Şiir, Sadece

29 Eylül 2016 Perşembe

Hangi Taşı Kaldırsan

Hangi taşı kaldırsan
seninle çıkıyor ortaya.
gereksinim duyanlar korunmasına taşın:
çıplak,
karman çorman oluyorlar yeniden şimdi.

Hangi ağacı kessen
yontarak
biçim veriyorsun yatağa;
üzerinde canların biriktiği,
sarsmazmış gibi
onları da
zaman.

Hangi sözü söylesen
sağol demiş oluyorsun
o yıkıma.


Paul Celan
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

Corona

Güz kendi yaprağını yiyor elimden: biz iki dostuz.
Zamanı ceviz kabuklarından ayıklayıp yürümeyi öğretiyoruz ona:

Aynada pazar,
düştü uyanan uyku,
ağızsa gerçeği söylemede.

Gözüm bir sevgilinin cinselliğine teşne:
öyle bakışıyoruz,
karanlık sözler ediyoruz birbirimize,
haşhaş ve bellek gibi seviyoruz birbirimizi,
uyuyoruz şarap gibi bir midye kabuğunda,
bir deniz gibi ayın kanlı ışığında.

Penceredeyiz sarmaş dolaş, kendimizi seyrediyoruz sokaktan:
vakit erişti, herkesler bilsin bunu!
Artık çiçek açma zamanıdır taşın,
yüreğinse tedirginlik zamanı.
Zamanıdır, zamanı gelmenin.
Artık zamanıdır.


Paul Celan
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

28 Eylül 2016 Çarşamba

Akçakavak

Akçakavak, yaprağınla ak-pak bakarsın ya karanlığa.
Ak düşmemişti hiç annemin saçlarına.

Kara hindiba, Ukrayna ne kadar yeşil.
Sarışın annemse dönmedi yuvasına.

Yağmur bulutu, kaynağın kurudu mu?
Benim sessiz annem ağlar tüm insanlara.

Çember-yıldız, bağlıyorsun o altın kurdeleyi.
Bir kurşunla annem kalbinden aldı yara.

Meşe kapı, kim çıkardı rezelerden seni?
Benim tatlı annem gelmeyecek bir daha.


Paul Celan
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

Sığ Geçit

Ormanlar içinden dolanan,
ey beyaz yollar, öğleyin.
Biri düşmüş yeşil
yamaca ve ırmağa doğru,
içmiş suyundan sığ geçidin.
Havalanmış kırlangıç.
Ve biliyorum kulübeyi
ötede kiraz ağaçlarında. Orda
yürürdün. Kamış kavallar
öttü. Kar ortasında,
yel düşümü
dönerim.


Johannes Bobrowski
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Don Nehri

Yukarda, yalımlardan
köyler. Kayalardan
iniyor kıyılar. Ama
tutulmuş akış, buz soluğu
esti, sessizlik kapkara
izledi bunu.

Beyazdı akış. Daha yüksek
kıyı kara. Atlar
yamaca tırmanıyordu. Biyol,
karşıki kıyılar
uçtu gitti, gördük
tarlaların gerisinde, ötede,
erken doğmuş ay altında, duvarları
göğe doğru.

Orda
şarkı söylüyor Diw,
kulede
bağırıyor bulutlara, kuş
salt mutsuzluk, sesleniyor
kayalık kıyılar üstünden,
buyruyor dinlemeyi ovalara
Höyükler, açılın, diyor,
çıkın ortaya kuşanmış,
ölüler, koyun miğfere


Johannes Bobrowski
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

27 Eylül 2016 Salı

İlmensee 1941

Yaban arazi. Rüzgara karşı.
Donmuş. Kuma
gömülmüş nehir.
Kömürleşmiş dallar:
alana karşı köy. O zaman
gölü gördük-
-Günle gölü- Işıktan.
Yol izinde, otlarda
dışarda kule,
beyaz, uzakta ölünün taşından
olduğu gibi. Delinmiş dam
karga kargaşasında.
- Gecele gölü. Orman.
Bataklığa doğru
düşüyor. Yaşlı kurdu,
yağ bağlamış yangın yerinde,
ürküttü bir gölgeyüz.
-Yılla gölü. Tunç
kabarış. Suların yükselen
karanlığı. Göklerden
bir kez
vuruyor kuş akınını.
Gördün mü yelkeni? Ateş
uzakta. Kurt
çıktı alana.
Dinliyor kışın çıngıraklarını,
uluyor korkunç kar
buluta karşı.


Johannes Bobrowski
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Aşk Şiiri

Bir yarım sesle sesleniyorum sana:
Beni duyacak mısın?
Aynı o acılı ot suratının arkasında,
O dağılan ayın?
Kutsal güzelliği içinde havanın,
Gün doğduğunda,
Kanatlarını çırpan bir al balık olduğunda sabah?

Güzelsin.
Serin ve kuru bir derin var.
Bakışın yumuşak ve bir kuşun bakışınca güvenli
Sallanan yele söylüyorum bunu.
Sırtın-duyuyor musun-havadan yapılma,
Bir güvercin gibi mavi yaprak örgüsünden süzülen.

Başını kaldırıyorsun.
Tuğla duvarda bir kez de gölgesi görünüyor.
Güzelsin sen. Güzelsin.
Uykum yanında bir su serinliğindeydi.
Bir yarım sesle sesleniyorum sana.
Ve gece parçalanıyor sodamsı, siyaha ve maviye.


Karl Krolow
Çeviren: Fatma Akerson

Kuşlar ve Deneme

Gazetelerin bildirdiğine göre hidrojen bombası
denemelerinin sonucu olarak göçmen kuşlar
Güney Denizi üzerindeki alışılmış yollarını değiştirmişler.

Savanalardan kalkıp tropik denizlerden
sürükledi rüzgarlarla gövdenin gereksinimi,
Sağır ve kör gibi uzaklardan ve ta ezelden,
Bulsunlar diye biraz ağaçlık ve gerekli besini.

Ne gök gürültüsü durdururdu, ne tayfun, ne de
Bir ağ, çağırınca onları büyük uçuşlar
Çığlık dolu bir duman, kararlı aynı menzilde,
Ve hep aynı kümelerle aynı yol alışlar.

Sağnak, fırtına aldırmadan dimdik
Gördüler bir gün öğleüstü çırparak kanat
Daha üst bir ışık. Bu korkunç surat

Zorladı artık yollarını değiştirmeye.
Aradılar daha sakin yeni ülkeler göçmeye.
Bırakın sarssın yüreklerimizi bu değişiklik ...


Stephan Hermlin
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

26 Eylül 2016 Pazartesi

Bir Fransız Lokantasında Masa Örtüsündeki Kırmızı Şarap Lekelerine

Ciddi bir sevinçle bakıp size.
İtiyorum kenara sizi örten tabağı.
İlk yudumum o yabana adamın şerefine,
Benden önce bu masada bildi ağız tadını.

