Şiir, Sadece

29 Aralık 2016 Perşembe

İngiltere 1819

İçi geçmiş bir kral, bir ayağı çukurda, tıknefes ve kör,
leş gibi bir kral.
Bir sürü prens, alıklar soyu, halkın nefreti içinde soluyan
tortular.
Cahil, duygusuz ve sağır yöneticiler, yapışmışlar sülük gibi
bitkin ülkelerine.
Düştü düşecekler, bir fiske bile istemez, kanla o kadar şişmişler.
Aç ve çıplak bir halk, ezilen ezilen ezilen bir halk, ham
topraklarda.
Özgürlüğü boğan bir ordu, halkını kırıp geçiren ve soyan
çöpüne dek,
Kim baştaysa onun uşağı, onun kulu kölesi bir ordu.
Ve yasalar, suça iten, yoldan çıkaran, astığı astık, yaldızlı
ve kanlı.
Ve tanrısız bir din ve kutsal bir kitap, hiç açılmaz bir kitap,
mühürlü.
Ve bir senato, zorla ayakta duran, kokuşmuş, sarsak, gücü kuru.

Ölümsüz bir ışık doğacak yarın bütün bu mezarlardan,
Boğacak aydınlıklara kasırgalı günlerini çağımızın.


Percy Bysshe Shelley
Çeviren: A. Kadir - S. Yıldırım

Birinci Satır

Artık gezintilere çıkmayacağız.
Geceleyin geç vakit,
Gönül ne kadar çekse de
Ay ışıldasa da.

Kılıç nasıl yıpratırsa kınını
Ruh da göğsü öyle aşındırır
Gün gelir kalp durur solumak için
Aşk dinlenmek ister.

Hep sevişmek içinse de geceler
Gün ışığı çabucak çıkagelir
Ama gezintilere çıkmayacağız artık
Ay ışığında.


Lord Byron
Çeviren: Halit Çakı

Chillon'a Sonnet

Sen, hiç ölmeyen özü zincirsiz düşüncenin!
Hürriyet! Işıldatır seni en çok zindanlar
Çünkü herkes orada seni kalbinde saklar
O kalp ki varlığının tek nedenidir sevgin.

Ve zincirlere konsa bile çocuğun senin
- Zincire ve ıslak bir kubbe karanlığında -;
Orada can vermesi kazandırır yurduna
Bir özgürlük ünlerin kanadında her yelin.

Chillon! Zindanlarından senin bir kutsallık var
Bir mihraptır çiğnenen yaslı döşemelerin
Onun adımlarıyla iz kalıncaya kadar

Bonivard' dan kalmıştı taşlardaki izler
Dilerim silinmesin ardan yok olmasınlar
Çünkü onlar zulümden Tanrı'ya doğru gider.


Lord Byron
Çeviren: Bilge Umar

28 Aralık 2016 Çarşamba

Westminster Köprüsü

Dünya asla sunamaz bundan hoş bir manzara:
Bu gönül okşayıcı görkeme bakmayarak
Geçip gidenler varsa kof ruhlulardır ancak;
Sabah öyle güzel ki kent, canım urbalara
Bürünüp açılıyor şimdi ta ovalara,
Göklere uzanıyor, sessiz sedasız, çıplak,
Bunca gemi, sur, kubbe, tiyatro ve tapınak
Işıltılar serpiyor dumansız havalara.
Güneş hiç saçmamıştır böyle baştan başa nur
Vadi, kaya ve tepe üstüne yükselerek.
Hiç görmedim, duymadım bu kadar derin huzur:
Irmak akıp gider de keyfince yelyepelek.
Sevgili Tanrım! Sanki evlerin hepsi uyur
Ve sessizliğe dalmış, yatar o ulu yürek


William Wordsworth
Çeviren: Talat Sait Halman
3 Eylül 1802

Prelüd'den

Biz topraktanız ama, ölümsüz ruh serpilir
Musikideki ahenk gibi. Bir sanat vardır ki
Karanlıktır, sırrına erilmez - bağdaştırır,
Bir araya getirir uyuşmaz unsurları
Aynı birlik içinde. Şaşılacak şey: bütün
Korkular, ıstıraplar, gençlik üzüntüleri,
Esefler, bunalımlar, bıkkınlıklar aklımda
Haşır-neşir olmuş ta insan haysiyetimle
Asude varlığımın mayasına karışmış,
Ona nimetler katmış! Sonsuz övgüler azdır
Tabiatın lütfedip kullandığı usuller
İçin. Bazen korkusuz uğrayışlarla gelir,
Ya da ince, yumuşak uyarmalarla, sakin
Bulutları incitmeden yaran ışıklar gibi;
Araya girişleri bazen de sertçe olur,
Elle tutulur sanki yardıma katılması.
Gelsin de kendi nasıl dilerse öyle gelsin.


William Wordsworth
Çeviren: Talat Sait Halman

Zaman

Uç, kıskanç zaman, gücün bitene kadar,
Ünle kurşun alımlı, tembel saatleri,
O ağır ve durgun akışlı saatleri.
Doyur gözlerini yuttuklarınla,
Yani sahte olanla, boş olanla,
Yani ölümlü tortularla.
Çok az kaybımız bizim.
Çok az senin de kazancın.
Kötü şeyleri gömünce,
Tükenince açgözlü yanlarımız,
Sonsuzluk mutluluğumuzu kutlayacak,
İçten iyi olan ne varsa,
Gerçekten tanrısal olan ne varsa,
Hep gerçekle, huzurla, aşkla parlayacak
En ulu tahtın çevresinde,
Onun tahtının çevresinde,
Onun mutluluk veren bakışları altında,
Ruhlarımız erişince cennete
Bırakıp bütün çirkinliklerini dünyanın,
Yıldızlar kuşatacak dört bir yanımızı,
Bu böyle sürüp gidecek.
Yeneceğiz ölümü ve talihi,
Ey zaman, yeneceğiz seni!


John Milton
Çeviren: Tahsin Yücel

27 Aralık 2016 Salı

Geçici Barış Sırasında Yazılmış Satırlar

Ne zaman kalkmak istediysek ayağa
köşelere sindik. korku bürümüştü bir yerlerimizi.

Savaş-kahramanlar olur muydu o olmasaydı.

Uykulu yağmur günlerini koru,
kimsenin sevmediği yeryüzünü.

Kahramanlar-savaş olur muydu onlar olmasaydı.

Söylenmemiş bir şey var yine de
İsveç kırlangıçlarının getirdiği güven gibi.

Barış-kahramanlar olur muydu o olmasaydı.

