Şiir, Sadece

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Mavi Zenciler

Seni öpüyorum sevgili dünyamız
ışıklarla yıldızlarla dolu bir alan'da.
Kalbim... Dünyanın ortasında bir menekşe.

Dudaklarımda ıslak bir tango
yaşam mı beni avlıyor, ben mi yaşamı
portakal renkli Gökyüzünün altında.

Turuncu saatlerle kuşatılmış
bir İskandinav kentinin kahvehanelerinde
hiçbir şeyi yönetmiyorsun. Kalbini bile.

Bu Kuzey kentlerinde hüzün
bir likör tadında,
ve ne zaman öpsem bir Fin güzelini boğazından
katiyen hoyrat bir kırmızı dudaklarında.

Ey sürgünler, esrik düşlerin oğulları kızları
mavi akşamların mavi zencileri
bu gemiler nereye götürüyor yüreklerinizi sizin?
Kim kutsayacak sizi karların altında?

Duman duman üstüne oturmuş
ve bir güvercin yuvası olmuş kalbim.
Güvercinler mi uçuruyorum? Acılar mı?
Kim çarmıhta şarkı söyleyen? Ben miyim?

Kucak dolusu öpücük sunuyonım sana
sevgili dünyamız
ılık bir şarap gibi yürürlükte bugün de yaşamımız.
Ve biraz Akdeniz her yağmur sonrası Stockholm.


Özkan Mert
Stockholm'de Mavi Saatler

Hayatımızdan

Şubat l969
Kış
Berrak
Güneşli hava.
Bir paket sigaram
Ve güzel düşlerim var
Dünyadan.
Duvar dibinde yanan
Bir kağıt parçası gibi
içimde sevda.
Nergislerin ve sıcacık ekmeğin
Kokusu geliyor burnuma.
Param yokmuş
Açmışım
Yalnızmışım
Vız geliyor.
Nice nice dostlukları
Nice nice iyi, kötü günleri

Burjuva şairlerini
Geçip gitmişiz.
Ey elimi
Elinin üstüne,
Kalbimi
Kalbinin üstüne
Koyduğum sevgilim.
İzmir 1961 yılıydı
Genç ve diri
Aptal ve çılgın
Bir sevgi vardı içimde
Sonsuz güzel bahar.
Ben şaşılacak kadar
Bahar delisiyimdir
Vurgunumdur dünyaya
Bu yüzdendir içimdeki kin.
Nasıl unuturum
Anamın son nefesinde
Odanın ortasına
Kan gibi fırlattığı çığlığı.
Nasıl unuturum
O solgun, sapsarı benizlerini
Yeni doğan çocukların

Hayır Arkadaş
Bir sinek gibi
Ölüp gidemez
insan
Yaşanacak güzel günler varken.
Söyleyecek sözlerimiz var
Bir kavgamız var
Dünyaya dair.
(Kar yağıyor, kar yağıyor
Kızak kayıyor çocuklar.
Benim de içi saman dolu
Bir atım vardı küçükken,
Şükran diye bir sevgilim.
O dünyalar güzeli
Bense bir elimde kılıcım
Asi
Atıp onu
Atımın terkisine tahtadan
Kaf dağının arkasındaki
Herkesin mutlu olduğu
Ülkeme götürürdüm
Günaydın günaydın diyerek
Sıhhatli bir çocuk yüzü gibi
Sokak aralarından
Fışkıran
Şafağa.)

Şimdi düşünüyorum da dostlar
Ne kaf dağı çocukluğumun
Ne sırça köşkü, ne de Şükran.
Bir şey var anlatmak istediğim: Hayat
İnsanlar mutluluğa aç
İnsanlar güzel günlere özlemli

Yirmibeş yıl var yaşıyorum
Oysa sorsalar bana
Dün doğdum derim daha
Ve zaten yaşamak
Hergün
Yeniden
Yeniden
Doğmak değil midir
Biraz da.
Bir taksi geçiyor yanımdan
Çamurlu sular sıçratarak üzerime
Bu bile ne güzel.
Bu gün işe gitmesem
Olmaz mı?
Acaba
Çıkıp sokaklara
Hiç tanımadığım insanlarla
Konuşsam
Marilyn Monroe'li bir film
Belki de
Akşama.

