Şiir, Sadece

15 Nisan 2019 Pazartesi

Benim Nefsim


Ruhuma bir kefen bezi yeter de,
Yetmez aç nefsime sırma ve ipek.
Çare yok yüzünden düştüğüm derde;
Yesem de "toprakla karışık kepek..."
Güneşle bir tutsam girmez hızaya;
Dar bulur, sığmam der dipsiz fezaya.
Kuyruk sallar sonra hırlar ezaya;
Benim nefsim, benim nefsim ne köpek!...


Necip Fazıl Kısakürek

14 Nisan 2019 Pazar

Çocuk


Annesi gül koklasa, ağzı gül kokan çocuk;
Ağaç içinde ağaç geliştiren tomurcuk....
Çocukta, uçurtmayla göğe çıkmaya gayret;
Karıncaya göz atsa "niçin, nasıl? ve hayret...
Fatihlik nimetinden yüzü nurlu bir mühür;
Biz akıl tutsağıyız, çocuklar ki asıl hür.
Allah diyor ki : "Geçti azabımı rahmetim!"
Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim..
Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın!
Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın!
İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;
Çocukların kalbinde işler zaman rakkası...


Necip Fazıl Kısakürek

13 Nisan 2019 Cumartesi

Hep Nefs

Göğsü yakut ve safir,
Kapıda bir misafir...
Sordum: Kimsin nesin sen?
Dedi : Şeytandan sefir!
Nefs isimli o kafir....

Yüzü kapkara zifir;
Elinde kös ve nefir.
Sabit fikir burgusu,
Dili, çözülmez cifir.
Nefs isimli o kafir....


Necip Fazıl Kısakürek

12 Nisan 2019 Cuma

Peygamber

Sen, fikir kadar güzel;
Ve tek, birden daha tek!
Itrını süzmüş ezel;
Bal sensin, varlık petek...

Sensin ölüme hisar;
Bâkisi hep inkisar...
Sar bizi, çepeçevre sar,
Rahmet rûzgarı etek!...


Necip Fazıl Kısakürek

11 Nisan 2019 Perşembe

Sabır

Sabrın sonu selamet ,
Sabır hayra alamet.
Belâ sana kahretsin;
Sen belâya selam et!

Felâh mı, onda felâh,
Silah mı, onda silah
Sen de kim oluyorsun?
Asıl sabreden allah.

Sabır incecik sırat;
Murat içinde murat.
Sabır Hakk'a tevekkül.
Sabır Hakk'a itimat.

Sabırda pişer koruk,
Yerle bir olur doruk.
Sabır, sabır ve sabır,
İşte Kur'an'da buyruk!

Bir sır ki âşikâre ,
Avcı yenik şikâre.
Yalnız, yalnız sabırda
Çaresizliğe çare...


Necip Fazıl Kısakürek

10 Nisan 2019 Çarşamba

Sanat

Sanmaki ciddiyet ile sarfederim sanatımı
Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir
Bezmi meyde sühefanın saza meftun oluşu
Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir


Neyzen Tevfik

9 Nisan 2019 Salı

Corona

Elimden yiyor kendi yaprağını sonbahar.Dostuz ikimiz.
Kabuklarından soyuyoruz zamanı ve ona öğretiyoruz yürümeyi:
Zaman geri dönüyor kabuğuna.

Aynada pazar günü,
Uyku uyunuyor rüyada,
Hakikatli konuşuyor ağızlar.

İniyor gözüm sevgilinin mahremine:
Bakıyoruz birbirimize,
Söylüyoruz esrarlı sözler,
Sevişiyoruz tıpkı haşhaş ile bellek gibi,
Uyuyoruz midye kabuğundaki şarap gibi,
Tıpkı kanlı bir mehtaplı deniz gibi.

Penceredeyiz sarmaş dolaş, seyrediyouz kendimizi sokaktan:
Zamanıdır bilinmesinin!
Taşın çiçeklenmeye tenezzül etmesinin zamanıdır artık,
Huzursuzluğun kalp atımının zamanıdır.
Zamanıdır, zamanı gelenin.

Zamanıdır.


Paul Celan
Çeviren: Kaan H. Ökten

8 Nisan 2019 Pazartesi

Ne Ararsın Tanrı İle Aramda

Ne ararsın Tanrı ile aramda
Sen kimsin ki orucumu sorarsın?
Hakikaten gözün yoksa haramda
Başı açığa neden türban sorarsın?

Rakı, şarap içiyorsam sana ne
Yoksa sana bir zararı, içerim
İkimiz de gelsek kıldan köprüye
Ben dürüstsem sarhoşken de geçerim.

Esir iken mümkün müdür ibadet
Yatıp kalkıp Atatürk'e dua et...
Senin gibi dürzülerin yüzünden
Dininden de soğuyacak bu millet.

İşgaldeki hali sakın unutma
Atatürk'e dil uzatma sebepsiz
Sen anandan yine çıkardın amma
Baban kimdi bilemezdin şerefsiz.


Neyzen Tevfik

7 Nisan 2019 Pazar

Değil mi?

Ulu Tanrı'm, akıl ermez sırrına,
Binbir ismi hakda pinhan edersin.
İçirirsin sabrın peymanesini,
Hikmetini sonra ayan edersin.

Gizlenirsin bir nüvenin içinde,
Ademin de şeytanın da cinin de,
Her milletin ayrı ayrı dininde
Şirke, küfre, rayhi bürhan edersin.

Aşk olursun, gönlümüzü yakarsın,
Leyla olur karşımıza çıkarsın,
Rakıyb olur canımızı sıkarsın,
Vuslatını bize hicran edersin.

Bozuktur düzenin, olmazsın akort,
Tavşana kaç dersin, tazıya aport,
Haham, papaz, hoca ettikçe zart zurt,
Alay eder, güler isyan edersin.

Sen indirdin yere şu dört kitabı,
Ayrı ayrı her birinin hisabı,
Her bir dinin sensin putu, mihrabı,
Yalanına kendin iman edersin.

Zerdüşt olmuş görünmüşsün ateşte,
Brahmen'in Vişno'sısın güneşte,
Bir parlayış parladın ki Kureyş'te
Mahbubunu zatına şan edersin.

Hem goncasın, hem bülbülsün, hem diken,
Hem canansın, hem de çileyi çeken,
Hikmetine def'ineler açıkken
Seyyah, derviş olur selman edersin.

Yok olmadan var olmanın yolu yok,
Kendin gibi seni arayan pek çok,
Hiç şaşırmaz kaderden attığın ok,
Sevdiğini aşka nişan edersin.

Çiftçi olur, öküzünü haylarsın,
Ağa olur, hizmetkarı paylarsın,
Yersin, göksün, yıllar, günler, aylarsın,
Asırları toplar bir an edersin.

Görünürsün her velide, delide,
Mustafa'da Avram'da Pandeli'de,
Bir maymuncuk gibi her bir kilide
Hem uyarsın hem de bühtan edersin.

Neşve olur, gizlenirsin şarabda,
Helal, haram yazılırsın kitabda,
Sevdalarla şu inleyen rebabda,
Sensin, aşıkları nalan edersin.

Zincir olur mecnunları bağlarsın,
Görür, acır, karşısında ağlarsın,
Irmak olur dere tepe çağlarsın,
Tufan olur, dehri viran edersin.

Bir ot idin, kamış oldun, ney oldun,
Feryadına karşılık hey hey oldun,
Su, kök, filiz, asma, üzüm, mey oldun,
Her katranı bana umman edersin.

Çıban olur, enselerde çıkarsın,
Yanar canın yine kendin sıkarsın.
Kendin yapar, kendin yakar yıkarsın,
Sigortadan ne kar, ziyan edersin?

Maymun olur, ısırırsın kralı,
Hala Yunan canevinden yaralı,
Yıldızını o yar sardı saralı,
Venizelos'musun devran edersin, .

Bir iraden adam yapar eşeği,
Azlolurken batar ona döşeği,
Gazabındır şu felaket şimşeği,
Her nereye çaksan suzan edersin.

Çıkmayan bir candan umut kesilmez,
Rahmetinden zerre bile eksilmez,
Gözümüzü senden başkası silmez,
Güldürmeden önce giryan edersin.

Şımartırsın bir sonradan görmeyi,
Öğretirsin halka çorap örmeyi,
O çalarken tam gözünden sürmeyi,
Yakalarsın, hapse ferman edersin.

Zengin olur kasaları kitlersin,
Fakir düşer garip başın bitlersin,
Deri, kemik, beden bizi ciltlersin,
Hicranlara canlı divan edersin.

La'netin mi şu Şin İslam kapısı,
Yedi cehennneme bedel yapısı,
Zebanilerde mi bunu tapısı?
Bu çeteyi sen perişan edersin.

Dar-ün Nedve midir şu Dar-ül-hikme
Savurdular birbirine çok tekme.
Kuyruğu sakattır, pek hızlı çekme,
Eşeklerle bizi handan edersin.

Kudururlar arpalıkla, tiridle,
Girişirler kafa, göz, yüz, dividle;
Geğirirler, anırırlar, tecvidle,
Harf-ı meddi yular, kolan edersin!

Fitne için yeter İzmir'li Cüce,
Yelken takar devedeki hörgüce,
Kürek çeker akıntıya her gece,
Boklu dereye mi kaptan edersin?