"Sevdiğim, tavan arasına koy keserimi,
sonradan bir başkasına verirsin."

Kahramanlar-barış olur muydu onlar olmasaydı.


Judith Herzberg
Çeviren: Ülkü Tamer

Seçim

İlerde ne olmak istediğini sordular ona
"Sakat olmak isterdim," dedi, sonra gördü kendini:
kahverengi damalı bir örtü altında bacakları
koltuğunu iten sevgili kocası, solgun oğulları
bir pul bile yapıştıramaz artık,
mektup yazamaz, yolculuk yok.
Evet, özgür olacak sonunda
üzgün görünebilir istediği kadar
sıraya girmez kuyruklarda
geçit törenini en önden izler
güzel elbiseler yok artık
usul usul ağlar akşamları
olmaz dese bile bir şeye, kendisi için değil
başkalarını düşünerek der bunu.
iki oğlu da onunla kalır
ayrılmaz yanından, hiç ama hiçbir zaman
bir
şeycikler olmaz ona
hiç ama hiçbir zaman yıpranmaz.


Judith Herzberg
Çeviren: Ülkü Tamer

Chaucer'in Boş Kesesine Yakınması

Böyle yakınıyorum, çünkü tek sevgilimsin,
Başka kimseye değil, ey kesem, yalnız sana!
Doğrusu çok üzgünüm hafif olduğun için
Ne kadar ağır olsan o kadar edip dua
Ağırlığına bakmaz, kordum seni koynuma;
Sana sığınıyorum, ben, mahzun bıraktığın
N' olur ağırlaş, yoksa katilim sayılırsın.

Bana yardım et biraz, görünsün artık için,
O kutlu sesler gelsin yeniden kulağıma,
Işısın gözlerimde rengi gibi güneşin
Beni çoktan bırakan o altınlar sırayla;
Dümeni ol kalbimin, yine gir hayatıma,
Rahatlığın sultanı, iyi arkadaşlığın,
N' olur ağırlaş, yoksa katilim sayılırsın.

Böyle kese görmedim, sen ne biçim kesesin,
Keseler yardım eder, ışık tutar yollara,
Kurtarmadın da beni borçlarından şu şehrin,
Veznedarlık etmedin bana bu pis dünyada,
Bir keşiş saçı kadar az para var yanımda.
Cömertliğini göster, açılsın artık ağzın.
N' olur ağırlaş, yoksa katilim sayılırsın.


Sunu

Büyük İngiltere'nin ulu fatihi, dinle,
Ey Kral seçtiğimiz asil hür bir seçimle:
Senin olsun bu şarkı, sana gönderiyorum,
Saklamadan söyledim: budur kesemde durum;
Haznedarına bildir, n'olur, görsün beni de.


Geoffrey Chaucer 
Çeviren: Ülkü Tamer

26 Aralık 2016 Pazartesi

Kiliseler

Durmadan
Kiliseler yapıyorlar yeni kiliseler
Her yerde. Her zaman birkaç sofu kadın
Bulunur her yerde kiliselerde
Dua ederler: yeğenleri için kendi
Mutlulukları için yani herkes için.

Sessizdir kiliseler, daha sessizdir
Doğanın o yüceler yücesi sessizliğinden
Soğuktur kiliseler, daha soğuktur
Buz tutmuş göllerden. Sessiz ve soğuktur
Kiliseler: Yani kiliseler sakin derler.
Şarkı söylenir belli saatlerde kiliselerde.

Vardır kiliseler köylerde, kasabalarda, kentlerde
Pıtrak gibidirler dünyanın dört bir köşesinde
Sanki benzin istasyonudur mübarekler:
Bir adam
İş tulumu giymiş bir adam yıkar camları
Depoyu benzin1e doldurur alır parasını
Sonra içeri girer ve gazetesini okur.


Remco Cambert
Çeviren: Özdemir İnce

Aşk

Düş görüyorum öyleyse yoğum

Birinin kapıyı kırdığını düşlüyorum
laf olsun diye değil politik cinayet

Düş görüyorum öyleyse yoğum

Öldüğümü düşlüyorum
laf olsun diye değil bir hiç için

Bir tek ben olduğunu düşlüyorum

Yediğimi içtiğimi düşlüyorum
laf olsun diye değil ama senin için biraz da


Lucebert
Çeviren: Özdemir İnce

Şiir Okulu

Sevimli bir düşsel-uyak değilim
aceleci bir değneğiyim aşkın,
alttaki, üstteki kine bak
hepsi oynak bir işlem.

Şiirler dostudur politikanın,
kafa tutuşun yazarıyım ben
ve mistisizmim nazlıdır
hastalanınca kuru ot gibi çiğnenip yutulur.

Derim ki yumuşak şairler
çekingen ve insancıl görünürler.
Bundan böyle heyecanlı ezinçler, müzikli
rekabet, sıcak ütülerin kabarık kordonları.

Ve ben, bu şiir kitabında yaşayan
bir dolaptaki fare gibi başkaldırmanın
ve gürlemenin kalıntısı içindeyim: yarı uyak,
alay, şiir okulunun en sevilen alayı.


Lucebert
Çeviren: Muzaffer Uyguner

24 Aralık 2016 Cumartesi

Yazıyorum

Yazıyorum: kararsızdır geçmiş,
gelecek, kör.

Göz altında tutulan apansız: canlı imgeler
her dakika donuyorlar biraz daha.

Ovada denizde akan aşk fırtınasının
altında ırmaklar.

Yitirdim kendimi ormanda mutluluk ya da delilik için
Uyuyorum ve uyanıyorum bir sessizlik gibi acı

Birbirimizi tamamladığımız tekrarladığımız kentlerde
Birbirimizi terk ettiğimiz izlediğimiz yitirdiğimiz ve bulduğumuz

Her ilkyazda soğuğu sarsan dağlar
Ve şimdi yakalıyor soğuk beni sonbaharda

Öğüt vermiyorum kimseye yol göstermiyorum
Binlerce iz buluşup kesişiyorlar

Gövde siliyor kendini daha iyi gülüşten
Su kutsaldır çölden sonra.


