Şiir, Sadece

8 Eylül 2017 Cuma

Orhan Veli'yi Düşünüyorum

I.

Limon rengi bir gök altında kulağıma şarkılar çalındı.
İşittim kötülüğün soluk alışını
Açık arazisinde kara düşüncelerin.
İşte bugün geliyorum billurların mesafesinden
Doğunun yıldızlarını göğsünden içmek için
Ey dilinde güvercinlerin tünediği,
Yalın içkilerle kadınların sevdalısı!
Ey şiirlerindeki güzelliğin
Kelebek hafifliğini hapsetmeye çalıştığım ozan kardeş!


II.

Yurdumda kar meydanlarda ölürken
Savsaklamanın uyuşukluğu kaplar içimi.

Yurdumda çalınır o ezici, kahredici
Avrupai ölümün tekdüze oda musikisi.

Yurdumda kar, genç kızların düşleri gibi kokar
Beyaz dallar altında okurken yabancı şiirlerini.


III.

Her gece bir gündüzün içine akar,
Her tedirgin pencere bir çığlık fırlatır
Kapanırken karanlığın göğsüne.
An olur uzak ülkeler özlenir,
An olur zamanın anaforu kösnüyle içilir.
Ama bugün seni düşünüyorum ey yaşamın kırdığı ozan!


IV.

Görüyorum ölümünü herkesinkine benzeyen,
Görüyorum yalınlığını kahramanlara yaraşan,
Duruyorum bir dakika hayale dalmak için
Gök denen şu koskoca erinçin altında.


Lasse Söderberg
Çeviren: Lütfü Özkök

7 Eylül 2017 Perşembe

Fare Gibi

Bağdaş kurmuş soluk alıyorum
Mezarıma yakın.
Ha desem içindeyim,
Ha desem dışındayım,
Ha desem içindeyim.

Dışarda kar yağıyor,
Şimdiden eskimek istemiyorum.
Hiç istemiyorum.

Dışarda kar yağıyor,
Öyle şairane öyle usul usul...

Yararı dokunur mu sağlığıma
Soluk alsam daha yavaş?

Ay, ne bu rüzgar böyle!
İşte kapandı pencere birden
Bir tabutun kapağı gibi.


Sonja Akesson
Çeviren: Lütfü Özkök

Aracılık

İş eder misin kendine
Dişlerini sıkıp
Sövüp saymayı?

Yok öyle şey.

Tası toprağı toplayıp
Buralardan gitmek mi?

Yok öyle şey.

Aşka gelip savaş açmak
Tabak çanağa
Ya da yumruk atmak mermer aynalara?

Yok öyle şey.

At kendini denize
Vur usturayı damara?

Yok öyle şey.

Peki elin kalem de mi tutmaz,
Bir şiircik olsun yazamaz mısın?

Yok öyle şey.


Sonja Akesson
Çeviren: Lütfü Özkök

Başlangıcı Geri Çağırma

Geri çağırmaya heveslenme başlangıcı
Bakarsın yaklaşıverir son,
Ama son diye bir şey yok ki,
Salt geçişler var.
Işıktan karanlığa
Karanlıktan ışığa.
Bir de sen varsın büyüyen,
Hiç durmadan büyüyen.


Maria Wine
Çeviren: Lütfü Özkök

6 Eylül 2017 Çarşamba

Özleyiş

İlona,
Düşlerinde bir başkası olursun
Benden uzak, kendinden uzak.
Bir yaralı kanat mıdır kumlarda sürüklediğin
Yoksa dalgalar mı arkandan gizlice vuran?
Yolunu mu şaşırdın kardan bir dünyada
Çelikten çanı vururken sessizliğin
Bir başka balığın yuttuğu balık mısın
Karnına yavaş yavaş kayıp
Öldüresiye tıkayan
Yoksa rüzgarın o korkunç diline karşın
Taş üstünde biten çiçek misin
Yoksa kendi içine kapanan
Ve uyanışı olmayan bir düşte
Salt düşen, durmaksızın düşen
Herhangi bir özdek misin?
Kime gülüyorsun böyle
Çocuksu yüzünle çıkınca ortaya,
Kiminle savaştasın
Olgun yüzün altında?
Boynunda açan ne, bir gelincik mi,
Karışırken organlarımız birbirine
Aşkın yılan düğümüyle?


II.

