Şiir, Sadece

19 Eylül 2010 Pazar

Anış

Bense eski bir anı gibi çaldım kapını
Dinlen diye saçlarını taradım
Ayakların sıcaktı saçların ılık
Ben bir düş gibiydim uyanınca yitirilmiş
Düşler de anılar gibi karmakarışık

Nilüferler gibi birden sudaydın
Tanıdım bakışını
Sular gecelerden daha eski karanlık
Her çiçek sarısını içirirken toprağa
Yıkıntılar içinde sapsarı papatyaydın



Afşar TİMUÇİN

Yeni Gökler

Büyük kuşların uçmak zorunda olduğu gökleri
Eski sürüngenler bir türlü anlamadılar
Bir kanat vuruşuyla çekip gitmeleri
Yol korkakları her zaman yadırgayacaklar

Ve birden geriye dönüşün kırmızı gülleri
Bizi en olur biçimde uzun uzun anlatmalıdırlar
Giydiğimiz yamalı yorgunluk eskileri
Unutulmuş olmaya artık katlanmalılar

Eğer hiç sarsılmayacak bir yalnızlığımız varsa
O bizi birbirimize doğru iten bir Pazar
Sevişmeler taş devrinden kalmaysa
Utansın mı tarihten önceki zamanlar

Büyük kaptanların geçmek zorunda olduğu denizleri
Balinalar ve buz dağları korkutamayacak
Korku bir yüz karası gibi sancılanacak
Silip attığı için bütün değişmeleri



Afşar TİMUÇİN

Yazla Biten

Dışarıda zamanı yürüten kırık bir arabanın
Soluğunda uyur bütün akşam saatleri
Günün yanıbaşında güne uzak kalmanın
Unutmayla kapanır perdeleri

Nasıl beklenmeden gelir yağmur bulutu da
Nasıl ince yağmurlarla sarar serüvenleri
Dünyada bir benzeri olmayan saatleri
Koyar eski sandıkta tozlanmış kutusuna

Hiçbir eksik sağınmanın gölgeleyemediği
Bir yalnız kalmanın son yaprakları dökülür suya
Bitmeyecek güneşleri içen sonbahar var ya
Hem kendini eskitir hem dağda çiçekleri

Eskiyen kurbağalarla sesi çıkmaz suların
Gece bütün bir karanlıkta aralıksız sancılanır
Aynı suları doldurur senin zaman dediğin
Onda hem bir sen olma hem kaçma umudu vardır



Afşar TİMUÇİN

Yaşamak

Niye gözlerinde bu kadar yanlış adam
Çiziyor sancılı boyalarla resmimi


Yaşamak o senin saçlarını
Akşamlardan akşamlara alıp götüren sudur
Yaşamak bir çocuğun oyuncaksız uykusudur
Söndürerek umutların derin ışıklarını

Ve düşünceler gömerek karanlığın ortasına
Yoksul sesler örneği duvarlara çarparak
Kendini çorak toprakta ölümlere adayarak
Yaşamak sürüklemektir düşlerin tortusunu



Afşar TİMUÇİN

Sürgün

Senin değil bir çocuğun elleri
Bir daha gülebilmek için yürek genişliğince
Bir susmanın gölgesine sığınır
-Ellerinde kopan bütün tutuşlar
Eskiden kalma bir savaş düzeni

Tutku son kalan çocuktur
Pembeleşen sessizleşen sokakta
Yalnızlığın koruduğu ağaçlarda
Akşamın korku gibi içilen karanlığı
Uzun bir yolculuktur

Bir deniz kıyısında çağrışan mavileri
Taşır zarflara koyup postacılar
Biraz daha geceyse güneşin umuru mu
Bütün mektuplar aynı özlemi yazar
-İki yıl geçti yüzümden sen görmeyeli beri



Afşar TİMUÇİN

Eski Ev

Geçici dinginliğini kurar kuşku
Bir yağmur öncesinde bis susuşu andırır


Çoktan eridi biten bir yaz gibi
Yüklenerek aşınmaları tahtalar
Bir zamandır unuttuk merdivenleri
Ayak izleri öylece kaldılar

Sessizce dibe çökmüş anılarda
Okunmuyor artık karmakarışık
Gittikçe kapanan bir göz oluyor
Tahtalarda silinen bakışların artık

Söze vurulmaz bir yıpranmışlık
Günden güne gevşiyor çivilerden
Onarmalı basamakları boyamalı
Uydurma bir gök mavisine biraz

Yeni gelenler merdiveni
Yeni kesilmiş tahtalardan sanırlar
Boya çekin yaşanmışın üstüne
Onlar orada okunmadan kalırlar