Gerrit Kouwenaar
Çeviren: Özdemir İnce

Gün

Buradayım bugün: yediyi gösteriyor saatler
Balkonda komşularımız barıştan söz ediyorlar
Yangınlar üzerine makalesini yazıyor babam
Annem mutlu mu mutlu bir oğlu var diye

Pastayı kesiyor amcalar bekliyorum aldırmadan
Hemen yanıtlıyor dünya: spor gösterileri
Arabadan geçilmiyor sokaklar, taraftar kalabalığı
Kaynak su taşıyarak sessizce gidiyor halalar

Bisikletli gazete dağıtıcısı selamlıyor doktoru
Kentin gözleri açık duruyor rüzgarın önünde
Çünkü oradayım ben bir asfalt teknesinin içinde
Çünkü oradayım org hafifçe çalıyor uzaktan

Geceleyin eve dönüyor babam yangın kokuyor paltosu
Çıkıp iniyor lastik çizmeleriyle
Balkonda yaprak sigara tüttürüyor
İçki içiyor ve düşünüyor uçmayı biliyorum.


Gerrit Kouwenaar
Çeviren: Özdemir İnce

Özet

Acılıdır bir çamaşır
ipi araştırmak çorapların
bir tekiyle
Hava rutubetli olunca bazen
oraya asarlar onları
gün boyu


Louis Th. Lehmann
Türkçesi: Muzaffer Uyguner

Bombalar

Kent sakin.
Sokaklar
geniş.
Pancur aralıklıklarından bakıyor kangurular.
Bir kadın geçiyor.
Hızla topluyor yankı adımlarını.

Kent sakin.
Bir kedi düşüyor birdenbire pencere pervazından.
Bir külçe gibi yer değiştiriyor ışık.
Sessizce dört bomba düşüyor alana.
Ve üç dört ev sanki bir şey olmamış gibi tasasız
çekiyor kara bayraklarını.


Paul Rodenko
Çeviren: Özdemir İnce

23 Aralık 2016 Cuma

Şubat Güneşi

Yeniden açılıyor dünya bir genç kız odası gibi
Uzak beyazların peçesiyle geliyor kısa gazete haberleri.
Şap elleriyle çalışıyor işçiler
merdivenler, piyanolar, penceresiz evler yapıyorlar.

Öğrenci selamıyla salınıyor kavaklar
kuşlarla yüklü bir balon
ve çok yukarlarda görünmez bir uçak
masmavi çiçekler boyuyor masmavi ipeğin üzerine.

Ayak ucumda oynuyor güneş bir uslu çocuk gibi.
İlkbaharın ilk rüzgarının
tüylü maskesini taşıyorum yüzümde.


Paul Rodenko
Çeviren: Özdemir İnce

İstemek

Karımı alıyorum. Gezmeye çıkıyorum.
Dört açmışım gözlerimi.
Esmerleştiriyorum göğsümü bir düğün davetiyesi gibi.
Işıkla vurmak isterdim
içimde dikilen telgraf direğini:
ışıktan bir bıçak ağzı
budamak için parmak uçlarımdan günleri.
Kırmızı bir totem yontmak isterdim.
Hareketleniyor tutkum bir erden asma gibi
Her gün için bir imge.
Nerede yaşar parmaklar.
Öğrenmeliyim.

Bir insan yaratmak isterdim
kin ve dikenden.
Bir kış adam, yüzü dirseklerden.
O geçerken büzülürdü ağaçlar
Ve bir dakika olsun yaşardı
Kızarırdı yüzü, kızarırdı çocukların gözyaşlarından.
Kırmızı.

Toparlanıyorum gene: her zamanki gibi.
Suya bakıyorum. Aç midemi alıyorum.
Gezmeye çıkıyorum. Bir aşevi görüyorum
yirminci sınıf: duvarları yeterli.
Ama pencereleri eksik.

Dinleyin şunu. Size söylemek isterim.
Zencileri karaya boyuyorlar Florida'da.
Ayıklıyorlar zencileri Florida'da.
Kan kokuyor İspanya.
Kemerden yukarı kendim olmak isterdim.
Bir tohumun bayrağının filizlendiğini görmek isterdim.
Göreceğim fılizlenişti.


Jan G. Elburg
Çeviren: Özdemir İnce

Bir Şiir

bak
neler biliyorum ben
ben hiç ölmemiş olan?

şimdi ölüsün sen
ve ne görüyorsun
benim görmediğim bir şey?

madem ki gözler kapanıyor
ve yöneliyor içe
neredeyim ben
neredesin sen
neredeyiz biz?

bak
seni görüyorum orada
önümdesin
çıkardığım zaman isveç tirbuşonunu
beyazkayın ağacından
açmak için
şarap şişesini

bunu yapan sensin
gözlerin
ellerin
bardak

bak
orada hala
ve aynı güneş
tepelerin üzerinde bir kırmızı balon
güneşte bir leke

her şey senin gibi
sende gördüğüm
her şey


Bert Schierbeek
Çeviren: Özdemir İnce

22 Aralık 2016 Perşembe

Kahvaltıdan Sonra

Bu sabah kahvaltıdan sonra
el yordamıyla aranırken açımladım
tenceremin kapağını
(4 oz net; orta boy)

tam oturmuş, küçük bir Heinz sandviç ezme şişesi
elbette önce denedim
sandviç ezmesinin kapağını
kapamayı tencereye
ve oldu evet oldu


Cees Buddigh
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Bilinmez Bir Kadına

Tiz bir kuğurtu çıkardın
sanki şenlik başlıyormuş gibi az sonra
Bir horoz-genç kız büyülenmiş bir akbaba
şaşkın bir Afrika antilopu
şu ya da bu, yabanıl bir şey ama

Raks etmeye başladın bir yabanıl gibi
coşmuş bir derviş gibi bir şaman ya da

Tepeden tırnağa iğne ve titremeler içinde
dört bir yana salladın kalçalarım
ama özellikle bana

Ve gözlerinde unutulmayanın anlamı
ama gene de de atılmadın
kollarıma
Çünkü demedim
Gel aşkım yanıma


Jan Hanlo
Çeviren: Özdemir İnce

Sabah

Saat dört buçuk bir nisan sabahı
yürüyorum ve Saint-Louis-Blues çalıyorum ıslıkla
Kendi bildiğimce çalıyorum ezgiyi
ve çalarken ıslık kendi kendime düşünüyorum:
benziyor mu acaba ıslığım
tombul ardıç kuşunun şarkısına
gerçekten de biraz sonra
benim Saint-Louis-Blues benziyor
tombul ardıç kuşunun şarkısına:
turdus viscivorus


Jan Hanlo
Çeviren: Özdemir İnce

21 Aralık 2016 Çarşamba

En Yakın Akraba

I.

Çizgili elbise giymiş uzun adam.
Yanıyor gözleri yağmurda.
Bir çuvala sokuyor başını.

Açıyor kollarını iki dal gibi
Ve ağaç bir kuş konuyor üzerine.
Düşerken duyuyorum ağaç çatırdısını.


