Şiir, Sadece: Nazım Hikmet
Nazım Hikmet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nazım Hikmet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Kasım 2013 Cumartesi

Kızçocuğu

Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâat gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca, bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.


Nazım Hikmet

Dünyayı Verelim Çocuklara

Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler


Nazım Hikmet

29 Kasım 2013 Cuma

Doğum

Anası bir oğlancık doğurdu bana;
kaşsız, sarı bir oğlan,
masmavi kundağında yatan
bir nur topu, üç kilo ağırlığında.

Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu Korede,
sarı ay çiçeğine benziyorlardı.
Makartır kesti onları,
gittiler ana sütüne bile doymadan
Benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu Yunan zindanlarında,
babaları kurşuna dizilmiş.
Bu dünyada ilk görülecek şey diye
demir parmaklığı gördüler.

Benim oğlan 
dünyaya geldiği zaman
çocuklar doğdu Anadoluda,
mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
Bitlendiler doğar doğmaz
kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
Benim oğlan
benim yaşıma bastığı zaman,
ben bu dünyada olmıyacağım,
ama harikulâde bir beşik olacak dünya,
siyah,
beyaz,
sarı
bütün çocukları
sallıyan
mavi atlas döşekli bir beşik.


Nazım Hikmet

Makartır - (Mac Arthur): Amerikan generali. 2. Dünya savaşında Asya'daki Amerikan ordularının kumandanlığını yaptı. Asya halklarına karşı yürüttüğü baskılarla ün saldığı (!) için Amerikan hükümeti tarafından Kore savaşının kumandanlığına da atandı.

Bir Kız Vardı Japonya'da

...

Bir kız vardı Japonyada
ufacık, tefecik bir kız,
Bir bulut vardı dünyada
işi: öldürmekti yalnız.

Bu bulut bu kızcağızın
öldürdü nineciğini,
külünü göğe savurdu,
sonra, yine apansızın
gelip babasını vurdu,
sonra da kızın kendisini.
Ve doymadı ve doymadı
yeni kurbanlar arıyor.
Atom ölümüdür adı,
karanlıkta bağırıyor.

Büyük bir birlik kuralım,
canavarı susturalım.
Savaş cengine gidelim,
canavarı yok edelim.


Nazım Hikmet

28 Kasım 2013 Perşembe

Benim Oğlan Fotoğraflarda Büyüyor

İçimde acısı var yemişi koparılmış bir dalın,
gitmez gözümden hayali Haliçe inen yolun,
iki gözlü bir bıçaktır yüreğime saplanmış
evlât hasretiyle hasreti İstanbulun.

Ayrılık dayanılır gibi değil mi?
Bize pek mi müthiş geliyor kendi kaderimiz?
Elâleme haset mi ediyoruz?
Elâlemin babası İstanbulda hapiste,
elâlemin oğlunu asmak istiyorlar
yol ortasında
güpegündüz.
Bense burda rüzgâr gibi
bir halk türküsü gibi hürüm,
sen ordasın yavrum,
ama asılamıyacak kadar küçüksün henüz.
Elâlemin oğlu katil olmasın,
elâlemin babası ölmesin,
eve ekmekle uçurtma getirsin diye,
orda onlar aldı göze ipi.

İnsanlar,
iyi insanlar,
seslenin dünyanın dört köşesinden
dur deyin,
cellât geçirmesin ipi.


Nazım Hikmet

Annen

Sen bir avuç bebektin
Kimdi süt veren sana,
Hastalandın ölecektin
Kim kanat gerdi sana?

Senin minik başını
Avuçlarına alıp
Gece uykusuz kalıp
Kucağında kim salladı
Ağladın, seninle kim ağladı
Annen!

Sana ilk adımını attıran kimdir
Konuşmayı öğretti sana bir bir
Annen!

Sen şimdi giderken okula
Sefertasını kim hazırlar?
Kim bakar arkandan yola?
Sende en çok kimin hakkı var
Kimdir seni en çok seven
Annen!

Dünyayı hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu
gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
dünyayı çocuklara verelim
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler


Nazım Hikmet

15 Kasım 2013 Cuma

Nazım Hikmet

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız

biz ki sessiz ve yağız
bir yazın yumağını çözerek
ve ölümü bir kepenek gibi örtüp üstümüze
ovayı köpürte köpürte akan küheylan
ve günleri hoyrat bir mahmuz
ya da atlastan bir çarkıfelek
gibi döndüre döndüre
bir mapustan bir mapusa yollandığımız

biz, ey sürgünlerin nâzım'ı derken
tutkulu, sevecen ve yalnız
gerek acının teleğinden ve gerek
lâcivert gergefinde gecelerin
şiiri bir kuş gibi örerek
halkımız, gülün sesini savurup
bir türkünün kekiğinden tüterken
der ki, böyle yazılır sevdamız

hüzün ki en çok yakışandır bize
belki de en çok anladığımız


Hilmi Yavuz

8 Kasım 2013 Cuma

Nazım'a Bir Göz Çelengi

Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun
ne yapacağız şimdi?
Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar
bulabilecek miyiz bir daha?
Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun
ne yapacağız?
Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı,
ateşle suyun birleştiği
Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu?
Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler
kazandırdın bana
Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları
Bulutlar gibi, yaprak gibi uçarlar
Düşerlerdi orada, uzakta.
Yaşarken kendine seçtiğin
Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa.

Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet
sunuyorum
Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üzerinde parıldayan
Halkların kavgasını ve kavgamı benim
Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan...
Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da
yalnızım sensiz.
Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen
yüzünden yoksun
dostluğumuzdan, bana ekmek olan,
rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan
Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle
Kuyu gibi kapkara zindanlardan
Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları
Ellerinde izi vardı eziyetlerin
Hınç oklarını aradım gözlerinde
Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin
Yaralar ve ışıklar içinde.

Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır
Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya
Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın,
Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun?
Teşekkürler, böyle olduğun için!
Teşekkürler o ateş için
Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.


Pablo Neruda

8 Nisan 2012 Pazar

Nazım'ın Yüreği

Usanınca gerçeklerin yalanından, 
kaygan, yüzsüz baskıdan, 
tunç Nâzım'ı anımsarım 
ve sesini 
   biraz hançerimsi : 
      "Merhaba kardaşım... 
   Ne o, neden yüzün asık öyle 
      Boş ver! 
   Yoksa şiir mi takıldı bir yerde? 
      Gel, birlikte bitirelim. 
   Paran mı yok? 
      Bakarız bir çaresine, dert değil. 
Kız mı? 
      Aldırma bulunur..." 
Oysa asıl kendisinde var bir şey, 
   içini kemiren yüz çizgilerinden dehşetle akan : 
      "Hepsi iyi de, 
         şu yürek ağrısı... 
      Adam sen de 
         ağrıyadursun, yaşıyoruz ya..." 
Kimisi için şiir bir roldür, 
Kimisine bir dükkân, 
   kazançtır. 
Onun içinse ağrıdır şiir, 
   rol değil. 
Nâzım'ın yüreği de ağrıdı durdu işte. 
Üzerine titreyen doktoru bir gün, 
hani pek de güvenemiyerek, 
tenbih etmişti bana : 
   "Bakın" demişti, 
   "Keskin konulardan kaçının ki 
   ağrımasın Nâzım'ın yüreği..." 
Hey gidi doktor... 
   Hastanız gitti. 
Yaramadı çabalarınız. 
Yüreğiyse onun 
   gizli gizli çarparak 
   sürdürdü ağrısını 
      ölümünden sonra da. 
İçimdeki acı için ağrıyor, 
Türkler için, Ruslar için ağrıyor, 
kendisi gibi mapusta özgür olanlar için 
özgürlükte mapus gibiler için 
   ağrıyor. 
Hapisane acılarıyla yanan o yürek 
   - ölümden sonra bile - 
      dinlemiyor doktorları, 
korkak olduğumuz zaman 
   ağrıyor. 
neme gerek dersek ağrıyor. 
Onun gibi açık yürekle : 
   "Merhaba kardaşım..." 
   diyemezsek ağrıyor... 
Varsın ağrısın 
   hepsi için yüreklerimiz, 
   tek ağrımasın Nâzım'ın yüreği. 


Yevgeni YEVTUŞENKO

30 Aralık 2011 Cuma

Onlar

Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil,
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Onlar ki uyup hainin iğvasına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtada hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.

Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.

En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için:
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.


Nazım Hikmet
Kuvayı Milliye


1 Ocak 2010 Cuma

Nazım Hikmet

Nâzım Hikmet Ran (d. 15 Kasım 1901, nüfusta kaydı 15 Ocak 1902, Selanik - ö. 3 Haziran 1963, Moskova) Türk şair ve oyun yazarı. Lakabı "Güzel Yüzlü Şair" veya "Mavi Gözlü Dev"dir. Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim adını da kullandığı olmuştur. Hatta İt Ürür Kervan Yürür kitabı Orhan Selim imzasıyla çıkmıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmış ve adı 20. yüzyıl'ın ilk yarısında yaşamış olan dünyanın en büyük şairleri arasında anılmıştır. Eserleri birçok dile çevrilmiştir. Mezarı halen Moskova'da bulunmaktadır. Türkiye Komünist Partisi (TKP) üyesi olup ayrı ayrı toplam 11 davadan yargılanmıştır.
Eserleri birçok ödül almıştır. Türkiye'deki yaşamının çoğunu hapiste geçirmiş daha sonra Moskova'ya gitmiş ve Türk vatandaşlığından çıkarılmıştır.
Nazım Hikmet,1938'de cezaevine girmiş ve şiirleri yasaklanmıştır. Türkiye'de ancak ölümünden iki yıl sonra 1965'te şiirleriyle yeniden önem kazanmıştır.
 

Üslubu ve Başarıları

İlk şiirlerini hece ölçüsü ile yazmaya başlamasına rağmen içerik bakımından diğer hececilerden uzaktı. Şiirsel gelişimi arttıkça hece ölçüsü ile yetinmemeye ve şiiri için yeni formlar aramaya başladı. Sovyetler Birliği'nde yaşadığı ilk yıllar olan 1922-1925 arası bu arayış doruğa çıktı. O dönemdeki birçok şairden farklıydı.
Hece ölçüsünden ayrılarak Türkçenin vokal özellikleri ile harmoni oluşturan serbest ölçüyü benimsedi. Mayakovski ve gelecekçilik taraftarı genç Sovyet şairlerinden esinlendi. Şiirlerinden birçoğu Fuat Saka, Volkan Konak, Grup Yorum, Ezginin Günlüğü ve Zülfü Livaneli gibi sanatçılar tarafından bestelendi. Ünal Büyükgönenç tarafından özgün bir şekilde yorumlanmış olan küçük bir kısmı ise 1979'da "Güzel Günler Göreceğiz" ismiyle kaset olarak çıktı. Birkaç şiiri ise Yunan besteci Manos Loïzos tarafından bestelendi. Ayrıca bazı şiirleri Yeni Türkü'nün eski üyesi Selim Atakan ve Cem Karaca(Çok Yorgunum) tarafından bestelenmiştir. Ayrıca Fuat Saka'nın da biri Demir Gökgöl ile olmak üzere iki adet Nazım Hikmet şiirlerinin bestelendiği şarkıları ıçeren albümü vardır.

