Şiir, Sadece

5 Kasım 2016 Cumartesi

Gölgeler

Derin gecede görüyorum görüntülerini
iki gölgenin, ayakta, beyaz bir perde üzerinde.
Gecede iki gölge... Yalnız ve yüzyüze.
Bir lamba yanıyor arkasında bu ekranın.
Yalnız ve delice arzulayan birbirlerini
birbirlerine can atan
orada, bir erkek gölgesi ve bir kadın.

Uzatmışlar başlarını acıyla birbirlerine
bir şey var fakat engelleyen anlaşmalarını.
Fısıldaşıyorlar belki, nedir korktukları?
Boşuna uzanmış birbirlerine kolları:
Canlı arzularına karşın dokunamıyorlar birbirlerine
Karşı karşıya, yüz yüze, duruyorlar öylece.

Fısıldaşıyorlar belki ve belki eğilmişler
haykırarak bile anlaşamayacaklar ama ...
gecede iki gölge, ayakta, önünde bir ışığın ...
Anlaşamayacaklar, dokunamayacaklar birbirlerine
yalnız ve delice arzulayarak birbirlerini
orada, bir erkek gölgesi ve bir kadın.


Peyo K. Yavorov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

4 Kasım 2016 Cuma

Vasil Levski'nin Asılışı

Anam benim, doğduğum, sevdiğim toprak
Neden ağlamaktasın böyle acı, böyle zavallı?
Sen ey iğrenç karga, lanetli kuş
Üstünde gakladığın kimin mezarı?

Ağlıyorsun anam, biliyorum neden:
Tutsaksın, ezilmektesin bir kuru ekmek uğruna;
Senin temiz sesin, elemini söyleyen
Umutsuz bir sestir, ıssız bozkırda.

Ağla! Çünkü orada, yakınında şu Sofya kentinin
Yükselmede bir darağacı kocaman kocaman
Orada Bulgaristan, en yiğit oğlun senin
Sarkmada sarkmada darağacından

Gaklıyor karga, iğrenç, yabani,
Uluyor kurtlar, köpekler koşuşuyor çılgınca
Yaşlılar imdada çağırıyor tanrılarını
Kadın hıçkırıklarına, bir çocuğun feryatlarına.

Kış kem şarkısını uğulduyor
Ovada savruluyor yelin sürüklediği devedikenleri
Soğuk ve ayaz ve ıssızlık ağlıyor
Yığarak yürek acısının derin birikintisini...


Hristo Botev
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Şiir

Bir ağaç ölür
Mevsimleri
Artık tanıyamazsa
Ve hiç yankı yapmazsa.

Su ölür unutursa
Ne yöne gideceğini
Ve susuzluğu gideremezse.

Toprak ölür üretemezse
Artık ekinlerini ve
Yeni türküler sunamazsa ışığa.

İnsan ölür yitirirse
Mucizeler yaratma hünerini
Ve yaşama isteğini.


Maksim Tank
Çeviren: Yusuf Eradam

Şiir

Aradığın zaman
Hemen yanıtlamazsam
Lütfen azarlama beni.

Genellikle omuzlarımda
Yorgun kuşlar dinlenir- 
Rahatsız etmek istemem onları.

Genellikle gözlerimin önünde canlanır
Eski - ölmüş dostlarım,
Ve ben onlarla söyleşirim.

Genellikle dudaklarım uyuşur
Bir türküye duyduğum susuzluktan,
Ve sonra dilsizleşirim,
Söyleyemez olurum adını.

Ne olmuş
Palton buradaysa?
Genellikle uzaklardayım ben
Naroch çam ağaçları arasında gezinirim
Gece gündüz,
Ve hep oradadır
Bütün acılarım,
Neşem
Ve düşüncelerim.


Maksim Tank
Çeviren: Yusuf Eradam

3 Kasım 2016 Perşembe

Amsterdam Limanında

Amsterdam limanında
Türkü söyler tayfalar
Düşlere dalmışlar
Engin açıklarda
Amsterdam limanında
Uyuyan tayfalar var
Flamalar gibi
Bungun kıyılarda
Amsterdam limanında
Tayfalar var can veren
Bira dolu ve keder
Gün ışığında
Amsterdam limanında
Tayfalar da var doğan
Okyanusça büyük
Can sıkıntısından

Amsterdam limanında
Yemek yer tayfalar
Bembeyaz örtüde
Işıldar balıklar
Öğütür yazgıyı
O güçlü dişler
Bölebilir ayı
Halatları da yer
Morina kokusu
Sinmiş flritlerden
İri elleriyle
İsterler yeniden
Sonra tayfun gibi
Kalkarlar gülüşerek
Çekip fermuarı
Çıkarlar geğirerek

Amsterdam limanında
Tayfalar var dans eden
Sürtüp karınlarını
Karnına kadınların
Dans eder ve dönerler
Gezegenler gibi
Acılı sesinde
Bir akordeonun
Basarlar kahkahayı
Dönerek dört bir yana
Akordeon verene
Kadar son nefesini
Sonra bir çalımla
Sonra bir gururla
Her biri bir yosmayı
Takıp gider koluna

Amsterdam limanında
Tayfalar var içen
İçerler, bir daha
İçerler, yeniden
İçerler sağlığına
Amsterdamlı kızların
Hamburglu, başka yerli,
Yani tüm kadınların
Bedenlerini sunan
Ve de erdemlerini
Bir altın liracığa;
Ve zom olduklarında
Yıldızlara sümkürür
Ve işerler üstüne
Vefasız kadınların
Nasıl ağlıyorsam ben

Amsterdam limanında
Amsterdam limanında


Jacques Brel
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Zangra

Zangra derler adıma ve teğmenim
Ovaya tepeden bakan Belenzio kalesinde
Beni kahraman yapacak düşmanı bekliyorum
Beklemekten canım sıkılıyor bugün de
Kızlar sürüsünü görmeye gideceğim burca
Aşk düşlüyor onlar ve atlarımla beni

Zangra derler adıma ve yüzbaşıyım şimdi
Ovaya tepeden bakan Belenzio kalesinde
Beni kahraman yapacak düşmanı bekliyorum
Beklemekten canım sıkılıyor bugün de
Kalkıp Consuelo'yu görmeye gideceğim burca
Aşktan söz ediyor o ve atlarımla bende

Zangra derler adıma komutanım artık
Ovaya tepeden bakan Belenzio kalesinde
Beni kahraman yapacak düşmanı bekliyorum
Beklemekten kanım sıkılıyor bugün de
Kalkıp Don Pedro ile içmeye gideceğim burca
Aşklarım için içiyor o, benim atlarım için

Zangra derler adıma yaşlı bir albayım
Ovaya tepeden bakan Belenzio kalesinde
Beni kahraman yapacak düşmanı bekliyorum
Beklemekten canım sıkılıyor bugün de
Kalkıp dul Pedro'yu görmeye gideceğim burca
Aşktan söz ediyorum, o da atlarımı anıyor

Zangra derler adıma kocamış dünkü general
Ovaya tepeden bakan Belenzio'dan ayrıldım
Beni kahraman yapamayacak düşman artık orada


Jacques Brel
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Dik

Yağmurların soluksuz boşandığı günleri
Yağlı sokak taşlarının, pırıltılı tüfeklerin
Ağu kelimelerin
Kapıların kilitlerin gıcırdadığı günlerdi.

O bütün bir kıt'ayı sarmış yaprakları vardı
Yapraklar savrulurken kente kayıtsızlıkla
Parmaklar arkasında o vardı
Soluk ve sessizliğin külrengi saçlarıyla

Gülümserdi. Işıl ışıl gözleri
Gözleri yolculuğun karşı kıyılarında
Bilir-bilmez, ertesi gün ölecekti
Gülümserdi yaşı belirsiz gözleri

Utancın insanlardan utandığı günlerdi
Bir limandı hapishane köşesi -
- Hücreler adamlara, yaşayan adamlara.

Ve o dimdik yürüdü... hala dimdik yürüyor.