II.

Her gün duman
çıkar bacadan
uzun dalgalar halinde;
Greco figürleri gibi
parmaklar gibi.
Kıvrılır ve dönerler,
yalpalanır, bükülürler,
ölüme doğru.


III.

En yalan akrabasıyım,
yaşayan ölümün,
ayda havlayan köpeğin

Sürünüyorum altında masanın,
avuçlarımın arasında başım,
burnum kanla dolu.


Ed. Hoornik
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Yine

Birkaç adım ilerliyorum,
Yine çanak çömlek, kırık dökük, küller.
Pamuk örneği uçuşuyor bez parçalar,
Taşın üstündeki yazılar silinip gitmiş,
Çığlığı kesilmemiş yine de.
Ağaçların yaprakları üzerinde bildik yağmuru
görüyor
Yağmurdan sonra nasılsa öyle yeşil ve kırmızı,
Avluda toprağın düzensiz oyunu,
Avludan sokağa doğru

Alabildiğine açılmış kapı, ağlayışlarda ses, duman,
Taşın çığlığını bastıran kör dilenci.
Birkaç adım ilerliyorum,
Yine ışıltı var cam sandıkta.
Yerde yatan evcil karanlık,
İç ışığında
Yırtıcı ve yaralayıcı bir açılış şenliği,
Utkunun yaman coşkusu,
Bitmez tükenmez kımıltı,
Yorgunluk
Ve dakikaları bölen
Camın tınısı:
"işte aşk buna denir."


Arun Mitra
Çeviren: Eray Canberk

Bahçede

Gönlümü çeldiniz birden
Elimi tuttuğunuzda
Türkü çağırabilirdim sevinçten
Korkabilirdim bir felaketten ya da

Size bir yolculuk gözüküyor
Dedi küçük fala
Ey mutluluk ... Söyledim ben de bunu
Yaysın diye her yere meltem rüzgarı

Hiçbir yere gidemedim ama
Ve zaman geçti bütün çalımıyla
Kanar yüreğim, bırakılmış bir kızım
Elimi tutmuş muydunuz diye soruyorum kendi
kendime
Bahçede


Sapti Şattopadhvay
Çeviren: Eray Canberk

20 Aralık 2016 Salı

Gazel

Bilmem neler olur
karşılamaya geldiğinde beni
duygularımla
yoksa bir serap mıydı gelişin
diyorum kendi kendime

Utandırırsın beni niye
çiçekler sunarak
deliyim
taşla beni
gördüğümden beri seni

Tutuklarsın beni neden
bu kentte
cilveyle bağlarsın
vurgunum Leyla
evim barkım sahralar

Gizle şu alevli dudakları
koyu perdesiyle saçının
öldürecek haşaratı
aydınlık tebessümünden
dağılan
Garson, aşk şerbeti verme
böyle bol bol
korkarım
kırılacak bardak
hararetten


Mahmud Cemal
Çeviren: Tavus Hüsameddin

Çocuğun Dünyası

Bir gizli bakış
bu dünyaya
35 yıl geriye
dönmeliyim
şimdi yıkık
o evlere
şimdi yılanlarla çıyanların
oturduğu
o ırmak evine
o yoksulluğa
bizi birbirimize bağlayan
o bolluk günlerine
bizi paramparça etmiş olan.

Çocuğun dünyası bu
tasasız
-yalnızca çiçekler, güneş, ay
ve peri masalları.


Ganga Prasad Vimal
Çeviren: Özdemir İnce

Çaresiz

Rüzgarlara soruyorum:
Daha önce olup da şimdi olmayan ne?

Gök mü genişledi,
Deniz mi çekti yoksa?

Günün Ademi gülüyor kahkahayla
çıplaklığına
hısım akrabasının
Çalılara soruyorum
ama, yanıt vermiyor onlar
yapraklı dallarını salıveriyorlar
o kadar

Daha önce olan
yok şimdi...
gören gözün yalımı sönmüş
ve ben bir taş engelim
orada, üzerinde
değillemeler tümseğinin.


Ganga Prasad Vimal
Çeviren: Özdemir İnce

19 Aralık 2016 Pazartesi

Arawali Ormanlarının Eşiğinde

Yolculuk
donuk bir anı gibi.
Orada pusuya yatan
o korkunç göz değil,
yalnızca zaman
sessizliğe asılı,
bir bulut parçası
gökyüzüne bakan.

Hele bir kapı açılmasın
hemen büyü yapılmıştır.
Saçılmıştır doğanın
zenginliği, rasgele
yitirilen bir türkü gibi.
Nasıl da güçtür
dürüp katlamak bir anıyı,
nasıl da olanaksızdır
onu anımsayıp durmak.
Arawali ormanlarının eşliğinde
uzak bir atlı
duruyor
bir yontu gibi.


Ganga Prasad Vimal
Çeviren: Özdemir İnce

Son Çığlık

Küçücük odamda bekliyorum, sıkıntılıyım
gazetelere bakıyor bozuluyorum haberlere

sevdamı haykırmak istiyorum
sana olan sevdamı
anadilim
senin bu mutsuz iç çekmelerin
nasıl dönüşecek lava
nasıl baş edeceksin düşmanlarınla

Baktığım her yerde
şiirin boy attığı bitek topraklar
kitapçılarla dolu çarşılar buluyorum
kendi devimleri
kendi şarkıları var
eski
yeni
her dilin
fakat sen
hüzünlü dilim
ne kadar var olacaksın böyle
bu loş ışıklı sokaklarda bu harap evlerde
ancak fısıltıyla söyleyerek gerçekliğini
layık olduğun özeni

Sen yüreğimizin çarpıntısı
kanımızın sıcaklığısın sen bizim
biricik varlığımızsın
gibi sözler
biliyorum
artık anlamsız
bugün
hani var mı her şeyini ortaya atan
senin için
zayıf kolların taşıyor mu bir flama
var mı kendini savunabileceğin
bir karışçık yerin

Yok edildin
tüketildin sen

Nereye gömecekler seni bilmiyorum
bir ağıt mı yazacağım yasını mı tutacağımı
kavga marşı mı söyleyeceğimi
bilmiyorum

Antolsun ki
kan ağlayan bu ses ölümün eşiğindeki
yükselecektir yeniden
duymak için son çığlığını
beklerken herkes


Mehdi Bakır
Çeviren: Şaban Özdemir

İşim

İstiyorum ki sözcüklerim
Durabilsinler kendi ayakları üstünde.
Görmek istiyorum
Her gölgenin görecek gözleri olduğunu.
Yürümesine yardım etmek istiyorum her durağan resmin.