Ailesi

Babası, Matbuat Umum müdürlüğü ve Hamburg konsolosluğu yapmış olan Hikmet Bey, annesi Ayşe Celile Hanım'dır.
Annesi Celile Hanım, piyano çalan, ressam denilebilecek ölçüde iyi resim yapan, Fransızca bilen bir kadındır. Celile Hanım, bir dilci ve eğitimci de olan Hasan Enver Paşa'nın kızıdır. Hasan Enver Paşa, Polonya'dan 1848 Ayaklanmaları sırasında Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden ve Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa Celalettin Paşa adını alan Konstantin Borzecki'nin (Lehçe: Konstanty Borzęcki, d. 1826 - ö. 1876) oğludur. Mustafa Celaleddin Paşa Osmanlı Ordusu'nda subay olarak görev yapmış ve Türk tarihi üzerine önemli bir eser olan "Les Turcs anciens et modernes" (Eski ve yeni Türkler) kitabını yazmıştır. Celile Hanım'ın annesi ise Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa'nın (Karl Detroit) kızı olan Leyla Hanım'dır. Celile Hanım'ın kız kardeşi Münevver Hanım, şair Oktay Rifat'ın annesidir.
Babası Hikmet Bey, Selanik'te, Hariciye Nezareti'nde (Dışişleri Bakanlığı) çalışan bir memurdur. Diyarbakır, Halep, Konya ve Sivas valilikleri yapmış olan Nazım Paşa'nın oğludur. Mevlevi tarikatından olan Nazım Paşa aynı zamanda bir özgürlükçüdür. Kendisi Selanik'in son valisidir. Hikmet Bey henüz Nazım'ın çocukluğunda memuriyetten ayrılır ve ailece Halep'e, Nazım'ın dedesinin yanına giderler. Orada yeni bir iş ve hayat kurmaya çalışırlar. Başarısız olunca İstanbul'a gelirler. Hikmet Bey'in İstanbul'daki iş kurma denemeleri de iflasla neticelenir ve hiç hoşlanmadığı memuriyet hayatına geri döner. Fransızca bildiği için yeniden Hariciye'ye atanır.

Yaşamı

Selanik'te doğdu. Aslen 20 Kasım 1901 olan doğum tarihi ailesi tarafından sene kaybetmemesi için 15 Ocak 1902 olarak kaydettirildi.
İlk şiiri ‘Feryad-ı Vatan’'ı 1913'te yazar. Aynı yıl Galatasaray Sultanisi'nde ortaokula başlar. 1917'de Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girer. Sonrasında Kurtuluş Savaşı dolayısıyla Anadolu'ya geçer; fakat sağlık sorunları yaşaması nedeniyle bahriyeden ayrılmak zorunda kalır. Bu sırada Hamidye Kruvazörü'nde güverte subayıdır.
Bolu'ya öğretmen olarak atanır. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okur. 1921'de gittiği Moskova’da devrimin ilk yıllarına tanık olur ve komünizm ile tanışır. 1924'te Moskova’da yayınlanan ilk şiir kitabı ’28 Kanunisani’ sahnelenir. O yıl Türkiye’ye dönerek Aydınlık Dergisi’nde çalışmaya başlar, ne var ki dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı on beş yıl hapsi istenince tekrar Sovyetler Birliği’ne gider. 1928’de af kanunundan yararlanır ve Türkiye'ye döner. Bu defa Resimli Ay dergisinde çalışmaya başlar. 1938’de yirmi sekiz yıl hapis cezasına çarptırılır. 12 sene süren tutukluluktan sonra askere alınacağı ve öldürüleceği endişesiyle 1950 yılında Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği'ne giden Nazım, 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulunca Türkiye vatandaşlığından çıkarılmasının ardından, büyük dedesi Mahmut Celaleddin Paşa (Konstantin Borzecki)'nın memleketi olan Polonya'nın vatandaşlığına geçerek Borzecki soyadını alır. 3 Haziran 1963 tarihine gelindiğinde ise, Nazım Hikmet geçirdiği bir kalp krizi neticesinde hayata gözlerini yummuştur. 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye vatandaşlığı iade edilmiştir.

Davaları ve Sürgün

1925 yılından başlamak üzere şiirleri ve yazıları yüzünden birçok kere yargılandı. 1938 yılında orduyu ayaklanmaya kışkırtmaya çalıştığı gerekçesiyle 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın kaldı. Bursa cezaevinde kaldığı yılları anlatan Mavi Gözlü Dev adlı film 2007 yılında vizyona girmiştir. 1950 yılında bir af yasasıyla salıverildi. Ancak sürekli izlendiği ve çürüğe ayrıldığı halde 48 yaşında yeniden askerlik yapmaya çağrılması ve öldürüleceği yolundaki duyumlar üzerine yurtdışına kaçtı. 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından Türkiye vatandaşlığından çıkarılmasına karar verildi. Sovyetler Birliği'nde Moskova yakınlarındaki yazarlar köyünde ve daha sonra da, eşi Vera Tulyakova (Hikmet)ile Moskova'da yaşadı. Memleket dışında geçirdiği yıllarda Bulgaristan, Macaristan, Fransa, Küba, Mısır gibi dünya memleketlerini dolaştı, buralarda konferanslar düzenledi, savaş ve emperyalizm karşıtı eylemlere katıldı, radyo programları yaptı. Budapeşte Radyosu ve Bizim Radyo bunlardan bazılarıdır. Bu konuşmaların bir kısmı bugüne ulaşmıştır.