Uçarken havada gaflete daldım,
Fena suretinden bir buse aldım,
Süleyman tahtının altında kaldım,
Cibril'i şaşırtan o Burak benim.

Felek allem, kader kallem eyledi,
Hind'de Buda Tur'da Musa eyledi,
Beni bana herkes nasıl söyledi?
Dillerde destanda bu merak benim.

Serseri bir kıdemliyim ocakta,
Kaynamışım nice kabda kucakta,
Buz kesildim sinirimden sıcakta,
.........


Neyzen Tevfik
İstanbul, 1921

6 Nisan 2019 Cumartesi

Sırtlan


Sırtlanları Geçmişti Beşer yırtıcılıkta
Dişsizmi Bir İnsan Onu Kardeşi Yerdi


Mehmet Akif Ersoy

5 Nisan 2019 Cuma

Sabah İskambil Atar Kahvede, Akşam Domine...

Köylünün bir şeyi yok, sıhhatı, ahlakı bitik;
Bak o sırtındaki mintan bile tiftik tiftik.

Bir kemik, bir deridir ölmedi kaldıysa diri;
Nerde evvelki refahın ancak onda biri?

Dam çökük, arsa rehin, bahçeyi icra ister;
Bir kalem borca bedel faizi defter defter!

Hiç bakım görmediğinden mi nedendir, toprak,
Verilen tohmu da inkar edecek, öyle çorak,

Bire dört aldığı yıl köylü emin ol, kudurur:
Har vurur bitmeyecekmiş gibi, harman savurur.

Uğramaz, gün kavuşur, çitine yahut evine;
Sabah iskambil atar kahvede, akşam domine.

Muhtasar, gayr-i mufid ilmi kadardır dini;
Ne evamir, ne nevahi, seçemez hiçbirini.

Namazın semtine bayramlarda uğrar sade;
Hiç su görmez yüzünün düşmanıdır seccade.

Hani, üç beş kişiden fazla musallı arama;
Mescid ambarlık eder, başka ne yapsın, imama!

Okumak bahsini geç, Çünkü o defter kapalı,
Bir redif zabıtı mektepleri debboy yapalı,

Sıtma, fuhuş, içki, kumar, türlü fecayı salgın...
Sonra söylenmiyecek şekli de var hastalığın.

Bir taraftan bulanır levse hesapsız namus;
Bir taraftan serilir toprağa milyonla nufus.

.........


Mehmet Akif Ersoy
Asım: Safahat 6. Kitap
1919

4 Nisan 2019 Perşembe

Eser


Bir insan öldümü ondan kalacak eseri,
Bir eşek göçtümü ondan da nihayet semeri.


Mehmet Akif Ersoy

3 Nisan 2019 Çarşamba

Azmine Sarıl

Ye's öyle bir bataktır ki,
Düşersen boğulursun
Azmine sarıl sımsıkı
Bak ne olursun


Mehmet Akif Ersoy

2 Nisan 2019 Salı

Yayılmışız Dünyanın Dört Bir Yanına

Yayılmışız dünyanın dört bir yanına
Kimisi ta Kopenhag'da, kimisi Paris
Bedenimiz orda burda dolanır amma
Çok hem de çok uzak yerde kalbimiz

Bir allı turna olsam, karlı dağları aşsam
Varsam bizim ellere, kendi göğümde uçsam
Şimdi İstanbul'da olmak vardı anasını satayım
Püfür püfür bir vapurun yan tarafında

Köprüde balık ekmek yemek
Dolmuşa hadi gidelim demek
Ver elini Yenikapi ver elini Bebek, Tarabya
Şu anda oralarda olmak vardı ya

Şimdi istanbul'da olmak vardı anasını satayım
Boğazda köhne bir iskelenin yamacında
Tabakta kavun, peynir kadehte buz gibi rakı
Dilinde yarı acı yarı tatlı bir şarkı

Şu anda İstanbul'da olmak vardı!
Benim derdimi dermanımı bilen yok
Yayılmışız dünyanin dört köşesine
Kiminin adresi Sidney kiminin Hamburg

Yaşamaya dört elle sarılmışız da
Yine de gözlerim dolu, yüreğim buruk
Başımı hiç bir zaman eğmedim amma
Yine de yüreğim yara, içimde boşluk

Minnacık tohum olsam savrulsam dönümlerce
Kış biter bahar gelir, açılsam yüzbinlerce
Açılsam milyonlarca
Şimdi istanbul'da olmak vardı

Şimdi istanbul'da..
Şu anda istanbul'da...
Ah ! istanbul...


Şanar Yurdatapan

1 Nisan 2019 Pazartesi

Son Yazıları - Şimdi

I

Tarihin sonuna yaklaşıyoruz, ve tarihin sonu yaşamın sonunu işaret ediyor
şimdi...

Okunacak çok şey var belki ama yazılacak yeni bir şey yok, söylenecek yeni bir
şey. Okumalar, bilmeler de çok anlamlı değil, çünkü gidilecek bir rota yok, hatta
yürünecek bir yol. Çıkılacak bir yolculuk olmadığı için de ne bilgiye ne de
tecrübeye ihtiyacımız var artık.

Hızlılığımıza ise bitkinliğimiz sebep, ne garip(!)


II

Ebedi düşmanını yitirmiş bir savaşçının körelen kaslarını taşıyoruz şimdi…

Savaşılanı olmayan savaşlara soyunuyoruz.
Korkuyor, titriyoruz.
Kaslarımızı tekrar diriltecek,
kılıcımızı tekrar biletecek nedenler arıyoruz.
Her beyhude arayışın sonunda biraz daha anlamsızlaşıyor,
durduğumuz anda ise yaşamı kaldıramıyoruz.

Durup etrafa bakacak vaktimiz olduğunda gidiyoruz.
Hep o dönüşsüz gitmeleri düşlüyoruz...
Oysa kimimiz doktorlara,
kimimiz sokak satıcılarına…

Hiç birimizin ruh hali iyi sayılmaz, biliyoruz.
Koşan, susan, haykıran,
hiçbirimizin…


III

Sözünü tutmayan bir babanın gururlu evlatları gibiyiz şimdi…

Karnemizin iyiliğine karşılık bir bisiklet vaat etmiş,
ve almamış gibi.
Bisiklet alınmadığı için de çok önceleri bırakmışız çalışmayı,
yaşamayı(!)
Binlerce yıldır buradayız ve elimizde onca şey olmasına rağmen,
bütün bu olan biteni anlamlı kılacak o bisiklet yok.
Bunca hüznün, bunca kaybın ardından geriye kalanlar ise,
yalnızca şaşkınlık ve karmaşa…

“Bisiklette direten çocuk babasından dayak yer, ölse de kurtulsam dediği an da
babası oracıkta ölür. Mucize yalnızca budur. Tek gerçek ise, titreyişi son
bulmayan babasız bir çocuktur.”


IV

Titreyişimiz büyük ve dönüşsüz bir sessizlikle mi son bulacak şimdi?

Yaptıklarımız, belki de yapamadıklarımız böylesi bir sonun habercisi. Öyle ya,
yenisi olduğumuz hiçbir şey duygularda karşılık bulmuyor. Üretilen hiçbir şey
beraberinde mutluluk getirmediği gibi yaşamı da kolaylaştırmıyor. Hepsi ayrı
birer yük yaşamlarımızda; anlayamamanın, sahip olamamanın ve bunlardan
sebep, yaşamdan kopamamanın yükü(!) Yorgunluğumuza, umutsuzluğumuza ve
hızlılığımıza sebep işte bunlar. Yaptığımız şeylerden sonra nerede olduğumuzu
kestirememek, yorgun düşmek ve yapacak başka bir şey, sığınacak başka bir yer
bulamamak. Unutmak, unutulmak ve bir süreliğine de olsa var olmak arzusu
sadece…


Selçuk Gürkan

31 Mart 2019 Pazar

Medusa

İçimde yeşeren kara tohum
Kirli, sağanak bir yağmur
Ekip onu her seferinde
Kızıl saçlarından toprağa
Saçımı yıkıyorum fosseptiğin buğusuyla…

İçimdeki tohum patladı, patlayacak
Ama tomurcuğumu kemiriyor
Durmadan kör bir yılan
Zehrini akıtıyor kanıma
Zevkten içime patlayarak
Dölünü veriyor kadınlığıma
Kör bir yılan yeşeriyor toprağımda.

İçimdeki magma taştı taşacak
Kızgın alevlerimi kusuyorum volkanlarımdan
Saçlarında yürüyorum çıplak dağların
Ay ışığında yılan gibi kıvrılarak.

İçimdeki sonbahar, bedbin
Felçli, sakat bir hasta
Her daim yasta, her daim kusta
Saçlarımı örüyor ağır elleriyle yaz
Kirli bir ağustosta.

İçimdeki yılan kör olmasa
Sorun değildi hani
O zaman sokacağı yeri de bilirdi Medusa
Ama şimdi endamım bedbaht
İçimdeki yılan
Çünkü koca bir yalan.

Yalan damlıyor zekerinin ucundan
Tüm kadınları döllüyor, kadınlığımda
Yalan döllüyor verimli toprağımı
Sonra da huzur içinde ölüyor
Şefkatli kollarımda.

