Şiir, Sadece

10 Mayıs 2017 Çarşamba

İlk Yaz

Yenilenmiş yeşil ot,
Kıştan sonra imgesisin
Karanlıklarla aydınlıkları
Barıştan bir evrenin!

Değişimlerin gerçeği,
Tören kuralları ve kurtuluşu
Geleceğin doğduğu düzenin,
Bereketli güneş, yaşamın rengi,
Köy düğünlerini yadsıyacak olan.

Bir ülkeyim, gece-gündüz bahçıvanlık
Eder toprağın çağına bende ilk yaz ...
Konuk kalırım derin köklerde.


Edmond Vandercammen
Çeviren: Özdemir İnce

Sapma

Boş yere daha sakin kıyılar arar
İnsanın içine dökülen gözyaşları
Tüketmek için onları kuşatan geceyi.
Sessizliğin ağırlığın altında mıdır
Uzun süre saklanan sevda ihtiyacı?
Yoksa olmazlara ve çıkmazlara
Mı dönüşmekte yıllar?
Uyumun bekçileridir bütün aşıklar,
Ama bazen acı bir sapmadır
Bir kum ve serap çölüne yönelen dilleri...
Kendinden uzaklaşmak iyi duymaz
Boğulanların uzak anı seslerini.


Edmond Vandercammen
Çeviren: Özdemir İnce

9 Mayıs 2017 Salı

Ben

Doruğuyum ben bir dalganın
Bir parça köpük işte
Çağın derin bağrından doğan
Bir parça köpük
Ve sönen şöyle bir esintiyle
Canı istediği zaman rüzgarın,

Bir suyosunuyum yüzeyde sallanan
Kopup gelmiş deniz dünyasından
Ve rüzgardan da hafif bir kuş
Dönerek uçar üzerinde
Yalayıp geçer kanatları,

Öykünen gölgesiyim ancak bir gölgenin
Solgun yansıması bir düşüncenin
Ki döndürür dünyayı kendi ekseninde
Bir çocuğun elinde bir kırbaçla
Topacı çevirmesi gibi.


Franz Hellens
Çeviren: Özdemir İnce

İnanmak

Tanrıya inanmak, evet, ama önce
İnanmak kendime, inanmak
Gökyüzüne, evet, ama önce
inanmak yeryüzüne.

Kendime inanmak, evet, ama önce
İnanmak yazgı denen şeye,
Geleceğe inanmak, evet,
ama inanmak hayata önce.

Toprağa inanmak, evet, ama önce
İnanmak mutluluk ve tüzeye,
İnanmak tüzeye, evet, ama inanmak önce
Şu insan denen tüzesizliğe.


Franz Hellens
Çeviren: Özdemir İnce

Karanlık Sunu

Şu kötü yapıtımı sunuyorum size
Ki ölülerin düşüncelerini andırır
Ve pişmanlıklarımın kır tanrısı üstüne
Ay ışığı fırtınayı yola çıkarır

Düşlerin yılanları mor
Keleplenmiş uykumun ortasına
Güneşte boğulmuş aslanlar
Ve kılıçlar isteklerimin başında

Uzak suların dibinde zambaklar
Ve açılmayan eller kapanıp da
Ve kırmızı saplı düşmanlıklar
Aşkın yeşil yas giysileri arasında

N'olur acıyınız söze, Tanrım!
Bırakınız kalsın donuk dualarım
Ve ay otların içine sızmada
Biçmek için geceyi ufaklarda.


Maurice Maeterlinck
Çeviren: Cemal Süreya

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Ekmek Pişirme

Hizmetçi kadınlar en iyi buğday, en iyi sütle
Pazar günleri için ekmek yaparlardı;
Sırılsıklamdılar hamur teknesine damlayan terleriyle,
Boyun eğik, dirsek bükük, dümdüzdü yalnız kürek sapla

Buğu yükselirdi evecen ellerinden, bedenlerinden,
Hamurun içine batıp çıkardı kocaman elleri,
Göğüsleri sere serpe bir yığın giysi içinden,
Yuvarladıkları hamurları göğüslerinin etleri gibi.