Ölümü ve sonrası

3 Haziran 1963 sabahı saat 06:30'da gazetesini almak üzere 2. kattaki dairesinden apartman kapısına yürümüş ve tam gazetesine uzanırken geçirdiği kalp krizi sonucunda ölmüştür. Ölümü üzerine Sovyet Yazarlar Birliği salonunda yapılan törene yerli yabancı yüzlerce sanatçı iştirak etmiş ve tören siyah beyaz olarak kaydedilmiştir. Ünlü Novo-Deviçye Mezarlığı'nda (Новодевичье кладбище) gömülüdür. Mezar taşı siyah bir granitten olup meşhur şiirlerinden biri olan rüzgâra karşı yürüyen adam figürü taş üzerinde ebedileştirilmiştir.
2006 yılında Bakanlar Kurulunun Türk vatandaşlığından çıkarılmalar ile ilgili yeni bir düzenleme yapması durumu belirdi. Yıllardır tartışılmakta olan Nâzım Hikmet'in Türk vatandaşlığına yeniden kabul edilmesi yolu açılmış gibi gözükmesine rağmen Bakanlar Kurulu bu maddenin sadece yaşamakta olanlar için düzenlendiğini ve Nâzım Hikmet'i kapsamadığını öne sürerek bu öneriyi reddetti.
Şair Nâzım Hikmet'in 2008 yılının ilk günlerinde, eşi Piraye'nin torunu Kerem Bengü tarafından, Piraye'nin evrakları arasında, “Dört Güvercin” adında bir şiiri ve 3 adet tamamlanmamış roman taslağı bulundu.

Yeniden Türk Vatandaşlığına Alınması

2009 yılının 5 Ocak Günü "Nâzım Hikmet Ran'ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının yürürlükte kaldırılmasına ilişkin önerge" Bakanlar Kurulu'nda imzaya açıldı.
Nâzım Hikmet Ran'a yeniden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının iade edilmesine ilişkin bir kararname hazırladıklarını ve bu teklifin imzaya açıldığını ifade eden Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek yaptığı açıklamada, 1951 yılında vatandaşlıktan çıkartılan Nâzım Hikmet Ran'ın yeniden Türk vatandaşı olmasına ilişkin önerinin Bakanlar Kurulu'nca oylanarak kabul edildiğini söyledi.
Bakanlar Kurulu'nun 05.01.2009 tarihinde aldığı bu karar, 10.01.2009 tarihinde Resmi Gazete'de yayınlandı ve Nâzım Hikmet Ran, 58 yıl sonra yeniden Türk vatandaşı oldu.

Eserleri

Ölümünden önce yayımlananlar

  • Dağların Havası (Osmanlıca, 1925)
  • Güneşi İçenlerin Türküsü (1928)
  • 835 Satır (1929)
  • Jokond ile Si-Ya-U (1929)
  • Varan 3 (1930)
  • 1 + 1 = 1 (1930)
  • Sesini Kaybeden Şehir (1931)
  • Gece Gelen Telgraf (1932)
  • Benerci Kendini Niçin Öldürdü? (1932)
  • Bir Ölü Evi yahut Merhumun Hanesi (1932)
  • Kafatası (1932)
  • Orman Cücelerinin Sergüzeşti (1932)
  • Unutulan Adam (1934)
  • Portreler (1935)
  • Taranta Babu'ya Mektuplar (1935)
  • Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı (1936)
  • İt Ürür Kervan Yürür (1936, Orhan Selim adıyla)
  • Milli Gurur (1936)
  • Sovyet Demokrasisi (1936)
  • Alman Faşizmi ve Irkçılığı (1936)
  • Kurtuluş Savaşı Destanı (1937)
  • Yeşil Elmalar (1938)
  • La Fontaine'den Masallar (1949)