Yalan oluyorum
İhtiraslı bir karadul
Döl yolumu kanatıyorum organıyla
Ölürken tohumunu alıyorum
Onu yeşertiyorum her sonbaharda.


Hasan Uygun

30 Mart 2019 Cumartesi

Yaşam Budur

Kösnül bir an. Taşkınlık. Yoksayma.
Örgenler burulsun, kamçı yalasın gönü, barsaklar boşalsın.
Arınmanın büyüsü.
Çıplak bir yüze bakabilmenin.
Giysilerden arınmış, salt duyum olmuş, gönü gözcüsü.
Varlık içinde yitmezse sarsılmaz bir deneyim.
Sürmeler silinmiş, dişler sökülmüş, memeler sarkmış.
Kesinliği önceden saptanmış devinimlerle sarsılmış gövde.
Soğurma, itme, boşaltma, titreme.
Sıvılar.
Sağaltıcı bir yayılışla, öngörülmedik oranlarda.
Sıvaşık kuttören.
Se.
Sı.
Se.
Sası.
Damakta yürüyen acılık. Tuz.
Yorgunluk bu evrenin tanımadığı bir durumdur.
Durukluk varsayılmamıştır.
Gevşeme benimsenmemiştir.
Sürtünmesiz bir ortam –gözlemlenebilir konumların her biri tam tersini imliyorsa da.
Kaslar büzülür, daha yeğin bir devinimi öncelemek için.
Gönün sığası.
Bütün anları, bütün durumları içerebilir.
Bakışlar bulanıklaşmıştır.
Boynu
Kavrayan el
Bir
Son
Verebilir
Dışarıda sürdürülen bayağılığa.
Yaşam o değildir.
Yaşam budur.


C. Hakan Arslan
01.01.07, Kuşadası

29 Mart 2019 Cuma

Amaçlar

Amaçlı yaşamlar kadar
sinirime dokunan bir şey yok,
ne kadar amaçlı yaşamla
karşılaşırsam
o kadar Kerouac oluyorum.

Alkol bir sığınak değil,
bir gerçeklik süzgecidir
-amaçlar ona takılır
ve Jack’in şarabından iyisi yoktur.

Biliyorum, çünkü şarabın
ucuz ya da pahalı oluşunun değeri
yoktur,
şarabın değişim değeri
amacın değişim değerini kat be kat
aşar.

Amaçlar kolayca el değiştirir,
öznenin kendi üstüne kapanması, ne
tuhaf –
oysa şarabın el değiştirmesi
bir topluluğun genişlemesidir.

2007 insanları bu konuda biraz
zorlanacaktır,
ne de olsa düzenli bir yaşamları,
öngörülebilir amaçları var,
herşey ucu ucuna hesaplanamaz,
ama bizi matematik kesinliklere
ulaştırabilir.

Ne Kerouac’ın ne benim
bu konuda bir tutum benimsememiz
doğru olur,
çünkü şarabın uzaktan da olsa
özgürleşimle bir akrabalığı vardır.

Özgürleşim deyince de
bir Lower East Side sokağında
ellerim cebimde yürümeyi
ve amaçlara
gülüp geçmeyi anlıyorum.

Bu devrimci devinim
bir yön bulma tutkusuna
kapılmadan önce
benimle çıkabilir
ve onu çimlerin üzerinde
becerebilirim.

Bunu daha önce de yaptığım için
belli bir amaca yaslandığımı
düşünebilirsiniz,
ama gövdeleri çoğaltmaktan
daha amaçsız bir şey olamaz.

Gövdeleri çoğaltmak derken
üremeyi değil,
kendini onlara bırakmayı
imliyorum,
bu durum 2007 insanlarına aykırı
gelecektir,
çünkü denetimsiz amaç olamaz.

Bence de.

İşte bu yüzden cep telefonumu
kapatıp
çırılçıplak soyunuyorum.

Taranmaya hazırım.

Bulgular bir boşluğu imleyeceğine
göre

Koşup sıçrayabilir, salıncağa
asılabiliriz.

Amaçsızlığımız dinelince
şarap daha da keyifli gelecektir.


C. Hakan Arslan
28.07.07, Ankara

28 Mart 2019 Perşembe

Hampstead

Tolga Tuyluoğlu için


Hampstead Heath’in ılık bir güne, yorucu kalabalığa açıldığı saatte Merton Lane’de bir
bahçeye oturmuş biramı yudumluyor, güneş gözlüğümle oynaşıyorum:
Sinir sistemimi baştan aşağı etkileyen alerjiye karşı etkisiz bir geciktirici!
Güne Blake’in gözleriyle bakmamı engelleyen iki kara cam! Asit-boyalar
damarlarımda akıyor.
“Blake is Blake.”
NY’ta, 54.Cadde’de, bir apartmanın 15.katında (15D) oturmuş, Kerouac’ın
şiirlerinden, anlatılarından oluşma, müzikle arkalanmış bir CD’yi dinlerken bu tümce
Aysun’la benim yüreğime kargı gibi saplanmıştı.
“Blake is Blake.”
İkimiz de aynı anda salya sümük olmuş, doya doya ağlamıştık.
Bu baştan çıkarıcı üzünç, bu sızı dorukdoyumu Londra’da, bir Pazar günü,
Hampstead Heath göğünü kuşatan anlamsız uçurtmalar arasında peşimi bırakmıyor.
Yaşamın kendi boşunalığı içinde kutsal bir sevinç gibi patlayışını duyumsuyorum.
Allen’ın “Kutsal!” çığlığı cıvıklığını yitiriyor, yeni, güçlü bir tınıya kavuşuyor.
Yaşam var, biz onun içinde bu anın kutsal boşunalığını kaçınılmaz bir yazgı olarak
görüyor, kıvanıyoruz.
Kıvanıyoruz.


C. Hakan Arslan
Londra, 07.06.04

27 Mart 2019 Çarşamba

Çıldırmamak Gerekir

6.Cadde’de miydik, bilmiyorum-
Sheraton’da tuhaf bi gece-
Kaçtığım onca şey izimi sürmekte-
bir de kaçmadıklarım var,
kaçmayı istemediklerim,
ama beni çılgınlığın eşiğine
sürükleyecekler neredeyse,
tıpkı Nietzsche’nin sütçü beygiri gibi,
bunu asla hak etmeyenler,
tüzenin yokluğunu kanıtlayanlar,
bütün nedensellik zincirleri, bütün
erdemler, bütün inançlar
bu boşlukta arınmak zorundalar-
Üsküdar Meydanı’ndaki kör satıcı
beynimde bi çınlama olarak duruyor,
başka kimse için anlam taşımayabilir,
boktan bi öyküsü olabilir,
saçmalamış olabilirim,
ama o kör uzanış, o tedirgin avuç, o yılgın
tutamak
kafamda vızıldayan bi burgaç olarak
kalacak
-aynı burgaç yıllar sonra bi şölen
salonunda çalıştı yeniden,
Sheraton garsonları, hepsi yaşlı, hepsi
huysuz, hepsi titrek, hepsi
umursamaz
-beni o umursamazlık kurtardı-
biri var ki gözlükleri ardında yorgun
gözler,
titreyen eliyle ciddiye almakta işini bana
kalırsa,
taşıyamayacağı bi tepsiye ha babam tabak
yığmakta,
en az 65, belki de yanıldım, erken çökmüş,
en fazla 55, neyse ne,
kafamda vızıldayan burgacı çalıştırdı yine,
gövdesinin duruşu, elinin uzanışı, tepsiyi
tartışı,
herşey bi anlamsızlığa evrilmekte,
oysa burgaç anlamsızlık içre çalışmıyor,
oysa burgaç boşluk içre çalışmıyor,
gözlüklerin ardında işliyor burgaç,
Aysun elimi tutmasa, gözlerimin içine
bakmasa
kendimi kapıp koyvereceğim burgaca,
herşey işliyor,
Heidegger’in ilenciyle birlikte herşey
işliyor,
gevşeyin, herşey işliyor, tıkının, herşey
işliyor,
esenlikle çiğneyelim lokmaları,
gövdeye indirelim kırmızı şarabı, aptalca
bi şakaya gülelim,
herşey işliyor,
otelden çıkıp otoparka yönelince
anlıyorsunuz bunu,
herşey işliyor, araba için sıra var, gülünç
suratlar, herşey işliyor,
en iyisi sokağa çıkmak, herşey işliyor,
onca beklemek yerine,
Heidegger’in izini sürmek yerine, herşey
işliyor, el etmek gelen taksiye,
serin bi hava, dingin bi yağmur, cızırdayan
lastikler, yaklaşan taksi,
duruyor, biz binelim diye,
esrik değiliz, oysa olmalıydık, bağrış çağrış
konuşuyoruz,
Liza bizimle, yarı İngilizce, yarı Türkçe,
taksici “kestirmeden giderim abi” diyor,
Türkçe,
NY’ta el ettiğimiz ilk taksi, Türkçe,
Taksici Ali götürüyor bizi 54.Sokak’la
1.Cadde’nin köşesine,
o sıra üstünü değişen
bi iskelet
New Jersey’e gitmek için metro
istasyonuna inecek,
gözlüklerin ardında burgaç,
bekleyecek
“kestirmeden giderim abi!”
kestirmeden git,
kestirmeden gidiyoruz eve,
kestirmeden,
yoksa,