Şubat 1969
Kış
Berrak
Güneşli hava
Bir paket sigaram
Ve güzel düşlerim var
Dünyadan.
Çamurdan bir heykelmiş gibi dünyaya
Şekil verebilmek hayat.
Ve birden
Dönüp yüzümü
Dünyaya
Diyorum ki
Arkadaş:
Yaşarsa
Havaya sıkılı
Bir yumruk gibi
Yaşamalı insan


Özkan Mert
Kuracağız Herşeyi Yeniden

26 Temmuz 2011 Salı

Diren Ey Kalbim

Diren Ey kalbim
Diren Hayasızlığa
Namussuzluğa
Diren Kötüye
Çirkine, yanlışa
Diren Yenilme.

Ne güzeldir yaşamak
Bir ırmak gibi coşkunca
Dağların üzerinde yürümek
Bulutlara değdirmek başımızı
Sıcacık ak bir somun
Koltuğumuzun altında
Kırlara çıkmak
Karışmak insanların arasına
Milyonların arasına.

Ben öylesine severim
Savaşmayı ve sevişmeyi
Anlatmayı insanlara
Durmadan, bıkmadan anlatmayı.
Çiçekler nasıl fışkırır dallarda
Balıklar nasıl yavrular
Bir çocuk ki nasıl açar
Gözlerini dünyaya
İşte ben öyle yaşamak isterim
Bir tren rayların üzerinden
Nasıl kayar gider
Öyle yaşamak isterim.

Cesurum Ey hayat
Cesurum Ey namussuzlar
Genç bir yürekle
Karşı çıkıyorum dünyaya
Eskimiş potinlerim benim
Güveniyorum sizlere
Büyük bir coşkuyla
Yürüyorum sokaklarda
Yumruklarım sıkılı
Türkü söylüyorum haykırarak
Haykırarak yaşıyorum.

Diren Ey kalbim
Diren Yenilme
Sen benim silahımsın
Aşkımsın.

Yollarda yaprak döküntüleri
Çocuk ölüleri
Ve göğsümüzde
Bir kefen olarak taşıdığımız
Bahar.
Kuşlar uçardı
Tarhana kokularının
Göğe yayıldığı
Küçücük evlerin üzerinden
İnsanlar ağlardı durmadan
Sokaklar kıpkırmızı olurdu
Kahır ve acıdan
Ve insanın
Etine sokulmuş
Bir bıçaktır
Artık
Yaşamak
Yaşamak.

Diren Ey kalbim
Diren Yenilme
Sen benim silahımsın
Aşkımsın.

Güzel bir dünya için yavrum
Sıcacık ak bir somun için
Tertemiz sevdalarımız için
Direnmeliyiz!
Direnmeliyiz!

Cesurum Ey hayat
Cesurum Ey namussuzlar.
Dağ gibi bir sevda bitti
Birer çocuk mezarı artık
Toprak damlı küçücük evler
Ve bir dal kadar
İncecik bedenleri
Bombalanıyor genç insanların
Dünyanın her yerinde.
Benim tek sevdam özgürlük
Kaynar bir su gibisin içimde
Çiçeklenmiş taptaze bir fidansın
Yaşanmamış güzel günlerimsin.

Diren Ey kalbim
Diren Yenilme
Sen benim silahımsın
Aşkımsın.


Özkan Mert
Kuracağız Herşeyi Yeniden

Kalsın Adı Da Soyadı Da

Çevresi bin adım, durup durup duruyor öylece yalnızlığın kayağında
bin yıldır kale ağası, neferleri ve timar ehliyle
sis içinde bir pazar sabahı İstanbul'un
balıkçı tekneleri, sırları dökülmüş hüznü, ahşap güneşiyle
yenice tazeledim ateşini mangalın
balıkları temizledim: okunan mektuplar
rakılar buz muhabbette: okunmayan mektuplar
bitsin hele son macunu da sandalın
nicedir boynun büküklüğü Göksu deresi
gün olur görüşür müyüz bir daha?

