Şiir, Sadece

28 Mayıs 2019 Salı

Gözler

Herkes yürür,
Yürür amma,
Sen de yürürsün,
Can yakıcı.
Yan bakışların, sözlerin, tavırlarınsa
Baştan çıkarıcı.

Senle örerdim düşlerimi
Yakalayıp en son göz göze gelip de,
Anlayamasaydım eğer!
Şükür ki;
Yalan söyleyemiyor gözler.


Kadircan Keskinbora
Mardin Düşünceleri

27 Mayıs 2019 Pazartesi

Sevginin Zaferi

İki varmış bir yokmuş.
Bir bozkır ülkesinde
Cömert bir kız yaşarmış
Cömert olduğu kadar
Sevecen ve acarmış.

Geçerken günler, mevsimler
Güzel kızımız kendi gibi
Sevecen bir gence tutulmuş.
Her şey yolunda gidiyor
İyi anlaşırlarmış.

Bizim genç oğlanın
Gitmesi gerekince
Uzaklarda bir yere.
Kız bileziklerini satıp,
Sevdiğini yollamış
Veee...
Öykümüzün,
Özlem devresi başlamış.

Uzaklarda iseler de birbirlerinden
Haberleşir, mektuplaşır
Ara sıra kavuşur,
Hasret giderirlermiş.

"Onlar erdi muradına"
Diye bitmesi gerekir
Böyle öyküler,
Bilirsiniz.
Ne var ki,
Bu öykü böyle sonuçlanmamış:

Bir gün
Yine böyle,
Çoook uzun bir hasret sonrası
Kavuşmuşlar birbirlerine.
Fakat, bu sefer ki kavuşmanın
Ayrılık olduğunu
İkisi de anlayamamış.

Ama bu iki genç de,
Bu güçlü sevgiden
Çok kuvvet almış
Çok şey öğrenmiş.

Sonunda zafer, sevginin olmuş
Sevgi de zaferin.


Kadircan Keskinbora
Mardin Düşünceleri

26 Mayıs 2019 Pazar

Ne'ye

Beyaz bir sütun, bir anıt gibi yüksel,
Dik başını gururla.
Sende dağların ululuğu var,
Göğü yırtıp uzanan.

Sende ben, aydınlığı buluyorum,
Beyaz beyaz.
Sende ben, sanatı buluyorum,.
İşlemeyi, işlenmeyi
İnce, ince.
Sende ben denizi buluyorum,
Sarı bir güneş altında
Esrarlı, engin bir mavilik.

Tutsaklık yaratacak bir albeni var sende
Korkuyorum.
Ben özgürlüğe aşık,
Ben bağımsızlık sevdalısı,
Ben sensizliğe mahkum ettim kendimi
Yaz öncüsü bir günde.


Kadircan Keskinbora
Mardin Düşünceleri

25 Mayıs 2019 Cumartesi

Güzelleme


Yaşamak!
Sen varsan güzel,
Sözcükler!
Sen dersen güzel,
Öpücük öyle güzel ki;
Sen öpersen.
Ve sevgimiz...
Bir başka güzel.
Ne varsa dünyada
Görülenden,
İşitilenden,
Hissedilenden yana
İnan ki birtanem,
Birlikte en güzel.


Kadircan Keskinbora
Mardin Düşünceleri

24 Mayıs 2019 Cuma

Oğulcan'a Masal

Atalarımın izinden
Dağ, tepe, kayalar aştım
Ab-ı hayat çeşmesinden
Kana kana sular içtim.

Keçi yolları, patika,
Şose, asfalt, otobanlar
Tünel, viyadük, geçitler
Sürüyle köprüler geçtim.

Ağrı Dağı’nı tam yedi
Kaf’ı on adımda aştım,
Düzlükte duran çakıla
Ayağım takıldı uçtum.

Yedi başlı ejderhayı,
Üç darbede yere serip
Kaf’ın arkasından suyu
Fıskiyeye sürüp saçtım.

Yorgun argın eve geldim.
“Oğul”dan geldi bir soru:
“İnsan nasıl adam olur?”
Zoru gördüm, hemen kaçtım.


Kadircan Keskinbora
Mardin Düşünceleri

23 Mayıs 2019 Perşembe

Halıcı Ablalar

Halıcı ablalar
Ne kadar hızlı elleri!
İğnelerle oynuyor,
Doluyor iplikleri
Elleri,
Halılara doluyor.
Azıcık yavaş olun ne olur!
İzleyemiyorum.
Ne kadar güzel örmüşsünüz
Bu halıları.
Üzerlerine basmayacağım
Kıyamam
Ablacığım
Sütümü dökmeyeceğim üstlerine
Söz veriyorum.
Halılarınızın üzerine uzanacağım
Kıyamam onlara basmaya
Halıcı ablalar
Ellerinize sağlık,
Gözlerinize sağlık.


Kadircan Keskinbora
Mardin Düşünceleri

22 Mayıs 2019 Çarşamba

Münacat

Bir değil, bin değil, elli bin ölü can,
Yüz binlerce hane, ekmek kapısı viran.

Ya Malik ül Mülk, ya Kahhar,
Ya Hakim ü ya Cabbar!

On binlerce hasta, sakat
Senden diliyoruz medet

Ya Rahim ü ya Gaffar,
Ya Aziz ü ya Settar!

Felâketler bitmemiş henüz
Bekleniyor bir kez daha

Ya Muahhir ya Samud,
Ya Hafız ü ya Vedud!

Şu kötü talihi değiştir,
Bizi mutlu günlere eriştir.

Ya Rezzak ü ya Gafur,
Ya Tewab ü ya Şekür!

Genç, yaşlı, kadın, çocuk
Tasa doludur herkes

Açlık, zorluk, yoksulluk
Kötünün önünü kes.

Ya Hayy ü ya Kerim,
Ya Fettah ü ya Halim!


Kadircan Keskinbora
Mardin Düşünceleri

21 Mayıs 2019 Salı

Bir Adapazarı


Çark caddesinde piyasaya çıkılırdı
Çark caddesi vardı
Serdivan,
Otogar Yolu,
32 Evler
Ahmetler vardı, Fatmalar
Adapazarı vardı
Bir zamanlar...


Kadircan Keskinbora
Mardin Düşünceleri

20 Mayıs 2019 Pazartesi

17 Ağustos 1999

On Yedi Ağustos
Bin Dokuz Yüz Doksan Dokuz
Gecenin üçü,
Türkiye tarihindeki
Gecelerin en gücü.

On binlerce insanım
Saniyeler içinde
Ruhunu teslim etti,
On binlercesi daha
Göçüklerin altında
Can çekişe çekişe
İlk grupta birleşti.

On binlerce hasta,
On binlerce sakat,
Yüz binlerce depresif
Bir o kadar nevrotik
Dul, yetim ve öksüz
Akraba, dost yitiği

Yerle bir oldular hep
Çok muhim fabrikalar,
Rafineri, tesis, yollar,
Duyulduk, duyulmadık
Kuruluşlar,
Araçlar,
Binlerce atölye,
İşyeri ve dükkanlar....

On binlerce konut,
On binlerce inşaat,
On binlerce işgünü,
On binlerce işgücü
Mali kaybın hesabı
Nasıl tutulabilir bilmem ki?

Kimi ailelerde onlarca kayıp
Kimi ailelerde yüzlerce ölüm.

Biz ölümün birinden,
Biz hastanın tekinden,
Kazanın herhangi birinden
Büyük azap duyarken,
Ekonomik hayat
Bir iş günü, bir iş gücü
Bir tesis, bir yol veya
Herhangi bir kayıptan
Etkilerinken;
Dillerimiz on binleri
Telaffuz etmek zorunda.

Bu ülkenin kaderi
Böyle kırık mı olmalı?
Her 15-20 yılda bir
Kurtuluş Savaşı mı vermeli?

Ey bu ülkenin siyasileri,
Bilim adamları, bürokratları,
Askerleri, sivilleri,
A’dan Z’ye vatandaşı!
Eey...
Eey...
Eey!...


Kadircan Keskinbora

19 Mayıs 2019 Pazar

Narman 1983

Bin Dokuz Yüz Seksen Üç yılı,
29 Ekim'i 30'a bağlayan gece
- Erzurum'da olmamıza rağmen -
Gece ılık ılıktı o mevsimde
Ama sabahı?

Sabah yedi suları
Yatağımı,
Biri ayak ucundan,
Diğeri başucundan
Yakalayan iki azman
"Kalk artık" dercesine
Belki de "geber" dercesine
Sallıyor, sallıyor, sallıyor
Sallıyor, sallıyor, sallıyor.

