Şiir, Sadece

23 Ocak 2016 Cumartesi

Nortumbria, İ.Ö., 900

Alicia Jurado’ya


Gün doğmadan önce atın, parçalasın onu kurtlar;
En kestirme yol kılıç.


Jorge Luis Borges
Onbeş Sikke
Sonsuz Gül

22 Ocak 2016 Cuma

Yaradılış, IV, 8

Alicia Jurado’ya


Başlangıçtaki çölde oldu.
İki kol koca bir kayayı fırlattı.
Bir çığlık bile duyulmadı. Kan döküldü.
Şimdi aklıma gelmiyor, Habil miydi, Kabil mi?


Jorge Luis Borges
Onbeş Sikke
Sonsuz Gül

Önemsiz Bir Ozan

Alicia Jurado’ya


Hedef unutmaktır.
Daha önceden varmıştım.


Jorge Luis Borges
Onbeş Sikke
Sonsuz Gül

Asterion

Alicia Jurado’ya


Yıl insandan besinimi bağışlar bana
Ve sarnıç su dolu.
Bende düğümlenip kavuşur taş döşeli yollar.
Yakınabileceğim ne var sanki?
Günbatımlarında
Boğa başı ağır gelir biraz.


Jorge Luis Borges
Onbeş Sikke
Sonsuz Gül

21 Ocak 2016 Perşembe

Yağmur Yağıyor

Alicia Jurado’ya


Hangi dün, Kartaca’nın hangi avlularına acaba,
Yağıyor mu işte bu aynı yağmur?


Jorge Luis Borges
Onbeş Sikke
Sonsuz Gül

Çöl

Alicia Jurado’ya


Zamansız kalmış uzam.
Yukarıda kum rengi ay.
Şimdi, tam şu anda,
Metaurus ve Trafalgar’da ölmekte insanlar.


Jorge Luis Borges
Onbeş Sikke
Sonsuz Gül

Doğulu Bir Ozan

Alicia Jurado’ya


Yüz güz art arda baktım
İncecik puluna.
Yüz güz art arda baktım
Adaların üstünde beliren ebemkuşağına.
Yüz güz art arda dudaklarım
Bundan daha sessiz, kalmamıştı hiç.


Jorge Luis Borges
Onbeş Sikke
Sonsuz Gül

20 Ocak 2016 Çarşamba

Oyum Ben

Ben kardeşinin imgesini ya da gövdesini
(ikisi de aynı şey) sessizliğin ya da kadehinin
aynasında izleyen o boşyüce gözlemciden
daha az boşyüce olmadığını bilen biriyim.
Ben, benim suskun dostlarım, salt unutuştan
başka bir öç ya da bağışlanma olmadığını
bilen kişiyim. Bir tanrı bu garip
Çözümü sunmuş her türlü insan kinine.
Bunca gezip dolaşmama karşın, tekil, çoğul,
Yorucu, garip, kendimin ve başkasının
Zamanının labirentini bir türlü çözemedim.
Hiç kimse değilim ben. Kimseye kılıç çekmedim
savaşta. Yankıyım, unutuşum, hiçliğim ben.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Bülbüle

Hangi gizli İngiliz gecesinden
ya da sadık, ölçü tanımaz Ren’den,
uzun gecemin geceleri içinde yitip
cahil kulağıma ulaşmış olabilir
efsaneler yüklü sesin
ey Vergilius’un ve Perslerin bülbülü?
Belki de hiç duymadım seni, oysa
hayatım hayatına bağlı, ayrılmazcasına.
Senin simgen gezgin bir ruhtu
Bir bilmeceler kitabında. El Marino
Ormanların sireni adını taktı sana;
Jüliet’ gecesi boyunca şakıyorsun sen,
Anlaşılmaz Latince sayfalar arasından
ve çam ormanları içinden Heine,
Almanya’nın ve Yudea’nın o öteki bülbülü,
alaycı, ateş kuşu, hüzün kuşu diyor sana.
Keats herkes adına dinledi seni, her zaman.
Yeryüzünde insanların sana verdikleri
Adlar arasında biri yok ki
Erişmek istemesin senin şakıyışına,
Ey karanlığın bülbülü. Müslüman
Seni düşledi zevkten çılgın, göğsü kanının
Kızarttığı gülün dikeniyle yaralı. Özenle
Yazıyorum bu şiiri akşam karanlığında,
Ey çöllerin, denizlerin bülbülü,
Bellekte, coşku ve masallarda
Aşkla yanasın, büyüleyen sesinle ölesin diye.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Kılıçlar