Philippe Jones
Çeviren: Güngör Tekçe

2 Kasım 2016 Çarşamba

Şenlikler

Mavileştikçe gökyüzü
Tanıyorum miskinliğini
Güneş altındaki boş alanların
Bütün sevda şenlikleri
Sıkıntı işkencesinin arkasında

Evcilleştirmek için sıkıntının dilini
Dinliyorum, uğultusunu denizden çalan
Doymuş devinimini kalabalıkların

Cinsel resimlerin koruyucusu
Yedi bin pencereli aynalar
Kentin kara işlerini yansıtıyorlar.



Albert Ayguesparse
Çeviren: Özdemir İnce

Doğacaka Yaşam Üzerine

Yorganın altındaki yüzde
Burnun ucunda kurumuş kan
Haber veriyordu felaketi

Kimse bilmiyordu nereden sızdığını
Paslı karyolanın çevresindeki
O güneşli gölge soluğunun

Can çekişmenin eksik hırıltısı
Dolduruyordu, zamanın yükselişine
Kapısını kapatmış odayı

Doğacak yaşamın bütün sevecenliği
Kaçıp gidiyordu açık avuçtan.


Albert Ayguesparse
Çeviren: Özdemir İnce

Ezgi

Daha, hele daha sıkın parmaklıkları,
Hala umut falan sızıyor aralıktan!
Gökyüzü mü? Fazladır böyle çarşaf çarşafı:
Bir kıymık ışık yeter, ama şımartmadan.

Artık uslu uslu otursunlar yerlerinde.
Canları isterse kendi düşlerini yesinler!
İçecek mi? Mürekkep uygundur bence;
Maymun suratları böyle şenliği sever.

Bence, ilkin şu ezgiyi tepelemelisiniz!
Bir şey duyulmuyor mu? ben duyuyorum,
Korkunç türküsü bu ilkyazın, biliniz,
Yüreklerinden fışkırıyor, evet, görüyorum;

Gördükçe kuduruyorum! Hepsi daraağacına:
Terziler! iyice dikin şu ağızları,
Geciktirmeden indirin umudun boynuna,
Görüyorum, yüreklerinden fışkırıyor umutları.


Geo Norge
Çeviren: Özdemir İnce

1 Kasım 2016 Salı

Şarkı

Bir gün döner gelirse
Ona ne söylemeli?
- Dersin ki bekleyerek
Kapadı gözlerini.

Ya yine o sorarsa
Beni hiç tanımadan?
- Belki bir derdi vardır,
Ona kardeşçe davran.

Nerde diye sorarsa
Ne cevap vereyim ben?
- Ver altın yüzüğümü
Hiçbir şey söylemeden.

Ya derse ki salonda
Neden yok hiç kimseler?
- Açık kalmış kapıyı
Sönmüş lambayı göster.

Ya o zaman derse ki
Nasıl oldu ölümü?
-·Belki ağlar, korkarım,
Söylersin güldüğümü.


Maurice Maeterlinck
Çeviren: Suut Kemal Yetkin

Kadın

Sonra derken bir kadın çıkagelir,
Ve o zaman seversin bu kadını,
Sonra derken bir kadın çıkagelir
Ve o zaman gürleşir gözyaşları,

Neyin var neyin yok verirsin ona
Elinde avucunda, yüreğinin tahtında
Neyin var neyin yok verirsin ona
Ve o zaman gürleşir gözyaşları

Sonra derken bir kadın çıkagelir
Sevmeye adanmış dudaklarıyla birlikte
Sonra derken bir kadın çıkagelir
Etiyle kemiğiyle, bütün güzelliğiyle,

Giysileri vardır göstermek için onu
Bütün balkonlarda, bütün taraçalarda
Giysileri vardır göstermek için onu
Gelip geçenlere ve bütün dünyaya,

İşte geliyor o beklediğin kadın
Öpüşlere ayarlamış bütün hayatını
İşte geliyor o beklediğin kadın
Yaşamak ve şenlendirmek için yaşamını.


Max Elskamp
Çeviren: Özdemir İnce

Gizemli Yolculuğumdan

Yaptığım o gizemli yolculuktan
Tek bir görüntü kaldı senden bana,
Ve bir de bir şarkı hepsi bu kadar:
Güller getirip eşiğine sunmuyorum sana,
Çünkü dokunmadım dünyanın varlıklarına,
Onlar da yaşamayı seviyorlar.

Ama senin için yalımlanan gözlerimle,
Baktım gökyüzüne, baktım dalgalara,
Korlaşan ateşe ve rüzgara baktım,
Baktım dünyanın bütün harikalarına
Daha iyi görebilmek için seni
Var olan bütün gölgelerinde akşamın.

Seni daha iyi duymak için sesler arasında
Kulağımı dünyanın bütün seslerine dayadım
Dinledim dünyanın bütün şarkılarını
Bütün mırıltıları, fısıltıları dinledim
Sessizlikte yaşayan aydınlığın dansını.

Öğrenmek için ezberlemek için nasıl
Dokunulur titreyen memelerine ve ağzına,
Düş görürmüş gibi koydum işte, bakın,
Parıldayan suyun üzerine, ölümsüz ışığa,
Titreyen ellerimi ve korlaşan ağzımı.


Charles Van Lebergue
Çeviren: Özdemir İnce

31 Ekim 2016 Pazartesi

Açlık

Korkunç açım:
karnımın derinliklerinde açlık
gövdemin enlem ve boylamında
Her an duyuyorum,
acımasız tırnaklarıyla tırmalıyor beni;
dayanılmaz acılar içindeyim.
Hoşnut olabilirim
şöyle günde doğru dürüst iki kez yesem.
Başka bir dileğim yok kesinlikle.
Çok insan başka şeyler de ister.
Bir ev ister, araba, para.
Biraz da açlık şan olsun diye.
Benim isteklerim pek fazla değil.
Pek az şey istiyorum.
Yemek istiyorum.
Bir yangın hissediyorum
karın boşluğumda.
İstediğim şey sıradan ve basit.
Pirinç istiyorum
ister soğuk olsun ister sıcak
önemli değil
ister soğuk olsun ister sıcak.
İki kez yernek yesem,
inanın bana,
vazgeçebilirim bütün arzularımdan.
Haksız arzularım yok.
Cinsel açlığı bile çıkardım aklımdan.
Davet eden bir gövdeye sarılmış
sari de istemiyorum
kabarmış bir göbeği açıkta bırakan,
Sari'ye sarılmış gövdeyi de istemiyorum.
Canı isteyen sahip olsun ona
istemiyorum bu tür şeyler
söyledim ya.
Bu isteğimi yerine getirmezseniz ama
başınız belaya girecek
krallığınızda.
Yanlışın haklısını
kötünün iyisini
bilmez aç insan,
ne yasa, ne kural, ne töre tanır.
Parçalayacağım hiç duraksamadan
ne bulursam önümde ve ardımda.
Hiçbir şey kurtulmayacak
hepsi gidecek birer birer
dişlerimin arasına.
Ve siz de çıkacak olursanız karşıma
lezzetli parçalara dönüşeceksiniz
devsel açlığın karşısında.
Aç mide duymazsa
ve izin verilirse büyümesine
felakettir işin sonu inanın bana.
Önüme ne çıkarsa
ne görürsem
gövdeye indireceğim birer birer
çalıları, ağaçları
gölleri, ırmakları
köyleri, kentleri,
kaldırımları, su borularını,
sokaklarda yürüyen insan yığınlarını,
kadınların bacaklarını, kalçalarını,
iaşe bakanını, bayrağı dalgalanan makam otomobilini.
Hiçbir şey, hiçbir şey
elimden kurtulamayacak.
Bana yiyecek bir şey ver, alçak,
yoksa yiyeceğim haritayı bile açlığımdan.


