Şiir, Sadece: Yunan Şiiri
Yunan Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yunan Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Mart 2011 Salı

Tensöz

Bedenini betimlemek istiyorum. Uçsuz bucaksızdır Bedenin.
İnce bir gül tacı bir bardak tertemiz suda. Bedenin
bir yaban orman kırkkara oduncuyla. Bedenin
derin buğu basmış ovalar güneş doğmadan önce. Bedenin
çan kuleli, kuyruklu yıldızlı iki gece trenleri raydan çıkmış. Bedenin,
loş bir meyhane, sarhoş gemiciler ve tecimenleriyle; kadeh tokuşturuyor,
kırıyor bardakları, tükürüyor, küfürler savuruyorlar. Bedenin
koca bir donanma-denizaltılar, zırhlılar, kruvazörler;
demir alıyor gürültüyle; sular akıyor güvertede; direkten
denize atlıyor bir miço. Bedenin ışıl ışıl suskunluk,
5 bıçakla, 3 süngü ve 1 kılıçla parçalanmış. Bedenin
saydam bir göl - o batık beyaz kent görünüyor dibinde. Bedenin
kocaman kıpır kıpır bir ahtapot ay Xilivarı içinde, kanlı kollarla
ışıklandırılmış caddelerin tepesinde, ikindi vakti
son imparatorun cenazesi geçmişti oradan alaylarla. Bir sürü
ezilmiş çiçek asfalt üzerinde benzinle ıslanmış. Bedenin
eski bir genelev Proastion sokağında yaşlı orospularla, ucuz
yağlı kalemlerle boyanmış; uzun takma kirpikleri var,
bir de genç torlak biri var - bütün müşterilerle yatıyor,
paraları komodinin üzerinde bırakır, unutur saymayı. Bedenin
gülpembe bir küçük kız; elma ağacının altına oturmuş, elinde
bir dilim taze ekmek ve tuza banıp kırmızı domates yiyor; bir de
bir elma çiçeği var durmadan sıkıştırıp duruyor göğsüne. Bedenin
kulağında bir cırcırböceği bağ bozanın - menekşe bir gölge düşüyor koyu esmer boynuna
ve tüm üzümlerin söylemediklerinin türküsünü söylüyor tek başına. Bedenin
tepe doruklarında kayran büyük bir harmanyeri-
on bir bembeyaz at harmanlıyor başaklarını Kutsal Kitabın; altın
başaklar küçük aynalar çakıyor saçına ve parıldıyor üç ırmak
elmas taçlı kocaman kara ineklerin eğilip
su içtiği ve ağladığı. Uçsuz bucaksızdır bedenin.
Betimlenmez bedenin senin. Ben de kalkmış onu betimlemeye
bedenime sımsıkı bastırmaya, onu kendime sığdırmaya ve ona sığmaya
çalışıyorum.


Yannis Ritsos
Atina, 18.2.1981
Türkçesi: Özdemir İnce

Değiştokuşlar

Arabayı tarlada bıraktılar;
tarlayı eve getirdiler,-
sonsuz değiştokuşlar biçimlendiriyordu
önemini nesnelerin.

Yerini kırlangıçla değiştirdi kadın
çatıdaki yuvaya oturdu ve cıvıldadı.
Yıldızlar, kuşlar, balıklar, çiçekler, yelkenliler
dokudu onun dokuma tezgahına geçip kırlangıç.

Ağzının nice güzel olduğunu bilseydin eğer
gözlerimden öperdin seni görmeyeyim diye.


Yannis Ritsos
Türkçesi: Özdemir İnce

28 Mart 2011 Pazartesi

Kastania

Yukarda tıpkı yarın gibi kurşuna dizdiler kırkını.
Yirmi yıl geçti. Kimse ağzına almıyor adlarını.
Anlıyorsun hayatımızı. Her yıl,
böyle bir gün, titrek kavakların altında buluşuruz
kırık bir kiremit, iki sönmüş kömür, bir parça günnük,
bir sepet üzüm, bir bal mumu,
siyah fitilli. Biraz yanmış, rüzgar söndürmüş hemen.
İşte bu yüzden, akşam vakti, eski dinsel resimler gibi
oturur kapı eşiklerinde yaşlı kadınlar,
İşte bu yüzden çabucak irileşti çocuklarımızın gözleri,
bu yüzden başka yere bakarmış gibi yapıyor köpeklerimiz
geçerken candarmalar.


