Şiir, Sadece: Evrensel Ballad
Evrensel Ballad etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Evrensel Ballad etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ocak 2014 Pazartesi

Küba

Öldürüp duruyorlar Küba’da!

Yeni satın alınmış bir tabutla
kurtuldular şimdi Jesús Menéndez’den.
Çıkmıştı ortaya halkın kralı gibi,
araştırdı derin kökleri,
durdurdu yanından geçenleri,
vurdu uyuyanların göğüslerine,
ayağa kaldırdı çağımızı,
toparladı çatlamış ruhları
ve kaldırdı şekerden
o kanlı kamışları ışığa doğru,
taşı çürüten tere,
sordu yoksul
mutfaklarında: kimsin sen? yiyecek neyin var?
burada dokundu bir kola, orada bir yaraya,
ve topladı bütün bu sessizlikleri
tek bir sese, Küba’nın
kısık, soluyan sesine.

Bir önemsiz kaptan tarafından öldürüldü,
küçük bir general: bir trende
dedi ki ona: benimle gel, ve arkadan
ateş etti bu küçük general
kesilsin diye kısık sesi
şeker kamışı tarlalarının.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

5 Ocak 2014 Pazar

Leviathan

Sen hiddetli barışsın, ey gemi, kayan
hayvansı gecesin, Antarktik yabancı,
gölgeden buzdağınla geçip gidemezsin önümden
tırmanmadan ben
duvarlarına bir gün ve kaldırmadan
deniz altı kışının zırhını havaya.

Güney’e doğru çatırdadı dışlanmış gezegenden
siyah ateşin, yosunları kımıldatan
ve sıklığın çağını sallayan
sessizliğin ülkesi.

Sadece biçimdi o, meşinden haşmetinin ileriye kaydığı
bir dünya titreyişiyle kuşatılmış büyüklük, ürkütülmüş
kendi gücünden ve şefkatinden.

Öfkenin gemisi, tutuşmuş
kara karın meşaleleriyle,
senin kör kanın doğduğunda,
uyudu denizin zamanı bahçelerde,
ve kendi beyaz mekanında çözdü ay
fosfor ışıltılı mıknatıstan kuyruğunu.
Çatırdadı hayat
mavi bir ateş gibi, denizanasının anası,
yumurtalıkların devasa fırtınası,
ve bütün bitkiler saflıktı,
deniz asmalarının bir vuruşu.

İşte senin canavarın böyle direk oldu
dikilmiş arasında suların
geri dönen kanı gibi anneliğin,
ve gücün kirletilmemiş geceydi
köklerin üzerinde çağıldayan.
Şaşkınlık ve korku salladı
yalnızlığı, ve senin anakaran yüzdü
uzaklarda gözde adaların arkasında:
fakat dehşet geldi buz gibi ayın
gülleleri üzerine ve girdi etinden içeri,
senin korkutan, sönmüş lambalarını
kollayan yalnızlıklara saldırdı.
Seninleydi gece: yattı sana sarılarak
fırtınalı yapışkan bir çamurla,
ve senin kasırganın kuyruğu yaraladı
yıldızın uyuduğu buzu.

Ey büyük yaralanmış, yarılmış
şimşek gürültüsünü zıpkınların mülkleri üzerine
fırlatan sıcak kaynak, boyanmış
dökülen kanın deniziyle,
uysal ve uyuyan hayvan kaçırılmış
bir siklon gibi yarılmış yarı kürelerden
ispermeçet için kara gemilere,
şenelmiş kötülükle ve vebayla.

Ey heykel, ölmüş ve muazzamsın
polar ayın kristalleri arasında, içe işleyen gök
ağlayan dehşetten bir bulut gibi
ve örtüyor okyanusu kanla.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan


Not: Leviathan: Tevrat’ta (Esaya 27:1) kötülüğü temsil eden bir ejderhanın adı olarak geçmektedir. Tevrat’a göre, dünyanın yaratılması sırasında Jehova tarafından yenilgiye uğratılmıştır. “Leviathan” bir su canavarı olarak algılanmaktadır.

Lima’daki Resmi Geçit

Omuzlarında aziz ikonalarıyla
sayısızdılar, dut renkli fosfor parıltısında
bir nehir ağzı gibiydi
kalabalık
bu büyük insan topluluğu.