C. Hakan Arslan
15.05.04, New York - 20.05.04, Ankara

26 Mart 2019 Salı

Manhattan Satori

Levent Demirel ile Liza Carrillo için




Geldim Allen, işte burdayım, New York’ta,
ensonu başardım, sen öleli 7 yıl oluyor –
“Offices of Allen Ginsberg”, Bob Rosenthal “Atla uçağa, gel perşembeye,” demişti, “Allen
burda olucak, konuşursun istediğince,”
1995’te bir pazar akşamı, parasızlık içinde geçen günler, askerlik sorunu, pasaport yok, olsa
ne yazar, nasıl olup da giderim New York’a,
Ferlinghetti’nin asistanı “Yakın bir eyalette misin?” diye sormuştu, “Turkey, Texas mı?” –bu
büyük şaka hiç bırakmadı yakamı
-atla gel, bu pazar, bu perşembe, gelecek hafta başı
-tam 9 yıl sonra NY’tayım, çok yorgun, dağınık, gergin, tedirgin, huysuz,
boğazına kadar işe gömülü
ve bu halleri hiç sevmemekteyim
ve işi hiç iplememekteyim
ve acun böyle de işliyor
ve tao bir yanımda bir değil
ve bunlar bayağı iç dökmeler olsa keşke
ve seninle ilişkim Allen önü sonu bi saplantı olsa, sen nasıl bozduysan kafayı Blake’le
ama değil, ama değil, ama değil –
gerçek derinlik burda
ben derinliklerden geliyorum
ben derinliğim
ben “yeraltı adamı”yım Nietzsche’nin
Trophonios, ayağında kovboy çizmeleri, saçı eskiye oranla çok kısa, suratı asık, küpesi yitik,
beynindeki karıncalanma duruk, yüreğindeki müzik kesik, yürüyorum 5.Cadde’den
aşağı
ve gözlerim görmüyor
ve kulaklarım tıkalı
ve tinsizim
tınmıyorum artık,
densizim, dinsizim,
kinsizim,
kimsizim, karanlık dışarı kusuyor kendini, köpüklü, mis gibi kokan bir kahve sanki, yayılıyor
ılık ılık, parlak göğün altında kenti kuşatıyor, beni de içine katarak, seni de içine
katarak, çünkü bu kent şimdi de seninle varoluyor, kendimden söz etmiyorum,
ozanın acuna dokunuşu benim kastettiğim,
yürekli ürkek bi dokunuş
gür torlak bi dokunuş
kıç avuçlar gibi bi dokunuş
herşeyi yeni baştan tanımlıyor, nesnelerin düzenini kurup ortadan yok oluyor, alçakgönüllü
bir dokunuş,
sokaklar bu sayede biribirine kavuşuyor, geçitler açılıyor, ırmaklar çağıldıyor, denizler
çalkanıyor,
ben bunları bilerek iniyorum tinin yamaçlarından aşağıya, herşey benimle varlık buluyorsa
Allen, buna daha fazla katlanamayacağım, yaralarım iyileşmiyor çünkü, neşem yok,
yaşam öyle bir yere vardı, öylesine bir yere vardı, yaşam öylesine vardı,
seni tanımamış olsam buna aldırmayacağım, Snyder’ın dizeleriyle geçmiş olmasam küçümen
koyaklardan, akışsız derelerden, bitimsiz yamaçlardan, Jack’in içe doğmasıyla
durduğum yerde, oturduğum odada, sarı ışığın altında, külüstür bi daktiloyla onca
yol almamış olsam, bunca kıvanmamış olsam,
-şimdi binlerce mili aşıp duruyorum sabahtan akşama
Ufa, Saraybosna, Berlin, Londra, New York sürtüyorum amaçsızca
herkesin bir amacı var, benim de, işim var, sorumluluklarım –bunu anlamam için kimsenin
söz etmesi gerekmiyor
ama değil, ama amaçsızım, ama yok
Lao-tzu’nun bebeği gibi değilim, herkes bi şeyleri bilircesine eylerken ben durup
durmuyorum şaşkınlık içinde
ben durmuyorum, amaçsızca eyliyorum bi amacı gözeterek, bunca laf salatası şiirden yoksun
görünecek pek çok kişiye, bikaç kulak, bikaç dost, bikaç uzak ozan, aysun, çalışma
masam, eski lambam, 0.5 kalemim bir de
bunda bi şeyler bulacaklar,
üzünç dolu bir öykü çıkarmasınlar yeter,
çünkü buna dayanamayacağım, buna New York’ta dayanamayacağım, buna yarın Lower East
Side’ın sokaklarını turalarken dayanamayacağım, buna dün Village’da, Cafe
Wha?’da neşeli bir gruba kulak verirken dayanamayacağım
buna geçmişte şimdi gelecekte dayanamayacağım
çünkü büyük bir ozanım ben
çünkü benimle can bulacak yaşamı yenileyen dizeler
çünkü buna durak yok
çünkü durursam başlayamam yeniden
çünkü son bir dayanıklılık gösterisinden başka bi şey değilim ben
çünkü 3.Cadde’yle 53.Sokak’ın kesiştiği köşede, ürperten bi esintinin eşliğinde, sigaramdan
çektiğim nefes, kahvemden aldığım yudum acunun dengelerini etkileyebilir
çünkü varlığım değersizse de duraksız düşüncelerim var
çünkü ben imge devşirmezsem kimi varlıklar son bulacaklar
çünkü Allen var, dün olduğu gibi
çünkü bunlar çılgınlığın önüne dikilen som duvarlar
çünkü müziği değiştirebilirim
çünkü şimdi bile yazabiliyorum
çünkü beni varkılan o ince alay
bir mandalanın döngülerini donatıyor
-bunları ciddiye almanızı istesem
o mandala baştan aşağı değişirdi
ben de öyle
-değişmedim Allen,
ama yetişemedim de
beni sürükleyen acun çevrimine
-bunu anlamam için
serin bir NY akşamında
zar zor bulduğum bi kağıda
bunları yazmam gerekmezdi
-yine boyun eğiyorum kendime
yine And Dağları’nda İnka Ermişleri’yle acunu dengeliyorum
yine eşiğine varıyorum satorinin
O satori
beni diri tutabilir
direşken kılabilirdi
bunları yazmasaydım belki
Burada koro girer araya,
haydi, hep bir ağız,
“kart papaz çorba
kart papaz çorba
kart papaz çorba.”


C. Hakan Arslan
06.05.04, New York

25 Mart 2019 Pazartesi

Son

herşeyi sıfırdan başlayarak anlatacağım.
geceydi.uyumuyordum.
üç ay boyunca uykusuzluk peşimi
bırakmıyordu.
sonunda olmayan şeyler beni görmeye
başladı.
önce sesini duydum. ışığı söndürmemi
söyledi.
galiba geceydi.
konuşmaya başladı. şimdi, bana
söylediklerinden
hiçbirini hatırlamıyorum, ilk ve son
sözünün dışında.
'korkma' dedi 've sesimi takip
et'.asansöre bindik.
ben onun, bana söyleyeceği son sözü
almaya gidiyordum.
bir an asansörün aynasında birini görür
gibi oldum,
ya da o aynadaki şey
sesin sahibi olan şeyi gördü,
bilmiyorum.
şehrin merkezine doğru yürüyorduk
durmadan konuşuyordu.
söylediklerinden hiçbir şey
anlamıyordum.
belki de anlattıklarından hiçbir şey
anlamamam için konuşuyordu,
tıpkı hayat gibi geceydi.
yerler donmuştu.
bastığım yerlerden kırılan buzların
sesleri yükseliyordu.
korkmak esrar kokuyordu.
korkuyordum.
nasıl oldu anlamadım birden her şey
kayboldu.
apartmanlar, sokak lambaları,
şehrin köprüleri ve her şey kayboldu.
önümde bir bank vardı, ve bankın
üstünde bir şeffaf bir kalp, atıyordu.
eğilip içine baktım. içinde başka bir kalp
daha vardı.
nedense kalbin içindeki diğer kalbe
dokunma isteği geçti içimden.
işaret parmağımı ince zarının içinden
diğer kalbe dokunmak için uzattım.
tam dokunacağım anda yanımda biri
belirdi.
bu sesin sahibi olan kişiydi.
ben kalbe dokunduğum anda
yanımdaki adam hızla elindeki hançeri
kalbime sapladı.
iki acı duydum aynı anda. birbirinin
aynısı olan iki acı.
elim boşluğa düşerken bir kadın belirdi
bankta.
kalkıp gitti.
arkasına bakmadı.
bir daha hiç bakmayacaktı da.
adamın yüzüne baktım.
o adam bendim.
sonra ben,bana son sözlerimi verdim.
'buraya kendini af etmek için ondan
özür dilemeye gelmiştin!'

yalnızlık,
ışığı söndürmemi söyledi.

aşk,
siyah gecenin içinde uçan
siyah kadife bir kuştu

ölümse beyazla görülürdü.


Jan Ender Can

24 Mart 2019 Pazar

Snuff Film Chicago

Vakitsiz bir hava korsanı macerası bu
Çatışarak geri çekiliyor aşk
Biliyorsun uçurumdan aşağıya koşabilirim
Postalıma zulaladığım tabanca ile
Geceyi tam 12’den vurabilirim
William Burroughs’un yüce ruhu adına!