Ölümünden sonra yayımlananlar

  • Saat 21-22 Şiirleri (1965)
  • Enayi (1965)
  • Ferhad ile Şirin (1965)
  • İnek (1965)
  • İstasyon (1965)
  • Kan Konuşmaz (1965)
  • Şu 1941 Yılında (1965)
  • Yolcu (1965)
  • Yaşamak Hakkı (1966)
  • Dört Hapishaneden (1966)
  • Bu Bir Rüyadır (1966)
  • Ocak Başında (1966)
  • Rubailer (1966)
  • Sabahat (1966)
  • Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim (1966)
  • Memleketimden İnsan Manzaraları (1966-1967)
  • Allah Rahatlık Versin (1967)
  • Evler Yıkılınca (1967)
  • İnsanlık Ölmedi ya (1967)
  • Yusuf ile Menofis (1967)
  • Cezaevinden Memet Fuat'a Mektuplar (1967)
  • Kemal Tahir'e Mapushaneden Mektuplar (1968)
  • Kuvâyi Milliye (1968)
  • Sevdalı Bulut (1968)
  • Yeni Şiirler 1951-1959 (1969)
  • Son Şiirleri 1959-1961 (1969)
  • Bursa Cezaevinden Vâ'Nû'lara Mektuplar (1970)
  • İlk Şiirleri 1913-1927 (1971)
  • Demokles'in Kılıcı (1974)
  • Faşizm Sınıflar ve Emperyalizm (1975)
  • Nazım ile Piraye (1975)
  • Aydınlıkçı Yazar Aydınlıkçı Şair (1976)
  • Yazılar (1976)
  • İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu? (1985)
  • Çeviri Hikâyeler (1987)
  • Her Şeye Rağmen (1990)
  • Kadınların İsyanı (1990)
  • Kör Padişah (1990)
  • Tartüf-59 (1990)
  • Yalancı Tanık (1990)
  • Hikâyeler (1991)
  • Konuşmalar (1991)
  • Masallar (1991)
  • Sanat, Edebiyat, Kültür, Dil (1991)
  • Yatar Bursa Kalesinde (1991)
  • Yazılar 1924-1934 (1991)
  • Yazılar 1935 (1991)
  • Yazılar 1936 (1991)
  • Yazılar 1937-1962 (1991)
  • Piraye'ye Mektuplar 1 (1998)
  • Piraye'ye Mektuplar 2 (1998)
  • Sanat ve Edebiyat Üstüne (1998)
  • Nâzım Hikmet Şarkıları (2001)
  • Bizim Radyoda Nâzım Hikmet (2002)
  • Bütün Şiirleri (2007)
  • Henüz Vakit Varken Gülüm (seçme şiirler, 2008)
  • Öteki Defterler (2008)
  • Çankırıdan Piraye'ye Mektuplar (2010)
  • Bütün İnsanlık (kendi sesinden şiirler, 2011)

13 Aralık 2008 Cumartesi

Taranta - Babu'ya Son Mektup

Taranta - Babu'm!
Bu belki sana son mektubumdur. Belki birbirimizi bir daha görmiyeceğiz. Belki
ilkönce beni kurşuna
dizen namlular, sonra gelip senin memelerinde kırmızı delikler açacak.
Sana bu son mektubumda İtalya gazetelerinden kestiğim bir iki yazıyla, bir
Avrupa gazetesinden
çıkardığım iki istatistiği yolluyorum. Birbiri ardına dizilmiş sözlerle, alt
alta konmuş sayıların kavgasını
göstermek istedim sana.
Sayılar mektubumun sonundadır, sözlerden başlıyorum işte:

Danunçio'nun şövalye Claudio
Pozzi'ye yazdığı mektuptan:

Mio caro amico,
O ender incelikleri aldım. Dehşetli bir nevraljiden muztaribim, fakat seni Pak
yortusundan önce
göreceğimi sanıyorum.. Her vakitki gibi, gayet hafif mendilleri tercih
etmekteyim, sen beni baştan
çıkarıyorsun. Sana pembe trikoları geri gönderiyorum, bu tiksindiğim bir
pederast renktir. Benim için her
vakit kurşunî, fildişi beyazı, bellisiz mavi..

Muharebenin kosmik zarureti

.... 26 yıldan beri muharebenin décongestionante, sıhhî ve tahrik edici
değerini ilan etmekteyiz.
Muharebe kosmik bir zarurettir ve insanın bedenini gençleştirir, ruhunu tasfiye
eder.
Marinetti'nin
beyannamesinden

Geçen muharebede kör olanlar

Geçen muharebede kör olanlar bile bugün işe yarıyabilirler. Aeroplanlara karşı
kurulacak olan
bataryaların dinleyici postalarında körlerin karanlıklara gömülü gözleri,
kulaklarının duygusuyla ışığa
kavuşmuş olacaktır.
Corriere della
Sera'dan

Geri dönemeyiz

Artık dönemeyiz. Afrika'daki 200.000 İtalyan tüfeği kendiliğinden ateş
edecektir.
Duçe'nin Daily Mail gazetesi muharririne
verdiği mülâkattan

Kara gömleklilerin evamiri aşeresi

Muharebeye giden kara gömleklilere şu yeni evamiri aşere büyük bir törenle tebliğ
edilmiştir:
Vatan sınırlarının ötesinde silâhlı kara gömleklilerin ilerleyişi, beşerî
adaletin yerine getirilmesi ve
medeniyetin zaferi demektir.
Kim ki, adaletin ve medeniyetin yolunda yürümek ister, hayatını fedaya hazır
olmalıdır.
Harbin tehlikesi içinde bu fedakârlık, düşmanın tam ezilişine imana
bağlıdır.
Muharebede değer ortaya çıkar, fakat bu kâfi değildir, bu değerin bekleyişin
azabında da tezahür
etmesi gerektir.
İnan, itaat et, dövüş.. İnan; çünkü bilirsin ki, Duçe daima haklıdır; itaat
et; çünkü bilirsin ki, her emir
ondan gelir; dövüş; çünkü bilirsin ki, onun kumandası altındaki her kavga bir
zaferdir.
Hiçbir düşman sizi gafil avlıyamaz, çünkü kara gömleklilerin karanlıkları
gören gözleri vardır.
Hiçbir düşman kara gömleklilerin maddî sıkıntılarından istifadeye kalkışamaz,
çünkü onların,
maddeyi yenen demirden ruhları vardır.
Kim ki, silâhlarına karşı kıskanç bir itina göstermez, kim ki, kurşunlarını
kaybeder, kim ki,
susuzluğun ilk işaretiyle matarasına sarılır, bir kara gömlekli değil, hayata
uyamıyan bir zavallıdır.
Eğer bir kıt'a muharebe esnasında ana kuvvetlerle bağını kaybederse, emir
beklememelidir, emir
"İleri, daima ileri"dir.
Silâhların ilk patlayışında, kara gömlekliler önlerinde Duçe'nin koskocaman
şeklini göreceklerdir.
Onu, düşmanın gerisinde gökyüzüne çizilmiş görecekler: bir kahramanlık rüyasında
bir dev hayaleti gibi..
Il Popola
d'Italia'dan

