Şiir, Sadece

24 Nisan 2017 Pazartesi

Kentin Sokakları

Kentin sokakları...
Duvarları is ve dumandan kararmış evler ...
Çıplak mahalleler
Yoksulluğun, umutsuzluk ve umudun
Sevinç ve hüznün gizlendiği
Çıplak mahalleler ...

Sırtı kambur işçiler,
Oyuk bir kaya gibi yankılanan öksürüklerle
Göğsü sarsılan işçiler ...
Hovarda saraylara ışık dağıtmak için
Köprüler ve mermer merdivenler dikmek için
Dönen makineler ...
Sokakları kentin, duvarları is ve dumandan kararmış evler,
Bağrının derinliklerinde yaşıyoruz ...
Yaşıyoruz, ölmek istemiyoruz ama.

İşte bir gün, yükselen, gemiyi saran dalgalar gibi,
Yükseldi gökyüzünde duvarlar ...
Tanrı adamlarını saldı mahallemize ...
Yolumuzu kapattılar ... duvarlar çıktılar ...
Dayanılmaz bir acı tek varlığı gün olan insana ...
O zaman ağlamaya koyuldu eski kulelerinde
Kilisenin çanları . ..
O zaman, her sabah,
Yalvaran yaşlı bir kadın gibi tıpkı,
İki bağcık ışık istedik Tanrıdan
Ve sonra yayılınca gece
Ve kaplayınca bizi karanlık
Bir kez de gökyüzüne yakardı yüreklerimiz:
Ey ay, ey yıldızlar, neredesiniz,
Görüyor musunuz nasıl sarmış karanlık, bir hapishanedeyiz sanki,
Nasıl yüzüstü bırakmış bizi böyle
Canlıdan daha çok ölü bırakan yaşam..?
Alsam kavalımı, canlandırmak için umutları,
Sevinmek isteyen hüzünlü nakaratı,
Söylemek için ışık kavgamızı ...
Ansımak için tarlalarımızı, ağaçlarımızı, ırmaklarımızı ...
Kavalımı alsam
Çünkü Said'deki köyümde benim
Ne karanlık vardır, ne korku,
Ne de gün ışığındı kesen yüksek duvarlar.

Hüzünlü kentin duvarlarında,
Yürdüm, sorguya çekerek bakışları ...
Sarayının çevresinde güçlü yüce başkanın,
Toplanmış dilenciler gördüm,
Oyuk karınlı kardeşler... öksüren... gülen... uluyan...
Çolak, topal perişanlar gördüm, ilenen ve dans eden ...
bu donmuş yüreklerine biraz sıcaklık arayan açları gördüm.
Ve döndüm geriye bu ışık beldesinden,
Benzeşlerime her zamankinden daha çok aşık.
Sırtı kambur işçiler,
Oyuk bir kaya gibi yankılanan öksürüklerle
Göğüsleri sarsılan işçiler.
Dönen makineler,
Işık nakaratı,
Kentin sokakları ...
Duvarları is ve dumandan kararmış evler ...
Bağrının derinliklerinde yaşıyoruz,
Yaşıyoruz, ölmek istemiyoruz ama.


Jili Abdurrahman
Çeviren: Özdemir İnce

Kara Tufan

Alnımı ağarttı doğan gün,
Ey Afrika toprağı,
Islak ve kar derinliklerini aydınlattı tan,
Duyuyor musun zencilerin şarkıların
Ağır ve korkunç yankılanan..?
Görüyor musun kölelerin
Bıyık altından gülen yüzünü
Tabutları başında zorba hükümdarların?
Uçsuz bucaksız bir mezarlıktın
Fatihlerin atlarının çiğnediği,
Bir ettin çürümüş
Tükürdüğü yüzyılların.

Kölelerin toprağı.
Afrika, ülkesi sen
Perişan kılıklı
Serseri zencilerin.
Nasıl yaşarlar böyle çırılçıplak?
Nasıl insan sayılırlar, abanoz renkli derileri varken,
Dağ mağaralarında yakarken ışıklarını,
Bırakırken çocuklarını ağaç kovuklarına ...
Nasıl insan sayılırlar?

Avlamak için bir köle sürüsü Afrika toprağında ...
Ne zaman param olacak, bir sandal, bir köpek, bir gömlek alacağım ...
Beyaz bir insanım çünkü ben kar gibi tıpkı,
Ne var ki güçlü değilim öyle ...
Yoksulum, ama kardeşlerim vardı benim, gittiler,
Döndüler sonra güçlü ve zengin;
Niçin gitmeyeyim onlar gibi ben de?
Kaç kez istedim bir vahşi gövdeyi,
Tadına doyulmaz gövdesini bir zenci kadının ...
Bana dediler ki çünkü, kölelerin derisinin
Özel bir kokusu, kendine göre tadı var ...

