Şiir, Sadece: Evrensel Şarkı
Evrensel Şarkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Evrensel Şarkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Standard Oil Company

Delgi kendine yol açtığında
o taşlı gırtlakta
ve yeraltındaki mülklere
boşalttığında merhametsiz bağırsaklarını,
ve ölü yıllara, çağların
gözlerine, mahkum
bitkilerin köklerine
ve o kepeklenmiş sistemler
suda bir tabaka olduğunda,
yükseldi ateş borulardan
dönüştü soğuk sıvıya;
yüceliklerin gümrük istasyonlarında,
bu dünyanın kasvetli
derinliklerinin çıkışında
karşılaştı o bir soluk mühendisle
ve “sahip” tanımıyla.

Petrolün yolları dolansa da
kendi kendisine, yeraltı su tabakaları
sessiz yerlerini terk etse de
ve toprağın mideleri arasına
kaldırsa da hakimiyeti,
salladığında su parıltısı
parafinden dallarını,
geldi Standard Oil zamanından önce
hukukçuları ve çizmeleriyle,
çekleriyle ve tüfekleriyle,
hükümetleriyle ve mahkumlarıyla.

Şirketin şişman imparatorları
yaşıyorlar New York’ta, pek uysallardırlar,
ipek, naylon, purolar satın alıyorlar
bu gülümseyen katiller,
küçük zorbalar, diktatörler.
Ülkeler satın alıyorlar, şehirler, denizler,
polisler ve vekiller,
açgözlüler altınını nasıl korursa
mısırını öylesine koruyan yoksulların yaşadığı
uzak bölgeleri:
uyandırıyor onları Standard Oil,
üniformalarla donatıyor, onlar için
o düşman biraderi seçiyor,
ve Paraguaylı adam savaşıyor kavgasında,
ve Bolivyalı adam yok oluyor
vahşi ormanda makineli tüfeğiyle.

Bir damla petrol için
öldürüldü bir Devlet Başkanı,
milyonlarca hektarlık
ipotek, canlı bir
yaylım ateş, ölümcül
bir ışık sabahı, taşa dönüşmüş,
Patagonya’daki devrimci mahkumların
yeni bir kampı,
bir ihanet, karşılıklı ateş
altında yağlı parıltılı ayın,
kurnaz bir kabine değişikliği
başkentte, petrolden medcezir gibi
bir fışkırma,
ve toynakların savaşından bu yana, ama sen
göreceksin buluların üzerinde ışıldadığını,
denizlerin üzerinde, kendi evinde,
Standart Oil’in harflerinin
parıltılarla durduğunu
bütün kolonilerin üzerinde.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı'dan"

28 Haziran 2013 Cuma

Su Baskınları

Yaşıyor yoksullar aşağıda ve bekliyorlar ki ırmak
yükselsin geceleri ve denize sürüklesin onları.
Akıp giden küçük beşikler gördüm, evlerden
küçük parçalar, sandalyeler, ve gökyüzü ve dehşetin
birbirine karıştığı yerde
ceset soluğu suların müthiş bir hiddetini.
Sadece sana ulaşır, sen ey yoksul,
senin karına ve mısır tohumuna,
köpeğine ve aletlerine,
öğrenmen için dilenmeyi.
Yükselmiyor su malikanelere,
kar beyazı giysileri yükseliyor çamaşırhanelerden,
Yut bu boğan çamuru ve ölülerinle birlikte
denize doğru yüzen bu enkazları,
o fakir masaların ve çıplak kökleriyle
dalgadan dalgaya dolaşıp duran
yitmiş ağaçların arasında.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı'dan"

26 Haziran 2013 Çarşamba

Suçluyorum

O zaman suçlamıştım onu
umudu boğanı,
bütün Amerika boyunca haykırdım
ve attım onun adını utancın
mağarasına.
O zaman beni sorumlu tutmuşlardı
suçlardan ötürü, satılmışların
ve işe alınmışların sürüsü:
“hükümetin sekreterleri”,
polisler, yazmışlardı
katranla benim hakkımdaki
hakaretlerini, fakat hainler
yazdıklarında büyük harflerle
adımı, gördü duvarlar
ve sildi gece
sayısız elleriyle,
halkın ve gecenin elleriyle
sildiler boşuna şarkımın üzerine
bulaştırmaya çalıştıkları bu rezaleti.

Sonra gece geldiler yakmaya
evimi (ateş biliyor şimdi
onları gönderenin adını)
ve bütün yargıçlar birleştiler
yargılamak için beni, aradılar beni
çarmıha germek için sözcüklerimi
ve bu gerçekleri cezalandırmak için.