Afşar TİMUÇİN

Denizin Beklediği

Seni sevmek mor denizlerdi biraz
Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen
Umutlar ve yıkışmalar ardında direnilen
Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz

Seni sevmek yaşamanın aşılmaz büyüklüğü
Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan
Ve sığınıp ılık kıyı kentlerine bir akşam
Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü

Varılırdı daha saydam günlere isteseler
İsteseler yalnızlık giremezdi evlere
Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler
Ve uçacak durmadan adasız denizlere

Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi
Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan
Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan
Sana verdim geç diye bütün denizlerimi



Afşar TİMUÇİN

Bir Gün Övgüsü

Ben ölecek olduktan sonra
Musa'nın bir başka türlüsü İsa


Gece duran bir fesleğen saksıda
Gün dalında değişen kasımpatı
Akşam dar geçitlerde aldatıldı
Artık çiçek saymıyorlar akşamı
Sabah olsa olsa uzun selvidir
Duruşu ölümlerle gerilidir
-Yokluğunun tutarsız bir anlamı

Gece neye giderler savaş mı başlatıldı
Bir karanlık yanıyor
Nereye koşarlar dizili adımlarla
Kan en sonun da gene susuzluğu özlerken
Duyarlığım yarı yolda kalıyor
Niye sadece bana bıraktın yamaçları
Seller içimi deşiyor düzenim dağılıyor

Yıkımı yorgunluğu ölümle sevişiyor
Sen gene bak baktıkça düzenim değişiyor
Yaralı güveni dağ aşılmazlığında
Bilinmeyen bir gün gibi aklında
Varlığıyla birden pençeleşiyor
Daralıyor güneşinin kapsamı
Karanlığı sarsılmaz anlamda gelişiyor



Afşar TİMUÇİN

16 Eylül 2010 Perşembe

Yalnızlığa Veda

Gidiyorum işte
Hayalde gör, düşte gör.


Yalnızlığın da ucuna geldim,
sırtımda kederin hançeri,
saplanmadan hep tehditle yürütür beni.
Bilmem neden ve nasıl çıktım bu yola,
vardır elbet başlangıcı bu halin;
ben de bir harmandan savruldum sonunda,
konmasız uçtum peşinden kadın denilen hayalin.

Hayatmış ama asıl beni kandıran cilve.
Yine de bir şey verdi diyemem bana bu derin tasavvur
ve yeryüzü meridyenlerle kestiğim özlü çamur
kerpici iliğimde kurur, ağrısı yüzüme vurur.

Ah ne vedadır ne vebadır ne vebaldir bu!
Gitmek değil, artık dağılmakbenimkisi
tozuyan aklım ve hafızamla.
Bitsin artık bu şiirler, bu kitap, bu içe dönük cihannüma
Hayalse katili bir insanın
cesedi vurmaz hiçbir kıyıya.



Adnan ÖZER

Seni Seviyorum

Seni seviyorum
çağladıkça coşan su
estikçe dellenen rüzgâr
ekildikçe anaçlanan toprak
öğütler bunu bana

seni severken
türküden türküye geçer ırmak
toprak yaz yağmurlarıyla oynaşır
öğle tozlarıyla dolanır rüzgâr ufku
adınla uyarırlar beni

seni seviyorum
bağda çiçeklenen salkım
dalda allanan meyva
öttükçe kendini tüketen kabakçı kuşu
öğütler bunu bana

seni severken
yaz güneşi şehvete boğar bahçeyi
kükürt âdetleriyle solar bağ yaprakları
ballı incirde yaşar -bin bir cilveli- aşklarını
turunç gerdanlı kuşlar
haberler getirir sağdıçlarım
gül kurusu mektuplar

seni seviyorum
hayra yorulan düşler
ceviz sandıkta bekarlığın gül suları
taş yastıklarda zümrütüanka kuşları
öğütler bunu bana