İstemiyorum
Ozan desinler bana.
Omuz omuza
Son nefesimi verinceye dek
İnsanlarla yan yana yürümek dileğim.

İstiyorum ki uzatabileyim kalemimi
Traktörlerin yanı başına
Ve şöyle diyebileyim-
Bayramım şimdi benim
Kardeşim, ateşinden ver bana.


Subhas Mukarci
Çeviren: Yurdanur Salman

17 Aralık 2016 Cumartesi

Bir Şiir Sanatı İçin

I.

Önemsiz bişeydir şiir
Antil adalarındaki bir urağan
ya da Çin denizindeki bir tayfundan
Formoza'daki bir depremden
olsa olsa bir parmak daha önemli

Yang-Si-Kiang su baskını
ki bir anda yüz bin Çinli boğulmuştur
-yok canım-
konusu değildir bir şiirin
Çok önemsiz bişeydir

Küçük kasabamızda çok şükür iyi eğleniyoruz
yeni bir okul yapacağız
yeni bir belediye başkanı seçeceğiz
sonra çarşı-pazar günlerini de değiştireceğiz
dünyanın ortasındaydık şimdi ufku kemiren
okyanus ırmağının kıyısındayız
Evet önemsiz bişeydir
şiir


II.

İyi seçilmiş, şöyle dört dörtlük
birkaç sözcük
yeterlidir bir şiir için
yeterlidir evet
sözcükleri sevmek
bir şiir yazmak için

şiir ortaya çıktığında
her zaman bilmez ozan
ne dediğini
konuyu sonradan aramak gerek
şiirin adını koymak için
ama kimi zaman ağlanır, gülünür
yazarken bir şiir
ne derseniz deyin
her zaman aşırıdır
bir şiir


III.

Hay Allah bismillah nasıl şöyle bir küçük
şiir yazmak istiyorum
Hop işte geçiyor bir tane
Küçük, küçük, küçük
gel oturuver kucağıma
gel bel ver öbür şiirlerimin arasına
gel sokayım seni de
"tüm eserler"imin arasına
gel sana bir kafiye giydireyim
gel bir boyuna bosuna bakayım
sana bir ses bulayım
sana bir sözcük uydurayım
gel bir devşireyim seni
gel bir düz yazılayım seni

deyyus
tüyüverdi şıpın işi


Raymond Queneau
Çeviren: Ferit Edgü

Kurşuna Dizilmiş

Çiçekler bahçeler fıskıyeler gülüşler
Ve yaşamak sevinci
Bir adam serili yerde kanlar içinde
Anılar çiçekler fıskıyeler bahçeler
Çocuk rüyaları
Bir adam atılmış yere kanlı bir bohça gibi
Çiçekler fıskıyeler bahçeler anılar
Ve yaşamak sevinci
Bir adam yatıyor yerde uyuyan bir çocuk gibi


Jacques Prevert
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu

Yumurcak

Kafasıyla evet diyor
Yüreğiyle hayır
Sevdiğine evet diyor
Öğretmene hayır
Sözlüye kalkmış
Soru üstüne soru
Şunu yaz bunu çiz
Derken bir gülmedir alıyor çocuğu
Delice bir gülme
Ve siliveriyor her şeyi
Sayıları sözleri
Adları tarihleri
Tümceleri tuzakları
Öğretmen tepine dursun
Çığlıkları ortasında mucize çocukların
Renk renk bütün tebeşirlerle
Belalı kara tahtanın üstüne
Resmini çiziyor mutluluğun.


Jacques Prevert
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu

Bir Kuşun Resmini Yapmak İçin


Önce bir kafes resmi yaparsın
Kapısı açık bir kafes
Sonra kuş için
Bir şey çizersin içine
Sevimli bir şey
Yalın bir şey
Güzel bir şey
Yararlı bir şey
Sonra götürür bir ağaca
Asarsın bu resmi
Bir bahçede
Bir koruda
Ya da bir ormanda
Saklanır beklersin ağacın arkasında
Ses çıkarmaz
Kımıldamazsın
Kuş bazen çabuk gelir
Ama uzun yıllar bekleyebilir de
Karar vermezden önce
Yılmayacaksın
Bekleyeceksin
Yıllarca bekleyeceksin gerekirse
Resmin başarısıyla hiç ilişiği yoktur çünkü
Kuşun çabuk ya da yavaş gelmesinin
Geleceği olup da geldi mi kuş
Çıt çıkarma yok
Kafese girmesini beklersin
Girdi mi kafese fırçanla
Usulcacık kapısını kaparsın
Sonra kuşun bir tüyüne dokunayım demeden
Bütün kafes tellerini teker teker silersin
Yerine bir ağaç resmi yaparsın
Dallarının en güzeline kondurursun kuşu
Tabii ne yapraklarının yeşilini unutacaksın
Ne yellerin serinliğini
Ne de yaz sıcağındaki böcek seslerini
Otlar arasında.
Sonra beklersin ötsün diye kuş
Ötmezse kötü
Resim kötü demektir
Öterse iyi olduğunun resmidir
İmzanı atabilirsin artık
Bir tüy koparırsın usulca
Kuşun kanadından
Ve yazarsın adını resmin bir köşesine.