Şili’nin sıradağlarını
kapattılar yurtdışına çıkmayayım,
ve orada ne olup bitiyor anlatmayayım diye,
ve kabul etmek ve korumak için beni
açtığında Meksika kapılarını,
o zavallı şair Torres Bodet,
hiddetli gardiyanlara
teslim edilmemi emretti.

Fakat yaşıyor sözcüklerim
ve suçluyor özgür yüreğim.

Neler oluyor, neler oluyor? Pisagua’nın
gecesinde, hapiste, zincirler arasında,
sessizlikte, onuru kırılmış anayurdumda,
bu kötücül yılda, kör sıçanların yılında,
bu gazabın ve hıncın kötücül yılında,
neler oluyor, diye soruyorsun, soruyor musun bana?


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı'dan"

24 Haziran 2013 Pazartesi

Şair

Daha önce dolanmıştım hayatın arasından, ortasında
acı dolu bir sevdanın: daha önce
gözlerim hayata çivilenmiş olarak
bir küçük sayfa kuvarsı saklamıştım.
İyiliği satın aldım, buldum kendimi
açgözlülüğün pazarında, soludum hasedin
en sağır sularını, maskelerin ve yaratıkların
insansı olmayan uzaklıklarını.
Yaşadım deniz bataklıklarından bir dünyada
çiçeğin, o beyaz zambağın, titreyen köpüğünde
beni aniden yuttuğu yerde,
ve ayağımı nereye koyduysam
ruhumun uçurumun çenesine kaydığı yerde.
İşte böyle doğdu benim şiirim, zorlukla kurtuldu
dikenlerden, yayıldı
bir ceza olarak üzerine yalnızlığın,
ya da utançsızlığın bahçelerinde yalıttı
tamamen gömülene dek en gizli çiçeği.
Kendi dehlizlerinde yalnız yaşayan
o kasvetli su gibi yalıtılmış,
koştum bir elden öbürüne her bir yaratığın
yalnızlığına, o gündelik nefrete.
Biliyordum böyle yaşayacağımı, fakat en tuhaf
denizdeki balık gibi saklanmış
o yarım canlı, ve o çamurlu
sonsuzlukta rastladım ölüme.
Kapılarını ve yollarını açan ölüm.
Duvarlar boyunca kayan ölüm.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı'dan"

10 Haziran 2013 Pazartesi

Şili’nin Denizleri

Uzak bölgelerde
yıkadım senin köpük ayaklarını, yayılmış
sahillerini sürgün ve çılgın gözyaşlarında.

Bugün geliyorum senin ağzına, bugün alnına senin.

O kanlı mercana değil, o yakılmış yıldıza da değil,
o beyaz pırıltılı, zorlanmış sulara da
teslim etmedim gururlu gizini ya da heceni.
Sakladım kekre sesini senin, koruyan kumdan
bir taçyaprağı
mobilyalarla eski giysilerin arasında.

Çanlardan bir toz, nemli bir gül.

Ve sık sık sen Araukanya suyunun
kendisiydin, o haşin suyun:
fakat sakladım batan taşımı
ve onda vuran sesini gölgenin.

Ey Şili’nin denizleri, ey su,
yükselmiş ve darsın keskin uçlu alazlar gibi,
gökyakuttan baskı ve düş ve pençeler,
ey tuzdan ve aslandan deprem!
Gezegenin eğimi, kaynağı ve
kıyısı, göz kapakların
sunuyor toprağın öğle zamanını
ve saldırıyor yıldızların mavisine.
Tuz ve devinim kurtarıyor kendisinden seni
ve bölüştürüyor okyanusu insan mağaraları arasında
adaların ötesindeki ağırlığın için
parçalıyor ve dağıtıyor mutlak özden bir akını.

Issız Kuzey’in denizi, bakırı kırbaçlayan deniz
ve fırlatan köpüğü yalnız olana doğru,
dirençli sakinin eli,
pelikanlar arasında, soğuk güneşten ve gübreden kayalar
ve insancıl olmayan şafağın geçidiyle yanmış bir kıyı!

Valparaíso’nun denizi, dalgası
ıssız ve gecesel ışığın,
anayurdumun heykelinin
göründüğü
henüz kör gözlerle baktığı
okyanusun penceresi.