Yokluğunu duyuyorum İlona, kanıyor içim,
Ey ağaç dokuları gibi sımsıkı kapalı ağız!
Ey güvercinler geçtikten sonra kalan yeldeki alev,
Ekin tarlaları gerisinde yaz sisleri gibi yiten göğüs,
Kendi yelkenlerinde boğulan gemi,
Bir dövme gibi taş üzerine kazılan anı
Sabah çiğiyle ıslanan çiçekten kirpikler,
Bir çağlayan gibi ağır ateşten şehvet,
Dil altında yas, salyada ekim,
Hiçbir zaman kuramayacağım ev, düşten dumandan bir ev,
Tüm bir kuşağın yitirildiği kandan liman,
Bilinmez kentler üzerine yayılan bakır dumanlarında
Yeni doğan ay ve kayaların profili ey İlona,
Bir yusufçuk gözünde mahvolan ey mümkün hayat.


Artur Lundkvist
Çeviren: Lütfü Özkök

Adsız

Ne güzeldi mevsimlerin buzlarda dolanışı
Ve anısı sokakta yakılan çıraların,
Yıllar geçse de içimizi ısıtır
Yelde sağa sola savrulan isleriyle.

Ara sıra önemsiz olaylara tanıktık:
Kızağımızın kırılışı bayır başında
Ya da fırıl fırıl dönüşümüz buz tutan gölde.

Clary! Senle ben ikimiz yalnızdık.
Oturmuş sahildeki karlı fundalara
İşemiştik içine, anımsıyor musun?
Kahkahalar atmıştık birbirimize bakıp.
O kış zehir gibiydi, her yerde raşitizm,
Salgın hastalıkların bini bir para.

Clary! O harika cin gibi gözlerinle sen
O kış öldün, göğsün daha kabarmamıştı.


Harry Martinson
Çeviren: Lütfü Özkök

Bilinmeyen Deniz

Bilinmeyen denizde geçen her gün
Sürükler ardından sonu gelmez yarınları.
Çoğalır duyular kendiliğinden
Çevrilir kum bugünkü cama
Kavanozun içinde sıkışıp kalınır
Tıpkı kendi içine kapanan insan gibi
Denizin sonsuzluğu benzer bir cezaevine
Gözler mavi duvarda çaresizce dolaşır.
Ölesiye kahreder uzaklık seni
Ey bu denizlerin külrengi tayfası!
İşte böyle yakınlık ve uzaklık arasında
Pusulayı şaşırır kalır kişi oğlu.
Tapınağı yıkılır, gemisi batar ...
Yarat bu yüzden kendine bir düşünce sanatı
Gelecek yıllar için çığlığını taşıyan
Dayanabilmen için o günlere dek,
Dayanabilmen için o illere dek.


Harry Martinson
Çeviren: Lütfü Özkök

5 Eylül 2017 Salı

Denize Yakın

Okyanusun gürültüleri şu anda.
Kumsallar üzerine yuvarlanmakta gülle gibi.
Geçiciliğin bayraktan denen o kişi
Bu kıyıya ulaşmış,
Bu kumlara uzanmıştı.
Yersiz yurtsuz bir kraldı o.
Salt bir gün sürdü önderliği.


Harry Martinson
Çeviren: Lütfü Özkök

Granit

Taş haline gelmiş damarlarım
Atomlarım bir kaya içine sıkıştırılmış
Kısır ve kabayım
Sıcaktım bir çağda
Donmuşum şimdi
Sertleşmişim
Hiçbir güneş eritemez beni
Hiçbir soğuk çatlatamaz
Delemezler zırhımı öyle kolay kolay
Kaldıraçlar oynatamaz beni yerimden
Kayayım ben
GRANİT.

Ama istekliyim tüm koşulara
Yeşermek dilerim ormanlar gibi
Kuzey ışıkları gibi yanmak alev alev
Ya da ateşten yazılarla ışıldamak göklerde.
Seçtiğim:
Ölü yaşam yerine
Devinmek
Zaman ve sonsuzluk arasında.

Bahar ayaklarım ucunda ağlar durur
Yusufçuk yedi saatlik mutluluğunu yaşar çevremde
Ama ben bir tek maske ile
Tüm tutkularımı yansıtabilirim:
Ağır gelen bir granit ölümünde.