Nicedir yalnızlığım, katran karanlığında ışıdığını
sis içinde bir pazar günü çığlığında İstanbul'un
nicedir hücrelerde zındanlarda
çığlıksız kaldığım, umarsız bir başınalığım

Bir çınarın gölgesine asın sesimi
onu yaptı desinler geçenler geceleri köprülerden
onu yaptı bu aman dilemez acılar
onu yaptı yalnız cumbalı evlerde konaklayan hüzün
saati dar sokaklarda durmuş gençliğim

Güzelce soydu ve dört parçaya ayırdı elmayı bir martı
biri muhabbetin közünden, biri bahçelerinden Niğde'nin
biri sisten, gurbetten aşınmış gökyüzünden
birinin saklı kalsın adı da soyadı da zulasında
suya vuran gölgesinde demir tarayan gemilerin

Nice bin yıldır künyesi okunmaz evlerin
okunmaz kimliğimin

Elmalar soyan ve parçalara ayıran olmak isterdim
yüksek, sağlam kale kapısı avlusunda
bir pazar sabahı Anadoluhisarı'nın
martılarla, dal sesi su sesi, hüzünlerle
mangal ateşinde kavrulan
balıklar ve rakı kokusuyla: uzaklara daha uzaklara

Gitmek isterdim

Ama kaldım burada, nice bin yıldır öylece sis içinde
gölgesi suya düşmüş yitik geçmişimi düşünüyorum hâla

Geleceğimi bir de burada: Anadoluhisarı'nda, umarsız bir
başıma


Refik Durbaş
Adresi Uçurum

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Acıyla

Aşkı ve zatürreyi göğsüme nakşeden
şiirimi et ve kemikten yoğuran usta
Bir kış günü. Kendini umuda böleni
şarabı elmaya böleni
aşkı sevdaya böleni
yalnızlığı sese
sesi sessizliğe böleni müjdele
Kalbim acıyla damgalansın

Bir kış günü. Onsekiz yaşında
evleri yıkılanı, aydınlığı kuruyanı
Ondokuz yaşında. Çocukların yağdığını
güvercin yağmadığını, kar yağmadığını
Yirmi yaşında. Yoksulluğu değerlendirilmeyen
yaşlı kızlara sevda ve aşk yağmadığını
Yirmibir yaşında. Halk bahçelerine
hiç gül yağmadığını, umut yağmadığını
Yirmiüç yaşında. Alanlar türkülerle inlerken
dağlanma karanlık ve özgürlük yağdığını anlat
ki elmadan evler oyayım
kırayım zincirleri umutla, sevdayla, aşkla
Kalbim acıyla damgalansın

Su erken uyanır
önce sigara karşılar beni
sonra ev kirası
dertli zeytin
küflü ekmek
kör yalnızlık.
Ve bir kelebek ırmağı
der ki şarap delidir
tütün kıskanç
esrar haindir
rakı yurtsever
eroin kurnaz
votka çalışkandır bir su kenarında
ispirto kuvvetli
nargile çarpıcı
bira hırsızdır
Umut, bulunmaz hanemizde

Kalemi hüzünle yontulmuş
defteri kısa pantolonlu
bir kış günü
gecenin ve gündüzün bedelini ödeyen
ayrılığın bedelini ödeyen
yoksulluğun bedelini ödeyen
akan kanın, işsizliğin faizini
kelepçe ve alınterinin bedelini ödemeyen
ekmeğin ve bağımsızlığın bedelini ödemeyen
toprağın bedelini ödemeyen
şiirimi bulutlar ve kederden damıtan usta
Yurdum uçarken senin şanlı ufkunda
bir kuş tufanına
bir sevinç albümüne müjdele beni
Kalbim acıyla damgalansın