Güney’in denizi, okyanussu deniz,
deniz, gizemli ay,
İmperial dolaylarında meşelerin dehşeti,
Chiloé dolaylarında kanla birleşmiş,
ve Macellan Boğazı’ndan en uçtaki sınıra dek
tuzdan tek bir tıslama, bütün bu çılgın ayın
ve buzun kaçak yıldız atı.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

8 Haziran 2013 Cumartesi

Şili’nin Sesleri

Daha önce Şili’nin sesi özgürlüğün
metalik sesiydi, rüzgârdan ve gümüşten,
daha önce işitildi taze yara izlerinde
gezegenimizin yüceliklerinde,
yabanıllığın ve kentarosun girdiği
Amerika’mızda.
El değmemiş kara dek, uykusuzlukta,
yükseldi saygın yaprakların korosu,
özgür suların şarkısı ırmaklarında,
senin güzelliğinin mavi görkemi.
İsidoro Errázuriz boşaltmıştı
kendi savaşan, kristal berrağı yıldızını
karanlığın üzerine, elleri arkadan bağlı halka,
fırtınalı küçük bir gezegen gibi
alnıyla Bilbao’ydu,
uyarılar ve mısır tohumuyla şişen
sonsuzca yeşillenen yapraklarını
getiren Vicuña Mackenna’ydı,
pencerenin ışığı dışarıda bıraktığı
başka halklara. Girdiler içeri
ve yaktılar gecede lambayı,
ve diğer halkların acı gününde
en yüksek ışığı oldular karın.



Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi" adlı bölümünden

7 Haziran 2013 Cuma

Şili’ye Karşı Emir Alırlar

Fakat herkesin arkasında aramalılar, bir şeyler var
arkasında hainlerin ve kemiren farelerin,
bir imparatorluk var donatan masayı,
yemeği ve mermileri sunan.
Yunanistan’da yapmayı başardıklarını yapmak istiyorlar sana.
O küçük Yunan efendileri ziyafette ve mermiler
dağlardaki halk için: durdurmalılar o yeni
Samothrake zaferinin kaçışını dünyaya, asmalılar,
öldürmeliler, israf etmeliler, New York’ta sapı kavranılan
katil bıçağını saplamalılar; ateşle yok edilmeliydi
gururları o ortaya çıkan insanda
kanla sulanmış topraktan
her yerde doğan.
Chiang’ı silahlandırmalıydı ve o sefil Videla’yı,
para verilmeliydi onlara hapishaneler için, uçak kanatları
bombalamak için köylüleri, verilmeliydi onlara
ancak bir ekmek kırıntısı, biraz dolar, geri kalanı onlar halleder,
yalan söylerler, yozlaştırırlar, ölülerin üzerinde dans ederler,
ve onların karıları en pahalı elbiselerle dolaşırlar.
Halkın ölüm kalım savaşının önemi yok, bu şehadet
gerek duyar bakırın efendilerine: bulunur yeterli kanıt:
generaller terk ediyor orduyu ve çalışıyor
Chuquicamata Ofisi’nde asistan olarak,
ve güherçilede emir veriyor “Şilili”
general kılıcıyla pampanın oğlu
ne kadar maaş alacak diye.
Böyle emir veriliyor yukarıdan, doların kesesinden,
böyle emir alıyorlar o sefil sürüngenler,
böyle üstleniyor generaller polis rolünü,
böyle çürüyor anayurdumun ağaç gövdesi.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi" adlı bölümünden

4 Haziran 2013 Salı

Tarih Kaydı

Kötücül yıl, sıçanın yılı, pis yıl!

Yüksek ve metaliktir senin çizgin
okyanusun ve havanın kıyıları
boyunca, fırtına ve heyecandan
çelik bir tele benzeyen.
Fakat, Amerika, aynı zamanda
gece karanlığısın sen, mavi ve bataklık:
çamur ve gökyüzü, yüreklerin
bir ölüm kalım savaşı, ezilmiş
bodrumunun sessizliğindeki
siyah, çatlamış portakallar gibi.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan
(1948, Amerika)

3 Haziran 2013 Pazartesi

Taşlar Vadisi

Bugün, 25 Nisan, düştü
Ovalle’nin tarlalarına
yağmur, uzun süredir beklenen, su 1946.

Bu ilk ıslak Perşembe günü kuruyor sisli bir gün
boz demirhanesini dağlarda.
Aç çiftçilerin torbalarında sakladığı
küçük mısır tohumları için Perşembe’dir bu:
bugün aceleyle çizecekler toprağın kabuğunu
ve batıracaklar o yeşil hayatın mısırını çamura.