Yannis Ritsos
Çeviren: Ö. İnce

Armağan Götüren Kralların Yolculuğu

Üç kişi olmamız gerekirdi.
Böylesine karanlık olmasaydı,
neden böyle yalnız kaldığımı
anlardım belki.

Öylesine unutmuştum ki her şeyi...
Baştan
başlamalı yolculuk.
Ne zaman çıkmıştık yola, o zaman, üçümüz?
Bir yerlerde rastlamış mıydık yoksa ...
Yürüdük bir ara birlikte,
yol gösterdiği sürece bize parlak bir yıldız.
O mu değiştirdi yolunu, yoksa ben
mi göremiyorum artık hiçbir şey?
Nerdeyim şimdi, bu böylesi
katı, amansız, çetin çağda,
ben, tedirgin, vakti dar.
Yoksa yaklaştı mı saat?
Nasıl bilebilirim!

Armağanlar nerede?
Armağanlar hazırlamıştık biz o zaman,
öğür, dingin
armağanlar, biz kibirsizlerin, altın,
günnük ve mür götürdük
ona bir zamanlar, hayran hayran, saygı dolu.
Şimdi bu zamanda
demir, yıldırım ve yangın.

Üç kişiydik.
Şimdi göremiyorum başka kimseyi,
kimi zaman boş, ağır kimi zaman
duyarım ellerimi.

Dünyanın kralı karşısında biz
krallardık o zamanlar, şimdi
kimse emin değil hükümdarlığından.
Yoğun karanlık, kim yol gösteriyor bana?
Yoldaşsız yürüyorum,
yıldızsız.
Tek sunu, bildiğim büyük
yıkımı yoksunluğunun Onun.
Ne sunayım ben, saygı,
bağlılık belirtisi olarak. Biz,
bu kızgın, bu taşkın çağın insanları,
ne verebiliriz ona, mutlu,
bizim olan? Bulmak zorundayız
sunumuzu.
Bir şey sunmuyor bunca
didişmesi ruhumuzun.
Altın, günlük ve mür
bir zamanların gösterişsiz armağanları.
Yiyip bitiriyor bizi bu eksik bırakılmış sunu.
Şimdi karanlıkta yürürken,
sevincinden yoksun armağanların, yalnız;
verecek bir şeyim yok, kendimden başka.

Yıkık-bitik yürüyen.


Zoe Karelli
Türkçesi: İonna Kuçuradi

Mezar Yazıtı

Çocukluğum tatsız geçti, gençliğim yokluk içinde,
her lokma acı, her yerde yabancı, düşman yabancı yerlerde.

Çıkıp gidemedim bütün yaşam boyu,
yayıldım tüm dünyaya ama sığdım üç karışlık yere.


Kostas Varnalis
Çeviren: H. Millas

Son Söz

Yaşamımda iki büyük yanlış oldu
yetmiş yıl boyunca ödedim bedelini;
birincisi, gerçeği aradım bildiğim her şeyde,
ikincisi, kitlelere söyledim öğrendiklerimi.

Kapatacağım şimdi bütün hesapları. Eleni
sevgili kızım, Sofia, Nana kardeşlerim benim
benimle gömün derinlere bütün yanlışlarımı.
Ağlama sakın ayrıldığıma, Dora;
şimdi ağlayabilirsin böylesine geciktiğime.


Kostas Varnalis
Türkçesi: Herkül Millas

21 Mart 2011 Pazartesi

Üç Ölüm

Yürekliydin kıskanıyordum seni Karyotakis
o yüce yüreği parçaladın attın,
kıskanıyordum kara yazgını Olimpus'lu Takis
derinliklerinde kayboldun dalgaların.

Azrail gülerek yüz yaşıma taşıyor beni
tiksindim tatsız kendimden.
Acı bana Allahın belası Azrail
ya beni al ya da belleğimi.

Bakıyorum geçmişe
yok iyi denecek bir şey.
bölüştü acılarla hastalık beni,
ama sonum tiksintiden olacak yalnız.