Menekşe rengi dağınık kenarlarınızdan
Süzüyorsunuz yumuşak bakışıyla düşçül bir ayyaşın,
Sanki yabancı ülkelerin sınırlarından,
Belki Mozambik'in belki Madagaskar'ın.

Altın kırıntıları hala yayılı yerimde
Düşünceyle bölünüp yenen ekmeğin.
Ey, hoş nağmeli, Burgonya çiçekli ülke,
Geçerli mi hala o krallıktaki ilke,
Hükümdar için şarap fıçılarıydı ölçeğin.

Ey, akşam ışınlarıyla oynaşan, geç ülke
Olgun dilden renkli prizma canımdan,
Dehalar, sihirbazlar ve gümrükçüler resim yapar sende,
Kendi gökkubbesini unutur orda Tanrı bile!

Çelikler parçalamış kana bulanmış gördüm seni,
Bağrına baş koydum içimde korku ve acı-
Böyle ağır yaralayan belki de beni,
şu sempatik şişko meyhaneci-?

Ve içmedim mi seni gözyaşı pınarından,
Ve çekmedim mi seninle ölüm işkencesini?
Ah, kardeş ülke-eşiğinde diz çöküyorum
Ve öpüyorum her kan ve şarap lekesini!

Dolduruyor kadehimi. Fışkırıyor şişe ağzından.
Sen de iç, masa örtüsü! İç bu sunak içkiyi!
Eğilip yabancı bu tatlı saatin karşısından
Ayrılıyor kuzeye doğru, arayıp sisi.


Carl Zuckmayer
Çeviren: Yüksel Pazarkaya
1936

Beyaz Tansık

Dahi Utrillo İçin


Kayın beyazı ve tebeşir beyazı,
Kar beyazı saçların, mum gibi beyaz, avurt solgun,
Bir kanat beyaz ve beyaz ipek giysi,
Güvercinin boz beyazı, beyaz kış ülkesi,

Badananın donuk beyazı ve dalga köpüğü,
Bir bez beyaz ve küf yeşilindeki beyazlar,
Yolda bir taş, nasıl da beyaz bir yer- 
Öğleyin yanıp bitmekte akkor yaz.

Camları ardında sallanıyor perde tülleri- 
Elma çiçeği gibi ve buzul yamaç gibi
Sis gibi gümüş ve lapa lapa kar tipisi-
Söyle, senin beyazın renklerin sönüşü mü?

Mermer, granit ve ipteki çamaşır
Ve parşömen beyazı ve kağıt ipince,
Göçmüş gövdeler soluk beyazı taşır,
Ve leylaklar, uzanır sana düşsel bir el ince.

Ay beyazı deniz ve sümbül tomurcukları,
Sargı bezi beyaz, çizgili kar gibi çakıl yol,
Aydınlık geceler, yelkenliler ve martı uçuşları
Titreyen bir ses, flüt solosu ve yoğun C.

Söyle, senin beyazın renklerin yeniden doğuşu mu?
... Ey soylu beyaz! Ey süt ve pirinçte beyaz!. ..
Sarışın beyaz tahıl, keten-ve esiyor bulutlu ...
Beyaz tansık. Bir dünya açıyor beyaz!


Johannes R. Becker
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Depo

Auschwitz


Ey kadın saçları-ne çabuk unutulmuş!
Ah, yeterdi bir tel kadın saçı,
Kanıtlamaya ne kıyamlar olmuş,
Bir zamanlar, usalmaz, acı.

Ey çocuk kunduraları-kimin umrunda!
Ah, yeterdi bir çocuk kundurası,
Bu görünümden kaçamamaya-
Bir çocuk kundurası-yiten erincin görünümü ...

Çocuk kunduraları tavana değin yığılı,
Ve depoda balyalanacak kadın saçı
Bir balya duruyor bir köşede bağlı
Söyleyin, kimin düşüne girer hala böyle çatı?
Söyleyin, kime böyle bir depo hala ihtar anıtı?

Böyle sorar dururum: usanmaz bir sonucu.


Johannes R. Becker
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

24 Eylül 2016 Cumartesi

Bir Öğlesonuna Fısıldanan

Güneş, sonbahara özgü çekingen ve cüce,
Ve meyveler düşer ağaçlardan.
Sessizlik ses verir mavi mekanlardan
Uzun öğlesonu saatlerinde.

Ölüme ilişkin madenden sesler;
Ve devrilir beyaz bir hayvan.
O kaba türküler esmer kızlardan
Yaprak dökümünde sürüklenip gittiler.

Duyumsar da çılgınlığın tatlı kanatlarını,
Tanrı'nın alnı renkleri düşler.
Gölgeler bir tepede döner ha döner
Çürümenin simsiyah kuşattığı.

Alacakaranlık huzur ve şarap dolu;
Hüzünlü gitarlar su gibi akmakta.
Ve sen geri dönüyorsun sanki rüyada
İçerdeki yumuşak lambaya doğru.


Georg Trakl
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

Köylüler

Pencerenin önünde sesiyle kırmızısı yeşili.
Basık tavanlı, karanlık ve dumanlı odada
Kadın ve erkek yanaşmalar oturuyor sofrada;
Ve şarap içiyorlar parçalayıp ekmeği.

Kısır bir söz düşüyor arada bir
Öğle saatlerinin derin sessizliğinde.
Tarlalar sürekli bir pırıltı içinde
Gök ise geniş ve kurşun gibidir.

Ateş sırıtarak göz kırpıyor ocakta
Ve bir sinek ordusu vızıldayıp duruyor.
Kadınlar budalaca ve suskun kulak kabartıyor
Ve kan hücum ediyor şakaklarına.

Ve arzu dolu bakışlar karşılaşıyor ara sıra,
Hayvansal bir koku doldurunca odanın içini.
Tekdüze dua ediyor bir işçi
Ve bir horoz ötüyor kapının alt yanında.

Ve tekrar tarlaya. Bir yılgınlığa düşüyorlar
O sık sık uğuldayan başakların arasında
Ve durmadan savruluyor hışırtılarla
Tempo tutmuş hayalete benzeyen tırpanlar.


Georg Trakl
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet

Kaspar Öldü

vah öldü iyi yürekli kaspar'ımız
kim saklar şimdi yanan bayrağı bulutların saçında
ve kim başkasına kara oyunlar oynar.
kim döndürür kahve değirmenini en eski fıçıda.
kim çıkarır o idilsel geyiği taşlaşmış kese kağıdından.
kim sümkürtür şimdi gemilere şemsiyeler yelmemeler
arıbabalar ozoniğler ve kim çıkarır piramitlerin kılçığını.
vah vah öldü iyi yürekli kaspar'ımız, ilahi kaspar öldü.
önadını söyleyince acısından saman balıkları
yürek paralayan takırtılar çıkarır çan samanlıklarda,
işte ben de inliyorum soyadım kaspar kaspar kaspar.
niçin terk ettin bizi, hangi biçime girdi şimdi
o güzel yüce ruhun, bir yıldız mı oldun yoksa sıcak
burgaçyelde bir su zinciri mi yoksa bir meme mi kara
ışıktan yoksa kayasal yaratığın uluyan trampetinde
içi görünen bir tuğla mı.
şimdi saçımız tırnağımız kuruyor ve yarı yarıya
kömürleşmiş periler odun yığını üstünde.
şimdi gürlüyor güneşin ardında kara kiy yolu ve
kimse kurmuyor artık el arabalarının pusulasıyla tekerini.
kim yapyalnız çıplak ayaklı masada yiyor şimdi
fosforlu sıçanla.
kim kovalıyor şimdi atlan çalmak isteyince sam yeli şeytanı,
kim açıklayacak şimdi bize yıldız monogramlarını.
büstü süsleyecek bütün gerçek soylu kişilerin
kaıninini ama ne avuntudur bu en enfiye bir kurukafa
için.