Adnan ÖZER

Rüzgar Durdurma Takvimi

ESMER KIZIN BEKLEDİĞİ BAHAR
GELMEK BİLMEDİ
yağmurun kayısı gözleri birikti
volkanların kurumuş tükrüğünden
uzayan yollarda
kavuniçi buğunun dibinde dem çekti
misina kanatlı kumrular
ESMER KIZ GÖZLERİNDE
ISLAK İNCİLERLE BEKLEDİ
AH BAHAR GELMEK BİLMEDİ
güz ve kış boyu
yağmurun buğudan yabaları
kaldırıp gözlerimizin tuzunu
azdırdılar göğün yaralarını
ve deniz rüzgârlarının
yılankavi bıçakları
çentiklerle doldurdular
gezegenlerden inen kollarını
ESMER KIZ KULAKLARINDA
YAĞMURUN YANSILADIĞI
NAL SESLERİYLE BEKLEDİ
AH YEŞİL ATLI GELMEK BİLMEDİ

filiz dizeler kuran bir şaircik
tomurcuğu acıyla kıvranan daluçları
gibi uzattı parmaklarını:
ESMER KIZ SEVERDİM SENİ
ÂŞIK OLMASAYDIM EĞER
karayel kılıçları
akıtmalarından damlayan kanla
döndüler akşamları bedenine
serin bir ıslık gibi aldı
onları canevine
ESMER KIZ SEVERDİM SENİ
ÂŞIK OLMASAYDIM EĞER
yüreği sıcacık bir kındı
kendi bıçağına sevdalandı
gerilip okladı yüzünü
alnının çizgileri
AH ESMER KIZ SEVERDİN BENİ
ÂŞIK OLMASAYDIM EĞER



Adnan ÖZER

Kırlara Veda

Gözyaşlarının gücü vardı eskiden;
ırmak yüklü adamlardık tuz katarlarının ardınca giden,
gölgemizde damlaların bıraktığı izlerden
açılırdı hayal tuzur suda bukağısı çözülürken.

Utanır arınırdık şehirde fazla kalmak suçundan;
akıl danışırdık yağmura: Nasıl döneriz
evlerimize doğu yollarından;
nasıl fener yapıp kemiklerimizden, tütsüleriz
gecenin mor arılarını çıkınca kovanından?

Çoraksa gece: Saçlarda yıldız, gözlerde yine yağmur,
sarı bir zaman dilimi gibi yanan fenerler
(mum yanar,yağ dolanır, mumyalar toprağı çamur),
kanda yaralar gibi gülün ağrıttığı dikenler...

ardımızda yoksul ve yerli bir söylenti,
böyle yürürdük ateşli ekinler gibi menzilsiz.
Yoktu buğdaya un olmaktan ötesi;
bulgur çeken kadınlardan doğduk ya biz,
güneşi taşta sırmalayan o kırıntı bilgeleri,
aya bakan sundurmalarda çatlak topuklu annelerimiz,
sıcak bağımız, güleç mısırımız, dindar soğan tilmizleri,
o topuklar, ah o topuklar ve kerpici terk edişimiz...

Kızıl toprak ve iri saman, yani Allah'ın harcı
gözyaşlarının gücüyle eskiden
serin eviçlerinde sarı bir mahremlik sunardı,
yağmur bir dua gibi geçerdi pencerelerden;
yetim insan topağın vicdanıyla doyardı...

Demem o ki,
gözyaşlarının gücü vardı eskiden.



Adnan ÖZER

Çıngırağın Ölümü

( Ç ı n g ı r a ğ ı n Ö l ü m ü 1 )


bir sesevinde doğdum
inanırım çanların ölümüne
fırtına dinince kıyacağım kendime

sen çizince ben oldum
inanırım kumlu ellerine
sen yitince kıyacağım kendime

bakır damlasından soğudum
inanırım zehirli yüreğine
şart olsun kıyacağım kendime


( Ç ı n g ı r a ğ ı n Ö l ü m ü 2 )

I

zaman batıyor Margarita
su doluyol saatlara
bir kurtçuk geçiyor
beynimdeki kumdan

ses göçüyor Margarita
çanlar ölüyor sesevlerinde
dili kurtlanıp çürüyor
ölüm giriyor yalnız
açık kapıdan

II

ses ölünce
kimse kimseyi çağıramaz
ikimizin gizli sevdası
bir incinin yüreğinde
bulunamaz

zaman yanınca
ölüm de bırakır arkadan vurmayı
gelip evlerimize yerleşir
giyer geceliklerimizi
kan kabuklu bedenine
yataklarımızda yatar

herkes göçünce
ölüm yalnızlığını yaşar
son kez duy tenimi
ve kokla beni
ben yitince
belki yeni bir tufan kopar


( Ç ı n g ı r a ğ ı n Ö l ü m ü 3 )


adımlarım
bir yere götürmüyor artık beni
çiziyorum kıl üstüne
Küçük çıngırağın ayak izlerini

gözlerim
sönüyorlar bir bahçede
katran güle sarılıyor
uzun uzun öpüşüyorlar
birleşiyor
cennet ve cehennem
tanıyarak bedenlerini
dil ve damak gibi

adımlarım
bir yere götürmüyor artık beni
yağmur saralı bir dilenci
devriliyor ardımsıra
yürüdüğüm her sokak
duvarlaştırıyor kendini

ellerim
eriyorlar bir bahçede
kopuyor küpelerin halkası
kemerlerin tokası
yalnızlık delik ağlarıyla
avlanıyor içimi

adımlarım
bir yere götürmüyor artık beni
küçük bir çıngırağım
çalıyorum kendi kendimi