En son dün gittim tekrar Hurtado ırmağına:
o çetin ve dalayan kayalıkların arasında çıktım yukarı,
dikenlerden kaskatı, değil mi ki o büyük And dağı kaktüsü
çok kollu zalim bir şamdan gibi kalkıyor ayağa orada.

Ve bütün bu çorak dikenlerin üzerinde quintral bitkisi
yakmış bütün kanlı lambalarını al bir entari gibi
ya da korku salan akşam kızıllığından bir leke gibi,
bir bedenden kan gibi sürüklenmiş binlerce diken arasından.

Kayalar muhteşem damarlardır, pıhtılaşmış
ateşin çağlarında, vadiyi bekleyen
bu merhametsiz heykellerle birlikte eriyene kadar
yuvarlanıp duran kör çuvalları taşın.

En kenardaki sulardan uysal ve ölmekte olan
bir çağıltıyı getiriyor ırmak içine
sarkan yaprakların ok karası kalınlığına, ve kavaklar
kaybediyor ince sarı renklerini damlalarda.

Norte Chico’da sonbahardır, gecikmiş sonbahar.
Burada parıldıyor ışık üzümlerde daha uzun süre.
Bir kelebek gibi daha uzun süre ikircikli davranıyor
berrak güneş olgunlaşana dek üzüm
ve misket üzümü halıları ışık saçıyor vadide.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan
(1946)

25 Mayıs 2013 Cumartesi

Tocopilla

Tocopilla’dan güneye doğru, kuzeye doğru: kum,
o dökülmüş kireç, mavna, kırılmış
tahtalar, bükülmüş demir.
Kim eklemişti gezegenin o temiz çizgisine,
altın renkli ve kor parıltılı, düşe, tuza ve baruta
o kullanılmış aleti, pisliği?
Kim bağışladı o göçmüş çatıyı, kim bıraktı
o çatlamış duvarları
ve ayaklar altındaki kağıtları?
İnsanın o kasvetli ışığı, soyulmuş her şeyinden,
her zaman yollarda geri gitmek için
kireçli aydan yapılmış çanağına,
senin öldüren kumunla durulmamış fakat!
İnşaat yerlerinin nadir martısı, ringası,
kıvırcık sağanak serçesi,
sizler yaratıkları, çocukları sağanağın
kanlı pruva halatının, gördünüz mü Şililiyi?
Gördünüz mü insanı soğuğun
ve suyun iki çizgisi arasında, toprak ufkun
dişlerinin altında, koyda?

Bitler, tuza saldıran yanan bitler,
bitler, kıyı bitleri, yerleşik olanlar, maden işçileri,
çöldeki bir yara izinden diğerine,
ay kıyısına doğru, ileri!
Yaşı olmayan soğuk mührü çentiklemek için.
Pelikan izinin ötesinde, ne suyun ne de ekmeğin
ya da gölgenin o katı dinlenişe dokunduğu yerde,
başlıyor güherçilenin hükümdarlığı,
ya da bakırın heykeli belirliyor yükselişini,
her şey gömülmüş yıldızlar gibi,
acı iğne sokuşları gibi, cehennem çiçekleri gibi,
beyaz, titreyen ışıkların kar beyazıyla,
ya da ağır parıltının yeşil ve siyah bir dalı gibi.

Orada işe yaramaz dolmakalem, sadece esmer Şililinin
yarılmış eli, orada işe yaramaz hiç bir şüphe.
Sadece kan. Damardaki insanı soran
bu sert darbe sadece.
Damarda, madende, delik deşik edilmiş mağarada
susuz ve defnesiz.

Ah benim küçük
hemşerilerim, bu ışıkla yanmış, daha acılar
ölümün yıkanışından, sizler kahramanlarsınız, kararmışsınız
topraktaki şafağından tuzun,
nerede kuruyorsunuz yuvaları, avare oğullar?
Kim gördü sizleri terk edilmiş limanların
paramparça lifleri arasında?
Altında tuz çerçeveli sisin,
arkasında metalik kıyının
ya da belki, belki
henüz altında çölün, altında
daima
tozdan yükselişinin!
Şili, Metal ve Gökyüzü,
ve sizler, Şilililer,
tohumlar, sert biraderler,
düzende ve sessizlikte her şey hazır
taşın sürekliliği gibi.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

