Şiir, Sadece

24 Ocak 2018 Çarşamba

Öyle Bi...

Temiz gömleğimi giydim talimden sonra
Ayaklarını yıkıyor çeşme başında erler
İşte sen öyle bir serindin
Tuzladan kaptılarla inerken şehre
Ne güzel şey sivil denmesi çıplağa
Ve gün-açık penceresinden meşelerin
Yamacın kuytusuna sokulmuş mavi
Ufacık bi parça deniz gibiydin

Şipka biberleriyle konmuş okulun camlarına
Arnavut Köyünün o muhacir güneşi
İşte sen öyle bi cumartesiydin.
Sahanlıkta saçlarını tarıyor kızlar
Raylar ondan böyle kıvılcımlanıyor
Köşeleri dönerken, önlükleri altından
Dünyaya başlar gibi aybaşlarının kokusu
Kalkan al tıramvaydın ergenlik durağımdan

Meyvahoşun orda bir sabahçı kahvesi
Gün ağarmıştı ama ben günaydın demedim
İşte sen öyle ışıklı bir yerdin. ·
Bilmiyordum hiç hurda bir fırın olduğunu
Diz çöktüm asfalta, baktım aşağı, üüüü'üh!..
İşçiler ateşler ay çörekleri
Ve kılıç gibiydi taze ekmek kokusu...
Dağıttık evvel-allah yalnızlıkları

Yaşamak düğünse, sen orda gelindin
Seni soydum, Güler, dünyayı giyindim


Can Yücel
Sevgi Duvarı

23 Ocak 2018 Salı

Kadınlar İçin Sone

Ben güzel gözlü kadınları severim
Bir de küçük ayaklıları, uzun boyunluları
Hem nasıl severim, öyle severim işte
Terler avuçları, kesilir solukları

Ben mahzun kadınları severim
Yavru ceylanca kadınları, ürkekçe
Hem nasıl severim, öyle severim işte
Bilemezsiniz ne güzeldir, öpüştükçe

Ben akıllı kadınları severim
Düşünen, az konuşan çok bilen
Her yerde, her zaman nazı çekilen

Hem nasıl severim, öyle severim işte
İçimde büyük, sonsuz ateşler yanmalı
Ölümüm bile o kadın yüzünden olmalı


Ümit Yaşar Oğuzcan
Acılar Denizi

Yalnızlığa Sone

Güneşin akşam hüzünle battığı
Karşıdaki karlı dağlar yalnız
Düşen yaprak, esen rüzgar yalnız
İnsanda ölümün yalnızlığı

Yalnız düşünceler paramparça
Yalnız hatıralar kırık dökük
Yalnızlık zor; yalnızlık büyük.
İnsanın yalnızlığı bambaşka

Dünyada yalnız olmayan ne var
Yer altında ölüler, gökte yıldız
Denizlerde yelkenliler yalnız

Ve insan yalnız Tanrılar kadar
Üzerinde ümitle yaşadığınız
Dünyaya sığmıyor yalnızlığımız


Ümit Yaşar Oğuzcan
Acılar Denizi

Bin Birinci Gece

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı
Şuraya, bir yatak ser yavaş yavaş ...
Aman karanlığı görmesin gözüm!
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş.

Sıla burcu burcu, ille ocağım,
Çoluk çocuk hasretinde kucağım ...
Sana herşeyimi anlatacağım,
Otur baş ucuma, sor yavaş yavaş.

Güç bela bir bilet aldım gişeden,
Yolculuk başladı Haydarpaşa'dan!
Hancı n'olur elindeki şişeden,
Bir kaç yudum daha, ver yavaş yavaş.

Ben o gece hem ağladım, hem içtim,
İki gün diyardan diyara uçtum ...
Kayseri yolundan Niğde'ye geçtim;
Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş ...

Garibim; her taraf bana yabancı,
Dertliyim; çekinme doldur be hancı!
İlk önce kımıldar hafif bir sancı,
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş ...