Köpürürüm öfkeden
Alnım kan içinde kalmıştır
Yüreğimi altüst eder acılar
Can yakıcı bir çığlık kopar içerimden:
Bir çağda sımsıcaktım ben
Buz gibiyim şimdi
Nice isteklerle doluyum ama
Ne fayda
Kayayım
GRANİT.


Elmer Diktonius
Çeviren: Ata Karatay

Aradığın Burda Yok

Sakin ol çocuğum, yok aradığın burda
Salt gördüklerindir var olan:
Orman, sis ve rayların uzanışı,
Çam ağaçlarını örten karlar bir de.
Belki uzakta, çok uzak bir ülkede
Meltemlerin estiği masmavi bir gök vardır
Duvarlarında güller, yollarında palmiyeler
Ama hepsi bu kadar.
Arama yok burda o sıcak dudaklarınla öpeceğin şey
Bilirsin, dudaklar da zamanla soğur gider.
Yürek her şeye bedeldir deme yavrum,
Deme boşuna yaşamaktansa ölmeyi yeğ tutarım.
Ne istersin ölümden?
Bir duysaydın gövdenden yayılan o kokuyu
Anlardın yılgısını kendi kendine kıymanın.
Zorunluyuz çocuğum, zorunluyuz sevmeye
Yaşamın upuzun sayrık saatlerini
Ve özlemin kısacık yıllarını
Bir aralık çöllerin çiçeklenmesi gibi.


Par Lagerkvist
Çeviren: Lütfü Özkök

4 Eylül 2017 Pazartesi

Tape Mark

Başım omzuma bastırılmış, onların dönüşünü
seyrediyorum, güneşten otuz kez daha parlak
yavaş yavaş kımıldatıncaya kadar parmakları ve gelirken meydana
çoğunluğu şeylerin, bulutun doruğunda,
dönüyor hepsi köklerine ve çalışarak yakalamaya
giriyorlar bilinen mantar biçimine.

Saçları dudakları arasında, dönüyor hepsi köklerine,
göz kamaştıran ateş küresinde, onların dönüşünü
seyrediyorum, yavaş yavaş kımıldatıncaya kadar parmakları
ve çiçeklenmesine karşın şeylerin, giriyorlar
bilinen mantar biçimine yakalamaya
çalışarak gelirken meydana çoğunluğu şeylerin.

Göz kamaştıran ateş küresinde, onların dönüşünü
seyrediyorum varınca stratosfere gelirken meydana çoğunluğu
şeylerin, başları omuzlarına basılırmış
güneşten otuz kez daha parlak, dönüyor hepsi
köklerine, saçları dudakları arasında
giriyorlar bilenen mantar biçimine.

Kımıltısız yattılar konuşmadan, otuz kez
daha parlak güneşten, dönüyor hepsi
köklerine, başları omuzlarına bastırılmış,
giriyorlar bilinen mantar biçimine yakalamaya
çalışarak ve çiçeklenmesine karşın şeylerin
hızlıca yayılıyorlar, saçları dudakları arasında.

Gelirken meydana şeylerin çoğunluğu, göz kamaştıran
ateş küresinde, dönüyor hepsi köklerine,
hızlıca yayılıyorlar, yavaş yavaş kımıldatıncaya kadar parmakları
varınca stratosfere ve kımıltısız
yattığı zaman konuşmadan, otuz kez
daha parlak güneş yakalamaya çalışarak.

Dönüşlerini seyrediyorum, yavaş yavaş kımıldatıncaya
kadar parmakları, göz kamaştıran ateş küresinde,
dönüyor hepsi köklerine, saçları dudakları arasında
ve otuz kez daha parlak güneş
kımıltısız yattılar Konuşmadan, hızlıca
yayılıyorlar doruğu yakalamaya çalışarak.


Nanni Balestrini
Çeviren: Bedrettin Cömert

Yolculuk No. I.

Doğmakta güçlük çekti bu kez İsa.
Çocuk doğurmak kadar yorucudur tren.
Üç çocuğum ve bir oyuncak atım var.

Sayısız ayaklarımız var, öylesine üşüyoruz ki
yalan söylemek boşuna: yirmi beşime
basacağım ocak ayında, şimdi bekliyorlar beni
nasıl bir herif olduğumu anlamak zorundalar.

Kış parkında durduk, ama
delik deşik ediyor düdük sesleri
durup dinlenmeden bekleyiş sessizliğini.