24 Mayıs 2013 Cuma

Tomás Lago

Elzevir baskısı kitap sayfaları arasında bit gibi uyudu
başka insanlar; aralarında
tartışıyorlardı bu yeni çıkmış kitapları
futbol tartışır gibi, bazı goller atar gibi.
Fakat o zaman çağıldamıştık şarkıyla ortasında ilkbaharın
And dağlarının taşlarını kendiyle sürükleyen ırmaklar boyunca
ve kucaklamıştık kadınlarımızı, yutmuştuk
bir çırpıda onca peteği, ve açgözlüydük daha
toprağın kükürdü için.
Sadece bu değil fakat dahası da var: hayatı
bölüştük sevdiğimiz ve bize şarabın yaşıyla
kumun dürüst alfabesini öğreten mütevazi arkadaşlarımızla,
onlardaki sakinlik şakıyarak koparttı kendini
zor zamanlarda. Ey birlikte mağarayı
ve çoban kulübesini aradığımız günler,
parçalayan örümcek ağını ve gece boyunca
yayılıp duran Güney’in kıyılarına
ve karılmış harcına:
her şey çiçekti ve geçip giden sıla,
her şey yağmurdu ve özdeksi pis koku.
Hangi geniş yolu izlediysek, mola verdik
birahanelerde, bakışlarımız
yönelmiş inanılmaz bir şafağa, bir taşa,
kömürle betimlenmiş bir duvara, hepimize hemen
kışın bütün şarkılarını öğreten
bir grup ateşçiye. Fakat yalnızca
camlarımıza tırmanan tırtıl değildi sürünerek
değişik renklerle pırıldayan, selülozda yıkanan,
her seferinde daha da yüksekte o özenli yazısında,
bu demir katısı, bu acımasız kovboy da pırıldıyordu
göğsümüze dayadığı iki tabancayla korkutarak bizi,
analarımızı becermekle tehdit ederken bizleri
ve rehin alırken sahip olduklarımızı
(bütün bunlara kahramanlık benzeri bir ad takmıştı) .
Bıraktık geçsinler diye, dik dik bakarken onlara,
bizimle hiç bir yere gidemediler, kıvrılmadık haçlarda,
ve her biri ilerledi Avrupa gazetelerinden ya da
Bolivya pesolarından oluşan kendi mezarına doğru.
Fakat bizim lambalarımız yanıyor hâlâ, ışıltılı
daha da berrak yazıdan ve eşkıyadan.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

23 Mayıs 2013 Perşembe

Topraklar ve İnsanlar

Korkunç hayvanların
kemikleri gibi, toprağın
kabuğunda yaşlı toprak fareleri,
batıl inançlı mirasçıları
encomienda’nın, karanlık
bir toprağın imparatorları, çevrilmişler
nefret ve dikenli tellerle.

Çitlerin arkasında boğuldu
gelişmesi insanın,
diri diri gömüldü çocuk,
ekmek ve kitaptan mahrum bıraktılar,
damgaladılar köle işçileri olarak
ve ahırlara mahkum ettiler onları.
Zavallı, bahtsız toprak işçisi
dikenler arasında, zincire vurulmuş
varolmayışa, yabanıl
çayırlıkların üzerindeki karanlığa.

Kitapsız korunmasız et gibi oldun
ve sonra da bir ahmağın iskeleti,
bir hayattan bir hayata satılmış,
beyaz kapının önünden kovulmuş
yürek paralayan, hüzünlü bir gitar
ve danstan başka sevda bilmeden,
bir nemli rüzgâr çarpıntısı gibi
aşırı çaba göstererek tutuşmuş.

Fakat sadece taşrada değil
insan yaraları. Daha uzaklarda,
yakınlarda, derinlerde dövülmüş onlar:
şehirde, yakınında sarayın,
ateş etti havaya cüzzamlı kiralık kışla
öldürücü pisliğiyle,
suçlayan kangreniyle.

Talcahuano’nun ekşi,
dolambaçlı sokaklarında, tepelerin
bataklık kül yığınlarında gördüm
yoksulluğun kirlenmiş yaprağının
kaynaştığını, hamuru
aşağılanmış yüreklerin,
bir yeraltı şafağının karanlığındaki
açık çıban,
paçavraların yara izi
ve buruşturulmuş, dövülmüş insanın
yaşlı özü.

En aşağıdaki eve girdim,
fare delikleri gibiydiler, güherçile
ve çürümüş tuzla nemlenmiş,
aç yaratıkların kendilerini sürüdüklerini gördüm,
bu lanetli hava içinden
bana gülümsemeye çalışan
dişsiz gölgeler.

Delik deşik etti beni acıları
halkımın, dikenli teller gibi
sardı ruhumu,
parçaladı yüreğimi:
o zaman çıktım yollara ve haykırdım,
çıktım dışarı ve ağladım, dumanla çevrili,
çaldım kapıları ve yaraladı beni
keskin bıçaklar gibi,
daha önce yıldızlar gibi taptığım
duyarsız yüzlere karşı haykırdım
ve gösterdiler bana ne kadar boş olduklarını.