Rafik Azad
Çeviren: Özdemir İnce

Özgürlük

Tan ışığı düştü yıkımın kalıntıları üzerine.
Bana her sabah kahvaltımı getiren
lokanta garsonunu gördüm
uzanıp yatmıştı bir üçyol ağzında
gömleği kana bulanmış.
Yıkılmış çarşıyı pazarı gördüm.
Sessizdi başkent
ama bütün gövdesiyle direndiğinin belirtileri vardı.
Bütün evler bomboş, insansız.
Herkes ayrılacaktı kentten
(gerçekten de göçüyordu insanlar sürüler halinde)
ama aramızdan kalanlar olacak dokunmak için parmaklarıyla
yıkıntı yığınlarına,
kalacaklar, bütün yaşamları bizim olan bu yurt toprağında,
cesetleriyle yan yana bizim insanlarımızın;
ve bir gün ona tekrar kavuşmak umudunu saklayacaklar.
Gözyaşlarımı dünyanın en eski kayasında topladım,
bir zamanlar o ilkel silaha dönüşmüş olan kayada;
ve yürüdüm 27 mart sabahı boşaltılmış barikatlar boyunca
o korkunç zeytin kamyonlarının kısır sevincinden habersiz.
Böyle bir taşla paramparça oldu uykusuz kemanım.
Tanyeri ışığında
Kavşağa uzanmış Bangladeş'in yıkıntılarını gördüm,
ve umut içinde büyüyen şu delikanlıyı gördüm
kendi tutkusunun telleriyle çalgı çalan delikanlıyı,
kana bulanmış gömleğiyle upuzun yattığını gördüm,
Bizim yazgımız mı bu? Bu yaldızlı yıkıntılar,
kana bulanmış gömlek bütün yaşamımız
şu kırık keman?
Yıkıntılardan, öğle güneşi altında, kırık tuğla topluyordu,
cam ve demir parçaları, tahta parçaları,
teneke parçaları, parçalanmış kumaşlar,
usta bir büyücü gibi kullanılmış tırnaklar,
ve ateşkes başlamadan önce, az önce,
bir acemi elin titreye titreye yazdığı bir sözcüğün harflerini:
adı Ö-Z-G-Ü-R-L-Ü-K olan sözcüğün harflerini.


Şahid Kadri
Çeviren: Özdemir İnce

Ayrılık Girdi Araya

Senden ayrıldım sevdiğim
arkamda bıraktım seni
eski bir kilim
yağlı yastıkla
arkamda bıraktım seni
harabe bir kulübede
iki çatlak tava bir sepet
ve paslı kürekle
yakınında köyüm
bataklıkta

Ayrılık girdi araya yarim
ayrılık
son yemeğimi
yabani yerelmalarını getirdiğinde önüme
hüzünlü yüzünle nasıl bakıştı öyle
bir noktaya takılıp kalan gözlerime
elini sallarken
kovalamak için sinekleri
seyrettim
bahçedeki aç köpeği
günün aydınlığıyla daireler çizen
kargaları
leke gibi duran sessiz gözyaşlarını seyrettim
elbisende
arkamda bıraktığımda seni

Bir bilsen
neler söylemek geçmişti içimden
birkaç kuruş bırakmak istedim
sana
söylemek istedim
Manşi Evi ilgililerine
bir iş vermelerini sana
bırakmak istedim
yalnız eski elbisenle sarmasın diye
poşumu bırakmak istedim sana
hiçbirini bunların ama
ne söyledim ne de yaptım
seni öylece arkamda bıraktım

Nisan ortasında
yandı köy
silip süpürecek
taşkın muson rüzgarları
kapı kapı iş aramak sonra
aptallık olacak
yolculuk var kasabaya
umarak
maişetimizi çıkarmayı
ayrılmak zorundayım
çok uzaklarda
yaşamayı umut ederek
sıra sıra dağlar

Ah canım
ayrılık
bu
ayrılık girdi araya


Davud Haydar
Çeviren: Tavus Hüsameddin

29 Ekim 2016 Cumartesi

Yaz

Başım kuşların ötüşleriyle dolu
Hepsinin seslerine öykünebilirim
Ve belki biri, sesim olur benim?

Şafak sökerken ormandan usulca
Çıkıp su içmek için dereye yöneldi karaca
Soğukmuş su, kederlendi.

Biz öğle vakti tembel tembel otururken
Üstümüzden aladoğanın gölgesi geçti
İrice ve kara.

Benden bir şeyler soracak olursanız
Tez tutun elinizi
Birazdan gidebilirim.


Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Ekmek ve Bal

Avucumda kara ekmek kabuğu var;
Yüreğimde de gürül gürül bir ateş
Kocaman, beni ötelere götüren.

Avucumda kara ekmek kabuğu var,
Ama özlemini çektiğim baldır.
Avucumda kara ekmek kabuğu var.

Ekmek mi? Ah, hayır! Ekmek değil, ekmek değil,
Litvanya toprağı bu,
İşlediğimiz tarlalar,
Sevdiğimiz tepeler,
Gezindiğimiz ormanlar
Ve başımızın üstünde geniş mavi gökler.

Ekmek değil avucumdaki, ekmek değil,
Ak yalımlı, kızıl yalımlı yüreklerimiz bizim.

Bal kadar tatlı, toprağımız kadar bereketli
Avucumdaki kara ekmek parçası



Janina Degutyte
Çeviren: Ülker İnce

Yolun Başlangıcı

İşte buradan başlar yolum, akçaağaç
Yapraklarının, dallarının çıngırdadığı, açık mavi patates
Çiçeklerinin yalın durgunluğunu yaydığı yerde.
Düşman sanmayın -uyuyan turna kuşlarıdır onlar;
Unutmayacağım hiçbir şeyi.

Ötelere uzayıp yiten bir buğday tarlası
Yaklaşır kararan küçük dalgacıklarla ...
Kimin gölgeleridir onlar, dolaşan?

Bağırır bir geyik tarlanın kıyısında ...
Bir elma gibi döner ay ...
Sıcak alnıma dokunur akçaağaçlar ...

Düşünmem bile yıldırımın beni çarptığı yeri...
İşte buradan başlar yolum,
Ve kimse ayıramaz beni toprağımdan!


Janina Degutyte
Çeviren: Ülker İnce

Pazar

Düş. Dalgalanan uçuşan sarı saçları
bir genç kızın, eğilmiş balkonunda
kaşlarının, yakut gözlerle bakıyor
mavi önlüklü bir yabanarısı
kırmızı bir kovacık sallıyor
gelinciklerin hüzünlü yansılarıyla dolu kuyuya.


Nyka Niliunas
Çeviren: Özdemir İnce

28 Ekim 2016 Cuma

Şiirler

Oku!
Ama kimileri korkar şiirlerden.
Peki sabahın köründe, çiyli çimenler üstünde
yalınayak yürümek niye?
Bir yetime sevgi göstermek niye?
Balıkçı takalarında denizlere göğüs germek,
tuzlu su yutmak ve boğulmak niye?
Kuşkulanmakla, bulmakla ve güvenilir bir dostu yitirmekle
tembel kafaları dürtüp, karıştırmak niye?
Konuşmaktan, sayılardan ve dizelerin manzarasından yorulanlar,
es geçerler şiirleri, pınarlarda dinlendirmeden gözlerini.
Kimileri yüreklerini göğüslerinin en ulaşılmaz yerine saklarlar,
kanatlarını indirip derin uykuya dalarlar,
ve başka yerleri endişeyle izlerler de
düşlerden, geleceği biçimlendirmekten söz ederler.
Ah, kenarda durmayın öyle,
Bana gelin, şiirler!
Girin evime, pencereden, kapıdan,
İnsanların gözlerinden, merhabalarından;
Açılan tomurcuklanan meşede, bahçenin beyazında,
traktörlerin huzur dolu uğultusunda.
Şakıyın bülbüller gibi
tatarcıklar gibi ötün,
ve yağın pencerelerinden içere
sizi hiçe sayan insanların.