İnen adamın bağıracak gücü var
(kimse çağırmadı onu) kamburu çıkmış
donuk göz bebekli patlak gözlü adamın,
söylemek, anlatmak isterdim ona
iyi geçmiş bir yolculuk öyküsünü
bir tekne öyküsünü anlatmak isterdim ona.

Şimdi bir halka yapmışız ateşin çevresinde
kağıt ateşinin ve ışıl ışıl ortalık
güzeliz hepimiz bakıştığımız zaman ve atkım
hala benim hırsızın boynunda.

Haydi, yola çıkıyoruz, yabancılar, yüzü bulunmayanlar,
kapattılar seni ve iyidir böylesi,
biri var Bologna'da bekliyor seni
tam geceyarısı gerçekleşecek
bir doğum mucizesine yürekten inanarak.

Bakıyordum
korku içinde peronlara: öldürecek beni
şimdi deli ve olanaksız elinden kurtulmam,
doğdu artık Efendimiz, önümde duruyor işte.


Elio Pagliarani
Çeviren: Özdemir İnce

Mavi Eşittir Cuma

Nasıl davranmalıyım, yenilecek mi sonunda
kara kanat, bilmeyi istedim (Almak için istenir oysa)

Şöyle dedi yıldız falcısı: (yazgı): genellikle iyi,
gerçekleşecek ve pişman olmayacaksınız, yanmasında parlak
hilal ay, çağı hesaba katarsak, azıcık bir hoşnutluk
(gün ortasında çayırda yüzmek), durumu
zorunlu kılabilir, Uranüs' ün veya uzaylardan gelen kış
kimi kız arkadaşla veya akrabayla çakışıyor, o işi yapmaktan
çekinmeyin,

ün sağlayarak ona (bahçeden makas gürültüsü)
saygınlığını azaltmak için hep yanınızda tutun nazarlığı,
oldukça tekdüze bir ay geçireceksiniz.
Akıl doktoru ise şöyle dedi: (düşle ilgili olarak):
geniş aydınlık boş sıkı koyu dolu yüksek derin
oynak murdar kımıltısız pis mi pis bulaşıcı tiksindirici
güler yüzlü gözdağı verici sınırsız ağrılı
zehirli vıcık vıcık çözük içe işleyici
dünyadır elinde bok tutan çocuk görüntüsü
suratsal yüzkızartıcı tanrısaldır dünya
kanlı keskin dölsel içi geçmiş ürkünç
savurgan baş döndürücü uydurucu değişimse!
kinci kurnaz inatçı aşık (içine kadar girerken girmeyi
bitiremediğin)

içseyrine dönmediğin sürece (bahçe kapısının sarmaşıktan güzel
bir eyer altı örtüsü var) ve
yanıtladım: ne güzel bir huzur var burda, nesneler yüzeylerini
kazıyorlar: arkama dönmek istiyordum, ama kaçmıştı ağlayarak.



Alfredo Giuliani
Çeviren: Bedrettin Cömert

Artık Yetmez

Ortalıkta suskunluk varsa,
gözler gülümseyerek bakıyorsa,
gözyaşları yüreklerden uzaksalar,
her şey tatlı, güzel, uyumluysa,
her şey görünüyorsa yerli yerinde,
o zaman böylesi mutluluktan
ne kalır bize?

Oysa ortalıkta sürüklenir durur
insanların gözyaşları, sicim gibi,
konar acımız
sonsuz çayırlarına toprağın,
dilsiz ağaçların bağrına
girer acımız,
sürükler acıyı hava ordan oraya,
dirilikten soluya soluya sessiz sedasız
beklersek zamanın sonunu.

Bugün artık yetmez .
şiirlerde anlatmak yaşamı,
almalıyız hayatı kendi ellerimize
kurmak için geleceğini dünyanın
vakit geçirmeden.


Italo Volpe
Çeviren: A. Kadir - A. Tanış

2 Eylül 2017 Cumartesi

Barış Bayrakları

Barış bayrakları,
tüm renkler
halklardır,
tüm halklar da insanlık -
Tüm halklar bekler durur
sevginin sesini,
bedenleri saran,
düşünceleri birleştiren
sevginin.
Ta yukarlarda, başlar üstünde,
acılı acılı,
dalgalanırken rüzgarda,
bir çınlama gibi dolanan
sesleri ölülerin

Barış bayrakları,
tüm renkler,
dünya halklarının selamı.