Afrika, gömüler ülkesi,
Toprağı perişan kılıklı serseri zencilerin,
Geldim sana bir gün yeni bir fatih kimliğinde ...
Zengin ve hayat arayan.
Uzun yıllar, boyun eğmiş davrandın,
Ağırlığı altında zındıkların büyük günahlarının ...
Erişince sana sabah aydınlığı;
Yırttın kefenini işte
Ve tana karşıdan bakan,
Rüzgarların yönünü değiştiren
Ve, yeniden,
Kandan harflerle tarihini güneşin alnına yazan
Bir dev gibi ayağa kalktın tekrar.
Duyuyor musun Afrika, şarkılarını kara derililerin
Ağır ve korkunç yankılanan?
Görüyor musun kölelerin
Bıyık altından gülen yüzünü,
Tabutları başında zorba hükümdarların?

O, böyle şarkı söylüyordu Afrika için,
Ve öfkeli çılgınlığında,
Kurtuluş çanları çalıyordu,
Zincirlerinde kıvranırken Afrika,
Görerek hapishaneleri topraklarında kurulan,
Ve görerek yükselişini ölüm sehpalarının kendi toprağında,
Yüreğinin içinde taşıyordu çünkü
İsyanını geçmiş çağların ...

Kendi düşüyle esrimiş,
Ve gerçekleşmiş gibi hayalleri,
Titredi sevinçten,
Görünce çıplak zenci yığınlarını,
Gümbürdeyen isyanla ayaklanmış,
Yürürken üzerine zorbanın;
Ağlayarak kucakladı kardeşlerini
Ve şarkı söylemeğe başladı onlarla birlikte,
Ve yazdı duvarlarına zamanın
Şarkılarım kana bulanmış Afrika'nın.


Muhammed El Feyturi
Çeviren: Özdemir İnce

Afrika'nın Sesi

Sesin senin Afrika
Yankılanıyor bende
Boğuk da olsa, çınıltılı da
Tenimde duyuyorum onu, yüreğimde,
Terrli bir toprak kokusu
Tütüyor onda.
Onda Kongo'nun
Soluyuşunu
İşitiyorum
Ağır ağır akan
Tozlu bir uzaklıkta.

Sesin kanımı tutuşturuyor
Onun en güçsüz yankısı
Bir fırtına gürleyişidir.
Şimşekli boşanışında gözbebeklerinin
Günün dinmeyen çarpıntısında
Ve dalgalarında gençlik kahkahasının
Sesin tutuyor
Sarıyor beni ...
Boğuk ya da çınıltılı
Öfkeli ya da sevecen
Sesin
Yankılanıyor bende ...
Ve dağılıyor umutsuzluk
Ve süzülüp yükseliyor umut
Sessizlikten, sisler içinden ...


Muhammed El Feyturi
Çeviren: Ataol Behramoğlu

22 Nisan 2017 Cumartesi

Yaz Sonu

Alay ediniz bakalım kumlar alay ediniz
Yaşamın tatlı gürültüsüyle
İşte
Biten dönemi düşün
Başladı başka bir dönem
İşte
Gözyaşlarının denizi
Zamanın hıçkırıkla kalın yazısı
durmadan çatlayan
Yeniden başlayan bayağılığın
Zamanın kırılası elleriyle yoğurduğu
Bütün güzellikler geçicidir elbette
durmadan başlar ölüm söylevine
Ağlar sıcak gözyaşlarını
Alay ediniz kumlar
Bu şaşkınlığımla
İşte
Oldum ben tutsağı güzelliğin
Kör bilgeliğin


Ahmet Zeki Ebu-Sadi
Çeviren: Nuri Pakdil

Bir Kaynağın Serüvenleri

Saydamım ben\ Uzunum bir roman gibi\ Bir hekimle
yoz bir eşeğin bakışı var bende\ Benim ben ak
düğmelerin bu çığı\ Yazlığa çıkan zengin ben\ Seviyorum
mağaraları\ Kısaltılmışları\ Giriyorum içine
duvarların sonra çıkıyorum oradan benim yapan
bunları ben

Ezberden öğrendim coğrafyayı\ Hüsnühatla yazılmış
yetkinlik belgelerim var küşüm etmeyin vardır
mozaikle yazılmış olanları da\ Başardım türkü
Söylemeyi\ Büyücek bir poğaça yaptı anam bana\
Yedim onu aylak aylak dolaşırken

Yaptım dinlence ödevlerimi\ Dalga geçtim sürülerle\ Altından
geçtim manastırın\ O zaman ürperdi keşişlerin
hepsi