İtalya'da yövmiye

Bir İngiliz isçisinin aldığı orta yövmiye 100 olarak ele alınırsa :

Amerika'da ......................................... 120
Kanada'da ........................................... 100
İngiltere'de .......................................... 100
İrlanda'da .............................................. 80
Hollanda'da ........................................... 72
Lehistan'da ............................................ 50
İspanya'da ............................................. 30
İtalya'da .................................................29

İtalya'da işsizlik ve iflaslar

1929 Yılında 300.786 İşsiz 1.204 İflas
1930 Yılında 425.437 İşsiz 1.297 İflas
1931 Yılında 731.437 İşsiz 1.786 İflas
1932 Yılında 932.291 İşsiz 1.820 İflas

Bu sayılar on yıllık faşizmin bilançosudur, Taranta - Babu. Ondan sonraki
yıllarda ne oldu? Bunun
karşılığını, bizim topraklarda ölecek olan İtalyan delikanlıları verecek.


Nazım Hikmet
Taranta - Babu'ya Mektuplar

12 Aralık 2008 Cuma

Taranta - Babu'ya On İkinci Mektup

Geliyorlar Taranta - Babu,
seni öldürmeğe geliyorlar.
Karnını deşip
barsaklarının
kumun üstünde aç yılanlar gibi kıvrandıklarını
görmeğe geliyorlar.
Seni öldürmeğe geliyorlar Taranta - Babu,
seni
ve keçilerini.
Oysaki, ne onlar seni tanır
ne onları sen..
Ve ne keçilerin atlamıştır
onların çitlerinden.

Geliyorlar Taranta - Babu.
Kimi Napoli'den
Tirol'den kimi.
Kimi doyulmamış bir bakıştan
yumuşak
ve sıcak
bir elden kimi...
Onları ordu ordu
tabur tabur
bölük bölük
fakat teker teker
düğüne götürür gibi
üç denizden aşırıp
ölüme getirdi gemiler..

Geliyorlar Taranta - Babu,
geliyorlar içinden bir yangın alevinin.
Ve bayraklarını dikip
samandan damına
senin toprak evinin,
gelenler
geri dönseler bile eğer,
kanlı kesik sağ kolunu Somali'de bırakan
Torinolu tornacı artık
çelik çubukları ipek gibi öremeyecek...
Ve kör gözleriyle bir daha
Sicilyalı balıkçı
denizlerin ışığını göremeyecek.

Geliyorlar Taranta - Babu.
Bu ölmeğe ve öldürmeğe gönderilenler
kanlı sargılarına birer birer
teneke haçlar takıp döndükleri gün,
büyük ve âdil Roma'da
hisse senetleriyle aksiyonlar yükselecek,
ve gidenlerin ardından
yeni efendilerimiz
ölülerimizi soymağa gelecek...


Nazım Hikmet
Taranta - Babu'ya Mektuplar

Taranta - Babu'ya On Birinci Mektup

Bu gece
İl Duçe
binerek bir kır ata
aedromda söyledi söylev
500 pilota..
Söylevi bitti.
Onlar yarın
Afrika'ya gidecekler;
O bu gece
sarayında salçalı makarna yemeğe gitti...


Nazım Hikmet
Taranta - Babu'ya Mektuplar

11 Aralık 2008 Perşembe

Taranta - Babu'ya Onuncu Mektup

NOT:
Bu onuncu mektubun başına,
yine gazetelerden kesilmiş
şöyle bir telgraf haberi iliştirilmişti.

......İtalyan kuvvetlerinin Habeşistan'da
harekete geçmeleri için yağmur mevsiminin
bitmesi ve baharın gelmesi bekleniyor...

Ne tuhaf şey Taranta - Babu;
bizi kendi topraklarımızda öldürmek için
kendi topraklarımızın
baharını bekliyorlar.
Ne tuhaf sey Taranta - Babu;
belki bu yıl Afrika'da
yağmurların dinişi,
renklerin, kokuların
gökten yere bir şarkı gibi inişi
ve güneşin altında ıslak toprağımızın
derisi tunç yaldızlı Gallalı bir kadın gibi gerinişi,
bize senin
memelerin
gibi tatlı yemişlerle beraber
ölümü getirecek.
Ne tuhaf şey Taranta - Babu!
Kapımızdan içeri ölüm
kolonyal şapkasına
bir bahar çiçeği takıp girecek...


Nazım Hikmet
Taranta - Babu'ya Mektuplar

Taranta - Babu'ya Dokuzuncu Mektup

NOT:
Bu dokuzuncu mektubun başında
bir radyo makinasının fotoğrafı
vardı.

Bugün aklıma
yazısız ve çizgisiz
bir resim geldi, Taranta - Babu!
Ve benim, birdenbire
yüzünü değil,
gözünü değil,
senin sesini göresim geldi, Taranta - Babu;
"Mavi Nil" gibi serin,
yaralı bir kaplan gözü gibi derin
sesini senin!