Fırladılar ve dans ettiler
kasvetli küçük davullarla
ve yemek kokularına karışan
törensi, kesintisiz bir mırıltıyla.
Menekşe yelekler, menekşe
ayakkabılar ve şapkalar
doldurdu caddeleri mor lekelerle
katedralin anlamsız camlarına
dökülen irin dolu
hastalıklı bir ırmak gibi.
Tütsü gibi, anlatılamaz
kasvetli bir şey, çıbanların sonsuzca
yığılması gibi,
yaraladı gözleri, kaynaştılar birlikte
doluşan insan ırmağından
yayılan kösnül alazlarla.

Şişman toprak sahibinin
terlediğini gördüm tören gömleğinde
ve kutsal spermanın büyük damlalarını
ellerinde ovuşturduğunu.

Çorak dağların
sefil solucanını gördüm,
içki maşrapasında kaybolmuş yüzüyle
yerliyi, uysal lamaların
çobanını, papaz odalarının
huysuz kızlarını,
mavi, aç yüzleriyle
köy öğretmenlerini.
Erguvan kızılı tunik giyinmiş
uyuşturulmuş dansözler gibi
görünmeyen trampetleri
teperek geçti zenciler.
Bütün Peru yaralandı
göğsünden ve bakakaldı
gök mavisi ve gül pembesi
süslü püslü kadının anıtına
yöneldi bütün başlar,
titreşerek geçti şekerlemeden gemisinde
ağır terden havada.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan
1947

Limanlar

Mavi bir taş gibi yontulmuş Acapulco,
uyandığın zaman şafak atıyor kapındaki denizde,
bir trompet salyangozu gibi
gökkuşağı renkli ve kenarları işlemeli,
ve taşlarının arasında kayıyor bir yıldırım gibi titreyerek
denizin ışıltısıyla dolmuş balık.

Sen o temiz ışıksın, göz kapaksız, salınan
çıplak gün bir sahil çiçeği gibi
suyun yayılmış enleri arasında
ve dağ aydınlanmış balçık lambalarla.

Senin yakınlığında verdi denizkulağı bana o sıcak
öğle sonrası sevdayı hayvanlarla
ve tropik bataklık ormanlarla,
yuvalar dallarda düğümler gibi ve orada
taşıdı balıkçılların kaçışı köpüğü yüceliklere,
ve suda, bir cürüm gibi kızıl, ağızlardan
ve köklerden oluşmuş, hapsedilmiş bir halk gürledi.
Uysal ve çıplak, denizin taşıdığı Kaliforniya’nın
kıyılarda çizemediği Topolobambo,
Mazatlán, ey yıldız ışıklı gecesel liman, işitiyorum
dalgalarının vurduğunu yoksulluğuna
ve takımyıldızların senin, senin sadık
koronun yürek atışı,
ayın kızıl ağı altında şakıyan
uyurgezer yüreğin senin.

Guayaquil, mızrak hecesi, ekvatorsu
yıldızın bıçak ağzı, bir kadının
kanla ıpıslak örgüleri gibi dalgalanan
nemli karanlık için açık kilit:
yapraklara fildişi damlatan
ve insan ağızlarına kayan
deniz asidi gibi kemirici
üzümleri ıslatan
acı terin peşinde olduğu
demir kapı.

Mollendo’nun kayalıklarına tırmandım, o beyaz,
sadece ışıltısını ve yara izlerini kurutmuş,
hazinesini taşların arasında palamarla bağlamış
yarılmış anakarasıyla bir krater,
içe kapatılmış insanın dar mekanı
arasında yalçın, çıplak kaya yüzeylerinin,
o metalik yarıkların gölgeleri,
ölümün sarı dağ burnu.

Pisagua, acının harfi, işkenceyle
lekelenmiş, senin boş harabelerinde,
korkutan sarp kayalıklarında,
taştan ve yalnızlıktan hapishanende
denediler yok etmeyi insanın bitkisini,
örmek istediler ölü yüreklerden
bir halıyı, küçümsemek istediler bahtsızlığı
insan değerinin ezilmesinin
çılgınlığı için bir belirti: orada, o tuzla örtünmüş
boş caddelerde, sallıyor umutsuzluğun
hayaletleri pelerinlerini,
ve o çıplak rezil yarıklarda
duruyor tarih bir anıt gibi
kırbaçlanmış yalnız deniz köpüğüyle.
Pisagua, senin şakaklarının boşluğunda,
o hiddetli ıssızlıkta, ayağa kalkıyor
insanın gerçekliği
çıplak, soylu bir anıt gibi.