Hans Arp
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Şiir

Bu ıkınma sıkınmanın anlamı ne ki
biraz imge, biraz söz, biraz kurgu,
içindeki ne, nerden bu itki
sessiz yas tutan duygu?

Hiçten sana oluk oluk akan,
tek tek ve bir karışımdır,
ordan alırsın küllü, yalımı ordan,
serper söndürürsün ve sakınır.

Çevir çevrele, o yeşil çitle,
bilirsin, elinde değil her şeyi kapsamak
umrunda olmasa da onu bunu çevrele,
kuşkularla kıskıvrak.

İşte böyle gece gündüz yok dur durak,
pazarları da kendine oyuş
ve oyuğa gümüş kak,
sonra bırak -odur işte: oluş.


Gottfried Benn
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

23 Eylül 2016 Cuma

Elisabeth

Yüksek gökyüzünde
Beyaz bir bulut gibi
Beyazsın, güzelsin, uzaksın
Elisabeth.

Bulut uzaklaşır, gider
Farkında olmazsın pek,
Rüyalarından geçerek

Girer karanlık geceye.
Gider ve parlar gümüş gibi
Durmadan-dinlenmeden
Tatlı bir özlem duyarsın
Beyaz bulutun peşinden.


Herman Hesse
Çeviren: Behçet Necatigil

Kimsesiz Akşam

Boş şişeyle bardakta
Titremekte mum alevi;
Oda soğuk, buz gibi.
Dışarda otlara, yağmur yağmakta.

Yatıyorsun kısa bir zaman için
Üşümüş, üzgün, yatağına.
Yine sabah olacak, akşam sonra
Sabahlar, akşamlar gelecek tekrar,
Ama sen gelmeyeceksin bir daha.


Herman Hesse
Çeviren: Behçet Necatigil

Bütün Ölümler

Öldüm bütün ölümlerle ben şimdiye dek,
Yeniden isterim ölmek bütün ölümleri,
Ağacın ölümünü ölmek tahta tahta,
Taş taş dağın ölümünü,
Toprak ölümünü kumun.
Çıtırdayan yaz otlarının ölümünü yaprak yaprak
Ve kanlı ve zavallı ölümünü insanoğlunun.

Yeniden doğmak isterim bir çiçek biçiminde,
Yeniden ağaç olmak, çayır olmak,
Balık ve karaca olmak, kuş ve kelebek.
Özlem verir bana bütün biçimler
Son acıların özlemini verir,
İnsan acılarının özlemini verir,

Titreyerek gerilmiş yay,
Özlemin çılgın yumruğu ey,
Ey hayat ey bir gün olur da
Birleştirmeye kalkışırsan kutuplarını
Yeniden beni uzun uzun
Sürersin ölümden doğuma,
Acı dolu yollarına yaratmanın,
Yaratmanın eşsiz yollarına.


Herman Hesse
Çeviren: Zeria Karadeniz

22 Eylül 2016 Perşembe

Güz Günü

Tanrım: vakit geldi. Çok büyüktü yaz.
Düşsün üstüne gölgen güneş saatlerinin
ve yeller sal çimenler üstüne biraz.

Son meyveler de olsun sen buyur ki;
iki güney günü daha bağışla,
onları yetkinliğe doğru zorla
ve izle son tadı ağır şaraptaki.

Ev kurmaz evsiz olan bundan böyle.
Yalnız olan yalnız kalır uzun zaman;
uyanır, okur, uzun mektuplar yazar bazen;
ve ağaçlı yollarda tedirgin, öyle
gezinir, yapraklar uçarken savrularaktan.


Rainer Maria Rilke
Çeviren: Turan Oflazoğlu

Yalnızlık

Yalnızlık bir yağmur gibidir.
Denizden akşamlara yükselir;
uzak mı uzak ovalardan gelir,
ağar göğe, hep ordadır göklerin.
Ve düşer gökten üstüne şehrin.

Alaca saatlerde yağar geri,
nice ki sabaha döner bütün sokaklar;
nice ki göğdeler, bir şey bulamamış hiçbiri,
umutlar boşa çıkmış, üzgün ayrılıklar;
nice ki insanlar karşılıklı nefret içre kalırlar
yan yana bir yatakta yatarken:

akar yalnızlık ırmaklarla derken ...


Rainer Maria Rilke
Çeviren: Turan Oflazoğlu

Sessiz Şehir

Bir şehir vadinin içinde
Solgun bir gün geçip gitmede
Ne yıldız, ne de ay, çok geçmeden
Gece belirecek gök ülkesinde.

Sisler iner bütün dağlardan
Uyuyan şehrin üstüne
Ne bir ev, ne bir dam, ne de bir çatı
Ne bir ses yükselir dumanlardan
Ne köprü belirir, ne kule.

Gene de yolcu korkuya düşünce
Küçücük bir ışık parıldar derinde
Dumanlar içinden, sisler içinden
Bir övgü şarkısı yükselir göğe
Bir çocuk ağzından.


Stefan George
Çeviren: Selahattin Batu

21 Eylül 2016 Çarşamba

Lorelei

Bilmem ki ne mana vermeli?
Beni böyle mahzun eden
Eski efsanelerden biri,
Çıkmaz oldu düşüncemden.

Hava serin, kararmak üzeredir;
Ren nehri akmakta sakin sakin;
Parıldayan dağın zirvesidir
Işığında akşam güneşinin.

Dilber peri kızı çıkmış oturmuş
Tepeye, üstünde bütün ziyneti, güzelliği;
Altın başına ışıklar düşmüş;
Tarıyor altın örgülerini.

Bir yandan altın tarakla taranırken
Bir yandan da şarkı söylüyor
Şarkının cana can katan, alıp götüren
Bir ahengi var ki dayanılmıyor.

Kayıkçı, içinde küçük bir kayığın;
Amansız bir acı sarmış içini;
Farkında değil yaklaşan kayalıkların
Tepeden ayıramıyor gözlerini.

Derler ki gömülür dalgalara
Sonunda kayıkçı da tekne de
Ve bunu şarkılarıyla
Lorelei yaptı gene.