Bir şeyler eksik biliyorsun
Bu hava boşluğu, bu tımarhane zincirleri
Şehir bir reklama dönüşürken
Çocuklar ölüp duruyor mızıkasız
Dikiliyor karşımıza çölün koskocaman sfenksi
Sen gülüyorsun hepsine, usul bir
Çarşaf sarıyorsun, dilinde bir
Jefferson Airplane türküsü
Takma kafanı diyerek öpüyorsun
Öpüyorsun ve tüm çöl sarmaş dolaş
Sevişiyor karışıyor vadiye
Çatışa çatışa geri çekiliyor aşk
Kendi hücre çeperine…

Vakitsiz bitecek bir hava korsanı macerası bu
Çıldırmış dünya üstümüze
Mermi boşaltsa da
Bekleyecek seni ruhum
Zabrieski Noktasında…


Rafet Arslan

23 Mart 2019 Cumartesi

Dawlishli Punklara

Elektrikli saçlarınızın altın sarısı güzelliği Blake'in Kutlu Gün çocuğu gibi,
sanayi çarmıhı için açıyorsunuz kollarınızı
Üretim hattında kazandığınız haftada 45 sterlin
15'i vergiye gidiyor, Bayan Thatcher'ın nükleer dölyatağı kabarıyor yavaşça
Demir Leydi öküz gibi yiyor erkinizle saatlerinizi sterlinlerinizle onurunuzu
radyoaktif çişini fışkırtıyor mantarlarla bezeli koyun otlaklarınıza.
"Kentsoylulara Karşı!" bayrak açıyor küstahlığınız, o biçim giysileriniz
Paranın Yerleşik Düzeni’ne karşı pata küte takılıyonuz garajlarda filan döktüren gruplarla
Elektronik fabrikasındaki gırgır köleliğin ardından
gümüş iğneleri takıyonuz burnunuza, kulağınıza altın küpeleri
muhabbet ediyonuz Plymouth trenindeki profesörle, hani şey diye soruyordu
"Gazetelerde yazdığı, televizyonda hep söylenip durduğu gibi beyinlerinizi haşat ediyo mu
harbiden marihuana?"
Anası bellenmiş ilençli bebeler tepinip duran bi vagonda Cornwall Kıyı Hattında, Uğurlar ola
danseden devriminize!
Altın sarısı Oxford hanımefendilerininki denli güzel mi güzel gövdelerinizle-
Sizin üşütük öfkeniz Cambridge'deki öyle dudak büzmeli falan kesip durmalardan daha
yalınkat, daha çelebi be,
sizin ağzınızda daha sıkı argo var, daha çok öpücük helal Eton'da çayını ayıla bayıla
yudumlayan nükteci molozlardan
çörekler ve geleneksel kaymağınız üzerine fısıldaşan şu hıyarlar hani
müziğinizi yönlendirip el emeğinizi vergilendirmeyi bi Resmi Sırlar Yasası’yla kıyak küstah
dilinizi yola getirmeyi tasarlayan sinsi sinsi.


Allen Ginsberg
Cornwall, 18 Kasım 1979
Çeviren: C. Hakan Arslan

22 Mart 2019 Cuma

G. S. Princeton'da Şiir Okuyor

Altın sarısı sakalı Çin yalazı gibi kıvır kıvır sapsarı saçlar arkadan bağlanmış bi güzel -altın
sarısı gümüşe döner yakında- yüzü yorgun genç alnı buruşmuş, kemiklerini dışa çıkaran
          gülümsemesi,
ufacık gökmavisi bi küpe, firuze yüzük, ucunda fildişinden bi kafatası olan Paramita tespihi-
Geyik Dağı'nda, geminin demirden karnında, bağdaş kurup oturmuş Princeton'da bi divana,
gövdesinden gelen ses gürül gürül seslendiriyor Ayı Sutra'yı genç benlere -şu genç kız uzun
          saçları ta halıya değen, oturuyor tam lotus duruşunda;
ya da şu yarı Kızılderili oğlan yüzü acayip ciddi dertleniyor ağacın çektiği acılarla, yeni yeni
          kalkmaya başlayan sikine gösterdiğinden çok daha
sevecenlik dolu ayıya, kokarcaya, geyiğe, kurda, baldırana, balinaya. Ey Kertenkele Dharma
nedir soluğun, memeli kafatasında uğuldadığınca gürül gürül karaağaç dalında, kayalık
          kanyon boyunca çınlayan şu Omların nedir söylediği ilahi
gönülleri goncalanan kafalara, şimdilerde çoğalıp duran gezegenin okullarında
hani nasıl da çoklar, şu avurtları çökmüş dik bakışlı sevecenlikle, Fitzgerald bile gözyaşlarına
          boğulurdu görmek için
göksel öğrenci yüzlerini, uzun saçlı meleksel Varlıklar nice insan gözünü yoklamak uğruna
          sarsalayanlar gezegeni-?
Bengilik içre Princeton! Uzun yıllar gerilerde kalıyor, Aralık vakti kar içinde ağaçlar
Eski ozanlar yarım yüzyıl önce kemikleri ufalanıp gitmiş ölümle
alkol çalkanıp duruyor ölümsüz gözlerde, ağlıyor işte Fitzgerald'la Kerouac, bi vakitler
          yeryüzünde-
yeryüzünün sesi devindiriyor zamanı, anımsanmış eski adaklar, eski gizdeyiler, dağ duaları
          yinelenmiş,
Gary'nin sesi yankılanıp duruyor yuvarlak lambaların altında.