Dışarıda büyük fırınlar kızıl korlarla.
Ve ikişer ikişer, bir tahta ucunda
Fırından kubbelere doldurulurdu yumuşak ekmekler.

Ve alevler ağızlarında yol açarak,
Kocaman bir sürü ve kızgın köpekler gibi
Yüzlerini ısırmaya atılırlardı hırlayarak.


Emile Verhaeren
Çeviren: Aytekin Karaçoban

Çaba

Siz, coşkuyla ve soluk soluğa çalışanlar,
Zamanla birlik yürüyen ve yaşamı kuranlar,
Başarı araçlarının alnacında düşle,
Geniş ve katı gövdeler, sert ve kesin hareketler;
Çaba, gücü zorlama, koşma, durma ve yürümeler,
Nice satırlar yazıyorsunuz yürekler acısı biçimde;
Yiğitliğin ve görkemin soylu satırlarını belleğimde.

Seviyorum sizi, ülkelerin sarışın delikanlıları,
İyi sürücüleri kişneyen ve parlak ve usul atların,
Ve sizi, koruların kokularıyla dolu alev saçlı oduncuları,
Ve seni, yaşlı ve kaba köylüsü aplak köylerin;
Yalnız tarlaları ve köy yollarını seven
Ve kocaman bir elle tohumları serpen;
Önce önüne, ışığa doğru, havaya,
Biraz canlansın diye, düşmeden önce toprağa ..

Sizi de seviyorum sefere çıkan denizciler,
Bildik bir ezgiyle, gece, yıldızların altında,
Yelkenleri şiştiğinde, atlantik rüzgarlarıyla
Ve rüzgarların sallandığı ipler ve direkler
Ve sizi, altın suyuna batırılmış gümüş rıhtımlarda,
Geniş omuzları, yükleyip boşaltan hamallar,
Ve giden, ilerleyen gemiler güneşin altında,
Boğuşa boğuşa dalgalarla, kutuplara kadar;

Ve sizi olağanüstü cevher arayıcıları,
Dondurucu ovalarda, kardan kumsallarda,
Soğukların sizi kuşattığı, ülkelerin bir ucunda,
Uçsuz bucaksız kıskacıyla acımasızca sıktığı
Ve sürünen bedenleri ve dişleri arasındaki fenerler
Toprak altında ilerleyen madenciler, dar bir
damara kadar. Ve orada salınan kömür,
Anlaşılmaz ve yalnız çabanız altında pes eder;

Ve sizi, demir ve tunç döğenler,
Hüyük korların ve dev örslerin çevresinde,
Karanlığı ve dumanı delen mor ve altın yüzler,
Sırtlarında gergin kaslarıyla, birdenbire,
Yüzyıldan yüzyıla daha geniş yayılan,
Kentlerin ürküşü üstüne ve yoksulluğun ve görkemin
Sonsuz bir iş için kurulmuş kara haddeler,
Yüreğimde duyuyorum sizi ve kardeş gibi.

Ey ovalarda, denizlerde, dağların yüreklerinde
Süsten uzak iş, yabanıl, inatçı, çetin,
Perçinleyerek zincir halkalarını
Düğümler atarak bağlayan birbirine!
Ey bu gözüpek devinim gündüz ve geceleyin.
Bu her zaman yanan kollar, yorulmayan eller,
Boşlukta birleşmiş, yenilmiş evrene
insan gücünü yazmak için bu eller
Ve yeniden yaratmak için dağları, denizleri,
Ovaları başka biçimde.


Emile Verhaeren
Çeviren: Aytekin Karaçoban

Kasım Yeli

Uçsuz bucaksız fundalıkta
İşte Kasımı duyuran yel
O sonsuz fundalıkta,
İşte yel
Yırtınan, parçalanan,
Güçlü soluklarıyla köylere çarpan
İşte o esinti,
Yabanıl Kasım yeli.
Çiftlik kuyularında
Demir kovalar, çıkrıklar
Gıcırdıyor.
Çiftlik sarnıçlarında
Kovalar, çıkrıklar
Gıcırdıyor, haykırıyor,
Ölüm yası içinde.
Sürüklüyor yel sular boyunca
Koparıp yeşil yaprakları
Yabanıl Kasım yeli;
Dişliyor dallar içindeki
Kuş yuvalarını;
Törpülüyor demirleri,
Geçen kıştan kalma uzaktaki
Çığları tırmıklıyor kudurmuş gibi
Kudurmuş gibi yel,
Yabanıl Kasım yeli.
İçleracısı ahırda,
Sallanıyor çatı pencereleri
Kağıttan camlar,
Yamalı bezler, çullar.