Can havliyle mi, refleks mi?
Bilmem ne denli bilinçli
Merdivenleri uçarak
Yarı çıplak,
Otelin çıkış kapısına

Arzın öfkesi kudurmuştu
Bir hava taarruzu sonrası
Köylerin manzarası
Bu sefer taarruz yerdendi
Yerin derinliklerinden.

Onlarca, yüzlerce küçük
Onlarca, yüzlerce büyükbaş hayvan
Ya o güzelim atlar!
Bellerini kıran
Koca kütüklerin altında
Onların da iri iri açıktı gözleri,
Galiba;
Ölümün dehşeti
Bütün canlılar için aynı.

Ambulansların sirenleri
Yaralıların şevkleri
Enterasan yaralanmalar
Çeşit çeşit ruhsal reaksiyonlar
Dikiş, tampon, atel, turnike

Binalarda oturulmuyor,
Yenmiyor, yutulmuyor
Jiplerde uyuyor
Üşüyor, üşüyorduk
İlikler üşüyor,
Kan donuyor
Öğreniyordum
Öğreniyorduk
Gerçeklerin acısını.

Bin dört yüz küsur insan
Ben yapmıştım otopsilerin bir kısmını
Midem sırtıma yapışıyordu,
Midem ağzıma yapışıyordu
Ben, ben,
Ben nasıl dayanıyordum.
Dokuzuncu ayında
Gencecik bir hamilenin
Gözlerini ben kapamıştım.
O anın dehşetinin saklı olduğu
Güzel yeşil gözlerinde
Yaşama isteği vardı;
Biraz kendisi için,
Çoğu bebeği için.

Ölüm zamanı değil ki,
Mahşer meydanı kurulsun
Herşey, herşey
Dursun herşey
Hemen dursun...

Yüz onyedi ceset dizilmiş
Bebek, erişkin, kocamış
Yürekleri paralayan
Bir fotoğraf karesine
Sığdırılan bu dehşet,
Yılın fotoğrafı seçilmiş.

Yeter!
Dur dedim sana
Herşey dursun, hemen dursun
Herşey eskisi gibi olsun.

Nerdeee!

1983 Yılının 30 Ekim'i
Unutulmamalı,
Unutulmamalı,
Unutulmamalı.


Kadircan Keskinbora

18 Mayıs 2019 Cumartesi

Talep


Buraları karanlık,
Soğuk ve çamur.
Gelirken yanında güneş de getir,
Ne olur!


Kadircan Keskinbora

17 Mayıs 2019 Cuma

O Felaket Saniyelerinde

“En güzel gece yolculuğu, en güzel sabaha çıkandır” diyerek yattığımız o sıcacık yataklarımızdan nasıl kaldırıldığımızı hatırlamak, acıların en büyüğüydü. Ölenlerle, yaralananlarla, sakat kalanlar ve yetim düşenlerle...

Gözlerimiz giden bebeklerin ardından dolu,

Gözlerimizi hep anneyi, babayı, eşi, çocuğu, kardeşi, akrabayı, dostu aramaktan yorgun ve umutsuz,

Ya belli belirsiz bir sesle ya da tıkırtıyla “Hayattayım” çığlığını duyurmaya çalışan “O Kadın”, “O baba”?...

Ya “Semih”?... Önce bir umuttu, kendi kurtulabilirdi, bitirmedi umudunu çünkü sevgili “Eşi” onun için tutkuydu. Elini uzattı ama apartmanın yarı yükünü taşıyan kiriş artık daha fazla dayanamadı ve perdesini bir “tükeniş” sahnesiyle kapatıp, O’nları da arasına aldı.

Ve

Bir anne
Koluna yatırmış,
Uyuturken yavrusunu,
Bir anne,
Kendisi de uyuyormuş
Diğer koluyla öylece
Yavrusunu sarmış.
Annecik yavrusuna
Sevgisini, vaktini
Bedenini vermiş
Annecik yavruyu kurtarmak istermiş
Ama,
Dünyadaki ömürleri bu kadarmış
Kimleri sayayım ki;
Hülya’yı mı, Semih’i mi,
Yıllar sonra
Annesini ziyaretlerinde
Birlikte ölen Ahmet’i mi?...
Ölüme yattıklarını bilmeden,
Semih’ler, Hülya’lar, Ahmet’ler ve niceleri...

Öyle bir acı yasadık ki; yüzleri değişmiş ama ruhları yine de “yaşam ümidiyle” dolu insanlarla beraber. Hepsi bulundukları yerlerde hep kaybettikleri şeyleri arama savaşında olan insanlar ve sona doğru umutsuz bir yoluculuk.... Bir bardak su, bir somun ekmek ve bir tas çorbayla. Nereye kadar? , nasıl? ...
Sizler, acılı insanlar, sakatlar, yaralılar, dostlar, akrabalar. Bilin ki; yalnız değilsiniz ağlarken. Bizlerin de gözyaşından derelerimiz var, bizim de yüreklerimiz yıkık sizlerin evleri ve umutları kadar.

Bu bölüm deprem şehitleri anısına...


Kadircan Keskinbora

16 Mayıs 2019 Perşembe

Abbara

Sokaklar geniş de olabilir, dar da,
Ama güney – kuzey yönünde
Başka bir sokakla
Keşişmeli mutlaka,
Havadar olmazdı yoksa.
Abbara!
Molasının yeridir,
Uzun yürüyüşlerin.
Abbaraların işlevi:
Üstte;
İki evin birleştirilmesi,
Birleşmeden alan elde etmeyi
Altta;
Sokakta gölgeyi,
Sıcakta serinliği,
Yağmurdan kaçmayı
Sert rüzgarlarda
Bir parça soluklanmayı.

Bir deee! ..
Abbaralarda,
Sosyal olaylar olur.
İzninizle onları,
Başka bir sohbette anlatayım.


Kadircan Keskinbora


Abbara: Mardin mimarisinde bir yapı tarzı. Bazı sokaklarda, bir evin, sokağın iki yanındaki kısımlarını sokağın üzerini, tünel oluşturur gibi örterek birleştiren kemerli yapı.

15 Mayıs 2019 Çarşamba

Mardin'den Bir Kesit

Aynı güzel manzara,
Gözünün önüne serilen.
Farketmez,
Zengin veya fakir olman.
Farketmez,
Hangi mahallesinde oturduğun.
Sonsuz ufuk, sonsuz gökyüzü,
Sonsuz ova
Aynı güzel manzara.

Mimarideki güzellik
Mücadele etmeli.
Yazın sıcağı, kışın soğuğu
Senin damın,
Üst komşunun avlusu,
Alt komşunun damı
Senin avlun.
İzolasyonu sağlayan
Kalın duvarlar,
Büyük odalar,
Kemerler
Kubbe tavan
Taş işçiliği.
Bu bilgi;
Birkaç yılda değil,
Birkaç bin yılda birikti.
Vardır "Mardin"li ustanın bildiği,
Hem de bir değil, birkaç bildiği.


Kadircan Keskinbora

14 Mayıs 2019 Salı

Mardin Düşünceleri II

Her taşı tarih kokan bir şehir...
Bir dağın yamacında tüm haşmetiyle ve kartal yuvasını andıran görüntüsü ile,
Yukarı Mezopotamya'nın ilk yerleşim yerlerinden biri Mardin...
Neredeyse bütün kültürlerin uğrak yeri, 6500 - 7000 yıllık bir insanlık mirası Mardin...

Yaşlı kentin yüzyıllardır süregelen tarihi dokusu renkli, canlı, zengin ve karmaşık...

İçinde değişik din, dil, ırk ve renkten insanın kapı komşu yaşadığı, tarih boyunca hep önemli bir şehir Mardin...
Sünni'nin, Kameri'nin, Musevi'nin, Ermeni'nin, Süryâni'nin, Katoliğin, Yezidi'nin, Alevi'nin hoşgörü ve kardeşlik duygusuyla dolu, hiçbir baskı altında kalmadan halen de içice yaşadığı eşsiz şehir Mardin...
Ve yerleşik hayatın yanı sıra göçebe hayatın da topraklarına yüz sürüp, dostluk ve kardeşliğe adım attığı şehir Mardin...

Ezan ve çan seslerinin birbirine karıştığı dar sokaklarda birçok tarihi yapının mağrur ve ihtişamlı kapıları açılır.
Ulu Camii, Deyr'ül Zaferan Manastırı, Arap Camii, Artukoğlu Camii, Mar Yakup Manastırı, Mardin Kalesi...
Önem ve değerinin asla unutulmayacağını bilerek, bunları bir sonraki kuşağa gururla devretmek...