Jacques Prevert
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu

16 Aralık 2016 Cuma

Çeşitli

Eşek kral ve ben

Sabaha sağ çıkmayacağız

Eşek açlıktan

Kral iç sıkıntısından

Bense aşk ateşinden

Aylardan Mayıs



Jacques Prevert
Çeviren: Can Yücel

Kan Türküsü

Büyük kan birikintileri var dünyada
bu dökülen kanın tümü nereye gider
yeryüzü mi içer içip de başı mı döner
öyleyse tuhaf bir baş dönmesidir bu
öylesine bilgece .. öylesine tekdüze
Yoo başı maşı döndüğü yok yeryüzünün
yeryüzü tersine dönmüyor
küçük el arabasını mevsimleri itiyor düzenle
yağmuru .. karı
doluyu .. güzel havayı
hiç mi hiç esrik değil yeryüzü
arada bir o da gücün
göz yumuyor püskürmesine küçük bir yanardağın
Dönüyor yeryüzü
dönüyor ağaçlarıyla .. bahçeleriyle .. evleriyle
büyük kan birikintileriyle dönüyor
bütün canlılar ulumaya başlıyorlar
Boşveriyor
dönüyor yeryüzü
bütün canlılar ulumaya başlıyorlar
vızgeliyor ona
dönüyor
dönüyor durmadan
kan da durmadan akıyor
Şu dökülen kan nereye gider
öldürülenlerin kanı., savaşların kanı
yoksulluğun kanı
tutukevinde işkence edilenlerin
ana babaların kolayca işkence ettikleri çocukların kanı
ya hücrelerde başları kanayanların
ya çatı işçisinin
damdan düşen işçinin kanı
yeni doğan çocukla, yeni çocukla gelen
dalga dalga akan kan
ana bağırır .. çocuk ağlar
kan akar, dünya döner
yeryüzü durmadan döner
kan durmadan akar
Dövülenlerin, ayaklar altına alınanların
dökülen kanları nereye gider
kendini öldürenlerin .. kurşuna dizinlenlerin .. cezaya çarptırılanların kanı
ya pisi pisine kazara ölenlerin kanı
Sokakta yürürken bir adam
tüm kanı içinde
bir bakıyorsunuz oluvermiş
tüm kanı yerlerde
ötekiler yokediyorlar kanı
kaldırıyorlar herifi
ama kan inatçı
ölünün olduğu yerde
neden sonra kapkara
biraz kan fışkırır daha ...
pıhtılaşmış kan
yaşamın pası., bedenlerin pası
süt gibi kesilen kan
süt gibi bozulurken
bozulurken yeryüzü gibi
yeryüzü gibi dönerken
sütüyle, inekleriyle
yaşıyanlarıyla .. ölüleriyle
ağaçlarıyla .. yaşayanlarıyla .. evleriyle dönüyor yeryüzü
evlenmeleriyle
cenazeleriyle
kalıntılarıyla
yığınlarıyla
dönüyor .. dönüyor .. dönüyor yeryüzü
büyük kan ırmaklarıyla


Jacques Prevert
Çeviren: Teoman Aktürel

Aşk

Aşk
Öyle keskin
Öyle ince
Öyle umutsuz
Aşk
Gün gibi güzel
Hava gibi de kötü
Kötü havada
Aşk öyle gerçek
Aşk öyle güzel
Öyle mutlu
Öyle sevinçli
Öyle iğneleyici
Karanlıkta korkudan titreyen bir çocuk gibi
Rahat bir adam gibi gecenin ortasında
Öyle kendine güvenli
Başkalarını korkutan
Konuşturan
Solduran aşk
Gözetlenmiş aşk
Gözetliyorduk onları çünkü
Dehlenmiş yaralanmış ayaklar altına alınmış tüketilmiş
     hiçe sayılmış unutulmuş aşk
Dehledik yaraladık ayaklar altına aldık tükettik
     hiçe saydık unuttuk aşkı çünkü
Aşk tümünlen
Gene öyle diri
Güneşli hepten
Senin aşkın
Benim aşkım
Bir vakitlerin aşkı
Hep yeni olan hani
Hiç değişmeyen
Bitki denli gerçek
Kuş denli titrek
Yaz denli sıcak yaz denli diri
Gidebilirdik ikimiz
Gelebilirdik
Unutabilirdik
Uyuyabilirdik sonra
Gerçekleşebilirdik de
Orda kalsın aşkımız
Keçi gibi inatçı
İstek gibi oynak
Bellek gibi zorba
Üzüntüler gibi budala
Anı gibi tatlı
Mermer gibi soğuk
Gün gibi güzel
Çocuk gibi çıtkırıldım
Gülümseyerek bakıyor
Bize söylüyor bir şey demeksizin
Titreye titreye dinliyorum
Sesleniyorum sonra
Senin için
Benim için
Yalvarırım sana
Senin için benim için bütün sevişenler için
Bütün sevişmişler için
Evet aşka sesleniyorum
Senin için benim için
Tanımadıklarım için
Kal orda
Kımıldama
Gitme
Sevişen bizler
Unuttuk seni
Sen unutma bizi
Senden başka nemiz kalmıştı
Bırakma bizi soğumayalım
Çok daha ötelerde
Nerde olursa
Anımsat bize hep yaşadığımızı
Çok daha sonra bir korunun bir kuytusundan
Bellek ormanından
Fırla birden
Uzat bize elini
Kurtar bizi


Jacques Prevert
Çeviren: Teoman Aktürel

15 Aralık 2016 Perşembe

Rue Saint-Martin İçin Dörtlükler

Saint-Martin Sokağını sevmiyorum artık
Andre Platard gideli beri oradan.
Saint-Martin Sokağını sevmiyorum artık,
Hiçbir şeyi sevmiyorum, şarabı sevmiyorum.

Saint-Martin Sokağını sevmiyorum artık
Andre Platard gideli beri oradan.
Dostumdu o, can yoldaşımdı benim.
Odamızı, ekmeğimizi paylaşırdık.
Saint-Martin sokağını sevmiyorum artık.

Dostumdu o, can yoldaşımdı benim
Bir sabah çekip gitti oradan.
Alıp götürdüler onu, hiçbir şey demediler,
Bir daha görünmedi Saint-Martin Sokağında.

Ermişler adına yalvarıyorum,
Peygamberler aşkına yalvarıyorum.
Zaman geçiyor, hiçbir haber yok.
Andre Platard bırakıp gitti Saint-Martin Sokağını.


Robert Desnos
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Karınca

On sekiz metrelik bir karınca
Başında bir de şapka,
Var mı yok mu bilemem?
Penguenlerle, ördeklerle dolu
Arabayı çeken bir karınca
Var mı yok mu bilemem?
Fransızca konuşan bir karınca
Latince ya da Cava dili konuşan
Var mı yok mu bilemem?
Peki! Neden olmasın?


Robert Desnos
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Yaşamım

Bensiz çekip gidiyorsun, yaşamım.
Hızla geçip gidiyorsun,
Bense bekliyorum hala bir adım atmak için.
Kavgayı başka yere çekiyorsun.
Kaçıp gidiyorsun böylece benden.
Ardına düşüp gelmedim hiç bir zaman.

Us erdiremiyorum pek sunduklarına.
İstediğim o ufak şeyi getirmiyorsun nedense hiç.
Bu eksiklik yüzünden hep bunca şeye özlemim.
Bunca şeye, o nerdeyse sonsuzluğa ..
Bu ufak eksiklik yüzünden, o bir türlü getirmediğin.


Henri Michaux
Çeviren: Tahsin Saraç

14 Aralık 2016 Çarşamba

Yaşlılık

Akşamlar! Akşamlar! Bir tek sabah için nice akşamlar!
Dağınık odalar, dökme bedenler, kabuklar!
Bir iken bin uzanıyor yatağına kişi, kaçınılmaz bir bozulma!