Adnan ÖZER

Akdua

ölülerin ak ayaklarında açar zambaklar
(zambaklar) yer kurtlarının tezgâhında dokunur
senin - kötüler kötüsü - yüreğin bunları bilmez

ölülerin ak soluklarıyla büyür zambaklar
(zambaklar) mahşerin ak bildirisidir okunur
senin -yetimler yetimi- aklın bunları almaz

şairlerin ölüm çiçeğidir zambaklar
(zambaklar) çocukların karbeyaz uykusudur
senin -mutrıplar mutrıbı- gönlün bunları çalmaz

zambaklar gün gelir şairlerin başucuna sokulur



Adnan ÖZER

15 Eylül 2010 Çarşamba

İstiklal Marşı

Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli:
Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım;
Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım!

Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!



Mehmet Akif ERSOY

Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi

Ey Türk Gençliği!


Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.


Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.


Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!






Mustafa Kemal Atatürk

20 Ekim 1927

ŞeyHiç

şiir sürer, kalbin ölümlüdür çünkü
an'lar ölümlüdür, ölümdür

dönüp seni bulan sesin, sesler
ölümdür
sis çanı, çanlar, ıslanmış
bir lunaluna gecesi
ah herşey, hiç birşey
ve bütün intihar reçeteleri

kalbin sürer, sen hiçhiç çünkü
kalbin geçerlidir çünkü



Adnan AZAR

Parçalanmış Zamanlar

1

unuturum akıp gittiğin
yüzünü unuturum

geceye yaslanırım
yaslanırım ince uzak bir sese
senin sesin o
alır beni bilirim

her şiirle birlikte
senin adın
alır beni bilirim
senin kumral susuşun
senin kırık susuşun

kime varsam geceler
kimi sevsem yine seni
yine seni severim

unuturum akıp gittiğin
artık yeni bir pusuda beklenirim



Adnan AZAR

Ömrüm

ben bir gün aşkı seçerim

sonra gelir bir gün yoksayma provaları
sonra gelir bir gün unutuşun hecesi

sonra bir gün adını sorarım sana
sonra bir gün kimnasılnedennezaman
sonra bir gün bir akşamı uzun kılarım

dağılsın ömrüm



Adnan AZAR

Ne Gitti Ne Kaldı

C. A. Kansu'nun anısına


Yaprak dökülür, omcalar soyunur
güz çimenleri yeşerir toprakta
bir asmada
bağbozumundan kalma bir salkımla karşılaşır insan

Ne gitti, ne kaldı
Tüm artıklar gitti
boyamalar, bezemeler, abartmalar gitti
bir küçük çeşme kaldı, bir bağ yolunda
güze bakan

Seni sordum dünyanın bütün çocuklarına
kuşlara, çiçeklere, ağaçlara seni sordum
seni çalıştım gün ağarırken, şafakla
bir ince şırıltı olup sabaha akmak için



Adnan AZAR

Mola

saçlarımı erken rüzgârlarla dağıttım

alnımdaki lekeler eylül ıslıklarından
yüzüm kör bir aydınlıkta nedensiz şimdi
yani nedensizim, yani yolum uzun, gün kısa

alıştım, artık çiçeklerle deniyorum kendimi
son kimliğim de aşınmıştı geceye karışmaktan
gülüşümün adını bulamayacaklar, biliyorum
çocukluğum yaşlanmayacak uğultularda

eskiyen günlerde bir ilenç var, bunu da biliyorum
resimler yırtılırdı bakışlarımdan, yine de üşümezdim
yine de uzanırdım sabahın buğusuna
unuturdum göğsümü delen ışıkları

seni artık yaz sularında aramıyorum
burda geceler yoksul, çocuklar suskun
ve binlerce söz ölüsü ellerimde
ben de susuyorum, sustum artık

sustum ve yüzüm kanamıyor hiç bir güle



Adnan AZAR

Günler

Nasıl eskiyim nasıl eskiyim
ince bıçaklar gezdiriyorum yedeğimde.

Bana eksiklerden söz etme
işte şu deniz şu yürüdüğüm fırtına
bak nasıl taşırıyor günleri
nasıl taşırıyor ve bakışlarım
hangi sular renginde.