Şehvetle acıkan orospular
namusla doyan pezevenkler
geceye yağan şiir heykelleri
kiralık ovalar
antika dağlar
günah ve sevap şemsiyeleri
saat canbazları
kar fidanları
toprak ağaları
acıyla damgalansın
Karınları kan dolu anne ve babalar
elma tabutları
gül kemikli kardeşler
kirazları olduran yanaklar
dişleri deneyen ayvalar
dudak izleri
hançer dokuyan kirpikler
şehir eskileri
ekmek faizcileri, tefeciler
acıyla damgalansın

Güvercin kadehleri
sigara karakolları
harf demetleri
asker fotoğrafları
Rüzgar
acıyla damgalansın
Genç kızlar
memelerinden akan kanla sürsünler toprağımı
ilk söz kadınları yağmalasın
ilk kelime bir kış günü düşsün avuçlarıma

Dağ erken uyanır
önce sessizlik karşılar beni
sonra ışık kervansarayları
saçları çözülmüş duvarlar
günü geçmiş gömlekler
gelinliği kurumuş ayna
Ve uzun boylu masa
der ki meşe cesurdur
gürgen karanlık
çam münvezidir bir dağ koynunda
kavak cimri
çınar korkak
selvi öfkelidir
akasya şaşkın
söğüt kederli
gül murattır
Umut, bulunmaz hanemizde

Rimel ve sevda
ruj ve ayrılık
rastık ve özlem
gece - gündüz kafileleri
sararmış kalçaları şafağın
üçüncü sınıf mezarlar
perçemli evler
çiçek deltaları
orman ağaları
acıyla damgalansın

Sevda değil
yazı denklemleri
kirli gömlekler
umutsuzluktur bu
Aydınlık değil
namussuz sigara
nemli odalar
yalnızlıktır bu
Kan değil
ödenmeyen borçlar
kız memeleri
yoksulluktur bu

Bir kış günü. Yirmiiki yaşında
çimenlere yağandır kalbim
bu çiçeği açandır
dallara konandır
kuşları uçandır
ırmakları taşlayan
denizleri gözleyen
acıyı avlayandır
Odur saçlarını okşayan ölümün
bu esen rüzgar
yıkılan gecekondu
dağlarımdan damlayan karanlık
yakılan orman
bankalarda biriken alınteri.
Ve odur elbette şiirlere yağan bu beyazlık

Gökyüzü erken uyanır
önce aydınlık karşılar beni
sonra sır vermez perdeler
çileli balkon
sandalye artıkları
ufukla öpüşen pencere.

Ve bir kuş tufanı
der ki elma kasvettir
portakal dalkavuk
kavun akılsız
dut çirkindir
incir masum
üzüm tembeldir bir göl kıyısında
armut çılgın
karpuz hürmetli
hurma sessizdir
Umut, bulunmaz hanemizde

Ey aşkı ve zatürreyi göğsüme nakşeden
şiirimi et ve kemikten yoğuran usta
Sokakları acıyla dokuyanı
sevdası çeşmelerden akanı
mutluluğu geçmişte kalanı
aydınlığı zincire vurulanı
evlere gün ışığı serpeni müjdele artık
Kalbim acıyla damgalansın

Başımda ışıklı bir rüzgar
göğsümde serin gökyüzü
Yirmidört yaşında. İntihar sürgünü
açayım sıkıntının yelkenini
Yirmibeş yaşında. Yeni bıyıklı
uzun erzurum kasketli ve cömert
güneyden kuzeye serseri
bir kış günü. Yirmialtı yaşında
uzun trenler, kalabalık yaylalarla geçeyim
kürt gelinlerinin bahçelerini ...


Refik Durbaş
Kuş Tufanı

Notlar

III.

Ferhad'ı bırakıp
külüngü düşün, balyozu, murçu
Ve taşın ağrısını
demir değdiğinde
dağa
Demirin sancısını da
anımsa.

Ya Ferhad'ın yüreği
Issızlıkta
bir deniz gibi
gümbürdedikçe
düşünüp dalgaların yanyanalığını
Nasıl sızlar
yalnızlıkla.