Gram, Durendal, Joyeuse, Excalibur.
Eskilerden kalma savaşları
Tek belleğimiz olan şiirlerde kol geziyor.
Evren bir kuzeye bir güneye saçıyor onları.
Bugün artık toprak ve bir hiç olmuş erkek elinin
Ustalığı çekişmektedir kılıçta;
Demirde ya da tunçta, o ilk gün
Ademin kanı olan şu kılıç yarası.
Ta uzaklardan, bu sayıp döktüğüm kılıçların
Yiğitlik öyküleri, sahipleri canına kıymış
Kralların ve yılanların. Başka tür
Kılıçlar da var, duvardakiler ve yakındakiler.
Kılıç, bırak da seninle bu sanatı deneyeyim;
Seni kullanmayı hak etmemiş olan ben.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

19 Ocak 2016 Salı

İntihar

Tek yıldız kalmayacak gecede.
Gece kalmayacak.
Ben ölürken dayanılmaz evren de
tüm varlığıyla ölecek benimle,
Sileceğim piramitleri, madalyaları,
Kıtaları ve yüzleri.
Sileceğim geçmişin birikimini.
Toz edeceğim tarihi, tozu toz.
Son günbatımını seyrediyorum şimdi.
Son kuşu dinliyorum.
Kimseye hiçbir şey bırakmıyorum.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Bizon

Dağlık, puslu, anlaşılmaz,
Sönmeye yüz tutmuş kor kızılı,
İri yarı, ağır aksak dolanıyor başı boş
Yalnızlığında tükenmeyen bozkırının.
Silahlanmış alnını yukarı kaldırıyor. İçinde
Uyuklayan öfkesiyle bu çağlar öncesi boğada
Vahşi batının kızıl derililerini görüyorum
Ve Altamira’nın yitmiş insanlarını.
Sonra bakıyorum, izgesini yansıtan aynası
Bellek olan insanca zamanı yok sayıyor.
Ne zaman umurunda onun ne de geçmişten
Bugüne akan yaşamı, öylesi değişken ve boş.
Zaman dışı, sayıya vurulmayan, sıfır,
En sonuncu bizon bu ve ilki


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Pars

Güçlü parmaklıkların ardında pars
Tekdüze yürüyüşünü sürdürecek
Kara bir kuyum, hüzün ve tutsaklık
Olan yazgısına (kendisi habersiz).
Binlercesi gelir geçer ve binlercesi
Geri döner, ancak tek ve sonsuzdur
Ölümcül Pars, Yunanlının düşüne giren
Ölümsüz Akhilleos’un tasarladığı
yolu tasarlarken, ininde.
Çayırlardan ve dağlardan habersiz,
Titreşen iç organları
Kör boğazını doyuracak geyikleriyle.
Gökyüzü boşa değişir durur. Herkesin
Payına düşen yolculuk önceden belirlenmiştir.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