Italo Volpe
Çeviren: A. Kadir - A. Tanış

Şiirli Ses

Marilyn Monroe için


Geçmiş dünya ile gelecek dünyadan
yalnızca güzellik kalmıştı geriye, bir de sen
çaresiz küçük kardeş,
ahilerinin peşinde koşan,
onlara öykünüp, onlarla gülüp ağlayan.
Sen, en küçük kardeş,
alçakgönülle taşıdın sırtında güzelliği
ve halkın içinden gelen kızın ruhu
hiç bilmedi güzel olduğunu,
bilseydi, güzellik olmazdı ki.
Dünya öğretti sana güzelliğini
ve güzelliğin dünyanın oldu.
Korku salan geçmiş dünya ile korku salan gelecek dünyadan
yalnızca güzellik kalmıştı geriye, bir de sen,
uysal bir gülücük gibi sürüdün onu peşinden.
Uysallık bol gözyaşı dökmeyi,
kendini vermeyi, gülen gözlerle
acıma dilenmeyi gerektirdi.
Ve alıp görürdün güzelliğini.
Yitip gitti bir altın zerresi gibi.
Aptal geçmiş dünya ile
yabanıl gelecek dünyadan,
bir güzellik kalmıştı geriye, küçük kardeşin
küçük göğüslerini, kolayca açılan küçük göbeğini
vurgulamaktan utanmayan.
Güzellik bunun için vardı,
senin dünyanın tatlı kızlarının ...
Miami'de, Londra'da yarışmalar kazanan
tacir kızlarının güzelliklerinin aynı.
Yitip gitti altın bir güvercin gibi.
Dünya öğretti sana güzelliğini,
ve güzelliğin artık güzellik olmaktan çıktı.
Ama sen çocuk olmayı sürdürüyordun,
geçmiş gibi aptal, gelecek gibi acımasız,
ve seninle İktidarın sahip çıktığı güzelliğin arasında,
yer aldı bugünün olanca aptallığı, acımasızlığı.
Gözyaşları arasında bir gülücük gibi sürüdün onu hep peşinden,
edilginliğinle arsız, uysallığınla ahlaksız.
Yitip gitti ak bir altın güvercin gibi.
Geçmiş dünyadan arta kalan,
gelecek dünyanın istediği, şimdiki dünyanın
sahip çıktığı güzelliğin ölümcül bir kötülük oldu.
Şimdi artık ahiler dönüp geriye bakıyorlar,
rezil oyunlarına bir an ara veriyorlar,
sağır dalgınlıklarından sıyrılıp
soruyorlar kendilerine: "Marilyn, küçük Marilyn,
yol mu gösterdi yoksa bize?"
Şimdi sen,
hiçbir değeri olmayan, gülümseyen çaresiz kız,
ilk sensin, dünyanın kapılarının ötesinde
ölüm yazgısına terk edilen.