Sadece tek bir insan değil, sadece kan değil
kirleten hayatı senin uçurumlarında,
fakat bütün cellatlar zincirlenmiş
yaraların bataklığına, cezalara,
yas giysileri kuşanmış Amerika’nın kırlarına,
ve senin ıssız ve yalçın kayalıkların
dolduğunda zincirlerle,
yalnızca bir sancak değildi yırtılan,
yalnızca bir haydut değildi intikam heveslisi,
tarihte tekrar dişlerini gösteren
ve ölüm getiren bir bıçakla
o bahtsız halkın yüreklerini delik deşik eden
o utanç veren suların direyiydi fakat,
kendilerini yaratan toprağı denetleyerek,
kirleterek şafağın kumunu.

Ardında memlekete acılar bırakan
ve tırnağıyla acılı
memleketimizin kabuğunu kazıyan
bilinmedik o tanrıya altın getiren
o gizli tuzda ve güherçilede boğulmuş,
ey kumlu limanlar.

Antofagasta, senin uzak sesin
açılıyor o kristalsi ışıkta
ve doluyor çuvallara ve silolara,
ve dağıtılıyor o kısır sabahta
gemilerin yönüne doğru.

Kurumuş gül ağacı, İquiqe,
senin beyaz tırabzanların arasında, çölün
ve denizin ay ışığının yıkadığı
çam duvarların boyunca,
orada aktı halkımın kanı,
orada öldürüldü gerçek, umut
çözündü kanlı iliklere,
gömüldü cürüm kumun altına,
ve mesafe boğdu ölümün hırıltısını.

Hayalete benzeyen Tocopilla, dağların altında,
iğnelerle dolu çıplaklığın altında
dolduruyor güherçile kuru karını
söndürmeden kararlılığının ışığını
ya da ölümün keseklerde sarstığı
o karanlık elin kaygısını.

İnsan sevdasının eziyet görmüş
suyunu kovan çaresiz kıyılar,
saklanmış senin kireç beyazı kıyılarında
utancın en muhteşem metali gibi.
Senin limanlarına indi o gömülmüş insan
görmek için satılmış caddelerin ışığını,
o ağır yüreği hafifletmek için,
unutmak için kum ovalarını ve belâları.
Geçip giderken, kimsin o halde sen, kim
geçip gidiyor altın gözlerinden, kim izliyor seni
o parlayan camlarda? İniyorsun aşağıya ve gülüyorsun,
değerini biçiyorsun ağaçtaki sessizliğin,
dokunuyorsun camların ışıltısız ayına
ve başka bir şey yok: gözetim altında kalıyor insan
et yiyen gölgeler ve demir çubuklar tarafından,
uzanıyor yayılarak hastanesinde, uyuyarak
barutun kör ışıltısında.

Alnıma yaprakların yağmurunu
deviren Güney’in limanları:
iğnelerle dolu kaynağından
acılarımın üstüne yalnızlığın yağdığı
kışın acı çam ağaçları.
Puerto Saavedra, buza kesmiş İmperial’ın
sahilleri: o kumlanmış
ırmak ağızları, kimsenin taçlarını sallamadığı
ve fırtınayla kırbaçlanmış portakal ağaçları gibi
yukarı yükselen martıların
o buz gibi şikayet çığlığı,
şefkatime doğru yolunu yitirmiş şirinler,
o yabanıl denizde paramparça olmuş
ve yalnızlıkların üstüne püskürtülmüş.

Sonrasında kar vardı yolumda,
ve boğaz boyunca uyuyan evlerde
Punta Arenas boyunca, Puerto Natales’te,
o uluyan fırtınanın mavi yayılışında,
o hızla esen, o dizginsiz,
yeryüzü üzerindeki nihai gecede gördüm
dayanmış kalası, yaktım lambaları
zalim rüzgârın altında, indirdim ellerimi
o çıplak Antarktik ilkbaharda
ve öptüm en son çiçeklerin soğuk tozunu.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Büyük Okyanus"tan

19 Eylül 2012 Çarşamba

Evrensel Ballad

Bir öykümüz olsa, duyan öyküsü sansa..
Öykümüz böylece dallanıp budaklansa..
Bir sevi'den, bir övü'den, o bizim öykümüzden
Giderek buluşan eller evreni sarsa..
Öykümüz de büyür büyüklüğümüzden;
Herkes sevi'sinde evreni kucaklarsa.


Özdemir Asaf