Viktors Livzemnieks
Çeviren: Yusuf Eradam

Bana Seni Gerek Seni

Ne iyi: yapmacığa gerek yok seninle,
Görüşmek, dost olmak isterim yalnız seninle,
Herkes bir yana - yalnız sen gör beni
Herkes bir yana - sen gör gerçek yüreğimi.

Herkes bir yana - sen gör gerçek yüreğimi.
Yaşamımızda yüzlerce tren kalkacak gibi,
Yüzlerce mil olacak yürümemiz gereken durmadan,
Ve yoksun olacağız sudan, belki tuzdan ve yuvadan.

Yoksun olacağız yoldan, sudan, tuzdan ve yuvadan,
İkimiz binlerce mil gitmiş gibiyiz çoktan.
Bakışın yabanıldı ve bakışın sakindi,
Gövden güçlendiriyordu beni, zengin çavdar ekmeği gibi.

Gövden güçlendiriyor beni zengin çavdar ekmeği gibi.
Toprak ayak basışınla daha güzel olacak gibi.
Zehirli de olsa, kanla ve terle,
Toprak kutsal olacak ayağın değince.

Toprak kutsaldır ayağın değince.
Beyaz kirazlar, kırmızı güller yarışır bahçede.
Bana seni gerek seni
Zaman gibi uzam gibi sonsuzluk gibi.



Imants Ziedonis
Çeeviren: Yusuf Eradam

Susayınca, Kuşkun Olmasın İçerler...

Susayınca, kuşkun olmasın içerler
Tuzu alınmış deniz suyunu.
Ve petrolden yapılmış şekerlemelerle beslenirler.
Yok olur ağaçlar.
Güz radyodan duyurulan bir haberdir yalnızca.
Herkesin düşkün olduğu
Sosyal ve kültürel saçmalıklardır.

Hiçbiri kalmaz-
Ne tek bir bilim, ne sanat.
Bilim adamları da papazlar gibi
Tutarlar çenelerini.
Sentetikten nice yapay uzuvlar yapılır, kimbilir,
Kemik iliğine kadar,
İnsan için bu dünyada?

Kalp, akciğerler, karaciğer, böbrekler, sindirim organları...
Hepsi gerekli.
Sırıtacak bir şey yok.
Fakat, hala emin değilim-
Beşiğe ne koyacaklar-
Dişi robottan mamul bir minik robot mu?

Düşünceleri de
Yaptıkları işler gibi aptalca mı olacak?
Tek bir kurum zerresi bulunmayan
Ve mikroplardan arınmış kent,
Aşıkların metalik öpücük şakırtılarıyla mı çınlayacak?
Ve acaba, böyle aylak aylak dolaşacaklar mı?

Ne zaman ki herkes her yıldan korkuyor,
Ne zaman ki tanklar etleri sıyırıp atıyor
Canlı kemiklerinden,
Ne zaman ki insanlık doluyor zihnime,
Kafamdan hep bu düşünceler geçiyor,
Fakat, tanrı bilir nedenini,
Niçin aptalca kullanırlar özgürlük dizginini.

Bir Prometheus masaya yatırılmış,
Hazır, ameliyat bekler.
Hala katırlaşmamış bir Pegasos
O noktada dururken eşeler yeri,
Ve o güzelim yeşil ve mavi toprak üstünde
İyice kasılmış sinirlerin gerilimi durur,
Delilik içeri girmeden önce.

Bu baskıdan kaçacak
Bir delik bulmaya çalışıyorum-
Tek bir organik hücreye bile özgürlük gerek.
Tüylü karahindiba çiçeğini üflüyorum,
Dağılıp uçuşmasını izliyorum.
Kar beyazı paraşütçükler küçük bir insan biçimi taşıyor-
Hayat.


Ojars Vacietis
Çeviren: Yusuf Eradam

27 Ekim 2016 Perşembe

Korkutmaya Çalışma Beni

Korkutmaya çalışma beni
Uçan dairelerle,
Aşk biter diye,
Ve yalnız bir yaşamla.
Dünyanın yandığını;
Gülün yapraklarını yığıntılar üstüne
Keder içinde döktüğünü gördüm ben.
Günbatımında nehrin
Gece gibi kapkara oluşunu
Gördüm ben.
Bu karanlıkla
Uzun süre konuştum ben,
Bilmeden
Sabahın bir daha gelip gelmeyeceğini ...
Korkutmaya çalışma beni
Bir avuç tozla.
Taşların dağılıp
Küllere döndüğünü gördüm ben,
Ve eriyen demirin, bir ırmağın,
Buharlaştığını.
Ve aşkın Gauja kıyısında bir çalıdan
Ürkmüş bir kuş gibi
Havalandığını gördüm ben.
Ya yalnızlık?
Kuşkusuz konuşabilir insan
Rüzgarla,
Odasını dolduran sessizlikle,
Ve yanan bir
Mumla ...
Korkutmaya çalışma beni
Önemsiz felaketlerle.
Sonsuz yaşama
İnancımı yitirmem ben.


Arvids Grigulis
Çeviren: Yusuf Eradam

Dies Irae

III.

Bir zaman atalarımızın kutsal saydığı şeyler
Şimdi sadece eğlendiriyor bizleri
Kin dolu düşüncelerimiz koşuşturuyor gecede
Ölü etine can atan sırtlanlar gibi

Gece, biten yüzyılın, o kocaman cesedin
Kabarıp çürüdüğü bir morga benziyor
Ve zevk için yarattığı kültür efendilerin
Bu koşuşturmanın altında ezilip yok oluyor


Heitti Talvik
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu


Dies Irae: Gazap günü

Gücümün Kaynağı

Umutsuzluk kaçar türkülerimden
Ölüm orada yer bulmaz kendine.
Orada umut, direniş ve güç
Ateş, inat ve öfke.

Nasıl basardın bunu, şu günlerde
Acı kapı kapı dolaşmadayken?
Gelecek düşüncesidir koruyan beni
Emekçi halktır bana güç veren


Yan Raynis
Çeviren: Ataol Behramoğlu

26 Ekim 2016 Çarşamba

Çok Da

Çok da
hayretlenmeyek
sehavetine güneşin.
Çoktan
alıptır boynuna
dünyayı yaşatmak işini.
Eli açıklığı
Yerdeki ağaçtan öğrenek!


Fikret Sadık


sehavet: cömertlik

Orhan Veli'ye

Nazım Hikmet'in
Vatandaki benzeri;
Şiir dağlarından
dumanlığı kovan,
ciğer dağı dumanlı
"garip" Orhan Veli
öldü veremden.

Gördüklerini bezeksiz yazardı,
mübalağa saplarıyla örmeden,
Çoğunu diye bilmedi;
kalbi dolu
gözü hasret
eli uzalı kaldı.
Özü gitti,
bu dünyada
"Benim lokmam aslan ağzında"
meseli kaldı.


Fikret Sadık
1967

İki Kör

Bir kör tanıyıram, gözü körse de
özü kör değil.
Bazan gam odunda kavrulursa da,
Aklına, hissine o, nankör değil.
Geceli gündüzlü yazır, okuyur.
Aklının gözüyle o görür, duyur.

Ancak... biri de var... kör değilse de
gözü görmeyir.
Dostu göz önünde öldürülse de
"görmedim" deyir...

Yahşıya ortaktır, yamanı görmür,
O saata bakır, zamanı görmür,
Fikrini, hissini uçadan demez,
Bazan gördüğünü görmek istemez.

Gözleri görmeyen kör değil hele,
Görmek isteyen kördür, deyerdim.
Böyle mugevvaya, böyle cahile
Hayatın özü de kördür deyerdim.


Bahtiyar Vahapzade
1968


uçadan: yüksek sesle
mugevva: korkuluk, manken.

25 Ekim 2016 Salı

Güller... Tufanlar...

Bir kuş nağme dedi zarif bir budakta
Payızda yaz kuşu ahi gariptir.
Güller düğmelendi güneşli bağda
Güller öyle sandı bahar geliptir.
Güller unutulmaz görüşler gibi
Hardasa tufan var-bilmedi güller
Güller yeryüzünde gülüşler gibi
Ancak gülümsedi, gülmedi güller.
Vahtsız küleklerdi aşan dağları,
Tufandır hemişe tufanın adı.
Açsa da güllerin gül dudakları
Güller düğmelendi,
Güller açmadı.
Sanat da böyledir
Beli, cihanda,
Şübhetek yürekden geçer dumanlar.
Şiir öz vahtında yazılmayanda
Onu solduracak vahtsız tufanlar


Nebi Hazri
1976


budak: dal
payız: sonbahar
akı: fakat, ama, gel gör ki
düğmelenmek: goncalanmak
bağ: bahçe
hardasa: nerede
vahtsız: vakitsiz
külek: rüzgar
hemişe: her zaman
beli: evet
şübhetek kuşku gibi

Sulh Nedir?

Senin gözel mektebinde
Ders okuyup, ders yazmağın,

Azad dilin, şen musikin
O ışıklı ders otağın,

Şirin şirin ezber deyip
Okuduğun nağme, destan.

Senin hoş baht tebessümün
Sulh bunlardır kızım inan!

İnsanların dinç emeği,
Kızım sulhun temelidir.

Anaların evladların
Sulh en büyük emelidir.


Nigar Refibeyli

Nazım Hikmet'e Ağıt

Ölümün bizi
Ele yandırdı,
Ele yandırdı ki gardaş,
Ne demeye dilim gelir
Bu derdin ağırlığına...
Çiğnini vermeseydi halklar
Biz bu gam yükünü
Çekebilmezdik,
Ağlamasaydı seni dünyanın anaları,
Bir derya gözyaşı
Dökebilmezdik...
Seni gurbette deyil,
Sürgünlerde deyil,
Arzularının dünyasında
Sevdiğin seherde bastırdılar....
Tabutunun daşında
Milletleri, halkları
Gardaş gördüm,
Rus gızının, Arap şairinin
Alman komünistinin
Gözünde yaş gördüm.
Işıklıydı arzun, niyetin
insan idin,
Oğlu idin büyük beşeriyetin,
Guruyan dudağın,
Şikest heyvanın,
Sönen yıldızın
Kederini duyardın ...
İnsanın gamını
Hamıdan evvel...
Sevdiğin, halına yandığın
İnsanların arasından
Gopardı seni amansız ecel!..
Şeker bile yiyebilmeyen
Ölü uşahların
Halına yanardın,
Harabalıhlar altından
Canlanıp kalkabilmeyen
Baharın halına yanardın ...
Yandın... Kerem gibi yandın,
Yahşi adamları dost bildin
Gardaş sandın ...
İstedin insan fenalığını
Temizlemek.
Ezilen beşeriyet için
Döğünürdü sinendeki
Büyük yürek ...
Ümidin, arzun
İnsanlara bağlıydı
Yaralı yüreğin
Vatan hasreti,
Hicranla dağlıydı. ..
İndi, sevdiğin, muhabbetle baktığın
Gözler ağlıyır ...
Yıllarla hasretini çektiğin
Balaca oğlun Memet ağlıyır ...
Anaların en güzeli
Münevver ağlıyır ...
Ezilen, toptalananların
Ümitsizlerin, çaresizlerin dostu
İşleyip dişleyemeyenlerin dostu
Işığın, güneşin hemdeni
Niye reva gördün bize
Dağ boyda ağırlığı olan
Bu matemi ...
Yaklaştı sana, gardaş
Büyük karanlık,
Goyup gittin ışığı insanlara,
Yazıp yarattığın eserlerinle
Garıştın ebedi bahara...


Nigar Refibeyli


Ele: Öyle
Çiğin: Sırt
Bastırmak: Gömmek
Şikest: Kırık
Hamıdan: Herkesten
Uşah: Çocuk
Harıbalıh: Harabe, yıkıntı.
Beşeriyet: insanlık
indi: Şimdi
Ağlıyır: Ağlıyor
Balaca: Küçük
Toptalanan: Hor görülen
Işlemeh: Çalışmak, yapmak
Hemdem: Yaratan, sahip
Yahşi: iyi, güzel

24 Ekim 2016 Pazartesi

Hayat Felsefesi

Kuşlar katar-katar illerden geçer,
Beşer nesil-nesil dünyadan göçer;
İnsanlık kah zehir, kah şerbet içer ...
Ezelden böyledir hükmü zamanın
Düğümlü bir sırrı var asumanın!

Çarhını kurdukça devranın eli
Bazen ağlar olur, bazen gülmeli ...
İnsanın en büyük aşkı, emeli
Bazen aslan gibi çırpınır darda,
Bazen da gark olur fırtınalarda ...

Değişir semtini daima sular,
Değişir fikirler, dönür duygular.
Kainat tutmayır bir yerde karar:
Çarpır sinesini kayalıklara-
O kah kışa çıkır, kah da bahara!

Dünya binasını kurandan beri
Saadet adlanan o güzel peri
Gel! diye seslemiş gerineleri:
Yazıklar olsun ki hele insanlık
Gelip kavuşmamış ona bir anlık.

Ey dünya güzeli, kaçma beşerden!
İnsandır ayıran hayırı serden ...
Gel onun aşkını ucuz tutma sen,
Kalbi var, hissi var her muhabbetin,
Karalmaz yıldızı ebediyyetin! ..

Ölüm bir iblistir, hayat bir melek!
Varlığı izleyir hiçlik gölge tek ...
Işık karanlıkla pençeleşerek
Yaşatmak isteyir cihanda bizi
Güneş selamlayır irademizi!

Yamanlık, yahşılık durur yüz-yüze
Dilsiz asırlardan mirasdır bize
Eser bahar yeli kalplerimize
Lakin arkasınca kefen geyir kış,
Tabiat varlığa böyle gargamış

Bir bayram sözü var, bir de ki matem,
Neşe bir alemdir, gusse bir alem.
Hayat öz atını sürür demadem;
Odlar içinde de her bir manzara
Yine kanat verir düşüncelere!

Yine de insanın hayal şehperi
Gezir fozaları, göğ denizleri,
Sen ey saadetin güzel seheri!
Alkışla insanın pak emelini,
Uzat yeryüzüne hüner elini!

Zamandır, beşerin imdadına gel!
Hasta bir güzeldir hünersiz emel...
Hüner söylediğim o kudretli el
Bütün kainata koy kanat gersin,
Beşer kervanına o yol göstersin.

Hüner kanat vesin toprağa, taşa,
Denizler çatılıp gelsin baş-başa ...
Azadlık ordusu varsın birbaşa,
Her zafer destanı yadigar olsun.
Ölüm teslim olsun, hayat var olsun!

Dünyaya bir şöhret yaranmışık biz,
Güneş çökmemişdir karanlığa diz.
Koy ölsün yamanlık, o hain iblis! ..
Yahşilik çağırsın her kalbin ney'i,
Kurtarak zincirden Promete'yi ...

Felaket kocalmış... karttır o köpek.
Onun sümükleri tez çürüyecek...
Saadet-gençliktir, adı-gelecek!
Onun gözlerinde hayat aşkı var
Var olsun gelecek! Var olsun bahar!