O zaman dönüştüm bir askere:
sayısı bilinmeyen, tüm bir kıta,
savaşan yumrukların birliği,
hemfikir olmanın sistemi,
sonsuz zamandan bir lif,
silahlanmış bir ağaç, dünyadaki
unutulmaz yolu insanın.

Ve gördüm ne çok olduğumuzu, ne çok
kimse olduğunu benim tarafımda, o ya da bu
kişi değildi, fakat bütün insanlardı,
yüzleri yoktu, halktı bu,
metal ve yollar.
Ve dolaştım dünyayı
ilkbahar adımlarıyla.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan


Encomienda: Yerlilerin yaşadığı bölgelerdeki idare. İspanyolların Amerika’yı fetihleri döneminde yürürlükte olan feodal bir düzenleme.

21 Mayıs 2013 Salı

Ubico

Ya da Ubico’dur giden bu patikalarda,
cezaevinden cezaevine dolaşan
motosiklet üstünde, bir taş gibi
soğuk, korkunun hiyerarşisi üzerinde
oyulmuş bir gemi süsü gibi.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

20 Mayıs 2013 Pazartesi

United Fruit Company

Trompetler çaldığında
her şey düzenlenmişti dünyada,
ve Yehova bölüştürmüştü dünyayı
Coca Cola, Anaconda,
Ford ve diğer şirketler arasında:
Meyve Şirketi
en şerbetlisini aldı,
ülkemin merkezi kıyısını,
Amerika’nın en hoş bölgesini.
“Muz Cumhuriyetleri” olarak
değiştirdiler adlarını ülkelerinin,
ve uyuyan ölülerinin üzerinde,
büyüklüğü, özgürlüğü
bayrakları fetheden
kaygılı kahramanlarının üzerinde
yükseldi bu bizon operası:
teşhir etmişlerdi kendilerini özgür iradeyle,
harcanmış kral taçları,
çıplak bıraktı haseti, çekti
sineklerin diktatörlüklerini:
Trujillo sinekleri, Tachos sinekleri
Carías sinekleri, Martínez sinekleri,
Ubico sinekleri, kanda ve reçelde
yıkanan sinekler,
halkın mezarı üzerinde
yaz gibi boğulan sinekler,
sirk sinekleri, zorbalığın yönlendirdiği
hilekâr sinekler.

Kana susamış sinekler arasında
karaya çıkıyor Meyve Şirketi,
kahveyi ve meyveyi yığıyor
gemilerinde, dolu tabaklar gibi
ayrılıyor hazinelerle
boğulmuş ülkelerimizden.
Limanların şeker ağırı
uçurumlarında düşüyordu ara sıra
sabahın pis kokusuna
gömülmüş yerli:
sallanan bir gövde, adsız
önemsiz bir şey, bitkin bir numara,
gübreye fırlatılmış
bir salkım çürümüş meyve.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

14 Mayıs 2013 Salı

Ürünler

İşte böyle, genç Amerika,
genç hayatın senin yutuldu, terk edildin,
baş eğdirildin, şeklini bozdular
ve soydular seni.

Kumandanın külde tepindiği
öfkenin yalçın bayırlarından
ve bıyıklarla süslenmiş beylerde
ataerkil maskeler için
yenilerde solgunlaşan gülücük
masada başkanlık yapar ve verir
orada bulunan herkese hayırduasını
gizlerken gerçek yüzlerinin
karanlık tokluğunu,
kasvetli arzu
ve açgözlü çentikler:
şehrin soğuk iftiracılardan
bir fauna, insan eti yiyen
korkunç jaguarlar,
halk avında uzmanlaşmış olanlar,
karanlığa batmış olan o halk,
çaresiz bütün köşelerde,
yeryüzünün bütün bodrumlarında.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

11 Mayıs 2013 Cumartesi

Vasiyet I

İsla Negra’daki deniz kıyısındaki evimi
sendikalara bırakıyorum,
bakırın, kömürün ve güherçilenin işçilerine.
Eziyet görmüş oğulları ülkemin
dinlensin orada.
Baltalar ve hainler tarafından tahrip edilmiş,
kendi kutsal kanında yağmalanmış,
volkanik paçavralara dönünceye kadar
işkence edilmiş ülkem.