Mardin'i tanımak, görmek ve anlatmak bu kenti, insanlarını, doğasını, ihtişamını tanımlamaya ne yazık ki yetmiyor...
Bir Mardin'i! olarak, Mardin'i anlatmak ancak "O'nu" konuşturarak olur diyebilirim.
Tek bir şey söylemese bile, hemen yanından "Dicle" akar tüm heybetiyle, onu konuşturun,
Mardin'e kardeştir...
Her damla suyunda efsane gizli "Dicle"...

Ve Mardin insanları...
Nusaybin Çarşısında bir esnaf, bakırcı dede, çaylarını yudumlayan iki kalaycı,
Mar Yakup Manastırı'nm rahibi...
Hepsi birbirine kardeş, hepsi sanki bir bedende tek...
Kimse kimsenin suyunu kesmez, kimse kimsenin güneşini engellemez, diline, dinine, rengine karışmaz...
Yüzyıllardır süregelen bu kural, güzel duygular, sevgi ve saygı çerçevesinde hep altın yaldızla kazılıdır...

O güzel yamaçtan yıldızlara merhaba demeye başladığım günden beri, her sabah uyandığımda bir deniz gibi sınırsızca daha fazla bağlandım bu şehre ve o zaman anladım ki;
"Mardin" sevgidir, dostluktur, kardeşliktir, insanlıktır, hoşgörüdür ve ihtişamdır...

Gururluyum, çünkü ben " Mardin"liyim.

Bitmez o şehrin bekleyişi, bir çift âşığın mehtabı seyretmesi için hep hazırdır o yamaçta...
Sevgi, saygı, hoşgörü ve insanlık dolu güzel duygularla...
Güneş doğarken ve batarken, yıldızlar ışığıyla binbir çeşit yakamoz bırakır "Mardin" semalarında...

Ve her mevsim bir başka seyre lâyıktır Mardin'de..


Kadircan Keskinbora

13 Mayıs 2019 Pazartesi

Mardin Düşünceleri

Ben,
Enginleri tanımlama yetkisi
Görüyorum kendimde.
Çünkü ben,
Gözlerimi açtığım günden beri
Ve her gün
Göre göre büyüdüm
Göğün ve yerin sonsuzluğunu.
Sindire sindire içime,
Seyrederim
Ovamızın ufkunu.

Yıldızlar,
Benim en samimi arkadaşlarım.
Yaz mevsimleri boyunca
Ve hatta baharlarda
Onlarla uyur, onlarla uyanırım.
Gündüzüm gökyüzüyle,
Gecem gökyüzüyle geçer.
Enginlerde yüzer,
Enginlerde yaşarım.

Yapabileceğime inanıyorum,
'İnsanı sevmek' tanımını da.
Çünkü ben,
Farklı görüş, farklı tutum
Farklı din ve farklı kültürleri
Saygının ve sevginin
Potasında eritmiş
Bir şehrin çocuğuyum.

Ben iliklerine dek
Hissederek
Büyüdüm hoşgörüyü
Şanslı olduğumu bilirim
Öğrendiğim için bu büyüyü.
Çünkü ben 'Mardin'liyim.


Kadircan Keskinbora

12 Mayıs 2019 Pazar

New Orleans Düşünceleri II

Amerika içlerine nehir gemileri vasıtası ile mal sevkiyatını kolaylaştırmak için kurulan liman; özellikle Afrika'dan zorla alınan "malları"...
Onların yerine bağırmak istedim.
Yine bir öğleden sonra bunları düşündüm, yalnızdım bu şehirde... insanlığın ortak ve evrensel dili olması gereken sevgi, yaşam ve yaşama hakkı ne kadar yavaş büyümekte?...

Onların yerine bağırmak istedim!...
Yaşamak istiyorum, yaşamak istiyorum kardeşçesine...
Şehrin her yerinde, her noktasında dilediğim yerde, dilediğim zaman...
Din, dil, ırk ve mezhep ayrımı yapmadan...

Çünkü, ben böyle büyüdüm...

Kan emmeye doymamış bir vampirin bütün insanlığı, insanlık değerlerini azar azar yok ettiğini gördüm bu şehirde...
Atalardan, dedelerden gelen öç alma duygusuyla kapıları ardı arkasına kapamak.

Aslında herkeste, her kesimde üstün olma çabası var. iyi olmak, kötü olmak falan değil...
Yetişen nesile aynı duygu ve düşünceleri aşılamak, onlara çiçeksiz bir bahçe hediye etmek...
Bir doğuş farkıyla insanlığı alt etmek, hatta yıkmak...

Buralarda insan zümrelerinin kolu, kanadı kırık, insanlık değerlerinden uzak, ümitler ve düşler zulme uğramış...
Beklentiler ve yarınlar yok...
Ruhlar rehin alınmış, insanlık yok...

Şehrin kuruluş öyküsü, kriminal raporları ve gözlemlerim bana bu hisleri verdi.


Kadircan Keskinbora
Mardin Düşünceleri

11 Mayıs 2019 Cumartesi

New Orleans Düşünceleri

Trompetin nağmelerinde,
Bir klarnet taksimini hissettim.
İnsan duygularının
Ortaklığını hissettim.
Bu şehrin kuruluş öyküsünü
Her düşündüğümde,
Yüreğimin yerinden koptuğunu hissettim.

Beyazlar zencilerin
Kaç kez ırzına geçtiler.
Dedelerini ölüme terk ettiler,
Babalarını aç bıraktılar,
Aralarına almadılar,
İşkencelerle kuruttular.

Ve şimdi;

Haykırıyorlar öfkelerini siyahlar
Zaman intikam zamanı.
Sonra kusuyorlar öfkelerini,
Kusuyorlar öfkelerini.
Öfkenin tatlı tadıyla
Yaptıklarının,
Beyazların yaptığıyla,
Aynı çirkinlikte olduğunun
Farkına varmayarak.




Kadircan Keskinbora
Mardin Düşünceleri

10 Mayıs 2019 Cuma

Utangaç

Sensiz ben gezdim durdum
Park, bahçe... tüm yeşilini şehrin
Ağaçlar eflatun, beyaz, mor, pembe
Kokuları senindi, renkleri sendin.

Koyulaştı dostluk,
Kan kırmızı bir çiçekle
Açıl dedi, dök içindekileri
Söyleyemedim inanır mısın?
Bir tek sözcük bile!

Hala içimdedir,
İçimdedir, durmakta derin
Küllenmiyor, aksine artmakta
Hani, o var ya!
O, senin bana söyleyemediğin.


Kadircan Keskinbora

9 Mayıs 2019 Perşembe

Senden Sonra

Her On Kasım sabahı
Radyo ve Televizyon
Dergi ve gazeteleri,
Onlarca riyakarın
Doldurur demeçleri:
“İşte o büyük lider...”
“İşte o ışıktır
Bizlere yol gösteren....”
Saire ve saire...

Oysa ki:
Cumhuriyetçiyiz biz:
Demokrasi bir hurda
Sekizinci senede,
Gelir tamirci usta
Onuncu senemizde.
Soluklar artık rahat (!)
Sonraki tamire dek
Bir başka sekiz sene
Yeter hizipleşmeye.
“Açız” demek büyük suç (!)
Bu özgür (!) memlekette
İyilik yaramaz ki,
Kıymet bilmez (!) millete.

Devletçiliğimiz de
Ekonomiyle başlar,
Verimli fabrikalar,
En güçlü kuruluşlar
İşletmesi altında
Devletin, bilirsiniz
Hemen hemen herşeyi
Devletleştirmekteyiz;
Tek tük şeylerdir işte
İşi özel sektörün.
Devlet işlerimizin
Süratli dönüşüne,
Işık hızı erişmez
Kattığı toz – dumana
Teşrif etsin yeter ki,
Dost ülkenin tüccarı
Hizmetindedir polis
Ve güvenlik timleri.
Kötüleştirmez (!) , korkma
Ülke geleceğini!
Bol keseden versek de
Kapitülasyonları,

Milli onurumuzu
Zedeleyen herkesi,
Her elçi ve şakiyi
Her ülke ve konseyi
Direktiflerimize
Uygun cevaplarını
Vermek üzere koyduk
Kaplumbağa sırtına.
Biz öyle halkçıyız ki;
Göklere bile çıksa
Tıkalıdır kulaklar
Halkın feryatlarına.

İnkılapların yeri
Bundan böyle kısmeti
Gün be gün yeni kilit
Olan tozlu raflardır.
Eh! Zamanla olacak
Yorum değişikliği,
Büyüklerin elbette
Doğru bildiği vardır.

Ve laikliği biz,
İnanç doğrultusunda
Yaşamak isteğini
Engellemek biliriz.