Yığını romatizmaların\ Alıyor oduncu beni kuşların
da farelerin de düşmanı bir dişi kara kedi için

Seviyorum emir Fahreddin'in gidişini\ Bir muz gibi
kısacık emir diş bileyen halka da ıssız ıslık halkalarına
da\ Yürüyor\ Çevresini aklaştıra aklaştıra

Yüreğim söndü ki söndü\ Şıppadak sıçrayan atın üstüne
ben değilim\ Yeğniliğinden yapan öyle\ Bıraktım
ağırlığımı serüvenlerime

Kentliler gizliyorlar önlerinde onların büyücek bir sıfır\
Köylü yolcuya ne pusu bu\ Siste örtüyorlar
onu\ bir yılan saklıyorlar ceplerinde de\ Sıfırla sakız
çiziyorlar yanaklarına da

Müşterilerin buyruğuna hazır patlayan bir kahve var
bende\ Yalnız nargile yaşıyor orda ağızda\ Çubuğu
nargilenin pancar gibi kıpkırmızı\ Göz kamaştıran
yıldız\ Öyle uzuk ki buluyor ormanı

Kayıyorum bülbül gibi doğru tan kızıllığına\ Bir elma
bırakıyorum başıma\ Bir ağaç yerine koyuyor koruyucu
beni\ Çekip almıyor ama

Doğruldu bir menekşe\ Tıpış tıpış izledi beni\ Tuttum
yemeğe çağırdım ben de\ Açtım onun için kutsal
kitabı

Beni görmeyi kararlaştıranlar birkaç ince uzun kayığı
ödünç alıyorlar\ İş düşüyor menekşeye\ Taşıyor
konukları çeviklikle dişlerime kadar


Şevki Ebu Şarka
Çeviren: Nuri Pakdil

Beyrut İçin Bir Ayna

I.

Cadde bir kadındır,
Acılarında
Fatiha okuyan
Ya da haç çıkaran.
Göğsünde kanbur gece,
Heybesinde
Sızlanan gri köpekler
Ve sönmüş yıldızlar.

Cadde bir kadındır,
Gelip geçenleri ısıran.
Göğsümde uyuyan deve
Şarkı söyler
Petrol şeyhleri için.
Ve cadde bir kadındır
Yatağına düşen.


II.

Çiçekler resimlenmiş pabuçlara.
Yerle gök renk kutusuna hapsedilmiş.
Tarih,
Tabuta konulmuş mahzende dilim, dilim
Ve, çığlıklarında bir yıldızın ya da
ölen bir ulusun.
Erkekler, kadınlar ve çocuklar uyuyor,
Pantolonsuz,
Döşeksiz ...


III.

Bir nazarlık.
Kuşağa sokulmuş bir kese altın.
Uyuyor sayıklayan bir kadın,
Kollarında bir prens ya da bir hançer.


Adonis
Çeviren: Engin Koparan

Newyork'a Mezar'dan

Armut biçiminde çizildi dünya şimdiye kadar, meme şeklinde
demek istiyorum.
Ama bir mimar kurnazlığından başka bir şey olmayan gömüt
yazıtlı meme biçiminde: Newyork,
dört ayaklı uygarlık, her yön bir cinayet ve yol cinayete giden,
ve ara boşlukta
iniltilere deniz kazasına uğrayanların.

Newyork,

bir kadın-bir kadın heykeli.
Bir elinde Özgürlük dedikleri kağıt parçasını
Tarih dediğimiz kağıt tomarını tutmaktadır.
Adı dünya olan bir çocuğu boğmaktadır öteki eliyle.

Newyork,

asfalt renkli gövde, belinde nemli bir kemer. Yüzü: Kapalı pencere ...
Kendi kendime diyorum: Wait Whitman açacak penecereyi -"ilk
parolayı söylüyorum"- ama artık geri dönmeyecek bir tanrı duyu-
yor bunu yalnızca. Tutuklular, köleler, umutsuzlar, hırsızlar, hastalar
fışkırıyor boğazından. Ne yol var, ne de kaçak. Ve diyorum kendime:
Brooklyn Köprüsü! Whitman'ı Wall Streete bağlayan bu köprü
ama çimen yaprağını kağıt dolara bağlayan köprü ...