Allen Ginsberg
1970
Çeviren: C. Hakan Arslan

21 Mart 2019 Perşembe

Sonsuz Yaşam

Sonsuz o güzelim yetkin yaşamı dünyanın
Sonu yok gökçe varlıklarının, içinde soluk almanın
güzelim duygulu varlıkları sonsuz, yaşayan
görüp duyarak düşünüp duyumsayarak
gülüp dansederek iç geçirip ağlayarak
esrimeyle sevinin umutsuzlukla sevincin
sonsuz akşamüstleri sonsuz geceleri boyu
içip çekerek söyleşip türkü çağırarak
sonsuz Amsterdamlarında varoluşun
yağmurlu sabahlar yazarların falan takıldığı yerlerde
sayısız kahveyi indirip mideye
sonu gelmez neşeli muhabbetlerle
Işıkların sonsuz cümbüşünde
arzu tramvaylarıyla geçen
sokak sineması sonsuz
Samanyolu'nun geceyarıları boyu
üstü örtülü açık hava diskolarında
havasız punk rock barlarında
uzun saçları saça savura dansetmek sonsuz
gündoğumunun Uçmaklarına dek
geceleyin sonsuza varan herşeyin
lafını edip düşünerek cigara içmek
gecenin soluk aklığında gecenin ışığında
Evet ya tabii ya sonsuz yaşayıp sevmek
tiksinip bağrına basmak tutkuyla öpüp öldürmek
zamanın içinde dönüp duran
etten yaşam çarkını
tıkırdatmak solumak doğurmak sonsuz
Sonsuz yaşam sonsuz ölüm
Sonsuz hava sonsuz soluk
Sonu yok dünyaların bitmek bilmeyen günleriyle
güz vakti yapraklarla bezeli
tıklım tıkış caddelerinde başkentlerin
Sonsuz düşler dağılan uykular sonsuz
özenin kavuşuk kolları
düşünce dolambaçları
sevinin arap saçı kuruntuları
arzuyla özlemin daralan halkaları
adlandırılamazın sayıya gelmez oyun sonları
Yanıp tutuşan gökler sonsuz
uzanıp doğrulmuş evren sonsuz
Bi mantar yığınının üstünde duruyo dünya
İçimizde soluklanan yalaz sonsuz
benzinle şenlenen yalazları sindirerek
meydanlarda dansediyor dövmeli ateş yutucular
Yalazlanan yaşamın küt küt atan yüreği cesur mu cesur
çarpıyor pompalıyor yanıp tutuşuyor bu yürek
Duyuların açık alanları sonsuz
kösnüyle sevinin kokusu
kızışmış kedilerin duraksız çağrısı
dört yana saçılan misk
Sonu gelmez sevişme seslerinin
gıcırdayan yatak yaylarının
sevişen sevgililerin inlemelerinin sonu gelmez
geceleyin duvarın ardından işitilen
Sonu gelmez esrik haykırışlarının
bitik yitik doruğun bağırtılarının
zangırdayan müzik kutusunun tınısının
Cennette becerilmiş
üfürüp fışkırtmaların gürüldek akışının sonu gelmez
Ardından sonsuz girişimler
Sartre'ın bulantısından kaçayım diye
kavrulmuş duyumun çorak cascavlak tepeleri
umutsuzluğa gömülü yaşama sevinci
aydınlanmanın gemi yükü
Kharon'un hendeğinde yüzen bok tekneleri
hırslar histeriler paranoyalar
kirlenmeler ve sapkınlıklar
Başkaldıran insan sonsuz
ölümün anonim suratında
ucube devletin daracık yollarında
Bu herifin anarşist görümleri sonsuz
yabancılaşması sonsuz
yabancılaşmış şiiri sonsuz
devletin atsineği Eros'un Hamalı
Yeryüzündeki bu insan yaşamının tınısı sonsuz
onun sonsuz radyo ve televizyon yayınları
rotatiflerin sonsuz silindirlerinde dönüp duran gazeteleri
yazı makinelerinin sonsuz şeritlerinde
sözcüklerinin ve imgelerinin akışı
duraksız döktürmeler kararsız karalamalar
bilinmedik birince yazdırılan şiiirler sonsuz
Telefonla dünyanın bi ucunu aramalar sonsuz
sevgililerin istasyonlardaki sıkıntılı bekleyişi
kuşların tepelerde çatılarda cıvıldaması
gökyüzünde kargaların gaklayıp durması
cırcır böceklerinin canhıraş cırıltısı
yükselip alçalan suların
çakıllardaki şırıltısı denizlerin çırpıntısı
Güz vakti Ekim'in ortasında
gelgitin coşkun kuşatması
yaradılışın tuzdan öpücüğü sonsuz
Yaşamın barajları kanalları ötesinde
gemi çanlarının çalmasının sonu yok
Zamanın bomboş kilise ve kulelerindeki
devasa kampanaların zangırdayıp durmasının sonu yok
Sonu yok saçı sakalı birbirine karışmış kutsal kişinin
karayıkım yüklü bildirisinin
Yaşamın zamanda titreşip duran
uzay boyunca ışıldayan
zemberek yüreğinin
boşalması sonsuz
bu yürekte dolanan turist gemileri sonsuz
sonsuz kanallarda salınan çatanalar
günbatımında yalazlanan milyonlarca pencere
Kent ışıl ışıl arta kalan ışıkla
sonsuz porno ve neon kamışlarla
kızışıp sarsılıyor orospu mahalleleri
eğreti evlerin yalnızlık dolu çatı katı odalarında
bitmek bilmez titreşimlere boğulan vibratörler
kösnünün etli sandviçleriyle
sevinin lezzetli biftekleriyle
tıka basa doymalar sonsuz
düşler ve orgazmlar sonsuz
döllemenin ve göçebeliğin kuttörenleri
çatıların üstünden doğurgan kuşların uçuşu
yumurtaların yuvalara ve dölyataklarına düşüşü
yaralı kumruların ağlaştığı
dayalı döşeli sevi odalarında
tenin girişimleri ve ayartıları
sevinin ya da kösnünün değdiği yerde
son yok bebeklerin doğmasına
son yok bilincin sessiz sedasız doğumuna
son yok onun acı yüklü ölümüne boş yere
son yok son yok kuruyup solmasına
tüyün tohumun tenin gerekli böylesi de
bir yerlerde birbirine türkü söyleyen
neon denizkızlarının
Birbirine bütün bütüne yakın olanların
göze batmayan değişkeleri sonsuz
gençliğin ateşi yaşlılığın közü
ozanın yeni baştan kabaran öfkesi
Moleküllerin sonsuz dansında
son yok son yok hiçbir yaratığa
Herşey biçim değiştirir Herşey sesini yitirir
ve yeniden yeniden yükseltir sesini herşey
Tanrı'yı ve Godot'yu beklemek sonsuz
saçma eylemler saçma tasarılar saçma oyunlar
ikilemler ve gecikmeler
saçma işte, beklemek hiçbir şey eylemeden
savaşın yitip gitmesini
devletin yitip gitmesini
Çılgınca bir sonu
hiçbir şey eylemeden beklemek çılgınca!
İyiyle kötünün savaşı sonsuz
yazgının fiskeleri nefretin çelmeleri
son parlamanın sonsuz zincirleme reaksiyonlarında
atom bombaları ve otomatik uyarı düzeneğinin hataları sonsuz
o sıra karşı çıkışın Beyaz Bisikletleri
usulca dönüyorlar bu çılgınlığın etrafında
Çünkü yeraltı sığınaklarında düğmelere basıp duran
sivri burun ayakkabılı Gucci terlikli
Teksas çizmeli çelik başlıklı
ordu tanrılarının da bir sonu var
Çünkü hala seçilesi
umut dolu seçeneklerin sonu yok
Işığa boğulmuş karanlık kafalar
görkem dolu yollar
talihin yeşil devleri
umutsuzluğun çamurlu sularında umut yüklü oltalar
uzaktaki tepeler çalılıktaki kuşlar
ışığın gizli akıntıları, işitilmedik ezgiler
yumuşak susku dolu düşüncenin oturumları
yüreğin mutluluk içinde ölmesi
topraktan kamışlar
kanatlanmış pabuçlardaki ayaklar
rıhtımın üstünde
Son yok
hala açılası algı kapılarına
ışığın çılgınca akışına
insan ruhunun yükseklerdeki havasında
içimizdeki dış uzayda
yin ile yang Amsterdamlarında
sonsuz rubailer sonsuz saltık erinçler
sonsuz shangri-lalar sonsuz nirvanalar
sutralar ve mantralar
satoriler ve sensaralar
Bodhiramalar ve Boddhisatvalar
karmalar ve karmapalar!
Esrimenin tütsülü dölyataklarında dansedip
şarkı söyleyen Şivalar sonsuz!
Işıma! Aşkınlık!
Zamanın kırılca gecesi içinde
ruhun sonsuz suskusunda
insanın uzun gürüldek öyküsünde
İnsanın herşeyi imleyen
sonsuz çığlığı ve çılgınlığında
sonsuz sanrılarıyla
tapınmaları yok etmeleri aydınlanmalarıyla
dikelmeleri ve teşhirleriyle
faşoluğu ve maçoluğuyla
yoldan çıkmış ruhun sirkleri
imgelemin atlıkarıncaları
kafasızın da tavşan adası
ortak bilinçdışının
bir araya toplanmamış sesleriyle
yazdırılan şiir sonsuz!
Göz kamaştırıyor zamanın izleri üstünde!
İskenderiye'nin son günlerinde
Waterloo'dan bir gün önce
Durmak bilmiyor dans
Bir cümbüştür gidiyor gecenin içinde


Lawrence Ferlinghetti
Amsterdam, Temmuz 1980
Çeviren: C. Hakan Arslan

20 Mart 2019 Çarşamba

Yeni Bi Başlangıcın Yaban Düşleri

Bu gece soluk kesen bi
susku var çevre yolunda
Beton çıkıntıların ötesinde
mum ışığında çiftlerle
düşlere dalıyo lokantalar
Yitik İskenderiye ışıl ışıl
şimdi de
bi milyar lambayla
Yaşamlar yaşamlara bitişiyo
oyalanıp dururken kırmızı
ışıklarda
Ötesinde yonca yaprağı
kavşaklardaki çıkış rampalarının
'Ruhlar ruhları yiyor
kapsayıcı boşluk içinde'
Mutfak penceresinden dışarı
taşan bi piyano konçertosu
Yoginin teki bi şeyler
anlatıyor Ojai'de
'Her şey tek bir zihinde olup
bitiyor'
Ağaçlar arasındaki çayırda
oturmuş sevgililer
kendilerinin evrenle bir
olduğunu
anlatan ustayı dinlemekte
Gözler çiçekleri kokluyor
çiçeğe dönüşüyolar böylece
Soluk kesen bi susku var
çevre yolunda bu gece
Pasifik'te derinlerden bi
dalga tam bir mil yüksekliğinde
hızla yaklaşırken kıyıya
zehirli gazını son kez
soluyup Los Angeles
gömülüyor denize tıpkı
Titanik gibi ışıl ışıl bi halde
Dokuz dakika sonra Willa
Cather'ın Nebraskası da batıyor
onunla
Deniz ulaşıyor Utah'a
Mormon tapınakları
midyeler gibi sürükleniyor suda
Çakallar şaşkınlığa uğramış
yüzemiyorlar bi yere
Omaha'da bi orkestra
sahnede
çalmayı sürdürüyo
Handel'in Su Müziği'ni
Borular suya boğulmuş
çalgıları üzerinde yüzüyo
kontrbasçılar
sarılmışlar onlara sanki
sevgilileriyle sevişir gibi
Chicago'nun yerden üç beş
metre yukarda giden trenleri var ya
onlar bi eğlence trenine
dönüşüyo göğe bi yüksele bi alçala
Gökdelenler ağzına kadar
dolu su bardakları gibi
Budacı deniz suyu Büyük
Göller'e karışıyo
Yüce Kitaplar ıslanıp
yumuşuyo Evanston'da
Milwaukee birası kabarıyo
deniz köpüğüyle
Buffalo'nun Beau Fleuve'ü
birdenbire tuz kesiyo
Manhattan adası
temizleniveriyo on altı saniyede
Yeni Amsterdam'ın gömülü
direkleri yükseliyo
koca dalga hızla yönelirken
Doğu'ya
silip süpürecek gereğinden
çok yaşamış Kamember Avrupa'yı
Mannahatta buğulanıyo
denizin sarılgan otlarıyla
yıkanıp arınan toprak
yeniden uyanıyo el değmemişliğe
tek ses cırcır böceklerinin
devasa cırıltısı
deniz kuşlarının çığlığı
bomboş bengilik içre
o sıra Hudson yeniden
kazanıyo sık ağaçlıklarını
Kızılderililer geri çağırıyo
kanolarını


Lawrence Ferlinghetti

19 Mart 2019 Salı

İsimsiz

Babam önemsiz bir beat şairiydi
Tüm hayatını harcadı
Bir iğnenin kafasında
city lights’ın köşesinde
babam önemsiz bir beat şairiydi
tanıdığı insanlar hakkında şiir yazıyordu
insanlar hiçbir zaman okumasınlar diye
bitmek bilmeyen kış gecelerinde
babam önemsiz bir beat şairiydi
öldüğü gün çok gençti
onu tanımak için hiç şansım olmadı
bunun yerine ona yazıyorum


James Abercrombie

18 Mart 2019 Pazartesi

3.