Samed Vurgun


asuman: gökyüzü
çarh: tekerlek
gerine: yüzyıl, çağ
tek (teki): gibi
yamanlık: kötülük
yahşılık: iyilik
gargamak: ilençlemek
gusse: keder
demadem: durmaksızın
şehper: kuş kanadının en uzun tüyü
göğ: mavi
hüner: yiğitlik
koy: bırak
azadlık: kurtuluş
birbaşa: doğrudan doğruya
yaranmak: yaratılmak
kocalmak: yaşlanmak
sümük: kemik

Minjerriba Adası

güneşin yıkadığı bir dev Minjerriba
yeşil sırtı selvi ve okaliptüs kaplı
karnı keşfedilmemiş kaynak sularıyla dolu
uzanırdı göz alabildiğince
doğusunda pasifik
batısında Quand amooka adası,
güneşin yıkadığı bir dev Minjerriba

Minjerriba'nın beli bükük artık
beyazlar söktü ciğerlerini
çaldılar altın sarısı kumlarını
soydular selvi ve okaliptüs örtüsünü
gözyaşı bilmeyen gözlerini ağıttan kuruttular
bir deri bir kemik bıraktılar bu devi

beyazlar! makineleriniz, ilminiz
aç gözünüz, duyarsız saygısızlığınızla
talan ve yalanlarınızdan sonra
gelecekte
varsa eğer bir gelecek
tanrılar size yer verecek mi
güneşin yıkadığı dev Minjerriba'da


Kath Walker
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

Dere Boyunda

ikircikli suyun altında parıldıyor taşlar
yakut rengine bulanmış
bulutlar apak yukarda.
yalınayak girmiştim birinde o akışa
o serin
duraksamayan akışa,
çakılları
dalgacıklarını çakılların
titreşen ışık çemberlerini
toplayıp götürdüydüm birinde

artık çıplak ayakla suya giren çocuk değilim
inanmıyorum bu renklere
kutsanmışlığına imrenmiyorum.
topladığım şeyler en üst rafta tozlanıp kuruyor
yazdığım ve unuttuğum sayfalar
ağırlaştıkça ağırlaşıyor,
artık inanmıyorum
oturuyorum dere boyunda öylece,
biliyorum geride kalanın
toplayıp götüremediklerimin
güpgüzel kaldığını,
en güzel şiirleriminse daha yazılmayan şiirim olduğunu

ya da öyle demiştim
yaz gözlenip geçirilirken
zaman ve yıllar eskirken;
hırıltılar indi şarkı söyleyen gırtlağıma
kocadı yakut rengi taşlar toplayan ellerim
işaretleyip duruyor parlaklarım
güvenilmez parlak taşları


Judith Wright
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

22 Ekim 2016 Cumartesi

Ruh Sağlığı Kliniğinden

ruh sağlığı kliniğinden
taburcu edilmişti
(bir süre önce)
asitli su için
uygun olmadığından
atılmıştı sosis fabrikasından
(bir süre önce)
kadınını ölümcül
bir araba kazasında yitirmişti
(araba onarılabilmişti yalnızca)
şimdi sokaklarda dolaşıp
bir başkaldırıdan söz etmekte
(1956'da Macaristan'da)
pek yoktur tanıdığı
anımsaması azdır
(bir süre önceydi)
Sydney'de
1977 baharında
attı kendini pencereden
öldüremedi

gelişirken Kings Cross
vitrinleri gözlerken göçmen,
Macaristan bozkırları
yeşerir yürüdüğü
baktığı yer

şiir miydi bu
(bir süre önce)

Rudi Kraussman
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

Ozanın Birinin Anısına

tam yağmur yağmadan önce
kaldırıma tebeşirle resim yapardı,
buz üzerine yazardı, şiirlerini
yazıp, güneşte kurumaya bırakırdı

gölgelere gizlenmiş gördüm onu
çorapsız
uzamış sakalı
kentin tozuyla gölgelenmiş,
ortalığı yırtıp gelen kamyonu görmek istemedi
duymazlığa vurdu
devam etti adımlamaya yolu,
koştum yanına;
paramparça gözlüğünün üstüne yatmış
son nefesini verirken bizim süperman
fısıldadı kulağıma
"Allahın belası kriptonit bu"

bu gece, en işlek kavşağa
tebeşirle bir anıt diktim ona
yazdım yazısını buzdan mezar taşına
bıraktım, sabah güneşine kurusun diye


Leon Slade
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

Deliorman Çobanının Türküsü

Tanrım öldü öldü aman
Yatağımda yatan kız öldü
Tanrım yakut dudakları yakut
Yakut dudakları ne oldu

Bak kollarını açarken
Ne anlatılmaz güzeldi
Tanrım ama şimdi sevgilim soğuk aman
Soğuk soğuk sevgilim buz kesildi

Gün ışığı doğdu aman
Yatağımda yatan kıza değdi
Sevgilim düşlerim hepsi yok oldu
Yok oldu Tanrım yalnızlık beni boğdu

Kuzuları suya mı götüreyim aman
Kasaba mı götüreyim
Ölüm var Tanrım ama su yok oldu
Kuraklık kızı yangınla geldi
Su ver tanrım ölüm çok oldu
Dere kenarları kavruldu soldu

Çulluklar inliyor aman aman
Dert döküyor
Ay ışığında çulluklar inlerken kalbim inliyor aman
O dertli inleyiş kalbimi büküyor

Gece bir baykuşun çığlığın beni yırtar
Görmediğim belirsiz bir baykuşun çığlığı yırtar
Bir baykuş değil o korkunç bir hortlak aman
Bir hortlaktır Tanrım bana işkence yapar

Yatağımda cefalı cefalı yatarken Tanrım
Ölüm beynimi kemirir
Sanki buğdaylardan ürkek farelerin uğultusu gelir aman
İner Tanrım ne cefa gene yükselir

Kızkuşları sesleniyorlar aman
Öleceksin diyorlar
Kızkuşları geceleyin uçarsa Tannın besbelli
Öleceğim, sesleri ölüm saçar.


Eric Rolls
Çeviren: Nermin Menemencioğlu

İnsan Sevişirce Yazabilseydi

sevişirce yazabilseydi insan
her şeyin verildiği
saklı tutulmadığı biçimde,
ancak o zaman dil
uçarı kaçınmaları
beceriksiz geri çekilmeleri bırakır, çözülürdü
çözülürken dil
eskimişliği kabuk dökerce döker
silkeler atar
takınırdı içtenliğini

tasalı bir kafaya, güzelliğini
araştırma peşindeki dile emanet eder
sevgileri, yaşlarıyla
dünyanın koca konağında güvenli
toprağın meyveleri arasında tanıdık
yer hava gibi özgür
gövde barışı öğrenirdi
kafa işkenceler içinde yanadursun

dilin gündelik örtüsünü soymaya çabalar dururken
inatçı sözcükleri yakalayıp, açıp vermeye
ötmeye koşabilse
o zaman sevişirce yazabilirdi insan
kafanın istemiyle
şiirler ve esinler çocuklarca oynaşırdı
ışık ve ateş benzeri özgün


Gwen Harwood
Çeviren: Gün Gencer - Nihat Ziyalan

21 Ekim 2016 Cuma

El Alameyn

Arap körfezine sessiz kurumsuz
Geliyor ölü denizciler konvoyları;
Gece yalpalarlar suların altında
Şafak köpüğe sarar getirir.

Top sesinin hıçkırığı, yumruğu arası
Kimileri vakit bulup kapıyor
Sığlıklardan, gömüyor kuytulara,
Çıplaklıklarını örten kumlara basa basa.

Suda yüzen tahtalardan birer haç
Taşıyor insanların son imzasını,
Öyle ikircimli, şaşkın acıma ile yazdı,
Sözcükler başlarken boğuluyor.

"Meçhul denizci" - görüntü kalem
Dalgalanıp soluyor, morlar saçarak,
Yıkılıyor mevsimin ıslak nefesi yazıtları,
Boğulanların dudakları gibi mavi.

Ölü denizciler, aynı karaların peşinde,
İster bizim düşmanlarımız olsun,
İster bizden, kumlar birleştiriyor,
Hepsi başka bir cephenin kayıtlısı.


