Şiir, Sadece

2 Şubat 2017 Perşembe

Edirne

Bir yerde görürsen ki;
Ağır ve edalı akar
dal dal söğütleri öperek
samur üç belik gibi
üç koldan sular;
müjdeler olsun efendim:
Edirne'desin.

Mevsim, fasl-ı bahardır;
gecedir ve mehtap vardır.
Ve sen
bir kavs-ı kuzahta yürür gibi
Köprüler'desin.

Şataraban makamından bir şarkı dudaklarında
düşünür, çözemezsin:
Bu naz-ı istiğna, bu âvâz neden;
neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle fermân etmiş eden
kimseler bilmez.
"Gönül bir top ibrişim
Sarılırsa çözülmez"

Burda her şey
bakınır hüsnüne hayran
Seyreyler cemâlini eğilmiş suya
mermer ihtişamında serhadd-i vatan.
Aşina bir çehre sezer belki diye
devr-i saltanatından Edirne;
bir deste alev güldür, mahzun,
yâr elinden düşürülmüş şimdi suda
Ve sular;
şimşir kelâmı dilinde
destan okur- okur akar.
Ve bihaber Yıldırım'da, bir evcikte
-akan sudan, uçan kuştan-
yeşil dut yaprağında
ak bir ipekböceği,
kozasını dokur dokur ölür.

Uyanır veda etmiş gibi artık uykuya,
konuşan bir dil olur
çiler uzakta;
bülbül sesi yağmur gibi
Bülbül Adası'nda.

Kanadı gümüşlü kuşlar geçer
iki şâk bölüp mehtâbı;
Kıyık'tan uçurulmuş.
Salınır bahçeler içre kızlar ki:
Nazardan kaçırılmış.
Ağzında kan kırmızı bir can eriği,
mehtapla beraber düşmüş gibi arza;
kızlar ki güzel,
dört başı mâmur ve murassa.
Sevdaya tutulmak bile mümkün
yeni baştan
söylemek kolay olsa eski türkümü:
"Edirne köprüsü taştan
Sen çıkardın beni baştan."


Niyazi Akıncıoğlu
Umut Şiirleri
1945

Bursa

Adını ilk defa
Yedibelâ Rasimin hançerinde okudum.
Çocuktum.
Çatal geyik boynuzu kabzasında
İlk Bursalıyı tanıdım:
"Bıçakçı Remzi" yazıyordu.
Ve kıvrak, söğüt yaprağı çeliğinde
Bir yara izi gibi kazılmıştı: Bursa.
Bilek olursa
-Diyordu delikanlılar-
Nankör değildir Bursa hançerleri.
Ha!. demiye gör, dönmez geri.
Ülfetim böyle oldu, methini böyle duydum.
Sonra büyüdüm,
Kartpostallarda resmini gördüm:
Gök mavi, zemin yeşildi.
Bir başka resimde:
Beş kurnalı şadırvan,
Şadırvan başında beş adam;
-Yeşil başlı ördekler gibi-
Beş yeşil sarıklı
Bursalı
Abdes alırken mürtesimdi.
Ve gök yine mavi, zemin yeşildi.
Nihayet devran
Yolumu Bursaya düşürdü.
Üç aziz bahar,
-Bütün mevsimler dahil-
Üç uzun yıl,
Bursadan gayri cümle dünyada
Beni nâmevcut okudular.
Ve ben mektebinde okudum.
Bir rivayete göre adam oldum.
Bir rivayete göre kayboldum.
İkisi de ayni kapıya çıkar,
Mesele değil.
Mesele şu ki
Bursa eyi, Bursa güzel.
Bursa için destan yazılır,
Bursa için iğneyle kuyu kazılır;
Fakat yalan:
"Bursa'da zaman,
Billûr bir avize, gibi değil.
Değil ama,
Bir ölmemek arzusu veriyor adama.
Dünyayı bırakıp gitme haseti,
Yaşamak hasleti,
Dünya sevgisi;
Yeşil yeşil yeşeriyor,
Mavi mavi gülüyor.
Ve sonra "Yeşil"in türbelerinden,
-Daha çok yatsı üstleri,
Yıldızlı gecelerde-
Bir aksi cevap yükseliyor perde perde.
Zamanı evail kokuyor burcu burcu
Yaprak yaprak dökülüyor
İmkânsızlığı ve nimet bolluğu.
Korkunçtur bu saatte ezan sesleri;
Allahla konuşur müezzinleri,
Karşılıklı sâlâ verilir.
Bu saatte Bursa'dan
İki eli kanda olan insan,
Koltuk değneklerini unutan,
Dost elini kaybeden âma;
Ve herkes
Kaçıp gitmelidir.
Her şeye rağmen dünyayı
Dünyayı bilmelidir.
Bursa eyi, Bursa güzel.
Eminim ki ben bâsübadelmevt
Orda olurdu:
Yalan yazmasa kitap
Yıkılmasaydı mihrap!..


Niyazi Akıncıoğlu
İnsan
Ağustos 1943

Ajans

Radyoda bir hüzzam şarkı var
dışarda sümbül havası,
"halbuki şimdi uzak ufuklara kar yağıyor."

Daha evvel ajans dinledik,
zincirlerini şakırdatarak geçti esaret
alev raylar üzerinden demir arabalarla.

Toprak gebeydi,
toprak çocuklar: Dostlar,
kiminde orak, kiminde balta
-buğday kokan avuçları kan içinde-
emeklerini yığın yığın, başak başak
harman yerinde bırakarak
döğüştüler en ön safta.

Döğüştüler ve öldüler.