Yaşlılık, gece lambası, anılar: hüznün arenaları!
Gereksiz armalar, iskelenin yavaş yavaş sökülüp atılması!
Böylece, daha şimdiden sepetliyor bizi!
İtilip kakılmış! İtilip kakılmış olarak çekip gitmek!
İnişin kurşunu, arkada sis ...
Ve bilememiş olmanın soluk çizgisi.


Henri Michaux
Çeviren: Tahsin Saraç

Uğraşlarım

Pek ender bakabilirim birine pataklamadan.
Kimileri iç konuşuyu yeğ tutar. Bu bana göre değildir,
hayır. Ben en çok pataklamak isterim.
insanlar vardır lokantada karşımda otururlar ve hiç konuşmazlar,
bir süre dururlar öyle, çünkü yemek yemeye kararlıdırlar.
İşte bunlardan biri.
Kapıyorum herifi, pat.
Tekrar kapıyorum, küt.
Askıya asıyorum.
İndiriyorum.
Tekrar asıyorum.
Yeniden indiriyorum.
Koyuyorum masamın üstüne, bastırıyorum ve soluğunu
kesiyorum.
Kirletiyorum, suya sokuyorum.
Hala yaşıyor

Ovup çalkalıyorum, çekip uzatıyorum (sinirlenmeye başlıyorum
kestirip atmak gerek), sıkıyorum herifi, suyunu çıkarıyorum
ve döküyorum bardağıma ve açıkça yere boşaltıyorum
içindekini ve diyorum garsona: "Bana daha temiz
bir bardak ver oğlum"
Ama kötü hissediyorum kendimi, hesabı ödüyorum hemen ve
gidiyorum.


Henri Michaux
Çeviren: Özdemir İnce

Bulantı Ya Da Ölüm Mü Bu Gelen?

Artık teslim ol, yüreğim,
Yeterince savaştık.
Vedur, yaşamım, sen de
Korkaklık etmedik.
Elden geleni yaptık.

De bakalım, ruhum,
Gidecek misin, kalacak mısın,
Ver kararını.
Oramı buramı yoklayıp durma,
Kimi dikkatle, kimi şaşkınlıkla,
Gidecek misin, kalacak mısın,
Ver kararını.

Benden bu kadar, gücüm yok ötesine.

Siz beyleri ölümün
Ne sövüp saydım size, ne alkış tuttum.
Acıyın bana, bunca yolculukların bavulsuz yolcusuna,
Koruyucusuz, parasız pulsuz, ünsüz üstelik bir de
Güçlüsünüz kuşkusuz, her şeyden önce de gülünç,
Daha sınırı aşmadan size adını bağıran
Bu şaşkına acıyın,
Kapıp alın onu aranıza
Uysun geleneklerinize, huyunuza suyunuza,
Yardım edin, yalvarırım, lütfen yardım edin ona.


Henri Michaux
Çeviren: Tahsin Saraç

13 Aralık 2016 Salı

Mutlu Sevi Yoktur

Hiçbir şeyi sürgit elinde tutamaz kişioğlu
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ve ne de yüreğini
Kollarını açtı sanırken bir haç olur gölgesi
Bir tuhaf bir acılı kopmadır günleri
Sıkı sarılmak isterken ezer mutluluğunu
Mutlu sevi yoktur

Yaşamı şu silahsız askerlere benzer
Ki başka bir yazgıyla donatmışlardır onları
Neye yarar sabah erken uyanıp kalkmaları
Çaresiz ve kararsız kalırlar akşamları
Söyle bunları canım gözyaşını tutuver
Mutlu sevi yoktur

Sevgilim güzelim yürekte yaram benim
Bir yaralı kuş gibi taşırım içimde seni
Ve şunlar ki bilmeden izler geçmişimizi
Yineler hep arkamdan ördüğüm sözcükleri
Ve ölmeye can atar koca gözlerin için
Mutlu sevi yoktur

Vakit geç artık çok geç yaşamı öğrenmeye
Ağlasın yüreklerimiz topluca karanlıkta
Bunca mutsuzluk ah küçük bir türkü uğruna
Bir ürperti uğruna bunca sıkıntı bunca
Ve de bunca hıçkırık bir gitar ezgisine
Mutlu sevi yoktur

Hiçbir sevi yoktur ki yoğrulmasın acıyla
Ve hele yurt sevgisi hele özellikle sen
Hiçbir sevi yoktur sarartıp soldurmayan
Ve hele yurt sevgisi hele özellikle sen
Hiçbir sevi yoktur beslenmesin gözyaşıyla
Mutlu sevi yoktur
Ama ikimizin sevisi budur


Louis Aragon
Çeviren: Tahsin Saraç

İki Kanun Ayının Şiiri

Benim aşkım tıpkı bir menekşedir, mor, diş izleri gibi
Aşkım işler yüreğime çıplak ayağın kumlara gömülmesi gibi
Suyun derin öpüşleri susamış gibi hep onun izini gözler
Aşkım benim o dingin gece yarısıdır ülkeden ülkeye gider
Sensin benim aşkım, gümüşlenir odalarda aynalar senin sayende
Biricik aşkım, dalgın aşkım, hava gibi ve sanki değişen gölge
Diri aşkım benim, sümbül adımlarıyla yaşamımda yürümektedir
Güzel aşkım, ki rengi yüreğimin boyadığı biricik renktedir
O uzun gece gömleğinde, yakan aşkım benim, ey kadınım
Alevlerin okşamak için toprağa yayılması gibidir canım
Acımasız aşkım, dokunur dokunmaz dağılan bir çiçek demeti
Aşkım benim, titrek dudaklarımın yedi iklimde izlediği
Aşkım benim, bütün diller onun için bağrı açık gömlektir
Yumağı karışmıştır cümlenin ve iki eli böğründe bir haldedir
Aşkımın eşiğinde çünkü dil unutur bütün hile ve oyunlarını
Başka bir sözcüğüm de yok bu kapıda söylemek için aşkımı
Kim anlatabilir ki gün ışığı nedir ve nasıldır bir köre
İşte şiir de ölür böyle sevdadan aşk sözleri söyleye söyleye
Can verir tıpkı, ayın son çeyreğinde bir yılın bitişi gibi
Anıların çürüyüp küflendiği şarkısız bir ülke gibi
Yazdım ben bu dizeleri dipsiz uçurumunda mutsuzluğumun
Acıdan kıvranırken yarından umutsuz birine benziyordum
Bulamayan kazıtmak için bir anlamlı yazıt mezar taşına
Güllerin ölümüne benzeyen o iki sözcük Aşkım benim'den başka


Louis Aragon
Çeviren: Özdemir İnce


* Aralık ve ocak ayları anlamına gelen Arapça "Kanun" sözcüğü özgün şiirde yeralmaktadır.