Bende bir resmi var, yarısı yırtık,
On yıldır evimin kapısı örtük!
Garip, bir de sarhoş oldu mu artık,
Bütün sırlarını der yavaş yavaş.

İşte hancı! ben her zaman böyleyim,
Öteyi ne sen sor, ne ben söyleyim!
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim,
Şu benim hesabı, gör yavaş yavaş ...


Bekir Sıtkı Erdoğan
Dünden Bugüne Türk Şiiri

22 Ocak 2018 Pazartesi

Öykü

Yıl kırk yediydi sonbahardı
Üstümde başka gök başka bulut
Cebimde param vardı
Tramvaylar taksiler emrime hazır
Durağım İstanbullar Anakaralardı

Yıl kırk yediydi sonbahardı
Demiri büken ellerim
Üzüm gibi saçım vardı
Bir güzel geçse sokaktan
içim aşkla dolardı

Yıl kırk sekiz mevsim sonbahar
Ankara'nın taşına bak
Neden böyle gözlerim dolar
Neydim n'oldum n'olacağım
Şu feleğin işine bak


Mehmet Başaran
Ahlat Ağacı

Kazdağı Eteklerinde

Az gittim uz gittim
Tabanlarımda uzun bir sızı
Aklımda düşüncelerim işim
Kazdağı eteklerinde
Doyran köyüne vardım

Çalışanların kokusunu getirdi rüzgar
Sallandı uzun kavak
Evler gördüm yoksul suskun
Köyle içiçe bir ak taşlı yer
Kimi alttaydı insanların kimi üstte

Sonra deniz aldı gözlerimi
Sonra Madra dağları
Baktım Edremit körfezindeyim
Hüzünlü bir sevda gibi içimde akşam
Efsanelerini söylüyor mavi mavi
Kulağımın dibinde Ege

Muhtar odasında gece
Deniz sustu köylüler konuştu
Toprakla insan serüveni
Karıştı içimdeki seslere

Yüzleri midir çarıkları mı aklımdaki
Neydi duyduğum bin yıl öteden
Razı olmuşlar çıra aydınlığına
Bir elleri vardı masallar içinde
Yazgıya karşı gelen
Dinle şanlı İda dağı
Mor böğründe yetmiş hane
Kuşatılmış Troya gibi
Ne yolu var ne okulu
Türküleri gurbet üstüne

Gayrı ne söyler bana Ege yıldızlar
Duyuyorum yanıbaşımda
Kardeş dalgaları halinde denizin
Yürekler çırpınıyorlar
Toprak sancılar içinde


Mehmet Başaran
Ahlat Ağacı

Öykü

Tohum şiir yüklüydü
Umudu vardı, içtenliği sıcaklığı
Koca ağızlı bir grayder yara yara geldi
Alt üst etti toprağı

Bitkilerin köklerini, o küçük dünyayı
Bozdu, yıktı
Hiç düşünmedi, kaba ve hoyrat
Tohum altta ne yaptı
Umudunu topladı
Birgün deldi çıktı toprağı

Şimdi gökyüzü güneş daha yakın
Bin yıllardan gelen yaşam
Sürecek hiç kuşku yok
Tohumdaki güce bakın


Talip Apaydın
Sanat Emeği, Temmuz 1979

20 Ocak 2018 Cumartesi

Aşk İklimi

On sekiz yaşın nisan günleri
Dünya bir kızın gözlerinden ibaret
Hayat bir tas su içimi
Ne zaman oldu aklımda yoktu
Yağmurlar yağdı hatırladım
Yayıldı içime aşk iklimi

Toprak kokusu bu muydu
Böyle miydi benim insanlarım
Ben hiç yoruldum mu severken
Ah bu uzak ses kimin
Şüpheniz olmasın şimdi bile
Düşüp ardına gidebilirim


Talip Apaydın
Varlık Şiirim Antolojisi

Genişlik

Ben geniş ovaları severim
Çıkıp at koşturmalıyım tarlalarda
Yiğitim senin adın özgürlük
Bazan tadını duyar gibi oldum
Saçlarım darmadağın rüzgarlarda

Kavakların doruğuna bakarken
Beni sarhoş eder o genişlik
Düşünün aylardan nisan
Sabah kalkıp bakıyorsunuz
Ortalık günlük güneşlik

Yolunuz ovalardan geçerse
Allah aşkına etrafı bir seyredin
Dünyayı saran ince mavilik
Ta yanınızdan başlıyor
Bakın uzaklara doğru silik

Şimdi Alvar köyünü hatırlıyorum
Deniz gibi bir ovanın yüzünde
Herşey uzaklıkla şekillenmiş
İnsanlar eriyip gitmişler
Büyük genişliğin düzünde.


Talip Apaydın
Varlık Şiirleri Antolojisi

19 Ocak 2018 Cuma

Kendi Şarkım

Yalnızlık tarlasının geniş düzünde
Tek başına yaşıyan kuşlar gibi
Yaşadım dayanabildiğim kadar
Öğüncüm bu olacak yeryüzünde

Bir yol ki kendimizden başlar
Kolay olmıyan güzel olan
Gelecek Türkiye'ye gidecektir
Geçip yalnızlığın tarlasından

İnanıyorum gerçek bu tarafta
Öyle gecelerim oldu ki apaydınlık
Pişman değilim üzgün değilim
Git kafamdan yalnızlık


Talip Apaydın
Susuzluk

Ve Gecenin İçinden Aydınlık

Günün erken saatinde sabaha bakıyorum
Şafak söktü sökecek
Bitki toprağa vuruyor çiçek dala
Derisi düşüyor bir eski dünyanın
Acılar sessizlikler üstüne
Yeniden harlıyor ateş suyun altından
Yüreğe gelen kan gibi parıl parıl
Düşüncenin ve ölünün vakti yok artık
Taşın ve kararın vakti yok

Ağlamalarla dolu evler yalnızlıklarla
Yasın ve güvercinin indiği
Çekişilen azarlanan çocuklar
Kentler yüzen adalar gibi suyun içinde
Boşlukta duran sesler soğumuş yürekler
İnsanın vakti yok artık
Bitkinin ve öfkenin vakti yok

Balıkesir'in oralarda bir yerlerde
Tarlalara iniyor tütüncüler
İnce bir rüzgar uykulu yollarda
İşçi evlerinin ışıkları yansıyor bana
Etsiz ekmeksiz odalara sığınan acı
Küçülen yüz daralan yürek

Sabaha bakıyorum
Daha uyanmamış iyilikler
Uzayan sokaklar dükkanlar tuz
Kan ve ter uyanmamış
Ah bilemedik bilemedik biz sevinmeyi
Gülmeyi açık gündüzü
Gizemli geceyi
Tüy gibi isteği içimizde
Yağmur ve unutkanlık içinde

Şafak söktü sökecek
Bir kıymık kopuyor ufuktan
Bizim olan bir dünyada
Duyan ve susan
Umudun ve sabrın vakti yok artık
Suyun ve ekmeğin vakti yok
Acının içinden geliyor sevinç
Ve gecenin içinden aydınlık


Sabri Altınel
Zamanın Yüreği

Sabahın İçinde

Sabahın içinde bir kuş sesi
Doğuşun habercisi dönüp duran tek başına
Uçsuz bucaksız evren yaşamı saran ince deri
Bir gümüş dumanı örttü çiçeği
Ve kendi içinde kendi eytişiminde
Doğanın kendi saatleri

Ey eski ve dayanıksız yaşam
Sürüp geldin acının kanadında
Açılan boynuyla ötelere dökülen güneş
Sabahın içinde toprağın sesi insanın eylemi
Kışlaklarında ezikliğin yalnızlığın
Ne ağla ne yerin artık ölüm örttü günü

Yitik çocuklar aşınmış kelimeler
Kadınlar geçer yorgun bir rüzgar gibi
İnsanın camdan soluğu sokaklarda
Grevlerde metalürji işçileri
Utku aydınlığı gözlerinde
Çürümeler kırık yürekler yüzler
Harman yerlerinde maden ocaklarında işyerlerinde
Nehirler gibi akan keder

Güzlerin uzaklığına girmişsen eğer
Varırsan ovada ak kavaklara
Çığlıklar uğultular unutulmuş sular
Ölüme yer verme amansız belleğinde
Direniyorsun acının güne dönüşümünde
Yanında yaşamı kutsayan ellerin
Kan lekeleri yüzlerde ve gizli telgraflar
Ağlamaların sokakları ve yas göğü
Kapıları kapalı borsalar
Taşlar sahte yazgılar
Direniyorsun zamanın ortasında
Kendi kendisi olabilmesi için insanın

Kardeşler kardeşler
Gecenin içinde sabahlara kadar açık bir çan gibi
Ağaran ufku gördük parıldayan alnı
Çalışan eli uğraşlar alın terleri
Gülümseyişin mevsimlerini gördük, diri yürekte
Ayrılıkların sisini gördük
Kanın çığlığını umudun güneşini
İnsana saygıyı özgürlüğün anlatılmazlığında


Sabri Altınel
Zamanın Yüreği

18 Ocak 2018 Perşembe

Taştan Sesten Bir Denize

Bakamam gözlerinin içine bakamam
Anıların bırakıyor seni
Sokaklar sessiz evler çarşılar arasında
Günlerin yanık kağıtları arasında
Yaşamı daha kutsal kılmak görevi bizim
Güzü daha güz kılmak yazı daha yaz
Kanı ürperten yağmurlar
Sonra düşündüren sonra alıp götüren birdenbire
Taştan sesten bir denize

Sağır duvarları ardında gecenin
Ekmekler şirketler ardında
Solmuş acıma ve sevgi
Sisli insan yüzleri

Kırlangıç okları iner gök boşluğundan
Bilinmeyen rüzgarlar sonsuz zamanlar
Akar suların soğukluğu
Kokusu bitkinin madenin
Boş ellerin acı bakışların uğultusu

Kim getirdi bu ıssızı bize
Kim verdi soğuk külünü günün
Kapkara bir nehir gibi akan acıyı
Yavaşlığını türkünün
Yüreğin demirini kim

Duyuyorum kimsesiz kıyılarda
Uzayan sesini yüreğin
Yeni yaşamı duyuyorum başlayan isteği
Gece geçildi artık
Varıldı umudun şafağına
Ilık bir güz sabahında
Ölen ve yeniden doğan dünyada


Sabri Altınel
Zamanın Yüreği

Yitik Kan

Bir altın tas gibi gelen bu sabahta
Turnalar aşarken dağlardan
Acının ve umudun uzun sınırında
Hiç ilişmeyin kalsın kan.

Gün gelir kalkar gider bir çiçekte, otta
Buluşur yitik kanlarla Anadolu'da öteki
Kar akı bir sakalla bekler Hacı Bektaş-ı Veli
El ele tutuşup çıkarlar dağlara.


Mehmet Karabulut
Gün Kapısı

Ruhi Su'yu Dinlerken

Sedef, gümüş, gecede
Toz oldu zaman
Cem oldu yollar
Bir yoldan Koca Yunus
Bir yoldan Pir Sultan
Geldiler oturdular
Beşyüiz bahardan daha canlı
Beşyüz yazdan daha sıcak
Boyunlarında ip izleri
Besbelli hep kalacak.

Aya baktım yere inmiş
Kaş olmuş Elif kıza
Ak gerdan üstünde iki gül
Yollar bir uzaktan bir uzağa
Sen kanatlı kuş olmuşsun Elif, Karacaoğlan yaya
Varsa dibine yaz aylarında
Konduğun dallar eğilmez mi.

Gece yansı yola düştü obalar
Bre bu ne iştir Dadaloğlu
Yetmedi dağların dostluğu
Giderse gitsin canlar, halk yaşar
Bu tastamam doğru mu.

Türkmen kiliminden çıkmış güneşe
Bir orman uğultusu
Bir yitik ağlama
Ve bitmez tükenmez bir sevidir Ruhi Su
Her solukta
Bir kürek ateş atar damara
Var git kendin bul der doğruyu.


Mehmet Karabulut
Gün Kapısı

17 Ocak 2018 Çarşamba

Sen Benim Hiç Bir Şeyimsin

sen benim hiç bir şeyimsin
yazdıklarımdan çok daha az
hiç kimse misin bilmem ki nesin
lüzumundan fazla beyaz
sen benim hiç bir şeyimsin
varlığın yokluğun anlaşılmaz

galiba eski liman üzerindesin
nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
dudaklarınla cama çizdiğin
en fazla sonbahar otellerinde
üniversiteli bir kız uykusu bulmak
yalnızlığı öldüresiyle çirkin
sabaha karşı öldüresiye korkak.
kulağı çabucak telefon zillerinde

sen benim hiç bir şeyimsin
hiç bir sevişmek yaşamışlığım
henüz boş bir roman sahifesinde
hiç kimse misin bilmem ki nesin
ne çok çığlıkların silemediği
zaten yok. bir tren penceresinde

sen benim hiç bir şeyimsin
yabancı bir şarkı gibi yarım
yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
hiç kimse misin bilmem ki nesin
uykumun arasında çağırdığım
çocukluk. sesimle ağlıyarak.

sen benim hiç bir şeyimsin


Attilâ İlhan
Bela Çiçeği

Fabrika Durağı

dün akşam bütün yüzünle bana doğru eğilmiştin
gözlerin hüzünle doluydu güya beraberdik
öptüm ki sen değilmişsin büyük yalnızlığımmış
yalnızlığımı emziren korkunç karanlığımmış
dün akşam yeniden ıhlamurlar boyunca gittim
yine yoldan çingeneler geçiyorlardı

öksüz bir cıgara gibi iki nefeste bitirdik
sonuna geldik birlikte başladığımızın
üfledik birer birer ışıklarını söndürdük
haziran gecesi içindeki aşkımızın
karanlıkta kaldık yalnızlıkta kaldık
İstanbul çığlık çığlık ter döküyordu

gökyüzü en karanlıktı sonra gözlerin
fabrika durağındaki bayram yerinde
lacivert saçlı kürtlerin sonra devrilmişliği
bir elbistan türküsünün ucundan ısırmışlığı
yumruk kadar yürekleriyle sonra çocuklar
sonra niyet çeken askerler karanlıktı
sonra sessiz sedasız sevişen ıhlamurlar

o akşamın eteklerinde iki mahzun çocuktuk
izinli jandarmalar nişan atıyorlardı
atlıkarıncalar gıcır gıcır gülüyorlardı
yorgunluğumuza rağmen adeta mesuttuk
canavar yoksulluğumuzu sanki unutmuştuk
başımızı sokacak evimizin olmadığını
iki yakamızın uç uca gelmediğini
halimizi soran olmadığını sanki unutmuştuk
içimizden ebabil kuşları geçiyorlardı

o akşam fabrika durağındaki bayram yerinde
elbirliğiyle bir donanma yaşadık
ıslıklı denizlerin ihtirasını yaşadık
gözbebeğimizdeki kan siyaha dönmüştü
bayramın sonu gelmişti oysa ışıklar sönmüştü
ben yıkılıp gitmiştim erken kalkacaktım
sen bir rüzgara girmiştin erken kalkacaktın
ikimiz ekmeğimizin peşine düşmüştük
öyle uzun sevişmeye vaktimiz yoktu


Attilâ İlhan
Yağmur Kaçağı

La Donna E Mobili

paris'e vergi bir yağmur hayatı
bin dokuz yüz elli bir senesi sonunda
sokaklar benim ben sokaklarım
bir türkü gezinir dilimin ucunda

maubeuge sokağı'nda gelip durmuşum
otel defterine şair yazmışlar
konservatuvar talebesi komşum
rigoletto'dan prensin aryasına başlar
her sabah saatin onunda

masmavi bir sesi var hergelenin
türkü söylemek yaşamanın başka türlüsü
gönlünce bir türküsü var mağdem ki herkesin
bu bizim yaşamışlığımızın türküsü
üniversitenin ikinci yılında

elbet bana biraderi düşündürür
siz kendisini tanımazsınız
bafra mağden içer istifham gibi yürür
Şimdi ben yalnız o daha yalnız
rigoletto'nun sağında ve solunda

kalbinde dünyayı taşır bu çocuk
dünya kalbimizde taşınmaya değer
bir yılbaşı gecesi balıklar gibi sarhoştuk
la donna'yı eteğinden çekti birader
taksim harbiye yolunda

abbas ki türküler içinde yaşadı
dört bucağa tohum tohum türküler serpiyor
boulevard sebastopol'da yağmur başladı
belleville taraflarında güneş açıyor
la donna kaybolmuş barbes metrosu'nda


Attilâ İlhan
Sisler Bulvarı

16 Ocak 2018 Salı

Kırık Makara

Akşamdı
Karatuşlarda beyazaltalta
İki sayı
6228
Ben okudum yalnız

Eski arkadaş gitti

Biz kendi sessizliğimizin
Birbirinden uzak
Salıncaklarına bindik
Sallandık dirsek dirseğe
Durduk
Sonra aynı merdivenlerden
Eşiklerimize indik

Akşamdı
Akşamın evcil kentini arkamıza aldık
Sendelerken dayandığımız değnek
Bir elimizde
Ötekinde yiten
Tükenen gündüzümüz
Vurdukça kızıltısı batı çevreninin
Yazgımızı yeniden çizmek için
Kıvılcımlar saçtı alnımız

Akşamdı
Yürüdük biz
Bilge
Deniz akşamının gecikmeden
Vardık önüne
Dizlerimizi büktük
Kaldık orda

Terli bileklerimizi kurtardık ilkin
Demirinden bir kelepçenin
Ayırdına bile varmadan
Eski dostun vurduğu
Yorgundu deniz su

"Gece ki
Ne gece
Yoğun gece"

Araladık gizemsiz kapısını yorgun suyun
Yıldız ışıkları içinden
Bildik aydınlığımızı seçtik
Ayırdık usulca

- Hiçbir ortak yanınız kalmamış dedi
Anılarınızdan başka
- Hiçbir ortak yanımız
Kalmamış dedim

Ben dünyada ne öğrendim
Bilmez miydim

Orda
Solarlardı sararır da
Yapayalnız bırakılır
Yaşanmazsa yeniden
Yeniden anılar da

Başka nasıl olacaktık
Suskunduk

"Gece ki
Ne gece
Yoğun gece"

Yıldızlara bakmıyorduk
Kulak verdiğimiz de yoktu
Sese
Sessizliğe de
Okyanus akıntılarında
Biçimlenir gibiydik

Gecesefalarını bekletiyorduk
Beyaz sugülleri
Yolumuza bakıyordu
Kokusunu saçmak için
Uysal denizkulağının
Gökkuşaklı düşü bizdik
Görkemsiz
Yalın çabası

Biz
ikimizdik
İşitilmez türküleri denizlalelerinin
Dip sularındaki

Yarın ilk
Dünyayı düzeltecektik
Birlikte
Hele bitsindi gece

"Gece ki
Ne gece
Yoğun gece"

Açtı aykırı dalların en incesinde
O doğal
Ölümsüz güzellik

-Hadi kalkalım dedik
-Hadi
Bir onulmaz düşümüzün
Boşlukta takılı kalan
Kırık makarasından
İki sap beyaz iplik
İnerken yere
Her yere


Arif Damar
Yoksulduk, Dünyayı Sevdik

Karga

Aptalın teki bu karga

Bağırır bağırmaz
Art arda üç kez
Sessizlik tuz buz oldu
Erkenden

Kara
Bir de kara ki

Uçuyor denize doğru
Martıların peşinden
Bak şimdi

Aptal bu
Aptalın teki


Arif Damar
Yoksulduk, Dünyayı Sevdik

Kedi Aklı

Bir diyeceğim yoktu hüzünden yana
Yıpranıyordu kötü kadınlarda aşkım pis karanlıklarda
Yetmiyordum yeni insanlara yetişemiyordum
Ölür kalırdım belki de sokak aralarında bir kenarda

Kimin umurunda dedim ama kendimi inandıramadım buna da
Yakışmıyordum eski pencerelere yosunlu sulara
Ölür kalırdım belki de sokak aralarında bir kenarda
Uyandırılacak çocuklarım vardı uyuyorlardı uykularında

Çok mu yaşamıştım az mı ölmek hakkım mıydı yıl varken akşamlara
Bu kedi nerden çıktı demeyin kapı aralıktı ben bıraktım da
Okşayacak bir şey ister ellerimiz kendi sıcaklığında
Yıpranıyordu kötü kadınlarda aşkım pis karanlıklarda

Ne iyi etmişim aldım düşündüm kedilerin yarı ak yarı kara aklında
Kedi işte kedi boğuyordu yavruyu engel görünce aşkında
Çekilmemişti denizlerim
Döndüm hırpalanmış geceden dayanıklı aydınlıklara

Ağlanır kedi yavrularına çocuksuz anaların arasında
Bu kedi nerden çıktı demeyin kapı aralıktı ben bıraktım da
Uyandırılacak çocuklarım vardı uyuyorlardı uykularında
Ne iyi etmişim uyur uykularında


Arif Damar
Kedi Aklı

15 Ocak 2018 Pazartesi

Hissen Yok Bu Akşamda Senin

Hissen yok bu akşamda senin,
sen öğleden beri
bu renk renk
bu çeşit çeşit söylenen şarkının
artık haricindesin.

Tankın gölgesi uzandı üstüne kadar,
nerdeyse, habersiz gün batacak.
Tamamen çekmiş göğsünden akan kanı
büyük ve mütehammil toprak.
Her şeyin ne kadar şikayetsiz
saatin hala işliyor bileğinde,
onu akşamdan akşama kurardın,
tabii biraz sonra duracak.

Bugün günlerden cumartesi,
dün yazdığın mektup,
ancak, dört gün sonra eline değecek karının.
Senin orada eskisi gibi sesin işitilecek,
sesin teselli edecek
düşünür gibi gülecek,
kısaca: Yaşayacaksın.
Çocuğun o akşam yazdığı cevapta
bahsedecek çiçek açtığından
bahçenizdeki ağaçların.

Güneş battı,
yıldızlar doğacak biraz sonra,
şimdi karnın acıkmış olacaktı.
Çantanda tayının ve konserven var,
cebinde, yemekten sonra içecek sigaran.

Düşman bozguna uğratıldı arkadaş,
mısralarımda olsun uyan!..


Arif Damar
1945, Ankara 
Günden Güne

Tahattur

"-Bir sigara yakmaz mısın Kadir?"

Kızılırmak akıyordu,
ben, kararan karşı dağlara bakıp
gayri ihtiyari böyle söyledim.

Fakir bir Anadolu akşamında,
dağlar,
ağaçlar,
ve ben
ayaktaydık..
Ve Kızılırmak,
dağlardan,
ağaçlardan,
ve benden
vazgeçilmez bir şeyler alıp
bir şeyler bırakarak,
akıyordu.
Bir tarafta geceyi,
ve duran hayatı tutuşturacak.
ne bir alev,
ne bir ses
Sırtımda, üşüyen bir elin soğukluğu.

Sigaramı, içmesen de olur Kadir!..
Fakat, bu saatte,
senin, akşamının "zinciri"
"ne ağırdır kim bilir!.."


Arif Damar
1945, Ankara 
Günden Güne