Sennur Sezer
Kirlenmiş Kağıtlar

Er Kişi Niyetine

Oktay Arayıcı'ya


Bu avluyu dolduran herkesin
Yalındır özgeçmişi
Doğdu tanıdı yoklukları
Güzel bir dünya istedi
İtilip kakıldı
Direndi

Daha güzel bir dünya için
Bir söz, bir renk, bir öykü yontmak
Bir şarkı söylemek
Bu avluyu dolduran herkesin
Görevi

Yazdıkların güzel günlerle yeşerdikçe
Özleyeceğiz seni
O yüzden kalabalık
Çarpıyor üzüntüyle
Bir yürek gibi

Çocukların için
Bu kırık şarkı
Dört tahtadan bir kutuya sığan
Kostak delikanlı


Sennur Sezer
Bu Resimde Kimler Var

Mektup

........................
Nicedir yazamadım
Hanginize yazmaya başlasam
Ötekine yazdıklarım karışıyor
Ya da düşündüğüm onca sözcük
Yazılınca sanki pıhtılaşıyor

...........................
Neyi özlediniz en çok
Gece göğe bakmayı ben de özlüyorum
Sokak lambalarından
Gök görünmüyor
Oysa yüzüne çarpar yıldızlar
Bozkırda göğe bakanın
Gün yarım bir mevsim İstanbulda
Büyümesi durmuşçasına çocukların

................................
Başı döner kalabalığa girince
Nicedir uzakta olanların
Dün alıçlar gördüm de bir okulun önünde
İpe dizili dağ yemişlerini
Gençliğimizi anımsadım

..............................
Sokakta sesinizi duyar gibi oluyorum
Sanki biriniz hemen kapımı çalacak
Sofraya bir tabak daha koyuyorum


Sennur Sezer
Yazko Edebiyat
Ocak 1983

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Çine Bir Şarkı

Bir su dökülürdü
Ellerin dökülürdü omuzlarıma
Sarar dürer uzağa alırdık uykuyu
Kuyu diplerinden bir kavga
Su yüzüne nasıl
Nasıl bildirirdi kendini
Kaygu

Bir su dökülürdü
Ellerin dökülürdü omuzlarıma
Sevgimiz ışır ışımaz
Bir martı kopardı geceden
Islak saçlarına, sinsi
Sevda adına ne kurulmuşsa
Eskirdi

Ezgi, ağır ve bulutsu
Sarardı başağrılarımla uzak
Masal başkentlerinden
Çin'den bir şarkı düğümlenirdi:

- Ming eskici değildi ama
Yamardı her gün
Kürek kemiklerine ölümü
Sızlardı önünde
Kaderi küçük kızların
Nerde o, derdim, nerde o
Kral sofralarından
Soframa uzanan değnek
Sızlardı kürek kemikleri
Ming eskici değildi -

Çin
Hiç yaşamadığım çıplak ve yaban
Düğünlenirdi kaş çatışlarında:

- Bilmediği halde okumayı
İsimleri tanırdı
Ölüsü olan
Şu biraz eğik yuvarlak Çing
Bu gururluca çizgi Çang
Ve kan damlar gibi parlak
Şehit listeleri -

Gece böyle güzel
Kara ve yalın
Uzat sokakları
Tek bir çiçek atılsın suya
Çünkü resmi yapılmaz yalnızlığın


Sennur Sezer
Direnç

19 Temmuz 2011 Salı

İnsanlar Öldürülürken

Hangimiz geçmedi aşkın köprüsünden
Sarmadı bir gövdeyi yaşama sevinciyle
Küskün doygunluklarla bekleyip sabahı
Yalnız geçecek gecelerini saymadı

Belki çirkin bir sözdür borç ve para şiirde
Alkol gibi gizlice söz edilir açlıktan
Hangimiz tanımadık sofrada yoksulluğu
Utanmadık konuklar geldikçe, evimizden.

Yıldık mı, yorulduk mu, döndük mü, önemli bu
Sığındık mı bilinen çaresiz yalanlara
Ölenler, öldürülenler kırdı mı direnmeyi
İşlemedi mi dipte kanayan eski yara?

Şimdi sorgular bizi kendi çocuklarımız
Yanıtlar mı onları bizim yazdıklarımız
Söyle baba ne yaptın,
Anne ne yaptın söyle öldürülürken insanlar?