İşiteceksin;
algının metafiziksel sürüngenlerini
beynin egzotik krematoryumlarında yanan karıncaları
uzaysallaşan varlığın simyasını
ve bir kelebek
hamam böceğine dönüşürken kanayan
kara haleli ses deliklerini


Bahadır Aydın

17 Mart 2019 Pazar

2.

Düş ve haz ülkesinde taç giyen
aslanı göreceksin
ateş çemberinden geçmeyecek
terbiyeci kırbacını
güneş yanığı derisine
hüzün perilerinin konakladığı yere indirecek


Bahadır Aydın

16 Mart 2019 Cumartesi

1.

Ey!
Elemli gecelerin ruhani köpeği!
şeytani imgelerde tanrının sonsuz görünümleriyle çıldırıp melekleştiğinde,
ucube bedenini esrikliğin nehirlerinde boğarak zevk çığlıklarından öldüğünde,
bilincini cehennem çukurlarında yitirip,
derin uykulu sayıklamaların tabutlarını kaldırdığında,
ve bilge budalalıklarla sonsuz ışığa yitip gittiğinde,
sapkınlığın ve deliliğin kutsal topraklarında
dionysosca dans edip tepindiğinde,
vahşet tarlalarında barış çubuğu tüttürdüğünde,
edebi kodlarını gizemin
şairane yataklarda düzüp,
karşıtlıkların rahmine kanıyla boşalan lirik şamana,
mistik rüyalara yatan karnaval peygamberine,
kehanetin,büyünün ve aydınlanmanın mucizevi soytarısına dönüştüğünde
tanrının kutsal kuzusu!
ineceksin yitik cennetin dağlarından
söyleyeceksin sihirli kulaklara ilahi türküsünü;
mutlu cinlerin,harpsichord dinleyen hayaletlerin,
frengili karabasanların,ateşin,dumanın,
sanrılar manastırı bakirelerinin,
merhamet sunağında ölümü çağırmışların
gözleri oyulmuş vücutları çürümüş
kasvetli göğün kulesinde çan çalanların


Bahadır Aydın

15 Mart 2019 Cuma

Dirsek Şarkıları

Penceremin dışında köpüren
Geceyarısı kasırgalarında
Dönen düşünceler, görüntüler, ve gülümseyişlerin
hoş bir dokunuştur tek eksiği
Tamamen bütünlenmiş olmak için

Uzanıp açık pencereden
Birini yakalar çekiveririm içeri.
Bir balık gibi kıpırdanır,
sarmalanır etrafımda benim ve klavyemin,
elektrik yılanı gibi içime
saplantının iyi zehrini akıtarak
dökülsün diye sözcükler
ilham perim dargın değilse bana.

Ama bazen bu bir enkaz hortumudur,
Ve yakaladığımda o çeker beni camdan dışarı
Bilincimi yitiririm,
Duyamam artık o müziği aklımdan parmak uçlarıma

Uyandığımda kendimi bulurum
Arka dar sokakta çırılçıplak
Üzerimde akşamdan kalmalığım
Ve bir kahkaha patlamasıyla,
Okul kitapları taşıyan ayaklar
Üzerime basıp geçerken.


Iam Rawkinrec
Pittsburgh, PA

14 Mart 2019 Perşembe

Kendi Kanlı Elleriniz

Bırakın bilinsin
Yeter bana kendi suçlarım
Ve taşımaya niyetim yok
Diğerlerine ait olanları

İnsanoğlunun suçları
Tarihin suçları
Benim icatlarımdan değildi hiçbiri
Beni de bunaltıp tiksindiriyorlar
Size yaptıkları gibi

Ne danışıldı bana
Ne de öğüdüm soruldu
Hitler yürüdüğünde Paris’e.

Evimde uykudaydım kör kızın ırzına geçtiklerinde.

Benim iznimle öldürülmedi
o sessiz köyün çocukları.

Henüz üçyüz yıl vardı
Cadılar yakılırken
Annemin rahmine düşmeme.

Böyle şeylere ne hırsım yeter benim
Ne hayal gücüm.

Ben yalnızca yağmurlu öğleden sonralarının
gökyüzünü
izlemek istiyorum pencerelerden.

Benim kendi suçlarım
Tarih kitaplarına hiç de layık olmayan
sıradan ve değersiz,
kederli küçük şeylerdir.

Ama, benimdirler hiç değilse.

Cehaletin bombalardan fazlasını öldürdüğünü söylerler.

Önce gidip kendi kanlı ellerini yıka kızım,
Ve beni bırak olduğum gibi.


William Taylor Jr.

13 Mart 2019 Çarşamba

I

İsrail kavmini kurtar!
Dağın üzerinde tepin!

Yaşamak
“Kaynaşmış, takdisçi ruhlar” gibi
sarhoş edici bir barışla yaşamak
yaşamak
ağaç kabuğuna giren bir karınca gibi telaşlı
dans etmek
alev alan yeleyle

tüm bunlar, bir adam,
ben, gördüm onun mücevherlerini ve makyajını
fahişe gibiydi

bombayı yasaklasınlar istedik
yeryüzünü sarsan ölüm ağzını
ve kan dökülmesini dolayısıyla

toprağın bağırsakları
paslı bir çivi misali
ayak fetişinde,
ve tuz kubbeleri gürlüyor
bir siyasetçinin götü gibi ve Nevada bir kangurudur
A.E.C. tarafından açık bırakılmış kesesiyle

Kulağımda kanat vızıltıları
“Kırmızı kanat, siyah kanat,
siyah kanat koyu kırmızı filizlenmiş,”
ve kuş sürüsü
gözüme dik dik bakan,
kuşlar daima yukarıda kanat çırparlar
bir “bersek tütün mezatında” gibi bağrışarak:
Acılar! Asla doğma! Dieness!

Ve Stassen’in başarısızlığını gördük
Ve anlatıcının müdahalesini,
Orada feryat eden Redford’u, aynı zamanda, ölümüne.

Ve Madam Chiang Kai-shek
Artık çok yaşlı
Çin Lobisi adına sevişmek için

Ve Kore Savaşı’nın gizli tarihini öğrendik,
Mac Arthur’u olmayan Çin aşiretlerinden önce geri çekilen

Ve Mao’nun eserinin inkâr edildiğini gördük
Ve Van Gogh’un ufukta feryat eden kargasını gördük,
ve Rovault’un İsa’sını.
Şarkı söyle şarkı söyle Amerikano!
Bomba karşıtı Steli kaldır;
Amerikano
Barış kartalı burada mı?
Sembolik kuş sürüsü ya?

Akbaba,
Şahin pençesi,
Seksi güvercin
Okyanus karabatağı
Kanlı pençeleriyle şaşkın karga,
Karın dansıyla güvercin,

Kuşlar
Kuşlar
Çığlıklar ve kürklü kalabalık
Kuşlar
Kuşlar
Da Vinci’nin kuyruk tüyleri
Gençlik Rüyası
Kuşlar
Kuşlar
Ginsberg’in kuşları
Ginsberg’in Naomi’ye kutsal yazısı,
Kuşlar telaşlı gözleri
Kuşlar daima uykusuz,
Şeffaf göz kapakları

Kuş sürüsü ve seksi kuzu arasında başka hiçbir şey yok.

Baba oğul kutsal ruh, hepsi de olumsuz.

Afrodit
Kallipugos
Kaldı geriye,
Hiyeroglifler kaldı
“Ağaçlar öldü, hayaller kaldı,”
Van Gogh ve Ginsberg,
Yanan Çalı,
Titrek Böğür,
Hepsi kaldı.
Anubis ve Amuletlerin gücü,
Sonsuzluk böceği kaldı.
Bedenim tahammül eder.
Elektrik yüklü vücudum
Sonsuz göz kırpma için çarpışır
Karanlık künt ve mezar arasında
Şimdinin kanlı, titrek böğrü
Napolyon şimdi Avrupa’nın dört bir yanında tepinir;
Avrupa’nın daha eski bir anlamı var,
Avrupa yüzyıllarca Zeus’un boynuzuyla becerilmiş;
Ve pasif
Pasif,
Acı çekmek zorundaydın
Boğanın penisini almak için!
Boğa uzun aletini kaldırıp
Avına yönelirken
Sen pasif titriyordun
Korkudan ama
Ne çatlak bir döl,
Ölüm hücrelerinde bir ay geçiren kimse asıl cezaya inanmaz

Ölüm hücrelerinde bir ay geçiren kimse hayvan kafeslerini küçümser

Makaralarda aşk yaparım
Etere sıçrarım
Güneşi arzularım,
Beynim kuş tünekleriyle kaplı,
Bir adam, düşüncelerin ayıran birliği,
Titrek, ürkek,
İnancın ötesinde gergin,
Başıboş, hadiseleri alâkalandıran,
Her şeyi der-top eden,
Rutubette dolaşan eller,
Kalp Enginde köpüren,
Gözler cilalı,
Beyin söz çağlayanında büzülen,
Bacaklar okyanusta emilen.