Sonra hürriyet
-yaralı ceylânlar gibi-
ve sulh
-anam sütü kadar helâl-
yüzünde ne bir kin, ne bir infial düştü yollara.

Yollar uzun, menzil ırak
ayakları kanıyor, yalnayak!

Bir şarkıdır bu
sulh ve hürriyet dediğin
ağız dolusu söylenir ufuklara karşı.
Bir şarkıdır bu
kalû belâdan beri söylenir
kurtlar dilinde, kuşlar dilinde.

Ben, onunla büyüdüm
onunla yürüdüm
onun için büyüttüm bu boyu
onun için ölebilirim.

Demir bu şarkıyla dövülür
Bu şarkıyla yürür gemiler
ve bir temmuz öğlesinde
mola verdiği zaman orakçılar
bu şarkıyla ayran içer.
Bu şarkıyla geçer
semasından insanların
boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları.

Dostlar,
dostların dostları;
bu bâbda ne söylesek az.

Bir şarkıdır bu
kan ve ölümle yazılmış kalplerimize,
unutulmaz!

Niyazi Akıncıoğlu
Yürüyüş
9.1.1943

1 Şubat 2017 Çarşamba

Zahmet Etmeyin

Olmasın bir görenim
Ne de bir su verenim
Ne cenaze törenim
Son nefesim geldi mi?

Yunus gibi olurum
Kendim gibi ölürüm
Mezarımı bulurum
Günbatımı indi mi?

Yetmiş kiloyum düzü
Bunun tahtası bezi.
Hepsi bulacak yüzü
Taşıtamam kendimi

Açar kendi çukurum.
Oracıkta uyurum
Kendi kendim ölürüm
Ölüm beni yendi mi?

Karı var, yağmuru var
Sıcağı, çamuru var
Zahmet etmeyin dostlar
Bu can ölmüş dendi mi?


Aziz Nesin

Lorca Kardeşim

Ölmek istemiyorum diyordu içinden.
İri taşlı kirli bir duvar önünde
Fazla bekletilmeden
İki beyaz bulut geçti
Ve iki beyaz kelebek
Mavi bir diken üstünde
Sevişemeden uçtular.

Her şey ortada soğuktu
Ve güneş
Sabahları bilerek dikine çıkıyordu.

Biz bütün bu olanları
Anlaşılmaz bir uzaktan seyrettik
Kapılarımız inadına üzerlerimize çiviliydi.
Korkak sokaklarda sarı ışıklar
Geceler boyu çekinmeden umutları yedi.
Bilinen bir dua için eğri çıkıyordu tepeyi.
Berikiler orta yerde durup
Bir başka şarkı tutturdular
Ve sabahları boşuna erkende
Budalaca düşlerini anlatıyorlardı.
Biri bir kuyu dibinde
Dipten yukarı ışıklara bakıyordu
Yukarda çırpınan bir böcek
Boşuna suyu karıştırıyordu.

İki beyaz bulut
Ve iki beyaz kelebek
Mavi bir diken üstünde
Sevişemeden uçtular
Gün ertesi
Çirkin bir ışıkta
O yıkık taşlı kirli duvar önünde
Koca kafalı bir koyun otlattılar.


Müştak Erenus

Gece Yağmuru

Dün bir şal gibi dolandı boynuma
Bozkır ortasında renkler kuşağı
Ne kadar değiştim Tanrım ne kadar,
Başlıyor yankıları kalbimde
Eski kara sevdalı günlerimin.
Kestim ümidimi kitaplardan
Ve senden ey koca deniz...
Lâkin sesin geliyor derinlerden
Hırçın veya yorgun.
Yalnız şehvet tüten çimenler üstüne
Dökülen bu siyah musiki, bu cömert içki
Beni mest ediyor, yudum yudum
Dün bir mezarlıktan geçtim fecre yakın
Siyah taşlar konuşurken
Beyaz eller gördüm göğe açılan.
Eller ebedi insan elleri.
Yazı yazan, resim yapan, saz çalan
Hamur yoğuran
Güzel eller.
Susmuş o eller şimdi,
Gece yağmuru konuşuyor.
Göksel bir ağıt yakılıyor
Serviler ülkesinde.
Yağmur, yağmur senindir bu tükenmez musiki,
Bu orman.
Orada akmıyor, duruyor zaman.
Kuşlar, böcekler ve kara taşlar
Her şeyi yerli yerinde, kendinden emin,
Ah, lâkin bayıltıcı kokusu gece çiçeklerinin.


Baki Süha Ediboğlu

31 Ocak 2017 Salı

Tavla Şampiyonu

Yaşasın
Kazandınız bu partiyi de
Oyun üstüne oyun
Mars üstüne mars yaptınız
Her elde en güç kapıları açtınız
Yok ustalığınıza diyecek
Ne güzel de geliyor zarınız
Memleket gibi hep yek
Vatan gibi düşeş
Millet gibi gele...