Çok yoruldum ne çok yoruldum
hep sulardan çaldım suretini.

Artık kelimeleri unut adını unutturma
ölüm gelir ölüm gelir
bir balkondan avluya-
kalsın bütün beklediklerim.

Sonra beni günler ağlasın
sana ağlasın beni!



Adnan AZAR

Elele Gittiğimiz

biliyor musun giderek azalıyoruz böyle

sen bir susuşa doğru kırılarak
ben senin susuşunun ardında
nereye gitsek orada olmuyoruz
biliyor musun giderek azalıyoruz muyuz böyle

akmaktadır günler belki bunlar son rüzgârlardır
çünkü neye değsek ellerimiz yanıyor
yaz kimliksiz bir gülle orda kalakalmış
yaz kalsın orda çocukluğum ağlasın
burda bakışlarımızı sular boğmaktadır



Adnan AZAR

Döngü

Sevincin yüzü güler ya, umudun çiçeği açar
ben de gözlerimi şafağa açarım
sevginin pınarında yıkayıp saçlarımı
sana öyle gelirim.

Kuşlar uykudayken daha, rüzgârlar uykudayken
uyanırım sessizce
düşer yola yine sana gelirim
sana o zaman gelirim işte;
unutmak için herşeyi
öğrenmek için yenibaştan!



Adnan AZAR

Birdenbire Sabah

Bir muştu gibi iniyor gün
aydınlık ve anlaşılır
bir çocuk saflığıyla
bir gülüş gibi
terli çarşaflara sıkıntılara
geceden kalma karanlıklara
meraklı ve çiçeklerle örülmüş
bir muştu gibi gün.

Yüreğim bir pencere şimdi
aydınlıklara
geçmişsiz ama sevdalı
yüreğim telaş telaş
aydınlıklara!



Adnan AZAR

Bir Yürük Semai İçin Fazla Mesai

aşk şarkı söylemeye başladı

ama rast perdesinden bir şey değil

aşk dallara takıldı, yapraklar yapraklarla
'tün sokaklar verevine boyandı

aşk büyük evliliğe hazırlanıyor, bir yastık
ve rastık ve dantelalar tamam

aşk haz'rolda bekledi kapı eşiklerinde jazz
zaten saz ama, barok'a merak sarıldı

aşk söz verdi, andiçti, yemin etti, ama bak
öpüşmeye başladı

aşk bizi bile boşladı



Adnan AZAR

Bir Söz Söyle

hani kuşlar kaldıracak
yangınlar üfürecekti yel
uykusuzluklar büyüyecekti hani

nerde büyük ağartı
nerde yel

bir söz söyle içinden
durma! bir gül daha düşür
karanlığa



Adnan AZAR

Bir Şiirin Son Günleri

fırat'a

günler yanlış zaman kısa ben gittikçe yalnızım
kalksam trenler istasyonlar eskişehir ankara
sabah gri bir gök ben adıma yanlışım

kalksam kara bir şiire uyanıyorum



Adnan AZAR

Bir Gece İçin Eksik Sorular

Karanlığı soruyordun!
Çocukluğumu, yeniyetmeliğimi bilebilecek misin?
Bir kader-kısmet kutun oldu mu hiç senin?
Plastik saatler, zıpzıp toplar içeren bir kutunun
sevincini taşıyabilir miydin bu gecenin içine?
Durmadan genişleyen sessizliğinin neresindesin?
Suskunu ne ile süsleyeceksin?
Şimdi soruların ötesindesin, evet! Ama bir gün,
bir yer seçmiş olacaksın kendine: ya sulara çok yakın,
ya yollar için dar!..
Hem sonra senin de gecelerine durmayacak mı
birbirinden kovulmuş üç-beş adam?
Birbirinden kovulmuş üç - beş adam!



Adnan AZAR

Benim Şarkım Küçük

bu akşam nasıl da şarkılıydım
nasıl tekinsiz bir kıyıdaydım
nasıl duruyordum bir sağanakla
sağanak sonu arasında
nasıl susmuştum susmadan
konuşmadan nasıl konuşmuştum
kuşlar kalkıp konuyordu
susmamla konuşmam arasında
adını çoktan unutmuştum

boyunun en yaşlı ve en
kimsesiz yerinden başlamıştım
nasıl doğrulanmıştı dünya
nasıl doğrulanmıştı zaman
bir çocuk haykırınca
kimseler duymayınca
ben nasıl şarkılıydım
şarkımda bir ölü ha

nasıl susmuştum ki suskumda
bir kâğıt bir kalem
nasıl konuşmuştum

benim şarkım küçük
bir ölüyle doğrulandı bu akşam



Adnan AZAR

10 Eylül 2010 Cuma

Ülkemin Şiir Atlası

(...)