NOT:
Bu dokuzuncu mektubun burasına
bir gazeteden kesilmiş şöyle bir
haber iliştirilmişti:

MARKONİ, İL DUÇE'NİN
SADIK NEFERİ...
Markoni, gazetecilere. "Ben şefim Mussolini'nin
emrine amadeyim," demiştir. Markoni, ilk tecrübeleri
muvaffakiyetle neticelenen, Habeşistan'da
tatbik edilecek olan bir ölüm ışığı
bulmuştur. Bu ışık....

Havalara sesleri
başı boş
mavi kanatlı kuşlar gibi salan
ve havalardan en güzel şarkıları
olgun yemişler gibi toplıyan elleri, ONUN,
yaparak
kulluğunu kara gömlekli Benito'nun,
boyanacak dirseklerine kadar
kardeşlerimin kanıyla.
Ve Habeş ovalarında öldürecek
büyük bilgin Markoni'yi,
Banka Komerçiale'de aksiyoner
mülti milyoner
Kont Markoni.


Nazım Hikmet
Taranta - Babu'ya Mektuplar

10 Aralık 2008 Çarşamba

Taranta - Babu'ya Sekizinci Mektup

Mussolini çok konuşuyor TARANTA - BABU!
Tek başına
yapayalnız
karanlıklara
bırakılmış bir çocuk gibi
bağıra bağıra
kendi sesiyle uyanarak,
korkuyla tutuşup
korkuyla yanarak
durup dinlenmeden konuşuyor.
Mussolini çok konuşuyor TARANTA - BABU
çok korktuğu için
çok konuşuyor!.


Nazım Hikmet
Taranta - Babu'ya Mektuplar

Taranta - Babu'ya Yedinci Mektup

Bilirim
beş altıyı geçmez
senin kafanın raflarında dizili
kapalı şişeler gibi sorgular...
Sen ki kapkara cahilsin
herhangi bir
hukuku düvel profesörü kadar..
Buna rağmen
sana sorsam
desem ki ben:
"Keçilerimizin
kıvırcık uzun
tüyleri dökülüp,
iki başlı memelerinden
iki kol ışık gibi akan
sütleri kesilirse;
ve portakallarımız,
sönen birer güneş yavrusu gibi dallarında kuruyup,
kemik ayaklarıyla kıtlık,
yerli bir kral gibi geçerse toprağımızdan,
sen ne yaparsın?"
Bana dersin ki sen:
"İlk ışıklarla ağarmağa başlıyan
yıldızlı bir gece gibi
damla damla kaybederim boyamı,
damla damla solarım..."
Bana dersin ki sen:
"Bir Afrika kadınına bu sorulur mu hiç?
Kıtlık ölümdür bizim için
bolluk sevinç..."

Fakat ne hikmettir ki TARANTA - BABU
büsbütün tersine burda bu!.
Bir öyle şaşılası
dünya ki burası,
bollukla ölüyor,
kıtlıkla yaşıyor.
Varoşlarda hasta, aç kurtlar gibi
insanlar dolaşıyor
ambarlar kilitli
ambarlar buğdayla dolu..
Tezgâhlar
ipekli kumaşla dokuyabilir
topraktan güneşe kadar giden yolu.
İnsanlar yalnayak
insanlar çıplak...
Bir öyle şaşılası
dünya ki burası,
balıklar kahve içerken
çocuklar süt bulamıyor.
İnsanları sözle besliyorlar,
domuzları patatesle...


Nazım Hikmet
Taranta - Babu'ya Mektuplar

9 Aralık 2008 Salı

Kör Olmak

Kör olmak ne iyi şeydir,
ne güzeldir sevmek karanlığı.
Ne yalın bir kılıç gibi bir ışık
ne renklerin ağırlığı
ve ne şekillerin kalabalığı..
Ne güzeldir sevmek karanlığı..

Kör olmak ne iyi şeydir.
Kapalı gözleriniz
çevrili içinize,
kıyısında oturup bakarsınız
içinizde dalgalanan denize.
Kapalı gözleriniz çevrili içinize..

Kör olmak ne iyi şeydir.
Körlerdir ki yalnız
kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.
Ne kimseye kendi gözlerinden verirler
ne kimsenin gözlerinden alırlar.
Körlerdir ki yalnız
kendi yürekleriyle baş başa kalırlar.

Ne güzeldir sevmek karanlığı.
Karanlık allah gibidir ve tek başınadır.
Karanlık ölüm gibidir
rengi yok
ahengi yok
dengi yoktur karanlığın.

Dağıtın yanınızdan sopalarınızla
karanlığın peygamberleri, körler,
kalabalığı..
Kör olmak ne iyi şeydir
ve ne güzeldir sevmek karanlığı...