Heinrich Heine
Çeviren: Dora Güney - Necati Cumalı

Empedokles

Ararsın yaşamı, ararsın da fışkırıp bakar
Tanrısal bir ateş yerin derinliklerinden sana
Ve sen ürperten arzunla atarsın
Kendini Etna'nın yalımlarına.
İncilerin böyle eritirdi şarapta ecenin
Taşkınlığı; eritir ya! Ama sen
Sunmasaydın zenginliğini, ey ozan,
O kaynayan kadehe!
Yine de seni alan yerin gücü gibi
Kutsalsın bence sen, ey korkusuz kurban!
Ve sevgi tutmasaydı, ben de izlerdim
Derinliklere dek, kahramanı.


Friedrich Hölderlin
Çeviren: Turan Oflazoğlu

Yaşam Akışı

Sen de isterdin daha büyüğünü ama sevgi zorlar,
Serer hepimizi yere, acı zorlu büker
Ama boşuna değil geri gelmesi
Yayımızın, neredeyse gelişi!

Yukarı ya da aşağı! Hüküm sürer kutsal gecede
Dilsiz doğanın oluşan günü sezinlediği yerde,
Hüküm sürer en aykırı Orkus'ta
Bir derece değil, bir hak daha!

Yaşadım bunu. Çünkü, siz ölümlü ustalar gibi,
Siz gökseller, siz her şeyi ayakta tutanlar,
Bildiğim kadarı, özenerek hiç
Yöneltmediniz beni düz yola.

Denesin her şeyi insan, der gökseller,
Ki, güçlü beslenip, şükran öğrene her şey için.

Ve öğrenebile özgürlüğü
Kırıp açmayı, istediği yöne.


Friedrich Hölderlin
Çeviren: Oruç Aruoba

20 Eylül 2016 Salı

Yurt

Şendir dönüşü gemicinin yuvaya sakin akıntının üstünde,
Uzak adalardan, bereketli olmuşsa hasadı;
Öyle dönerdim ben de yurda, toplayabilseydim
İyilikleri acılar kadar.

Siz sevgi kıyılar, beni yetiştiren bir zamanlar,
Dindirir misiniz acılarını sevginin, vaat eder misiniz
Siz gençliğimin ormanları, geldiğimde
Huzuru yeniden bana?

Serin dere kıyısına, dalgaların oyunlarını,
Akıntının yanına, kayan gemileri gördüğüm,
Varırım hemen şimdi ve sararsınız beni,
Ki sarmalanmış gibi sağala yüreğim,

Siz sadıklar! Ama bilirim, bilirim,
Çabuk sağalmaz bu sevgi acım benim,
Söylemez hiçbir umut şarkısı bu, avunan
Ölümlülerin söylediği gibi gönülden bana.

Çünkü onlar, bize göksel ateşi ödünç verenler,
Tanrılar, kutsal toprağı da bağışlar bize.
Kalsın bu öyleyse. Bir oğlu gibiyim ben
Yeryüzünün: Sevmek için yaratılmış, acı çekmek için.


Friedrich Hölderlin
Çeviren: Oruç Aruoba

Bölüşün Dünyayı

Alın bu dünyayı! diye seslendi bir gün Zeus göklerinden
İnsanlara; alın, sizin olsun artık.
Armağanım olsun sizlere bu mülk, bu toprak;
Ama kardeşçe bölüşün aranızda.

Koştu eli ayağı tutan, kendine bir pay için,
İşe sarıldı herkes, genciyle yaşlısıyla.
Çiftçi ürünlerini kaptı tarlaların,
Ava koyuldu asilzade ormanların içinde.

Ambarlarının aldığı kadar aldı tüccar,
En iyi yıllanmış şarabı seçti rahip kendisine.
Kıralsa, tuttu köprü başlarını, yol kavşaklarını,
Benimdir, dedi, her şeyin onda biri.

Bu bölüşme çoktan bitmiş, geçmişti ki nice zaman,
Şair çıkageldi, çok çok uzaklardan;
Ama hiçbir şey kalmamıştı hiçbir tarafta,
Ve bir sahibi vardı her şeyin de.

Eyvah! Unutacak mıydın beni böyle hepsi içinde?
Beni, en sadık oğlunu senin?
Diye dövündü, yakındı, haykırdı uzun uzun,
Attı sonra kendini tahtın önüne.

Gezip durursan böyle hayaller ülkesinde,
Dedi Tanrı, söz söyleme artık sonra bana.
Neredeydin peki dünya paylaşılırken?
Yanındaydım oldu cevabı şairin.

Gözüm yüzündeydi,
Kulağım göklerinin ahenginde;
Sarhoştu ruhum ışığından, affet!
Unuttu her şeyini yeryüzünün.

Ne yapmalı şimdi? dedi Zeus, - dünyamız gitti elden,
Ne tarlalar, ne ormanlar, ne de kırlar benim artık.
Ama yaşamak istersen gökte benimle,
Açık olacak o sana her gelişinde.


Friedrich Schiller
Çeviren: Vural Ülkü

Des Mädchens Klage

Der Eichwald brauset,
Die Wolken ziehn,
Das Mägdlein sitzet
An Ufers Grün,
Es bricht sich die Welle mit Macht, mit Macht,
Und sie seufzt hinaus in die finstre Nacht,
Das Auge vom Weinen getrübet.

»Das Herz ist gestorben,
Die Welt ist leer,
Und weiter gibt sie
Dem Wunsche nichts mehr.
Du Heilige, rufe dein Kind zurück,
Ich habe genossen das irdische Glück,
Ich habe gelebt und geliebet!«

Es rinnet der Tränen
Vergeblicher Lauf,
Die Klage, sie wecket
Die Toten nicht auf,
Doch nenne, was tröstet und heilet die Brust
Nach der süßen Liebe verschwundener Lust,
Ich, die himmlische, wills nicht versagen.

»Laß rinnen der Tränen
Vergeblichen Lauf,
Es wecke die Klage
Den Toten nicht auf,
Das süßeste Glück für die traurende Brust,
Nach der schönen Liebe verschwundener Lust,
Sind der Liebe Schmerzen und Klagen.«


Friedrich Schiller


19 Eylül 2016 Pazartesi

Genç Kızın Yakınışı

Ağaçlar hışıldıyor, bulutlar uçuşuyor,
Bir kız oturmuş yeşilliklerinde kıyının,
Dalgalar çarpıyor devler gibi, ·
Oysa içini çekiyor kapkaranlık gecede,
Ağlamaktan buğulanmış gözleri.

"Kalbim öldü, bomboş bu dünya.
Hiçbir şey vermiyor artık arzulara.
Yanına al çocuğunu ne olur kutsal varlık,
Tattım yeterince yeryüzü mutluluğunu ben,
Yaşadım, sevdim!"

Boş yere akıp gidiyor gözyaşları,
Diriltmez ölenleri bu acı yakınışlar;
Ama söyle, ne teselli eder, ne iyileştirir gönlü
Tatlı bir sevginin kaybolmuş sevinci ardından.
Ben, göksel varlık, yoksun komayacağım seni ondan.