Kostas Varnalis
29.7.1973
Türkçesi: Herkül Millas

26 Şubat 2011 Cumartesi

Meryem Ananın Acısı

Nerede saklasam sakınsam seni kötü insanlardan
Okyanusun ortasında bir adada yoksa bir dağ tepesinde mi?
Konuşmayı, haksızlığı haykırmayı öğreteceğim sana oğlum.
Tatlı ve yumuşak yüreğini görüyorum biliyorsun
dayanamayacak sonra öfke duyacak acı çekeceksin.

Mavi gözlerin olacak körpe bir bedenin
koruyacağım seni nazardan ve kötü havalara karşı
uyanan gençliğin ilk şaşkınlığından.
Yaraşmıyor sana ne savaş ne de haç.
Uzak durmalısın kölelikten, ihanetten, ocağını kurmalısın.

Geceleri kalkıp sessizce sokulacağım yanına
eğilip soluğunu dinleyeceğim, yavrum benim
sıcak ıhlamur ya da sütünü hazırlayacağım ocakta,
ve sonra yürek sıkıntıları içinde
pencereden kollayacağını seni
elinde defter kalem düşerken okulun yoluna.

Ve eğer bir gün gelir de göklerin Tanrısı
gerçekle, yıldırımın ışığıyla çarparsa aklını
sakın açma ağzını.
Yabanıl hayvandır insanlar, dayanamazlar ışığa.
En yüce gerçek susmanın gerçeğidir.
Bin kez de gelsen bu dünyaya bin kez gerecekler seni haça.


Kostas Varnalis
Türkçesi: Herkül Millas

Akhilleus'un Atları

Ey çirişotu tarlası, kişneyen
iki at geçti yanından
dörtnala ...
Sırtları bir dalga gibi pırıl pırıl,
denizden çıkıp gelmişler
yırtıp geçiyorlardı ıssız kumsalı,
boyunları ileri uzanmış, iki aygır,
şahlanarak, köpükten bembeyaz ...
İçin için şimşek çakıyordu
gözlerinde ve dalgalar-
sonra yeniden dalgalara gömüldüler,
denizin köpüğüyle karışan köpükler,
ve yitip gittiler. Ve ben tanıyordum
bu atları, biri insan sesiyle konuştuydu
gelecekten haber verircesine.
Yiğit binici eline aldı dizginleri,
atına vurdu ve atıldı ileri
tanrısal gençliğiyle ...
Ey kutsal atlar, silinmez
bir yazgı korumuş sizi
kem gözlere karşı,
kapkara alınlarınıza bir muska gibi
iri ve apak birer benek yerleştirerek.


Angeleos Sikelianos
Türkçesi: Cevat Çapan

25 Şubat 2011 Cuma

İlk Yağmur

Açık pencereye yaslanmış bakıyorduk.
Her şey uyum içindeydi duygularımızla.
Tarlalarla bağları karartıyordu
kükürt rengi bulutlar
ve gizli bir çalkantıyla
ağaçlara inerken rüzgar
göğsü otları okşayarak
uçup gitti hızlı kırlangıç.
Sonra birden, büyük bir gürültüyle
yırtıldı gökler ve raks ederek
boşandı yağmur.
Tozlar uçuştu havada.
Bereketli toprağın kokusuyla
titrerken burun deliklerimiz,
dudaklarımızı araladık
içimize işlesin diye sular.
Sonra yan yana, yüzlerimiz
sütleğen ve zeytinler gibi
yağmurdan sırılsıklam,
"Nedir bu koku," diye sorduk,
"bu oğul arılar gibi havaya yayılan?"
Belsem mi çam mı kenger mi
yoksa kekik mi?"
Öyle yoğun ki kokular,
soluk aldıkça içime doldu hepsi
ve sonsuz meltemin okşadığı
bir saz gibi titredim
gözlerim gözlerini bulup
damarlarımdaki kadın
çığlığını işitinceye değin.
Asmanın üzerine eğilip
ürperen yapraklardan bir bir
o tatları tatmak çiçekleri solumak istedim;
oysa aklım üzüm salkımları gibi yoğun,
soluğum böğürtlenlere takılı
tatlarla kokuları tek tek seçemedim
ve insan nasıl aynı anda tadarsa
kaderin kadehinden acı ile sevinci,
ben de öyle tattım aynı anda hepsini;
ve kolumu beline doladığım anda,
bülbül gibi şakıdı, ırmaklar gibi aktı
damarlarımda kanım.