18 Ocak 2016 Pazartesi

Döküm

Tırmanmak için bir merdiven dayamalı. Bir basamak eksik.
Ne arar insan tavanarasında
Dağınıklığı artıracak bir şeyden başka?
Küf kokusu sinmiş havaya.
Çöken akşamın ışığı sızıyor aralıktan.
Tavan kirişleri hemen tepemizde ve döşeme çürüyüp yıpranmış.
Ayak basmaya kalkışacak yok.
Kırık dökük bir adet katlanır yatak
Bir iki tane beş para etmez alet.
Rahmetlinin tekerlekli iskemlesi.
Bir adet abajur ayağı.
Paraguay işi, yarı sökük, püsküllü bir adet hamak.
Araç gereç ve kağıtlar.
Bir adet gravür, Aparicio Saravia’nın kurmayları.
Bir adet eski kömür ütüsü.
Durmuş bir saat, sarkacı kırılmış.
Yaldızları dökülmüş bir çerçeve, içi boş.
Mukavvadan bir satranç tahtası, birkaç kırık taş.
İki bacaklı bir adet mangal.
Deri bir sigara tabakası.
Küflenmiş bir adet kitap, Foxe’un Şehitler Kitabı’nın gotik harfli ustalıklı bir baskısı.
Artık kimin olduğu anlaşılmayan bir fotoğraf.
Tarazlanmış bir post, bir zamanlar kaplan derisiymiş.
Kapısını yitirmiş bir adet anahtar.
Ne arar insan tavanarasında Dağınıklığı artıracak bir şeyden başka?
Unutuşa, unutulmuş her şeye dikiyorum ben bu anıtı.
Kuşku yok, daha dayanıksız tunçtan ve kaynayıp gidecek ötekiler arasında.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Browning Şair Olmaya Karar Veriyor

Londra’nın bu kızıl labirentlerinde
bakıyorum en garibini seçmişim insan
uğraşlarının, bir bakıma hepsi de,
kendine göre, öyle olsalar bile.
Ele geçmez cıvada
felsefe taşını arayan
simyacılar gibi
sıradan sözcükler yapacağım
-hileli kumarbaz kâğıtları,
halkın uydurduğu sözler-
Thor esin ve patlama,
gök gürlemesi ve tapınmayken
onları büyülerinden vazgeçireceğim.
Bugünün deyişiyle,
sırası gelince ben de
ölümsüz sözler söyleyeceğim;
daha değersiz olmamaya çalışacağım
Byron’un yüce yankısından.
Yaralanmaz olacak ben olan bu toz.
Bir kadın aşkımı paylaşırsa,
şiirim onuncu katına değecek eşmerkezli göklerin;
bir kadın omuz silkerse aşkıma,
ezgiler yaratacağım hüznümden,
zamanın içinde yankılanan koca bir nehir.
Kendimi unutarak yaşayacağım.
Görür gibi olup unuttuğum o yüz olacağım
Hainliğin kutsal yazgısını
kabul eden Yehuda,
bataklıktaki Caliban,
korkusuz ve inançsız ölen
paralı asker olacağım,
yazgının geri çevirdiği yüzüğü
görmekten korkan Polycrates,
benden nefret eden o dost olacağım.
İran bülbülü sunacak bana, Roma kılıcı..
Maskeler, derin acılar, dirilişler
örüp sökecek alın yazımı
ve ben bir yerde Robert Browning olacağım.




Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Düş

Gece yarısı saatleri saçıp savururken
Bereketli zamanı,
Daha da ötelere gideceğim Ulisses’in yoldaşlarından,
İnsan belleğinin ulaşamadığı
Düşler ülkesine.
Aklımın almayacağı parçalar kaldı bende
O sualtı dünyasından:
İlkel bir bitkibilimden otlar,
Her türden hayvanlar,
Ölülerle konuşmalar,
Aslında hep birer maske olan yüzler,
Çok eski dillerden sözcükler,
Ve zaman zaman bir korku, gündüzün
Bize sunduğuna hiç benzemeyen.
Ya bunların hepsi olacağım ya da hiçbiri.
O öteki olacağım, bilmeden olduğum,
O öteki düşe, uyanık halime
Bakmış olan kişi. Şimdi onun değerlendirdiği,
Yakınmadan ve gülümseyerek.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

16 Ocak 2016 Cumartesi

Evrenin Oluşumu

Ne karanlık ne kaos. Karanlık
gören göz ister, sesin
ve sessizliğin kulakları gereksindiği gibi
ve ayna, biçimler ister kendini mesken tutan.
Ne uzam ne de zaman. Hatta ne de
Kafasında kuran bir tanrısal güç,
Zamanın ilk gecesinden önceki sessizliği,
Sonsuzlaşacak olan o ilk geceden.
Karanlık Herakleitos’un koca ırmağı
Gizemli yatağında dur durak bilmeden
Akar gider geçmişten geleceğe,
Akar gider bir unutuştan ötekine.
Hâlâ acı çeken bir şey. Yakaran bir şey.
Sonra gelir dünya tarihi. Şimdi.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Ben

