Şiir, Sadece: Jules Supervielle şiirleri
Jules Supervielle şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Jules Supervielle şiirleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2017 Salı

Hasta

Öylesine kocaman öylesine kocaman ki gökyüzü
Nereye gideceğimi bilemiyorum
Öylesine derin ki okyanus bir avuç yer bile yok bana
Kent karmaşık mı karmaşık kırlarsa çok aydınlık.
Göğüm ben, suyum, kumuyum dört bir yanın,
Alışamadım mı dersiniz henüz yaşamaya
Somurtkan bir çocuk muyum artık oynamak istemeyen,
Unuttum mu acaba, bir öksürsem
Yetmiş yılım da öksürür benimle birlikte.
Sabahları uyandığım zaman
Çıkmıyor muyum azar azar tüm gövdemle
Seksen dördüncü yılında geçen yüzyılın
Yaşlıların yaratıldığı yüzyıldan?
Ama kim göze alır yaşlılıktan söz etmeyi
En kurnaz sözcükler teslim olurken kalemimin ucunda,
Hepsinin en korkuncu yaşlı sözcüğü bile
Bana döndürüyor yüzünü yepyeni bir günebakanın
Bir günebakan ki filinta gibi delikanlı.
Sessiz umutsuzluk baltası benim elimde
Sense kalmış umut türküleri çağırıyorsun.


Jules Supervielle
Çeviren: Özdemir İnce

Whisper in Agony

Şaşırmayın sakın
İndirin gözkapaklarınızı
İkisi de
Taş kesilinceye kadar.

Dilediğini yapsın kalbiniz
İsterse dursun
Kendisi için çarpıyor aslında
Kendi gizli yamacında.

Eller uzayacak uzayacak
Kendi buz sandallarında,
Ve çıplaklaşacak alın
Kocaman bir alan gibi
Boş, iki ordu arasında.


Jules Supervielle
Çeviren: Özdemir İnce

2 Aralık 2016 Cuma

Matematik

Bir sınıfta tam kırk çocuk dizili;
Bir kara tahta, üstünde bir üçgen;
Bir koca daire, sağır, çekingen;
Merkezi güm güm eder davul gibi.

Dilsiz, vatansız harfler küme küme.
Bekleşir dururlar, azap içinde.

Bir yamuğun yan kenarı tamtakır,
Bir ses yükselir yükselir, alçalır.
Azgın bir problem tutar yolunu,
Döner döner ısırır kuyruğunu.

Bir açının çeneleri gerilir;
Kurt mudur, köpek mi, neyin nesidir?

Ne kadar rakam varsa yeryüzünde
Üşüşmüş, karınca gibi, tahtaya;
Koşarlar bir yuvadan bir yuvaya,
Fal taşına dönmüş gözler önünde.


Jules Supervielle
Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu

Küçük Koru

Fransa'nın küçük bir korusuydum,
Kızıl yaban gelinciklerim vardı;
Talihten yana hiç gülmedi yüzüm,
Ah, keder başıma ne dertler sardı!

Korkum şu ki artık bir hatıradan,
Bir resimden başka bir şey değilim;
Yahut arta kalmış, bir maceradan;
Bir kokuyum belki, bilmem ki neyim?

Ben artık sadece bir kaç çocuğun,
Birkaç deli kadının aklındayım;
Onlar size daha iyi anlatır
Hikayemi, ben nasıl anlatayım?

Ama nerdeler onlar yeryüzünde;
Gidip bulasınız da sorasınız,
Bilirler ki yalan yoktur sözümde;
Bilirler, değilim asla umutsuz.

Küçük koruyken kayıp koru olmak!
Ah, ne kadar güçmüş meğer, Tanrım!
Köklerim her yana salmış dal budak,
Nasıl, nasıl olur da yok olurum?


Jules Supervielle
Çeviren: Orhan Veli

19 Kasım 2012 Pazartesi

La Pluie Et Les Tyrans

Je vois tomber la pluie
Dont les flaques font luire
Notre grave planète,
La pluie qui tombe nette
Comme du temps d'Homère
Et du temps de Villon
Sur l'enfant et sa mère
Et le dos des moutons,
La pluie qui se répète
Mais ne peut attendrir
La dureté de tête
Ni le cœur des tyrans
Ni les favoriser
D'un juste étonnement,
Une petite pluie
Qui tombe sur l'Europe
Mettant tous les vivants
Dans la même enveloppe
Malgré l’infanterie
Qui charge ses fusils
Et malgré les journaux
Qui nous font des signaux,
Une petite pluie
Qui mouille les drapeaux.


Jules Supervielle

18 Kasım 2012 Pazar

Alev Ucu

Bütün ömrünce
Bir mumla
Okumayı sevmişti
Ve sık sık elini
Geçiriyordu alevin üstünden
Kendini inandırmak için
Yaşadığına,
Yaşadığına.
Öldüğü günden beri
Yanında yanık
Bir mum bulunduruyor
Ancak saklıyor ellerini.


Jules Supervielle

17 Kasım 2012 Cumartesi

Bir Şair

Her zaman yalnız gitmem içimin derinliğine
Birden fazla canlı varlık sürüklerim kendimle birlikte.
Soğuk mağaralarıma girecek olanlar
Bir an için olsun çıkacaklarından eminler mi?
Batan bir gemi gibi gecemde, üst üste yığarım
Darmadağınık yolcularla denizcileri
Ve kamaralarda söndürürüm ışıkları gözlere
Dost edinirim büyük derinlikleri.


Jules Supervielle

16 Kasım 2012 Cuma

Yağmur Ve Zorbalar

Yağan yağmuru görüyorum
Birikintileri büyük gezegenimizi
Işıl ışıl yapan,
Aydınlık yağan yağmuru
Homeros ve Villon
Zamanından beri
Çocuğun ve anasının
Ve koyunların üstüne yağan,
Yinelenen yağmuru
Ne dik kafaları
Ne zorbaların yüreğini yumuşatan
Ne de doğru şaşırmayı kayıran
İnce bir yağmur
Avrupa’ya yağan
Bütün canlıları
Aynı kefeye koyan
Silahlarını dolduran
Piyadelere karşın
Bize sinyaller gönderen
Gazetelere karşın
Bayrakları ıslatan
İnce bir yağmur.


Jules Supervielle
(1925)

15 Kasım 2012 Perşembe

Lautreamont'a

Senin çıkacağını sanarak toprağı kazmaya koyulduğum her yerde
Evleri ve ormanları itekliyordum arkasını görmek için.
Kapılar ve pencereler açık, bütün gece kalabilirdim
Dokunmak istemediğim iki içki kadehi karşısında.
Ancak gelmiyordun sen, Lautréamont.
Çevremde inekler uçurumların önünde açlıktan ölüyorlardı
Ve inatla sırtlarını dönüyorlardı en otlu otlaklara,
Kuzular sessizce dönüyorlardı ölen analarının karnına,
Köpekler arkalarına baka baka çekip gidiyorlardı Amerika’dan
Çünkü konuşmak isterlerdi yola çıkmadan önce.
Kıtada yalnız kalıp karşılaşmaların en kolay olduğu
Uykuda seni arıyordum.
Bir sokağın köşesinde beklenir, öteki hemen gelir.
Ancak gelmiyordun sen,
Lautréamont,
Kapalı gözlerimin ardında.

Fernando Noronha tepesinde karşılaşıyordum seninle
Bir dalga biçimindeydin, üstelik özü sözü bir, üstelik ölçülü
Günleri kısa Uruguay’a doğru akıp gidiyordun.
Öteki dalgalar uzaklaşıyorlardı senden mutsuzluklarını selamlamak için,
Onlar ki yalnızca on iki saniye yaşarlar ve ölüme yürürler
Onları eksiksiz veriyordun
Ve gözden yitiyor gibi yapıyordun
Dönem arkadaşları seni öldü sansınlar diye.
Başkalarının köprü altında yatması gibi, okyanusu yuva diye seçenlerdendin
Ve ben kara gözlükler ardında saklayamıyordum gözlerimi
Kadın ve mutfak kokusunun dalgalandığı bir yolcu gemisinde.
Tangonun dokunuşlarına karıştığına öfkeli direklere yükseliyordu müzik ,
Canlıların kanı akan yüreğimden utanıyordum,
1870’te öldüğünden ve döl suyundan yoksun kaldığından beri
Bir dalganın biçimini alıyorsun umurunda olmadığına inandırmak için.
Öldüğüm gün senin bana geldiğini görüyorum
Erkek yüzünle.
Göğün yüksek keseklerinde gezdiriyorsun çıplak ayaklarını
Ancak uygun uzaklığa varır varmaz
Birini fırlatıyorsun yüzüme,
Lautréamont.


Jules Supervielle

14 Kasım 2012 Çarşamba

Gecenin Ziyareti

Taraça ya da balkon, ayak bastım
Her şeyin bilindiği tam yere,

Uzun zaman bekledim, bedenimden utanarak
Günlük güneşlikti ve yaklaşıyorduk.

Evet, geceydi gelen kadın kılığında
Titreyen, güneşte keklik gibi,

Örtüsüne pek az sığan, içinde
Yüreğinde bile başıboş dolaşan.

İşaretler yaptığımda bakıyordu
Başka yerleri görüyordu ancak.

Kımıldamıyordum artık onu inandırmak için
Ne ki sessizlik ulaşmıyordu kendisine.

Mırıltıları gibi karanlık hareketleri
Bir başka yere istiyorlardı beni.

Sonsuza değin düşkırıklığına uğramış insan
Adımıyla gidince güneş, uzaklaştı gece.

Sokağın ucuna ekledi ateşli
Başdönmesini, aralıklı biçimini.

Her gece olduğu gibi yıldız yıldız ışıldadı
Kimsenin görmediği gözleriyle

Ve o günden bu yana boyun eğiyorum gölgelerime.


Jules Supervielle

13 Kasım 2012 Salı

Çağrı

Kara giysili hanımlar kemanlarını aldılar
Sırtları aynaya dönük çalmak üzre

En güzel günlerde olduğu gibi siliniyordu rüzgar
Karanlık müziği daha iyi duymak üzre

Neredeyse birden büyük bir unutuşa büründü
Sustu keman kadınların kollarında

Uyuyakalan çıplak bir çocuk gibi
Ağaçların ortasında

Hiçbir şey canlandırmamalı gibi görünüyordu
Devinimsiz yayı, mermerden kemanı

Ve bu derin uyku sırasında biri bana fısıldadı:
“Yalnız siz yapabilirsiniz, gelin hemen.”


Jules Supervielle

12 Kasım 2012 Pazartesi

Yüzler

Elimde olmadan yüzleri
Kartlar gibi karıyorum
Ve hepsi benim için değerli.
Bazen biri yere düşüyor
Ve ne etsem eylesem
Kart yitip gidiyor.
Daha başka bir şey bildiğim yok.
Güzel bir yüzdü yine de,
Çok seviyordum.
Öteki kartları karıyorum.
Odamdan kaygılı,
Yüreğim, söylemek istiyorum,
Sürdür yakmayı da
Bu kartı değil,
Bir başkası geçti onun yerine:
Yeni bir yüz bu,
Oyun eksiksiz kalıyor
Ancak hep sakat.
Bildiğimin hepsi bu
Kimse daha fazlasını bilmiyor.


Jules Supervielle

11 Kasım 2012 Pazar

Tanrısız

Yıldızlar arasında ilerliyorum iki kör köpekle
Yolumu aramak için bazen birbirine yaklaşan.
Yeryüzüne benzeyen bir şey görünmüyor buradan
Ancak bir tuzla kokusu geliyor dudaklarıma
Neredeyse insan bir kuş gibi kafesinde
Başımda dönen bir ses duyuyorum.
Her günkü yüreğim, burada karadır tansökümü,
Taşan gök altında yanmak istiyor boşu boşuna.
Gecenin kırağısı felç ediyor havayı,
İlerliyorum ve bin kez çıplak duyumsuyorum kendimi.
Böğrümü, sırtımı, başımı ve göğsümü
Bana yakın olan Yabancı’nın mızraklarına vererek
Gidiyorum gözlerimin tanrının izlerini görmediği
Bulutlu bir toprağa ayak basarak
Ve arkamda yalnızca başdönmesinden kalanı bırakarak
Uzaklarda yarası zorlukla kapanacak.

Aç zürfalar
Ey yıldız yalayıcılar,
Çayırın kargaşasında
Sonsuzluğu arayan öküzler,

Onu koşuda yakalayacağını
Sanan tavşanlar,
Altınızda saklandığını
Bilen kökler,

Ne oldunuz, yitmiş,
Kara kumlardan başka
Desteği olmadan yaşayan
Benim için?

Bazen hava kasılır
Biçim alana kadar.
Ruhun iki yanında
Ne çıkacak ortaya?

Yeryüzü anıları
Ne ad verirsiniz bir ağaca,
Plajda bir dalgaya,
Uyuyan bir çocuğa?

Yatıştırmak isterdim
Sızlanan belleğimi
Sabırla bir öyküyü
Anlatmak isterdim.

Uzayda bir tek benim yolumu yitirdiğimi sanan
Dostların çevremde başıboş dolaşan elleri
Beni arıyorlar tam yeri bulamadan ve yola çıkıyorlar
Açıkta kaçıp giden Yeryüzü’ne doğru.
Köklerinden yoksun bir palmiyenin yaprağı
Durmadan bir şarkı mırıldanıyor kulağıma.
Yanıbaşımdaki gök tedirgin ediyor beni, yalan söylüyor,
Arkada donup kalmış iki köpeğimi aldı elimden,
Kan yitirişlerini, kımıldamadan havlayışlarını duyuyorum,
Toplanıyorlar yıldızlar ve zincir uzatıyorlar bana.
Uslu uslu bileklerimi uzatmam mı gerek?
Yaza inandırmaya çalışan bir ses
İnsan yorgunluğuma bir park sırası betimliyor.
Gökyüzü hep burada, yolunu kazıyor,
İşte göğsümdeki kazma darbelerinin yankısı.
Ey alçak gök, dokunuyorum sana ellerimle
Ve başım önde dalıyorum göksel madene.


Jules Supervielle

10 Kasım 2012 Cumartesi

Yürek

Pilar’a


Bilmiyor adımı
Ev sahibi olduğum bu yürek,
Bir şey bilmiyor hakkımda
Yaban bölgelerden başka.
Kandan yapılma yüksek platolar,
Yasaklanmış kalınlıklar,
Nasıl fethetmeli sizi
Ölüme atmadan?
Nasıl yukarınıza çıkmalı
Gecemin ırmakları
Kaynaklarına dönen
Balıksız, ancak yakıcı
Ve yumuşak ırmaklar.
Çevrenizde dolanıyorum
Elime geçiremiyorum,
Uzak plajların gürültüleri,
Ey toprağımın akıntıları
Açıklara kovuyorsunuz
Oysa sizim ben
Sert kıyılarım,
Ömrümün köpükleri
Sizim ben.

Güzel kadın yüzü,
Uzayla çevrili beden
Bir yerden bir yere giderek,
Nasıl yaptınız
Girmek için bu adaya
Benim giremediğim
Ve her gün
Daha sağır ve garip
Oraya ayak basmak için
Evinize girer gibi
Uzatmak için elinizi
Bir kitap almak ya da
Pencereyi kapatmak
Zamanı olduğunu anlayarak.
Gidiyor, geliyorsunuz
Acele etmiyorsunuz
Yalnız bir çocuğun gözleri
Sizi izliyormuş gibi.

Tensel kubbe altında
Kendini yalnız sanan yüreğim
Mahpus, çırpınıyor
Çıkmak için kafesinden.
Ona diyebilseydim
Bir gün dilsiz
Ömrüne çepeçevre
Bir çember yaptığımı!
Apaçık gözlerimden
Dünyanın acısını
Onun içine indirtebilseydim
Ve sollayan her şeyi,
Dalgaları ve gökleri,
Başları ve gözleri!
En azından solgun
Bir mumla aydınlatırdım
Gösterirdim ona gölgede
İçinde yaşayanı
Hiç şaşmadan.


Jules Supervielle