Bırak boş yere aksın bu gözyaşları;
Diriltmesin ölenleri bu acı yakınışlar!
En tatlı mutluluk yas çeken gönül için,
Sevginin acısıyla yakmıştır,
Tatlı bir sevginin kaybolmuş sevinci ardından.


Friedrich Schiller
Çeviren: Vural Ülkü


Paris'teki Antik Eserler

Yunan sanatkarlarının yarattıklarını bir
Fransız elde silah alıp götürebilir.
Paris'in göbeğine, Seine nehrinin yanına;
Eline geçirdiği bu anıtları parlak,
Saray gibi muhteşem müzelere koyarak,
Gösterebilir şaşkın bakan vatandaşlarına!
Fakat bu şeyler ona susacaktır her zaman,
Zira bu taşlar asla yüksek sehpalarından
İnerek canlı hayat içine katılmazlar.
Sanat perilerine, onları sıcak sıcak
Bağrında taşıyanlar sahip olacak ancak.
Vandallar için onlar sadece bir taştırlar.


Friedrich Schiller
Çeviren: Burhanettin Batuman

Alman Sanatı

Roma'daki Augustus devrinin debdebesi,
Floransalı cömert bir Medid prensi,
Alman sanatçısına güler yüz göstermedi;
O kendini koruyan şöhretlerin peşinde,
Kral ve prenslerin lütufkar güneşinde,
Rahat rahat büyüyüp meyvesini vermedi.

Milletin en ünlü, yüce evladı iken
Büyük Frederik de onu tahtı önünden,
Boynu bükük, kimsesiz bir kenarcığa attı.
Alman şimdi derin bir mutluluk duyabilir,
Kalbi büyük bir gurur ile çarpsa yeridir,
Zira değerlerini o kendisi yarattı.

Bunun için dağlardan coşan sel gibi gelir,
Bunun için kızıl bir alev gibi yükselir,
Alman ozanlarının türküsü göğe kadar;
Kendi iç zenginliği, bolluğuyla taşarak,
Kalbin derinliğinden kaynayarak, coşarak,
Kuralların sıkıcı bağlarını parçalar!


Friedrich Schiller
Çeviren: Burhanettin Batuman

17 Eylül 2016 Cumartesi

Sevgili Yakınlığı

Seni hatırlarım sulara günün
Şavkı vurunca;

Seni hatırlanın. dağlara ay
Renkler verince.

Seni görür gözüm uzak yollarda
Tozlar kalkarken;

Derin gecelerde, dağ yollarında
Yolcu titrerken.

Seni işitirim, boğuk seslerle
Su yükselince;

Kırlarda sükutu dinlerim gece
Her şey susunca;

Uzakta da olsan, ben yanındayım,
Sen yanımdasın.

Gün söker, yıldızlar ışık gökte, ah.
Burada olsaydın.


Goethe
Çeviren: Selahattin Bata

Savahilice

Ana yüreğindedir en sıcak sevgiler, başka yerde bulunmayan
Ve sen Savahilice anadilimsin benim, en değerli varlığımsın
Tutuşan bir kalpten yükseliyor şiirim, bunu sunuyorum sana
Ki seni bilmeyenler sana koşsunlar bununla
Anne yüreğindedir en sıcak sevgiler, başka yerde bulunmayan
Çocukluğumun dili, beni getiren bugüne; olgunlaştırarak içinde
Algıladım güzelliğini ve benim oldun her şeyinle
Gül kokusu gibisin rüzgarla gelen, en temiz havasın bana
Senin övgünü yayacağım okyanus ötelerine ve sahraya baştanbaşa
Anne yüreğindedir en sıcak sevgiler, başka yerde bulunmayan


Şaban Refik
Çeviren: Şaban Özdemir

Renklerimiz

Tanrı bağışıdır rengimiz cezalandırması değil
Buğday ekmeği yiyen de darı ekmeği yiyen de birdir
Yaşıyor ve ölüyor buğday yiyen de mercimek yiyen de
Tanrı bağışıdır rengimiz cezalandırması değil

O süslüyor gülleri yaseminleri donatıyor yıldızları Cennetleri
Tanrı'nın kudretini gösterir rengimiz ancak ve değildir bedenimizin kiri
Ne bir çirkinliktir o ne bir gazap imidir ve ne de günahtır
Rengimiz Kadir-i Mutlak Yüce Tanrı'nın sınırsız güzelliğidir

Kanıtlanması için bir Tanrı bağışı olduğunun
Güzelliğin sahibi olan ve hamdedilen Yüce Tanrı
Ayıplayanları maskara eder dünyada rengimizi
Tanrı bağışıdır rengimiz cezalandırması değil

Tanıyoruz Kadir-i Mutlak Yüce Tanrı'yı pek çok işaretlerle
En güzel belgelerdir büyük sanatçılar
Ve gerçeğin kanıtlarıdır yeryüzünü ısıtan Ayetler
Rengimiz Kadir-i Mutlak Yüce Tanrı'nın sınırsız güzelliğidir

Zor değildir O'na donatmak Cenneti, canlıları ve ulusları
Bilgelikler doludur her buyruğunda Yüce Tanrı'nın
Ölümle ve doğumla değiştirendir canlıları dünyada
Tanrı bağışıdır rengimiz, cezalandırması değil


Şaban Refik
Çeviren: Şaban Özdemir

Amina

Amina, sana geldi gitme sırası, seni seçti ölüm
Bir gonca gülün soluşu gibi, henüz baharındayken
Senin için Cennete götüren ışık olsun dualarım
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

Ne çok diledim kavuşmanı sağlığına, ne çok dualar ettim
Hastalığa yenilmemeni, kaybedenin sen olmamanı ne çok istedim
Tanrı buyruğu bu; sana geldi gitme sırası, seni seçti ölüm
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

Seni düşünüyorum dayanılmaz bir kedere boğuluyorum
Anılarınla çevriliyim, bir düşteyim geçmişi yaşıyorum bugünde
Bu ölüm yaşamın sonu değil, buna inanıyorum
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

İnanıyorum ölümsüzdür ruh, yaşar sonsuzca
Ölüm bir kurtuluştur, bekler vaktini gelmeye
Canım benim, sen Cennettesin, yaşamaktasın orda
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

Bildiğim ve unutmadığım bir şey var ki şimdi sen
Acının artık sana ulaşamayacağı bir yerdesin
İşte acılarımı unutturan şimdi bana kalan ödül bu
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız

Bitiyor şiirim senin için yaptığım bir duayla
Toprağa dağılan beden yeniden oluştuğunda, geri döndüğünde ruh
Ve artık yok olduğunda ölüm aşk doğsun yeniden
Bağlıyor ikimizi hiçbir şeyin çözemeyeceği aşkımız