Kadircan bak! Yaşattık
Altı temel ilkeyi
Bütün işlerimizde,
Atılımlarımızda.
İşte, Atatürkçüyüz
Biz görüldüğü gibi.
Hem de hep hatırlarız
O’nu 10 Kasımlar da.


Kadircan Keskinbora

8 Mayıs 2019 Çarşamba

Bir Mecburi Hizmet Türküsü

İkinci ve dördüncü kutsal Cuma; her ayın
Günleridir çekilen bir karanlık “kura”nın.

Görünüşte ne kadar torpili yok ise de,
Kaç kişi bilirim ki kura çekmedi bile

Kimi sayfiyelerde, kimi de dağ köyünde,
Kimi hala varmadı tayin olduğu yere.

Kimi elektrikle suyu arıyor fellik fellik,
Kimi harcamak için bulamıyor metelik.

Ne yardımcı personel ne de var aracımız
Hizmet götürmek değil “siyaset” amacımız.

Lafları boldur bizim şu büyüklerimizin!
Yeter ki halkımıza “Doktor gönderdik” desin.

Okul masraflarımı paramla karşıladım,
Mecburiyet olmasın diye burs borçlanmadım.

Biz okula başlarken böyle adet yok idi,
Yüzdük kuyruğa geldik, gelecek yok edildi.

“Ben bu tarz çalışmaya göre eğitilmedim,
Gidemem “diyemezsin, seve seve (!) gidersin.

İster cennette bulun, ister cehennemde ol,
Gün, ay, yıl saya saya dört yılı çekeceksin.

Artık kariyer yapsam, dört yıl da bitti şükür,
Diye düşünme sakın, kadrolar hep doludur.

Neyine bilim yapmak, hem de tayin istemek
Dilekçen nasıl olsa uygun görülmeyecek.

Verilenler vaatti, yumuşatmak içindi,
Kazığı yedin artık, gittiğin mok yoludur.


Kadircan Keskinbora
Mardin Düşünceleri

7 Mayıs 2019 Salı

Yaz Sonu


yaz inceliyor, güz
bizse hiç büyümeyen rus bebekleri
bir düşte karşılaşmıştık, bir düşte kaybolduk
hadi birimiz uyandırsın artık ötekini
birbirinin karanlığına kapatılmış
birbirinin içinde tipiye tutulan
her kozaya ayrı biçilen uzun kışlardan
hadi birimiz uyandırsın artık ötekini
ilkgençliğin yazıları bitti. Şimdi bırakılmış çiftlikler
yağmurlarla boşalmış leylek yuvaları
elimizde sorular, gün yeniden dağıtıyor
kalanlar için yazılanları
yaz sonu yaz sonu yaz sonu
Biliyorum
yine haziran yine temmuz yine ağustos


Murathan Mungan
Haziran 1991, Ludwigshafen
Yaz Geçer

6 Mayıs 2019 Pazartesi

Dalgın Çalgılar

...dalgın çalgılar gibi duran akşamüzerleri.
...incir kokan gece sokağı...
...sonra yüzündeki sabahın ilk ışıkları...
yağmurlara çıkamazdın
günler gölgelenirdi kendiliğinden
sonra günler üst üste
üst üste düşerdi yeniden

bütün gün güz bahçelerine uğradım

gözlerinde sarmaşık, ıtır, su zambakları
ellerine karacalar inerdi
güneş yanığı perdelerde
eteklerine kuşların konduğu sedir
pamuk akı örtüler
suyu hiç eksilmeyen sürahinin ışığı
asılı kalırdı zaman
ölümsüz sanırdık kendimizi
kızılı erken düşen ikindilerde

bir daha hiç dağılmadı karanlığım

Kalktım gittim ağarmış örtülerin altındaki zamandan
Uzakları denedim. Uzaklıkları ölçtüm kendimle
dudaklarım yakamozlar gibi şaşırırdı.
o uzak çalgıların eşliğinde
belleğin zalim uçurumları
her gittiğim haritada yerini alırdı
patlamış serin güller olurdu, ıslak badem, tuz
arasaydılar büyümemiş bir sevinci bulurlardı belki
çok yoklanmış yüreğimin bir yerinde
uzun bir yolculuk gibi yaşadıkları
kısacık sokaklardan vazgeçselerdi
ben oradayken,
Belki de hâlâ orada olurdum ben
Kendime yazdığım hayadan
ayıklamakla geçmezdi ömrümün
yaprak zamanı
bir ben söylerdim kuytu akşamlarda
dalgın çalgıların unuttuğu şarkıları

Sürgüne açık kapıların eşiğinde
çok oyalanmamalı insan
mevsimler kullanıldıkları yerde kalmalı
varlığı kendinden taşan yaz hayvanlarıydık bu bahçede
anlamıştık dağılacağımızı
perdeler artık başka güneşleri saklayamazken
Bu sefer kalan eşyalarımı da topladım
yeni yollara çıkılamazmış sanki
durup geçmiş bir kavşakla ödeşmeden
Bir tek yanıma bu çalgıyı aldım.


Murathan Mungan
Haziran, Kasım 1991, Ludwigshafen
Yaz Geçer

5 Mayıs 2019 Pazar

Sandık Odası

gün ışığıyla yıkanmış küskün bir yıldız
gibi akıp geçtin
sessizliğimizin üstünden oyalanacak bir
şey bile bırakmadın tozlanmış, dalgın
bakışlarımıza

ne zaman, nerede bir şey yitirsek
burada bulacağımızı sanırdık bu sandık
odasında
mümkünmüş gibi
balkonda unuttuğumuz nice yazlardan sonra...


Murathan Mungan
1991, Ludwigshafen - İstanbul
Yaz Geçer

4 Mayıs 2019 Cumartesi

Vazoda Tozlu Güller

yanılmayan iki el
kapandı birbirinin üzerine
gözleri sisli kır, ad kavmi
kırık mühürler yılların derin
kalıntısından bağışlamasız bir duruş seçti
kendine sanki artık hiçbir şey kımıldatamaz
içinde küllenen o beyaz pişmanlığı her şeyi
sessizliğiyle bütünleyerek geçiyor
kullanmadığı günlerin içinden başka ellerin
kurduğu bütün saatleri bırakmış tozlu
ayrıntıların zulmüne akşamsefaları gibi
dalgındı geçen yaz sonu onu görmeye
gittiğimde
benden öteye bakıyordu benden çoktan geçmiş bakışları
bir tek yağmurun sesiyle tanıdık bir şeyler geçiyordu
yüzünden bir ölünün anısı kadar belirsiz bir aydınlık
nasıl birikmiş içinde bunca süzülmüş acı, nasıl ulaşmış
içindeki tedirgin erince kopkoyu bir kötülüğe dönüşmüş
onca hayal kırıklığı kayıp kıtalar gibi baktık birbirimize.
Tamamen silinmiş aklımdan eski fotoğraflarda
buluştuğumuz yer Oraya nereden gidilir şimdi? Oysa
karşımda oturuyor O opal lambanın gölgesinde iyi
eğitilmiş kötülüğün bütün incelikleriyle Bir de vazoda
tozlu güller...


Murathan Mungan
Haziran 1991, Ludwigshafen
Yaz Geçer

3 Mayıs 2019 Cuma

Öğle Saati

Dökülen yemişlerin sessizliği
Güz aydınlığı
Uzakta bir çıkrık öğleyi böler ikiye
Renkler kendini dener otla, kabukla, bulutla
değiştirir gömleğini arklardan gelen sular
uykusu yarım kalmış tenha kuyularda
eteklerinde ufkun çizgisi
geçen yıldan bu yana ne kadar uzadığını
ölçer kır
birbirlerinin gölgesinde uzayıp büyüyen
ağaçların dinginliği çepeçevre kuşatır öğle saatini
su uyur, yelkovan durur
çocukluğumda yağan bir karın adı olur ansızın
ansızın bir kuş sürüsü gürültüsünü çizer güze
Dünyanın almadığı saatlerdir
Hiçbir şey benzemez başka bir şeye
Kimse kimseye bir şey yapamaz sanki
İyilik de kötülük de masumdur her şeyden
Belki yalnızca yüzümüze doğru ağır ağır açılan
uyku sonrası bir bakış
iyi gelir bize
Belki o zaman.

suyunu değiştiren kuyu gibi herkes uykudayken
uğultusunu çok uzaklara götürmüş
kahverengide karar kılan uyku sonrası bir bakış
durdurur yağan karı
bir öğle saatinde yaz bitmeden