Newyork-Harlem

Kim o ipek giyotin halinde gelen, kim o Hudson benzeri uzun gömütte
giden? İnfilak et, gözyaşı töreni. Kaynaşın, yorgunluk nesneleri.
Mavi ve sarı güller ve yaseminler. Sivriltiyor uçlarını ışık ve iğnenin
battığı yerde doğuyor güneş. Kor gibi yanıyor musun, ey oylukla oyluk
arasına gizlenmiş yara? Ölümün kuşu uğradı mı senin oralara,
duydun mu sonunu hırıltının? ip ve acının gergefini işliyor boyun.
Kanda, melankolisi saatin ...,

Newyork-Madison-Park Avenue-Harlem

Çalışmaya benzeyen bir tembellik, tembelliğe benzeyen bir çalışma.
Sünger gibi doygun yürekler, saz gibi şişmiş eller, Çirkef yığınları ve
maskeleri Empire State'in, sac gibi titrek kokular salıyor Tarih:

Kör bir bakış değil bu, ama insan kellesi.
Çorak bir söz değil bu, ama insan dili.

Newyork-Wall Street-125. Sokak-Beşinci Cadde

Omuzlar arasında yükseliyor bir denizanası hayaleti. Esir pazarı bütün
soyların. Cam bahçelerinde bitkiler gibi yaşayan insanlar. Zavallı
görünmezler sızıyorlar içeri: Uzayın dokusunda toz, kurbanlar sarmalı.

Cenaze törenidir güneş
ve gün, kara davul


Adonis
Çeviren: Özdemir İnce

21 Nisan 2017 Cuma

Şiirler

I.

Bir ağaç yaprağı ailesi
oturmuş kaynağın başına
yaralıyor toprağı gözyaşlarıyla
ve okutuyor suya ateşin kitabını

ailem beklemedi dönüşümü
alıp başını gitti
ne ateş ne de izler


II.

İkarus geçti buradan
solgun yaprakların altına kurdu çadırın, ateşi kokladı
bitkisel odalarda, körpeliğinde tomurcukların
sarstı salladı gövdeyi sonra oturdu
tıpkı bir yumak gibi kendi gövdesine sarılarak.

Vecde geldi, sonra uçtu kanatlanıp
hiç yanmadı. İkarus şimdi dönüş yolunda.


III.

Mızrak taşımadım, ne de bir kafatası deldim
yazın ve kışın
bir kuş gibi göç ederim
açlığın ırmağında, onun büyülü ağzında

Sudandır yüzü ülkemin
egemenlik sürerim şaşkınlık ve acıda
kuraklık ve yağmurda
ha yaklaşmışım ha uzaklaşmışım, hepsi bir bana
ülkem ışıktadır
ve eşiğidir evimin toprak
Bir umut ormanı dikti
açlar
gözyaşlarının ağaç olarak bittiği
dalların gebe kadınlara yurt olmak istediği
bu özlü toprakta

hasat için yurt
Bir çocuktur her dal
uyur yeşil uzayın yatağında
kul eder şikayet ve iniltileri
Açların iç çekişleriyle yüklü durumda
yıkandı küller ormanında
geçip gitti acının kulelerini
yakınmaya başladı görünümden sonra.


Adonis
Çeviren: Özdemir İnce

Filistin

Anılarında nasıl sıkışıyor kalbin
şiirin nasıl akar bu anıya
bugünün suskunluğuna boyun eğmiş kolejlerin
kürsülerin kanın örten nazik güzellikleri var
iktidarlarının toprağın üzerinde dağıldığı
zamana doğru dönüyorlar

şiirin aşındırdığı yurtsama o denli ağır ki
o denli üzücü ki yok ediveriyor düşünüşleri
kolejleri o eski cennetleri

doğurgan nehirlere
yaşam akıyor kolayca gölgeliğinde

Bin renk büyütüyor bakışlarımızı

Araplar çok uzun süre yürüdük gecede
düşmanlar kırıp geçirmediler mi yurdumuzu
Barışseverdik öyleydik biz doğru
artık uyandırsın bizi verdiğimiz sözlerimiz
saldırana karşı
ey rap
volkan gibi püskürt öfkeni
ey Filistin övünçlerimizin incisi
sayısız taş sana özsaygının simgesi

Kuran'ın bildiriyor adaleti
İncil de barışı


Salim El-Zurkali
Çeviren: Nuri Pakdil

Gırnata

Gırnata ah Gırnata
büyüklüğünden ne kaldı
sönmüş büyüklüğünün üstüne akan bu gözyaşlarından
başka bir şey mi sürüklüyor ırmağın
Sabah yeliyle akşam rüzgarı
yayılan bir hıçkırıktan başka bir şey midir
en ışıklı bir minare gibi
lal renkli bir kubbenin taçladığı
ak alnının suların aynasında parıldadığı
bu ırmakta
ah Gırnata
egemen değilsen artık