Sennur Sezer
Direnç

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Hey Ağalar Zaman Azdı

Hey ağalar zaman azdı
Düşmüşe il üşer oldu
Küllükte sürünen eşek
Cins atla yarışır oldu

Palas üstünde yatmıyan
Bıyığ'na pala batmıyan
Porsuk ardından yetmiyen
Ceylana ulaşır oldu

Evlerinin önü tazı
Yazılır turnası kazı
Yaşına yetmedik kuzu
Koç ile vuruşur oldu

Gevheri der işle hata
Katırlar baskındır ata
Olur olmaz maslahata
Çocuklar karışır oldu


Gevheri

Badı Saba Sevdiğime Gidersin

Bad-ı saba sevdiğime gidersen
Ol güneş yüzlüye var selam söyle
Sevap kazanırsın hizmet edersen
Aman karşısında dur selam eyle

Ardımdaki karlı dağlar diyesin
Çeşmim yaşı her dem çağlar diyesin
Derunden ah edip ağlar diyesin
Benimçün hatırın sor selam eyle

Selamımı dünden düne değşirme
Varıp bir nadan eline düşürme
Gül cemalin görüp kendin şaşırma
Aklını başına der selam eyle

Gevheri bir name verdi bad ile
Gönderdi elinden sana dad ile
Lutfeylesin konuşmasın yad ile
Kamil olsun onur gör selam eyle


Gevheri

Ala Gözlü Nazlı Dilber

Ala gözlü nazlı dilber
Seni kandan sakınırım
Kandan değil hey efendim
Seni candan sakınırım

O yana bu yana bakma
Beni ateşlere yakma
Elini koynuna sokma
Seni senden sakınırım

Gevheri der ben bir merdim
Yüreğimden çıkmaz derdim
Sen bir kuzu ben bir kurdum
Seni benden sakınırım


Gevheri

Ey Peri Cihana Sen Gibi Dilber

Ey peri cihana sen gibi dilber
Ne geldi ne gelir ne gelse gerek
La'lin gibi Lokman tiryak-ı ekber
Ne buldu ne bulur ne bulsa gerek

Cefaya başladı kadd-i mevzunum
Ta arşa dek çıktı ah-ı derunum
Böyle giderse bu çeşm-i pürhunum
Ne güldü ne güler ne gülse gerek

Ey alem-i hüsnün sahip-kıranı
Öldür kelp rakibi verme emanı
Öldürmezsen kendi elinle anı
Ne öldü ne ölür ne ölse gerek

Bunca dem akarken gözümden yaşlar
Vaad etmiş iken silmeğe dilber
Ahdine durmadı ol peri-peyker
Ne sildi ne siler ne silse gerek

Gevheri güzeller gitti yabana
Lale gibi çıktı ol mah meydana
Bu cihana benim gibi merdane
Ne geldi ne gelir ne gelse gerek


Gevheri

Sözün Bilmez Bazı Nadan Elinden

Sözün bilmez bazı nadan elinden
Edep ağlar erkan ağlar yol ağlar
Bülbülün feryadı gonca gülünden
Gülşen ağlar bülbül ağlar gül ağlar

Eyiye hizmet et olasın eyi
Öter defler gibi sinemin neyi
Bu çarhın elinden el'aman deyi
Geda ağlar sultan ağlar kul ağlar

Her kaçan cuşedip çağlasa seller
Açılır laleler sümbüller güller
Davulbaz çalınır çalkanır göller
Şahin ağlar turna ağlar tel ağlar

Kamil olanların bellidir yeri
Yoluna koyarlar can ile seri
Hakkın didarını görelden beri
Gökler ağlar derya ağlar sel ağlar

Gevheri der sazın hem sözün üstüne
Armağan eyle gel canını dosta
Kimi abdal olmuş girmiştir posta
Aba ağlar hırka ağlar çul ağlar


Gevheri

Garip Turna Bizi Senden Sorana

Garip turna bizi senden sorana
Şimdi bir yavruya kuldur diyesin
Aşkın zincirini takmış boynuna
Devr içinde Mecnun oldur diyesin