Angeleos Sikelianos
Çeviren: C. Çapan

Barbarları Beklerken

- Pazar yerine toplanmış ne bekleşiyoruz böyle?

Barbarlar geliyormuş bugün.

- Bu ne durgunluk Senatoda,
neden yasamaz olmuş senatörler?

Barbarlar geliyormuş bugün.
Yasamanın gereği var mı?
Barbarlar yasa koyarlar gelince.

- Neden İmparatorumuz böyle erken kalkmış;
başında tacı, duruşunda bu törensizlik,
ne yapıyor kentin en büyük kapısında?

Barbarlar geliyormuş bugün.
Başbuğlarını İmparator
karşılamaya çıkmış.
Buyrultu bile çıkarmış diyorlar,
ona nicelikler, ayrıcalıklar bağışlayan.

- Neden iki konsülümüzle yargıçlarımız
kırmızı, süslü kaftanlar içinde çıkmışlar?
Neden yakut bilezikler, parlak
zümrüt yüzüklerle bezenmişler?
Altın, gümüş kakmalı asalarıyla
ne yapacaklar böyle?

Barbarlar geliyormuş bugün,
Barbarların böyle şeyler pek hoşuna gidermiş.

- Nerde ünlü söylevcilerimiz,
neden konuşmuyorlar?

Barbarlar geliyormuş bugün,
Barbarlar güzel sözlere kulak asmaz ki.

- Nedir bu birdenbire doğan tedirginlik.
bu kargaşa? (Nasıl da asılıverdi suratı herkesin!)
Sokaklar, alanlar neden böyle çabuk boşalıyor,
neden dalgın dönüyor evine herkes?

Gece oldu, Barbarlar gelmedi de ondan.
Sınırdan dönen birtakım kimselerse
Barbarlar yok artık, diyorlar.

Peki, şimdi Barbarlarsız ne yaparız biz?
Ne de olsa çıkar bir yol demekti onlar.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: İ. Kuçuradi - A. T. Oflazoğlu

24 Şubat 2011 Perşembe

Tanrının Antonius'u Bırakmasıdır

Birdenbire duyarsan geceyarısı
görünmeyen bir alayın geçtiğini
eşsiz ezgilerle, seslerle-
artık boyun eğen yazgına, başarısız
yapıtlarına, tasarladığın işlere
hepsi aldanışlarla biten-
ağlamayasın boş yere.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
hoşçakal de ona, giden İskenderiye'ye.
Hele kendini aldatmayasın demeyesin:
bu bir düştü, kulaklarım iyi duymadı;
böyle boş umutlara eğilmeyesin.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
böyle bir kente erişmiş sana yaraşırcasına,
kesin adımlarla yaklaş pencereye,
dinle duygulanarak, ama
yanıp yakılmalarıyla değil korkakların-
son bir kez, dinle doya doya ezgileri,
o gizli alayın eşsiz çalgılarını,
hoşçakal de ona, yitirdiğin İskenderiye'ye.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: İ. Kuçuradi - A. T. Oflazoğlu

Kaleler

Düşünmeden, acımadan, utanmadan
yüksek kaleler kurmuşlar dört yanıma.

Umutsuzluk içinde böyle hep
bir şey düşünmez oldum alınyazımdan başka.

Dışarıda görülecek bir sürü işim vardı
ben nasıl sezmedim kaleler kuruldu da.

Ses seda işitmedim çalışan işçilerden
habersiz kapadılar beni dünyanın dışına.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: İ. Kuçuradi - A. T. Oflazoğlu

23 Şubat 2011 Çarşamba

Kent

"Bir başka ülkeye, bir başka denize gideceğim, dedin,
Bundan daha uygun bir kent bulacağım sonunda,
ne yapsam boş, önceden yazılmış sanki yazgım
ve kalbim bir ceset, gövdeme gömülmüş burada.
Bu çöküntüyü daha ne kadar çekecek ruhum?
Gözlerimi nereye çevirsem, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntıları hayatımın yalnızca
yıllar boyu heder ettiğim, o yıktığım hayatım."

Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinden gelecek şehir. Sürteceksin hep aynı sokaklarda,
hep aynı mahallelerde geçecek ömrün ve kocayacaksın.
Hep aynı kente varacaksın nereye gitsen,
ne yol var, ne gemi var, yok kaçmak umudu bir başka yere.
Madem ki heder ettin bütün hayatını bu kentte
yıktın onu demektir yok ettin bütün evrende.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: Özdemir İnce

Gülün Hoş Kokusu

Yıldırım bu yıl karakışta
gençliğimden uzak ateşten yoksun
her an yıkılacağımı sandım
karla kaplı yollarda.

Ama dün Mart'ın gülüşüyle yüreklendim
eski patikalarla buluşmaya gittim,
ve uzak bir gülden gelen hoş kokuyla
yaşardı gözlerim.


Kostis Palamas
Türkçesi: Herkül Millas

22 Şubat 2011 Salı

Bir Acı

Unutamadığım gençlik yıllarım
deniz kıyısında geçti,
sığ ve kımıltısız denize yakın
geniş ve büyük denize yakın.

Ve çiçek açan yaşam
önümde belirince
deniz kıyısındaki gençlik yıllarımın
düşlerini görünce, fısıltısını duyunca

Yüreğim iç geçirir hep aynı seslenişle:
Yeniden yaşayabilseydim
sığ ve kımıltısız denize yakın
geniş ve büyük denize yakın.

Ana gibi alınyazım ana gibi sevincim
bir tek onu tanıdım:
İçimde tatlı serili göl gibi bir deniz
ve okyanus gibi açık ve büyük.

Ve işte! düş onu yeniden taşıdı
yanıbaşıma uykumun içinde
sığ ve kımıltısız denizi
geniş ve büyük denizi.

Ama beni ne yazık bir acı
büyük bir acı sarıyor,
yüreğimin ilk çarpışı sevgili deniz kızım
sen bile dindiremedin bunu.

Neydi içimdeki fırtına
neydi o çarpıcı rüzgar
senin bile uyutamadığın dindiremediğin
büyülü görüntü, deniz kıyısında?

Söylenmeyen anlatılamayan acı
büyük acıdır bu
sönmeyen, gençlik yıllarımın
cennetinde bile deniz kıyısında.


Kostis Palamas
Türkçesi: Herkül Millas

Sevmiyorsun Sen Beni

Mayıs ayında solan
Çiçeklere soruyorum
Yanıtlarından anlaşılan
Sevmiyorsun sen beni


Dionisios Solomos
Türkçesi: Herkül Millas

21 Şubat 2011 Pazartesi

Sessizlik

Duyulmuyor bir tek dalga bile
Issız deniz kıyısında
Uyumuş sanki deniz
Yeryüzünün kucağında.


Dionisios Solomos
Çeviren: H. Millas

Psara Adasının Yıkımı

Psara'nın kapkara sırtında
Yürüyor Zafer şimdi tek başına
Süzüyor tek tek üstün yiğitleri
Saçlarına bırakarak çelengi-
Issız toprakta kalmış olan
Seyrek o birkaç çalıdan oluşan.


Dionisios Solomos
Çeviren: H. Millas

Tutku ve Nisan Ayı

Tutku ve Nisan ayı oynayıp gülüyorlar
çiçek ve bitkiler nasıl bitiyorsa öyle sarıyor şimdi beni silahlar.
Melemekte ak dağda oynaşan koyun
derin denize atılarak yeniden
ve bembeyaz kavuşarak gökyüzünün güzelliğine.
Mavi kelebek gölün sularında
koşup oynaştı gölgesiyle
hoş kokulara kavuşturarak uykusunu yaban zambak içinde;
küçük solucan bile en tatlı saatlerini yaşıyor.
Büyü gibi bugün doğa: düş içinde sevimli ve güzel
pırıl pırıl kaya ve kuru otlar
binbir pınarla akar durur binbir dille gürül gürül;
bugün ölenler bin kez ölür.


Dionisios Solomos
Çeviren: H. Millas