Şaban Refik
Çeviren: Şaban Özdemir

16 Eylül 2016 Cuma

Derdine Yan Zavallı Zenci

Derdine yan küçük Zenci
Kırbaç ıslık çalıyor bak
Sırtında okşadıkça
Kanlı kanlı terli terli

Derdine yan küçük Zenci
Gün uzun yollar uzun
Taşı durmadan işin ne
Beyaz fildişi beyaz Efendine

Derdine yan küçük Zenci
Alışsın çocukların açlığa
Bomboş kaldı kulüben
Sevgili karın uyuyor
Efendinin yatağında

Derdine yan zavallı Zenci derdine
Bir kez vurmuş bahtın damgasını rengine


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Gürkal Aylan

Akbabalar

O günlerde
Uygarlığın yüzlerimizi tekmelediği
Kutsal suyun uysal alınlarımıza çarpıldığı o günlerde
Akbabalar pençelerinin gölgesine diktiler
Kanlı vesayet anıtını
O günlerde
Acı kahkahalar vardı yolların madensel cehenneminde
Boğuyordu tek düze ritmi duaların
Sömürgedeki ulumaları o günlerde
Ey zorla alınan öpücüklerin acı anıları
Bir savut namlusunda bozulan vaatlerin
Yığınlarla kitap okudukları halde yine de
Yabancısı olan insanlıkların sevgilerin
Ama biz bu eller bu döllediğimiz topraklar
Sizin gurur dolu şarkılarınıza
Yıkık köyterine karşın Afrika'nın
Taşıyoruz bir kale gibi umutlarımızı içimizde
Swaziland'ın madenlerinden Avrupa'nın fabrikalarına dek
Yeniden çiçeklenecek bahar aydınlık adımlarımızı bastığımız her yerde.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Gürkal Aylan

Afrika

Afrika Afrika'm benim.
Baş eğmez savaşçıların Afrika'sı
Hani o ata yadigarı ovalara adını yazmış
Hani o büyükannemin şarkılarındaki
Karşı ırmak boylarındaki
Savaşçıların Afrika'sı
Ben seni hiç görmedim
Kanın damarlarımda oysa
O güzelim kara kanın
Kırları bayırları sulayan
O güzelim kara kanın
Bulaşır terlerine
Kölelikten canı çıkan çocuklarının
Afrika söyle bana Afrika
Senin sırtın mıdır bu
İki büklüm ezilgin olan
Küçük görmelerin ağırlığı altında
Kızıl yaralar açan sırtında çiçek çiçek
Kırbaç kırbaç inleyen sen misin yaz sıcağında
Erkek bir ses yanıtlıyor
Mert oğlum büyüyor işte yiğit ve güçlü
Burada bunca viranlığın ortasında
Beyaz soluk çiçeklerden bir ağaç
Afrika bu senin Afrikan
Yeniden dallanıp yeşeriyor bak sabırla inatla
Sunarak ürünlerine yavaş yavaş
Acı tadını özgürlüğün.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Gürkal Aylan

15 Eylül 2016 Perşembe

Anı

Bugün Pazar,
Kardeşlerimin taş yüzlü kalabalığından korkuyorum.
Acıyla doldurulmuş cam kulemden, hep kusur bulan Atalar
Damlara, tepelere bakıyorum siste
Sessizlikte-bacalar ağırbaşlı ve çıplak.
Eteklerinde uyuyor ölülerim, bütün düşlerim toprak
Bütün düşlerim, caddeler boyunca dökülüyor cömert kan,
mezbahaların kanlarına karşılık
Ve şimdi, bu gözlem kulesinden şehrin varoşlarından gibi
Düşlerimin belli belirsiz akıp gittiğini görüyorum caddelerden,
tepelerin eteklerine yayıldığını,
Irkımın yol göstericileri gibi Gambia kıyılarında ya da Saloum,
Şimdi Seine'de, bu tepelerin eteklerinde.
Ölülerimi düşüneyim!

Dün Toussaint idi, koca yıldönümü güneşin
Hiçbir mezarlıkta anılmadı.
Ah, ölmeyi hiç kabul etmeyen ölüler, ölümle nasıl savaşıldığını bilen
Seineae ya da Sineae, benim güçsüz damarlarıma yenilmez kanı
dolduran,
Koruyun düşlerimi oğullarınızı korur gibi sezgili ayaklarla
dolaşanlar.

Ah Ölüler, koruyun Paris damlarını Pazar sisinde
Benim ölülerimi koruyan damları
Ki korkulu tehlikesizliğinden kulemin inebileyim caddelere
Katılmak için aralarına mavi gözlü kardeşlerimin
Kaba elli.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Ali Küçüktavşanlı

Kara Kadın

Çıplak kadın, kara kadın!
Giyinmişsin yaşamın kendi olan renginle, güzellik olan biçiminle!
Gölgende büyümüştüm, ellerinin yumuşaklığı örtmüştü gözlerimi.
Sonra, yazın ve öğlenin sıcağında, birden buldum seni adanmış
toprak, kavrulan
yüksek bir tepenin üstünde
Ve güzelliğin uçan bir kartalın çakışı gibi çarpıyor yüreğime.

Çıplak kadın, kara kadın!
Olgun yemişin sıkı eti, kararmış şarabın acıdan koyulaşan
renginde, ağzımı şiirlere
iten ağız
Arı çevrenli çayırlık ürperiyor Doğu yelinin tutkusu okşayışıyla
Tam tam oymalı çevrenin üzerine gerili gergin deri, inildiyor
Fatihin parmakları altında
Senin derin içten sesin kutsal ezgisidir en Yüce olanın.

Çıplak kadın, kara kadın!
En ufak bir solukta dinginleşiyor yağ, yarışçının böğrü üstündeki
yağ, Mali
Prensi'nin böğrü üstünde
Gök tutuşlu ceylan, çiğ damlaları derinin gece göğünde yıldız
O bağışlamaz usun tatları, çilli derinde al altın yansımalarıdır,
saçının kara gölgesinde kara sevdam aydınlanır doğan güneşiyle
gözlerinin,

Çıplak kadın, kara kadın!
Yiten güzelliğini türkülüyorum, ölümsüz bir kalıba sokuyorum onu
Kıskanç bir kader seni yaşamın köklerini beslemek için
döndürmeden küle.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Güven Turan

Senin Adını Söyleyeceğim

Tama için


Senin adını söyleyeceğim, Naett, senin adını
     haykıracağım, Naett,
Adın tarçın kadar uçucu Naett, kokusu bir limon
     bahçesi gibi.
Naett, çiçek açarken nasılsa kahve ağaçları öyle
     saydam, adın,
Öğle güneşinin ve tutkunun yarattığı koyu nemli
     bir gölgelik, çiçekler açan,
Çiğe benzer adın, daha taze demirhindi ağacının
     gölgesinden,
Günün sıcağı azalıp akşam olunca nasılsa öyle,
     kısa akşam saatlerinden daha taze,
Naett, sen öfkeli kasırga, şimşeğin gürültüsü,
     gecem, güneşim,
Şimdi de büyücün oldum senin adını
     söyleyebilmek için her şeyi göze aldım,
O uğursuz günde Futa'dan sürülen Elissa
    prensesi.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Eray Canberk

