyordum
düpedüz, meleklerin yaptığı bir davul okulu, gökyüzünün yollarında
faytonlar, bir salon bir gölün dibinde; canavarlar, gizli dinsel törenler;
büyük korkular dikiyordu önüme bir vodvil adı.
     Sonra büyülü safsatalarımı sözcüklerin sanrısıyla açıkladım!
     Kutsal buldum sonunda usumun düzensizliğini. Aylaktım, kurbanıydım
bir yüksek ateşin: imreniyordum mutluluğuna hayvanların, -
vaftizsiz ölen bebeler cennetinin masumluğunu simgeleyen tırtılların,
erdenlik uykusunu köstebeklerin!
     Hırçınlaşıyordu kişiliğim. Hoşça kal diyordum dünyaya bir tür romanslarda.
     Çölü sevdim, yanık meyve bahçelerini, rengi atmış dükkanları, ılımış
içkileri. Ayaklarımı sürüyerek yürüyordum pis kokulu daracık sokaklarda 
ve gözlerim kapalı karşı karşıya bırakıyordum kendimi güneşle,
ateş tanrısı.
     "General, yıkık tabyalarının üzerinde eski bir top kaldıysa eğer, topa
tut bizi toprak kesekleriyle. Görkemli dükkanların aynalarında! salonlarda!
     Kendi tozunu yedir kente. Paslandır olukları. Kızgın yakut tozlarıyla
doldur kadınların süslenme odalarını ..."
     Ah! hanın genel işeme yerinde esrimiş küçük sinek, hodanın vurgunu
ve erittiği bir güneş ışınının!
     En sonunda, ey mutluluk, ey us, ayırdım gökyüzünden gök mavisini,
ki o karadır aslında ve yaşadım ben, katkısız ışığın altın kıvılcımı.
     Sevinçten, bir anlam alıyordu yüzüm olabildiğince soytarı ve şaşkın:

***

     Masalsı bir opera oldum: bütün varlıkların bir mutluluk yazgısı taşıdığını
gördüm: yaşam eylem değil, ama bir gücü boşa harcama biçimi,
bir kızgınlık, Beyinin yetersizliğidir aktöre.
     Her varlığa, bana öyle geliyor ki birçok başka yaşam kendi varlığını
borçlu. Ne yaptığını bilmiyor bu bay: bir melek o. Bir yuva dolusu it şu
aile. Birçok insanın önünde, öteki yaşamlarından birinin bir anıyla konuştum
yüksek sesle. - Bir domuz sevdim, böylece.
     Çılgınlığın safsatalarından hiçbirini, -tımarhanelik deliliğin- unutmadım:
hepsini söyleyebilirim yeniden, egemenim yönteme.
     Tehlikedeydi sağlığım. Geliyordu büyük korku Birkaç günlük uykulara
dalıyordum ve kalkıp sürdürüyordum en kederli düşleri. Ölecek durumdaydım
ve bir tehlikeler yolundan dünyanın bir ucuna, karanlığın ve kasırgaların
yurdu Kimmerler ülkesinin sınırlarına sürüklüyordu beni zayıflığım.
     Yolculuk yapmak, beynimde toplanan büyüleri oyalamak zorunda
kaldım. Yükseldiğini görüyordum avundurucu haçın beni bir kirden
paklayacakmış gibi sevdiğim denizin üzerinde. Gökkuşağı lanetlemişti
beni. Alınyazımda Mutluluk, pişmanlık acılarım, içimdeki kurt: güce ve
güzelliğe atlanmayacak kadar uçsuz bucaksız olacaktı hep yaşamım.
     Mutluluk! Onun ölümde yumuşak gelen dişi uyarıyordu beni horozlar
öterken, ad matutinum, christus venit'de, -en karanlık kentlerde:

***

Bunlar olup bitti. Güzelliği selamlamayı biliyorum şimdi.


Arthur Rimbaud
Çeviren: Özdemir İnce

Duyum (Sensation)

Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın,
Gideceğim, sürtüne sürtüne buğdaylara.
Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların;
Yıkasın, bırakacağım başımı rüzgara.

Ne bir şey düşünecek, ne bir laf edeceğim;
Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi.
Göçebeler gibi uzaklara gideceğim;
Mesut, sanki yanımda bir kadın varmış gibi.


Arthur Rimbaud
Çeviren: Orhan Veli

Ofelya

Yıldızların vurduğu durgun, karanlık suda
Beyaz Ofelya, büyük, beyaz bir zambak gibi
Gelin esvapları içinde dalgalanmada.
Uzak ormanlarda yerlilerin gürültüleri.