Pier Paolo Pasolini
Çeviren: Rekin Teksoy

Bir Papa'ya

Sen ölmeden birkaç gün önce, ölüm
gözüne sen yaşta birini kestirdi,
yirmisinde sen öğrenciydin o işçi,
sen soylu varlıklı, o halktan biri:
ama aynı günler ikinizin de üstünden ısırdı
gençleştirmek için yaşlı Roma'yı.
Ölüsünü gördüm, Zucchetto garibin teki.
İçkili dolaşırken gece pazar yerinde
San Paolo'dan gelen tramvayın altında kalıp
çınarlar arasında, raylarda sürüklendi bir süre:
saatlerce tekerlerin altında bekledi:
çevrede üç beş meraklı toplandı sessizce
bakmak için: gelip geçen azdı, saat geçti.
Sen var olduğun için var olan insanlardan biri,
bıçkınlar gibi göğsü bağrı açık yaşlı bir emniyetçi
fazla yaklaşanlara bağırıyordu: ''Açılın!" diye.
Derken hastaneden cankurtaran geldi, ölüyü yüklendi,
insanlar dağıldı, giysi yırtıkları kaldı bir iki yerde,
ve az ötede, gececi kahvenin, onu iyi tanıyan
sahibi kadın, yeni gelen birine
Zucchetto tramvay altında kaldı, can verdi, dedi.
Birkaç gün sonra da sen tükendin: Zucchetto
senin kilisenin büyük insan sürüsündendi,
geceleri dolaşan, karnını kimbilir nasıl doyuran,
kimsesiz, yersiz yurtsuz içkici garibin biri.
Haberin yoktu halinden onun: haberin olmadığı gibi
binlerce binlerce mesihten onun gibi.
Zucchetto'ların sevgini niçin hak etmediklerini
kendi kendime sormam, acımasızlık belki.
Analarla çocuklar, bir başka çağın külleri,
çamurları içinde yaşıyorlar rezil yerlerde.
Senin ömrünü geçirdiğin yerin az Ötesinde,
San Pietro'nun güzelim kubbesinin berisinde
Gelsomino bunlardan biri...
Taş ocağının ikiye böldüğü tepenin eteğinde
bir dizi yeni yapıyla bir su birikintisinin orta yerinde
bir sürü izbe, ev değil domuz ini.
Bir işaretin, bir sözcüğün yeterdi
buradaki evlatlarının evlerde oturmaları için,
ne bir işaret verdin, ne bir sözcük söyledin.
Marx'ı bağışlaman istenmiyordu ki! Seni
ondan, onun dininden ayıran dev dalgalar vardı
binlerce yıllık yaşamdan yansıyan:
senin dininde yok mu acımanın yeri?
Papalık ederken sen, binlerce kişi,
ahırlarda bok içinde yüzdü gözlerinin önünde.
Bilirsin, kötülük etmek değil günah işlemek:
asıl günah, iyilik etmemek.
Ne iyilikler edebilirdin! Hiçbirini etmedin:
gelmiş geçmiş en büyük günahkar sensin.


Pier Paolo Pasolini
Çeviren: Rekin Teksoy

Zafer'den

...

Son kanlı grevlerin yankısıyla
gidiyor şimdi Togliatti,
ah, haklı çıkan peygamberler arasında
gidiyor yaşlanmış olarak.
Gizli silahlar düşlüyorum çamurda
oynayan çocuklar arasında
toprak belleyen yaşlı babalar arasında
gizli silahlar düşlüyorum iniltili çamurda.
Ve hüzün dökülüyor gömüt yazıtlarından
çatlıyor sıra sıra adlar çizelgesi
fırlıyor kapağı gömütlerin
ve o yıllarda kullanılan paltolarıyla
geniş pantolonlarıyla
ve çeteci saçlarında asker beresi
iniyorlar gencecik cesetler
dibinde pazar kurulan duvarlar boyunca
bostanlardan şu yamaçlara giden
yollardan aşağı
iniyorlar mezarlarından.
Aşktan da başka bir şey gözlerinde
gözlerinde gizli bir çığlık
kendi yazgılarından değişik bir yazgı için savaşan
insanların gizli çığlığı gözlerinde.
Artık gizli olmayan o gizleriyle
suskun
iniyorlar aşağı
ağarırken tan.
Bunca yakın oldukları halde ölüme
dünyada katedecek çok yolu olanların
mutlu adımlarıyla yürüyorlar.
Dağlarda oturur ama onlar
Po nehrinin çakıl dolu vahşi kıyılarında
ve sonunda buz gibi ovanın.
Ne işleri var aramızda?
iniyorlar ve kimse durdurmuyor onları
saklamıyorlar
ne acı ne de sevinçle sıktıkları silahlarını.
Mitranın o terbiyesiz parlayışı
ve o akbaba yürüyüşün utancından körleşmişçesine
kimse bakmıyor onlara
İniyor onlar
gün ışığında
o karanlık ödevlerine.
...