Nazım Hikmet
Taranta - Babu'ya Mektuplar

Taranta - Babu'ya Altıncı Mektup

Buranın yazıcıları üçe bölünmüş TARANTA - BABU.
Bir çeşitleri var: yalnız iç gömleğine değil, ipekli bir mendile benziyen
yüreğinin kenarına da altı dişli taç
işleten Danunçio gibi; zıpır Marinetti ve dinamitçi Nobel'in mükâfatıyla İl
Duçe'nin yumruğundan gayrı her
şeyden kuşkulanan Pirandello gibi.
Bunlar, faşist edebiyatının dâhileri soyundan TARANTA - BABU.
Bunlar, allahlar gibi konuşur, anlaşılmıyacak kadar karanlıklarla dolu,
ulaşılamıyacak kadar yüksek ve
dibi bulunamıyacak kadar derin yazarlar. Fakat yine bunların senin gibi
karınları ağrır. Benim gibi karınları
acıkır. Yaşayışları, ya Milanolu bir yünlü kumaşlar fabrikatörününki gibidir, ya
geniş topraklarında traktör
işleten eski bir prens hanedanının reisi gibi.
Bunlar, faşist edebiyatının dâhileri soyundandırlar TARANTA - BABU.
Ve bunlar, bizim oralardaki altın külçelerinin kara toprağın altından güneş
parçalar gibi çıkartılıp Banka
Komerçiale'nin çelik depolarına getirilmesi için; harbin yaratıcı dinamik bir
kuvvet; sapsarı bir çölde
boynunun damarı kesilerek ölmenin, İtalya'nın Akdeniz suyu gibi masmavi göğünün
altında ebediyen yaşamak
demek olduğunu edebiyatlaştırmışlardır.
Ben, üç nehirle ayrılmış üç toprak parçası gibi üçe bölünen İtalyan
yazıcılarının bu dâhiler soyuyla yalnız
kitaplarının satırlarında konuştum ve yüzlerini, yalnız gazetelere basılan
rötuşlu fotoğraflarından tanırım.
İtalyan yazıcılar dünyasının ikinci çesidine gelince, bunlardan bir iki örnekle
karşılıklı oturup
konuşmuşumdur. Ve benim Afrika gecesinin ılıklığını taşıyan ellerim, onların,
pırıltısı yaldızlı Meryem Ana
tasvirleri önüne dikilen ince mumlar gibi sarı ve soğuk parmaklarına dokundu.
Hele içlerinde bir tanesi vardı
ki, TARANTA - BABU, gözleri, bir yaz günü güneşin ışığına ve sıcaklığına
dayanamayıp kudurduktan sonra,
sıra dağlardaki küçük mağaranın ıslak karanlığında ölen köpeğin, gözlerine
benzerdi.
Bu, bir şairdi, bir romancıydı, bir mütefekkirdi Taranta - Babu. Fakat her
şeyden önce, zavallı bir
kokainomandı. Onunla arkadaşlarına yarı lokanta ve yarı meyhanemsi bir yerde
rastlıyordum. Bağıra çağıra
konuşurlardı. Kavga ederlerdi. Hattâ bir gece, "İSA mı daha mistiktir? Konfüçyus
mu daha mistik?" diye
aralarında çıkan bir yüksek, bir derin, bir ilmî münakaşada, bir genç,
benimkinin kafasında bir şarap şişesi
kırdıydı.
Faşist miydi? Tam değil. Demokrat mıydı? Tam değil. Tam değil. Kafası da,
kokainle harap olmuş
uzviyeti gibi yarımdı. Onda tam olan bir şey vardı TARANTA - BABU, şaşkın
zavallı ve kökü kurumuş bir
ağaç gibi, mütereddî bir insan soyunun örneği olması. Faşizme düşman geçinmiş.
Sonra günün birinde el
altından mahalle faşyosuna istida vermek istediği duyuldu.
Bunun doğru olup olmadığını bilmiyorum. Fakat kendini dünyanın mihveri sanan bir
deli her şey yapabilir.
Ve o böyle bir deliydi.
İtalyan faşizminin bu ikinci çeşit yazıcılarının ne yazdıklarını sana
anlatabilmek için, onun bir şiirini
buraya geçiriyorum.
Bu şiir, o yarı lokanta yarı meyhanemsi yerdeki toplantılardan birinde okundu. O
gece hepsi ordaydılar.
Yaşlı bir romancının şerefine bir ziyafet veriliyordu. Benimki birdenbire ayağa
kalktı. Sarhoştu. Ağzının açılıp
kapanışlarını bile kullanamıyordu. Ortaya doğru bir iki adım attı:
Size, dedi, son kitabımdan, aklıma şöyle geliveren bir yazımı okuyacağım.
Ve elleriyle havada geniş çizgiler çizerek su şiiri okumağa başladı:

....
Kör Olmak
...


Şiir bitti. Alkışladılar. O, saatlerce çalışıp beyaz bir duvarı renkli
resimlerle doldurmuş bir nakkaş
yorgunluğuyla, sallanarak yerine döndü. Tam benim yanımdaki masada, şerefine
ziyafet verilen yaşlı
romancıyla modellerini baştan çıkarmaktan resim yapmağa vakit bulamıyan bir
ressam oturuyordu. Ressam,
şiir biter bitmez, romancının kulağına eğildi, alaycı bir sesle:
Nasıl buldunuz? dedi. Onun, bu şiiri bir Fransız şairinden aşırdığını
söylüyorlar.
Romancı birdenbire cevap vermedi, düsündü. Sonra:
Bu şiiri okuyan delikanlı sizin en yakın dostunuzmuş, diye duydum, dedi.
Ressam güldü:
Dostluk, diye cevap verdi, kabzasına birbirine düşman iki elin yapıştığı bir
bıçağa benzer.
Ne yalan söyliyeyim, Taranta - Babu, ben, bu dostluk tarifini anlamadım. Bu,
yalnız Faşist İtalya'da mı
böyledir, yoksa bütün Avrupa...


NOT:
Altıncı mektuptan elime geçen
karalamalar burada bitiyor.
Mektubun yarım kaldığı belli.
Habeş delikanlının, üçüncü
çesit İtalyan yazıcılarını nasıl
tarif ettiğini anlamak için
İtalyancayı baştan başa unutup
yeniden öğrenmeğe razıydım.


Nazım Hikmet
Taranta - Babu'ya Mektuplar