Kenneth Slessor
Çeviren: Nermin Menemencioğlu

Waltzing Matilda

Güler-oynar bir göçer
su kenarında bir gün
okaliptüsün altında kurmuş kampını
kaynatırken suyunu
bir yandan da söylermiş şarkısını
"kim gelecek benimle kalk gidelim deyince
kalk gidelim
yürü kalk gidelim
kim gelecek benimle kalk gidelim deyince"

beklerken suyu kaynasın diye
dikmiş gözünü koyun sürüsüne
"kim gelecek benimle kalk gidelim deyince"
şarkısını söyleye söyleye

suya inen ak bir koyunu
atlayıp yakalamış göçer keyifle
bir yandan tıkıştırırken ganimetini torbasına
bir yandan söylermiş şarkısını
"kalk gidelim hadi yavrum yürü
kalk gidelim
yürü kalk gidelim
kalk gidelim hadi yavrum yürü"
azık torbasına tıkıştırırken ganimetini
"kalk gidelim hadi yavrum yürü"
çiftçinin biri çıkagelmiş saf kanın sırtında
ardında jandarmalar, bir, iki, üç,
kimin o azık torbasındaki güzelim koyun?
"yaylan hadi davran kalk gidelim
kalk gidelim
yaylan hadi davran kalk gidelim"
kimin o azık torbasındaki güzelim koyun?
"yaylan hadi davran kalk gidelim"

fırlamış bizim göçer
atlayıvermiş suya
"sağ yakalayamazsınız beni" diye
duyarsınız ruhunun seslendiğini
her geçişinizde o su kenarından
"kalk gidelim hadi yavrum yürü
kalk gidelim
yürü kalk gidelim
kalk gidelim hadi yavrum yürü"
her geçişinizde o su kenarından
duyarsınız ruhunun seslendiğini
"kalk gidelim hadi yavrum yürü"


Banjo Paterson
Çeviren: Gün Gencer - Nihat Ziyalan

Batı

Ve işte Batı
Anamalcı dünya
Güzel hostesleri
Renk renk ışıklarıyla
Uçuyorum üstünden Batı'nın
Okumuyorum ışıklı reklamları
Ama okuyorum fabrika dumanlarını
Ve fabrikaların kara saçlarını.
Dev bacalar altında
İşçiler çelik dökerken
Saçları diken diken oluyor
Fabrika, öfkeden.
İyi akşamlar, Batı
her şey gün gibi ortada
Aşağıda parlak reklamlar
Kapkara dumanlar yukarıda.


İsmail Kadere
Çeviren: Tahsin Saraç

20 Ekim 2016 Perşembe

Gömüt Üzerine Bir Avuç Toprak

Herkes bir avuç toprak atıyor
Bense, onun üzerine
Birkaç parça gökyüzü atıyorum
Birkaç güney Arnavut türküsü
Zeytin dalları altında o bunaltıcı sıcaklardaki
Birkaç ağustosböceği.
İyi yürekli babacığım
Bunları çok severdi.


Fatos Arapi
Türkçesi: Tahsin Saraç

Artık Bana Kızma

Eskiden biz ikimiz
Gökle deniz gibiydik:
- Birimizin üstüne bulut çökse- öbürümüz kararırdı
Birimize hava azıcık açsa- Her şey mavileşirdi öbürümüze.
Eskiden biz ikimiz
Ocakta iki odun gibiydik:
Birbirinden ayrılınca sönüveren
Birbiriyle birleşince tutuşan.
Ama sevi
ne de çabuk kine dönüşüverdi...
Artık bana kızma, hadi.


Fatos Arapi
Çeviren: Tahsin Saraç

Vur, Durma Vur

Al kırbacı, vur, bir daha, bir daha. Yaban
Acımadan, hiç acımadan
Arnavut kardeşime vur!
Al kırbacı vur, yüreğin titremeden
Vur ey acımasız
Arnavut bacıma vur!
Tüm kinini kus, içini dolduran kini
Vur, vur haydi,
Yaklaştı BÜYÜK GÜN, artık geldi.


Llazar SMqi
Çeviren: Tahsin Saraç


Mart 1944, İşkodro tutukevindc, Alman işgaline karşı yazılmıştır.

19 Ekim 2016 Çarşamba

Bu Öfkeli Adam

O hıncını boşalttı diyorsunuz
attı zincirlerini rüzgara
diyorsunuz ki verdi işaretini güneşe bilekleriyle o
ve buluşma sözünü
güneş bekliyor onu
tutsak çarpabilecek mi derebeyini diyorsunuz
gerçeğin kayasına
dikilerek karşısına
tufandan daha yüksek
ve ateşten yoğurabilecek mi günlük ekmeğini
O yırttı acısını diyorlar
yırtık parçalarından yaptı kalbini
sürü
nasıl götürebilecek çobanlarını mezbahaya
tutsak
nasıl dağıtabilecek ekse karanlığı
nasıl tokatlayabilecek elleriyle cellatını

Boynunda zincirler
bedeninde kırbaç kızartılan
kim başkaldırabilir
ne ki ustasıdır halk olamazlıkların
yiğitliği kurucusudur şanların
merhaba bu öfkeli adama
Cezayir çöllerindeki
merhaba taşan öfkesine
merhaba güneyin başkaldıranına
ki eğer vuruyor öç atlarına
merhaba Irak'ın yaralısına
tokat vuruyordu Bağdat'ın satılmışlarına
arıtmak için yurdunu
merhaba demir vurulu bileklere
demircinin öfkesine merhaba
merhaba kabaran taşan coşan yüreklere
merhaba köpüğünü kayalara düğümleyenlere
körfezin kumlarına ilk dikilen palmiyeye merhaba
torunlarını arapların atalarına doğru yönleyen
bengi yurda gül derleyen
gül saran ozana merhaba
yurt
ilk haykırışı gurur haykırışı oldu
yurt
ilk devinimi ufuk arkasındaki sınırlarını derinleştiren
tek Tanrının kutsal atılımı
kanla dokunan toprak
güneşin karşısında gömleğini açan toprak
güzellik kokulu yüzünde
taze otların çayırın
ilkbaharın serin yollarının
hazırlıyor kokusu şölenleri
gölge sürüklüyor kıyısına gölcüğün
vadi düşünüyor derin derin yaylalarında

yurt
çamura bırakan çocuklarını
bu alçağı koruyor sade
yüz karası
lekeledi kefenini
torunlarını gömdü yüz karası

istediniz ki bedeniniz zincir ola
özgür insanın türküsü gırtlağında boğula
eğilsin alnı özgür insanın çamura

ne ki işte biz
yüksek soylu dağlarız
biz yeni çocuklarıyız ulusun
milyon canız
kalıyor dönen rüzgarın kurban taşında alınlarımız
yankısı sesimizin duyuluyor uzağında yıldırımın
çağırıyor ellerimiz vuruşmaya çılgın fırtınaları
diziyor ellerimiz
utku denizinde askerleri
ateş olacağız gözlerinde karanlıkların
daim kökü kazınan kötülüğün
siz
yönetici zamanlar arasında
insanlardan insanlara
işbirlikçilerinizle
bilincinde halkların
gecesiniz


Abdel Basit El-Sufi
Çeviren: Nuri Pakdil

İki Ayakkabı Arasında Biri

Görülüyor pencereden yalnız kalpler
bitik göğüsler dışında trenlerin
Hüzünlü bir masa
Eğiyor başını uzaktan ağlamaya

Tekrarlıyorum sözleri deli gibi
Kahvelerde büyüğünde küçüğünde
Altında yıldızların kalabalığın tükrüğü altında
Anlamasın diye kimse beni
Ne çocuk ne kuş
Ne bir yabanıl hayvan

Sabahtan akşama değin titriyor çenem
Akşamdan sabaha değin
Yapışıyor bir türkü öyle bir türkü çeneme

Bitti deha zamanı
Uzun merdivenler üstünde kayma

Üstünde çiçeklerin bitler
Uçak kalıntıları üstünde bitler

Duyuyorum sallandığımı üstünde toprağın
Sürekli çarpıyor kulağıma
'Git'ler
Öleceğim bir akşam bu dört yol ağzında
Taş üstünde parmaklarım alacak elmadaki kurt biçimini
Orda sonum
Karanlıkta parlayan bir kılıç görüyorum yüreğime doğru
Sürüklüyor bir araba söndürülmüş ateşleri
Masamı
Kağıtlarımı