III

Ben aradığım her şeyi yana yakıla aradım
Kaygılar taşıdım mutlaka bulmalıyım diye
Ama kaldırdığım her taşın altından
Çıka çıka bir yığın böcek çıktı
Kimisi deliklerine kaçtı, kimisi üstüme ağdı

Yol günlüklerine geçti attığım adımlar
Çocukken boynunu kopardığım kuş yavruları
Düşlerimde yolumu kesip bir bir gözlerimi oydular
Ve eğdiğim fidanlar büyüyüp gelişince
Gövdeleri tabutuma birer tahta oldu

Sulara bıraktığım hüsnüyusufların
Yan yatıp suyun üstünde durması gerekirken
Hepsi de dibine çöküp gitti bir bir
Demek ki her şeyin bir derinliği var
Demek ki her şey biraz da derinliktir

Daima ayrılıklar üretti benim yürüyüşlerim
O yüzden adı ayrılık olan bir çiçektir
Şimdi benim avuçlarımdaki çizgiler
Oysa eskiden alçalan bir kara kırlangıcın
Kuyruğunun duruşuydu.

(...)


XLVI

Bilirim incelik ister marifet ister
Arkadaş seçmek de yar seçmek kadar
Çünkü göreceğin küçük bir ihanet bile
Adama evlat acısı gibi koyar

Düşün ki içini döktüğün, sırlarını verdiğin
Seninle birlikte aynı ufka alın dayamış
Birlikte saklanmış, birlikte yatmış birisi
Bakmışsın ki günün birinde ayrılıp gitmiş

Aslında bir su damlası kadar hafiftir insan
Bir söz kadar uçucu, bir reyhan kadar yabani
Ve kırlangıçların gözleri kadar ürkek
Eğer cesaretle doldurmamışsa kalbini

Bilirim oldum olası incelik ister
Arkadaş seçmek de yar seçmek kadar
Çünkü gün gelip çıkarıp öfkeni vereceksin
Ve yurduna dair taşıdığın güzel şeyleri


XLVII

Yürüdüğüm yolları deftere yazmayı
Günlük tutmayı bağırıp çağırmayı
Ve hayatım üstüne haberler çıkarmayı
Bir marifet sayıp kendimi ele verdim

Bir damla suyun bile ağırlığını düşünmedim
Ama taşı toprakla toprağı çamurla kıyaslayıp
Taşıdığım düşüncelerin sözlere dökülüşüne
Bir anlam veremeden çekip gitmedim



Abdülkadir BULUT

Sen Tek Başına Değilsin

Sen tek başına değilsin
Yağmurda koşan taylar gibi
Ve toprağı iyice kavrayan
Kökler kadar akranın var
Omuzlarında hayat ve şiir
Alınterinden bir yürüyüş

Sis örtse de alnını bazan
Dalına göre konsa da kuşlar
Kalem seni arkalıyor boyna
Gülü saklayan yaprak
Ve kızartan toz

Çok alışkın acılı yanın
Güneşte bozaran yavşanların
Islaklığına

Ellesen yorgun bir buzağıyı
Sırdaşın olur senin yiğidim
Mapusane günlerinde görüşmecin
Çünkü adaşların da uğurlandı
Sen tek başına değilsin
Omuzlarında hayat ve şiir
Alınterinden bir yürüyüş

Sen tek başına değilsin



Abdülkadir BULUT

Oyuncakçı Amca

Oyuncakçı amca,
Ne çok oyuncakların var;
Top, tank, tüfek, tabanca...
Gövdem titriyor,
Onlara bakınca!

N'olursun oyuncakçı amca,
Bundan böyle bizlere,
Oyuncak tüfekler yerine,
Ak yelkenli bir gemi,
Bir de süslü bebekler getir,
Unutma emi?

Sonra oyuncakçı amca,
Senden aldığım tüfekleri,
Bozarak onlardan kuş yaptım,
Bana kızmazsın değil mi?