Bakalım, yüreği tutulup kim söyleyecek onlara
bittiğini


Pier Paolo Pasolini
Çeviren: Bedrettin Cömert

1 Eylül 2017 Cuma

Gül Biçimli Yeni Şiir

Bana gelince
bıraktım ücreti ödenmemiş
asker, istenmeyen gönüllü yerimi:
sinemayı, yolculukları, utancı, biliyordum, düşümden
biliyordum zaten, ama uyanınca kenarda buldum
kendimi, başka oyuncular girmişti, ne ki gönüllü değil,
ve çekip gidince kırlangıçlar, yığıştı sahneye şimdi onlar,
kovulmuş havva, gülüşünde yakınıyor yeni havvalar'ın. ne önemi
var ki bunun? bir gerçeği anlamaktır gerçek acı. benim bu
63'te yeniden 43'te olduğum gibi oluşum, gözü yaşlı
çocuk, istekli çırak, dökülen saçlarıyla, ağaran
saçlarıyla, dünyanın beni, kendine yabancı
cismi, kendiliğinden dışa atması, yeni kapitalizmin
tarihsel yöntemleriyle gerçekleşti,
her insanın bir çağı var yaşamda
ve soyulur kendi sorunlarıyla,
on yıl tek bir yılmışçasına doğan
yeni İtalya'yı bilmeye yetkili
değilim, ta 64'te İtalya, bense
benim gibi tüm marksistler
gibi 54'te, uzlaşmışız tutkularında
eski dönemlerin.


Pier Paolo Pasolini
Çeviren: Bedrettin Cömert

İtalya


1942

Oysa ne kadar severmişim seni,
işte karşında selama dururum,
ey İtalya, ey gerekli hapishane!

Ne kederli yolların içindir,
ne insan yüzleri gibi kırışık kentlerin için
ne kiliselerinin çilesi içindir,
ırak kitaplarının sesi için ne de.

Kafalara çekiç gibi vuran sözlerin içindir,
açlarla, yoksullarla örülü sözlerin için
belki senin bağrında bir yabancı gibi saran
işte şu acılar için.

Gelecek günleri canla başla bekleyen
güvenilir insanlara seslenen dilim için
kaskatı acılarla yoldaş
özgür insanlara seslenen dilim için.

Senin o eski, boş adın için
artık ölmek bile yetmez.


Franco Fortini
Çeviren: A. Kadir - A. Tanış

Suç Ortaklığı

Biz geçmişi unutursak,
Ruhr işçisi hem kendi kendini yer bitirir,
hem de ortak patronlarımızın
onun koluna kazıdıkları
bütün damgaları siler.

Biz birçok haklardan vazgeçersek,
bir Asturia maden işçisi de
pembe ve kurşuni ipek parçasıyla avunur durur
ve Cezayirli bir kadın
korkak ve mutlu görür kendini.

Biz baş eğmekte devam edersek,
kederli çocuklar da yaşamakta devam eder,
doğduğuna kimbilir ne kadar pişman olacağını
henüz bilmeyen.



Franco Fortini
Çeviren: A. Kadir - A. Tanış

31 Ağustos 2017 Perşembe

Uyuyan Dost

Ne diyeceğiz uyuyan dosta bu gece?
En güçsüz sözcük
en yırtıcı acıdan geliyor dudaklarımıza.
Bakacağız dosta,
bakacağız hiçbir şey demeyen yararsız dudaklarına,
çok yavaş konuşacağız
Her akşam
aldırışsız ve dipdiri beliren eski ağrının
yüzünü alacak gece. Bir can gibi karanlıkta suskun,
acı çekecek eskil sessizlik.
Çok yavaş soluyan geceye konuşacağız.

Ölü sessizliğe karşı oylumlaya oylumlaya varlıkları
apansız gelecek şafağın irkiltisinde
ve varlıkların ötesindeki karanlıkta
an'ların damlayışını duyacağız. Yararsız ışık
günün doğan yüzünü vuracak ortaya. Susacak
an'lar. Varlıklar konuşacak yavaştan.


Cesare Pavese
Çeviren: Bedrettin Cömert

Gelecek Ölüm - Gözleri Gözlerin Olacak

Gelecek ölüm - gözleri gözlerin olacak
sabahtan akşama dek, gözünü kırpmadan,
sağırcasına, eski bir vicdan acısı gibi
saçma bir alışkanlık gibi
ardımızdan kovalayan bu ölüm
gelecek bir gün
Boş bir sözden ayrımsız olacak gözlerin
aynada kendini gördüğünden ayrımsız her sabah,
suskun bir çığlık, bir sessizlik olacak.
Ey sevgili umut, o gün biz de bileceğiz
hem yaşam hem hiçsin sen bile, ey sevgili umut!

Herkese birdir bakışı ölümün
Gelecek ölüm - gözleri gözlerin olacak
bir alışkıyı bırakırcasına
ölü bir yüzün belirdiğini görürcesine aynada
kenetli bir dudağı dinlercesine
sessizce ineceğiz o dipsiz burgaca.


Cesare Pavese
Çeviren: Bedrettin Cömert