Genişliğine çölün
Orda o anda tam
Çıkacak öfkeli bir rüzgar
Keserek kısa tırnaklarımı
Sebze artıkları gibi süpüren şiirlerimi
Bitecek etimden uzun kulaklar
Duyacağım onlarla halkıma indirilen son yumrukları
Kendiliğinden kapanan kapıların ezgisini
Kargılarla kapatıldığında
Bıyıkların ucunda donan parmaklarla
Bakacağım ayağına güvenlik görevlisinin
Çamura batık bu ayak
Dönüyor bana yüzü dönük bu ayak
Bilmeden kim olduğumu

Sokaklarımızda bu tuhaf ölü
dinginlik bulduğunda ciğerlerim
İki göz gibi alımlı olacak görünümü
Çok uzaktan bir gelin görünümü

Açıldığında göğsüm duvarların yağmurun kokusu altında
dişler gibi tenha
Olmayacak yüzümde rüzgarın çözdüğü bir örgü
Sayfalarımda gözyaşı gibi inen bir meme

Aşındıracağım bu onur kıran toprağı

Ağlayarak

Bulamamak ne kötü başka bir olanağı
Ayırdı beni kökümden
Dikeceğim oraya dişlerimi
Anımsamak toprağı biraz anlamak demektir
Anımsamak kirli topraklan
Sürgün kolları ortağı
Çaprazlaştırılmış göğüsleri

Düşünüyorum pencerede elleri demirde bekleyen anamı
Sineğin ya da kelebeğin uçuvermesi gibi dönüşümü

Geçireceğim ellerimi rayların üzerinden
Güz ıslağı
ayaklarımı sürüdüğüm kaldırımlar üstünde
MASRAFSIZ BİR İNTİHAR TASLAĞI
sırtımı verdiğim dirkel üstünde
dinleyeceğim toprağın dibinden
toprağın dilinden
çarpan yüreğimi
al öcünü
anımsa cılız kızkardeşlerini
iple delinmiş kulaklarını

Anımsa ölülerini
böylece
Denizle çöl arasındaki
Şiirlerin erkten düşmeleriyle çamur arasındaki

Ey sultan onurlu köylü

Sen ve yağmur
Mürekkeple gözyaşları arasındaki toz
Ben değil miyim hıçkıran konuşan
Daha yüksek sesle ölümcüllerden
Biliyorum geç kaldın toprağa
Gece yarısından sonra gelen yabancı gibi

Doğmak zorunda kalmış olacaktım
bu yalı romantiklerle
varlıklı sakal1ara
güve yemiş külahlara
yaşamak çok eski zamanlara

Kayıkçı krallık
kumral tefecilerin yanında
kırmızı tuğlalı odada
çekmeceler çiçekten arda
duvarlarda
çocuk eriklerinin kuş gagalarının oluşturduğu

Kemerlerde değnek
Kitaplar sırtta

Geçiyorum arasından çok koyu bir yeşilin
ormanların
sise batık balçık çukurundan
durgun su birikintisine


Muhammed Maghut
Çeviren: Nuri Pakdil

Adı

Birkaç harf işte
Kitabım gibi arkadaş olan bana

Küçük bir bahçe mi bu
Göveren gömleğimin altında

Kuşlukta gece karanlığında
Sabah ışığında ve daha

Serçelerin ötüşünde
Tamburun iç çeken vuruşlarında

Ey bir şarkının içinden
Gizlice görünen yiten sonra

Uğrayan unutkanlığın içinden
Coşkuma acılarıma

Dolaştıran bir ipek ipliğin
Düğümlerine sağlamlığına

Atan beni bir duygudan
Yeşeren bir duyguya bir duvara

Yürüyorum işte
Aşkın kurumayan akıntısında

Bilinmenin tanınmanın ötesindesin sen
Adın mı? Yok, bağışla


Nizar Kabbani
Çeviren: Turan Koç

18 Ekim 2016 Salı

Cemile Buhayrat

Adı, Cemile Buhayrat
Hücre numarası doksan
Vehran'da savaş tutuklularından
Yirmi iki yaşında
Tapınağın kedileri gibi gözleri
Ve kara arap saçları
Yaz gibi
Hüzün çağlayanı gibi
Su ibriği, bir de gardiyan
Bir el Kuran'a dokunuyor
Bir kadın ilk sabahta
"döneceğiz, diyor sana"
Ayetler geçiyor dilinden hazin
Meryem Suresinden, Fetih Suresinden
Adı, Cemile Buhayret
Ateşle yazılmış
Yağmurda ıslanmış
Ülkemin sanatında, sanatımda ıslanmış
Yirmi iki yaşında
Bir çift güvercin konmuş göğsüne
Haliç konmuş denizin dudağı
Aslen İstanbullu
Hiç süs görmemiş dudakları
Hiç düş girmemiş odasına
Çocuklar gibi oynamamış hiç
Gözü kalmamış gerdanlıkta, süslü giysilerde

Adı, Cemile Buhayrat
En güzel şarkısı mağribin
En uzun hurması
Cezayir'in ovaları görünüyor gözüne
bir kız çocuğu görünüyor
Yoruyor güneşi o yorulmuyor
Tanrım
Yıldızların altında
Var mı bir insan
Razı olsun yenmesine
Asılan bir kadının etinden
Bastille'in ışıkları sönmüş
Veremli bir kadının öksürükleri
Doydu zincirler memesinden
Değersizler doydu
Lacoste ve binlerce adi kişi
Yenik Fransa ordusu doydu
Şimdi saldırıyorlar kadınlara
Mum gibi asılmış kadınlara
Bağlı ayakları kırnaplarla
Sigaralar söndürülüyor memesinde
Kan içinde dudakları burnu
Ve Cemile Buhayrat'ın yaraları
Ve kurtuluş sözleşilen yerde
Giyotin kuruluyor, acımasızlar
Sürüyor kadınları bıçağa
Cemile bombalar altında
Yağmura tutulmuş bir serçe gibi
Kara, yanık kırmızısı bedenini
Çökertiyor elektriğin uçları
Yanıklar var sol memesinde
Memesinin ucunda
Daha daha... ey utanç
Adı, Cemile Buhayrat
Bir tarih bu
Yazar ülkem onu
Korur çocuklarım onu
Bir kadının tarihini ülkemde
Giyotinin soğuttuğu
Fethetmişti güneşi
bir kadın

Kanayan kanayan kanayan
Yükselen bir kadın "Cebeli Atlas"tan
Leylaklar nergisler anıyor onu
Turunç çiçekleri anıyor
Ne küçükmüş Jeanne D'Arc ey Fransa
Ülkemin Jeanne D'Arc'ı yanında


Nizar Kabbani
Çeviren: Turan Koç

Çocukluk Bir Uzak Zamandı

İkimiz de çocuktuk hatırlar mısın?

Hatırlar mısın o geçen günleri Zahla'da
Mutluluğun durmadan kucaklaştığı
Gölgeler bir yerde birleşirdi, hep gülerdi yüzü yaşantının
O sanıp sarhoşluğunun giz dolu tadında?
Nasıl koşardık hatırlar mısın?
Kıvanç bir yangın gibiydi içimizde
Simsiyah bir salkım düşerdi asma dalından
Karşılığı ödenen bir gülüşle yüzümüzde.
Hatırlar mısın o gün doğumlarını, o gizli düşsel gücü?
Alıp götüren bizi, göklerin ötelerine
En bilinmez uzaklara, hep dolup boşalan
En güzelin, en çirkinle buluştuğu
İşte yıldız yıldız Pleiades;
İşte Aremis'in güzellik perileri.

O uzak, hırçın ırmak orda mı şimdi,
Yine kabarıp taşar mı durmadan öyle,
Hatırlar mısın nasıl ele geçirdiğimiz
Yöneltip serinliği, uyanan bahçelere?
Nasıl güzel kıldığımızı sulayıp çiçekleri
Bir kutsal sevgiydi onunla gelen, bir tutkuydu
Bütün görünümleri ışınlarla bezeyen.


Halil Matran
Çeviren: Engin Aşkın