-Yabanıl Kasım yeli.-
Boz çimenli bayırda,
Kara değirmen,
Alttan havaya savurarak,
Üstten şimşek gibi vurarak,
Yaman biçiyor o yeli.
O yel
Yabanıl Kasım yeli.
Çömelmiş eski kulübeler,
Kilise çanları çevresinde
Dikilir dayanıp değneklerine;
Eski kulübeler ve saçakları,
Çatırdar bu yelden
Yabanıl Kasım yelinden.
Küçük mezarlıktaki putlar,
Ölülerin kollarıdır onlar,
Kuş sürüsü gibi düşerler yere,
Kırılırlar kara toprak üstünde.
Yabanıl Kasım yeli
O yel.
Rasladınız mı siz ona,
Üçyüz yolun kavşağında,
Rasladınız mı ona o yele,
Korku, bozgun yaratan o esintiye?
Gördünüz mü onu o gece,
Aya saldırıp sererken yere?
Gördünüz mü dermanı kesilen
O viran köyleri
Acı acı haykırırken
O fırtına içinde?
Sonsuz fundalık üstünde,
İşte o uluyan yel
Kasımı herkese duyuran yel


Emile Verhaeren
Çeviren: Nuri Can

Vatanım

Vatanım, sonsuzca sevdiğim, bağlandığım!
Ömrümü çoğu kez yollarda geçirdim
Irmak gibi aktım, yel gibi estim
Bağışla beni, yalvarırım.

Karşında suçlu duran
Oğluna sitem etme
Yolların uzun ipliğini
Yeryüzünün yumağına sardı diye ...

Yine de kavuşmalar nasıl da tez
Yolların ve buluşmaların dünyası nasıl da dar!
Hayır, aramızda ayrılıklar yaratmayı
Başaramadı uzaklıklar ...

Çünkü çağlayanların senin
Göğsümde çağlamaktadır
Çünkü yıldız yağmurların
Gözlerimde yağmaktadır

Buzdan soğuk yadellerde
Bir oyuktan su içtiğimde
Gördüğüm senin sevgili yüzündü
Orada, karanlık derinliklerde

Bil ki köklerim için nemsin sen
Yapraklarım için ışık, yaşam özü ...
Bil ki sensiz yoksulum, sakatım, bomboşum
Sen güçsün, kuvvetsin, nimetsin
Sensiz yokum ben
Vatanım benim!


Mustay Karim
Çeviren: Ataol Behramoğlu

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Aradığım Kadın

Aradığım kadın
Benden daha yakın bana
Ayak seslerini işitiyor gibiyim
Tutkumun ateşi içinde.

Dinmeyen susuzluğuyla bülbül gibi
Gönlümün kurumuş havasında
Eriyip gidiyor bir damla su için.
Usuldan usuldan giriyor düşüme
Ilık gecede ay ışığı altında.

Canevimin yeşeren yaprakları içinde
Gördüğüm o kadındır, bulutumsu, uçucu, gönül alıcı,
Delice ses veren gök gürültülerine benzeyen,
Şimşeğin parıltısında şöyle bir bulduğum kadındır o.

Diktiğim çardağın altına oturup
Sevgilimin boynunu çiçeklerle süslüyorum,
Derken sıçrayıp uyanıyorum birden
Elim böğrümde çiçekler boynumda.


Nazrul İslam
Çeviren: Eray Canberk

Umut

Belki raslarım sana, sevgilim,
Ufukların bir ucunda
Gökyüzünün çekildiği ve kucakladığı
Ağaç kümelerinin koyu yeşilinde

Issız çayırda
Şu uzak kulübede
Ya da köy havuzunun sakin kenarında
belki de yapayalnız
hafıfçe gülümseyerek
ellerimi ellerine almak için
çıkagelirsin
Bu gökyüzü mavisinden de ötede
Peçesiz yüzün ışıldıyor
Ve bu güney rüzgarı
Senden haberler getiren
Gizli bir elçidir
Ormanlara kaçan

Yaramaz bir afacansın
Birdenbire çıkıverirsin karşıma
Ve sevgiyle öpersin gözlerimden
Orada o uzak ufukta
Görkemli ışınlarıyla güneş
Haber veriyor bütün bunları.


Nazrul İslam
Çeviren: Yaşar Nabi

Korku Belirtileri

Teker teker korku belirtileri
yavaşça siliniyor ortalıktan.
Yaralı duvarları özel evlerin,
dükkanların, istasyonların, öğrenci
yurtlarının, iyileşiyorlar kafa tasındaki
deliklerin yeni etle dolması gibi.
Kaybolmakta korku belirtileri
teker teker, köylerden, kasabalardan.

Elektrik direğinde çalışkan karga
bir kez daha oturuyor, gagasında
samanla-kuluçka
zamanıdır anne-karganın.
Yüreğin Rabindranath Tagore'u
devlet hapishanesinden salınmıştır şimdi
ve duyulabilir yine
Bengal'in ışığında ve havasında
sakin portresi ışır duvarlarımızda.
Boş kafesi bulur, çıkarır
verandaya asarım
parlak, yeşil bir kuşun
döneceğini umarım.
Çünkü kaybolmakta korku belirtileri
kaybolmakta teker teker.

Ama hala damarlarımdaki kan, beynimdeki
korkunun koyduğu kurallara göre akar.

Alova ağacının altındaki tavuklar
kafalarındaki bir patlamanın
sesiyle birden etkilenirler.
Tınazın yanında bir tavşan titrer
çarpılarak anısıyla
çıplak çeliğin dokunuşunun.
Ağaçların yaprakları karabasanlarda
hala alevlerini götürürler ölü yakılan
meydanların ve büzülüp buruşurlar
simsiyah, sıcak küller uçuşan havada.

İri ve kıllı bir kol girer içeri
pencereden, ezerek, kırıp geçirerek
evdekileri, Masum pilav tabağı, bir
Albayın sırıtan yüzüne dönüşür ve gövdesiz
zıplamaya başlar döşemenin üstünde.
Birden sadık köpeğim atılır üzerime
kana susamış dişlerini duyarım ensemde.
Oğlum kahkaha atarak ulur
kardeşimin gövdesini görürüm
Kızkardeşimin gövdesini görürüm
sallanırken tavandaki kirişten.
Odamda bir tipi başlar-
göğsümde sıkışmakta kar- 
kefen bezleri dans ediyor rüzgarda
ölüm şarkısı adına!

Çok denedim. Korkuluklar
yaptım ve diktim her yere
aklımın tarlasında. Ama
hayaletler reddediyor gitmeyi.
Her gün, günün sonunda
yorgun düşerim, yorgun düşerim
yorgun, yılan ıslıklı korkunun
benliğimi saran kollarından.

Beyaz inek dönecek mi bir daha
sundurmasına, hafifçe kaldırarak
tozları ayaklarıyla ve
çanını çıngırdatarak, günbatımında?


Şemsur Rahman
Çeviren: Ali Cengizkan

Tanrıyı Arayış

Tanrısız olur mu hiç- der, çıkararak papuçlarını
su kabarıcaklarını yoklayarak, düşünüp tartarak her şeyi yeniden,
ve gün ağarır ağarmaz başlar tanrıyı araması-çekmecelerde,
çatı arasında
başlar arayış çeyiz sandıklarında, çocukların ceplerinde
arar tanrıyı adam, ağaç kovuklarına göz ata ata
ahırın çevresinde, nehrin kıyılarında
peyke altına bakar, dama çıkar, bacanın içini araştırır
ot ambarında, saplar elindeki sopayı geçen yılki tınaza
unları elekten geçirir, seçip ayıklar kuru mantarları
söker saati, takar yeniden, şaşırmaksızın,
eski kitapları karıştırır, satır aralarını
arar, eski takvimlerin sayfaları arasında, sararmış arıcılık el-
kitaplarında bir elma ağacının altını yoklar, bir yerlere gömülmüş olmasın
kuyunun suyunu çeker, parmaklarıyla araştırır dibi
geçirir birkaç kez tırmığı havuzdan enine boyuna
bir kapan kurar köşede, sıçan deliğinin yanına
tartar elindeki pasaportu, çocukların nüfus kağıtlarını yoklar
kiliselerde mihrabın arkasına göz atar, arar hastanede,
papazın evinde
bakar tabutlara mezara indirilirken
arar ilaç şişelerinde, acı tatlı ilaçlarda
sonra oturur ucuna kerevetin, başlar duaya
esneyerek, kaşınarak, alıştığı üzere
her gün öylece, sabahtan akşama dek: ve tabutunun kapağı
düşünce
ansızın bir korkuya kapılır: unuttuğum bir şey oldu mutlaka


Vytautas Bloze
Çeviren: Berzinç - Ataol Behramoğlu

5 Mayıs 2017 Cuma

Sürgün

Bilinmez bitkiler.
Bir tufandan fışkırmış toprak
Ölü ısırganotunun uğultusunda.

Çanların uçuşu
parçaladı yüreği
pencere camı gibi.

Datura fastuosa.
Sardunya Vadisi'nin yalnızlığı.
Nasırlı ellerin dikeni
kazıyor toprağı ve ağlıyor.

Durmadan yürüyorum
ısırgan ve baldıran uğultusunun
hüzünlü tören alayında.

Çünkü bize kalan biricik şey
-mezar üzerinde kısa kısa izler-
vasiyetin senin.



Nyka Niliunas
Çeviren: Özdemir İnce

Ben Olmayınca

Dağlarda özgür kartallar
Sen ve ben, dağlarda.
Ah, adımı sana kim yankılar
Dağlar olmayınca?

Özgürlüğü çığırır rüzgar
Özgür kişi hiçbir şeyi umursamaz!
Ah, gülüşümü sana kim anımsatır
Geçip gidince yaz?

Gün karardı güneşle birlikte
Ve güneşle uyanacak bir daha
Ah, neyi koyabileceksin aşkımın yerine
Ben olmayınca?


Salomeja Neris
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Ziyaret

Bu gece, ölmüş bir dost
Ziyaretime geldi
Oturduk sofraya
Ve iyi sözler konuştuk

Düşümde bilmiyordum öldüğünü
Neşeli ve capcanlıydı
Yiyip içelim dedim
Kaldırdık kadehlerimizi

Ne yedi ne içti
Yüzünde bir tuhaf gülümseyiş
Ben yeniden kadeh kaldırdığımda
Daha da tuhaf bir şeyler söyledi

Anımsamıyorum söylediklerini
Durdu birden ve kalktı gitmek için
Giderken kucaklayıp öptü beni
Ve dönüp baktı arkasından eşiğin

Uyandım ve uyku tutmadı bir daha
Ama her şey biraz daha kolay
Ve daha az karamsarım
Bu ziyaretten sonra


V. M. Putinas
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

4 Mayıs 2017 Perşembe

Dilsiz

Laf atar millet atar kuş bile
ağzı açık nesi var diyecek taş benim ağzımda
susar kulaklarımdaki İsa.

Dilsizim ben dilim yok ağzımda ve
başımı sallarım dilsizim dilsiz ve sağır
hırlar korkudan gırtlağımda o söz kurbanlık
domuz gibi semiren.

Kral fırlar yerinden sürçer merdivenlerde
soytarı ve gelirler kara keşişler bir
tabut taşıyarak ağızları açık.

Bak konuşuyor org ve duyumsuyor alnım
konuşuyor hava ve korkutuyor ve çürüyor ciğerlerimde söz.

Parmakla işaret ediyor ve gösteriyorlar
elleriyle bir çukur kaz hadi.


Uldis Berzinç
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Ne İyi Pencerelerin Olduğu

Ne iyi pencerelerin olduğu. Işık
girer kaçınılmaz olarak, ışığın gerçeğini
doğrulayan karanlık ve değişen mevsimler
girer, öyle akıl almaz bir neşe ki
en ansıdır tüm neşelerin.

Bazen kederin sessiz kuşu
gelir uçarak, büyüyen neşemi
kemikli kanadıyla kesip atmayı umar,
ama ben cüretli sözcükleri bilirim.
Onların gücüdür bu imgeleri kovan.

Ne iyi ellerin olduğu. Az şey değil
bu neşeyi duymak. Okşamak
o düğümlenmiş kökleri, ağaç kesiklerindeki
derin çizgili yüzü ve kurtarmak az şey değil,
huş ağacının özüne hapsolmuş karıncayı.

Ne iyi başarmış olmak
insan olarak doğmayı. Bir taş, ya da
hayvan değil. Fakat, kuşun geri gelmesinin,
bir daha ve sözcüklerin güçlerini yitirmesinin
iyi olduğuna nasıl inandırsın insan kendini,

cüreti etkisiz kılıyor çaresizlik.


Maris Caklais
Çeviren: Yusuf Eradam

Ve Dünyamız Olan Bu Kürecik

..... Ve dünyamız olan bu kürecik
konuşmayı tez öğrendi
ve dillerinden biri
yulaf tarlasında sis örneği başladı kıvrılmaya

nasıl salınırsa ırmakta söğüt dalı
rüzgarda nasıl savrulursa acı duman
dillerinden birinde
ağlayıp güler bu yaşam

ve dillerinden birinde
açıldı ağzım
yıldızlar bilmediklerimi fısıldayarak
penceremi zorlayınca


Janis Peters
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Kendinden Geçiş

Ah; en güzel şey her günkü yaşamdır
Ve damarda hışırtıyla akan bu kan.
Ne ayık oldum ne sakıngan
Ve sevinç her yanımı kuşatır.

Entarimin açık yeşil ipeğidir
Bir dalga gibi köpüren ayaklarımın altında
Ve düşüyor tüm giysim fışırtıyla
Çünkü kadın çıplakken en güzeldir

Neden böyle güzel kokuyor ay çiçeği?
Yoksa bugün yaşamım değişecek mi kökünden
Ah, işte böyle biriyim ben

Ki içiyor beş duyum her sevinci
Farkım yok ölüme mahkum birinden
Yaşamaya delice susamışken


Marie Under
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Ses

Küçücük bir oğlanken ben
Bir ses çınlamaya başladı içimde

Az biraz boyattığımda
Ses de yükseldi göğsümde

Şimdi her yanım o sesle kaplı
Göğsüm altında eziliyor

Hayatımdır o, canımdır
Dünya ona dar geliyor


Yuhan Liiv
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Dünya Bene Tanış Gelir

Gedirim, izim böyüyür,
Susuram, sözüm böyüyür
Bakıram, gözüm böyüyür
Dünya bene tanış gelir

Bunun dağı, taşı tanış,
Bunun yazı-kışı tanış
Gözlerimin yaşı tanış
Dünya bene tanış gelir

Bir defe de gelmişemmi?
Gelmişemmi, görmüşemmi?
Yaşamışam, ölmüşemmi?
Dünya bene tanış gelir.


Ramız Rövşen

2 Mayıs 2017 Salı

Son Gecedir Bugün Yine

Son gecedir bugün yine,
sabah yine son seher,
Son yel dolur son yelkene.
Kayık yüzür birteher...

Ahırıncı ağaçdır bu,
Esir sonuncu külek.
Bağlayıb sonuncu yolu
Yine sonuncu felek...

Şimdi son kuçe üstüne
Yağacak son adımlar,
Yine dönecekler tine
Sap-sarı, son adamlar...

Doğulur sonuncu insan,
Sonuncu insan ölür,
Yine son defa ağlayan,
Son defa gülen olur...


Vagif Vekilov


sabah: yarın
seher: sabah
birteher: birtuhaf
ahırıncı: sonuncu
esir: esiyor
bağlayıb: bağladı-kapadı
kuçe: sokak
tin: köşe