Uçtu ünün yazık
içimde acı dağı
taşıyorum ondan gözyaşını
yalnızlık çöküyor ağaçlara
içiyor hüznü pişmanlığı El-Namra
ne can yoldaşlarının sevinç çağıltısı
ne geçmiş bayramlarının yankısı
ne aşk ağrısı
aşıkları anlatan ud sesi
gezdiriyor ay soluk bakışların
ünlü dayanıklı mermerde
o çakırkeyf çiçeklerin kokusu sinmiş
hüzünlü bülbüllerin ağıtları arasında
gürültüsüyle doldurur bir geceyi
tükenmez geçitli sonsuz odalı bu ıssız saray
üstünde halıların güzeller güzeli
geçiyordu birbiri arkasından
Doğu'nun en hızlı oyunlarından
dokuyarak çıplak ayaklarını

Gırnata
bu sessiz yıkımlar ortasında uzanmış tabuta
yeni acılarının gürültüsünü
görüyorum. Afrika'ya taşıyan kırlangıç sürüsünü
orda ağlıyor çocukları
hüzün uzak yüzlerinden
taşışıdır bu
umudun gözlerinden
çektiler kınından kılıçları
eyerlediler atları
gittiler denize doğru
o zaman işaretlediler ufuktan kadı dorukları

Toprağa kapandılar
çığlıklarını bıraktılar:
GIRNATA
GIRNATA
YİTİRDİK SENİ
BİR YİTİM
Ki
BIRAKTI HEPİMİZİ YETİM
gözlerinde
oluk oluk
gözyaşları

ağladı onlarla deniz dalgaları


Fevzi Maluf
Çeviren: Nuri Pakdil

20 Nisan 2017 Perşembe

Yalnızlığım

İttin böylece
Sarı otu kıyılarına ölümümün
Sırlı konuşma gömüt başında
Kabul edilmeyen öyle
Koyu sessizlik

Doğdun öyle
Sessizliğimden
Bir yandan öbür yana usulca geçen
Gecemden geçen adımlardan
Gölgemden dev gibi bir ölü görüntüsü oluşturan hayallerden
Yıldız biçiminde çatlayan bu kötü hamurdan örümcek ağlarıyla

Öyle ordasın ya
Ot bile düşlenmeyen çıplak çöldesin ya
Kendi kendin gibi çıplak aldatılma içindesin ya

Ey düş kırıklığı
Bırak beni
Çok gördü ruhum yüzün
Bırak beni
Uçarılıkla yiyip bitiren günlerimi ey güncel gürültü
Az sonra sesim olarak
Başka insanlar gibi
Başka insanlar gibi içliliğim kuşkularım olarak
Bir amaç olarak bir kör geçiş
Güneşin yolları üstünde
Gülüşüm olarak

Olarak evim
Deliliğim

Ey uyanıklık yok olmaktasın esriklikte
Kurutuyorsun yollarımı
Bırak beni
Adanıyorum insanlara
Bana
Göğsünü açan kartala

Ben kendi ölümümüm


Abdülvahap El-Beyati
Çeviren: Nuri Pakdil

Fırtına

Öldüremeyeceksiniz beni
Kaçıramayacaksınız
Işığından güneşin
Ne de şiir söyleme sevincinden

Kuramayacaksınız darağacını
Aşka şaire güle karşı

Yıkamayacaksınız sarayını düşlerimin
Korkutamayacak zincirleriniz küçük çocuklarını ülkemin
Kirletemeyeceksiniz sanatın surlarını

Ancak karşınızda
Küllerin ölümün tamburlarını bulacaksınız

Hayatım
Uzatıyor kollarını ışığa doğru

Geriye uşaklar
Dönünüz geldiğiniz yere


Abdülvahap El-Beyati
Çeviren: Nuri Pakdil

Dönüş

Havaya buza yazıyorum
Adını ey Berlin
Canımın içi
Alnına güzelliğin
Çiziyorum yeni dünyayı
Betimleyemeyecekti hiçbir kartpostal bunu
Sevdiğim denli yazıyorum
- Gece tanığı aşkımızın

Yeni açmış bir çiçek sabahın
Kumral saçların
Güzelliğin alnına yıkılmış
Yarim

Yedim ekmeğinden
Sağıyorum istediğimi senden
Irmaklar adına türkü söyledim

Mum ışıklarına
Çeliğe
işçilere
Türkü söyledim

Havaya buza yazıyorum
Adını ey Berlin
Yarim
Bir de bitimsiz ufkun yıldızları üstüne


Abdülvahap El-Beyati
Çeviren: Nuri Pakdil

19 Nisan 2017 Çarşamba

Yarın Buluşalım

Üç kelime fısıldadı kulağıma
Sıkarken elimi:
En önemli olayıydı günün:
"Yarın buluşalım"
Ve yol gizledi o sevgiliyi.