Gece gündüz ağlar hiç bir dem gülmez
Unutmuş eşini dostunu bilmez
Sevmiş bir güzeli artık vazgelmez
Aşık olmak müşkül haldir diyesin

Terkeylemiş eşi ile dostunu
Abdal olmuş eğne almış postunu
Gelen geçen çiğner oldu üstünü
Ayaklar altında yoldur diyesin

A zalim engeller yolumu bağlar
Yarimin hasreti ciğerim dağlar
Ab-ı revan olmuş durmayıp çağlar
Şol akan yaşları seldir diyesin

Gevheri der bilmem ben ne olduğum
Gurbet illerinde durup kaldığım
Aceplemem beyim şimdi solduğum
Bülbülün mekanı güldür diyesin


Gevheri

Kurtulmam Üç Nesnenin Elinde

Kurtulamam üç nesnenin elinden
Biri firkat biri gurbet biri aşk
Üçü bilmez birbirinin halinden
Biri firkat biri gurbet biri aşk

Aşktır beni sevda ile söyleten
Firkattir cevr ile sinem dağlayan
Gurbettir gözümden kanlar akıtan
Biri firkat biri gurbet biri aşk

Bahri gibi ummanları yüzdüren
Mecnun gibi sahraları gezdiren
Ferhad gibi dağlar başın kazdıran
Biri firkat biri gurbet biri aşk

Ben bilirim benim aklım şaşıran
Beni sevdiğimden cüda düşüren
Muhabbet deryasın baştan aşıran
Biri firkat biri gurbet biri aşk

Gevheri der dersim aldım hocadan
Okuyup hatmettim kara heceden
Koç yiğidi pir eyledin kocadan
Biri firkat biri gurbet biri aşk


Gevheri

Behey Dilber Sana Gönül Vereli

Behey dilber sana gönül vereli
Bana hasm olmadık kullar mı kaldı
Dasitan eyledin illere beni
Halim söylemedik diller mi kaldı

Ferhad gibi yol eyledik dağları
Hangi yar güldürmüş ağlayanları
Şimdi viran oldu dostun bağları
Yad eller değmedik güller mi kaldı

Böyle dilber gelmemiştir devrana
Şimdiki hublara yoktur bahane
Bir rüzgar musallat oldu cihana
Meyvesin dökmedik dallar mı kaldı

Gel gönül bu dertten olalım ari
Görelim sonunda ne kılar Bari
Gevheri der ben de ederim zari
Başıma gelmedik haller mi kaldı


Gevheri

Bizden Selam Olsun Gül Yüzlü Yare

Bizden selam olsun gül yüzlü yare
Salınıp sevdiğim bağlara gelsin
Severim dilberi elde ne çare
Yürekte eriyen dağlara gelsin

Sevda derler bir acayip dengim var
Güzeller giyecek şali rengim var
Bugün benim adüvlerle cengim var
Kılıçlar bilensin zağlara gelsin

Ne kadar cevr etse şikayet etmem
Öperim koçarım hiyanet etmem
Canım sende iken feragat etmem
İsterse gerdanım ağlara gelsin

Gevheri bağlamış bir özge eda
Elinde tesbihi dilinde Hüda
Dellal-i muhabbet eylemiş nida
Mecnunum olanlar dağlara gelsin


Gevheri

Şunda Bir Dilbere Gönül Düşürdüm

Şunda bir dilbere gönül düşürdüm
Yanakları benzer nar tanesine
Divanesi olup aklım şaşırdım
Asılaydım zülfün her tanesine

Yari görsem aklım olur serseri
Sırma gümüşüne benzer her yeri
Dünyaya getiren şöyle dilberi
Aferin doğuran mert anesine

Halim arzetmeye tenhayı bulsam
Devletli kendime bir çare bulsam
Ol kiraz dudağın ağzıma alsam
Bek tutup sarılsam gerdanesine

Gevheri der aşk katarın yederken
Gördüm sevdiğimi seyran ederken
Güzeller şahının medhin ederken
Nazar kıl döktüğüm ter tanesine


Gevheri