Murathan Mungan
Haziran 1991, Ludwigshafen
Yaz Geçer

2 Mayıs 2019 Perşembe

Geçiyordum Uğradım

Geçiyordum uğradım
boynuz boruların uğultusundaki bulanık zamanlara
belki bir gömüde birkaç eski eşyanın ışıltısı
vurur şimdiye, merdiven altında unutulmuş bir zaman
ya da eski yüzümle karşılaşmak
girişteki aynada
dinmiş uzaktaki nehrin gürültüsü
ağaçlar yer değiştirmiş
çekmiş, küçülmüş onca hayal
oyun ve atlıkarınca sığdırdığım kurak peyzaj
Doğduğum ev artık yavrusunu tanımayan
bir hayvan gibi bakıyor uzaklara

Toz yalnızca toz Zaman
geçiyor içimizden adılını
mırıldana mırıldana

elim çoktan düşmüş kalbimin üzerinden
gözlerim yabancı hatırladıklarına
üzeri tırnak izleriyle kaplı bakır çanın
dağıtacağı hiçbir sis kalmamış oysa
ne burada ne hayatımda
dibi görünen bir sarnıcın çiğ kuraklığıyla
bakıyor gözlerim anlamından çıplak kalmış dünyaya
Neden dönüşler loş zamanlara saklanır
Neden kimse yola çıktığı gibi dönmez geriye
Zaman nerde adılın?
Kimbilir kaç yüz
kulaç derininde kalmış yüzüm
Şimdi ezberini unutmuş kapalı bir ırmak gibi
önümde bomboş akan bu aynanın
Zaman nerde adılın
Beni de mırıldansın


Murathan Mungan
Haziran 1991, Ludwigshafen
Yaz Geçer

1 Mayıs 2019 Çarşamba

Kamçılar

üç zamanlı denize batıyor kadırga
üç zamanlı denizden çıkıyor kadırga
vuruyor bir teki başka
sahilde kalmış ayak izlerin
vuruyor başka sahile
aylak tanrıların uyuduğu
ay söndürüyor kendini derinde
değiş tokuş düşleri
sakal karasında gece gümüşü inci
kenevirler kamçılar içinde
benim sevgilim
kenevirler kamçılar içinde
bir define haritasının kaybolan parçası
bende çıktı
ötekiler üç zamanlı
kamçılar içinde


Murathan Mungan
Haziran 1992, Yaz Geçer

30 Nisan 2019 Salı

Kalyon ve Köpükler


denizin koyu simgeleri taşınır en
eski kalyonlarla bir yüzyıldan
diğerine alnı okunmayan denizin
üstünde yağmurun krater yazısı
bazen geçmişe bazen geleceğe
dönüşen köpükler
gözlerdeki kör simge
kehanet
ölüme benzeyen bir şey var her derinlikte
bazen kalyon bazen köpükler başka bir
çağda kimsenin bilmediği simgelere
gömülü define


Murathan Mungan
Mayıs 1992, Yaz Geçer

29 Nisan 2019 Pazartesi

Yedi Dalga

denizin kömürü
suyun kandili
ayın uykusu
bakışlarımızdaki şaşkın buluşma
hem ölüme çok yakınız
hem dünyanın yanı başında
köpürmüş ağaçlarla yan yana

salkımların kanıyla yan yana
karanlığın bıçaklarıyla yan yana

dönüp geçiyoruz kendi üstümüzden
yedi dalga olarak
sonra dönüp ardımıza bakıyoruz
bir yedi dalga daha
kömürün kandil uykusu
köpürmüş salkımların karanlığı
değişmiyor yaşamın tutkusu ölümün ortasında


Murathan Mungan
27 Mayıs 1992, Yaz Geçer

28 Nisan 2019 Pazar

Kadırga

Senelerce, senelerce evveldi;
Bir deniz ülkesinde... ve belki de
birbirine aktardığım defterlerin hepsinde
bu şiir vardı:
Senelerce, senelerce evveldi;
Biz seninle orada, o deniz ülkesinde tanıştık

uzak denizler, uzak yakınlıklar içinde
bir Kadırgada iki korsan
tarih, yarın, ütopya dolu sandıklar arasında
birbirimizi yaralarından tanıdık
dışı korsan, içi iç denizlerde yaşayan çocuklardık
konuşamadıklarımız bir bulut kalınlığında
duruyordu aramızda
oysa konuşsak, ya da dokunsak birbirimize
çekip gidecekti içimizdeki o korkunç noksanlık
batık gemilerin deniz diplerini saran
umutsuzluğu vurmuştu yüzümüze
birbirimizden ve aşkın keşfedilmemiş gizlerinden
ürküyorduk
bir definenin ikiye paylaştırılmış haritasında
bilmeden
birbirimize doğru ilerliyorduk

kara görünmüyordu yokluğumuzda
kara çok uzakta
sahiller millerce
uzaktaydı birbirimizin yokluğunda
neyimiz vardı öfkeli bir gençlikten
mağrur inceliklerimizden
ve geceler boyu kısık yıldızlar altında anlatılan
ihanetlerin kara bilgisinden başka
biliyorduk geldiğimiz yer Atlantis
o yitik ütopya
gittiğimiz yer de ora
Senelerce, senelerce evveldi;
sen yoktun
bu aşk başladığında
Senelerce, senelerce evveldi;
sen yoktun
ben de yoktum
bu aşk başladığında

bizi yola çıkaran ne varsa
yol üzerindedir,
öyledir sanıyorduk
geleceği seçmeye çalışıyordu kısılmış gözlerimiz
adasız denizlerin ufkunda
Bilge ve hırsız. Çocuk ve katil. Ölüm ve oğul
oluyorduk. Denizler, meydanlar, kavgalar ortasında
fırtına bilgisi yoklarken
çözülmemiş zamanların altın bilmecelerini *
bir daha hiç çıkamadık daldığımız karanlıktan
kara ruhların büyük bayramlarından sonra

Aşk giz tutmuş tuğra
Aşk 1988
Bir yıldır yoldayız
Aşkımız sağlam sularda
Aşk 1988
gideceğimiz yer Atlantis
o ütopya sıla
ayrılsak bile biliyoruz
başka bir anlamda
senelerce, senelerce sonra
sağlam, ödeşmiş, mutlu âşıklar için
bir randevudur
aynı yolculukta Kadırga

Aşk 1992 Ayrılık 1992 şimdi
biliyor muyuz gömülüp gideni
batıklarda

kaç kıyıdan toplanmış taşlarla
batıyordu dibe
şarap fıçılarıyla, zeytin dallarıyla
yarım kalmış bir gravürde
yelkenleri sönen kadırga
batıyordu
sarışın hurmalar, gümüş paralar
uzak otlar, ipek toplan, amber kokularıyla
çıkmamak üzere bir daha
bir başka mürekkebin kıyılarına

daldığımız solgun gravürden
birbirimize baktığımızda
dinliyordu deniz diplerinde
boğulmuş beyaz kentlerden
geçilen yolculuk
aynı takım yıldızların altında
dünyaya gelen aşkların benzerliği gibi
başka çağlan haber verir kimi denizler
yoksa nerden çıkardı bu rüzgâr
bu zeytin dallan, baş döndüren şarabın kokusu
ağzımızdaki bu hurma tadı
ipeğine uzandığım bu amber nerden

yüreğimdeki dövme çok eski bir gravürden

buluşurdu sessizliğimiz
okuduğumuz sayfaların derinliğinde
ne zaman sussak
aramızdan geçerdi hayalet gemileri
karşılıklı kıyılarda
aynı denize bakan
iki koltuk, iki lamba, iki ay
aynı pencerenin derinleştirdiği gecede
gemilerin ıslığını dinlerdik
tek bir söz bile etmeden konuşurduk saatlerce

kapkara hayalet gemileri geçerdi
geçmişten gelen
sessizliğin yarattığı sis içinde
kapkara hayalet gemileri
geçerdi gözlerimizin önünde
gecenin içinden
yeniden döndüğümüz sayfaların derinliklerinde
dilsiz kırılganlığıyla dip iklimi
yüzeydeki çalkantılarını unuttururdu
gömüldüğümüz denizin
som bir bütünlük içindeydik
koltuk, lamba, kitap
sayfasını kapatırken
kahramanı olduğumuz şiirin
ay sönerdi penceremizde

hayalet gemileri geçerdi
uykularımızın içinden

uzun denizlerde yorulmazdı gözlerimiz
birbirimizin güneşine baktıkça
en yeni yerlerimizi birbirimize borçlandık
çünkü âşıktık, kararlıydık, haklıydık
bir denize kaç dalga sığarsa

güz denizini ayıran halatlar yaz
denizinden geniş melankolisi ıssız
bir adaya düşecek olsan hangi
şiirleri alırdın yanına hangi
mevsimleri, ikindileri çarşafını
değiştir denizin sevgilim tropikal
yaprakların, ayın yüzüne düşen
perçemlerini kaldır hafızandan
bütün lekeleri sil alışmak çürütür
gövdenin derinliğini

hangi denizi seçtiysen o türlü
varlığın kıstırıldığı seyir defteri yaz
denizini güz denizinden ayıran
halatlar gibi çözülür adaların dağınık
belleğinden

savat gece
çakıllarda şarkısı
ay ışığıyla ayrılır denizin ipeği ikiye
yalınlığın vurgununda çözülen derinlik
gövdenin uykulu tarihi
aydınlanır karasına vurduğu sahilde
avucunda tenimin taçyapraklan
kalbimde kalabalık yeminler
vahşiyim, vahşiyiz
bu defne günlerinde

çıplaklığımızla
dağlıyoruz
birbirimizi
gökle karışıyor tenimiz
kumun zamanlarıyla
suyun yeniden elde edilmesi
bulutun dumanı
yağmurun kırbacı
yaprağın buharıyla
sevişmek için değil
yaşamak içindir çıplaklığın önemi
tanımlara zorlanmış itiraflardan
firar ediyor
gövdelerimiz

bir ejderha uyuyor ay ışığında ay
ışığında uyuyoruz ilk defa
kendiliğinden yolunu bulan
hayvanlar gibi
ateş, hava, su, toprak ve aşk
birbirimize çıkıyor her defasında
kendiliğinden yolunu bulan
birbirimizin kollarındaki ejderha

gecenin bütün burçları
inmişti sahile
ürperen kumların üzerinde hiç
görmedikleri bir sabah gibi
bakıyorlardı yüzümüze

gecenin göğsümüzde unuttuğu
bir avuç ay ışığı
senin göğsünde bıraktığım
en derin uykumdu
orada kaldım
orada kaldı

ne kadar tutkunduk birbirimize ufuk
daralırdı tenimizin yankısından o
kaçak sahil köyü, Kadırga şimdi iki
ayrı yaz kaldı bize birlikte
geçirdiğimiz o büyük yazdan

solak defterlerde uğru
erkek denizlerde mitoloji ,
korsan haritalarında define kalbim bir senden birçok âşık
edindi. Zamanı bizden ayrı parlayan bir şeydi
kanımda kımıldayan tutku gecenin sözleşmesindeki
mürekkep her şeyi aşka ve ateşe dönüştüren
derin bir ayindi
sen gittin
buluştuğumuz körfezler şimdi başka denizlerin çekiminde
sen gittin ama doksan dokuz adın kaldı kalbimde

ne kadar gitsen de uzağa
vücudumda dolaşıyor zincirin
kurduğun bütün tuzakları
tapınak bildim

tenim çöl tenim çöl tenim çöl

bedenimi lincine bırakıp
çekip giderim çekip
giderim giderim tenim
çöl

aysberg tül
ne zaman dondu pusula
ne zaman geldik bu iklime
aramızdaki siste kaybolmuş
buzkıran gemiler
kaybolmuş kelimeler
sen yoksun
ben de yokum
kutuplar kadar yalnızız ikimiz de

rüyamızı emanet etmedik
hiç uyumadık sığda
ölümün uykusuna güvenir gibi
bırakırdık kendimizi
birbirimizin düşlerinin yastığına
aşktı bu, beraberlikti
yol arkadaşlığıydı
ve daha binlerce kelime

aşk bitmiyor bitmeden
denizi tükenmemiş Kadırga
bir çifte vav yokuşundan aşağı
doksan dokuz adımın
en güzeli sevgilim
yeniden bulmanın sulan
denizi geçenlerin adımlarından sonra

taş kadar kör
taşbaskısı gravür
diri mürekkep
kör aşk, kör levha
büyük bir fırtınada
yıkanmış aydınlığıyla
iniyor hat
güvercin dönüyor
bir dal zeytinle
aşk bitmiyor bitmeden
tükenmemiş deniziyle
masalına dönüyor Kadırga

bir türkü
Meyve bile dalına güvenir
Meyve kadar hükmüm yoğ imiş
bir dize
Denizim ben batık aşklarla dolu
bir fotoğraf
şiirde görünmüyor
ve görünmeyen nice ayrıntı
kim bilir ne zaman kendini yazmaya başlamış
başka şiirlere taşmış
taşırmış içindekileri
seyir defterinin kazalara uğradığı Kadırga
yeni dalgalarla yamıyor
yarıklığı denizi

gönderinden ithafını kazıdığı tarihi
gönderme yaptığı başka denizler yarattı kendine
kimi zaman başka şiirlerin gövdelerinde
denize açılarak sürdürdü, sürdürüyor kendini
duruyor yürekteki define, korsanlar yaşlandı
deniz zamansız
ne sen, ne ben, ne şu mai deniz
ne de melâli anlamayan diğerleri
senelerce, senelerce evveldi
senelerce senelerce evvel bir sonraki


Murathan Mungan
1988 - 1992, Yaz Geçer

27 Nisan 2019 Cumartesi

Çorba

I.

gördüm kuşağımın en iyi beyinlerinin çılgınlıkla yıkıldığını, histerik çıplaklıkla açlıktan
geberdiğini, zenci sokakların şafağında gördüm onları bozuk kafalarıyla mal ararken,
gecenin makinesinde yıldızlı dinamo ile eski cennetsel bağ için yanıp tutuşan melek kafalı
hipsterler…

Allen Ginsberg


II.

…Houston’da aylak ve aç, can sıkıntısıyla yalnızlığın jazz seks ya da çorba için takılanlar…
Salt bitkisel bir krallık düşleyip de çürümüş hayvanlar ciğer yahnisi yürek paça pancar
çorbası ve meksika pizzası pişirenler…ve…Brooklyn Bridge’den atlayanlar, bu gerçekten
oldu ve yitik adımlarla yürüyenler Çinmahallesinin büyüsünde (çorba sokakları
boyunca)ruhları kendinden geçenler.

Allen Ginsberg


III.

Ah, Carl, sen güvende değilken ben de güvende değilim, ve şimdi sen gerçekten zamanın
tüm pisliğinin (hayvan çorbası) içindesin

Allen Ginsberg


IV.

Çorbamı eski teneke kutularından yudumlarım
Ve tatlımı küçük ellerden alırım
Tiger Alley’da kodesin yakınında
Çöp tenekesinden aşırırım.

Allen Ginsberg


V.

… O geceleri sürünen bir kedi
ve budalığında menekşe saatinde uyur
ve çırpmak üzere olan üç elin sesi için dinler
ve kendi kafatasının el yazısını okur
varoluşunun hiyeroglifini…

Ferlinghetti
He


VI.

Varoluşun özü
Budalıktır
Bir Buda gibi
bilirsin
bir ağaçtan yayılan
tüm sesler
ve periler denizinden
tüm görünüm
Kutsanmışın Adasındaki
ve tüm tatlar
Tanrılar Çorbasındaki…
bir akşam yemeği

Kerouac
Mexico City Blues


VII.

Hayat. Ağızlarına kaşıkla saplanan Hayattı.
Karga çakal sırtlan akbaba solucan ihtiyaçtan uyanmış
- bir çorba gibi Ölüme göz atıyor.

Gregory Corso
A Dreamed Realization


VIII.

Şuna geliyor:
benim çay fincanım buğulu yeşil çayla dolmuş.
Bascho ohashi ile yanımda oturmuş
Reiko’nun, Nikku Nabe*, sake, biraz Kirin birası getirmesini bekliyor…

David Meltzer
Revelation
*Nikku Nabe: et çorbası


IX.

Ve sonunda herhangi biri olan herkes ve
hiç kimse olmayan herkes vardıktan sonra ve her ruh oturmuş
sembolik mantar çorbasının servis edilmesini ve açılış konuşmasının başlamasını beklerken
Başkan kendisi içeri girdi
Etrafa tek bakış attı ve söyledi:
İstifa ediyoruz

Lawrence Ferlinghetti
Tentative Description of a Dinner to Promote The Impeachment of President Eisenhower


X.

Titreyerek
hazdan
us şekillere girer
yüzlerde
mutluluk
bulur
lezzetli…
Öğle yemeği için yediğim o eski kara yerfıstığı.
Kasede bir şey
Kenardaydı, yukarıda
bitti. Tıpkı birisi bir
bir yerfıstığını
kırdığında, nasıl ki
onu attığında nasılki
tatsız?

Robert Creeley
Soup


XI.

A. J. Bayless market demiri bükük silindir sepet
yabanhavucu, soğan, havuç, şalgam ve patates al, ıslak yeşil biber,
ve dokuz parça koyu sığır budu al.
Orda bacakları üzerinde koşarlar, bu da eti tatlandırır.
Gece yedide Tuscon’dan hamur köftesi için biraz erişte al.
Biraz domuz pastırması.Mutfakta, kızaran bifteğin hemen arkasındaki
Hadley’se git - Diana telefonda - Drum’dan plastik bir poşet al-
tarhun otu ve kırmızı biber; dört defne yaprağı; kara biber
tahıl ve fesleğen; toz keklik otu, serbest bir şey, belki yaklaşık
iki çay kaşığı tuz ile doldur.
Şimdi aşağıda Sonora’da, Pinacate ülkesinde, bir Ocotillo ateşi yak,
kırık dallar ve demirotu parçaları, açık bir püskürtü halesi: kenara
biraz kömür yığ (eğer kafan çalışıyorsa) rüzgarın estiği yöne,
diğer alev yarısını ısınma ve ışık için sakla.
Drum’ın on dört inçlik, üç bacaklı flemenk fırınını közlerin karşısına
kur.
Şimdi pastırma şeritlerini yerleştir.
Başka bir tavaya tüm sebzeleri koy, temizlenmiş ve soyulmuş ve
dilimlenmiş olarak.
Sığır budunu parçala ve kemiği bir tarafa koy.
Sığır budu etlerini içine at,
Kızgın kızarıncaya kadar karıştır,
bir sürü kül ve cızırtı - alnını hafifçe yak -
Tıpkı Locke’ın dediği gibi neredeyse yak - sonra su cip deposundan
biraz su ekle
küçük baharat poşetini ekle - beş dakika kadar daha pişir - ve sonra
tavaya geri kalanları boşalt.
Büyük sıcak ağır kapakla hepsini kapa, otur ve bekle, ya da budweiser
birası iç.
Ve de hamur köftelerini başka bir tarafta karıştır, biraz erişte ve su ile
son olarak yahniye dök
ve on dakika kadar daha pişmesine izin ver,
Servis yap ve karanlıkta bir ponçoya oturarak, kaşıkla ye.

Gary Snyder
How to Make Stew in the Pinecat Desert: Recipe For Locke and Drum

26 Nisan 2019 Cuma

Alabalık ve Siyambalığı

alabalık, bir metafor
denizler ve balıklar içinde
Kutsal Kitaplara göre ilk yaratılanlar içinde
akıntıya karşı yüzen tek balık
tekini koruyan tekinsiz
ölüme doğru ve ölüme karşı
çağlayan çıkan, dikine yüzen bir balıkmış yalnızlık

pullarında ışıyan falı
alabalığın
denize eklenemeyen yabancılığı
tonlarca su altındaki derin sükûnet ve şiddeti
zamana sadık akıntıların
unutulmuş derin korkuları
masalaltı yaratıkların, fırtına perilerinin
söylencelerin batığından
yepyeni yolculuk yolları
ağ av ölüm
başka kip başka zaman
belki akıntıya karşı yüzenin kaderi
denize inen pası
kirli günbatımlarının

Bilinmez balıkların kardeşliği
küçük/büyük/açlık/akrabalık/yumurta ve ölüm ilişkisi
siyambalığı derin krallığı umutsuzluğun
dipteki siyah kare
alışkanlıkların tek rengi
kendine benzeyen avı
kendinden olanın karanlığıyla beslenen
derin krallığı umutsuzluğun
bilgeliğe ermiş katillik
okyanus kadar derin ruhlarda kendiliğinden
her şeyin olabilirliğine kadar inen
yolculuğu
siyambalığı derin krallığı umutsuzluğun

kar ne kadar yağabilir bir denizin derinliklerine o
kadar üşür deniz gibi ölüm bile

gövden şiddetin amansız nesnesi
başkasını öldürürken duyduğun
kendinle sevişmenin şiiri

cinayetin mabedinde
yan yana uyur ölüm ve aşk
karanlıktan ve yıkımdan
beslenen
gölge gövdelenir
öldürürken

cinayet de aşk gibi yaşanır
sen ve başkası olarak ,
avından dönen
siyambalığı
kendiyle ödeşirken

insan düşmanını kendinden seçer
denizin dibindeki para ve tarih
rıhtımlarda bekleyen pusu: dövme ve hançer
hangi denize gitse
başka denizler aklında
bir eldiveni uçurum
bir eldiveni yanardağ
söndürmez en uzun ay
en uzun deniz
en uzun seferler
bilir iki eski kardeş Deniz ile
Atlantis
bir açık sayfa gibi
herkesin düşlerini yazdığı yüzyıllardır
bulunmamış yitik ülkeler aşk da ölüm de
aynı ağlarına takılır
ay ışığının
denize dağılmış saçlarının arasından
aldırmaz geçer siyambalığı
inanır aşkın da ölümün de
aynı bedendeki kesinliğine

denizin karaya çıkmış efsanelerinde
anlatılır
ikiz öyküsü
kendi derinliğinde vuruşarak
ölen kardeşlerin
baba ile oğulun
ağabey ile kardeşin
iki sevgilinin
yani kendi derinliğinde vuruşarak
ölen kardeşlerin
bir denizde bir öykünün sayısızdır yolları
kimi vurgun yemiş gizilgüç
kimi ahtapotun kolları

su yürümüş zıpkın sürüyor kendi izini
okunmuyor yazısı başkalarının
su yürümüş zıpkın öyküden yana
su yürümüş zıpkın
bir yüzü silinmiş para
denizin dibine varana kadar
tura
tura
tura

herkesin gizi bir başka seferde
her seyir kendi defterini seçer
tuzlaşmış kentlerin anısı vurur suyüzüne
üzerinden sessizce geçerken
uzağa dağılıyor yüzler
kimse bakmıyor birbirine
biliniyor tuz beyazı gerçek
her birimizin bir şeyi var denizin dibinde

Bir tek balık alınmadı
Nuh'un Gemisine
Sudaydı o İçindeki suda
Tehlikenin içindeki suda

Kimi zaman bir tek balık yaratır
çırpıntısını bir okyanusun
batıklarla anlamlanır
geçmiş denizler
bir denizin içyüzü
başka denizlerdir
birbirlerini çoğaltırlar durmadan
yeryüzünde en eski şey su
tufandan önceki suyla
tufandan sonraki bile aynı değildir

balığın karnındaki inci
likit zaman

ikizi ikiz
şairi şair
peygamberi peygamber yapan
yazla dirilen parçalanma
tekinsiz serüvenlerde bulunmuş Zaman

balığın karnındaki okyanus
hikâyedeki tılsım tekrardaki
şiddet gelecek

gelecek
gelecek

yanılmaz deniz
durulma zamanlan yükselir
denizin gizli surları
saklı haritalardaki su terazisi
dumanı tüten batığın dinlendiği derinler
ufkunu okyanusa ayarlamış gözlerin
uzakta ve diptedir göreceği
denizin gizindeki uçurum
ağır kanatlı dip balıkları
akıntıların yıkadığı para, kara sünger

derinleşmenin eşik taşları
pullarına gömülü gizli balıkların
kalın uykusuna ayarlı saat ey
kendini yenildim sananlar ışıkla
kırılır denizin dibindeki yıldız falı

Uzundur denizin gecesi
uzundur karası denizin
yalnızca bir kez Musa için
kızıl saçlarını ikiye ayıran dalgalar
en uzun hatırası
bir daha avunmaz suyun
bir daha geçilmez denizin

kaybolmuş kendi adı
sürüler içinde
öylesine geçer bir denizin derinliklerinden
bir sayfanın derinliklerine
akıntıya kapıldığı yerde şiirin
küçük, kırık bir gülümseme olarak
küçük, kırık bir gülümseme
enginler uzak sığ yakın
kavrulmuş suları kısacık hayatının

cam kesimi elmas, akvaryumu su nerde keser
işte balıklar
işte balıklar
işte balıklar
en küçük ölçekli haritada
binlerce başkalaşım
armaların güvencesinde
başkalaşımlar
nerde hayat çizgisi, o zümrüt kesim
suyu derinleştiren gölgesidir
akıntının yönünü
ışığın kırıldığı noktalar
orada hepimiz
biraz su biraz balık
bir akvaryum iklimini
herkese suç gibi paylaştıran
o derin ortaklık
tarihi dolduran sular, harçları karan sular
başka çağların derinliklerine
kendi ışığını içinde taşıyan ayna
farklıdır su altında karanlıklar
kimsenin kendinden başkası olamadığı
o derin yalnızlık