14 Eylül 2016 Çarşamba

Sine Gecesi

Koy alnıma pelesengi andıran ellerini, kadın, koy, kürkten de yumuşak ellerini.
Yukarda, akşamın esintisinde hışırdayan hurmalar salınıyor
Daha şimdi. Sütannenin türküsü başlamamış bile.
Bizi sallayan, ahenkli sessizlik.
Dinleyelim türküsünü, dinleyelim koyu kanın damarlarımızda çarptığını, dinleyelim.
Yitip gitmiş köylerin sisi içinde Afrika'nın nabzının attığını
İşte yorgun ay durgun denizden yatağına doğru eğiyor başını
İşte kahkahalar azalıp seyreliyor, düşüyor başları anlatıcıların annesinin sırtında uyuklayan çocuğun başı gibi
İşte ağırlaşıyor raks edenlerin ayakları; art arda türkü söyleyip çığıranların ağırlaşıyor dili

Yıldızların ve düşünceye dalmış Gece'nin saatidir şimdi
Dayamış dirseğini bu bulut tepesine, süt beyaz peştamalıyla örtünmüş tepeye
Işıldıyor hafif ten kulübelerin damları. Ne diyorlar acaba böyle gizliden yıldızlara.
Sönüyor içerdeki ocak, yakıcı ve yumuşak kokularıyla mahremiyetin
Yak yağ lambasını, kadın, yak da çevresinde yarenlik etsin büyükler ataların yaptığı gibi, dinlesin çocuklar yatakta
Elissa'nın Eskileri'nin dinleyelim seslerini. Biz sürgünler gibi
Ölmek istememişti onlar, yitip gitse de kumların arasında tohum selleri.

Dinleyeyim, tanıdık ruhların konuk gelen yansısını tütsü kokan kulübede
Başım, ocaktan çıkan bir dang kadar sıcak göğsünün üzerinde
Duyayım kokusunu ölülerimizin, derleyim ve söyleyim yeniden onların yaşayan seslerini, öğreneyim
Uykunun o derin boşluğuna inmeden önce yaşamayı.


Leopold Sedar Senghor
Çeviren: Eray Canberk

Dyptique

Çividi asmakabağının ucunda
ipe asılı güneş
günü doyururken,
ışık kızlarının yaklaşmasından ürken
karanlık

dağların eteklerine sokulur.

Savana aydınlık ve hamdır.
Her şey gözler önündedir, biçimler ve renkler.
Bunaltan sessizlikteki uğuldamada
ne boğuk ne keskin ufacık gürültüler;
bizi saran ve ürküten
duyarsız ve yürek ezen gizlerdir
Duyarsız uçsuz gizler.

Toprağa serilmiş
ışık dokulu, koyu renkli peştamal
gecenin yatağını açarken,
karanlık kızlarının yaklaşmasından ürken
köpek uluyor, at kişniyor
ve insan kulübesinin kuytusuna saklanıyor
Gözlerden saklanır, biçimler ve renkler,
ışığını yitirmiş savanada

Bunaltan sessizlikteki uğuldamada
kimi boğuk kimi keskin,
bitip tükenmeyen gürültücükler;
gizin dolambaçlı yolları
çekip gidenler ve geri dönenler için
usulca aydınlanırlar.


Birago Diop
Çeviren: Necmiye İşgören


Dyptique: İki katlı kanattan oluşan, sık sık bir altarda yer alan resim.

Sesler Başlıyor Yine

Sesler başlıyor yine:
Gecenin ortasında siren
kapıda fırtına
acı çeken sinirlerin çığlığı

Yarım ay gibi keskin
acı çeken yüzler
salt sonsuz haykırış
özgür olmayanların tanıdığı

Sağanak gibi iniveren
görüntüler acı saçıyor havaya
sirenlerin hemen ardından
çizmelerin tıkırtıları ve
başlıyor benim seslerim yine.


Dennis Brutus
Çeviren: Gürkan Uçkun

13 Eylül 2016 Salı

Martha'ya Mektuplar

17.


Hapiste
bulutlar önem kazanıyor
ve kuşlar

Düşmanlığın duvarları ile
kesilmiş gökyüzü
bir yanda ezenler varken
yukarı dönüyor akıl
-dönebildiği zaman-

Yıldızları görme umudu yok:
arada
Elektrikli teller ve lambalar var,
siliniyor onlar

Kuşların
beceri dolu hava bilgileri
ve şen gösterileri
ilgisini çekiyor insanın
kuşların özgüllüğüne ilişkin
bilinen sözler
ve bakımsız serbestlikleri
anlam kazanıyor
Ve bulutların ince özgün hareketleri
-bir çeşit müzik, şiir, dans-
insana etkileyici ritimler gönderiyor
imgelere bırakıp gidiyor:
Nereye gidiyorlar nerede çözülecekler
Evdekiler görecek mi onları
Kimleri sevindirecekler?


Dennis Brutus
Çeviren: Gürkan Uçkan

Yağdığını Düşünüyorum

Yağdığını düşünüyorum onun
Kuraklıktan salıverilmiş diliyle
Ağzının açılmamış tepelerinden, dolarak
Yüklü müjdeyle,
Onun yükseldiğini gördüm
O apansız bulutu, küller içinden. Yerleşerek
Buluştular kül rengi bir çemberde, içinde
Durmadan dönen bir ruh.
Ah, o yağmalı elbette
Akıldaki bu kuşatma tutmalı bizi
Tuhaf kederler içinde, öğreterek
Kederin sessizliğini.
Ve onun nasıl çırpındığını
Ürkütüp saydam şeyleri kanatları üstünde
Bizim isteklerimizin, koyu özlemleri yakıp
Kaçınılmaz vaftiz törenlerinde.
Yağmur düdükleridir çalınan
Boyun eğme inceliğinde, buralardan uzakta.
Hala boyun eğmeyen, bu, benim
Çıplak kayaları çöken dünyamın
Buluşmasıdır seninle.


Wole Soyinka
Çeviren: Haydar Ergülen

Mevsim

Pas olgunluktur, pas
Ve benzi sarı mısır tüyleri;
Çiçek tozları çiftleşmek üzeredir
Kırlangıçlar dansa durduğu zaman
Okun ucundaki tüy gibi
Uçuşmakta mısır saplarının iplikçikleri
Işığın hizasında. Ve biz işitmekten sevinçli
Rüzgarın toplu yürüyüşünü, işitmek
Ovadaki bıçkı sesini, mısırların bırakıldığı yerde
Bambu kıymıkları gibi içine işlediğini.
biz toplayıcılar, şimdi
Püsküllerin üstündeki pası beklerken, çekilir
Alacakaranlıktan uzun gölgeler, kaplanır çelenk gibi
Sazdan samandan arabalar tütsüler içinde. Su yüklü saplar
Tohumun çürüğüne yürürler-biz bekleriz
Pasın söz verdiğini.