Tıraş oldum iki kez
İki kez parlattım ayakkabılarımı
Elbisesini aldım arkadaşımın - ödünç iki lira
Sütlü kahve ve tatlı ısmarlamak için ona

Gülümserken sevdalılar
Tek başımayım
İçimde bir his
Biz de güleceğiz.

Belki yoldadır o.
Unutmuştur belki
Belki ... belki ..

İki dakika daha.

Dört buçuk
Yarım saat geçti
Ve bir, iki
Uzandı gölgeler
Sözünde durmadı o
Dört buçukta


Mahmud Derviş
Çeviren: Tavus Hüsameddin

Gecede Ayak Sesleri

Her zaman
Ayak seslerini duyarız gecede yaklaşan,
Ve kapı sırra kadem basar odamızdan,

Her zaman,
Bulutlar gibi süzülüp giden.
Her gece yatağından
Senin mavi gölgen mi onu uzaklara götüren?
Senin gözlerin ülkelerdir ve ayak sesleri geliyor,
Sardı bedenimi kolların
Ayak sesleri, ayak sesleri
Ah Şahrazad
Gölgeler niçin kurtuluşumu resmeder?
Gelir ayak sesleri girmez içeri.
Bir ağaç ol.
Görebileyim gölgeni.
Bir ay ol,
Görebileyim gölgeni.
Bir hançer ol,
Görebileyim gölgeni gölgemde,
Küller içinde bir gül.
Her zaman,
Ayak seslerini duyarım gecede yaklaşan,
Ve sen yerim olursun sürgündeki,
Zindanım olursun.
Öldürmeye çalış beni
İlk ve son olsun
Yaklaşan ayak seslerinle
Öldürme beni.


Mahmud Derviş
Çeviren: Tavus Hüsameddin

Şarkının Şehidi

Duvara diktiler çarmıhı.
Çözdüler bileklerimdeki zinciri.
Yelpaze gibi salladı durdu kırbaç
Ve durmadan ayak sesleri.
"Efendim!" diye bir fısıltı
Ve ölülere "Kollayın kendinizi!" demekte.

- Ey sen,
Dedi yırtıcı bir hayvan kükremesi gibi:
Benim tantamın önünde iki kez yere kapanırsan,
Elimi öpersen edepli edepli iki kez,
Sana toprak veririm!

Yoksa ...
Gerilirsin çarmıha
Bir şarkının ve bir güneşin şehidi olarak!

Ağla! diyebilmek için alacakaranlıkta
Ben değildim ilk getiren dikenli tacı.

Ey sen, inanç gibi sevdiğim.
Adın, toz toprak dolu ve kurumuş
Dudaklarımda,
Fıçılarda yıllanmış bir şarap tadında!

Ağla! diyebilmek için alacakaranlıkta
Ben değildim ilk getiren dikenli tacı.
İster benim çarmıhını bir atın sırtında olsun;
İster dikenler altında,
Çiğlerle ve kanla örtülü
Defne yapraklarından bir taç olsun!
"Ölümü ben kendim istedim!"
Diyen son kişi ben olmalıyım.


Mahmud Derviş
Çeviren: Eray Canberk

18 Nisan 2017 Salı

Sürgün

Güneş sınır mınır tanımaz,
güneş aşar sınırları.
Ateş açmaz bir tek nöbetçi

Öter bülbül sabah akşam.
Çeker deliksiz bir uyku
Yahudi kibutzlarının kuşları gibi

Yolunu şaşırmış bir eşek
otlar keyifli keyifli
ateş hattında.
Ateş açmaz bir tek nöbetçi.

Bir de ben,
senin sürgün oğlun
- ey yurdumun toprağı - 
ufuklarınla gözlerimin arası
upuzun,
bir aşılmaz duvar.


Salim Jabren
Çeviren: A. Kadir - S. Salom

Onu Düşündükçe

Yürekler olurdu parça parça onu düşündükçe.
Avunacağım tutardı sabrım tükendikçe,
Çalkalanır çığlığı acıların
İnsan yüreğine her kez geri döndükçe
canlı görüntüsü unutulmuş bir çağın,
yiter gider kendime çizdiğim yolun izleri,
yiter gider arasında sevgi alevlerinin,
takınaklı gölgeler içinde yiter gider.
Ey geçmiş günler ey,
hiçbir vakit geri gelmeyecek günler,
daldınız bomboş gecelere geçici bir kıvanç gibi,
Nerede kaldı, söyleyin, nerelere gitti,
göçsüzlüğün yaralarına
bakacak olan, ilaç olan,
söyleyin, nerelerde saklı
fedailerin ölümü?