Abdülkadir BULUT

Gözyaşları Da Çiçek Açar

Ellerimi dokunduğum her yerde
Çığlık çığlığa kıvranıyor hayat
Ve ölen arkadaşların giysilerini
Bir kere daha dürüp koyuyor analar
Çamaşır sandıklarına
Gözyaşları da çiçek açar

Bugün yurtyeri olsa da acılara
Kayaların en sarp yerlerindeki
Kırlangıç yuvalarını andıran alnın
Bir gün terli bir gelecek uçuracak
Sabahlardan akşamlara kadar
Gözyaşları da çiçek açar

Ansızın oyuna başlayan çocukların
Sesleri kadar canlı ve huylu
Sevinçleri kadar taze ve acemi
Bir duruş kuşatır seni o zaman
Gözyaşları da çiçek açar

Başını dayadığın ağaç dalı
Bak hafifçe eğildi toprağa doğru
Uyuyan bir çocuğun soluk alışını
Dinler gibi kendini vererek
Yaklaş yüzünü örse de acılar
Boynundan ter boşalan herkese
Gözyaşları da çiçek açar

Yaklaş, yüzünü örse de acılar
Ve nasıl yakalarsa toprağı kök
Suları renk, dalları kiraz
Sen de öyle yakala hayatı
Yürü kol kola canıma değsin
Gözyaşları da çiçek açar



Abdülkadir BULUT

9 Eylül 2010 Perşembe

Yanlış Anka Destanı

3.


Uzun bir öyküdür, anlatanı bulunmalı
Bir dizeyle özetlenir: Koklanmayan gül üşür
Ama açmalı onu, birazcık kanatmalı
Şiiri, sevdayı içerir öykü
Yolcu düşkünü hanları

Söz düşmez hancıya, o ne bilir ki
Bir acı şiirle nasıl örtüşür
Yüzünü ayaz mı yalamış, hancı
Her zaman bir sıcaklığı öpmüştür

Yolcumu ki toz tadını tanısın
Hancıdır o, bu şiirde bir simge
Açıklamak için kimi şeyleri
Araç olacak belki de

(Eski sözdür: Kuşlar kanat açmalı
Bu öyküyü dinleyen bulunmalı)



Abdülkadir BUDAK

Sincan'da Bir Sokağın Balkondan Görünüşü

Kendine bile açılmayan bahçenin kapısından
Çocukluğumun yitik lale çalma girişimleri
Korkuları görünüyor sokak adlı bu aynada
Düşük ölçekli depremi andıran bir ihtiyar
Son kez dokunuyor sanki gecenin saçlarına

Yüz metre kadar ilerde nasırlı el öpülüyor
Yeni evli olduğunu sandığım iki insanca
Üç-beş omzun üzerinde beliriyor bir tabut
Çiçek düşüyor saksıdan, yılan akıyor balkona

Başka neler görünüyor, Sincan'da bir sokağın
Gözlerine büyüteçle baktığım zaman
Gözyaşı deseniyle süslenmiş bir mendilin
Takıldığı netleşiyor sokağın yakasına
Acelesi varmış gibi söz ettiğim ölünün
Ulaştığını görüyorum bir camii avlusuna

Yerde pankart yırtıkları, güz resminin üstünden
Koşarak geçtiğini görüyorum gençlerin
Birisi bana benziyor, lise sonda olmalı
İzmaritli günlerimi, ilk içkimi andırıyor
Çantasında şiir vardır, yüreğinde leylâ'sı

Yürüyüşüm değişirdi aşık olduğum zamanlar
Kimse beni tutamazdı dördüncü kat balkonunda
Bütün sokak duyardı, yirmi beş yıl öncesi
Sesim fena sayılmazdı elbet aşk şarkısında

Annemin öldüğünü hiç kimse farketmemiş
Saçı sarmaşık ablamın, sesi kuş çığlıkları
Balkonumdan bakıyorum, kendi içine çıkıyor
Parka teğet geçmiyor, sokak değil içkanama
Şiirini yazmalıyım bana benziyor çünkü
Akrabalar arasındaki müthiş yalnızlığıma

Bol gelirken gündüze gecenin elbisesi
Ankara'da başladım yeni bir gurbet faslına
Ben gelince gitmiş herkes, çiğdemler, çiçeklerle
Hiçbir şey görünmüyor, Sincan'da bir sokağa
Ya bir perde çekilmiş ya da perde gözlerimde



Abdülkadir BUDAK

Seni Beklemek

Yaralı Bağdat'ım, Amerika'nın
Şefkatli kollarında; bakar mısın sen?

