Şiir, Sadece

5 Haziran 2017 Pazartesi

Dingin Gece

Bu beyaz ve solgun dört duvar,
Bu masa ve sandalye, arkadaş gibi içten olan,
Eski kitapların kokusu, ikide bir çarpan burnuma,
Bir rahibe denli temiz sevgili çay fincanını
Annesinin göğsünü iştahla emen bebek,
Bir horultu: deliksiz uykuda olmalı bizim oğlan ...
Bu gizemli dingin gece, insana erinç dağıtan.
Ağzımdaki minnet türküleri oysa
İlençlere dönüşüyor çok geçmeden.
Dingin gece, beni kandıramazsın.
Kim takar, bu dört duvarlık kısıtlı erinci?
Alabildiğine geniştir benim dünyam.
Daha savaşın gürültüsünü önleyemezken
Kalbimin atışın nasıl durdurabilirsin sen?
Yalnız bir adamın acısını, sevincini söylemektense
Çamurla, kumla dolsun ağzım daha iyi;
Delik deşik etsin köstebekler kafamın içini,
Böcekler yiyip emsin kanımı ve etimi,
Bir bardak şarap ya da bir şiir kitabı,
Yahut saat tiktaklarıyla örülen tekdüze bir gece için yaşamaktansa
İniltilerini duymadan çevredekilerin,
Dul ve yetimlerin çırpınmasını görmeden,
Savaş alanlarında yatan insanları,
Yaşam değirmeninde öğütülen tragedyaları görmeden,
Mutluluk, beni kandıramazsın.
Duvarlarla çevrili alan değil benim dünyam.
Dinle bak, bir patlama sesi daha, ölümün yeni bir kükreyişi.
Dingin gece, kalbimin çarpışını sen durduramazsın.


Wen Yi-Tuo
1957
Çeviren: Gürkal Aylan

Ölüsü

İşte şurda umutsuz, ölü bir su hendeği
Üstünde hiçbir meltem dalgacık uyandırmaz,
At eski bakırları, paslanmış demirleri,
Boşalt artmış yemeği; başka işe yaramaz.

Kim bilir belki bakır yeşerir zümrüt gibi
Döner paslı demirler şeftali çiçeğine,
Çimenler bir kat daha tül dokusun ipekli,
Sis ve duman kabarsın bakteriler içinde.

Mayalansm ölü su dönsün yeşil şaraba
İnciler çıkararak yüzen ak köpüklerden
Büyüsün o inciler hep bağıra-çağıra
Çatlamak için yalnız sivrisinek gibi
Şarabı yağma için bu mevsimlik ne varsa.

Bu ölü ve umutsuz su hendeği böylece
Ufak bir pırıltıyla kurum satsa da olur,
Dayanamazsa eğer ölüce sessizliğe
Şu karakurbağalar, olur a olur olur,
Şıp diye su kalkışır türküler söylemeye.

İşte surda umutsuz ölü bir su hendeği
Bir bölge ki güzellik barınamaz içinde
Şeytana bırakalım biz onu daha iyi
O zaman belki sudan çıkar bir güzellik de.


Wen Yi-Tuo
Çeviren: L. Sami Akalın

Üç Küçük Şiir

Dağlar
Hep eyerin üstünde kamçılıyorum atımı.
Dönüp bakıyorum: Hayret!
Gökyüzünün üç ayak üç parmak yanındayım.

Dağlar
Ey kudurmuş ırmaklar, ey çalkantılı denizler!
Atılmış ileri doludizgin
Binlerce at yaratır bu tutkuyu.

Dağlar
Gökyüzünü delerler tepelerinin sivriliğini törpülemeden.
Gökyüzü bel verir,
Dağlar onun desteği.


Mao Zedung
Çeviren: Eray Canberk

3 Haziran 2017 Cumartesi

Sarı Turna Kuşunun Evi

Geniş Dokuz Akarsu geçip gelir Çin'i baştan aşağı,
Derince bir yol bağlar güneyi kuzeye.
Uyanıktır Yılan dağıyla Kaplumbağa dağı.
Sisin ve çiğin yağdıgı geniş Yangçe üzerinde.

Sarı Turna kuşu gitmiş, kim bilir ne yana,
Bu ev kalmış geriye, yolcuya sığınak sanki.
Bu büyük azgın ırmağı suluyorum şarabımla,
Dalgaları içimde kabarıyor bir deniz gibi.


Mao Zedung
Çeviren: Eray Canberk

Jüri Matsuba'da Gece Gezintisi

Deniz uyuyor durgun durgun.
Uzakta, yalnız bir hafif bir aydınlık, geniş ve beyaz
Dalgalardan hiç ses gelmiyor bana.
Ah! Gökyüzü ne yüksek, ne bağımsız, ne görkemli, ne dingin.
Bu güzel gece görünümünü seyretmek için
Yıldızlar gözlerini iri iri açıyorlar.
Sayısız yaşlı çam ağaçları Jüri Matsubara'nın
Sessizce bir övgü işaretiyle kaldırıyorlar ellerini göğe.
Elleri tek tek titriyor maviliğin içinde.
Sinirlerim tek tek titreşiyor bedenimde.


Kuo Mo Jo
Çeviren: Eray Canberk

Gülümseyiş

İşte on yıl geçmiş aradan,
Tanımadığım bir kadın gülümsemişti bana.
Anlayamamıştım bunu o zaman,
Hoş bir şeydi, hepsi bu işte.

Kimdi o kadın, bilmem,
Bende kalan yalnız gülümseyişidir
Ve unutturmak şöyle dursun
Zaman beni bağlıyor o gülümseyişe.

Sayısız sevda şiiri yazdım bu yüzden,
Düşlediğim gönül serüvenleri sayısızdı.
Kimileri okudu o şiirleri acıyla,
Tat alarak hazla okudu bazıları.

Acı ya da haz
Doğuyor bu bir tek gülüşten.
Bana gülümseyen kadını bir daha görmedim.
Ama gönlü hoş olsun derim ben


Hu Şö
Çeviren: Eray Canberk

Çiçek Satıcısı Kızlar

Irmağın güneyinde, ilkbahar erken gelir.
Irmağın güneyinde, çiçekler güzeldir.
Satıcı kızların sesi yarıda keser ilkbahar uykusunu.

Kaysı ağacının çiçekleri kızardı,
Aklaştı armut ağacının çiçekleri.
Satıcı kızların sesi doldurdu sokakları.

Kimileri canlı renkli çiçekler ister,
Kimileri solgun renkli çiçekler.
Kaç ilkbahar bir gümüş paraya satılıveriyor?