Yabra İbrahim Yabra
Çeviren: A. Kadir - S. Salom

Denize Dönüş

Ey düşlerimizin düş kurduğu ada
Bizi gidelim bırak
Kurtar çağırmalarından
Ey pırıldayan yalgın
Saydam ışık oğulu
Bize pusu kuruldu
Atıldık çöle
Döşlerimizin düş kurduğu ey usa sığmaz da
Tükettin bizi

Görüldüğünde serin gölgen
Toprak dedik
Çağrı iç dirliğine
Adımlarımızın ödülü
Giriyoruz içeri saygıdeğer kurtulmuş
Bırakıyoruz yüreklerimizi
Tabaklanmış hüznün
Yıl boğumlarının
Söylüyoruz unutacak ruhumuz
Söylüyoruz söyledik

Yeşili çimenliğin çarpıyor altında umudumuzun
Tanrım tüm umutları yüklü Tanrım
Dolaşanlar için yol boyunca
Arkadaşsız yürüyenler için gecede
Söyledik söylendik
Ey kutlu aldatma ey kutlu düş
Üstünden demir attığımızda
Düş görüyorduk

Topladık yitik adımlarını yaşamımızın önce
Aşkın kırlarını sürdük tohumlarımıza
Dikiyoruz oraya özlemleri
Serin aşkları
Yurtsamaları
Atıyoruz tohuma göre
işitiyor musun aldandık

Atıyoruz tohumu kısır derinliğine toprağın
Ey düşlerimizin boy attığı ada
Vazgeç beslenmekten içi boşalmış özlemlerden
Elini çek yaşamımızdan
Döndük sana sırtımızı
Dondu kaldı yüreğimizde umut
Deli renkli kıyılara veda
Rüzgarın ellerine bırakıyor kendini yeniden yelkenimiz

Koşuyoruz onunla bu uzun yürüyüşte
Ey koşu ey tehlike
Uluyan dipsiz, deniz üstünde
Dertte başımız dağlaşan dalgalarla
Sunacağız yaşamlarımızı orda
Bırakacağız denize cömertçe
bu son kavga
Kök salacak koşumuz
Yazgımız
Meydan okumaya

Karıştıracağız gizine yüreğimizin orda
Gururu
Yaraları


Faolwa Tukan
Çeviren: Nuri Pakdil

17 Nisan 2017 Pazartesi

Şiir

Çık ve doğ benimle, kardeş
Pablo Neruda


I.

Nemli yağlı dalgalar
hüzün ıslağı dalgalar
göz kuşunu tutukladılar

Bir hatayı yeniden işlemede kim
akçalıyor sabırlarımı
kim tutuyor bedenimi sürüklüyor büyük acıya
halkım mı bu şaşkınlığım mı

yoksullukla
sürekli kırbaçlanan
kendi kendimle en çok gerçekleştiriyorum değişmeyi

Ardındayım gözlüklerimin
bakışımın ardında
kişisel bozgunun ardında
asılıyorum yeniden
boşunadır adlanmam


II.

Öyle bir böcekle kaplamışlıkla içini
yönlerinde bakışlarımın
görüngelerimin sınırlarında dokunuyorum kenarlarına
o denli istekle çaba gerekiyor muydu görmeye boyun eğmek
için gerçeğe ki
bedeni alıp götüren şeyin
tüm ayak direme isteğiyle bir daha olmak
gerçek diye adlandırılmasına
Yıkıntıların uğultusu bedenim
tükeniyor sayımı taneceklerin
insanda insanlığı mahveden örgütler
DİRENMEKTİR VAROLMAK
ey yeraltı melekleri yeğnileştirin varlığımı


III.

Birinden öbürüne hücrenin
sürüp giden yolluğum
enginliklerinde çölün başlıyor bizimkilerin azıtan çığlıkları
gömülüyor sonra ıssızlığa
olgunlaşıyor çöl
kendimden geçerek cezalandırıyor beni

Dibinden hücremin
ayakta duran yüzkaralarına
gözetçilerimin üstüne
tükürüyorum

Dibinden hücremin yağlı nem dalgaları
nemli hüzün dalgaları tıkıyor dama kuşa dönmüş bedeni
bu bedeni düpedüz toprağa
batıyorum
Görünüyor yokluğumun sisli boşluklarında
sağlam arkadaşlığın ve
kavganın kızıl direnişleri
doğsun diye kızışmasından yamanlıkların
insanla onun anlamı
şiddetlenmeler yeniden
gerekli sert eleştirmeler
her yönden devingen içinde savaştığım toprak
kıtlığın büyümesi o kupkuru dokunaçlarda

art arda geliyor içimdeki isteğin kızıl vadileri de
istenilmeyen
olağanüstü göğüslerin vadileri
gün ağarması gibi aynen
belirmeler birden


IV.