S. Aldanır
Memleket Saat Ayarı

Hiç Yolunuz Ormana Düştü Mü

hiç yolunuz ormana düştü mü
gözgöre küçük bir adam
büyük bir ağaçla döğüştü mü
ağaç büyüktü ama tek
adam küçüktü ama çok

dedelerinin dedeleriyle gelmiş utanmadan
elinde balta sırtında nacak
dedelerinin dedeleriyle gelmiş arlanmadan
kolunda bıçkı belinde ip
dedelerinin dedeleriyle gelmiş sıkılmadan
dengisiz bir boy ölçüşmeydi bu

ağaç büyüktü ama tek
adam küçüktü ama çok


Celal Sılay
Doğa

Korku

Gece ormanda bir şey değişmez
Aklın lambaları altında
Ancak gözün keyfi değişir
Gündüz aydınlığında

Ağaçlar insan eti yemez
Akıl vücudun yardımında
Gece ormana iner inmez
Vücutla akıl arasında

Vücutla akıl arasında
Gece ormana iner inmez
Ağaçlar ortasında
Bir şey ki akıl ermez

Ağaçlar insan eti yemez
Gündüz gece yarısında
Bir korku akıl ermez
Vücutla orman arasında


Celal Sılay
Boşlukta Duran Taş

30 Ocak 2017 Pazartesi

Ahmet Haşim'i Anımsama

Bir yaban ördeği, yavru bir elmabaş
Gibi düşmüş bulutundan, siste güneş;
İnce bir kan çizgisi ardında, belki
Suyun, belki de yalnızlığın rengi,
Başı sarkmış yüzüyor. Üç beş tüy
Sessizlikle kalan, akşam gibi bir şey.
Gökle karışmış kumsal alt alta ikiz,
Suya vurmuş, bulanık, belli belirsiz,
O salaş iskele artıktan tek tük,
Düşünen göl kuşları mı boynu bükük!


Oktay Rifat
Yeni Şiirler

Bana Benzer

Bana benzer bacalar aşkla tüten,
Kaçırırlar Gece'den düşlerini.
Üstümdeki çardak ve bu dal benden,
Gökyüzü bahçem, bulutum kan rengi.

Şarabım bir sabra erişmiş küpte,
Bir elim ay, bir elim körpe güneş,
Bir göl gibiyim akşamlara dönmüş,
Yıldızları kendinden daha dipte.


Oktay Rifat
Yeni Şiirler

Ayna

Öyle durgun, sıcak saatler vardır ya,
Hani kararmış tahtalar, nikel, bakır
Işır karanlık odalarda, kanarya
                    Susar, kedi uyur, yazdır.

Hani yaprak kıpırdamaz, çakıl yanar,
Bir böcek sesi gelir bahçeden, fincan
Düşlere götürür sizi, kesik kanar,
                    Emersiniz, yazdır akan.

Öyle durgun, öyle sıcak saatlerde,
Sessiz bir bahçe görünür aynadan,
Nerde bu gök, dersiniz, bu ağaç nerde,
                    Ne Uzay kalmış ne Zaman!

Camdan duvarlara sıçrar da Yeşil
Parlar kararmış tahtalar, nikel, bakır,
Kanarya susar, kedi uyur, bir gül
                    Dalı pencerede, yazdır.


Oktay Rifat
Yeni Şiirler

Mahallede Esen

Mahallede esen akşam rüzgarında
Bir kuş kafesi gibidir Zaman; usul
Usul sallanır arka bahçeye bakan
Penceresinde aşıboyalı evin,
Tütün kokan evin, ekmek kokan evin.
Ve kuş öter: çipet çipet çitalinya.
Güneş batar odalara kapanırız.
Döneriz ağaçlar, evimiz ve dünya.


Oktay Rifat
Yeni Şiirler

28 Ocak 2017 Cumartesi

Telefon

Gözlerin var ya çekik kara kara
Önce gözlerindi en güzel ışık
Beyaz dişlerindi bacakların omuzun
Damalı örtüde bir kâse çorba gibi
Buğulu bir lezzetti karıkocalık
Şimdi bir çınar yeşeriyor içimde
Bir şarkı söyleniyor uzun uzun
Hürriyetin rüzgârlı bayrağı oldu
Bize yeten aydınlığı sevdamızın

Aman dayanamazsam ne etmeli
Bütün pencereler üstlerine açık
Kimler soyar çocukları kimler örter
Biri on bir yaşında öteki küçük
Ya anne diye bağırırsa uykusunda
Belki korkmuş belki de susamıştır
Geceleri su içmeye alışık
Çorap öyle mi giydirilir don öyle mi bağlanır
Gömleği bir tuhaf sarkıyor arkasında

Çocuklara bakma dayanırım
Gide gide çoğaldım halkım ben artık
Dağ taş kalabalık kalabalık
Satar mıyım onları onlar da çocuklarım
Ben kadınım çocuklarımla varım
Telefon nafile açmam seni
Söylemez dillerim yarınla bağlı
Tutmaz parmaklarım kocamdan belli
Telefon benim ki de analık 

Çocuklara bakma dayanırım
Sevgiydim önce bir çeşit incelik
Şimdi işe yarıyorum kaba saba
Tuzlu bir deniz kokusu havada
Benimle başladı bu müthiş tazelik
Benimle yaklaştı güzel günler
O günlerin eşiğinde beni hatırlayın
Hatırlayın onların vahşetini
Her telefon çalışta kesik kesik


Oktay Rifat
Karga ile Tilki

Kadeh

Burası dalyan kahvesi
Ortalık süt mavisi
Apostol bu ne biçim meyhane
Tabağımda bir bulut
Kadehimde gökyüzü


Oktay Rifat
Karga ile Tilki

Güzel

Kadın vurmuş maltıza tencereyi
Fasulye pişiriyordu
Adam düşünüyordu
Altmış beş fasulye diyordu
Yirmi beş de soğan
Doksan
İki yüz de yağ
Etti mi sana iki yüz doksan
Yaaa
Adam düşünüyordu
Bir kundura almalı diyordu
Hayrı kalmadı bunların
Su alıyor bunlar diyordu
Nasıl etsem diyordu Çocuk zıpzıp oynuyordu
Kedi sıçan tutuyordu
Kedinin tuttuğu sıçan
Ecel terleri döküyordu
Fasulyeler helme döküyordu
Çocuğun zıpzıpları
Kilimin sarısından mavisine
Mavisinden alına geçiyordu
Adamların kafasından hayaller geçiyordu
Kiminin han hamam geçiyordu
Soğan ekmek kiminin
Gökten bulutlar geçiyordu
Gök mavisi titriyordu bulutların ötesinde
Güzel güzel


Oktay Rifat
Aşağı Yukarı

Yalancı Dolma

Şu zeytin yağlı dolma 
Yemek değil rezalet 
Rezalet rezalet. 
HÜRRİYET MÜSAVAT ADALET


Oktay Rifat
Aşağı Yukarı

27 Ocak 2017 Cuma

Uzun İkindi

Sevgi üzeredir
Ölü
Yemyeşil sızlar omuzlarda
Dörtkollu sandığın değil
Ağırlığı gökyüzünün
Susuzdurlar dudakları çatlak
Geçmektedirler korkularla azalmış
Gömütlük denen çölü

Minare büyür ses mum
Yürekleri darda
Neden taşkesiliverdi ezan
Boy boy oymalarla ak?
Yorgundular
Öylesine boştu gövdeleri
Sanki yürümediler bir tek adım
Biraz bile durmadılar da

Döşlerini kapladı kara yel
Toprağa verilmelerinden daha yavaş
Yeraltı böceklerinin kamaştı yalnızlığı
Yeni kazılmış
Çukurun evreninde
Kaçışırken ürkek
Duyuldu imamın uyarısı uzaklardan
- Güneye Çekilsin baş

Kendilerinden dönmedeler
Gömdüler ölüyü
Kör acı soluklarını deler
Sonuna dokundular yaşamın
Parmak uçları delice buz
İşte
Yarı orada kaldı hepsi
Yarı aydınlık
Kendilerinden dönmedeler


Fazıl Hüsnü Dağlarca

İpekçi'nin Düşündürdüğü

Ölüm istenmezdi ya
Günler değişti pek
Mutluluk oldu
Yatağında ölmek

İşte Abdi İpekçi'nin de göğsünde kurşunlar
Son soluğu kandan çiçek
Biri var yokedilmezse yokedecek hepimizi
Tek tek


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Uzun İkindi

Orhan Kemal'e Ağıt

Seslendi bez dokuyan basma dokuyana
Duydunuz mu arkadaşlar
Kim çıktı dışarı
Orhan Kemal

Ortasına nadazın konmuştu
Gök dökülürcesine kuşlar
Birisi birdenbire kırmızı uzak
Durdu

Yüreğir'in uçsuz bucaksız köyleri
Köylerde gözalabildiğine pamuklar
Birisi birdenbire ta içi yaprak
Durdu

Yalağa varmıştı ikindileyin
Ovaağız koyunla
Birisi birdenbire taşayak
Durdu

Parmakları ak kesilmişti çatlamıştı kandı
Çuvalı on kuruşa koza ayıran çocuklar
Birisi birdenbire gecelerde sıcak
Durdu

Boynun uzatmıştı yollara azgın
Satılmışın arabasındaki atlar
Birisi birdenbire teker boyu şahlanarak
Durdu

Seslendi ulu çınarın kökü uluca kayağın köküne
Duydunuz mu kardaşlar
Kim girdi içeri
Orhan Kemal


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Uzun İkindi

26 Ocak 2017 Perşembe

Savcı'ya

Savcı, nedir düşündün mü,
Dağları sorguçlu kılan?
Onlar susmaz, gece gündüz, onlar haykırır yüceden.
Gelmiş dağlardan yalnayak, durmuş kapına bir ıssız,
Seni bile içli kılan.

Savcı, nedir düşündün mü,
Bıçakları uçlu kılan?
Bir eski hak alınmamış, bir dere kan sorulmamış,
Şunun bunun alın teri,
Alınları taçlı kılan.

Savcı, nedir düşündün mü?
Yazıları suçlu kılan?
Usla, yürekle büyümüş, gündüzler geceye karşı,
Ama nedir çağlar üzre,
Beni senden güçlü kılan.


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Dört Kanatlı Kuş

Dışardan Gazel

Siz Ali Bey, Veli Beyefendi busunuz,
Gelecekler önünde suçlusunuz.

Yöneteceksiniz de ulaşacak ha,
Çağdaş Uygarlığa ulusunuz.

Ön karanlık, art karanlık. Sağ karanlık, sol karanlık
Kara toprak içine mi gömülüyoruz.

Bir ülke, yarısı çırılçıplak,
Yarısının yediği ekmek tuz.

Uyur itleri, inekleri, ayıları,
Bütün aydınları uykusuz.

Milyonu trahom toplumun, milyonu sıtma,
Milyonu verem, bilmiyor muyuz?

Ne olmuşuz, ne yapmışlar bize,
Nasıl bağlanmış elimiz, kolumuz.

Böyle giderse biline hep.
Mustafa Kemal'le bile yokuz.

De, yüreğin nice yanarsa yansın,
Efendilerin yüreği buz.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

Sular Bizden Akıllıdır

Sular bizden akıllıdır, daha evvel görür akşamı
İner havadan önce, karanlığa
Büyük bir balık gibi ortadan silinir
Kaçışırken hayvanlar dağa

Sular bizden akıllıdır, memnun olur
Sadece ağaçlardan
Başka insanlardan değil
Bizi yalnız bırakan

Sular bizden akıllıdır, uyumaz
Açar maviliğe, iri gözlerini
Ve bekler bir ölüm sırrı içinde
Kendi hayatının yerini... 


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Dışardan Gazel

25 Ocak 2017 Çarşamba

Yağmursuz Köy

Acım, kara toprak acım, duyasın biraz.
Kara öküzle beraber acım bu gece.
O düşünür, düşündükçe doyar,
Ben düşünürüm, düşündükçe acıkırım.
     Acım, kara toprak acım, duyasın biraz,
     Açlık saklanılamaz.

Obur dağlarda uyur poyraz,
Kurdun kuşun uykusundan.
Kayar yağlı yıldızlar hele hele,
Beslenir karanlık.
     Obur dağlarda uyur poyraz,
     Açlık uyunulamaz.

Açlık siyah yüzümüzde, açlık beyaz.
Acıkmış ova bayır.
Yağmur yağmaz olmuş, ekin kurumuş,
Nettik ki küsmüş gökler hepten?
     Açlık siyah yüzümüzde, açlık beyaz,
     Açlık yaşanılamaz.


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Toprak Ana

Emziriyordu

Emziriyordu karanlıkta, tenhada,
Yavrularını, cesur hayvan.
Sevgiyle, lezzetle, arzuyla parlıyordu,
Aramızda kalan.

Verdiği devam eder, kendiliğinden,
Taşlar kadar kıymetli, toprak kadar rahat.
Yıldızın ve ormanın altında habersiz,
Büyüyen nebat.

Emziriyordu, bir saadet ağarmasında,
Sular vakti, ağaçlar serçeleri.
Hazla susmuş dağlar üstünden,
Gök, yeri.


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Taş Devri

Hayvanların Padişahı Gecedir

Hayvanların padişahı gecedir,
Simsiyah tüylü gece.
Dişi bir hayvan gibi bana cesaret verir,
Yarimi düşündükçe.

Yol açar, muhteşem efsanelere,
Rüya içinde kan,
Vahşi hatıralar hücum eder,
Çırılçıplak, dağlarından.

Doldurmuşuz, kurtlar, kuşlar,
Bir muhabbet deminde, sazlığı,
Aşk ve lezzet üzre parlıyor.
Dişlerimin beyazlığı


Fazıl Hüsnü Dağlarca
Daha

24 Ocak 2017 Salı

Nereye

Nereye sevdiğin benim, inandığım nereye,
Rüyaların yarasalar gibi uçuştuğu geceler içinden.
Dalgınlığımla hareketlerini seçemiyorum,
Varlığının altın kafiyesini arıyorken ben.

Hangi dünyaları dolaştıktı bilmiyorum,
O nasıl bir adaydı, nasıl bir deniz.
Gök, bir söğüt dalı gibi eğilmişti sulara doğru,
Ve eğilmiştik o dal gibi hayata doğru ikimiz.

Kim ellerini alnımda gezdirirken o ten, ses ile,
Bana kalbin musikisini verecek, haberi olmadan.
Geceyi avuçlarımda siyah bir gül gibi duyuyorum,
Ve sen misin bilmiyorum bu gülü bırakan.

Nereye, ey göz yaşlarımın sıcaklığı,
Ki başka birisi yok beni duyan.
Rüyalar nereye gidiyor, anlamıyorum;
Ve sen nereye gidiyorsun, hatıralardan.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

Balkon

II


Seni, bütün arzu, bütün ruh,
Hayallerle kaybolmuş denizin dibi,
Seni ki ne kadar, ne kadar yaşıyorum
Toprak altına giren hacimler gibi.

Aşkın vahşi sahillerinden haber verir
Önümüzde göklere başlayan ada.
Hayata ve manzaraya bağdaş kuran vücudumuz
Dolaşır iri kemikli masal dünyalarında.

Ruhumuz bir denizdir ki açılmış sükün için,
Sessizlik enginlere inen bir kuğu.
Giden çocukluğumu duyurmaktadır
Yıldızların sonsuz çocukluğu.

Gök nebatları sarkmış kıyılara
Girmiş meçhul göllere, meçhul hayvanları ruhun.
An'lar, yapayalnız, ayrılmış manzaradan,
Bir mezarın başında bir selvi kadar uzun!

Seni, aşk, uyku, lezzet,
Sıcak mevsimlerden kopmak üzere olan muzlar.
Vücudumdan geçen fikirler duyuyorum;
Geniş yaprakların satıhlarındaki rüzgar.

Önümde karanlığın en güzel yeri
Düşer atmosferlerin bahçesinden bir zambak,
Seni, en uzak mesafeler içinden,
Her şey'i gerilerde bırakarak!


Fazıl Hüsnü Dağlarca

9.

Ve sahilin çarpık ağaçları altından
Garip yarasalar geldi.
Gözlerinin rengi ne güzeldi.
Bir adamı uyurken öldürmeyiniz.

Ve meçhul, bitmez tükenmez rüyasında
Vakit geçirebilir.
Gözlerinin rengi ne güzeldi.
Ki en büyük. emanettir.

Ve kaybeder kendini gündüzün
Selamlar içinde herkes.
Gözlerinin rengi ne güzeldi
Hayata veda edemez.


Fazıl Hüsnü Dağlarca

23 Ocak 2017 Pazartesi

Nazım'dan Öte

Ben sadece ölen babamdan ileri,
Doğacak çocuğumdan geriyim.
Nazım Hikmet



Bir düş kuruyordu çocuk
-Gözleri yarı kapalı;
Düşten de öte, özlemdi,
Beklentisiydi yaşamın-
Başı göğe dayalı...

Bir ata binmiş gidiyordu-
Bulutlardan düşen ışığa;
Yıldızmış, göktaşıymış... ne umuru?
Değebildikten, tutabildikten sonra...

Attan inip rüzgâra bindi,
PEGAS'a bindi, parıltılarla;
Bir imgeye daldı çocuk-

Gözleri açık, havada,
Büyüyecekti daha.

Düzenin-
(Düzensizlik! demeliydi buna)
Pençesinde ezilip tükenmeyecekti,
Düş görmesi de bilerekti;
Bu deyim yetmedi anlatmaya,
Ayağı yere basıyordu sımsıkıya,
Ne umut, yakan, başeğme,
Ne kendi kendini yeme,
O, yerinden fırlamış bir yürekti,
Yumrukları sıkılı koskoca erkekti.


İskender Fikret Akdora
Rimini
1989

İnsanlar ve Ötekiler

Yeter bu renklerdeki davet,
Bu akşam vakti gülen kuş;
Bu ufuklar ötesinde.
Sonsuzluğa tırmanan yokuş...

Yeter içimdeki korku,
Ben miyim yeryüzündeki tek fani
Yağmura, geniş göklere karşı,
Şarkı söylediğim günler hani?
Çocukluğun masum insanları;
Ki yemyeşil bir dağ üstünden,
Her şeyi gören tanrıya şükür!

Denizlerin ıslak aydınlığında,
-Etinin lezzetinden habersiz-
Balıklar var, insanlara küskündür.


İskender Fikret Akdora
Renkli Şiirler

İnsana Doğru

I.


Ey kudretli büyük rüzgar;
Dudağıma o gül tadını getir!
Sen, hatıralarımı sakla,
Çocukluğumu mesud geçirdiğim şehir!

Vaad edilmiş an ki kalbe
Huzur getirecek mi Rabbim?
Promete içimde yaşıyor,
Yaşayan Promete ben'im!

Ve zincirsiz koştuğum kırlar,
Sarhoş başımda duman ...
Gölgemi görüyorum duvarda;
Gölgem, gölgem ne kadar perişan.


İskender Fikret Akdora
Sağken, 1
Hatıralar Şehri 
1935-1945

Ağır Hasta

Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.

Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgârlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.

Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.

Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış. 


Fazıl Hüsnü Dağlarca

21 Ocak 2017 Cumartesi

O Biçim

Herifçioğlu yıkarken beni
Belki de keçileri kaçıracak
Bu ne biçim ölü diyecek
Her yanı sımsıcak


Halim Şefik Güzelson
Otopsi

Yazıt II

Burda Halim Şefik yatıyor
Biz yakından tanıdık onu
Pek cana yakın bir çocuktu
Varsın uyusun ağzında biberonu


Halim Şefik Güzelson
Otopsi

Balık Ağzı

Bu bir kılıç balığının öyküsü
Yazılmasa da olurdu
Ama bizi yeni sulara götürecek akıntı durdu
Uskumrunun arkasından gidiyorduk
Sürünün içinde ben de vardım
Sırtımda bir zıpkın yarası
Bahtiyar olmasına bahtiyardım
Nedense gitmiyordu kulağımdan
Bir türlü o "Ağ var" sesleri

Denizkızı girmiş düşünceme
Ben iflah olmam
Dalyanları birbirine katmak orkinosların harcı
Dolanınca ağa çok geçmeden küserim
Bir çocuk bile çeker sandala beni
Bu kadar ağır olmasam

Beni böyle koşturan yaşama sevinci
Kanal boyunca bir o yana bir bu yana
Siz yok musunuz siz derya kuzuları
Kestim kılıcımla karanlığını dibin
Yakamoz içinde bıraktım suları
Ah aysız gecelerde olur ne olursa

Atın beni mor kuşaklı bir takaya
İri gözlerimde keder
Kılıcımda hüzün
Satın beni satın beni
Rakı için


Halim Şefik Güzelson
Otopsi

Sis

Ayın çevresinde bir ışık halkası
Denizden dumanlar tütmeye başladı
Islak ince bir ayaz
Ağacına kadar işledi sandalın
Sis ağır ağır kesti yolunu
Nerde el ele vermiş o eski manzaralar

İstanbul limanı bu günlerde tenha
Dövizimiz az da
Yalnız bir şilep o da bizim
İki sayılı şamandırada
Ambar kapakları örtülü yüklü
Yüklü sigortada

Vardiyada Rizeli Ahmet
Görünce sis atladı baş tarafa
Haydi kampana

Feyhaman Beyin bizzat sürdüğü kadillak
Atatürk Köprüsü'nden geçerken
Bindirdi kaldırıma
Hali tasvire ne hacet
Vah yavrum vah
Fazla azgınlık daime felaket

Derken efendim
Şehirde limanda trafik mayna
Sis bu sığar mı ele avuca
Yayıldıkça yayıldı
Yerleştikçe yerleşti
Çıktı dağların sağrısına yokladı dorukları
İndi baştan başa doldurdu dereleri
Durdu terazilendi

Dahası var mı arkadaş dahası
Ta Fatih'te Eskiali'de
Şeyh Bedrettin Sokağı'na kadar girdi
Ne sisti


Halim Şefik Güzelson
Otopsi

20 Ocak 2017 Cuma

Otopsi

Orhan Veli'ye ağıt


Morgda açılınca kafatası
Doktor beyler beyin gördüler
İndirince tenkafesine neşteri
Doktor beyler yürek gördüler
Yürekte ne gördüler dersiniz
Yürekte memleket gördüler
Dünya gördüler
Bir de dost gördüler
Ama bu işte doktor beyler
Doğrusu geç kaldılar
Çok geç kaldılar


Halim Şefik Güzelson

Karabiber

İzmir'de bir ağaç gördüm
Adı karabiberdi karabiber
Yaprağının ucunu ısırdım
Tadı karabiberdi karabiber.

Bir yaşıma daha girdim
Biber dediğin tuzluğa yaraşır
Fidesi olur fidan olur
Bir çınar boyunda karabiber
İnsanın başı döner

Çiçek mi,meyva mı,tohum mu nedir
Nar tanesi gibi pırıl pırıl
Çingen pembesinden sıcak
Karabiber ağaçlar dolusu
Karabiber sebil
Karabiber salkım saçak

İzmir'de bir ağaç gördüm
Adı karabiberdi
Ya karabiber türküsü Allahım
Necati Cumalı söylerdi
Soba borusu gibi bir sesi vardı
Karabiberim,derdi karabiberim
Candarmalar geliyor kalk gidelim

İzmir'de bir ağaç gördüm
Adı karabiberdi
Benim,avuç içi kadar saksılarda
Asma kütükleri,yeşerten anam
Bu ağacı görse sevincinden ağlardı

İzmir'de bir ağaç gördüm
Adı karabiberdi
Dalını,meyvasını,gölgesini
Getirdi masamıza serdi
Yapraklarını görsen bayılırsın
Bir yazma oyası kadar ince
Söğüt dallarından narin
Saçlarının arasında dolaştığını duyarsın
İncecik biberli ellerin


Bedri Rahmi Eyüboğlu
Merhaba Yeşil

Türküler Dolusu

Kirazın derisinin altında kiraz
Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Binbir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına
İlmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım.
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü, kör topal kabulüm
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm.

Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
İnsancasına, erkekçesine
"Bana bir bardak su" dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana südü gibi candan
Ana südü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Biçağı bıçak.
Ah bu türküler, köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarılır içim
Kan damlar ucundan, mürekkep değil
İşte söz, işte ses, işte biçim:
"Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar"
İliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
İçlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömründe bir defa
Kazım'ın türküsünü dinleyen...


Bedri Rahmi Eyüboğlu
Tuz

19 Ocak 2017 Perşembe

Sakal Makal Yahut Aferin Oğlum Ahmet Bu Yolda Devam Et

Herifçioğlu Sen Mişel'de koyuvermiş sakalı
Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal'ı
Esmeri, sarışını, kumralı, kuzguni karası
Cebinde dört dilberin telefon numarası
Bir elinde telefon, bir elinde kesesi
Uyyy! .. yesun oni nenesi
Yesun oni nenesi.


Bedri Rahmi Eyüboğlu
Tuz

Bir Yaz Geçti


Bir yaz geçti
Tozu dumana katarak
Kavun karpuz yüklü
Bir yaz geçti.
Bütün iştihalar tetikteydi
Ağaçlar kolum kanadım kadar benim
Deniz anam babam kadar iyiydi

Bir yaz geçti yanı başımızdan
Dişimizden tırnağımızdan
Alı al moru mor
Nefes nefese bir yaz geçti


Bedri Rahmi Eyüboğlu
Karadut

Müjde

Portakal kabuğundan
Kavun diliminden
Havalandı nakışlar
Avşar kiliminden.
Çılgın topukları üstünde
Sebepsiz sevincin
Adamın canı dostlara
Güzel haberler götürmek ister
Aksi gibi ne dost var meydanda
Ne de güzel haber.


Bedri Rahmi Eyüboğlu
Karadut

18 Ocak 2017 Çarşamba

Bu da Bir Özgürlük Şiiridir

1944 yılındasın yanlışın yok,
Kıştı girdiğin, temmuz ortasındasın.
Emirle de olsa açıldı ya
İşte demir kapılar ardına kadar,
Dışardasın!

Tepende ne zamandır unuttuğun güneş,
Liman bildiğin gibi yerli yerinde
Hazır Karadeniz seferine şu vapur,
Şu mavna Haliç'ten geliyor.
Poyrazdır bir uçtan bir uca esen
Çekebilirsin ciğerlerine!
Bu ses fren gıcırtısıdır,
Durdu Beşiktaş tramvayı durakta.

Gidemezsin elinde değil;
Emrindesin insanı hiçe sayanların.
Bir liseli talebeyle vurulu bileklerin
Kırk mahkûmun sürüklediği zincire.
Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak,
Kitaplar suç ortağınız!
1944 yılındasın yanlışın yok,

Doğrudur dağıldığı esir pazarlarının,
Tek forsa kalmadı kalyonlara çakılı,
Roma sirklerinde atılmıyor köleler
Aç aslanların ağzına,
Çoktan yerle bir ettiler Bastil'i
Kenar mahalleliler.

Özgürlük şarkısıdır söylenen Volga boylarında.
Ne Taif'tesin, ne Magosa zindanında
Yalnız namı kalmıştır kaleme alanın
"Vatan Kasidesi"ni.
Seviyoruz her zamandan fazla Fikret'i
Yeni anlaşıldı manâsı "Millet Şarkısı"nın,
Aynı "Sis"tir memleketin üzerindeki.

Bugün de vaktinde çıktı gazeteler
Geçti ilk sayfalara Beşiktaş cinayeti;
Ismarlama yazıları üstât kalemlerin
Taksim'deki ziyafetten resimler…
Çeyrek saat uzaktasın çok değil,
O meşhur Babıali'den.
Tek satır yok sayfalarda
Bu zincirleme tutsaklık üstüne.

Çekildi dış kapıdan demir sürgüler,
Tuttu süngülüler yolları
Topyekûn himayesindeyiz zincirlerin.


Rıfat Ilgaz
Uzak Değil

Sanatoryumda

Bir doktor konferans verdi


Kesildi tıknefeslerin soluması
Yitirdi hızını
Ciğerleri zorlıyan öksürük
Ak gömlekli hekim kürsüde
İlacın ekmeğin bizden esirgediğini
iki çift sözle yapacak
Evet diyor ak gömlekli hekim
Elinizdedir yaşamak
Kırılmasın cesaretiniz
Biliriz nasıl yaşanır karşı adalarda
Su içer gibi kendiliğinden
Onların da elindededir yaşamak

Söylüyor ak gömlekli hekim
Yorulma yok çalışma yok
Ateşçi Dursun'a bakıyorum
Gözüm kayıyor Balıkçı Niyazi'ye
Gırgıra asılmak yok demek. Boylu boylu
Şabladaki Reiz'de kulaklar
Donmuş istika halatı avuşta
Mola etmek yok iki yüz yirmi kulacı
Gözlerde haftalık uyku
Torik yataklarına olta salmak yok

Söyleniyor kürsüden
Temiz havada açık havada
Güneş altında değil
Beşiktaşlı sandalcıda gözlerim
Düşüverdi kırçıl başı önüne
Tam yedi yıl suç işlemiş demek
Karıştı yüzü Rıza'nın

Anasının alınteri döktüğü bostana
Korkuluk ta olamaz artık
Vaktinde yiyeceksiniz diyor kürsüden
Hem de çeşitli yiyeceksiniz
Tatlı eksik olmasın sofranızdan

Otuz sekiz ateşte Selim Efendi'nin
Açılıverdi iştahı yutkunuyor
Derken unutuverdi biçare
Sıkı sıkı tuttuğu öksürğü
Boğulurcasına öksürüyor

Bize yüklüyor suçu ak gömleklim
Har vurup harman savurdunuz sağlığınızı
Geç vakitlere kadar oturdunuz içtiniz
Kiminiz pokerde kiminiz barda

Sorumuz var ak gömlekli hekimden
Beykozlu ha doğruldu ha doğrulacak
Tütün deposundan Ali kımıldanıyor
Kauçuk kaynakçısı Osman
Hatırladı buhar kazanını
Hayır kimse bir şey soracak değil
Geçirmişiz sorunun sırasını

Soluk aldı ak gömlekli hekim
Sonunu tatlıya bağlıyacak
Hepiniz kurtulacaksınız çocuklar
Döneceksiniz kanlı canlı evinize
Gençleriniz asker olacak
Doğacak nurtopu yavrularınız
Kiminiz tarlasına dönecek
Kiminiz tezgahına

Sanmayın şifası yok bu hastalığın
Tıbbın elinden ne kurtulur
İniyor ak gömlekli hekim kürsüden
Alkışlanır böyle vadedenler
Biz sade öksürüyoruz


Rıfat Ilgaz
Uzak Değil

Bir Şey

I

Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi
lazım insana lazım onsuz yaşanmıyor
ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi
kalbi titremeden göz yaşarmadan anılmıyor…

Bir şey ki gözümüzde memleket kadar aziz
aşkettiğimiz kendimize dert ettiğimiz
adını çocuklarımıza bellettiğimiz
bir şey ki artık hasretine dayanılmıyor

II

Bir şey daha var yürekler acısı
utandırır insanı düşündürür
öylesine başka bir kalp ağrısı
alır beni ta Bursaya götürür

Yeşil Bursada konuk garip bir kuş
otur denmiş oracıkda oturmuş
ta yüreğinden bir türkü tutturmuş
ne güzel şey dünyada hür olmak hür

Benerci, Jokand, Varanüç Bedrettin
Hey kahbe felek ne oyunlarettin
en yavuz evladı bu memleketin
Nazım ağbey hapislerde çürür


Cahit Sıtkı Tarancı
Yaprak
1950

17 Ocak 2017 Salı

Korkunç Güzel

Bu el titremesi kadeh tutarken
Bu yaşta nasıl koyuyor insana
Orhan gibi vaktinde gitmek varken
Değer mi oyalanmana

Rakıdan tütünden beter alışık
Olduğumuz korkunç güzel bir şey var
Tutmuş bırakmaz bizi bir sıkımlık
Canımız çıkana kadar


Cahit Sıtkı Tarancı
Sonrası

Eda

N'eyleyim seni kartpostal manzara
Rüzgarın yok o yerin havasından
Uğuldamak yaraşır ormanlara
Denizin güzelliği dalgasından

Geyik dağdan dağa atlarken güzel
Nar dalında diş diş çatlarken güzel
Kestane mangalda patlarken güzel
Kişilik güzelliğin esasından

Beni saran şey suyun akışıdır
Yemiş yüklü dalların sarkışıdır
Ananın çocuğuna bakışıdır
Sevdiğim geçilmez edasından


Cahit Sıtkı Tarancı
Düşten Güzel

Memleket

Bir yanda Anadolu bir yanda Rumeli'dir.
Hepsi bizden yolcusu olsun hancısı olsun
Efkar ettiğimiz şey memleketin halidir
Sanmam hemşehrim sanmam bundan acısı olsun

Köylümüz efendimiz tarlasında perişan
İşçimiz kardeşimiz kavgasında perişan
Anam bacımdır bahtı karasında perişan
Hemen Allah cümlemizin yardımcısı olsun


Cahit Sıtkı Tarancı
Düşten Güzel

16 Ocak 2017 Pazartesi

Bayram Yemeği

Korkarım felekte bir gün
Bir bayram yemeğinde.
Anam, babam gibi kardeşlerimde,
En güzel dalgınlığında ömrün.
Beni gurbette sanıp
Keşke gelseydi bu bayram
Diyecekler.
Ve birdenbire yürekler,
Aynı acıyla yanıp
Hepsinin gözleri yaşaracak.
Öldüğümü hatırlayarak.


Cahit Sıtkı Tarancı
Düşten Güzel