Şiir, Sadece: Kore Şiiri
Kore Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kore Şiiri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Aralık 2017 Cuma

Küçük Muniyi Köyü

Küçük Muniyi köyünde gördüm
Yüreğimde, tir tir,
Görmedik, bilmedik bir yol
Kavuşacakmışçasına
Yollara tür tür.
Ölüm ister ki bu evren
Kendi gibi yaslı olsun.
Kuru bir sesle çağırsam
Kulak asmaz:
Yolların bittiği o yerde egemen soğuk.

Ah yaşam köyler kurar:
Onlar ölüm yoğurur.
Kar yağar
Kar yağar ...
Kavuşturunca kemikli kollarımı
Yakın gelir bana çok
Uzak dağlar.

Ey Muniyi'nin karı
Daha ne örteceksin
Ölümü örttükten sonra ..?

Küçük Muniyi köyünde kışın
Ölümü gördüm bir ölüyü canlı gibi ağırlayan.
Duymazlıktan gelip sesimi
Sonunda dönüp de bana bakan.
Kar yağar durmaksızın
Gerçeğin küçük bu evren üstüne.
Ey Muniyi'nin karı
Daha ne örteceksin
Ölümü örttükten sonra?


Ko İn
Çeviren: Melih Ercin

30 Kasım 2017 Perşembe

Deniz Kıyısı

Kuzey illerinin deniz kıyısında
Lapa lapa yağan kan görüyorum hastanenin kafesli
penceresinden

Külrengi bir deniz
Sessiz bir öğle sonu denizi
Sürdürüyor sonsuz bekleyişi

(Ah, ne kadar güç bu)

Uzun dalgakıranın ucunda
Kara gözleri, eskisi gibi
Yanıp sönen bir fener.


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Eizan Irmağı

Koreli kadıncıklar giysi yur
Sabahtan akşama kadar
Bugün de aynı nakarat işte.
Tokmaklar vururlar giysileri
Batırırlar çıkarırlar
Gözyaşlarına
Irmağın kıyısında.
Giysiler
Süngülenmiş, vurulmuş
Kocalarının ceketi, gömleği.
Yürek yanmazdı
Yabancı düşmanlar edeydi bunu
Ama bunu
Kore'li kardeşleri yapmış.
Giysiler
Kore'yi yaşanacak
Daha iyi bir ülke
Yapmak istediler diye
Yakalanıp yakalanıp deliğe tıkılan
Oğullarının pantolonları.
Giysiler yırtık pırtık
Dilleri olsa neler anlatırlardı.
Katmerli
Yoksulluktan mutsuzluktan
Renkleri atmış giysiler.
Ah bu bahtsız kadıncıkların
Aydınlıksız yaşamlarında
Gönüllerine su serpen tek varlık,
Tek arkadaşı bu giysiler işte,
Soylarını - saplarını yur
Kore'li kadıncıklar
Tuzlu tarihlerini yur
Kore'li kadıncıklar
Irmağın kıyılarında.


Nam Gi Ho
Çeviren: L. Sami Akalın

Ters Orantı

Senin sesin Sessizlik mi
Şarkı söylediğin zamanlar
Şimdi derinden duyuyorum onu
Senin sesin Sessizlik

Senin yüzün Karanlık mı
Kapayınca gözlerimi
Pırıl pırıl gördüm onu
Senin yüzün Karanlık

Senin gölgen Aydınlık mı
Kara pencereler üstünde
Parlar öylece gölgen
Senin yüzün Karanlık

Senin gölgen Aydınlık mı
Kara pencereler üstünde
Parlar öylece gölgen
Senin gölgen Aydınlık


Han Yong - Un
Çeviren: Coşkun Zengin

6 Ekim 2017 Cuma

Bir Sesin Öyküsü

Uzun süredir, Seul'un orta yerinde
Seslerin en garibini duymakta insanlar.
Kimileri çınar yaprakları gibi titreyip
Soğuk terler döküyor bu sesi duyduklarında ...
Garip bir iş bu; daha da garibi,
paralı herifler bunlar, hani o gerçek
para-babalarından.
Güm.
- İşte, o ses.
Güm.
Gözyaşartıcı bir bomba mı atılan?
Yok.
Güm.
Savaş mı başladı? Atom bombası mı
gene patlayan? Hirohito'nun osuruğu mu? Nixon'un aksırığı mı?
Yok.
Güm.

Tören kıtası kodamanları mı selamlıyor atışlarla
T'ien-An-Men Meydanında?
Değil mi? Ne öyleyse?
Güm.
İşte gene, duydunuz mu?
Güm.
Bilen var mı içinizde, nereden doğduğunu bu Güm sesinin?
Gümgüm, Güm.
Kulak verin ey insanlar, dinlemeye hazırlanın
bir sesin öyküsünü.

Rusya'da değil, Çin'de, Japonya'da,
Amerika'da da değil, burda, Kore'de,
Seul'un doğu kesiminde,
tozun dumana karıştığı Ç'ongiangni'de,
ötesinde kömür karası suların aktığı
o Çongnang Deresi'nin.
İki kıyısı boyunca sıkış tepiş,
her yanına kayık evler tünemiş, öbek öbek,
takırdayarak, sallanarak bir o yana, bir bu yana
yanlarından eserek geçen en hafif rüzgarda.
Arkalarda bir yerde, en karanlık köşesinde
en yıkık dökük kayık evin
Ando oturuyordu, köyden inip gelmişti buraya
yenmek için kör talihini

Eşek gibi çalışıyordu Ando,
Ama bir farecik gibi ürkekti, temizdi
bir kuzu gibi - kimseye zararı olmayan
dürüst yaşamak için yasalara gerek duymayan insanlardan
Ama feleğin garip bir cilvesi,
önceki yaşamdan artakalan o iğrenç miras
kurutuveriyordu
neye atsa elini.

Dan, Dan, Dan.
"Yok, yapamazsınız!"
Çatçut.
"Şeyim gitti! Yapmayın!"
Çatçut, çatçut.
"Taşaklarını gitti! Durun! Yapamazsınız! Yapmayın!"
Çatııır, Çutur.
"Boynum, boynum! Nerde ... ?"
Katır-Kutur!
"Ah olamaz! Bacaklarım da gitti bir vuruşta!"
Sonra kollar bağlandı arkadan;
deriden bir ceket;
bağırmayı engelleyen araç iyice tıkıldı içeri...

İşte böylece, acımasızca attılar zavallı Ando'yu yosunlu,
karanlık ve havasız hücreye.

Şangır-Şungur! Kilitlerin sesi yankılandı
yankılandı durdu hapishanenin dehlizlerinde ...

Yok!
Olamaz bu! Olamaz!
Nasıl olabilir?
Nasıl?

Aç bilaç, paçavralar içinde, ölesiye çalıştım;
İtilip kakıldım, bir tek laf etmedim.
Dinlenecek, uyuyacak, şöyle uzanacak zaman bulamadım.
Öyleyse neden oldu bütün bunlar?
Nasıl korkunç bir suç
işledim de yedim bu dayanılmaz cezayı?

Ey yükseklerden uçan kazlar!
Siz bilirsiniz benim içimi.
Söyleyin hadi bana: akdarı saplarının
gölgelerinin uzadığı yerde
yakıcı günışığında
yeni yapılan yolun orda,
hala duruyor mu anam öyle,
yolumu gözleyerek?
İçin için ağlayarak,
süresini çoktan doldurmuş
giysileri içinde, bakışları
uzanıyor mu zaman zaman
Seul'e doğru?

Sevgili anacığım, döneceğim yurduma;
döneceğim, ölsem bile.
Cesedimi lime lime ayırsalar
bin parçaya, on bin parçaya
gene döneceğim.
Bu duvarın içinden,
öbürünün üstünden,
gerekirse bir ruh gibi
geçeceğim, aşacağım
bu kırmızı tuğla duvarları.

Döneceğim, anacığım;
ölsem bile, döneceğim, inan.

Ando ağlayarak söylemek isterdi bu türküyü,
ama ne gözyaşları kalmıştı artık ne de sesi.
Gözyaşı dökmeden, sessizce, içinden
yüreğinden söyledi her gece, kıpkırmızı, kan rengi türküsünü
Hayır! Hayır! HAYIR!
At kendini, öyleyse,
yuvarlan yerde, hadi,
vurarak bedenini
Güm.
duvarlara attı kendini:
Güm,
Gene, sonra gene bir daha
Güm, Güm.

Uykuları kaçıyordu kimilerinin duyunca
yükselen bu sesi,
paralı insanlardı bunlar, hani geçip giderken
rüzgarlarıyla insanı sarsan. Kesin buyruk gönderdiler
idam edilmesi için adamın, ama gene
Güm
Garip bir iş bu, nasıl da deliye çeviriyor bu ses
kimi insanları.

Güm Güm:
Güm.
Şimdi bile duyabilirsiniz bu sesi, hiç durmadan,
gece gündüz.
Kimileri var, bir hayaletin işidir diyor buna;
Kimileri de size Ando yapıyor diyecektir, bir yerlerde
hala yaşamakta olan;
ve hiç durmadan kendini duvarlara çarpan.

Gizlice yayıyor insanlar söylentiyi, kulaktan kulağa,
Gözlerinde garip ışıklar çakmaklanarak.


Kim Çi Ha
Çeviren: Yurdanur Salman

Güz

Kaynayan kanını gördük gençliğin
Nisan ayının uyanışında.
İşte geldi güz ve şiirim
Duino'nun eski manastırlarında
Rilke'nin duyduğu acılar için
Saçıyor kadınsal gururu.
Ürün yok, tatlılık yok,
keseceğim doygunluğu
Fakat kurşunun karanlığı
Nisan' da kaynatıyor gençliğin kanını
karanlığın sessizliğidir
Güz gelince ortalığı saran.


Kim Chun-Su
Çeviren: Muzaffer Uyguner

İncir Ağacı ve Şiir

Solgun bir kış göğü
Kapkara bir derinlikle
Maviliğin genişliği arasında
Belirsiz bir renk içinde
çırılçıplak incir ağacı
Yapraksız ve meyvesiz.
Hangi şiir yalan ya da uzak
Ağacın kış çıplaklığına?
Düşüyor yapraklar ve meyveler
Zamanı gelince.
Hangi şiir yakın ya da uzak
Ağacın kış çıplaklığına?


Kim Chun-Su
Çeviren: Muzaffer Uyguner

5 Ekim 2017 Perşembe

Çiçek

Adını söylemeden önce
Bir hiçti o
Özlemdi yalnızca.

Adını söyleyince
Geldi bana
Çiçeğim oldu.

Ne zaman söylesem adını,
Tatlı bir ses duyarım
Adımı fısıldayan.

Bu renk, bu koku,
Ona yaklaşınca
Bir çiçek olur ses.

Bir şey olmayı özleriz hep -
Bir anlam olmayı sözgelişi,
Ben de sen olmayı


Kim Chun-Su
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Eski Posta Kartı

Bütün gün yağmur yağdı.
Gemilerin gidip geldiği liman sessiz
Bir Güney treni hızla gidiyor.
Üçüncü mevkiin dar penceresinden
Akıyor yağmur suları;
Akvaryumda yüzen kağıt bir gemi gibi
Filizlenmiş arpa tarlaları görünüyor;
Kavaklar görünüyor; eski dağ silsileleri görünüyor.

Konuşulduğu halde uyku hali var içerde,
Ben de
Orta Asya kıyılarını düşünerek
Yumuyorum uykulu gözlerimi


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Çiçek Açmış Manolya

Felsefeye giriş sanma bunu.
Gelinlik tülünü açan bir manolyadır bu.

Hüzünlüydü geçip giden güney yeli
Ve bilinmez bir anı gibi uçup gitti.

Ullam, Beatrice'den daha güzeldi
Ak giysiler giydiğinde, manolya açtığında.

Büyüleyici çelengiyle
Gelmeyen Nisan'ı bekleyip durdu.

Geçip gitti o güzellikler
Yapayalnız kaldı şimdi


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

3 Ekim 2017 Salı

Kıyı

Deniz
Azgın deniz
Kıyıya vurup duran su; gelip giden su!

Sonra
Yine Özler
Yine gelip gider!

Aşınmış kıyıda bir yalnız fener
Yanıp söner
Hiç kimse de yok denizde!

Deniz
Azgın deniz
Kıyıya vurup duran su; gelip giden su!


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Sarmal Kabuk

Kıyıda
Bir sarmal kabuk
Tek başına

Boş umutla
Öyle yapayalnız büyümüş
Sarmal kabuk gizlice
Özlemiş derinlikleri

Güneş ve ay batmış çoktan
Kabuğun düşleri
Yok olmuş deniz sularında
Büyük denizin kıyısında
Günler boyunca
Sarmal kabuk
Tek başına


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Anı

Unutmak istiyorum
Deniz kıyısında yürüdüğümüz günleri

Bir gün
İki gün
Üç gün

Yaz gelir
Güz gelir
Her şeyi denizden toplayıp kış gelir

Unutmak istiyorum
Deniz kıyısında yürüdüğümüz günleri

Bir gün
İki gün
Üç gün.


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

2 Ekim 2017 Pazartesi

Dostlara Özlem

Oy kardeşim benim
İşitir misiniz işitir misiniz
Söylediğim şarkıyı öylece hafif ten
Saygılı bükülmüşlüğümce diz çökmüşlüğümce
Yıkık duvarlar altında oturup

Hey benim kardeşlerim
Duyar mısınız kokusunu duyar mısınız
Kokulu dallara yönelmiş baharların
Titrek parmaklarımca yanmışlığını
Duyar mısınız
Bin parça buhurdanlarda.

Oy benim kardeşlerim
Görür müsünüz görür müsünüz
Durup beklediğimi
Kentlerin ötesinde ağlamaklı
Bu deli özlem büyür de büyür
Küçücük bir yer için
Yüreciğinizde.


Lee Kwang - Su
Çeviren: Coşkun Zengin