O kafatası, o gizli yürek, kanın
Hiç görmediğim o yolları,
Düşlerin o yeraltı dehlizleri, o Protheus,
O iç organlar, o ense, o iskelet.
Onların hepsiyim ben. Garip ama,
Bir kılıcın, önce altına, sonra külrengine,
Sonra da hiçliğe dönüşerek batan
Yapayalnız bir güneşin de anısıyım ben.
Limanda yavaş yavaş yaklaşan gemileri
Seyreden biriyim. O az bulunur kitaplar,
Zamanla aşınan gravürler de;
Göçüp gitmiş ölüleri kıskanan da ben.
İşin daha garibi bir evin bir köşesinde
Bu sözcükleri ağ gibi ören o adam olmam.


Jorge Luis Borges
Sonsuz Gül

Hilal-i Ahmer

Cemiyet-i necibesi huzurunda


Hâbil ile Kaabil, iki kardeş... Bize tarih
Kardeşliği bir sahne-i hûn-rîz ile telvîh
Etmekte ve enzâra o timsâl-i mehîbin
Bir hande-i lanet gibi mûhis, gazab-âkin
Binlerle tecellîsini sermektedir. İnsan
Masum u melûm, âsim ü nadim, vatanından,
Ulvî vatanından bu cedel-gâh-ı sefile
Bir kahr-ı müebbedle ve bir nefy-i ebedle
Tağrîb edilirken, ona bir sayha-i gaybî
«Yüksel» demiş; ondan gelecek nesl-i garibi
Hem zillete hem gayrete mahkûm eden, alçak
Bir hilkati yükselmeye tahris ile yormak,
Yormak ve yaşatmak dileyen Hâkim-i kahhâr,
İsyanına bir kanlı ceza eylemiş ihzar:
—Evlâd-ı beşer mahvederek mahvolacaktır,
Her lâhza bu vâdî-i belâ kan dolacaktır!
Evlâd-ı beşer, işte şu uhlûte-i ezdâd:
İblis ü melek, akl ü cünûn, şefkat ü bî-dâd.
Gayzın, garazın cümlesi magbûn ü zebûnu,
Hep birbirinin düşmen-i can, tesne-i hûnu.
Hep tefrika ektikleri, biçtikleri hep kîn;
Geçtikleri yerlerdeki iz bir hatt-ı hûnîn
Gıybet ve riya yüzlerinin tâb-ı nikaabı,
Kardeş kanı sâgarlarının köhne şarâbı.
Öldürme zafer, yıkma şeref, nehb ü heder şân;
Mâruf adı buğz ü sitemin adı ve... ihsan.
Hak bir ezelî hâtıra, mahkûm-ı teseyyüb;
Kaanûn şu yumulmuş koca el: müst-i tagallüb.
İnsanları sevmek, korumak seyn, acımak ayb;