odalara vurur gölgesi
açık denizlerde kaybolan balıkların
odalara, aşklara, sayfalara
özet çıkarırsın en büyük denizlerden
uzaklarda ararsın
tuzunu silkeleyen yollarını rüzgârın
huy değiştirir balıklar denizine benzedikçe
hiçbir kardeşliği olmayan balıklar
denizin üst katında oturanlar
geçmiş zamanın define rengi gözleriyle
bir dip balığı
ölürken
vurur yüze
kıyı kalplerde
deniz fenerlerinde
yosun pası mezar taşı
yarım kalmış şiirler
erken kilitlenmiş bir odanın derinliklerinde
dinmiyor açık denizlere yağan yağmurların
odalara vuran gölgesi

küçük balık küçük
balık denizin
nerede? denizim yok
denizim yok ararım
her yerde


Murathan Mungan
Yaz Geçer
Mayıs 1988 - Haziran 1992

25 Nisan 2019 Perşembe

Terastaki Havlu

          Aynı terasa açılıyordu yan yanaydı kapılarımız kaldığımız
pansiyonda. Sabahları ya da akşamüzerleri karşılaşıyorduk, ortak
duş, ortak mutfak, çekingen bir selamlaşma.. Aynı terasta yanyana
kuruyordu çamaşırlarımız, bu ürpertiyordu beni; acemi, tutuk
birkaç sözcük eşliğinde beyaz şarap içerek aynı terasta seyrediyorduk
günbatımını, bu da ürpertiyordu beni. Işığın azalan şiddetinde
yan yanaydı terasa vuran gölgelerimiz ve karışıyordu birbirine.
          Elimizde olmadan gülümsemiştik bakışlarımız çarpıştığında,
sahildeydik ve aynı kitabı okuyorduk ilk karşılaşmamızda.
          Sezon açılmamıştı, seyrekti sahiller, daha erken yaz gülümsüyordu
          Pansiyon önündeki sandalların kıpırtısı, çiçeklerin çekingen
dirimi, günbatımıyla gölgelenmiş alanların rengi kalmış aklımda.
İkimiz de yalnızdık ve birbirimize ilişmemeye çalışıyorduk adını
kimselerin bilmediği o uzak sahil kasabasında
          Oysa güneşin batışını izlemek gibi
          kendiliğinden bir birlikteliğe dönüştü paylaştığımız şeyler
     Birbirinden kamaşmaya başlamıştı tenlerimiz
          dokunmasan da yanındaki gövdeyi duymanın şiddetine dö-
nüşmüştü aramızdaki çekim
          tenin çağrısı hazırdı kendine kurulan bütün tuzaklara
          O akşam terastaydık gene. Gün çoktan batmıştı. Çamaşırlar
asılıydı, uzaktan şarkılar geliyordu ve kekik kokuları. Nedense
her zamankinden başka bakıyordun bana. Sonra usulca dedin ki:
          "İlk kez bir erkeğin tenine dokunma isteği duyuyorum içim-
de."
          Benim için yaz başlamıştı.
          "Dokun öyleyse," dedim.
Sustun. Uzun uzun baktık birbirimize. Kendine nasıl karşı
koyduğun okunuyordu yüzünün derinliklerinde. Sonra hiçbir şey
söylemeden usulca kalktın, odana gittin, yavaşça örttün kapını.
Saatlerce orada, gecede ve o terasta kaldım.

          Sabah uyandığımda odanın kapısı açıktı, eşyalarını toplayıp
gitmiştin baktım. Yalnızca terasta unuttuğun havlu çırpınıyordu
rüzgârda
          Bir daha hiç rastlamadım sana, hiçbir yerde hiçbir yazda
          Düşünüyorum aradan tam on üç yıl geçmiş
          On üç yıl önce içinde uyanan o isteğin anısı saklı duruyor
mu sende?
          Birden adını hatırlamadığımı fark ettim bu şiiri yazarken,
ama terasta çırpınan havlunun rengi hâlâ gözlerimin önünde

          On üç yıl sonra şimdi sevgilimden ayrıldığım bu derin, bu
kavurucu günlerde neden ansızın aklıma düştüğünü sordum kendime.
Sonra anladım: Bir aşk birçok aşktan yapılıyor
          ve ayrılınmıyor hiçbir seferinde


Murathan Mungan
8 Mayıs 1992, Yaz Geçer

24 Nisan 2019 Çarşamba

Ona

Benim efendim !
Ben sana bendim !
Bir üfledin de
Yıkıldı bend'im.
Ben ki, denizdim,
Dağbaşı bendim.
Şimdi sen oldun,
Âleme pendim.
Benim efendim !

Benim efendim,
Feza levendim !
Ölmemek neymiş;
Senden öğrendim.
Kayboldum sende,
Sende tükendim!
Sordum aynaya:
Hani ya kendim?
Benim efendim !

Benim efendim !
Emri yüklendim!
Dağlandım kalbden
Ve mühürlendim.
Askerin oldum,
Başta tülbendim;
Okum sadakta,
Elde kemendim.
Benim efendim.


Necip Fazıl Kısakürek

22 Nisan 2019 Pazartesi

O Erler Ki...

O erler ki, gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.

Yıldızları tesbih tesbih çeker de,
Namazda arka saf hizasındalar.

İçine nefs sızan ibadetlerin,
Bir biri ardınca kazasındalar.

Günü her dem dolup her dem başlayan,
Ezel senedinin imzasındalar.

Bir ân yabancıya kaysa gözleri,
Bir ömür gözyaşı cezasındalar.

Her rengi silici aşk ötesi renk;
O rengin kavuran beyzasındalar.

Ne cennet tasası ve ne cehennem;
Sadece allahın rızasındalar.


Necip Fazıl Kısakürek

21 Nisan 2019 Pazar

Dua


Bende sıklet, sende letafet....
Allah'ım affet !
Lâtiften af bekler kesafet....
Allah'ım affet !
Etten ve kemikten kıyafet.....
Allah'ım affet !
Şanındır fakire ziyafet...
Allah'ım affet !
Acize imdadın şerafet....
Allah'ım affet !
Sen mutlaksın, bense izafet !
Allah'ım affet !
Ey kudret, ey rahmet, ey re'fet !
Allah'ım affet !


Necip Fazıl Kısakürek

20 Nisan 2019 Cumartesi

Bizim Yunus

Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş:
Okunu kör nefsin, kılıçla çelmiş...

Bizim Yunus,
Bizim Yunus....

Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş;
Ölüm dedikleri perdeyi delmiş....

Bizim Yunus,
Bizim Yunus....

Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş;
Eli katile de kalkamaz elmiş....

Bizim Yunus,
Bizim Yunus....

Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş;
Zaman, onun kemend attığı selmiş...

Bizim Yunus,
Bizim Yunus....

Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş;
Toprakta devrilmiş, göğe çömelmiş..

Bizim Yunus,
Bizim Yunus...

Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş;
Sayıları silmiş. Bir'e yönelmiş ...

Bizim Yunus,
Bizim Yunus...


Necip Fazıl Kısakürek

19 Nisan 2019 Cuma

Aralık Kapı


Bu dünya bir kuyu , havasız çömlek;
Daralıyorum!
Kelime manayı boğan bir gömlek!
Paralıyorum!
Allah ismi varken lûgat ne demek!
Karalıyorum!
Kapımı , buyursun diye o Melek;
Aralıyorum!


Necip Fazıl Kısakürek

18 Nisan 2019 Perşembe

Ben


Ben, kimsesiz seyyahı, mechuller caddesinin;
Ben, yankısından kaçan çocuk kendi sesinin.
Ben, sırtında taşıyan işlenmedik günahı;
Allah'ın körebesi, cinlerin padişahı.
Ben, usanmaz bekçisi, yolcu inmez hanların;
Ben, tükenmez ormanı, ısınmaz külhanların.
Ben kutup yelkenlisi, buz tutmuş kayalarda;
Öksüzün altın bahtı, yıldızdan mahyalarda.
Ben başı ağır gelmiş, boşlukta düşen fikir;
Benliğin dolabında, kör ve çilekeş beygir.
Ben, Allah diyenlerin boyunlarında vebal;
Ben bugüküne mazi, yarınkine istikbal.
Ben, ben, ben, haritada deniz görmüş boğulmuş;
Dokuz köyün sahibi, dokuz köyden kovulmuş.
Hep ben, ayna ve hayal; hep ben, pervane ve mum;
Ölü ve Münker-Nekir; baş dönmesi uçurum...


Necip Fazıl Kısakürek

16 Nisan 2019 Salı

Allah Derim

Sırtımda taşımaz yükü göklerin;
Herkes koşar, zıplar, ben yürüyemem
İsterseniz hayat aşını verin;
Sayılı nimetler bal olsa yemem!

Ey akıl, nasılda delinmez küfen?
Ebedi oluşun urbası kefen!
Kursa da boşluğa asma köprü, fen,
Allah derim, başka hiç bir şey demem!


Necip Fazıl Kısakürek