İşte böyle bir şeyim seni beklerken
Kaç askerin ansızın kan dolar matarası?
İntihar saldırısı; kaç ölü, kaç yalnızlık?
Demeç, demeç, demeç ve başsağlığı

Soluduğum hava mayınlanmıştır
Gelsen de savaş bitse; en azından içimdeki
Ormanı bir kibritle dolaşıyorum
Bu benim yaptığım normal değil ki

'Yalın gece', karmaşık hal, nefesin
Ateş nehir ve ben salkım söğütsem
Bunda senin payın büyük arzulu geyik
Pars olmuşsam ve bu kadar gerginsem

Seni beklemek var ya, iki kol iki ayakla
Gidip en az birini bırakarak dönmektir
Seni beklemek var ya, bir tavan arasında
Ölmüş annemin gelinliğini bulmak gibidir

Tutkunun haritası birazdan yırtılacak
Gece çekip gidecek, beklemekten yoruldu
Seni beklemek diyorum, havuzda balinayı
Yüzdürmeye kalkmak; anladığım bu

Gerginim, aç parsın yerine geçtim
Sirenli Bağdat gecesi gecelerim



Abdülkadir BUDAK

Sana Bakmak

Göğe bakmak gibi bir şeydi anlaşılan
Açık mavi bir göğe, gündüz yıldızları olan
Sana bakmak gölde kayık olmaktı
Kış günü köy evinde soba olmaktı bir de
Yaz günü bir ağacın gölgesinde uyumak
Elma soymak gibiydi, kavun kokusu
İçimdeki hastaneden taburcu olmak
Sana bakmak bana hep iyi geldi
Sanki saç örgüsüydün salkım söğütte
Sana bakmak güzel olan her şeydi

Sokak kedisine şefkat, baltalara merhamet
Sana bakmak ağaçlardan yana olmak demekti
Bahçe mahkemesinde nergisin tanıklığı
Yoksul öğrencilere defterlerdi, kalemdi

Heyecanını yitirmiş istasyondum belki de
Gelen hiçbir tren beklediğim değildi
Yalnızlığa sarılmaktan kurtuldum
Çünkü yüzüne baktım çünkü yüzün ay
Işıtıverdi birden içimdeki geceyi

Sana bakmak yastan çıkıp dörtnala
Lunapark şenliğine geçmekti bir bakıma

Teneffüs zili kadar sevimli derslerdi yüzün
Çiçekten karneyle eve dönmekti
Bitmiş gibi konuştum, şaşkınlıktandır
Sana bakmak iyi değil, pekiyi



Abdülkadir BUDAK

Sağlama

Yalnızlık sessizlikte yapıyor sağlamasını
Zehir sağlamasını yılanın çatal dilinde
Bisiklet rüyasında çocukları görüyor
Bisikletin sağlaması çocuk sevinçleriyle

Giyotinin sağlaması kestiği boyunlarda
Yokluğunun sağlaması eli bıçaklı gece
Kumsalda sağlamasını yapan garip tekneyim
Bir denize bakarak ve büyük gemilere

Düğünden cenaze törenine geçilir hani
Yokluğun öyle bir şey, ölüm tetikte
Boş konserve kutusunun tekme yemiş haliyim
Çok ağır kokuyorum yalnızlık çöplüğünde

Sevgiliye özlem bir bisiklettir
Öte yandan yoksul çocuk düşünde
O kadar özledim ki sevgilim seni
Bütün yoksul çocuklar bisikletlerde



Abdülkadir BUDAK

Muhteşem Ayıplar

Göğsümün yelkenini şişirecek bir rüzgâr
Yüzüme çarpılacak bir kapı bulmalıyım
Dışlanmak nasıl bir şey, öğrenmek için
Ruh halini metale yenik düşen ahşabın

Katliamdan kılpayı kurtulan günün sonunda
Hissemden çoğunu almak muhteşem ayıplardan
Öpen dudaklar ahşap, okşanan metal ise
Sevişmeyi ayıp saymak mümkündür kaptan

Tekne şizofren öyle mi, kayalara yöneliyor
İlk celsede beraat ettiriliyor deniz
Soru metal, yanıt ahşap; asılan bir sokağa
Cadde adını verecek kadar incelikliyiz

Midye çıkarma konusunda usta olsam ne çıkar
İnci bulamadıktan, inci bulamadıktan...
Zıtların birliği çok can yakıcı tanrım!
Gövdem metal, ruhum ise ahşaptan

Ağaç ile dâr sözcüğü yer değişmiş, aldanma
Sallanan bedenlere bakınca göreceksin
Yoruldum, uykum geldi, sözlerim kapanıyor
Terzi ahşap, kumaş metal; kırılmış bir iğneyim

Tanrım! Bu orantısızlık beni çok korkutuyor
Şehrin elleri ne büyük, ne kadar küçük başı
Kanın sızdığını gördüm bir çivinin sesinden
Karıştırmak zorundayım metal ile ahşabı



Abdülkadir BUDAK