Yıpranmış insanların dinlendiğini görmek istiyorum
ülkem boyunca çağıldayan temiz sevdada
masamın etrafında görmek istiyorum karanlıktan gelenleri
ve uyumasını istiyorum yaralının yatağımda.

Birader, bu benim evim,
yoksulluğumda mücadele ederek oluşturmuştum
deniz çiçeklerinden
ve yıldız ışıltılı taştan bu dünyaya gir.

Burada doğdu penceremdeki ses
büyüyen bir deniz salyangozu gibi
ve belirledi hemencecik sınırlarını
düzensiz jeolojimde benim.

Geliyorsun yanan maden dehlizlerinden,
nefretin asidiyle yaktığı tünellerden
rüzgârın kükürt ekşisi fırlatışıyla:
burada senin için tasarladığım barış işte,
deniz krallığımın suyu ve mekanı.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Vasiyet II

Bırakıyorum eski kitaplarımı, toplanmış
dünyanın her bir köşesine, tapınılmışlar
o görkemli dizgesinde,
Amerika’nın yeni şairlerine,
onlara, kabaca durdurulmuş dokuma tezgahında
yarının manifestosunu dokuyacaklara.

Ölmüş oduncunun ve maden işçisinin kaba yumrukları
dolaşık katedrali, bölünmüş mısır filizini
ve çayırlıklarımızı çeviren telleri temizleyecek
sayısız hayat oluştururken
doğmuş olacaklar.
Önceki cehennemlerde titresinler,
elmasları parçalayanlar, ve mısır tohumundan oluşan
şarkı dünyasını savunsunlar,
şahadet ağacından doğanları.

Zorbaların kemikleri üzerinden, ihanete uğramış
mirasımızdan çok ötelerde, yalnız yürüyen halkın
üstündeki özgür mekanında,
yazacaklar anlatıyı
uzun ve utku dolu acıların.
Sevsinler onlar da benim sevdiğim gibi. Manrique’imi,
Góngora’mı, Garcilaso’mu, Quevedo’mu:
dev nöbet yerleriydi onlar, platinden
zırhlar ve bana direnci öğreten
kar beyazı şeffaflık.
Tıpkı benim Lautrémont’um gibi
arasınlar kaygının veba evlerinde ağıtları.
Mayakovski’nin yanında görsünler
nasıl yükseldiğini yıldızın
ve onların ışıltısından nasıl doğduğunu başakların.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Yağmur (Rapa Nui)

Hayır, bırakma ki tanısın Kraliçe
senin yüzünü yeniden, böyle daha tatlı
işte, ey sevgilim, uzağında putların, ellerimdeki saçının
süsünün ağırlığıyla; anımsar mısın
Mangareva ağacının senin saçlarına düşen
çiçeklerini? Bu parmaklar benzemiyor
o beyaz taçyapraklarına: gözlemle bunları, kökler gibiler
kertenkelenin kaçtığı taştan bir sap gibiler.
Korkma, biz bekliyoruz, çıplak, ki düşsün
diye yağmur,
Manu Tara’nın üzerine düşen aynı tarz bir yağmur.

Fakat suyun izlerini taşta pekiştirmesi gibi
akıyor üzerimizden ve götürüyor bizi uysalca
karanlığın içine, Ranu Raraku’nun krater ağzından
daha da derine. Bu yüzden
görmüyor seni ne balıkçı ne de çömlek.

Göm göğüslerinin ikiz korlarını ağzıma
ve saçının süsü sunsun kısa bir geceyi üzerime
nemli kokusu beni örterek gizleyen bir karanlığı.

Geceleri düşlüyorum ki kökleri birlikte örülmüş
ve aynı anda fışkıran iki bitkiyiz sen ve ben,
ve ağzım gibi tanıyorsun toprağı ve yağmuru,
değil mi ki topraktan ve yağmurdan yaratıldık. Ara sıra
düşünüyorum ölümün içinde uyuyacağımızı aşağıda,
uçurumun ayakları yanındaki o derin toprakta, ve gözlemleyeceğiz
inşa etmek ve sevmek için bizi buraya getiren Okyanus’u.

Ellerim demirden değil seni tanıdı tanıyalı,
başka bir denizin suyu bir ağın arasından akar gibi akıyor,
fakat şimdi barındırıyor su ve taş tohumla gizleri.

Sev beni, ey uyuyan, ey çıplak, kıyılarda
bu adaya benzeyen: senin sersemleşmiş sevdan, senin
ölçümsüz sevdan, saklanmış düşlerin mağarasında,
bizi kuşatan denizin devinimi gibi.