Anubis gizliden sırıtışlar güvertede,
Amerikano, Seyyah.
Güneş yelkenlisi engine giriyor,
Anubis güneş parıltılarıyla dans ediyor,
Ve adam bekliyor güneşi, titrek kuzunun gözünü.
Davran koyu sandaletli ve örgülü saçlı seyyah,
Senin seçimlerin küçümseniyor
Çünkü sen Dağa ve yaşayan kasvetin sıcaklığına giriyorsun
Sıcaklık karınlar arasındaki gibi,
Ve yakınlık oradaki yakınlık kadar.
Bir değnek hakket seyyah,
Günlerce yap onu,
Onu yolculukta, yollarda, patikalarda kert,
Kederli âşığının Persefon’un ırzına geçtiği yerde,
Ve Persefon’un kasvetli olduğu yerde aynı zamanda;
Gireceksin seyyah,
Edatların sayısız yönlerine,
Ve sıçrayacaksın
Titrek Böğrün üzerinden
Ve gireceksin
Ve gireceksin
Seksi kuzunun içine tümüyle
Feryat
Feryat edeceksin
Güneş ışınları arasında.


Ed Sanders


Montville Eyalet Hapishanesi, Uncasville, Connectitut, 8–24 Ağustos, 1961
Barış tanığı olarak Ethan Allen Polaris-misil denizaltısına saldırı girişimi

12 Mart 2019 Salı

Beat Haikulardan Seçme

küçük beyaz kedi
yürüyor çimlerde
kuyruğu havada

Gary Snyder
bir haiku
uzaktan uzağa

kahvemin telveleri
parıldıyor
sabahın ışığında

daima ve daima
her şeyi bekler
gece yarısı ormandalar

Nisan sisi
çamların üzerinde
gece yarısında-

çiseliyor yağmur
gece yarısı çamlarında
kupkuru oturuyorum ben

geç vakit nisanı
akşamın karanlığı kaplıyor
aslanlar & kuzular

hızlanıyor tren
iplik saçağı gibi savruluyor boşlukta
ben demiryolu işçisi

ufukta tren
pencerede
tıkırtısı

küçük serçe saçaktaki su giderinde kalbim çırpınıyor


Jack Kerouac

11 Mart 2019 Pazartesi

İsimsiz

karanlık fırtınalı gece
sis sessizce yaklaşıyor
tepelerin üstünden
yağmur damlaları düşerken
pencerede
gördüğüm eski dostların yüzleri
dimdik bana bakıyor
geçmişin hayaletleri
yük trenleri buharlı gemiler
metro trenleri taşıyor
ölüm yüklerini
Corso Mad Hatter
Rimbaud Baudelaire
Lorca’nın bir porsiyon kurşunla beslediği
Kaufman kara Mesih
Bourbon Caddesinde yürüyüp
Golden Sardine geveliyor
Micheline Kerouac’la
Eski Cedar Tavern de içerken
İsa alnındaki terleri siliyor
sis düdüğü bir senfoni çalıyor
kafamın içinde
duyduğum davul sesi
içimde Beat hissi
dudaklarım meleklerin ayaklarına değdi.

10 Mart 2019 Pazar

Making It With My Baby

Sallanan dilleri bırak sallansın
ve gevşek ağızlı zombileri
ne istediklerini söyle
birbirimize şarkı söyleceğiz
gecenin kalan kısmında
kaliko kedileri
şiirlerde kaldıkça
hayallarimizi tekrar gözden geçirelim
ve gökkuşağı bulutları ıslattı
sürüklediler kendilerini karşıdan karşıya
yapraklarla birlikte
kıyafetlerimizin üzerinden uzağa.

9 Mart 2019 Cumartesi

San Fransisko Antolojisi

Hiç Soru Sormadan
Beni tanıdığını sanıyorsun
Çünkü aynı yatağı paylaşıyoruz
Nerde çalıştığımı
nerelere takıldığımı
Biliyorsun.
Beni tanıdığını sanıyorsun
Çünkü aletimi emdin
Yatağı düzeltip, evi temizledin.
Oysa ki onluk sistemde not vermek gerektiğinde
Ben klasman dışıyım

Beni tanıdığını sanıyorsun
Çünkü seni becerdim
İş çıkışında bekledim
Oyumu seninle aynı partiye verdim.

Beni tanıdığını sanıyorsun
şiirlerimi okudun
Benimle ağladın, güldün,
seviştin, geldin diye.
Beni güldürme!
Bütün bunlar sahte
Ümitsizce dikkat çekmeye çalışan
Ümitsizce cevap arayan
Masalsı ilişkiler
Mum ışığında yemek
Yılın 365 günü
Hayatı koyverdiğinde
Ne romantik komediler
Ne de ucuz sitcomlar
Yanına yaklaşabilir.

Harika Kadın istemiyorum
İlişki istemiyorum
10 aşamalı programlar istemiyorum
Son dokuzu hiç göremediğim
Zeka oyunlarını beceremiyorum
Bağlanmak istemiyorum
Aradığım ne sonsuz doyum
Ne de mükemmel uyum
Yüceltilmek istemiyorum
Alternatif yaşamlar
Manken, homoseksüel, biseksüel ya da lezbiyen
Değil aradığım
Mükemmel işleyen kuralların
Nerde ne yapmam gerektiğini söyleyen kadınların
Canı cehenneme
Roma'ya gitmek

Annenle, kız kardeşinle tanışmak istemiyorum
İstemiyorum kalbini titretmek
Ya da bir Ford Mustang
Big-bang'i öğrenmeyi
Çocuklarla takılmayı
İstemiyorum.
Eşitlik istemiyorum,
merhametine de muhtaç değilim
Matematik denklemleri
İstasyonda mahrem buluşmalar
Pazar ayinleri
Benim için değil.
Düğmelerini çözmek
götünü sikmek
Ayaklarını yalamak
Dans pistinde sevişmek
Benim özel orospum olman
Hiçbirini istemem.
Tek istediğim kendim olmak
Senin de kendin
Bir gün daha yaşayacaksak beraber
Tek yolu
Günü yaşamak
Anlamsız kafiyeler uydurmadan
Tek isteğim burada
Bu yatakta, yanında olmak
Maskelerini düşürmüş iki yüz
Hiç soru sormadan

8 Mart 2019 Cuma

Ece Ayhan İçin Bir Davul Cümlesi

Dünyanın tüm aksak davulcularına


Cowbell ya da “Ecel”:
ecel ecel ecel
-sus-
yüksek ecel kaldırımdan ecel zarlarını ecel atar ecel adımını
ecel adını ecel sarkıtıp ecel Karaköy’de ecel tutar ecel zarları
-sus-
düşeş gelir ecel


Alto Tom;
ya da atak
“geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk”


Ziller ya da “Biz”:
“korkuturuz
bizzzzz bir şairi şiir yazsın için ölümle
korkuturuz”


Tom tom:
“dom!”


Zafer Yalçınpınar
8 Ocak 2007, Erenköyü

7 Mart 2019 Perşembe

Hi-Hat, Trampet ya da Gece

mürekkep gece denizine bakarak
kolaçan ediyor geceyi dümdüz
bakışsız bir kedidir kara gece
ve ece
havada karada denizde…
-sus-
iki gece yüz yüze


Zafer Yalçınpınar
8 Ocak 2007, Erenköyü

6 Mart 2019 Çarşamba

Şarap Köpek Bilmecesi

köpek öldüren d.c. bizans mahsulü....
müzik. tom waits - goin down
duygusal sapma, saçma dize şöle:
devirdiğim kadehler boyu hüzün
yüzün...

1933'te başlayan leş şarap yolu...
müzik: tom waits - big in japan
en büyük itiraf
çekik gözlü kadın yan odada uyudu...

tilki, üstünde narkırmızı üzümdalı...
the black rider - tom waits: müzik
hayali ye sözün var, 4. şiir neşeli olmalı
nasıl olcaksa olmalı...

yazmak yaşamak kadar külfet
ve okur, genelde tüketici yavşağın teki
öldüm dedikçe zevk alıyor,
her küçük burjuva gibi sadece imgeler ile tahrik oluyor....

ucuz şarap, mantar tc kanunu oldu, mertlik bozuldu
cover: şaman p.s.
bu şarkıyı söyleyen çocuk 14 sene önce dün öldü... ve bir haber bülteni çürümüş cesedi
üstüne -ölüsü servet kazanmaya devam ediyor- dedi..
dünyayı sikeyim...
çocuk onun için öldü...
red için..
lise koridoruna gözü kapalı ateş eden çocuğun kulağında çınlıyordu sesi;
wto zirvesinde banka camı indiren gencinde... microsft genel merkezine tükürür gibi, tüküre
tüküre, küçük kızın bile büyüdü, cennet?

öldüren köpek, yatırmazsan yere , ıslanmazsa mantar; halimiz mantar-açılmaz...
müzik: u.k.l.e
herkes kendini seviyor, herkes kendini önemsiyor, herkes kendininkini tutuyor,
film: leo carax?

geçen yıl marienbad... sürekli hafıza kaybı, radiohead kaydı-amnesiac... egonu yere düşürme -
amennnn


Rafet Arslan