Mahzun Ofelya, beyaz bir tayf gibi yıllardır
Dolaşır bu siyah nehrin suları içinde.
Deliliği içinde bir şarkı mırıldanır,
Bir çocukluk şarkısı, akşam serinliğinde.

Rüzgar göğsünü öper ve açar yaprak yaprak
Sularda ağır ağır savrulan etekleri.
Söğütler omuzlarına sarkar ağlaşarak,
Hülyalı alnına eğilir su çiçekleri.

Dört bir yanına üzgün nilüferler dizilir.
Uykudaki bir ağaç uyanır, zaman zaman;
Bir yuvadan küçük bir kanat sesi yükselir;
Sihirli bir şarkı gelir altın yıldızlardan!


Arthur Rimbaud
Çeviren: Orhan Veli

25 Kasım 2016 Cuma

Sarhoş Gemi

Ölü sularından iniyordum nehirlerin
Baktım yedekçilerim iplerimi bırakmış;
Cırlak Kızılderililer, nişan atmak için
Hepsini soyup alaca direklere çakmış.

Bana ne tayfalardan; umurumda değildi
Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve İngiltere;
Bordamda, gürültüler, patırtılar kesildi;
Sular aldı gitti beni can attığım, yere.

Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde,
Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış
Adaların karalardan çözüldüğü günde
Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.

Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim;
Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme:
Bir mantardan hafif, tam on gece, hora teptim:
Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.

Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan
Tatlıydı çam tekneme işleyen yeşil sular;
Ne şarap lekesi kaldı, ne kusmuk, yıkanan
Güvertemde: demir, dümen ne varsa tarumar.

O zaman gömüldüm artık denizin şi'rine,
İçim dışım sütbeyaz köpükten, yıldızlardan;
Yardığını yeşil maviliğin derinlerine
Bazen bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.

Sonra birden mavilikleri kaplar meneviş
Işık çağıltısında, çılgın ve perde perde,
İçkilerden sert, bütün musikilerden geniş
Arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.

Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri,
Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı,
Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri.
İnsana sır olanı, gördüğüm demler oldu.

Güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir ayinde;
Sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara.
Eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde,
Ürperir uzaklaşan dalgalar sıra sıra.

Yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları;
Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine;
Uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı:
Görülmedik usareler geçer döne döne.

Azgın boğalar gibi kayalara saldıran
Dalgalar aylarca sürükledi durdu beni
Beklemedim Meryem'in nurlu topuklarından
Kudurmuş denizlerin imana gelmesini.

Ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine
Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri
Büyük ebemkuşakları gerilmiş engine,
Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.

Bataklıklar gördüm, geniş, fıkır fıkır kaynar;
Sazlar içinde çürür koskoca bir ejderha,
Durgun havada birdenbire yarılır sular,
Enginler şarıl şarıl dökülür girdaplara.

Gümüş güneşler, sedef dalgalar, mercan gökler;
İğrenç leş yığınları bozbulanık koylarda;
Böceklerin kemirdiği dev yılanlar düşer.
Eğrilmiş ağaçlardan simsiyah kokularla.

Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda
O altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları.
Yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda;
Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgarı.

Bazen doyardım artık kutbuna, kıtasına;
deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni;
Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma;
Duraklar kalırdım, diz çökmüş bir kadın gibi.

Sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların
Bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri;
akşamları, çürük iplerimden akın akın
Ölüler inerdi uykuya gerisin geri.

İşte ben, o yosunlu koylarda yatan gemi
Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine;
Sızmışken kıyıda, sularda sarhoş; gövdemi
Hanza kadırgaları takamazken peşine.

Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder,
Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları;
Güvertemde cins şaire mahsus yiyecekler:
Güneş yosunları, mavilik medüzaları.

Koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem,
Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları;
Temmuz güneşinde sapır sapır dökülürken
Kızgın hunilere koyu mavi gök katları.

Titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi
Azgın Behemotların, korkunç Maelstromların.
Ama ben, o mavi dünyaların serserisi
Özledim eski hisarlarını Avrupa'nın.

Yıldız yıldız adalar, kıtalar gördüm; coşkun
Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest.
O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun
Milyonlarca altın kuş, sen ey Gelecek Kudret.

Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum
Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,
Aşkın acılığı dolmuş içime sarhoşum;
Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.

Gönlüm Avrupa'nın bir suyunda, siyah, soğuk,
Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti;
Başımda çömelmiş yüzdürür mahzun bir çocuk
Mayıs kelebeği gibi kağıt gemisini.

Ben sizinle sarmaşdolaş olmuşum, dalgalar,
Pamuk yüzlü gemilerin ardında gezemem;
Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar;
Mahkum gemilerinin sularında yüzemem.


Arthur Rimbaud
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu