Şiir, Sadece

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Aşk Şarkısı

Liebeslied


Ruhumu nasıl tutacağım ki
etmeyecek ruhuna temas?
Ötendeki şeylere nasıl aşırtacağım onu senden?
Arzuluyorum, onu, karanlıkta kayıp herhangi
bir şeyle, ah, senin derinliklerin titrerken
birlikte titremeyecek, yabancı, sessiz
bir yerde barındırmayı ben.

Fakat alır bizi beraberce, bir yay,
Yek ses veren bir yay gibi iki telinde,
bize, sana ve bana temas eden her şey.
Bizim gerildiğimiz hangi çalgı?
Ve tutuyor hangi çalgıcı bizi elinde?
Ah, tatlı şarkı.


Reiner Maria RİLKE

Akşam Kitabımdır Benim

Der Abend İst Mein Buch


Akşam kitabımdır benim. Şam ipeği
kaplamasıyla etrafa ışıltılar saçar,
mor kırmızı kapağı;
sakin ellerim, altın tokasını telaşsız açar.

İlk sayfasını okur, samimi havasında
olurum keyifli, memnun,
sesim biraz kısılır ikinci sayfasında,
çoktan düşteyimdir üçüncü sayfasında onun.


Reiner Marie RİLKE

8 Mayıs 2011 Pazar

Ağır Saat

Kim ağlarsa şimdi dünyada bir yerde,
nedensiz ağlarsa dünyada,
bana ağlar.

Kim gülerse şimdi bir yerde geceleyin,
nedensiz gülerse geceleyin,
bana güler.

Kim giderse şimdi dünyada bir yere,
nedensiz giderse dünyada,
bana gider.

Kim ölürse şimdi dünyada bir yerde,
nedensiz ölürse dünyada,
bana bakar.


Rainer Maria Rilke

Zeytinlik

Kurşunî yapraklar altında çıktı yukarlara
kurşunî hep ve zeytinliklere karışırcasına;
toza belenmiş alnını gömdü sonra
kızgın elinin tozluluğuna.

Hepsinden sonra bu. İşte buydu sonu.
Gözlerim körleşirken gitmeliyim ben;
neden istiyorsun bunu, var olduğunu
neden söyliyeyim, seni artık bulamazken.

Artık bulamıyorum seni bende, hayır.
Başkalarında da. Bu taşta da yoksun sen.
Artık bulamıyorum seni. Yalnızım ben.

Bütün insanlığın acısıyla yalnızım,
onu seninle hafifletmek için omuzlamıştım;
oysa yoksun, adsız utanç, sen...

Sonradan anlatıldı: “Bir melek geldi derken...”

Ne meleği? Ah geceydi gelen
ağaçlarda yaprakları ilgisizce kımıldatarak.
Havarilerse düşlerinde sıçradılar ancak.
Ne meleği? Ah geceydi gelen.

Görülmemiş bir gece değildi gelen gece;
onun gibi yüzlercesi geçip gider.
Sonra köpekler uyur, taşlar durur öylece.
Ah yaslı bir gece, ah herhangi bir gece
tekrar sabahın olmasını bekleyen.

Melekler böyle yakaranlara gelmez çünkü,
geceler genişlemez bunların çevresinde.
Kendini kaybedenleri her şey bırakır yüzüstü;
babalar onları terkederler,
kapanır onlara analar rahmi de.


Rainer Maria Rilke
(Çev: A.Turan Oflazoğlu)

Yalnızlık

Yalnızlık bir yağmur gibidir.
Denizden akşamlara yükselir;
uzak ve ıssız ovalardan esip gelir,
çıkar göğe, her zamanki yerine.
Ve düşer gökten kentin üstüne.

Tüm sokaklar yüzünü sabaha döndürürken
ve hayalkırıklığıyla ve hüzünle ayrılırken
birbirinden bir şey bulamamış, iki beden,
ve insanlar birbirleriyle bir yataktayken
karşılıklı nefret içinde yatmak zorundayken
aradaki o zamanların içine yağmur gibi yağar:

sonra da yalnızlık ırmaklarla akar...


Rainer Maria Rilke
(1875-1927)

Eski Yunan Cariyelerin Mezarları

Uzun saçlarının içinde yatarlar ve kahverengi yüzler
çok önceden kendi içlerine çekildiler.
Sanki çok büyük bir uzaklığın önündeymiş gibi, kapalı gözler.
İskeletler, ağızlar, çiçekler. Ağızların içinde,
cep satrancının adamları gibi sıra sıra dizilmiş parlak dişler.
Ve çiçekler, sarı inciler, narin kemikler,
eller ve gömlekler, buruşmuş kalbin üstünde
çürüyen yün bez. Fakat orada, altında
o yüzüklerin, altında muskaların ve mücevherlerin
ve mavi gözler gibi kıymetli taşların (hatıraları aşıkların) ,
hâla ortadadır cinsiyeti sessiz yeraltı türbesinin,
çiçek petalleriyle dolmuş kemerli çatısına kadar.
Ve tekrar sarı inciler, gevşetilmiş ve dağıtılmış,
kendilerine ait ateşe verilmiş kilden kaplar üzerinde
bir zamanlar boyanmış portreler, parfüm kavanozlarının
çiçekler gibi kokan yeşil parçaları, ve imajları
mihraplarının üzerinde oturan küçük ev-halkı tanrılarının:
kendinden geçmiş tanrılarla cariye-cennetleri.
Kırılmış elbise kemerleri, yeşim taşından oyulmuş bokböcekleri,
muazzam cinsel organları olan küçük heykeller,
gülen bir ağız, danseden kızlar, koşucular,
küçük yaylara benzeyen altın tokalar
kuş avlamak için kullanılan ve hayvan şekilli nazarlıklar,
süslü bıçaklar ve kaşıklar, uzun iğneler,
yuvarlak açık kırmızı renkli bir kırık çömlek parçası üzerinde
bir at takımının ayakta duran bükülmeyen bacakları
girilecek bir yerin üzerindeki karanlık yazıt gibi.
Ve tekrar çiçekler, birbirinden uzağa yuvarlanmış inciler,
yan tarafları parlayan küçük yaldızlı bir lîr;
çiseleyen yağmur gibi düşen duvakların arasında
sanki ayakkabının krizalitinden dışarı tırmanmış gibi:
zarif solgun kelebeği ayak bileğinin.

Ve böylece yatarlar, gerekli şeylerle dolu ağzına kadar,
pahalı şeyler, mücevherler, oyuncaklar, kaplar ve kacaklar,
kırık incik boncuk (ne kadar çoğu içine düşmüş onların!)
ve kararırlar bir nehrin dibi kararırmış gibi.

Çünkü nehir yataklarıydı onlar bir zamanlar,
ve üzerlerinde kısa, aceleci dalgalar
(herbiri kendini daha fazla uzatmak isteyerek, her zaman)
sayısız delikanlının cesetlerini sürükledi;
ve içlerinde büyümüş adamların akıntıları kükredi.
Ve bazen oğlan çocukları ileri fırlarlardı
çocukluk dağlarından, aşağı inerlerdi çekingen akarsularla
ve oynarlardı nehrin dibinde ne buldularsa,
dik yokuş bilinçlerini yakalayıncaya kadar:

Sonra doldurdular, açık, sığ suyla,
bu geniş kanalın bütün genişliğini ve koydular
derinliklerde dönen küçük girdapları,
ve aynaladılar yeşil kıyıları ilk kez
ve uzaktan seslenmelerini kuşların —, gökte, o sırada
yıldızlı geceleri bir başka, daha tatlı ülkenin
çiçek açtı üzerlerinde onların ve kapanmayacaktı hiçbir zaman.


Rainer Maria Rilke

Ceylan

Afsunlu şey: nasıl seçilen iki sözcük hiç
senin bedenin kıpırdanırken içinde titreşen
katıksız uyağın armonisine erişebilir?
Alınından dal ve lîr tırmanır,

ve yüzünün her tarafı benzetmelerle geçer
aşk şarkıları arasından, sözleri bir gülün
taç yaprakları kadar hafif, kitabını bir yana atmış
birisinin yüzünde dinlenen ve gözlerini kapatmış:

seni görmek için: sanki her bir ayak tüfek gibi
sıçramalarla yüklenmiş, fakat ateş etmeden, senin
boynun başını tutarken kıpırtısız, dinleyerek: sanki,

ayırılmış bir yerde yüzerken,
bir kız, yaprakların hışırtısını duyar, ve dönüp bakar:
orman gölcüğü yüzüne yansımış.


Rainer Maria Rilke

7 Mayıs 2011 Cumartesi

Kaptan V

hep ayni manzarayı kullanmaktan bıktım usandım
bir yumruk vurdum dünden kalma bir şarkıyı dağıttım
van gogh bana bakıyordu deli gözleriyle bakıyordu
ellerim titriyordu bir dakar yolculuğu kuruyordum
güya bir şilebin kıç güvertesinde durmuştum
nabızlarım bir deniz fenerinin gözlerinde atıyordu
asor adalarında on sekiz mısraımı unutmuştum
onlar beni terketmişlerdi yalnız kalmıştım mahvolmuştum
sen beni terketmiştin bunu yalnız serdümen biliyordu
geceleyin ışıkları söndürüp senden bahsediyorduk

seine kitapçılarında villon'un şiirlerini buldum
nehir yürek gibi kabarmıştı rüzgar esiyordu
bir hafta her gece villon'dan bir şeyler okudum

sen benim şiirlerimi okudukça ağlıyacaksın.

seni hiç görmeseydim seni keşke hiç görmeseydim
şu benim iki gözüm aksalardı kıpkızıl kör olsaydım
sacre-coeur'de armonik çalsaydım dilenseydim
seni hiç görmeseydim ismini hiç duymasaydım
belki kendime göre rezilce saadetlerim olurdu
kaldırımlara renkli tebeşirle katedral resimleri çizerdim
kaldırımlara senin resmini çizerdim herkes seni çiğnerdi
bistroya yıkılır çırılçıplak bir quantro içerdim
lucie-anne yine gelir yine bana senden bahsederdi
lucie-anne neden gelir neden bana senden bahsederdi

benim bu çektiklerimi bir çocuk var ki anlıyor
kendimi yerden yere vuruşumu içimdeki zehiri
bir çocuk var ki anlıyor benim gibi kahroluyor
odasında şiirlerim fukara mumlar gibi yanıyorlar
sen o çocuk değilsin sen artık çocuk değilsin
dudakların eskisi gibi beyaz değiller biliyorsun
sen gözlerini kaybettin gözlerini bunu biliyorsun
ben ki yaşadıklarımı büyük dinler gibi yaşıyorum
sen artık bir din değilsin bunu biliyorsun

eiffel'in dibinde durduk ben bir cıgara yaktım
saint-dominique sokağında şehir ışıklarını yaktı
içim büyük karanlıktı ellerimi göğe uzattım

soluk bir sisin arkasından yüzün gözüküyordu
gece inmişti takım takım yıldızlar gözüküyordu
şimdi sen başka bir şehirdeydin saçlarını kesmiştin
dudaklarını boyamıştın bu seni tamamen değiştirmişti
rüyana erkekler giriyordu hem çıplak giriyordu
aklına ben geldiğim zaman utanıyordun
onların arasında değildim çünkü ben yoktum
ben paris'te kalmıştım adresim ezberindeydi
her cumartesi istesen bir kart gönderebilirdin
ne var ki bunu hiç bir zaman yapmayacaksın

kendimden kurtulmak için gölgemi koridorda astım

pazar günü sözleşmiştik beni mutlaka bekliyecekti
şimdi kalkıp gitsem mırç'ı bulacağım malum
sonra vini-prix'den üç litre şarap alacağımız
şarabın yanına bir şişe rom-negrita alacağımız
sarhoş olacağımız malum şarkı söyleyeceğimiz
sonra mırç zehra'dan bahsedecek ben susacağım
camlardan bakınca paris'in damlarını göreceğiz

bana ancak sabahları telefon edebilirsiniz


Attilâ İlhan
Sisler Bulvarı

6 Mayıs 2011 Cuma

Kaptan IV

cenova'ya indiğim zaman seni katiyyen göremezdim
aklım başımda değildi küfür gibi huzursuzdum
herkes beni unutmuştu ben kimseyi unutmamıştım
zehra'yı unutmamıştım allahsız gözlerini unutmamıştım
sol böğrüme sanki çıplak bir hançer saplamışlardı

şimdi benim gözlerim paris'te marivaux sinemasında
bir çift kara maça gibi yorgun ve uykusuz
ellerim derseniz marsilya'da garsonla hesaplaşıyor
martini-cin seksen frank on frank da servis
kalbim derseniz onun nerede olduğunu bilmiyorum
ağlıyorum onun nerede olduğunu bilmiyorum
hiç kimse kalbimin nerede olduğunu bilmiyor
nihayet seni terkedip gitti diyebilirsiniz.

benim acılarım ilahlar gibi şiirlerimi doğuruyorlar
onları karanlıkta bembeyaz gözleriyle görüyorum
karanlıkta seni görüyorum dudaklarına ellerimi sürüyorum
seni kollarımın arasında tutuyorum ağzından öpüyorum
ikimiz birden bire austerlitz garı'na gidiyoruz
austerlitz garı önüne bakıyor bizden utanıyor
bir trene binmek rastgele defolup gitmek istiyorum
trenin barında alnımı yağmurlu camlara dayamak
küstah bir duble birayla karşılıklı oturup ağlamak
kalemimde mürekkep kalmıyor insanlar beni görmüyorlar
insanlar kendilerini kaybetmişler onlara acıyorum
ümitsiz bir akrep gibi ben aynı zamanda mağrurum

samaritain'in ışıkları ocağıma düşmüş yalvarıyor
bir roman için fevkalade oldukları düşünülebilir

sen bir paket gauloise aldın bir paket mavi gauloise
bense on frangımı amerikan bilardosuna kaptırdım
seine kıyısında mırç büyük bir hayal kuruyordu
seine kıyısında üçümüz sarhoş bir hayal kuruyorduk
mavi bir ışık vardı ben işte onu kaybettim
ben gölgemi kaybettim max jacob'un şiirlerini
sen avucunda bir lokma rüzgar tutuyordun
bu rüzgar için şairliğimi hınzırlığımı kaybettim
aklımdan sen geçiyorsun bir bulut gibi geçiyorsun
dün gece ezberimden çehreni defterime çizdim
sen belki hakikaten bir bulut gibi yolcusun

marsilya'da bir akşam soğuktan tir tir titredim
p. cheyney'in bir kitabını bir kahvede soluksuz bitirdim
vapur ertesi gün saat beşte kalkacaktı

ölümüm herkesinkinden başka türlü olacak
bunu allahım gibi aşikar biliyorum
kim ne derse desin biliyorum içime gün gibi doğuyor
on bir gün aç ve susuz gözlerinin içine bakacağım
on ikinci gün jiletle damarlarımı keseceğim


Attilâ İlhan
Sisler Bulvarı

5 Mayıs 2011 Perşembe

Kaptan III

yalın kılıç bir kasım sabahını paris'te yaşadım
sokaklarda sonbahar şiirleri salkım salkım
faubourg saint-denis'de işte yine pazar kurulmuş
beş franga çorba içtiğimiz julien'in kapısı önünde
kırmızı ve siyah ve sarı saçlı bir kadın durmuş
muzaffer patatesler satıyor üç renkli neşesi içinde
camların arkasında ekmekçi kızlar mavi beyaz
raflarda uzun uzun herifler gibi taze ekmekler
üstüne bir yağmur yağdırmak hevesi uyanır içinde
ben bu mısraları yazanın tout-va-bien kahvesinde

concorde'da bütün fıskıyeler birden ayaklanacak
gri bir demir gibi ensende hissedeceksin ebemkuşağını

paris'in göklerinden uzanıp bir yıldız kopardım
kırmızı bir karanfilmiş gibi yıldızı saçlarına taktım
on beş dakika sonra bordeaux'ya bir tren kalkacak
garın merdivenlerinde benim için ağlayacaksın
ellerim yağmura açılmış sakallarım ıslak

ben ki cehennemde bir allah gibi yalnızım
st-vincent de paul kilisesi benim otelin arkasına düşer
saat kulesi her gece uyur uykumdan uyandırıyor
her seferinde seni tekrar bordeaux'ya yolcu ediyorum .

saadetin ıstırap çekmek olduğunu ben keşfettim
çarmıhta bir isa gibi ben ıstırap çektim
bir sulfat acılığı sinerse parmaklarına şiirlerimden
gözyaşları sinerse eğer küstahça kafiyeli
anla ki ölümle hayat arasında zaman gibi mesudum
kendimi öldürecek haldeyim seni öldürecek saadetimden
donna-maria! bir kahvede isyan halinde bulduğum
çekik gözleriyle ermenice küfürler yazıp çizen çocuk
sen! bordeaux'ya yorgun bir flamingo gibi yolladığım
geceleri benim için dua etmelisiniz

renault'daki grevciler toptan sokağa atıldılar
paris'in duvarlannı boydan boya afişler kapladı

seni hatırladıkça bir kadeh armagnac içerim
armagnac demek yirmi beş damla gözyaşı demekmiş
demek her akşam yirmi beş damla gözyaşı içerim
senin dağlardan ve sarhoşlardan korktuğunu bilirim
ben sarhoş olduğum zaman korkmuyorsun hiç korkmuyorsun
gözlüklerim kırılmasın diye sakladığını bilirim

kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
nehir gemilerinde muçoluk etmeye ölmeye
seni terketmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
kur'andaki bütün belalara tevrattaki bütün belalara
ibranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
kalbim yüzünden mağdem ki ellerimi parçaladım
kalemimi kırdım hayatımı çiğnedim ağladım
mağdem ki en büyük düşmanım kalbim benim kendimin
onu inkar ediyorum kalbimi inkar ediyorum
geceleri benim için dua etmelisiniz

üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
malgaş halkı bir kaç yüzyıl hikayemi anlatacak


Attilâ İlhan
Sisler Bulvarı

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Kaptan II

bu geminin yelkenlerine herifin biri paris yazmış

luxembourg garı'nın dirseğindeki çiçekçiyi bileceksin
yeşil muşamba ceketli sarışın küskün kızcağız
en dokunulmaz kızı en temiz fikrimce paris'in
pablo'ya sorarsanız bir taksi şoförüyle yatıyor
pablo!.. ah pablo!.. onunla bir tanışsanız
önüne gelene salamanca'dan bir şeyler anlatıyor
babasını orda bir duvar dibinde bırakmış
halbuki konuştuğu zaman fransız sanırsınız

saint-michel'de bir talebe kahvesindeyim yalnız
gündüz olduğu halde bütün ışıkları yakmışlar
bir cumartesi günü saat dört buçuğa beş var

ellerim kırılsa ben senin için bu şiirleri yazmasam
dinamit taşırmış gibi gözlerini taşımasam
avenue vagram'da bir akşam yeter bana ağustosta
yapraklara serilmiş yirmi beş franklık yıldızlar
bir mısra yeter geceleyin bir tren gibi pırıl pırıl
sen kendine yetmiyorsun hiç kimse sana yetmiyor
birini bitirmeden aklın öteki yolculukta

dün gece chatelet'de metro'nun yanıbaşında durdum
yağmur bilmediğim başka bir gökten yağıyordu
yağmur saint jacques kulesine doğru yağıyordu

yanımda olduğun zaman her zamankinden yalnızım

şimdi bir nefeste cafe de l'ecluse'ü hatırladım
seine kıyısındaki küçük nehir kahvesini
kapısında bir gemici feneri asılmış duruyor
seine gemicileri her akşam burada toplanırlar
onlar için bir takım maceralar düşünürüm
seine sanki petrolmuş gibi iştahlı ve obur akıyor
dupont'daki kızlar yalnız cıgara içerek yaşıyorlar

utrillo'nun bir sokağından seni çektim çıkardım
elin yüzün kirlenmiş üstün başın toz içinde
sana mardi gras için bir japon maskesi aldım
sen bana kaptan diyorsun herkes bana kaptan diyor
sahici bir kaptanmışım gibi tükürüyorum


Attilâ İlhan
Sisler Bulvarı

3 Mayıs 2011 Salı

Kaptan I

eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum

geceyarısını yaşamaktan yorgunum

ayazın avucunda unutmuştun ellerini
önünden geçtiğim halde beni tanımadın
ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
şiirlerim külrengi kumrular gibi uçuyorlar
bakır çalığı göklere katiyyen tahammülüm yok
hele paris’in gökleri aklımı başımdan alıyor
bana seni senden evvelki poitiers’li kızı hatırlatıyor

ayazın avucunda unutmuştun ellerini

karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular
gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar

ışıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın

ben değiştim biliyorum hem sakal bıraktım
soğuk gözlerinde buğulanmıştı ölsen tanıyamazdın
hâttâ ricardo bile hani vatansız ricardo
burnumun dibinden geçti geçen gün beni tanıyamadı
oysa au vieux châtelet’de akşam sabah beraberdik
üçümüz viyana kahvesi ve sıcak rom içerdik
üstelik o krapfen severdi güzel olurmuş rivayet
neden ve nasıl sevdiğini anlayamadım gitti

yalnızlıktan da kurtulup yalnız kalmak isterim

montmartre metrosu civarında seni gözden kaybettim
o zenci yine arkanda mıydı hiç dikkat etmedim
ağzında yoksul bir ıslık ıslak bir cıgara gibi
sidney bichet’nin caz havalarını çiğneyip tüküren
o saklasın varsın seni sevdiğini biliyorum ben
yüzünün renginden geliyor bütün üzüntüsü

bir gazete aldım ama evde okuyacağım

kahvelerden birine girip bir grog ısmarlasam
seni öldürmek için çareler tasarlasam
sükût bembeyaz buz tutsa bıyıklarımda
mağrur bir totem gibi sussam konuşmasam
ve türküm kaybolsa sessizliğin hırçın türküsü
ve ben unutulsam yazdığım şiirler
senin için yazdıklarım herkes için yazdıklarım
eski padişahlar gibi unutulsa birer birer
ve ben seni unutsam hiç hatırlamasam hiç mi hiç
ihanetini hatırlamasam şehvetini hatırlamasam
ellerim oldum olasıya seni unutsalar

yarı gecenin içinden bir zenci süt beyaz bakıyor
rue lafayette’de dünden bugüne geçiyorum

eflâtun gözlerini bir grog kadehinde unuttum


Attilâ İlhan
Sisler Bulvarı

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Aynanın Önünde

Eşber Yağmurdereli'ye


Altmış beş yıl
- Bir ömür bu bir uzun -
Yoksa önce mi biraz
Yazdı kuşkusuz ilkyaz
Saksılara uzak duran gelinciklerden
Anneme götürdüğüm o demet
Bir küçük bulut parçası alev alev
Yeşil yapraklar içinde kızıl
İsyan bayrağım oldu zamanla
Aynanın önünde

Mor çiçekli orman gülünden
Kale işi
Küçük vazomuzun içinde

Nasıl da durdu bunca yıl
Ne ben
Ne de ah benim güzel annem
Elimiz değip de bir yol
Suyunu yenilemedik
Aynanın önünde

Bakın duruyor işte
Duruyor o ilk günlerdeki gibi
Görüyorum salınıyor ara sıra
Bir o yana bir bu yana
Eski uzak günlerimizde kimi zaman
Kimi zaman bu günlerimizde
Aynanın önünde

Ayaklanan bir şarkı duyulur bazen
Bir devrim şarkısı Marseyez gibi
Yıldız kayar ay seslenir bir gemi geçer
Çiçekler de seslenir derinden
Derinden çok derinden
Kederi çevrensiz sessizliğimizden

Nohut oda bakla sofa evimiz
Bir yıkıntıdır çoktan
Nasıldı o eski deyim
İşte öyle "yer ile yeksan"
İlenizden kopup gelen sert poyraz
İstenmeyen bir konuktu
Kapımızda penceremizde
O günler nerede nerede nerede

Dalıp dalıp gidiyorum
Zaman zaman
Her şey bıraktığım gibi uzaktan
Bu uzun yaşam boyu hep böyle
Eksiği yok orada hiçbir şeyin
İşte her şey yerli yerinde
Kapımızda penceremizde
Aynanın önünde

Durup dururken
Ve de birden
Pusularda bekleyen yıldızkarayelde
Ayaklanan şarkı savruluyor
Savruluyor kızıl gelincikler
Kırlangıçlar martılarla birlikte
Bulutsuz Gelibolu göklerinde
Alev alev o bulut
Göndersiz bir bayrak savruluyor
Hoyrat ses duyuluyor kargaşa biter bitmez
- Unut unut unut

Çok yaz
İlkyazlarda
Yabanıl gülleri beyaz
Uzun ovamızda bizim
Bol yapraklı Ece ovamızda
Ya da Marmara'yı
Akıntılı Boğaz'ı öpen
Dışdeniz'e
"Nam-ı diğer" Saros körfezine hasret
Ekininden geçilmez kırlarımızda
Önlerine çıkıyorum sessiz soluksuz

Güneşte bir yağmur
Bir sağnak gibi birden
Yeniden sonra yeniden
Bir yerlerde isyan bayrakları yükselir
Bir devrimin şarkısı ayaklanırken
Kıpkızıl gelincikler derliyorum
Evimizin güzelim vazosunu
Bir gün bile çiçeksiz bırakmıyorum
Aynanın önünde

Annem benim
Nasıl inanırım ben buna nasıl
Yoksa nasıl dayanırdım onca yıl
Kız kardeşim
Biricik kızım
Sevdalım
O hep üşüyen
O hep yoksul
Otuz yedisine bile gelmeden
Ah o yiten yiten yiten

Gülümsüyor işte ben görüyorum
Gülümsüyor bilinmedik bir yerden
Ötelerden çok ötelerden
Uzaklardan çok
Aynanın içinden

Sonsuzluk sonsuzdur kim bilmez
Aydınlıktır
Dilerim mevsimi tektir
Tektir hep yaz
Ah ilkyaz


Arif Damar
Moda, Mayıs-Temmuz, 2000
Adam Sanat, Eylül 2000

1 Mayıs 2011 Pazar

Yine Divaneye Döndürdü Beni

Yine divaneye döndürdü beni
O zalım aklımı aldı da gitti
Gamzelerin oktur gözlerin huni
Bu dertli sinemi deldi de gitti

Nice bir yanayım bağrın taş mıdır
Hiç demez ki gönülcüğün hoş mudur
Bilemedim hayal midir düş müdür
Doyamadım dostum geldi de gitti

Dedim cevr eyleme dostum el'aman
A zalim yok mudur göğsünde iman
Şöyle hercaidir ol ebru keman
Bendesin ferdaya saldı da gitti

Afitaba benzer ol mah yüzleri
Aşıkı öldürür ela gözleri
Aklım aldı yarin şirin sözleri
Gül gibi yüzüme güldü de gitti

Vefa gelmez Aşık ol perizaddan
Ciğer kebab oldu hicr ile oddan
Yanımda dururken ol çeşm-i fettan
Bilemem nereye n'oldu da gitti


Aşık

Ulu Ulu Kervan Geçmiş

Ulu ulu kervan geçmiş
Yollar gibi inilerim
Karlı karlı dağlar aşan
Seller gibi inilerim

Yücesinden er haykırmaz
Sığın geyiği böğürmez
Kuş uçmaz kulan yüğürmez
Dağlar gibi inilerim

Canım karılığa düşmüş
Kaynadı ciğerim taşmış
Hocasından ayrı düşmüş
Kullar gibi inilerim

Hayalin benden dolundu
Ah ile bağrım delindi
İçinden beyi alındı
İller gibi inilerim

Yapıdan düşmüş bozulmuş
Top tüfek vurmuş ezilmiş
Kil'selerde haç yazılmış
Taşlar gibi inilerim

Miskin Aşık bilmez n'ider
Evliya gayretin güder
Subha değin tesbih eder
Diller gibi inilerim


Aşık

Şu Karşıdan Bin Naz İle

Şu karşıdan bin naz ile
Gelen dilbere aşk olsun
Lütf edüp hatırım ala
Alan dilbere aşk olsun

Görücek kaşı hilali
Kimsenin kalmaz mecali
Şakıyup bülbül misali
Gülen dilbere aşk olsun

Emanet Barı Huda'ya
Kulak ver dinle sadaya
Tenhaca bizim odaya
Gelen dilbere aşk olsun

Tel tel etmiş zülüf bendin
Teslim etse nolur kendin
Bu Aşık'ın derdimendin
Bilen dilbere aşk olsun


Aşık

Be Güzel Senin Derdinden

Be güzel senin derdinden
Dünü gün gezer ağlarım
Ah eyleyip neyleyüben
Göz yaşı döker ağlarım

Çağırırım Gani deyi
Unutmasın beni deyi
Kimi görsem seni deyi
Yüzüne bakar ağlarım

Dostum bana zahm urandır
Gözümün yaşı barandır
Kaygulu gönlüm virandır
Dünü gün yanar ağlarım

İnayet kıl bana hanım
Kurban olsun sana canım
Mahşer gününde kefenim
Boynuma takar ağlarım

Aşık'ım uğradım derde
Düştüm bu söyünmez oda
Hak kadı olduğu yerde
Sinimden çıkar ağlarım


Aşık

Erenlerin Sohbeti

Erenlerin sohbeti
Ele giresi değil
İkrar ile gelenler
Mahrum kalası değil

İkrar gerek bir ere
Göz açıp Didar göre
Sarraf gerek gevhere
Nadan bilesi değil

Bir pınarın başına
Bir testiyi koysalar
Kırk yıl anda durursa
Kendi dolası değil

Ümmi Sinan yol ayan
Oluptur belli beyan
Dervişlik yolu heman
Tac u hırkası değil


Ümmi Sinan

Mevlam Aşkın Meydanına

Mevla'm aşkın meydanına
Yanmağa geldik yanmağa
İçüp aşkın şarabına
Kanmağa geldik kanmağa

Bindirdin aşkın atına
Kandırdın aşk şerbetine
Varup likanın zatına
Kanmağa geldik kanmağa

Okudum aşkın kitabın
Fethettim Enelhak babın
Senden İrcii hitabın
Öğmeğe geldik öğmeğe

Aşktır sağ eden sayruyu
Aşktır bir eden ayrıyu
İsm-i Zatınla gayruyu
Yenmeğe geldik yenmeğe

Bekledim aşkın babını
Gör münkirlerin ta'nını
Evvelden işin sonunu
Sanmağa geldik sanmağa

Ümmi Sinan aşka yardır
Anın çün gayrıdan durdur
Dü cihan bize ağyardır
Dönmeğe geldik dönmeğe


Ümmi Sinan

Gönül Ayrı Değilsin Sen

Gönül ayrı değilsin sen
O yarinin visalinden
Nice bir zari kılursun
Anın her dem firakından

Meğer seni sever yarin
İşidüp ah ile zarir
Anın içün inilersin
Budur anın rızasından

Hicabım kalmadı hergiz
Mahvolup senden gayri iz
Bugün mestane-veş geldim
İçüp vahdet şarabından

İçenler vahdetin hamrın
Saladır anlara gelsün
Girüp sahra-yi vahdete
İçüp dostun zülalinden

Ne gam Ütfade çün sana
İrişdi vuslat-ı mahbub
Sunuldu cür'a-i vahdet
Anın lutf u atasından


Üftade

Görmez İsem Cemalini

Görmez isem cemalini
Güzel adın işideyim
İrmez isem visaline
Güzel adın işideyim

Bugün gördüm cemalini
Seyreyleyim kemalini
Kesbeyleyim visalini
Güzel adın işiteyim

Ne dilde kim ola zikrin
İrişe gönüle fikrin
İder daim senin şükrün
Güzel adın işideyim

Güzel adın rehber bize
Aşkın dahi server bize
Cümle adın ezber bize
Güzel adın işideyim

Gönül bulup cilasını
Dahi Hakk'ın rızasını
Cemalinin safasını
Güzel adın işideyim

Üftade'nin budur yolu
Hak yoluna dedi beli
Zikreyleye daim dili
Güzel adın işideyim


Üftade

Yarenler Ecel Gelmeden

Yarenler ecel gelmeden
Gözümüz toprak dolmadan
Felek bizden öc almadan
Hele biz bir dem sürelim

Döğünüp hasret taşiyle
Bağrım doludur baş ile
Öylece kanlı yaş ile
Hele biz bir dem sürelim

Dünya kimseye mi kalır
Başa hod yazılan gelir
Ötesini Mevla bilir
Hele biz bir dem sürelim

Bir acayip devran ancak
Cümle alem hayran ancak
Bu da bir hoş seyran ancak
Hele biz bir devran sürelim

Usuli terk etti varın
Komadı ah ile zarın
Kim bile nic'olur yarın
Hele biz bir dem sürelim


Usuli

Beni Kıya Kıya Bakan

Beni kıya kıya bakan
Kor muyum seni kor muyum
Bakışı ciğerim yakan
Kor muyum seni kor muyum

Behey güzellerin canı
Aşıkın dini imanı
Yoluna vermeden canı
Kor muyum seni kor muyum

Sular gibi akmayınca
Ahım odu çıkmayınca
Mahalleni yakmayınca
Kor muyum seni kor muyum

Terkeden canı cihanı
Yıktın viran ettin beni
Böyle garip kodun beni
Kor muyum seni kor muyum

Ölüm yelleri esmezse
Ömür ekinin kesmezse
Ecel leşkeri basmazsa
Kor muyum seni kor muyum

Nice yıl yel gibi yelem
Aşk yolunda toprak olam
Gül gibi açılıp solam
Kor muyum seni kor muyum

Usuli ayrılmaz senden
Hiç can ayrılır mı tenden
Yani kaçmak ile benden
Kor muyum seni kor muyum


Usuli

27 Nisan 2011 Çarşamba

Para Destanı

Bir dasitanım var zamana uygun
Bus etmeğe dest ü damen paradır
Mahzunu şad eder şadları mahzun
Mamurları eden viran paradır

Parasız kimsenin bakma yüzüne
İsterse şah olsun özü özüne
Sakın başka bir şey alma gözüne
Merde revnak veren ünvan paradır

Yabana dolanır parasız derviş
Sende değil herkeste var bu teşviş
Derler para ile görülür her iş
Taht ü rif'at köşk ü eyvan paradır

Yapsan fayda yok yüz bin hünerler
Parasız kalanlar kış günü terler
Sım ü zersiz şaha gedadır derler
Ağa Paşa Mirimiran... paradır

Kesende yok ise köprüden geçme
Tezden tutulursun bir yana kaçma
Parasız hükümet kapısın açma
Kadı Müftü emr ü ferman... paradır

Fakir olan her dem gider engine
Parasız bellidir baksan rengine
Her mecliste buyur derler zengine
Yaran ahbap lutf u ihsan paradır

"Ya Hu"nun cevabı kuru eyvallah
Parasız çok ümittir "inşallah"
Parasız bir molla demez bismillah
Kitap mezhep din u iman... paradır

Fakir suya düşse çıkamaz kirden
Zengin arabasın aşırır kırdan
Topal zengin iyi saglam fakirden
Herşeyden evvela noksan paradır

Yad görünür pulsuz gelse daderin
Zengin mihman olsa olmaz kederin
Kimse sormaz ne kişidir pederin
Asıl nesil şöhret ü şan... paradır

Fakir olan ne iş tutsa sonu yok
Üç gün aç da kalsa zengin gene tok
Pulsuz bile aşçı der ki yemek yok
Yemek ekmek peynir ayran paradır

Hep izz-i destine almış cihanı
Her yerde söylenir şeref ü şanı
Bir pençede yıkar bin pehlivanı
Karşı durulmayan aslan... paradır

Onunla ağ olur yüzün karası
Geç sağlanır müflislerin yarası
Kızıl altın pasaportun tuğrası
İngiliz Fransız Yunan... paradır

Onun başındadır edeb ü haya
Karanlık gecede arttırır ziya
İster mütteki ol ister evliya
Şimdiki asırda insan paradır

Fakir ise bakire kız dul gibi
Devletsiz şan kıymetlenir pul gibi
Paralıysan şeytan kaçar yel gibi
İbare dubara şeytan paradır

Nice ocakları yıkar söndürür
Nice müşterinin aklın kandırır
Nice şahitlerin ağzın döndürür
Eğri doğru yalan bühtan... paradır

Züğürdün eceli çoğu uyuzdan
Üç kere yok dersen düşersin gözden
Bir lira yahşıdır bin doğru sözden
Merhamet mürüvvet vicdan... paradır

Zengine çay gelir felekten caba
Postasını taşır ol bad-ı saba
Cebin dolu ise derler merhaba
Selam kelam lisan beyan... paradır

Yok deme cevabı "buyur kenara"
Tutuşma evladım beyhude nara
Desen "Baba ekmek" der "oğul para"
Ana baba sadık ihvan... paradır

Bin salavat versen karşısı cennet
Bin tevhit söylesen olmaz emniyet
Bin ihlas okusan yüz bin de temmet
Gene iş aşıran... hemen paradır

Yokluk mektebinde ne oku ne yaz
Olmak ister isen var eyle demsaz
Dükkancı ne dua alır ne namaz
Ticaret kemalat ziyan paradır

Zamana uygundur bu sözüm naçar
Alan veren ancak ol Perverdigar
Vefasız dünyaya aldanma zinhar
Padişah olsan da ahir ölüm var

Huzuri yok yere olma günahkar
Sana elden evvel düşman paradır


Yusufelili Huzuri

Tezatlar Destanı

Yeni bir destan eyledim icad
Dinleyen ahbaba yadigarım var
Mahzun gönülleri etmek için şad
Ağlarım sizlarım ah u zarım var

Yüz bin deve gelir gider katarım
Nerde akşam olur orda yatarım
Her ne ister isem alır satarım
Kimse karışamaz ihtiyarım var

Ben icadeyledim havayı yolu
Yazda ferahlarım sağ ile solu
Kırk mağazam vardır rüzgarla dolu
Kafdağı ardında Bit-Pazarım var

Görmediğim şeyi asla sezemem
Korku bilmem hiç yalınız gezemem
İcabetse kendi adım yazamam
Katiplikte gayet iştiharım var

Gözüm ışıklıdır güne dayanmaz
Aklım çoktur amma kimse beğenmez
Asılmağa gitsem sicim inanmaz
Böyle yüz bin ahbap yüz bin yarim var

İbadet eylerim namazı kılmam
Temizlik severim lekemi silmem
Ömrümde zararsız günümü bilmem
Her senede yüz milyonluk karım var

Düştüğüm yok hiçbir düşman kasdine
Kaçsam kimse geçiremez destine
Kuvvetliyim keçe kilim üstüne
Yaya yürümeğe iktidarım var

Sözüm lezzetlidir hatırlar yıkmaz
Yalan da söylesem dinleyen bıkmaz
Uykuda kötü söz ağzımdan çıkmaz
Büyük küçük tanır namus arım var

Parasız kalanlar bana el verir
Çok köprülü sular geçsem yol verir
Evvel param alır sonra mal verir
Her tüccar yanında itibarım var

Cömertlikte yoktur misl ü menendim
Herkes kesesinden yesin efendim
Yalınız yatmaktan bezdim usandım
Odamda yüz güzel gülizarım var

Her kim saz çalarsa aşık bilirim
Dilsiz adamları sadık bilirim
Herkesten kendimi faik bilirim
Kibrim yoktur amma az vekarım var

Sarhoş olup meyhanede susmalı
Bir iyilik gördüğünde küsmeli
Adam öldürenin tüyün kesmeli
Böyle akla yakın çok kararım var

Göze ilaç verdim yaşı akmadı
Az açıldı amma doğru bakmadı
Yüz hastaya baktım biri kalkmadı
Doktorlukta büyük iftiharım var

Sorman arkadaşlar benim kederim
Ta ezelden tersinedir kaderim
Hanemiz fevkinde durur pederim
Biraz hasretliyim intizarım var

Lazım olan şeye zihnim yormadım
Kendi hanem yolum ile sormadım
Adın işitmedim kendin görmedim
Gönlüm eğler birkaç kafadarım var

Haklı haksız bir söz altında kalmam
Hırsızlık da etsem açıktan çalmam
Aldığımı vermem verdiğim almam
Yeni alışveriş intişarım var

Huzuri sözlerin halli muhaldir
Manasın anlıyan ehl-i kemaldir
Ben de bilmem ne devlettir ne maldır 
Bitmez hesap olmaz bunca varım var


Yusufelili Huzuri

26 Nisan 2011 Salı

Bir Destanım Vardır Zaman Uygun

Bir destanım vardır zamana uygun
Yattıkça yat kardeş sakın uyanma
Bir meşhur cevaptır sen kazan sen ye
El içinde beyhude ateşe yanma

Ananın erine çağırma peder
Ahırında sana kötülük eder
Kemlik et elinden geldiği kadar
Ey'lik edip sakın düşman kazanma

Kime ki eyi dersen darılır söğer
Merhamet zamanı degilmiş meğer
Yanında birini kesseler eğer
Bir hançer de sen vur sonra utanma

Her nereye gidersen eyle talanı
Öyle yık ki ağlatasın güleni
Bir saatte söyle yüz bin yalanı
Her doğru söz söyleyene inanma

Hediye namile bir şey gönderme
Adet edip hiç misafir kondurma
Komşunun evi yanarken söndürme
El karı için de bir adım uzanma

Beyhude Mevla'dan eyleme dilek
Asla zihin yorup çekme boş emek
Babanın hayrına verme bir ekmek
Aç kalıp da kapı kapı dilenme

Bir yetim görürsen vur dök dişini
Çalış ki bozasın halkın işini
Günde yüz adam vur kır başını
Bir yarayı sarma için dolanma

Keyfin bozma altı için beş için
Çekme kahır olur olmaz iş için
Canın feda eyle bir sarhoş için
Kuru sofuların sözüne kanma

Huzuri neylesin dünya ülfetin
Kesme doğruluktan sen muhabbetin
Cenab-ı Mevla'dan iste izzetin
Her şaşkının sözüne de inanma


Yusufelili Huzuri

Dedim Cevretme Ey Afet

Dedim cevretme ay afet
Dedi hüblarda adettir
Dedim yok çekmeğe takat
Dedi sabret selamettir

Dedim dilzar, giryanım
Dedi her derde dermanım
Dedim nerde benim canım
Dedi bana emanettir

Dedim çok derd ü alamım
Dedi yok sanma ikramım
Dedim söyle serencamım
Dedi bil ki felakettir

Dedim oldum sana meftun
Dedi alemde çok mecnun
Dedim serv-i kaddin mevzun
Dedi yok yok kıyamettir

Dedim ettin beni rüsva
Dedi yok bende suç asla
Dedim ver hahişim cana
Dedi vakt-i icabettir


Yusufelili Huzuri

İsmi Var Cismi Yok Ankaya Döndü

İsmi var cismi yok ankaya döndü
Ne eylik ne bahşiş ne caba kaldı
En yakın dostumuz aduya döndü
Ne ehibba ne de akraba kaldı

Karamiler yedi kovanda balı
Sıralı boş kaplar arıdan halı
Olduk yeni doğmuş çocuk misali
Ne gömlek ne yelek ne aba kaldı

Huzuri sözlerin hikmet namına
Hastalık göz dikti sıhhat namına
Yedirmek içirmek külfet namına
Ortada bir kuru merhaba kaldı


Yusufelili Huzuri

Mevsimsiz Gül Açma Şita Çağında

Mevsimsiz gül açma şita çağında
Çeker bir kırağı bozlanmayasın
Elesten verdiğin aht misalinde
Verdiği ikrara yozlanmayasın

Tuzağı iblistir muhibbi zenan
Asabını bozar fettan-ı zaman
Damarlar antendir ruh da cereyan
Kığılcımlar saçar közlenmeyesin

Az söyle öz söyle bulasın rahmet
Rağbeti olmayan bulamaz şöhret
Koparır keleyi anka-yı şehvet
Yalancı tavustek pozlanmayasın

Nefse uyan çürüğünü sağlamaz
Vefasız dilbere gönül bağlamaz
Bir misal var kendi düşen ağlamaz
Düşüp bir çukura sızlanmaysın

Ey Müdami sen ol nefsini güden
Cüz'i iradeyi hak vermiş yeden
Ulaşır menzile aheste giden
Yüzyiğirmi voltluk kızlanmayasın


Müdami

Gam Kasavet Cem Olalı Başıma

Gam kasavet cem'olalı başıma
Bir dem ağlamakla gülmez bu gönül
Nadan sözü tesir etmez düşüme
Her kelamı guşa almaz bu gönül

Bir dem muntazırdır yar selam için
Bir dem hiddetlenir her kelam için
Bir dem tabip olur il alem için
Öz derdine derman bulmaz bu gönül

Bir dem eserlenir eser yel gibi
Bir dem mevce gelir taşar sel gibi
Bir dem incelenir ipek tel gibi
Bir dem ipe sapa gelmez bu gönül

Bir dem Rüstem olur kılıcın biler
Bir dem Mecnun olur Leyla'sın diler
Bir dem Ferhat olur kayalar deler
Hiç bir meşakatten yılmaz bu gönül

Bir dem Müdam murat almak istiyor
Bir dem mahbubunu bulmak istiyor
Bir dem yüzbin çarha girmek istiyor
Sanırsın ölüm yok ölmez bu gönül


Müdami

Küçükten Yılgınım Sözden

Küçükten yılgınım sözden
Dile minnet mi çekerim
Kanlı yaş dökerim gözden
Sele minnet mi çekerim

Sevmem rakibi nadandır
Altun bilmeğe madendir
Rızkı veren yaradandır
Kula minnet mi çekerim

Bir aşkın honın doyarım
Gizli sırları duyarım
Karadan ağdan giyerim
Ala minnet mi çekerim

Yaradanım benim gani
Elbet mahzun etmez beni
Kokladım badi reyhani
Güle minnet mi çekerim

Müdam kendi özü bilir
Hak yazdığı yazı bilir
Bizim nasip bizi bulur
Pula minnet mi çekerim


Müdami

25 Nisan 2011 Pazartesi

Olmasaydı

Çiçekler açmazdı bahar gelince
Her ağaç üstünde dal olmasaydı
Bilmem ne çekerdi garip aşıklar
Yar iline giden yol olmasaydı

Mecnun yardan ayrı çölleri gezdi
Ferhad Şirin için dağları ezdi
Bülbülün kadrini kimse bilmezdi
Onu ağlatan gül olmasaydı

Gerçek aşık olan düşermiş dile
Ömrünü harcamış yaş sile sile
Rağbet mi olurdu her gonca güle
Bülbülde o eşsiz dil olmasaydı

Aşkınla ağladım aşkınla gezdim
Derdinle bu tatlı canımdan bezdim
Seni tanımazdım zalim bilmezdim
Elinde mühürle pul olmasaydı

Bekleme bir daha düşmem izine
Hayalimi sürme çeksen gözüne
Kimseler bakmazdı senin yüzüne
Aşıkın Çakırtaş kul olmasaydı


Mehmet Çakırtaş

Pul Hasta

Bulamadım şu halimden anlayan
Gönül hasta dudak hasta dil hasta
Yağmur yağar dağı taşı ıslatır
Yaylalardan uzak kalan sel hasta

Eksik olmaz yüce dağın bulutu
Vefalı yar seven kesmez umudu
Güz erişti menekşeler kurudu
Bülbülünden ayrı düşen gül hasta

Ateş söner: kıvrım kıvrım sis kalır
Çeşme kurur: suya hasret tas kalır
Sevda çeken gönüllerde yas kalır
Yeller vurup ırgalanan dal hasta

Bin cefayla geçiyor bu devranım
Dağ misali eksilmiyor dumanım
Petek petek ağu tuttu kovanım
Çiçek hasta arı hasta bal hasta

Aşıklara gam kasavet er gelir
Aşk yolunda yürüyenden ter gelir
Bazısına beklemeden yar gelir
Benden yana ıssız kalan yol hasta

İnsafsızım hiç bakmıyor yüzüme
Ne söylesem kulak vermez sözüme
Teller taktım düzen verdim sazıma
Parmak hasta mızrap hasta tel hasta

Bahar vakti kızlar varırlar çaya
Çare yokmuş aşktan yatan hastaya
Kalb mektubum gidip attım postaya 
Yad eliyle mühürlenen pul hasta


Mehmet Çakırtaş

Beter Ol

Bana gam kasavet veren sevdiğim
Yaprağını döken gülden beter ol
Derdi bana reva gören sevdiğim
Sazlarda inleyen telden beter ol

Senin de olmasın halini soran
Beni insafsızca derdiyle yoran
Kış günü başını taşlara vuran
Boz bulanık akan selden beter ol

Bu gönül bağını perişan eden
Ele uydun kıymetimi bilmeden
Her saat hüsnüyle ateşi giden
Zamanla eriyen külden beter ol

Boyun büktüm vardım senin destine
Merak etme göz koymazlar postuna
Şehit düşen bu gönlümün üstüne
Aşkınla titreyen tülden beter ol

Benden kaçıp ara sıra görünen
Yüzüme bakmağa her an erinen
Çile çekip diyar diyar sürünen
Bulanık çaydaki milden beter ol

Yüzün hiç gülmesin eller içinde
Bülbülsüz kalasın güller içinde
Baharın çiçekli dallar içinde
Kuruyup incelen daldan beter ol

Bilemedim Nemrut mu var soyunda
Vefakarsın sebat ettin huyunda
Bir orman içinde dere boyunda
Kovanı yarılan baldan beter ol

Gurbet elde sevdasıyle yatıran
Dert gölüne beni atıp batıran
Çok günahkar cenazeler götüren
Yerinden kalkmayan saldan beter ol

Bu engin aşkımın bulunmaz dibi
Kış geçip gitmedi dinmedi tipi
Sahibi çıkmayan bir mektup gibi
Üstündeki kara puldan beter ol

Kanlı gözlerimi kapladı buğu
Ateşim sönmedi bulamadım su
Tanrıdan dileğim kara gözlüm bu
Aşkınla tutuşan kuldan beter ol


Mehmet Çakırtaş

24 Nisan 2011 Pazar

Ecel Tuzağını Açamaz Mısın?

Ecel tuzağını açamaz mısın
Açıp da içinden kaçamaz mısın
Azad eyleseler uçamaz mısın
Kırık mı kanadın kolların hani

Aç mısın yok mudur ekmeğin aşın
Odan ne karanlık yok mu ataşın
Hanidir güveyin hani yoldaşın
Hani kapın bacan yolların hani

Bunda yorgan döşek yastık var mıdır
Bu geniş dünyada yerin dar mıdır
Dalın tahta duvar önün yar mıdır
Yeşil başlı sunan göllerin hani

Yatarsın gaflette gamsız kaygısız
Ninni balam ninni kalma uykusuz
Hem garip hem çıplak hem aç hem susuz
Felek fukarası malların hani

Her gelip geçtikçe selam vereyim
Nişangah taşına yüzüm süreyim
Kaldır nikabını yüzün göreyim
Ne çok sararmışsın hallerin hani

Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın
Uyandın da taş yastığa dayandın
Aslı hanım gibi kavruldun yandın 
Yeller mi savurdu küllerin hani


Kağızmanlı Hıfzı

Dertli Firkatli Hasretli

Dertli firkatli hasretli
Na'ralar ishak kuşları
Nedir suçum yüz bin yerden
Yaralar ishak kuşları

Ağladım eyledim seyri
İstedim ilacı hayrı
Demez ağlamaktan gayri
Çareler ishak kuşları

Her yandan gelir ah u zar
Çağrışır hezar sad hezar
Her ötüşte bin dert yazar
Karalar ishak kuşları

Öter men'olur dadıma
Ol dem yar düşer yadıma
Bir ah çeksem feryadıma
Varalar ishak kuşları

Öter her bağda niceler
Sanki ders almış heceler
Uzan mübarek geceler
Ereler ishak kuşları

Kimi ağlar kimi inler
Eder tekrar yüzler binler
Biri okur biri dinler
Sıralar ishak kuşları

Ötme ishak kuşu ötme
Garip gönlüm viran etme
Gitme yaz baharım gitme
Duralar ishak kuşları

Geceler gündüzden seyran
Seslerine oldum hayran
Değme felek böyle devran
Süreler ishak kuşları

Zikreder Hakkın adını
Dal olam duyam tadını
Yüzüm üste kanadını
Sereler ishak kuşları

Seslerim gelmez yanıma
Sesi kar etti canıma
İster bir avuç kanıma
Gireler ishak kuşları

Umarım derdime derman
Yüreğimi kıldı harman
Çok mudur katlime ferman
Vereler ishak kuşları

Bağları sardı leşkeri
Talan oldu can şehiri
Nice bin gönül askeri
Kıralar ishak kuşları

Her biri hançer belinde
Kavlederler öz dilinde
Hıfzı'yı aşkın ilinde
Vuralar ishak kuşları


Kağızmanlı Hıfzı

Emmizade Küsmemişem Ben Senden

Emmizade küsmemişem ben senden
Ölüm lal eyledi dillerim yoktur
Eğdi kametimi büktü belimi
Kalkamam ayağa hallarım yoktur

Ben gelende bizim yerler yaz idi
Ettiğimiz cilve idi naz idi
Cehiz düzemedim ömrüm az idi
Göçtüm gömlek ile şallarım yoktur

Ala kaşlarımın kınası solmuş
Ala gözlerime topraklar dolmuş
Sararmış gül benzim zağfiran olmuş
Solmuş al yanağım hallarım yoktur

Haber edin kuşlar çeksin yasımı
Yuva yapsın püskülümü fesimi
Koymadılar doldurayım tasımı
Havuzdan ayrıldım sellerim yoktur

Anam beni bir kuş etti uçurdu
Durma dedi bağlarından göçürdü
Kahpe felek beni çarhtan geçirdi
Yaslıyım yeşilim allarım yoktur

Haber edin ishak kuşlar göçende
Selam söylen her turnalar geçende
Ak kırmızı sarı güller açanda
Yollayın bana da güllerim yoktur

Yaren yoldaş beni düşlerde görsün
Görenler de halim hatırım sorsun
Yoldan gelip geçen bir Fat'ha versin
Felek dilencisi mallarım yoktur

Ben de Hıfzı gibi tezden uyandım
Uyandım da taş yastığa dayandım
Aslı Hanım gibi kavruldum yandım 
Sam yeli savurdu küllerim yoktur


Kağızmanlı Hıfzı

Çıkıp Gidem Yaylasına Yurduna

Çıkıp gidem yaylasına yurduna
Söylen vefasıza ormana gelsin
Yaktı beni ateşine derdine
Çaresiz derdime dermana gelsin

Sevdiğimle yaylamıza göçeydim
Ala karlı sularını içeydim
Bir günde beş tarla ekin biçeydim
Tırpanım keserken fermana gelsin

İnce elek ile unum elerim
Ağlar iken yüzün görsem gülerim
Şu dünyada bir tek dilek dilerim
Gönlümün sevdiği yar bana gelsin

Uzaktan duyduğum keklik sesidir
Karalar giydiğim gurbet yasıdır
Benim hastalığım yar sıtmasıdır
Soğuk su istemem kar bana gelsin

Der Habib Karaaslan ahuzar ile
Dağlar görünüyor ala kar ile
Bir bayram edeydim nazlı yar ile
Bu bayram olmazsa kurbana gelsin


Habib Karaaslan

Her Gün Gönlüm İster Seni Görmeyi

Her gün gönlüm ister seni görmeyi
Korkarım arada söz olur deyi
Ala gözlüm sana umut tutarım
Güzelin ikrarı tez olur deyi

Beni öldürücü derdin elemin
Duydukça dilinden tatlı kelamın
Gönder kölen olam kuru selamın
Çekinme boşuna az olur deyi

Hiç mi haberin yok olan işlerden
Yatamıyom kara kara düşlerden
Seni sakınırım uçan kuşlardan
Güzelsin sevdiğim göz olur deyi

Cilvelenir yar karşımda dururdun
Perçeminden bergüzarlar verirdin
Beni görsen elvan elvan yürürdün
Görsün Derdiçok'a naz olur deyi


Derdiçok

Ne Diye Bağlattın Alnına Kara

Ne diye bağlattın alnına kara
Bilmiyorum yaslı mısın sevdiğim
Çekme beni yeter bu kadar dara
Deli misin uslu musun sevdiğim

Poyraz gibi yükseklerden esersin
Bir söz desem belki bana küsersin
Beni görsen birer birer bakarsın
Sadrıazam nesli misin sevdiğim

Gel dediğim yere gelin erinmen
Beni görüp elvan elvan bürünmen
Neden ikide bir bana görünmen
Kafeslerde besli misin sevdiğim

Halkalı gözlerin kalemdir kaşın
Berk değdi sineme insaf et taşın
Gezdim şu dünyayı bulmadım eşin
Huriler misli misin sevdiğim

Geldi Derdiçok dosta bakmaya
Savaşırken kıyamına kalkmaya
Va'din mi var Kerem gibi yakmaya
Keşiş kızı Aslı mısın sevdiğim


Derdiçok