Bırakılmış

Gitme sakın bir tanem hayatım benim
Yitirir renklerini gökyüzü sensiz
Tarlalar ıssızdır bahçeler çiçeksiz
Sakın gitme

Gitme sakın yelin gittiği yere
Bütün kuşlar sensiz uçup gider
Ve çılgındır bütün geceler
Sakın gitme

Gitme sakın suyun gittiği yere
Hor görüp mutluluğunu bardakların
Ve evrenini yemyeşil ağaçların
Sakın gitme

Gitme sakın o kan gibi öyle
Tıpkı beni vuran ele sıçrayan
Hem gücüm hem güçsüzlüğüm benim
Sakın gitme

Gitme Sakın ateşin kaçtığı yere
Yitirince saman gücünü biraz
Küllenince gitsin diye alıp başını
Sakın gitme

Gitme sakın bulutların içine
Fırtınalar dostu canım kartalım benim
ölebilirim ölebilirim cesaretinle
Sakın gitme

Gitme sakın düşmandan yana
Toprağını alan silahını alan düşmana
Ve inan gözyaşlarının anısına
Sakın gitme

Gitme sakın bil ki hıyanet olur
Bu söylevler bu türküler şenlikler
Ey insanlar ne yaptığınızı bilin
Sakın gitme

Gitme sakın o git dedikleri yere
İnanıp yalanına iri iri lafların
Burada kanayıp dururken yara
Sakın gitme

Gitme sakın zalimden yana
Güçlendirme onu kendi ellerinle
Zincirlerini dövme sevdiklerinin
Sakın gitme

Gitme sakın haydi al tüfeğini
Köpeğini çağır dağıt karanlıktan
Avcı avcı sayı sende güç sende
Sakın gitme

Haydi al tüfeğini


Louis Aragon
Çeviren: Özdemir İnce

12 Aralık 2016 Pazartesi

Sürgün Gecesi

Vız gelir sürgüne sahte olsa da renkler
Hele görüntülere bir inanıversin insan
Burası Paris diye yemin edebilir o an
Duyuyorum mezardan geliyor keman sesi

Operadır diyor şu parlak değişken yalım
Perçinlemek isterdim aralık gözlerimde
Sıkışık balkonları bronz heykelleri yeşil çatıyı
Şu sönmüş zümrüdü ve şu gümüş tilkiyi de

Tanımıyorum diyor şu taştan dansözleri
Onları tefiyle alıp götüreni de
Denizaltı yansısını kim koymuş alınlarına
Gözlerini ovuyor bir uyanık uyuyan

Denizanaları diyor aylar aylalar
Parmaklarım altında yayılır solgunlukları
Opal taşlarıyla gözyaşlarıyla süslü Opera'da
Hıçkırıklarımı öykünüyor eksiksiz orkestra

Perçinlemek isterdim çılgın belleğime
Şu gülü diyor şu bilinmeyen ebemgümecini
Caddenin ucundaki düşsel balo elbisesini
Bizim için kılık değiştiren o her gece

Aklımda mı beni hatırlatan kahreden geceler
Diyor karanlıktı güvercinin kara gözleri kadar
Karanlığın zümrüdünden başka bize yok kalan
Biliyoruz artık biz ne demekmiş gece

Tek sığınakları aşktır bütün sevişenlerin
Ve tutar dudakların bütün akşamlar boyu
Mor bir göğün kavgasını Paris üzerinde
Ey sevecenlik rengi o alaca geceler

Elmaslarını gökkubbe senin için sürerdi
Ben de oynardım eşit şansla kalbimi sana
Dönen güneşi bulvarların şenlik fişekleri
Bir yığın yıldız yerde çatıların üzerinde

Şimdi düşünüyorum da aldattı yıldızlar
Rüzgar sürüklüyordu bir yığın yeni düşü
Düşçünün adımları çınlıyordu sokakta
Sığınıyordu aşıklar sokak kapılarına

Kollarımızda çoğaltıyorduk sonsuzu ikimiz
Tutuşturuyordu beyazlığın bengi karanlığı
Ve görmüyordum gözbebeklerinin diplerinde
Altın gözlerini sönmeyen kaldırımların

Sebze arabaları şimdi geçer mi hala
Eskiden ağır ağır çekerdi yük beygirleri
Uykulu mavi adamların lahanasıyla dolu
Marly'nin artları şahlanırdı sislerde

Yaratıyor mu sütçüler o gümüş şafakları
Aziz Eustache tepesindeki dükkanlarına
İnanılmaz hayvanlar asıyor mu kasaplar
Kanlı karınlarına karanfiller takarak

Büsbütün susmaya karar vermedi mi daha
Sevmenin tadı bir akşam yitip gidince
Hani şu on meteliğe bir şarkı çalan
Bizim sokağın başındaki eski gramofon

Görecek miyiz gene o uzak cenneti
Hal'i Operayı Concorde'u Louvre'u
Hatırlatıyor mu sana geceler inince gece
Taa yürekten gelen o sabahsız geceyi


Louis Aragon
Çeviren: Özdemir İnce

Ozana Öğütler

Su gibi ol
Pınar suyu bulut suyu
Renk renk olabilirsin ya da renksiz
Durdurmasın ama seni hiçbir şey
Zaman bile
Yollar pek uzun değildir öyle
Değildir pek uzak denizler
Korkma ne yelden
Ne soğuktan ne sıcaktan
Öğren türkü çağırmasını
Bıkmadan usanmadan
Türkü mırıldan ve kayar gibi git
Ya da kopar itip kak
Zıpzıp zıpla fışkır ya da
Durgun su ol
Koşan oynayan
Arıtan su ol
Tatlı ve duru bir su
Çünkü arınmışlığın ta kendisidir su
Canlılar için yaşamdır o çünkü
Kazaya uğramışlar için ölüm.


Philipe Soupault
Çeviren: Tahsin Saraç

Andre Breton

Bakışını gördüm
Gözlerini kapattığın zaman
Mahzun olmama izin vermedin
Ve ben bir şey yapmasam bile bol bol ağladım
Artık bana hiçbir şey söylemeyeceksin
Hiç ama hiç
Bir sürü adam çiçekler getirdi

Nutuklar bile söylendi
Ben hiçbir şey söylemedim
Seni düşündüm.


Philipe Soupault
Çeviren: Orhan Veli