Herkese açık yerlerde
komplolarımın gizi
öğle güneşinin altında
benim öteki düşmanım 


V.

Saldırganlığın kural olduğu
bir ülkeden mi
söz ediliyor
halkımın arasında devindiği örgütlerin
halkımın yürek darlığını kirleten
halkımın düşlerini kavuran
öğretim kurumlarının bulunduğu
bir ülkeden mi
söz ediliyor

Ey tek başıa yürüyen öncüler
unutulmuşlukta ovulmuş
yok isteklerimin kara (perdelerini yayınız güneşli piramitlerin
üstüne
özgürleştiriniz bedenlerimizi yüksek yerlerin rüzgarlarında
kurtarınız yükseltilerini yıkımların
o belli etmeden söylediğimiz vahşi şarkılarda kesiniz göbek bağını
aramızdan fışkırsın sel sularının kaynakları
ve
değişmeyen tasanlar
gelsin bize varoluş


Ben Salem Himmiş
Çeviren: Nuri Pakdil

Duvar

Kentten dönen bir denizcininki kadar ağır bir yük taşıdım
pahalı eşyaların ağırlığı altında bükülmüş kılıcın tutağındaki siper
kaçtım gözlerinizde
istemeden hiçbir şey
ışıksızdım
düşleyip duruyordum günü
düşümde bir flüt
atalarımızın ozanlarımızın ölümsüz türküsü
ıslak iz dönüşü
nemliliğiyle denizin
buldum sizi
kara kuru
küçülmüş
uyku akar gözlerinizden
ey dostlarım
soludum inledim
ölümümü
söyleyeyim bırakınız beni
olmayacak yeniden canlanma günü
bugününüz var ancak
sevmeye birbirimizi
ve ölmek için
sevmek ya da ölmek
biliyor musunuz bunu
kaçtım gözlerinizde
öyle uzak bir denizci
karşısında uçurumun
rüzgarlara karşı
deniz kül rengi
buruşuk yüz
çekiyoruz
kalplerinizin üstündeki paslı süngüleri
zamanın pancurları uzaklaştırıyor sizi
üstünde yolumun
tanıyorum izlerini fatihlerin
ama dinç adımlarım
cesur
ayakkabılarım parlaktır
dolanıp duruyorum çevrenizde
yürüyorum kauçuk bir köprüde
demirden bir kenttir ülkeniz


Malika Asımi
Çeviren: Nuri Pakdil

Mahmut Hamşari'nin Anısına

Ölülere ağlamayın
Kumlardan öğrendim
Ağaçtan öğrendim
Güneşten öğrendim
Ölülerin bizim gözyaşlarımıza gereği olmadığını
İlk yazların ya da yıldızın şehitleri olsalar bile
Bir kadın böyle söylemişti bana
Anasıydı bütün anıların
Çocuklarının gidişine bakıyordu
Yüreğin şafağında sessiz
Onlara bir somun arpa ekmeği ve bir avuç zeytin veriyordu
Geri dönmüyordu onlar
Ağlamıyordu kadın
Fakat dağların dilenci düşüyle süslenmiş sevecenliğe bırakıyordu
kendini
Kendini mezar taşlarının arasında biten çiçeğe veriyordu
Bulutları unutuyor ve kendine haberler getiren meltemi
Mahmud aldığı yaralardan ölmüş
Tulkarem'de doğmuş DeirYassin'den birkaç yıl önce
Kışın ölmüş
Karmakarışık anıların çukuru içinde
Ağaç devrilmiş
Sessizliğin öteki kıyısına
Ölülere ağlamayın
Yarın
Suçlu anıların depremi


Tahar Ben Jelloun
Çeviren: Eray Canberk
12 Ocak 1973


Küçük DeirYassin köyü halkının 1948 yıllarında İrgum kuvvetlerince öldürülmesi.

Çürümüş Ağaçlar Gömütlüğünde Oturuyoruz

Çürümüş ağaçlar gömütlüğünde oturuyoruz
taşlar kemirmiş
kuru kabukları

Issız bir kumsalda
şişe kırıkları
çok eski monden şapkalar
çamura gömülmüş birkaç ayakkabı
ve ölü serçeler denizinde

Orta yerde
herkes için bir çeşme
ve kuru ekmek sandığı

Kış günlerinde
ölüler karışır canlılara
gözleri açık kalmıştır
dondurucu rüzgarda

Yılın öteki günleri
gözleri trahom kurbanı genç kızlar
gidip gömütlerin üzerine otururlar
ve beklerler orada
göğün merdiveninden inecek ölümü.


Tahar Ben Jelloun
Çeviren: Özdemir İnce