Alıcılar mutlu gülümsüyor,
Satıcı kızlar üzgün, kederli
Ve gençlik dönemi ilkbaharla birlikte çekip gidiyor.


Lieu Ta-Pai
Çeviren: Eray Canberk

2 Haziran 2017 Cuma

Odysseus

Her zaman daha az alanımız
boğulmuş imgelem
hiçbir şey yok arkasında ufkun
ve küçülüyor sınırlar
kuyruğu benzeri yaşlıların

bendedir geçmiş
her şey bendedir
nereye gidiyorsun yabancı
diye soran ses bile

derinliğine dalıyorsun
iç uzayların
saflığına
kıyılarına iniyorsun
düşüyor son sözcük
tertemiz görüntünün üzerine

hiçbir şey kalmıyor
et kemik ve kirişlerin kılıfında
içten içe
sıkışmış durumda
yeni bir dil buluyorsun
sessizlik işkence eder açlık gibi


Fero (Frantisek) Lipka
Çeviren: Özdemir İnce

Variation X

Git yat
kendine biçim ver kendine göre
şarabını bitir tırnaklarını kemirmeyi bitir
sevmeni bitir düşünde

En sevdiği oyuncakları
zayıf evlerin şişman anahtarlarıydı

Uykumuz uyuyor
Uykuya dalışımız
uykuya dalıyor dağların ötesinde
Düşlerimiz düş görüyor bizim dışımızda

Toprak atmayın onun üzerine
açın kapağı
dinle diyecektir
çarpmayan yüreğime

Seninle bana gelen sözcükler
bir daha geri gelmemecesine yitti
Hangi sözcükler gelirse bana
bir daha geri gelmemecesine yiterler

Yuttuysan eğer
nasıl da duruyorsun midemde
Onu yuttuysan eğer
nasıl da nefret ediyor bizden

Saçma sapan şeyler yazma mektuplarına
aşk kuşkusuz toprağa işler
Öldürüyorum bütün etini kendimde
Kıskancım kendime kahretmeye bayılıyorum

Sessiz ol
seni bağışlıyorum her şeyi
kendimizi sevmeme konusunda
kendime kardeş tanımıyorum


Josef Hanzlik
Çeviren: Ülker İnce

Sessizlik

Sessizlik vuruşu gibi
bir baltanın ya da sözcüğün

Sessizlik bıçak gibi
boğazda

Sessizlik çığlık gibi
kayadan ta dibe kadar

Sessizlik sanki tabancadan çıkıp
davula giren

Sessizlik sanki ilk hece gibi
ölümden sonra söylenen

Şimdi de sessizlik
o zamana kadar da sessizlik


Josef Hanzlik
Çeviren: Ülker İnce

1 Haziran 2017 Perşembe

Masal

Bir ev kurdu kendine
Temelleri,
Taşları,
Duvarları,
Başını sokacak damı,
Bacası ve dumanı
Ve penceredeki manzarasıyla.

Bir bahçe yaptı kendine.
Tahta perdesi,
Kekikleri,
Solucanları
Ve akşam çiğleriyle.

Gökten bir parça kesti, kendine özgü.

Bahçeyi bu gök parçasına sardı,
Evi bahçeye sardı,
Ve mendile doldurdu tümünü.
Ve bir kutup tilkisi kadar yalnız,

Dünyanın yolunu tuttu
Soğuk
Sonu gelmez
Bir yağmurun altında.


Miroslav Holup
Çeviren: Feyyaz Kayacan

Kapı

Git aç kapıyı.
Belki bir ağaç
Bir koru
Belki bir bahçe
Ya da sihirli bir kent vardır dışarda.

Git aç kapıyı
Bir köpek belki bir şeyler arıyordur,
Belki bir yüz,
Ya da bir göz
Ya da bir resmin
resmini göreceksin.

Git aç kapıyı.
Sis olsa bile dışarda
Dağılır

Git aç kapıyı
İşlek karanlıktan başka,
Oyuk rüzgardan başka
Hiçbir şey olmasa bile

Git aç kapıyı.

Hiç olmazsa
Esinti olur
Bir parça.
dışarda.


Miroslav Holup
Çeviren: Feyyaz Kayacan

Yıkım

Hurdahaş olmuş parmaklar getiriyorlar bize,
onları iyileştir, doktor.
Millenmiş gözler getiriyorlar,
yüreklerin avlanmış baykuşları,
yüzlerce beyaz beden,
yüzlerce kanlı beden,
yüzlerce kömürleşmiş beden getiriyorlar,
iyileştir onları, doktor,
ambülanslar dolusu getiriyorlar,
kanın çılgınlığını,
etin haykırışını
sessizliğin yanıp kül olmuşunu,
iyileştir onları, doktor.

Ve sararken yaraları
karış karış,
gecelerce,
siniri sinire,
kası kasa birleştirirken,
gözün görmesini sağlarken,
daha uzun hançerler,
daha güçlü bombalar,
getiriyorlar,
daha görkemli utkular kazanıyorlar,
salaklar.


Miroslav Holup
Çeviren: Sabri Koç

31 Mayıs 2017 Çarşamba

Gidiş

Siyah kar yağıyor
saçlarına
sabırla beni bekleyen
doğanın-

karanlık tepelere
yamaçlara yağıyor
donmuş otlarla kaplı
tarlalara

göllerin üstüne yağıyor
buzlu camdan
göğü göremeyen
ve balıklarına

başka bir dünyayı anlatan-
dilin yalnızca
adlar vermek için
var olduğu bir dünyayı.

Orda bekliyor beni
o dilsiz doğa
yaslanıp durmuş bak
mezarlık duvarına.


Antonin Bartuşek
Çeviren: Gürkal Aylan

Ozanların Dönüşü

Karşılıyoruz ozanlarımızı
yıllardır yıkımlarla
kozalanmış
ipekböcekleri gibi.

Yıllarca karanlık güneşler parladı
yağmur yerine kan yağdı gökten
çamurlu bataklıklara daldık
gırtlağımıza dek

O zaman
ümidin yeşil dutlarında
keskin göz seçebildi
öylesine yavaş bir kıpırdanışı dallarda.

Geniş yapraklı dut korularında
sevi kozaları içinde
sözcükleri işlediler ipek liflerine
suskun konuşmalarının.

Bundan böyle açıkta kalmamalıyız
bir kez daha çıktığımızda
ışığına
gerçeklerin.


Antonin Bartuşek
Çeviren: Sabri Koç

Sessizlik Üzerine Çift Şiir


Bir saniye önce
ikiye kesilmiş portakalı andıran ufak
gecenin koyu özsuyunu akıtmadan önce

Bir saniye sonra
yeni yeni oluşan damla
fışkırmaya hazır olduktan
yara boyunca akmaya hazır olduktan sonra
o anlardan birinde
yaşarmaya hazırlanan
çocuk gözlerine benzeyen
o anlardan birinde
olgunlaşır sessizlik.

Ama o daha gelmeden
kemanlara benzeyen bulutlar
görünmez yayların
son iniltilerinden yoksun
kemanlara benzeyen bulutlar
ateşe doğru kaçarlar ve kılık değiştirirler

bir kadın vücudunun uğultusuna
bir inci duvara
kokuya dönüşürler.

Ve bir saniye sonra
düdük sesi
deler delmez tanyerini
bütün keskinliğiyle
soluğu kesilir sislerin
kasılmaktan

bir saniye sonra
yankı doruk noktasına çıkar
ve olgunlaşır sessizlik.

Sürmez sessizlik
kocaman bir deniz kabuğudur
sessizlik, başka bir şey değil
içinde uğuldar
bütün denizleri dünyanın.
Sürekli coşkuyla yüklü
Sürmez sessizlik ...
Sessizlik.


Lumir Civrny
Çeviren: Özdemir İnce

30 Mayıs 2017 Salı

Duvar Saati ve Yontu

Duvar saati mırıldanıyor yosun rengi kederli bir eski havayı,
Duvar saati, pencerenin dışındaki dünyaya doğru parmaklarını dikiyor,

O tik tak ederken, pencerenin dışında, azar azar soluyor bir gül alacakaranlıkta,
O tik tak ederken, ufka düşüyor bir altın yıldız.

Duvar saati mırıldanıyor yosun rengi kederli bir eski havayı,
Duvar saati, masanın üzerindeki yontuya doğru parmağını dikiyor.

Suskunluk içinde, güzel ve temiz yüzünü sunuyor yontu,
Suskunluk içinde, yontu, duvar saatine soğuk bir gülümseyiş yolluyor.


Pai Z'ien
Çeviren: Aydın Ergü

Öğle Üzeri

Yumuşak gölgelerini atlayıp durur güneş,
Soluğunu içinde tutar evren,
Yorgunluk bir kedinin gözlerini okşar,
Yaldızlı bir geceyi andıran bu öğle üzerinde.

Bütün yaratıklar düşe dalmıştır,
Dünya döner gider başlangıç günlerine.
Yalnızlıktan korkan bir arı
Sonunda bir çiçeğin altında uyur kalır.


Sia Z'ing
Çeviren: Eray Canberk

Dağ ve Yaşam

Dağların doruklarına doğru gözlerini çeviren çocuk,
Bulutların üzerinde yürümeyi ve kuşların sırtına binmeyi
düşlüyoruz

Ustaların sık sık uğradığı ormanlara ve vadilere uçmak için.

Güçlü çağda, gözü yükseklerde,
Tepeleri bir bir ele geçirmek için
Biziz ilk tırmananlar.

Gözü yüksekte olmanın ve düşün yerini anı alınca,
Yaşlı gölgelerimiz batan güneş karşı oturmuş
Kıpırtısız dururlar, akşam çökerken dağların durduğu gibi.


Sia Z'ing
Çeviren: Aydın Ergün

29 Mayıs 2017 Pazartesi

Turfanın Aşk Türküsü

Elma ağacının altındaki delikanlı,
Türkü söyleme artık, n'olur,
Bir kız geliyor bak dere boyundan,
Minik kalbi hızlı hızlı çarpıyor,
Kanat çırpın sabırsız bir kuş gibi.

Baharda bahçesinde çalışır,
Kulaklarını okşar geçer türküler.
Tomurcuklar daha açmadı,
Meyve bekliyor ama bizim delikanlı.
Kız anlamıyor onun düşüncelerini,
Diyor ki ona: "Türkülerinle delirtme beni"

Delikanlının bahçede geçer yazı,
Çalışırken boyuna seyreder kızı.
Meyveler daha küçümencik,
Ama türkülerinde onları topluyor.
Kız ne bilsin kafasından geçenleri,
"Gölge gibi beni izleme" diyor.

Güz olgunlaşma dönemidir,
Dallardan sarkıyor pembe meyveler,
Geceleri kızı uyku tutmuyor.
"Bu gibi işleri anlamalı artık,
Bir şey var işte, niçin söylemiyor?"

Elma ağacının altındaki delikanlı,
Türkü söyleme artık, n'olur,
Seninki bayırdan iniyor işte.
Söyle hadi, kalbinin içindekini,
Aşk meyvesini koparmanın zamanı geldi.


Ven Şieh
Çeviren: Gürkal Aylan

Giz

Senin yanındayken
Bir şeyler akıyor içimden,
Çağlayanlar gibi-
Tutku mu desem, coşku mu desem.

Eve dönerken
Bir şeyler dönüyor içimde,
Gün batıyormuş gibi-
Hüzün mü desem, korku mu desem.


Fang Vei-Teh
Çeviren: Gürkal Aylan

Yen Hsi-Şan'ın Tahsildarı

Yen Hsi-Şan'ın tahsildarı
Köye geldi.
Gelir gelmez de yakasına yapıştı muhtarın:
"Üç günde toparlayın vereceğiniz pirinci.
Bir tek pirinç tanesi bile eksik olursa
Hiç dinlemem, kelleni atarım sonra çuvala"

Sözünü bitirince çekip gitti.
Bir inekle iki koyun bağladı atından sarkan ipe.
Onları da götürdü.
Kapıların ardından bakakaldı köylüler,
Hepsinin gözleri yaş içindeydi.

Köy alanındaki çanı çaldı muhtar
Eriyiverdi köylülerin yürekleri
Evlerine döndüler
Sepetleri, küpleri araştırdılar;
Pişen pirinci bile çıkardılar tencereden,
Askeri vali pirinç istemiş bir kere,
Eşya verip karşılığında pirinç aldılar.

Ha Japonlar,
Ha vali Yen,
Şunun şurasında beş-on kişi
Hepsi birbirinin eşi.

Tahsildar yine geldi.
Mısır yesin diye ahıra bıraktı atını,
Kendi de çakırkeyf muhtarlığa çöktü.
Muhtarlığın önü ana-baba günüydü,
Paçavralar içinde bekleşiyordu köylüler,
Pirinç çuvallarının tartılışına bakıyorlardı.
Birer kaya kesilmişti kabaran yürekleri.
Duvardan atlayan biri, kaçayım derken
Kementle yakalandı,
Saman yığınlarına saklananlar,
Döşeklerinde hasta yatanlar,
Hepsi alana sürüklendi.
Şakladıkça şakladı tahsildarın kırbacı,
Köylülerin tepesindeki ip gerildikçe gerildi.
Dolaplar, şilteler, urbalar, tencereler, tavalar ...
Alınıp götürüldü ne var ne yoksa

Koşarak bir kadın çıkageldi yoldan.
Uçuşan saçları ileriye atıldı ..
Kalabalığı yarıp
Bir çuval fırlattı tahsildarın önüne.
"Al işte, bu da benim vergim, benim pirincim!
Götür Vali Yene ver bu çuvalı. Bu da yetmezse ...
Vali efendiye al beni götür"

Muhtar şaşkına döndü birdenbire.
Çuvalı açıp çıkardı içindekileri.
O da ne - korkuyla gerildi herkes!
Kanlı iki çocuk başı çıkmıştı çuvaldan.
Saçları örgülü bir baş,
Kadının kızı,
Üç yaşındaki Gümüş Kız.
"Cinayet! Cinayet!" diye kaçıştı herkes.
Usulca döndü kadın:
"Onların canına ben kıydım,
Ben öldürdüm kendi ellerimle onları.
Vali vergi istemiş, işte vergi"

Tahsildar gülümsedi.
"Hadi!" diye dürtükledi muhtarı sonra.
Herkes donakalmıştı köyün orta yerinde.
Islıklar çalarak esiyordu kuzey yeli.


Liu Şia
Çeviren: Ülkü Tamer

Yakınma

Sözde beni sevdin, ne uydurma bir sevgiydi o öyle,
Bir kırlangıcın göle dalması denli kısa,
Meltem denli süreksiz. Ne bir gölge,
Ne bir ışık bırakmadan -Kayan bir yıldız gibi-

Gitti sevgin. Hiç umursamadın
Kayıtsızca çözdün halatlarımı.
Ilık düşlerle şişen ak yelkenlerle
Denizleri aştım, tepeleri, ırmakları,

Karanlık geceye girdim mavi bulutlar içinden.
Hem kendimi, hem yolumu yitirdim.
Ölümsüzlük olduğunu düşündüm bu anın
Gümüş yıldızların da gözlerin.

Güldün o zaman, beni uyandırdı gülüşün,
Aklım başıma geldi bir anda.
Benden ne istiyorsun şimdi söyle.
Cennetimin kapısını sımsıkı örttüğün bir sırada?



Sun Yü-T'ang
Çeviren: Gürkal Aylan

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Can Sıkıntısı

Ben her zaman can sıkıntısının pençesindeyim
Şu oyuncaksız dünyada,
Oyunların yasak olduğu şu üç boyutlu boşlukta.

Renklere gözünü kapatmış İova'nın kışı
Bana hep aynı beyaz zemini sunar
Ama ben Picasso tarzında
Geometrik çizgiler çizmekten yorgunum.

Ben, kuzey dönencesini aşıp
Kutba oturmayı
Ve Zodyak buz yalağını seyretmeyi düşlerim.
Ben, Ekvator'a gidip
Ve peşimi bırakmayan kederle
Güneşin yolunun üzerinde ölmeyi düşlerim sık sık.

Ben, merkezkaç doğrultusunu izlemeyi
Ve dikine fırlayan bir dalgıç gibi
Hapishanemizden sonsuzluğun maviliğine doğru fışkırmayı
düşlerim


Yü Kuang-Çong
Çeviren: Eray Canberk

Ruhla Beden Arasında

Akşamlık soframın altına
Bir güzel çömelmiş pisipisi,
Okkalı bir şeyler düşse diye
Yutkunup duruyor hani.
Bakındım uzun uzadıya
Açlıktan nefesi kokmuş
Ateşli ateşli gözlerine;
Gözlerinde zaman zaman
Silinmez bir dirilikte canlandı
İnsanlığın tarihi.


Lo Men
Çeviren: L. Sami Akalın

Kırda

Bir mart gecesi, yağmur yağıyordu.
Mezar taşları ağlıyorlardı:
Niçin bizim de ağaçlar gibi
Köklerimiz yok?

Bir mart gecesi, gök gürlüyordu.
Sızlanıyordu hayaletler:
Niçin gecikti bu kadar şenliğimiz bu yıl?
Gözyaşları, şarap, tomar tomar kağıt gerek bize.

Bir mart gecesi, rüzgar esiyordu.
Düş görüyorlardı kurumuş ağaçlar:
Sevimli ilkbahar nerede?
Atılgan yeşillerimizi, utangaç kırmızılarımızı istiyoruz.


Siang Ming
Çeviren: Aydın Ergü

Küçük Han

Bacasından duman tüten küçük han, yolcunun düşlediği barınaktır.
Orda sütün kokusu, hancının sıcak dostluğu orda.
Yolumuzun sonunda bize de küçük bir han gerekir.
Torbamda azık bitti, aşındı atımın nalları da.


Siang Ming
Çeviren: Eray Canberk

26 Mayıs 2017 Cuma

Hiroşima'ya

Güzel bir liman olacaktın
Üç yandan dağlarla çevrili,
Bir yanı ovaya bakan bir liman.

Bir yelpaze gibi yayılırsın güneye doğru
Yedi ırmakla beslenir koyun
Ilık, nemli lodoslar sana eser,
Yosunların saçak ve şeritlerini yaydığı
Sahili süsleyen çiçekleri okşayarak.
Hiroşima, eski bir kentsin sen
Sandal ağacı kokan.
barındırdığın insanlar
Yıllar yılı canları dişlerinde çalıştılar.
Gündüzleri tekneler vızır vızır gelip giderdi,
Uzun gecelere türküler, ezgiler eşlik ederdi.

Hiçbiri savaş istemiyordu Nagasaki'li,
Hiroşima'lı
Japon işçilerin, çitfçilerin hiçbiri,
Hiçbiri, hiçbiri savaş istemiyordu.
Nefretle bakıyorlardı
Çinlilere, Malay'lılara.
Ne bir kauçuk ağacı dikebildiler Seylan'a.
Ne Cava'ya hindistan cevizi,
Ne de Mekong ırmağı üstüne bir koloni.
Savaş ötekileri semirtti,
Onları değil.
Yine bir sabah
Herkes yatağından fırladı düdük sesleriyle,
Bir ışık demeti gürültüsüzce
Doğudan batıya göğü taradı.
Anlamıştı herkes yıkımın gelip çattığını.
Geride kalanlar sakat baştan başa,
Anlatırlar dururlar, resimler gibi
O günlerin ürkünçlüğünü dünyaya.

Nelere tanık olmadılar ki 
Ne sahnelere.
Işık öylesine kör edici,
Rüzgar öylesine sertti ki.

Bir patlamada koskoca kayalar tuzla buz.
Bir patlamada çelik halatlar incecik tellere dönüyordu.
Yüz binlerce yaşam
Bir anda gidiverdi.
Aşk, sanat, müzik hepsi
Bir anda can verdi.
Yeller esiyordu artık o kentin yerinde,
Dinse ya o acı - ne gezer,
Bugün bile yürekler parçalayan
Ağlamalar duyuluyor orada,
Aradan on yıl geçtiği halde.

Tanık, ayağa kalk!
Hiroşima, sana söylüyorum duy beni,
Son ver artık yıkıma acıya.
Savaşın olanca zulmüne tanık oldun,
Kim savunabilir barışı senden daha iyi?
Bağırmalısın bütün dünyaya,
Anlatmalısın ölenin nasıl ölüp,
Kalanın nasıl kaldığını.
Tanık, ayağa kalk.
Efendiler, susalım lütfen biraz,
Hiroşima konuşacak!


Ai Z'ing
Çeviren: Gürkal Aylan

Alaca Karanlık

Batı tepesine yaslanan güneş
Ve dimdik yükselen duvarı tapınağın
Bakıyorlar birbirlerine. Nedir söylemek istedikleri karşılıklı?
Ve neden susuyorlar?

Sırtında yaşlı bir adamı taşıyan sıska bir eşek
Eve doğru gidiyor acele acele.
Toynakları "tak tak" diye vuruyor yere,
Tekdüze bir musiki gibi.

Boşluktan karganın sesi geliyor,
Ağacın tepesinden,
Uçuyor sonra derken susuyor
Ve yeniden tünüyor bir dala.


Pien Çö-Lin
Çeviren: Eray Canberk

Köprünün Üstünde

Bilmem hatırlar mısın
ikimiz de çocuktuk,
Coşkun bir sağanak sonrası
Irmak kıyısında oynuyorduk,
Çiğniyordu çıplak ayaklarımız
İnciye benzer yağmur taneciklerini,
Duruyordu telaşlı bulutlar
Türkümüzü dinlemek ister gibi.
"Doğudadır Gökkuşağı." türküsüydü
Senin söylediğin,
Bakıp durmuştun gökkuşağına, gülmüştün
Ve keserek türküyü
"Köprüye benzemiyor mu?" demiştin,
"Göğü bir atlayışta aşan
"Şu uzun, upuzun
"Gökkuşağı?"

"Evet," demiştim ben,
"Gökyüzü köprüsüdür o,
"Cennete giden yolda
"İnsanlara kılavuzluk eden,
"Artık çocuk olmayacağımız
"Başka bir günde
"Seninle birlikte geçeceğiz
"Köprüden"

Otuz yıl geçti aradan
Gene oradayız ama
Ne bulut kalmış, ne gökkuşağı,
Her yanımız güz tarlası,
Gene soruyorsun bana,
"Gökkuşağına benzemiyor mu,
"Şu ırmak üstündeki köprü?"
Cevap yok, el ele geçiyoruz karşıya.


Li Kwang-T'ien
Çeviren: L. Sami Akalın

25 Mayıs 2017 Perşembe

Kimdir Süren Kara Bir Arabayı

Kimdir bu süren kara bir arabayı
Bu avunmasız yağmurda
kimdir bu acımayan yorgun atlara
çamurda debelenen tekerleklere

Kimdir bu süren bir arabayı
yol kıyısında hanları yanan çam odunları
olmayan bu kırlarda
şafaksız geceye aldırmadan

Kimdir bu süren
kemikleri çıkmış
boğulmuş bir dünyanın bu çıkmaz yollarında

Kimdir bu süren boş bir arabayı
kim ötebilir bir gemi kaptanı gibi
en son ölen mezarcıdan başka.


Josef Hanzlik
Çeviren: Ülker İnce

Eytişimsel Bireşim

Yüzyıllardan bu yana
ve yanlış bir şekilde

Kimileri
YUMURTA'nın
tavuktan önce
var olduğunu ileri sürdüler

Kimileri de
TAVUK
yumurtadan önce
vardı dediler

Ama biz
yalnız biz
TAVUK
ve
YUMURTA'nın
tarihsel-eytişimsel
evrimi
açısından
bu sorunu
inceleyen bizler
biliyoruz ki
YUMURTA
tavuktan önce
vardı
ve aynı zamanda
TAVUK
da
vardı
yumurtadan önce

Ve biliyoruz ki
yalnızca
bu iki tarihsel gerçeğin
içsel birliğinde
yatmaktadır
YUMURTA
ile
TAVUK'un
hakikati.


Vaclav Havel
Çeviren: Özdemir İnce

Napoleon

Ne zaman doğdu
Napoleon Bonaparte diye
soruyor öğretmen çocuklara.

Kimileri bin yıl önce diyor.
Yüz yıl, diyor kimileri.
Geçen yıl, diyor biri.
Kimse bilmiyor.

Çocuklar, diye soruyor öğretmen.
Ne yaptı
Napoleon Bonaparte?
Savaş kazandı, diyor kimileri.
Savaş kaybetti, diyenler çıkıyor.
Bilmiyor kimse.
Döverdi kasap köpeği
ve geçen yıl öldü köpek açlıktan.

Ve hemen bütün çocuklar ağladılar.
Zavallı Napoleon.


Miroslav Holup
Çeviren: Özdemir İnce

24 Mayıs 2017 Çarşamba

Kentte Güz

İşte kent, alan ve evler
ve işte saçları boğum boğum belikli kızlar
rüzgarlar tutkular gülücükler yuva yaparlar her boğumda

Mevsim güzdür

Yukarda bir yerde gizlenir güneş
bulutların içinde
tıpkı bir pençe gibi bir atın yüreğinde.


Jan Skacel
Çeviren: Özdemir İnce

Haksızlık

Eski, köklü bir saygı vardır içimde
Garip bir saygı tahıl ambarlarına karşı
Senin sandığından da fazla coşarım
Temmuz gelip de yollara saçılan buğdaylar arpalar
Bizi kırlara çağırdığı zamanlar

Yaprak gibi titrerim yumuşak asfaltta
Yapışmış bir serçe ölüsü görünce
Eğilip denize bakarmış gibi bakarım
Ve seni düşünürüm
Değirmenlere gömülünce yaz.

Benzin kokusuna doymuş havada
Kandırmamak için kendimi
Doğal bir sığınma limanı olan bana
Adını tekrarlarım
Çünkü tekrarlamak zorundayımdır adını
Çünkü seninle birlikte korkabilirim ancak.


Jan Skacel
Çeviren: Özdemir İnce

Yakarı

Orman kıyısında bir kaynak ver bana
Fazla derin olmasın avuç içi kadar bir şey yeter
Bir de bir kurbağa ver korusun diye kaynağı

Güzün gelip toplarım birer birer ölü yaprakları
Kışın gelip kırarım buzları
Susamış yolculara içecek su sunarım yazın

Hepsi bu ve gücün yeter hiç kuşkusuz
Benim için küçük bir su gözesi yaratmaya
Gökyüzünün gelip bazen kendini seyredeceği.


Jan Skacel
Çeviren: Özdemir İnce

23 Mayıs 2017 Salı

Senin ve Bir Deniz Dalgası İçin Küçük Bir Romans

Öylesine usulca ısındım ki senin yanında
dalganın yaladığı kumsal gibi

Öylesine doldu ki seninle çatırdıyor ufkum
sanki iri memelerini dalga gökyüzüne dikmiş gibi

Ama gene de bir şey toplamıyorum avuçlarımda
sütlü ve alacalı bir parça köpükten başka

İşte bu yüzden susamış kalacağım sonsuza kadar
bu sonsuz, bu ölümsüz dalgaların yanında.



Lumir Civrny
Çeviren: Özdemir İnce

Kim Buldu Bu İki Sözcüğü

Kim buldu bu iki korkunç sözcüğü:
sakin ol!
O haklı! Biz de haklıyız:
Bunun için sakiniz
birisi hakkımızı çiğnediğinde,
sakin ol,
göz kapakların mı titriyor?
sakin ol,
görüşleriniz mi bulanıklaşıyor
sakin ol,
gözlerimize yaşlar mı doluyor?
sakin ol,
kanın mı kaynıyor damarlarında?
sakin ol,
Acılar mı basıyor her yanını?
sakin ol,
kanın mı basıyor her yanını?
sakin ol, 
dilin ağzında bir kurşun gibi mi?
sakin ol,
tanklar sana doğru mu ilerliyor?
sakin ol,
silahlar sana mı nişan almış?
sakin ol,
oğlunu eve ölü mü getirdiler?
sakin ol,
kardeşlerin çok mu sıkı tutuyor seni
ölümsü kucaklayışında?
Aldırma, sakin ol,
yaralarından kanın mı fışkırıyor?
sakin ol,
kertenkeleler mi kemiriyor seni,
yılanlar başını mı kaldırmış?
biz kovacağız yılanları,
üzülme, yalnız sakin ol.
Biz her an
sakinlik vahası değil miydik,
bir, iki, üç yüzyıldır?
Sevgili halk, sakin ol,
bir gün biz de
sakinliğin dev gibi bir kayası olacağız,
ezeceğiz bu az bulunur yosunları,
doğrayacağız hançerlerimizle:
Onlar her zaman sakindiler.
Bana gelince, söz veriyorum ki
öldüğüm zaman
bu kayalaşmış yüzümde,
bir kas bile titremeyecek,
ve emin olmak için şu anda
suskun bir iğrenmeyle,
dudaklarım kenetli,
dişlerim gıcırdamakta,
incinmiş ve üzgün olarak
ben de sakin durmaktayım.
Biz, ozanlar sizi destekleyeceğiz,
ama sıranız geldiğinde siz de bizi,
kilise kuleleri zıpkınımız,
sessizlik içimizi kemirmede,
ve sessizlik azarlamada bizi.
korkunçluğumuz gözlerimizde,
sessizlik azarlamada bizi.
Belki yalnız kalacağız,
ama son nefesimizde bile
sizden uzak olmayacağız.


Oldrich Mikulaşek
Çeviren: Sabri Koç

Anayurdum

Ansızın bir özlem sarıyor içimi, fısıldıyorum:
Anayurdum.

Yitirdik yolumuzu, yitirdik yolumuzu
Acılar ve hüzünler arasında,
Aşkımızı uzak şehirlere ünledik,
Şiirlerimizi solmuş güzelliklere adadık
Eski bir kaynağın yapraklarını hışırdatan
Bir rüzgarın kıyısında.

Hep beni bekliyordun bu arada,
Sadık yurdum, taşlı toprağım benim,
Patates tarlalarım,
Yoksulluğun boynu bükük yulafları,
Kara çalılar,
Yaban güllerinin ince güzelliklerini
İnatla koruyan fondalar.

Hep beni bekliyordun bu arada,
Bir kumaş dokuyarak
Kızlığının alçak gönüllü yüceliğinde,
Sen sevgililerin dillerindeki
Övgüleri bilmeyen anayurdum.

Sen çıplak ayaklı kraliçem,
Bembeyaz kuzuların çobanı,
Güneşte esmerleşen ermiş,
En güzel suların kıyılarında
Eteklerini toplamış çamaşırcı kadın.

Seni görüyorum
Evimin eşiğinde.
Batı ocaklarında bir ateş yanıyor,
Kıvılcımlar saçıyor göğe.
Bronz çanlar çalıyor şimdi,
Uykunun kanadı altına giriyor sonra.

Uykunun kanadı altında
Susuyor küçük kuşlar
Yumuşak yuvalarının boşluklarında.
Yalnız sen ayaktasın,
Gözlerine siper etmişsin ellerini,
Beklemekten ve özlemden boşalmış gözlerine.

Dilendiğim torbamı eşiğe atıyorum,
Asamı kırıyorum artık, yollarımın candaşını,
Çimenli kucağına düşüyorum yüzüstü,
Anayurdum.


Ian Kostra
Çeviren: Ülkü Tamer

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Dönüş

Bir yolcuyum, zavallı bir yolcu,
Eşiğime silkiyorum tozunu kunduralarımın.
Buruşmuş bir gazetede bir elmas taşıyorum.
Her şey hüzünlü ve gökte bir umut penceresi açmak istiyorum.

Yabanıl yığınlara açılacak bir pencere
Ve gözü hep üstümüze dikilecek,
Avuntunun ozonunu boşaltacak
Gurur kırıklığının ovalarında düzensiz ormanları koruyanlara,
kentlerin zavallı duvarcılarına,
parçalanmış, derileri yüzülmüş madencilere,
kentlerin karanlığında bunalmış oğullarımıza.

Dur yolcu, okşa çamların iğne yapraklarını,
bataklıktan çıkan bir at kuyruğu gibi
yel dağıtıyor yabanıl hindiba çiçeklerini.
Bakışın bulanık ve elin titrek.
Sen gezinirken büyüdü söğütler.

Yosunlu yamaçlarda kokusu köklerin
dönüyorsun bir dağ alabalığı gibi.
Korkma turna balığından, kaynaşan sulardan,
çok renkli sineklerin ölümcül gözlerinden.
Çalılığın sessizliği gizliyor ezincini.

Bakışın bir lamba gibi parlamalı.
Ellerin yaklaşmalı kemikli ellere.
Ateşin közlerinde bulmalısın sevinci.
Dağlar yedi kez selamlamalı seni.
O zaman canlı ufaklar açılır önünde.


Andrei Plavka
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Anne

Hiç dikkat ettin mi yatağını yapışına
yaşlı annenin,
bir tek buruşuk kalmasın diye
nasıl çeker, düzeltir, gerer çarşafını?
Soluk alıp verişi öylesine içten,
ellerinin hareketi, avuçları
o denli sevecen ki
geçmişte Persepolis'teki ateşi hala onlar söndürmekte,
şu an ise Çin kıyılarından ya da
bilinmeyen denizlerden kopup gelebilecek
bir fırtınayı onlar yatıştırmaktadır.


Vladimir Holan
Çeviren: Gürkal Aylan

Karşılaşma V

Bilinmeyen bir kentin kapısında
bir kadın yolumu kesti,
dedim ki ona: bırak geçeyim, ben girip
çıkıyorum yalnızca, girip çıkıyorum,
korkuyorum, herkes gibi karanlıktan.

Şöyle yanıtladı beni:
korkma, ışığı açık bıraktım!


Vladimir Holan
Çeviren: Gürkal Aylan

Arasında

Düşünce ile sözcük arasında
anlayabileceğimizden daha çok şey vardır.
Sözcük bulunmaz kimi düşünceye.

Bir atın gözlerinde yiten düşünce
bir bakarsın, bir köpeğin gülüşünde
çıkmış ortaya.


Vladimir Holan
Çeviren: Gürkal Aylan

20 Mayıs 2017 Cumartesi

Adsız

Belki de bugünkü kadar hiç
duyumsamadık avuçlarımızda
bize özgürlük getiren
kızarmış ellerin sıcaklığını.

Henüz yitmedi kulaklarımızda daha
yıpranmış silahlarının uğultusu.
Sokaktaki insanlarımızın kolları
Gene açık eskisi gibi kucaklamaya.

Yüzünüzde bunca gerçek gözyaşları,
kucak açtığında ölülerine toprağımız,
hala sıcak ve yakıcı gözyaşlarımız.
Evet, söylüyorum bunu bütün dünyaya!

Ve bütün yüreğimle haykırıyorum size:
Yaralamayın n'olur bu sevdayı!
Hayalleri paramparça olan ülkemizde
bir o kaldırabilir bunca acıyı.


Jaroslav Seifert
Çeviren: Özdemir İnce

Küçük Kızların Türküsü

Daha güzel ne var dünyada
küçük kızlardan başka
doğar doğmaz elma kokarlar
ballı süt karışımıyla.

Küçücüktür hepsi birer gonca
tenleri yaldızlanır
üç yaşlarında
belli belirsiz bir gölge
çizer saflıklarını.

Tertemiz gülerler
ve vücutlarından geçen dalga
durur kalır doruklarda
sonsuza kadar.

O zaman kızarır yüzleri
Ama bebekleri oynar onlarla
çocuk düşlerinde
ve gözlerinden öpmeye zorlarlar.

Artık ezilmiş akağaç yaprakları
kokar tenleri burcu burcu
ve biraz çevirseler başlarını
yürekleri küt küt atar.


Jaroslav Seifert
Çeviren: Özdemir İnce

Aşık Kadınlar

Coşkunuzdan bir gökkuşağı yapılırdı
güzel yavuklular
Biri beni bırakır bir başkası gelir aynı güzellikte
o da bırakır gider

Senin bana bıraktığını başkalarına veririm ben
Voltava pırıldar 
Ey sen kıskanç kadın geçer ve şarkı mırıldanırsın
ve çekip gidersin sonra

Üç renkli fiyonga karşılaştırılabilir aşkla
saçlar ağız gözler
Ölür ayak sesleri avlunun yankılanımında
mavi bir gökyüzünü andıran avluda

Ah başkalarının benden istediklerini
veremiyorum sana
Nice geceler boyu aradığım kadın
gelip kapıyı çalsana

Odamda kara bir bayrak dalgalanıyor mağrur
Yüzlerce yeni gökkuşağı ve yeni renkler
solsun
Sen gel baştan çıkarıcı kadın

Sen benim maça kızım Ey benim güzel kadınım
Ey Maria
Dinle piyanomun sesini senin içindir çaldığı
arya

Fiyongada yalnız bir tek kara kurdela kaldı
bir bez parçası işte
Sen de gittin ötekiler gibi tıpkı
Gittiler hepsi de


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Cantürk

Bulutlar

Sağ gözün öğle vaktidir gökyüzünün
En yüksek noktasındaki güneşi andıran gözbebeğiyle
Sol gözün öğle saatlerinde bir göldür
Ve bulutlar
Sanrılarındır senin
Aşkı düşündüğünde
Bir gemi geçer su üzerinden
Ya da Afrika
Korktuğun zaman sen
Akrep burcu çıkar bulutların içinden
Senin ellerini düşündüğünü balıklara göre anlarım
Bir evliliği düşlüyorsan eğer bin yapraklı gül açık eder bana
Aşk yorgunluğuyla masalsı kentler kurarsın
Tritonların kavgasıdır kararsızlıkların
Kederli misin bir mum yanar
Acele bir öpücük gönderirsin bana mühürlü bir mektubun
içinde

Çıngıraklar gibi ses verir sevincin
Tutkuya kapıldığın zaman
Bir çitin arkasına gizlenir bütün dünya
ne düşünüyorsun işte bir lamba
Yatmaya mı gidiyorsun bir gecelik görürüm
Ninni söyledin mi de birçok yeni doğmuş çocuk var yukarda
Senin uyuduğunu açık eder bana kuştüyü yastıklar
Güneş batar batmaz uyursun
Ve açarsın gözlerini uykunda
Sağ gözünü gökyüzüne dikip
Sol gözünü bir göle
Aydır gözbebeğin
Kararsız düşünün beyaza kesmiş ayı
Genç kızlık dönemini görürsün düşünde
Ve kargalar havalanır mermer bir şatodan

Düşünde görürsün ilk öpücüğünü
Ve bir kuyuya dalar bir akbaba
Evlendiğin geceyi görürsün düşünde
Ve can çekişir bir kuğu
Yaşlılığını görürsün
Ve bir yumak yuvarlanır toprağın üstünde
Bu gece senin için bir uykusuzluk gecesidir
Gökte bir tek bulut bile yok çünkü
Yalnız sabah yıldızı açık edecek bana gün ağarırken
ağladığını


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Canberk

19 Mayıs 2017 Cuma

Sıkıntı

Voltava'dır söyleyen bu sözsüz şarkıları
Voltava söylüyor ve ben yazıyorum güftesini
Gece ağlarını dökmüş ve av başlıyor
Daha da ışıltılı bir bayram gecesinden
Art arda ölüyordu yıldızlar derken
Beyaz balıkların sözsüz oyunu içinde kederle ve iç çekmeden

Gel sevimli Madelon gel Hedwige gel Clara
Voltava sarfa söyler Madelon gelmez ama

Döker yamaçlardan akan sularını Voltava
Boğulmuş kadınların üzerine sisini serer gece
ve ben işitilmez notaların sesleri gibi bulup çıkarırım onları
beyaz köpüklerin taçlandırdığı kasvetli duanın seslerini
Böyleydi ölümleri kadınların art arda
beyaz balıkların sözcük oyununda kara kralların kucağında
sözsüz bir aşk türküsü gibi geceleyin şenliklerin gürültüsü gibi

Gel sevimli Therese Marie Ninon Clara
Voltava şarkı söyler Madelon gelmez ama
Voltava'nın suyu üzerinde parıldıyor görkemli maskaralık
Ah şarkı söyleyebilsem mızıkalar çalgılar çalınınca
Kapkara kuyu bileziğinin altına serer ağlarını gece
Ölü ay şöyle bir bakar örtündüğü rahibe harmanisi altından
inci ışıltısını andıran havai fişeklerin sözsüz oyunu içinde
sözsüz bir aşk türküsü gibi yüzyılların uğultusu gibi
sizler gibi sevimli Therese Marie Manon Clara

Voltava şarkı söyler Madelon gelmez ama


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Canberk

Aşk

Gün yaş döker... Çiseler çayırın üzerine
Oğlanlar ve kızlar bağlamaya giderler ot demetlerini

Dönmezler geri
Çayır yeşildir gözler mavi
gözleri tıpkı bir tutam menekşe demeti
Oğlanlar ve kızlar sarmaş dolaş
Aşar başlarını menekşenin mavisi

Aşkla ve orakla yaşamak zor gelir bize
Aşkı yaralar keskindir orak
Çanın sesi duyulunca avlularda
Gözlerin bunca güzelliği kalmayacak

Er geç saat gelecek
gecenin içinde solan peygamber çiçekleri için
gelecek mutluluk saati
Küçük bir çocuk kaldırır başını yastığından
anne tutsaktır aynanın içinde

Acıdan ve güzellikten çatlar
acıdan çiçeklenir güzellik
Gökyüzü yıldızlarla dolu püskürtme
Gül rengi bulutlar döner otlamaya çayırda

Gece yaş döker... çiseler çayırın üzerine
Oğlanlar ve kızlar otların arasında öpüşmeye gitmişlerdi

Sabah çocukları açacak onlara kapıları
Döner mi oğlanlarla kızlar
Dönmezler geri


Vitezlav Nezval
Çeviren: Eray Canberk

Genesis ve Exodus

Dünyaya geldiğimde
Bezelye çorbası gibiydi ortalık sise boğulmuştu
Ve babam -olayı kutlamak için-
Kırmızı şarapla sarhoş olmuştu

Sakallı yüzünü bastırdı sonra
Kendinden geçmişçe oğlana
Yaptığı gibi mutlu anlarında
Kar örtmüştü tüm dağları
Ve kasırga ulumaları: Haho! Haho!

Kasırga değildi o
Gaklıyordu baykuş, kukumav ve karga
Dua ediyordu papaz üç yaşımda
Babamın mezarı başında

Acı günler başlıyordu
Bağrına basıyordu konu komşu
Annemin mezara konuşunu görmeyin diye
İyiliksever ellerde

Bağırıyordum lokomotife: Çabuk ol! Acele et!
Al götür beni dünyaya
Aklımı başıma toplamalıyım elbet
İsa gibi on iki yaşında

İsa gibi bundan böyle
Yeni bir anne aradım kendime
Başıboş yürüdüm ülkeden ülkeye
Bir yerlerde bekliyor olmalıydı
Sıpsıcak kalbiyle

Bekliyordum saygılı ve tok gözlü
Yeşerdikçe aramızda sevgi tohumu
Bir muştu, mutluluk ve huzur yüklü
Ve tüm nimetleri dünyamızın
Çeşit çeşit, küçüklü büyüklü

Diz çöktüm önünde askerlik şubesinin
Ağladım umutsuz ve içler acısı
Arındım ölüm korkusu
Mermiler, gülleler dolusu

O günden bu yana korkuyu attım
Sevme gücüm de kalmadı artık
Donmuş bakışlarım tarlalar arasında
Ve kilitli kalbim kül dolu kavanozda

Açıkça her bağıt, her yükümlülük
Hiçe sayılmışlıkta anlamsız ve boynu bükük
Ve yanılgılar büyük kapılar önünde
Sayısız kentte

Artık duygularımda değilim ben
Yargılarım yüzünden
Tüm sevgim yıldızlara artık
Ve kardeşliğim hane berduşlara

Çokça uğradığım bir eski katedral vardı
Günnük kokardı
Ve kaderine orada aralanırdı
Büyük kapısı gökyüzünün

Artık bağlanmıyorum bir noktaya
Tüm yeryüzünü kendimin sayıyorum
Coşturuyor uçsuz bucaksız dünya
Hala neden pişirilir tuğlalar
Bana gerekli değil artık bunlar
Terk edilmiş oteller yolda belde
Her yerde her yerde
Beni ağırlamaya hazırlar

Artık tanımıyorum ülkeyi
Sürmeyi, ekip biçmeyi, tomurcuk vermeyi
Geyikler, ayılar, kaplanlar vurdum her yerde
Mississippi'de, Ob'da ve Nil'de

Biricik tarla değil artık beni sınırlayan
Ağaç değil, çit değil, çit kazığı değil
Bir sarı başak. bir baş hayvan değil
Sirenler işaret verir durmadan
Rüzgar yön, denizler ses verir

Çelikten bir taya kurulmuşum
Gemim, benim kuğu kuşum
Dur, gelme, orda bekle! diyen yok
Bütün engellerden azat olmuşum

Böylece gidiyorum, Ah Tanrım
Nedir bu özlem, neden kararsızım
Senin ölümsüz annen
Açmadığı halde kucağını
Gemici gemisinden
Kucaklıyor yer yuvarlağını

Denizlerin şarkısı çınlıyor-bu sesle
Kül kavanozu açılıyor kalbime
Çözmek için deniz havasındaki gizemi
Başlıyor Allahın Ruhulkudüsü gibi
Asılıp kalmaya denizler üstüne

Haho! Haho! Böyle uluyordu rüzgar
Kaptan köprüde duruyordu
Ve genç dalgalar onu öpüyordu


Jan Smrek
Çeviren: Kemal Kandaş