Ve ben bir zaman uyuduğumda
senin sevdanda, çıplak,
bırak elim bulsun huzuru göğüslerinin arasında
titresin diye
yağmurla ıslanmış meme uçlarınla uyumlu olarak.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan 


Notlar:

Rapa Nui: Polinezya dilinde Paskalya Adası’na verilen isimdir. Paskalya Adası'nda meşhur dev Moai heykelleri bulunur. Heykellerin boyu 4-22 metre arasında değişiyor. Ağırlıkları ise ortalama 50 ton civarında.

Mangareva: Fransız Polinezyası’nda yer alan Gambier Adaları’nın en önemli adası.

Manu Tara: Paskalya Adası’nın bayrağında sembol olarak kullanılan martı kuşunun adı. Paskalya Adası’nın bir başka adı da Manu Tara’dır. Adanın en önemli kültü olan Kuş İnsan’ın kaynağıdır Manu Tara. Söylenceye göre martı Manu Tara, yumurtalarını Anakena denilen gizli bir yere saklamıştır. Bu yumurtayı bulmak amacıyla cesur erkekler Rapa Nui’den Moto Nui’ye kadar çok uzak mesafeyi yüzerler. Yumurtaları bulup kırmadan Rapa Nui’ye getiren kişiye “Kuş İnsan” adı verilmekte ve bu kişinin onur ve servet kazanılacağına inanılmaktadır.

Ranu Raraku: Paskalya Adası’ndaki bir volkan.

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Yağmurda Atlı

Temel sular, sudan duvarlar, yonca
ve derisi soyulmuş yulaf,
nemli, damlayan, vahşice örülmüş bir gecenin
ağında zaten yakalanmış baş kısmı,
bir şikayetle geri dönüyor parçalayan damla,
gökyüzünü yaran diyagonal hiddetler.
Dörtnal gidiyor rayihada yıkanmış atlar
altında sağanak yağmurun, kırbaçlıyor su ve evcilleştiriyor
deriden, taştan ve sudan kızıl şaşkınlığıyla onların:
ve buhar eşlik ediyor çılgın bir süt gibi
kaçak üzümlerle birlikte köpüklenen su.
Gündüz değildi, sadece o katı yörelerin
sarnıç karanlığıydı, o yeşil çalkantı
ve o hayvansı at kokusundaki gibi toynaklar
birleştiriyor dönen toprakla avlayan yağmurlu zamanı.
Battaniyeler, biniş takımları, eyer örtüsü yığılmışlar üst üste
kasvetli narlar gibi
yabanıl ormanı yenen ve mahmuzlayan
o yanan kükürt sırtların üstünde.
İleri, ileri, ileri, ileri,
ileri, ileri, ileri, ileriiiiii,
biçiyor atlılar yağmuru, kekre
fındıkların altında kovalıyor atlılar, yağmur
büküyor sonsuz tahılını titreyen ışınlarla.
Orada, sudan bir ışık, şaşırmış bir şimşek
fırlatılmış üzerine yaprağın, ve dörtnalın sesinden bile
yükseliyor kanatsız su, yaralanmış toprakla.
Kanayıp duran kereste, yaprakla örtülmüş kubbe,
adım adım, buz gibi dağılmış ya da ay gibi
yıldızlardan gece şarkısı bitkinin,
siklonsu at oklarla kaplı donmuş bir hayalet gibi
gazaptan doğmuş yeni ayaklarla tamamlanmış
ve korkutan sancaklarıyla muhteşem imparatorluğu onun.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Yalan Benzeri

Bugün adları Gajardo’dur, Manuel Trucco’dur,
Hernán Santa Cruz’dur, Enrique Berstein’dir,
Germán Vergara’dır, para karşılığı
konuşanlardır bunlar, ey anayurt, senin kutsal
adınla ve ileri sürüyorlar seni savunduklarını
atarlarken senin yapraklarının mirasını pisliğe.
Hainin eczanesindeki haplar gibi
yuvarlanan cüceler, tahmini hesaplamanın
fareleri, küçük ve sefil
yalancılar, bizim gücümüzle palazlanmışlar, harap
çıraklar açılmış kollarıyla
ve iftira atan tavşan dilleriyle.
Onlar benim anayurdum değil, gittiğim ülkelerde
beni dinlemek isteyen herkese anlatıyorum bunu:
güherçilenin soylu adamları değil onlar,
berrak halk tuzu değil onlar,
tarımın heykelini yapan
sakin eller değil onlar,
değiller, yoklar onlar, yalan söyleyip lakırdı yapıyorlar
var olmamak için, satın alınmak için.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan "Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi"