Şiir, Sadece

26 Mayıs 2017 Cuma

Alaca Karanlık

Batı tepesine yaslanan güneş
Ve dimdik yükselen duvarı tapınağın
Bakıyorlar birbirlerine. Nedir söylemek istedikleri karşılıklı?
Ve neden susuyorlar?

Sırtında yaşlı bir adamı taşıyan sıska bir eşek
Eve doğru gidiyor acele acele.
Toynakları "tak tak" diye vuruyor yere,
Tekdüze bir musiki gibi.

Boşluktan karganın sesi geliyor,
Ağacın tepesinden,
Uçuyor sonra derken susuyor
Ve yeniden tünüyor bir dala.


Pien Çö-Lin
Çeviren: Eray Canberk

Köprünün Üstünde

Bilmem hatırlar mısın
ikimiz de çocuktuk,
Coşkun bir sağanak sonrası
Irmak kıyısında oynuyorduk,
Çiğniyordu çıplak ayaklarımız
İnciye benzer yağmur taneciklerini,
Duruyordu telaşlı bulutlar
Türkümüzü dinlemek ister gibi.
"Doğudadır Gökkuşağı." türküsüydü
Senin söylediğin,
Bakıp durmuştun gökkuşağına, gülmüştün
Ve keserek türküyü
"Köprüye benzemiyor mu?" demiştin,
"Göğü bir atlayışta aşan
"Şu uzun, upuzun
"Gökkuşağı?"

"Evet," demiştim ben,
"Gökyüzü köprüsüdür o,
"Cennete giden yolda
"İnsanlara kılavuzluk eden,
"Artık çocuk olmayacağımız
"Başka bir günde
"Seninle birlikte geçeceğiz
"Köprüden"

Otuz yıl geçti aradan
Gene oradayız ama
Ne bulut kalmış, ne gökkuşağı,
Her yanımız güz tarlası,
Gene soruyorsun bana,
"Gökkuşağına benzemiyor mu,
"Şu ırmak üstündeki köprü?"
Cevap yok, el ele geçiyoruz karşıya.


Li Kwang-T'ien
Çeviren: L. Sami Akalın

25 Mayıs 2017 Perşembe

Kimdir Süren Kara Bir Arabayı

Kimdir bu süren kara bir arabayı
Bu avunmasız yağmurda
kimdir bu acımayan yorgun atlara
çamurda debelenen tekerleklere

Kimdir bu süren bir arabayı
yol kıyısında hanları yanan çam odunları
olmayan bu kırlarda
şafaksız geceye aldırmadan

Kimdir bu süren
kemikleri çıkmış
boğulmuş bir dünyanın bu çıkmaz yollarında

Kimdir bu süren boş bir arabayı
kim ötebilir bir gemi kaptanı gibi
en son ölen mezarcıdan başka.


Josef Hanzlik
Çeviren: Ülker İnce

Eytişimsel Bireşim

Yüzyıllardan bu yana
ve yanlış bir şekilde

Kimileri
YUMURTA'nın
tavuktan önce
var olduğunu ileri sürdüler

Kimileri de
TAVUK
yumurtadan önce
vardı dediler

Ama biz
yalnız biz
TAVUK
ve
YUMURTA'nın
tarihsel-eytişimsel
evrimi
açısından
bu sorunu
inceleyen bizler
biliyoruz ki
YUMURTA
tavuktan önce
vardı
ve aynı zamanda
TAVUK
da
vardı
yumurtadan önce

Ve biliyoruz ki
yalnızca
bu iki tarihsel gerçeğin
içsel birliğinde
yatmaktadır
YUMURTA
ile
TAVUK'un
hakikati.


Vaclav Havel
Çeviren: Özdemir İnce

Napoleon

Ne zaman doğdu
Napoleon Bonaparte diye
soruyor öğretmen çocuklara.

Kimileri bin yıl önce diyor.
Yüz yıl, diyor kimileri.
Geçen yıl, diyor biri.
Kimse bilmiyor.

Çocuklar, diye soruyor öğretmen.
Ne yaptı
Napoleon Bonaparte?
Savaş kazandı, diyor kimileri.
Savaş kaybetti, diyenler çıkıyor.
Bilmiyor kimse.
Döverdi kasap köpeği
ve geçen yıl öldü köpek açlıktan.

Ve hemen bütün çocuklar ağladılar.
Zavallı Napoleon.


Miroslav Holup
Çeviren: Özdemir İnce

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Kentte Güz

İşte kent, alan ve evler
ve işte saçları boğum boğum belikli kızlar
rüzgarlar tutkular gülücükler yuva yaparlar her boğumda

Mevsim güzdür

Yukarda bir yerde gizlenir güneş
bulutların içinde
tıpkı bir pençe gibi bir atın yüreğinde.


Jan Skacel
Çeviren: Özdemir İnce

Haksızlık

Eski, köklü bir saygı vardır içimde
Garip bir saygı tahıl ambarlarına karşı
Senin sandığından da fazla coşarım
Temmuz gelip de yollara saçılan buğdaylar arpalar
Bizi kırlara çağırdığı zamanlar

Yaprak gibi titrerim yumuşak asfaltta
Yapışmış bir serçe ölüsü görünce
Eğilip denize bakarmış gibi bakarım
Ve seni düşünürüm
Değirmenlere gömülünce yaz.

Benzin kokusuna doymuş havada
Kandırmamak için kendimi
Doğal bir sığınma limanı olan bana
Adını tekrarlarım
Çünkü tekrarlamak zorundayımdır adını
Çünkü seninle birlikte korkabilirim ancak.


Jan Skacel
Çeviren: Özdemir İnce

Yakarı

Orman kıyısında bir kaynak ver bana
Fazla derin olmasın avuç içi kadar bir şey yeter
Bir de bir kurbağa ver korusun diye kaynağı

Güzün gelip toplarım birer birer ölü yaprakları
Kışın gelip kırarım buzları
Susamış yolculara içecek su sunarım yazın

Hepsi bu ve gücün yeter hiç kuşkusuz
Benim için küçük bir su gözesi yaratmaya
Gökyüzünün gelip bazen kendini seyredeceği.


Jan Skacel
Çeviren: Özdemir İnce

23 Mayıs 2017 Salı

Senin ve Bir Deniz Dalgası İçin Küçük Bir Romans

Öylesine usulca ısındım ki senin yanında
dalganın yaladığı kumsal gibi

Öylesine doldu ki seninle çatırdıyor ufkum
sanki iri memelerini dalga gökyüzüne dikmiş gibi

Ama gene de bir şey toplamıyorum avuçlarımda
sütlü ve alacalı bir parça köpükten başka

İşte bu yüzden susamış kalacağım sonsuza kadar
bu sonsuz, bu ölümsüz dalgaların yanında.



Lumir Civrny
Çeviren: Özdemir İnce

Kim Buldu Bu İki Sözcüğü

Kim buldu bu iki korkunç sözcüğü:
sakin ol!
O haklı! Biz de haklıyız:
Bunun için sakiniz
birisi hakkımızı çiğnediğinde,
sakin ol,
göz kapakların mı titriyor?
sakin ol,
görüşleriniz mi bulanıklaşıyor
sakin ol,
gözlerimize yaşlar mı doluyor?
sakin ol,
kanın mı kaynıyor damarlarında?
sakin ol,
Acılar mı basıyor her yanını?
sakin ol,
kanın mı basıyor her yanını?
sakin ol, 
dilin ağzında bir kurşun gibi mi?
sakin ol,
tanklar sana doğru mu ilerliyor?
sakin ol,
silahlar sana mı nişan almış?
sakin ol,
oğlunu eve ölü mü getirdiler?
sakin ol,
kardeşlerin çok mu sıkı tutuyor seni
ölümsü kucaklayışında?
Aldırma, sakin ol,
yaralarından kanın mı fışkırıyor?
sakin ol,
kertenkeleler mi kemiriyor seni,
yılanlar başını mı kaldırmış?
biz kovacağız yılanları,
üzülme, yalnız sakin ol.
Biz her an
sakinlik vahası değil miydik,
bir, iki, üç yüzyıldır?
Sevgili halk, sakin ol,
bir gün biz de
sakinliğin dev gibi bir kayası olacağız,
ezeceğiz bu az bulunur yosunları,
doğrayacağız hançerlerimizle:
Onlar her zaman sakindiler.
Bana gelince, söz veriyorum ki
öldüğüm zaman
bu kayalaşmış yüzümde,
bir kas bile titremeyecek,
ve emin olmak için şu anda
suskun bir iğrenmeyle,
dudaklarım kenetli,
dişlerim gıcırdamakta,
incinmiş ve üzgün olarak
ben de sakin durmaktayım.
Biz, ozanlar sizi destekleyeceğiz,
ama sıranız geldiğinde siz de bizi,
kilise kuleleri zıpkınımız,
sessizlik içimizi kemirmede,
ve sessizlik azarlamada bizi.
korkunçluğumuz gözlerimizde,
sessizlik azarlamada bizi.
Belki yalnız kalacağız,
ama son nefesimizde bile
sizden uzak olmayacağız.


Oldrich Mikulaşek
Çeviren: Sabri Koç

Anayurdum

Ansızın bir özlem sarıyor içimi, fısıldıyorum:
Anayurdum.

Yitirdik yolumuzu, yitirdik yolumuzu
Acılar ve hüzünler arasında,
Aşkımızı uzak şehirlere ünledik,
Şiirlerimizi solmuş güzelliklere adadık
Eski bir kaynağın yapraklarını hışırdatan
Bir rüzgarın kıyısında.

Hep beni bekliyordun bu arada,
Sadık yurdum, taşlı toprağım benim,
Patates tarlalarım,
Yoksulluğun boynu bükük yulafları,
Kara çalılar,
Yaban güllerinin ince güzelliklerini
İnatla koruyan fondalar.

Hep beni bekliyordun bu arada,
Bir kumaş dokuyarak
Kızlığının alçak gönüllü yüceliğinde,
Sen sevgililerin dillerindeki
Övgüleri bilmeyen anayurdum.

Sen çıplak ayaklı kraliçem,
Bembeyaz kuzuların çobanı,
Güneşte esmerleşen ermiş,
En güzel suların kıyılarında
Eteklerini toplamış çamaşırcı kadın.

Seni görüyorum
Evimin eşiğinde.
Batı ocaklarında bir ateş yanıyor,
Kıvılcımlar saçıyor göğe.
Bronz çanlar çalıyor şimdi,
Uykunun kanadı altına giriyor sonra.

Uykunun kanadı altında
Susuyor küçük kuşlar
Yumuşak yuvalarının boşluklarında.
Yalnız sen ayaktasın,
Gözlerine siper etmişsin ellerini,
Beklemekten ve özlemden boşalmış gözlerine.

Dilendiğim torbamı eşiğe atıyorum,
Asamı kırıyorum artık, yollarımın candaşını,
Çimenli kucağına düşüyorum yüzüstü,
Anayurdum.


Ian Kostra
Çeviren: Ülkü Tamer

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Dönüş

Bir yolcuyum, zavallı bir yolcu,
Eşiğime silkiyorum tozunu kunduralarımın.
Buruşmuş bir gazetede bir elmas taşıyorum.
Her şey hüzünlü ve gökte bir umut penceresi açmak istiyorum.

Yabanıl yığınlara açılacak bir pencere
Ve gözü hep üstümüze dikilecek,
Avuntunun ozonunu boşaltacak
Gurur kırıklığının ovalarında düzensiz ormanları koruyanlara,
kentlerin zavallı duvarcılarına,
parçalanmış, derileri yüzülmüş madencilere,
kentlerin karanlığında bunalmış oğullarımıza.

Dur yolcu, okşa çamların iğne yapraklarını,
bataklıktan çıkan bir at kuyruğu gibi
yel dağıtıyor yabanıl hindiba çiçeklerini.
Bakışın bulanık ve elin titrek.
Sen gezinirken büyüdü söğütler.

Yosunlu yamaçlarda kokusu köklerin
dönüyorsun bir dağ alabalığı gibi.
Korkma turna balığından, kaynaşan sulardan,
çok renkli sineklerin ölümcül gözlerinden.
Çalılığın sessizliği gizliyor ezincini.

Bakışın bir lamba gibi parlamalı.
Ellerin yaklaşmalı kemikli ellere.
Ateşin közlerinde bulmalısın sevinci.
Dağlar yedi kez selamlamalı seni.
O zaman canlı ufaklar açılır önünde.


Andrei Plavka
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Anne

Hiç dikkat ettin mi yatağını yapışına
yaşlı annenin,
bir tek buruşuk kalmasın diye
nasıl çeker, düzeltir, gerer çarşafını?
Soluk alıp verişi öylesine içten,
ellerinin hareketi, avuçları
o denli sevecen ki
geçmişte Persepolis'teki ateşi hala onlar söndürmekte,
şu an ise Çin kıyılarından ya da
bilinmeyen denizlerden kopup gelebilecek
bir fırtınayı onlar yatıştırmaktadır.


Vladimir Holan
Çeviren: Gürkal Aylan

Karşılaşma V

Bilinmeyen bir kentin kapısında
bir kadın yolumu kesti,
dedim ki ona: bırak geçeyim, ben girip
çıkıyorum yalnızca, girip çıkıyorum,
korkuyorum, herkes gibi karanlıktan.

Şöyle yanıtladı beni:
korkma, ışığı açık bıraktım!


Vladimir Holan
Çeviren: Gürkal Aylan

Arasında

Düşünce ile sözcük arasında
anlayabileceğimizden daha çok şey vardır.
Sözcük bulunmaz kimi düşünceye.

Bir atın gözlerinde yiten düşünce
bir bakarsın, bir köpeğin gülüşünde
çıkmış ortaya.


Vladimir Holan
Çeviren: Gürkal Aylan

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Adsız

Belki de bugünkü kadar hiç
duyumsamadık avuçlarımızda
bize özgürlük getiren
kızarmış ellerin sıcaklığını.

Henüz yitmedi kulaklarımızda daha
yıpranmış silahlarının uğultusu.
Sokaktaki insanlarımızın kolları
Gene açık eskisi gibi kucaklamaya.

Yüzünüzde bunca gerçek gözyaşları,
kucak açtığında ölülerine toprağımız,
hala sıcak ve yakıcı gözyaşlarımız.
Evet, söylüyorum bunu bütün dünyaya!

Ve bütün yüreğimle haykırıyorum size:
Yaralamayın n'olur bu sevdayı!
Hayalleri paramparça olan ülkemizde
bir o kaldırabilir bunca acıyı.


Jaroslav Seifert
Çeviren: Özdemir İnce

Küçük Kızların Türküsü

Daha güzel ne var dünyada
küçük kızlardan başka
doğar doğmaz elma kokarlar
ballı süt karışımıyla.

Küçücüktür hepsi birer gonca
tenleri yaldızlanır
üç yaşlarında
belli belirsiz bir gölge
çizer saflıklarını.

Tertemiz gülerler
ve vücutlarından geçen dalga
durur kalır doruklarda
sonsuza kadar.

O zaman kızarır yüzleri
Ama bebekleri oynar onlarla
çocuk düşlerinde
ve gözlerinden öpmeye zorlarlar.

Artık ezilmiş akağaç yaprakları
kokar tenleri burcu burcu
ve biraz çevirseler başlarını
yürekleri küt küt atar.


Jaroslav Seifert
Çeviren: Özdemir İnce

Aşık Kadınlar

Coşkunuzdan bir gökkuşağı yapılırdı
güzel yavuklular
Biri beni bırakır bir başkası gelir aynı güzellikte
o da bırakır gider

Senin bana bıraktığını başkalarına veririm ben
Voltava pırıldar 
Ey sen kıskanç kadın geçer ve şarkı mırıldanırsın
ve çekip gidersin sonra

Üç renkli fiyonga karşılaştırılabilir aşkla
saçlar ağız gözler
Ölür ayak sesleri avlunun yankılanımında
mavi bir gökyüzünü andıran avluda

Ah başkalarının benden istediklerini
veremiyorum sana
Nice geceler boyu aradığım kadın
gelip kapıyı çalsana

Odamda kara bir bayrak dalgalanıyor mağrur
Yüzlerce yeni gökkuşağı ve yeni renkler
solsun
Sen gel baştan çıkarıcı kadın

Sen benim maça kızım Ey benim güzel kadınım
Ey Maria
Dinle piyanomun sesini senin içindir çaldığı
arya

Fiyongada yalnız bir tek kara kurdela kaldı
bir bez parçası işte
Sen de gittin ötekiler gibi tıpkı
Gittiler hepsi de


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Cantürk

Bulutlar

Sağ gözün öğle vaktidir gökyüzünün
En yüksek noktasındaki güneşi andıran gözbebeğiyle
Sol gözün öğle saatlerinde bir göldür
Ve bulutlar
Sanrılarındır senin
Aşkı düşündüğünde
Bir gemi geçer su üzerinden
Ya da Afrika
Korktuğun zaman sen
Akrep burcu çıkar bulutların içinden
Senin ellerini düşündüğünü balıklara göre anlarım
Bir evliliği düşlüyorsan eğer bin yapraklı gül açık eder bana
Aşk yorgunluğuyla masalsı kentler kurarsın
Tritonların kavgasıdır kararsızlıkların
Kederli misin bir mum yanar
Acele bir öpücük gönderirsin bana mühürlü bir mektubun
içinde

Çıngıraklar gibi ses verir sevincin
Tutkuya kapıldığın zaman
Bir çitin arkasına gizlenir bütün dünya
ne düşünüyorsun işte bir lamba
Yatmaya mı gidiyorsun bir gecelik görürüm
Ninni söyledin mi de birçok yeni doğmuş çocuk var yukarda
Senin uyuduğunu açık eder bana kuştüyü yastıklar
Güneş batar batmaz uyursun
Ve açarsın gözlerini uykunda
Sağ gözünü gökyüzüne dikip
Sol gözünü bir göle
Aydır gözbebeğin
Kararsız düşünün beyaza kesmiş ayı
Genç kızlık dönemini görürsün düşünde
Ve kargalar havalanır mermer bir şatodan

Düşünde görürsün ilk öpücüğünü
Ve bir kuyuya dalar bir akbaba
Evlendiğin geceyi görürsün düşünde
Ve can çekişir bir kuğu
Yaşlılığını görürsün
Ve bir yumak yuvarlanır toprağın üstünde
Bu gece senin için bir uykusuzluk gecesidir
Gökte bir tek bulut bile yok çünkü
Yalnız sabah yıldızı açık edecek bana gün ağarırken
ağladığını


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Canberk

19 Mayıs 2017 Cuma

Sıkıntı

Voltava'dır söyleyen bu sözsüz şarkıları
Voltava söylüyor ve ben yazıyorum güftesini
Gece ağlarını dökmüş ve av başlıyor
Daha da ışıltılı bir bayram gecesinden
Art arda ölüyordu yıldızlar derken
Beyaz balıkların sözsüz oyunu içinde kederle ve iç çekmeden

Gel sevimli Madelon gel Hedwige gel Clara
Voltava sarfa söyler Madelon gelmez ama

Döker yamaçlardan akan sularını Voltava
Boğulmuş kadınların üzerine sisini serer gece
ve ben işitilmez notaların sesleri gibi bulup çıkarırım onları
beyaz köpüklerin taçlandırdığı kasvetli duanın seslerini
Böyleydi ölümleri kadınların art arda
beyaz balıkların sözcük oyununda kara kralların kucağında
sözsüz bir aşk türküsü gibi geceleyin şenliklerin gürültüsü gibi

Gel sevimli Therese Marie Ninon Clara
Voltava şarkı söyler Madelon gelmez ama
Voltava'nın suyu üzerinde parıldıyor görkemli maskaralık
Ah şarkı söyleyebilsem mızıkalar çalgılar çalınınca
Kapkara kuyu bileziğinin altına serer ağlarını gece
Ölü ay şöyle bir bakar örtündüğü rahibe harmanisi altından
inci ışıltısını andıran havai fişeklerin sözsüz oyunu içinde
sözsüz bir aşk türküsü gibi yüzyılların uğultusu gibi
sizler gibi sevimli Therese Marie Manon Clara

Voltava şarkı söyler Madelon gelmez ama


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Canberk

Aşk

Gün yaş döker... Çiseler çayırın üzerine
Oğlanlar ve kızlar bağlamaya giderler ot demetlerini

Dönmezler geri
Çayır yeşildir gözler mavi
gözleri tıpkı bir tutam menekşe demeti
Oğlanlar ve kızlar sarmaş dolaş
Aşar başlarını menekşenin mavisi

Aşkla ve orakla yaşamak zor gelir bize
Aşkı yaralar keskindir orak
Çanın sesi duyulunca avlularda
Gözlerin bunca güzelliği kalmayacak

Er geç saat gelecek
gecenin içinde solan peygamber çiçekleri için
gelecek mutluluk saati
Küçük bir çocuk kaldırır başını yastığından
anne tutsaktır aynanın içinde

Acıdan ve güzellikten çatlar
acıdan çiçeklenir güzellik
Gökyüzü yıldızlarla dolu püskürtme
Gül rengi bulutlar döner otlamaya çayırda

Gece yaş döker... çiseler çayırın üzerine
Oğlanlar ve kızlar otların arasında öpüşmeye gitmişlerdi

Sabah çocukları açacak onlara kapıları
Döner mi oğlanlarla kızlar
Dönmezler geri


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Canberk

Genesis ve Exodus

Dünyaya geldiğimde
Bezelye çorbası gibiydi ortalık sise boğulmuştu
Ve babam -olayı kutlamak için-
Kırmızı şarapla sarhoş olmuştu

Sakallı yüzünü bastırdı sonra
Kendinden geçmişçe oğlana
Yaptığı gibi mutlu anlarında
Kar örtmüştü tüm dağları
Ve kasırga ulumaları: Haho! Haho!

Kasırga değildi o
Gaklıyordu baykuş, kukumav ve karga
Dua ediyordu papaz üç yaşımda
Babamın mezarı başında

Acı günler başlıyordu
Bağrına basıyordu konu komşu
Annemin mezara konuşunu görmeyin diye
İyiliksever ellerde

Bağırıyordum lokomotife: Çabuk ol! Acele et!
Al götür beni dünyaya
Aklımı başıma toplamalıyım elbet
İsa gibi on iki yaşında

İsa gibi bundan böyle
Yeni bir anne aradım kendime
Başıboş yürüdüm ülkeden ülkeye
Bir yerlerde bekliyor olmalıydı
Sıpsıcak kalbiyle

Bekliyordum saygılı ve tok gözlü
Yeşerdikçe aramızda sevgi tohumu
Bir muştu, mutluluk ve huzur yüklü
Ve tüm nimetleri dünyamızın
Çeşit çeşit, küçüklü büyüklü

Diz çöktüm önünde askerlik şubesinin
Ağladım umutsuz ve içler acısı
Arındım ölüm korkusu
Mermiler, gülleler dolusu

O günden bu yana korkuyu attım
Sevme gücüm de kalmadı artık
Donmuş bakışlarım tarlalar arasında
Ve kilitli kalbim kül dolu kavanozda

Açıkça her bağıt, her yükümlülük
Hiçe sayılmışlıkta anlamsız ve boynu bükük
Ve yanılgılar büyük kapılar önünde
Sayısız kentte

Artık duygularımda değilim ben
Yargılarım yüzünden
Tüm sevgim yıldızlara artık
Ve kardeşliğim hane berduşlara

Çokça uğradığım bir eski katedral vardı
Günnük kokardı
Ve kaderine orada aralanırdı
Büyük kapısı gökyüzünün

Artık bağlanmıyorum bir noktaya
Tüm yeryüzünü kendimin sayıyorum
Coşturuyor uçsuz bucaksız dünya
Hala neden pişirilir tuğlalar
Bana gerekli değil artık bunlar
Terk edilmiş oteller yolda belde
Her yerde her yerde
Beni ağırlamaya hazırlar

Artık tanımıyorum ülkeyi
Sürmeyi, ekip biçmeyi, tomurcuk vermeyi
Geyikler, ayılar, kaplanlar vurdum her yerde
Mississippi'de, Ob'da ve Nil'de

Biricik tarla değil artık beni sınırlayan
Ağaç değil, çit değil, çit kazığı değil
Bir sarı başak. bir baş hayvan değil
Sirenler işaret verir durmadan
Rüzgar yön, denizler ses verir

Çelikten bir taya kurulmuşum
Gemim, benim kuğu kuşum
Dur, gelme, orda bekle! diyen yok
Bütün engellerden azat olmuşum

Böylece gidiyorum, Ah Tanrım
Nedir bu özlem, neden kararsızım
Senin ölümsüz annen
Açmadığı halde kucağını
Gemici gemisinden
Kucaklıyor yer yuvarlağını

Denizlerin şarkısı çınlıyor-bu sesle
Kül kavanozu açılıyor kalbime
Çözmek için deniz havasındaki gizemi
Başlıyor Allahın Ruhulkudüsü gibi
Asılıp kalmaya denizler üstüne

Haho! Haho! Böyle uluyordu rüzgar
Kaptan köprüde duruyordu
Ve genç dalgalar onu öpüyordu


Jan Smrek
Çeviren: Kemal Kandaş

18 Mayıs 2017 Perşembe

Yeryüzü Şarkısı

Göklerin ayı,
Aramızdaki anlaşmayı unutma.
O kadar eğilmen doğru değil bence
Saklanmak ister gibi
Ermiş Ludmilla'nın eteği arkasına

Gidecek öyle kısa yolun kaldı ki
Vinodrady'ye.
iyi düşün.
Önce kilisenin damından in,
Sonra su borularından.
Her yerde savaş var.

İşte Prag, altı aydır bekleyen bir saatli bomba,
İşte Pankrac, acılarımızın Bastille'i.
Ya Terezin?

Bir şair ölüyor orada,
Kurtulmuş Fransa'nın en güzel oğlu,
Robert Desnos,
Aşkı gibi gözleri var.

Meleksi iki yürek gibi gözleri var,
Meleksi iki yürek gibi gözleri var saydam safranlarda,
Saydam safranlarda gözlerin en saydamı.


Konstantin Biebl
Çeviren: Ülkü Tamer