Wole Soyinka
Çeviren: Haydar Ergülen

12 Eylül 2016 Pazartesi

Yük

Bana giz miz verme dostum,
Yüreğim yükünü
Çekemez onun, kafam ezilir
Ağırlığı altında.

Beni bir kalem geçiver, n'olur,
Dilsiz olmak istemiyorum
Susuk, bir labirent gibi
Kalbimden gelen yol
Nasıl olsa kıvrıla kıvrıla
Bir sokağa açılacak sonunda
Konuşmalar sokağına.

Bana giz miz verme dostum
ayağının altını öpeyim,
başka ne istersen yaparım
Ama ne istersen -
Dilsiz olmamı isteme de.


Franceso Yetunde Pereira
Çeviren: Gürkal Aylan

Mango Fidesi

Christopher Okigbo'nun anısına


Modern bir iş hanının
Yüksek penceresinden bakarken
Yeni çıkmış mango fidesi gördüm
Geniş beton çıkıntının üzerinde
İki kat aşağıdaki,
Mor, iki yapraklı, duruyordu ikiye yarılmış
Kara yumurtasının üzerinde. El ediyordu neşe içinde
rüzgara ve güneşe
İki sağanak arasında-ziyafet çekiyordu her gün kendine
Bol bol tohumundaki nişastasıyla

Ne kadar sürer?
Ne kadar, yağmurların yıkadığı bu taş gömüt
uçurumundan bu mutlu el sallayış?
Ne kadar sürer toprak tencerenin
dibinde kalmış unla doyunmak?
Belki de inancı hiç ölmeyen
Bir pencere gibi durmuş bekliyordu
Ormandan gelecek, o pösteki saçlı
Gücüyle tohumu sonsuza dek dondurabilen kutsal adamı.
Ya da belki kocaman bir şeyin sebze kasesine yerleştirilmiş
Hindistancevizi yumrusunun durmadan yenilenen lekesi üzerinde
Yaşlı kaplumbağanın tansıktı sofrasını umuyordu
Bu masaldan uzak, inançtan uzak günlerde?
Daha sonra gördüm onu
Yürekli bir yalnızlıkla dururken

Yerle gök arasında çıkan ilk ağız dalaşında
Kahramanca kök salmaya çalışırken
nesnelliğe, havanın ortasındaki taşa
Bu kavgayı ilk başlatan yağmurun
Bir gün iyice güçlenip çılgınca bir çağlayanla
Koruyucusu olduğu fidanı indireceğini düşündüm
Aşağıdaki toprağa. Ama yağmur yağdığı her gün
Beton dilinin üzerinde küçük seller oynaştılar
Dans ettiler onun ayak ucunda ikiye ayrıldılar,
Sonra yeniden birleşip devam ettiler yollarına.

Hastalıklı yeşile dönüştü mor rengi
Ölmeden önce.
Bugün hala görüyorum onu -
Kurak ayların tozu güneşi içinde kupkuru tel gibi ince -
Tutkulu cesaretin küçük molozları arasında bir mezar taşı.


Chinua Achebe
Çeviren: Kevser Kavala

Bir Zamanlar

Bir zamanlar, oğlum,
içten yürekten gelirdi gülmeler
gözlerinin içi gülerdi insanların;
gel gör ki herkes sırıtıyor şimdi.
buz kesilmiş gözleri
gözleri bir kuşkular denizi.

Başkaydı o zamanlar, başka
el sıkışmada bile içtenlik vardı;
ama hepsi tarihe karıştı, oğlum.
Şimdi soğuk soğuk yapıyorlar bu işi
o yetmezmiş gibi
sol elleriyle boş cepleri yokluyorlar.

"Burası sizin eviniz": "Gene buyrun"
önden bol keseden atıyorlar ama,
sonradan iş değişiyor,
bir kez, iki kez güleryüz gösterip
üçüncüde kapıyorlar kapıyı suratıma.

Neler öğrendim neler.
Yüz değiştirmeyi öğrendim sözgelimi
giysi değiştirir gibi -
evyüzü, işyüzü, sokakyüzü, konukyüzü,
kokteylyüzü - her birinde ayrı bir anlatım
bir fotoğraf gülüşü.

ben de öğrendim oğlum
dişlerimi gösterip sırıtmayı,
soğuk soğuk el sıkmayı,
içten "defol" demeyi
Hiç sevmediğim halde
"Gördüğüme sevindim''
kafam kazan olduğu halde
"Ne güzel konuşuyorsunuz" demeyi
ben de öğrendim.

Ama inan bana, oğlum,
sen yaştayken nasılsam
yine öyle olmak istiyorum. Ağırıma
gidiyor numaralar öğrenmek.
Özellikle nasıl gülüneceğini
yeniden öğrenmem gerek,
bir gülüyorum aynada, dişlerim
zehirli dişleri oluyor bir yılanın.

Öğret bana oğlum,
nasıl gülüneceğini; göster
nasıl gülerdim bir zamanlar
sen yaştayken


Gabriel Okura
Çeviren: Gürkal Aylan

10 Eylül 2016 Cumartesi

Güldün De Güldün

Senin kulağında benim şarkım
motoru bozuk otomobil
boğuk seslerle sarsılan;
güldün de güldün.

Senin gözünde benim yürüyüşüm
garip, yabansı bir yürüyüştü
senin "yüce zekana" sığmayan,
güldün de güldün.

Şarkıma da güldün,
yürüyüşüme de

Büyü dansımı yaptım sana
simgesel bir konuşmanın ritmiyle
yalvarıyordu tamtamlarını, ama kapadın,
gözlerini, güldün de güldün.

İç dünyamı açtım, mistik dünyamı
sonuna dek, gökler gibi
gelgelelim sen girdin arabana
Güldün de güldün.

Dansıma da güldün,
iç dünyama da.

Güldün de güldün.
Kahkahaların buz gibiydi ama
içini dondurmuştu gülüşün,
sesin kulaklarını dondurmuştu,
kulakların gözlerini, dilini.
Gülme sırası bende artık;
gülüşüm buzdan değil ama;
soğuk değil. Çünkü kulunuz
ne otomobil bilir, ne de buz.

Gülüşüm ateşidir
göğün, toprağın,
havanın ateşidir
denizlerin, ırmakların, balıkların,
ateşidir hayvanların, ağaçların,
içini ısıtan bir ateştir gülüşüm
eritir buzlarını sesinin,
kulaklarının, gözlerinin,
dilinin.

Birden bir mucize olur
utangaç utangaç fısıldarsın:
"Nasıl olur bu?"
Yanıtlarım hemen:
"Atalarımı da, beni de yaşatan
yüce sıcaklığıdır toprağın, coşkun,
çıplak tabanlarımla dokunduğum."


Gabriel Okura
Çeviren: Gürkal Aylan