Bir nefs-i a'kûr, elde kılıç, hâkim-i lâ-rayb:
Başlar bütün efrâhte-i kayd-ı mübâlât,
Yalnız ayak altında kalanlarda müsavat...
Makdûru bu zâten, kara toprakta sürünmek;
Toprak ona her şey; ona mesken, ona ekmek.
Ekmek, su, hayât, onda bütün feyz ü nasibin;
Lâkin sen o hırsınla... sen, ey ravza-i gaybin
Matrûd-ı seb-âlûdu, o hırsınla hayâtı
Zehretmedesin kendine; hırsın sademâtı
İm'ânını sarsıp yıkıyor, artık elinden,
Artık ayağından ve başından ve dilinden
Kan serpiliyor, kan yağıyor, kan coşuyor, kan!
Bak hâline, gaafil, su kızıl kütle-i hüsran
Sensin; senin ârâyisi-i kahrın şu mezarlar!
Bak serm ile bir kerre: Şu karşındaki manzar
Bir ma'reke, bir maktel-i cân-sûz; o yatan şey;
Bak bak, şu mülevves, şu soğuk ciyfe...O bir bey,
Bir zabit, otuz yılda açılmış koca bir gül,
Bir aile evlâdı, bir ümmîd-i vatan... Gül,
Sen gül, ve ferahlan, ve övün; işte zaferler,
Şanlar, saçılar, velveleler... Lâkin o muğber,
Sâmit taşın altındaki, ondan ne haber-dâr?
Heyhat! Yazıklar sana, ey tıynet-i hûn-hâr!
Nefret senin elvâh-ı fecîinden! O kandan,
Kadan, yaradan, giryeden, evcâ ü figandan
Mec'ûl olan elvâh-ı nuhuset, o gam-efzâ
Elvâh-ı cehennem... Yine Rabbin acımış da,
Zehrâbe-i tel'înine bir dem'a-yı rahmet
Mezcetmiş; onun zâde-i mes'ûdu şu hey'et.
Hey'et ki hilâliyle, cemâliyle semavî;
Kudsiyyet-i amal ü fiâliyle semavî!
Hürmet sana, ey —tesliyet-i acze müekkel,—
Düşmüşlere munis ve şifâ-pâs uzanan el!
Hürmet sana, ey kanları simâ-yi beşerden
Rikkatle, metanetle silen şefkat-i zî-fen!
Hürmet sana, ey nâhün-i zehrîn-i vegaayi
Asrın ciğerinden sökecek pençe-i muhyi!
Hürmet sana, ey gurre-i garra-i gül-efsân,
Hürmet sana, hürmet sana...
Lâkin seni vicdan
Hep kanlara batmış ve kızarmış görecekse,
İnsânda bu cinnet daha pek çok sürecekse,
İnsanlığa cidden bu tehâlüf, bu mu'âdât
Makdûr ise, insân buna mahkûm ise... Heyhat!


Tevfik Fikret
Haluk'un Defteri


Günümüz Türkçe'siyle

Derneğinin soylu katında


Habil ile Kabil, iki kardeş... Tarih bize
Kardeşliği gösterir bir kanlı sahneyle
Ve o korkunç örnekle gözümüze lânetli
Bir gülüş gibi ürkütücü, çok öfkeli
Binlerce görüntüyü serer. İnsan
Suçsuz ve azarlanmış, günahkâr ve pişman,
Yüce yurdundan bu aşağılık kavga yerine,
Sonsuz bir üzgü ve sürekli bir sürgünle
Gönderilirken, ona gizli bir bağırışla
«Yüksel» demiş; soyundan gelecek kuşağı da
Hem alçalmaya, hem çalışmaya tutsak eden, alçak
Bir yaradılışı yükselmek tutkusuyla yormak,
Yormak ve yaşatmak isteyen güçlü Tanrı,
Şöyle cezalandırmış kendisine başkaldıranları :
— İnsanoğlu yok ederek yok olacaktır,
Bu belâlı geçit hep kanla dolacaktır!
İnsanoğlu, işte şu karşıtların karması
Şeytanla melek, zulümle sevgi, deliyle akıllı.
Öfke ve hınçla hep yanılıp bozulmuş,
Hep birbirinin can düşmanı, kanına susamış.
Ektikleri hep ayrılık, biçtikleri hep kin,
Hep kanlı bir iz geçtikleri yerde kalan.
İkiyüzlülük, dedikodu. yüzlerinin parlak örtüsü;
Kardeş kanı: kadehlerinin eski şarabı.
Öldürme zafer, yıkma şeref, yağmalama şan;
Adalet ile iyilik, adı kin ile küskünlüğün.
Hak öncesiz bir anı, zorunlu unutulması;
Yasa yumulmuş bir koca el.- zorbanın muştası.
İnsanları sevmek, korumak kötü, acımak utanç,
Azgın bencillik, elde kılıç, katı bir yargıç.
Başlar hep özen ve tasa düzeninin yukarısında,
Eşitlik yalnızca ayak altında kalanlarda...
Yazgısı onun bu zaten, kara toprakta sürünmek;
Toprak ona her şey; .ona ocak, ona ekmek.
Ekmek, su, hayat, işte bunlar bütün payına düşen,
Ama sen o tutkunla... sen, ey yitik cennetin
Karanlık sürgünü, o tutkunla yaşamayı
Zehir ediyorsun kendine; tutkunun vuruşları
Dikkatini sarsıp yıkıyor, artık elinden,
Artık ayağından, başından ve dilinden
Kan serpiliyor, kan yağıyor, kan coşuyor, kan!
Bak haline, şaşkın, şu kızıl acıyla yığılan
Sensin; çektiklerinle süslenmiş şu mezarlar!
Utançla bir bak.- Şu karşında görünen nedir?
Can yakan bir savaş, ölüm yeri; o yatan şey,
Bak bak, şu pis, şu soğuk leşe... O bir bey,
Bir subay, otuz yılda açılmış koca bir gül,
Ailenin bir çocuğu, yurdun bir umudu... Gül,
Gül de için açılsın ve övün; işte zaferler,
Şanlar, bağışlar, gürültüler... Ama ne haber
O dargın, suskun taşın altında yatandan?
Yazıklar olsun sana, ey yaradılışı kan döken!
Tiksiniyorum senin o acı tablolarından! O kandan,
Kandan, yaradan, ağlayıştan, inleyişten, acıdan
Oluşan o uğursuz tablolarından, o üzen
Cehennem tablolarından... Yine de Tanrın
Acımış da o yerdiğin ağulu suya bir damlacık
İyilik katmış. Onun mutlu çocuğu bu dernek.
Bir dernek ki ayı ve güzelliğiyle gökçe,
Dilek ve eylemlerinin kutsallığıyla gökçe!
Saygı sana, ey güçsüzlüğü avutan vekil,
Düşkünlere uzanan sevimli, şifalı el!
Saygı sana ey sevecenlik, insanlığın yüzünden
Kanlarını incelik, sabır ve beceriyle silen!
Saygı sana, ey kavgaların ağulu tırnağını
Çağın ciğerinden sökecek gizli pençe!
Saygı sana, ey akpak yüzü gül saçan!
Sana saygı, sana saygı...
Ama seni vicdan
Hep kanlara batmış ve kızarmış görecekse,
İnsanda bu delilik daha pek çok sürecekse,
Doğrusu, insanlığın bu uyuşmazlık, düşmanlık
Yazgısı ise... İnsan buna mahkûm ise... Yazık!

Gökten Yere

Birden bütün harıltısı dehrin sükût edip
Yükseldi bir sadâ-yi müheykel; bu hatifi
Âvâze-yi mutantanın aksiyle en hafi
Evtâr-ı ihtisasa kadar sad ü mükterib,
Manzûr u muhtecib
Her şey derin derin
Sarsıldı bir dakika... Semâ pak ü cevherin
Mes'alleriyle lâ-yetenâhi ve pür-ebed
Bir ma'bed ihtişamını almış, o lâ-yûed
Gözlerle arz-ı hâsi-i seyreyliyor; zemin
— Lerzân adımlarıyla, çolak kollarıyla, gah
Evhama, gah ümide koşan, daima tebâh
Amalinin bakıyye-i enkaaz-ı harım
Nev-hande bir emel gibi memnun kucaklayan
Sükkân-ı zar ü hâirinin bir hatar-nisân
Âsûbe karşısındaki vaz'-ı hasarını
Temsil eden husû'-ı zelîliyle mübtehil,.
Ser-geşte, — bekliyordu...
Sada önce ses değil,
Bir kükreyişti sanki, buruşan ü zehre-çâk
Bir tûf-i lerze-rîz-i tehevvür ki, ân-be-ân
Tesdidi igtizâb ile, serpildi nâ-gehân.
Başlar eğildi: fırtınalar sindi; kalb-i hâk
Durmuş gibiydi; cevde kırık bir kanat sesi,
Son kartalın sukuutu; bir insân iniltisi;
Birkaç boğuk fısıltı; ve bir lücce-i sükût...
Yalnız o söylüyordu, semavî haberlerin
Teblîg-i sermedîsine hâs, i'tilâ-karîn
Bir nutk-ı bî-zebân ile
"Hallâk-ı lâ-yemût,
Fâni beşer, yolunda ezelden hazırlamış
Bir zirve-i rehâ. Su semâvâta fırlamış
Mağrur u muhteşem kuleler sence pek bülend,
Pek sanlı, pek sütûde eserlerdir. Eskiden,
Tâ mehd-i hilkatinde, henüz yerde sürtünen
Bir za'fı-mahz iken yine sen böyle hod-pesend
Eflâke tırmanırdın: Ok attın; kanat, balon,
Her vasıtayla uçmaya uğraştın; işte son
Verzislerin de gösteriyor: Kasdın, i'tilâ,
Her lâhza i'tilâ ve teceddüd. Zaman zaman
Düştün; ne baş, ne kol, ne kanat kaldı; nâ-gehân
Bir darbe-i cenah ile bir hamle, bir daha,
Yükseldi nâsiyen yine ulvî bulutlara.
Fâniyyetin ve gaayet-i aczinle kapkara
Bir leyl-i istibâhın içinden sönük, alil
Birkaç suâı reh-ber edip sırr-ı hilkati
Tahkika yol bulan nazarın her hakikati
Bir gün bedâheten görecektir. Ve bî-delîl
Artık yolunda gitmeye kaadirsin. Asuman
Kâfi, dehânı etti asırlarca imtihan.
Her gün başında yıldırım, altında zelzele,
Mat'ûn ü müşteki yaşadın; hep elem, hüzün;
Kandır bütün sehâyifi târîh-i ömrünün!
Hâkim zekâ ve tecrüben artık gavâile.
Ezdin başınla tasları, yendin denizleri;
Tuttun elinle berki, o gurrende ejderi,
Tuttun ve bağladın; o senin şimdi en muti',
En canlı âletin; odur ilkaa-yı ruh eden
Esbâh-ı mümkinâta senin kudretinle, sen
Bî-sübhe kendi kendine bir âlem-î bedi',
Bir âlem-î suûn ü bedâyi'sin... ey hayât,
Ey rûh-ı kâinat,
Takdis edin: Beşer
Takdise müstahaktır; odur Rabb-i hayr ü ser,
Rabb-i mümkinât!"



Tevfik Fikret
Haluk'un Defteri
Aşiyân, 22 Kânun-ı evvel 1328


Günümüz Türkçe'siyle


Birden dünyanın bütün gürültüsü kesildi,
Büyük bir ses yükseldi; yeri bilinmeyen
Bu tantanalı sesin yankısıyla en gizli
Duygu tellerine kadar üzgün ve şen,
Görünen ve görünmeyen
Her şey derin derin
Sarsıldı bir dakika... Gök temiz, mücevher
Lambalarıyla sonsuz ve uçsuz bucaksız
Bir tapınak görkemine bürünmüş, sayısız
Gözlerle küçük yeryuvarlağına bakıyor, yer
— Titrek adımları, çolak kollarıyla bazı
Kuruntuya, bazı umuda koşan, kırılan
İsteklerinin sıcak yıkıntılarından geri kalanı
Yeni açılmış bir umut gibi sevinçle kucaklayan
Bu şaşkın ve inleyen konukların tehlikeli
Bir kargaşa karşısındaki düşkün halini
Yansıtan bir alçalışla yalvarırcasına,
Afallamış — bekliyordu...
Yankı ses değildi,
Bir kükreyişti sanki, taşkın ve öd koparan
Bir öfkenin titreyen yansımasıydı; sürekli
Artarak kızgınlığı, serpildi ansızın.
Başlar eğildi, fırtına dindi; yüreği toprağın
Durmuş gibiydi; boşlukta kırık bir kanat sesi
Son kartalın düşmesi, bir insan iniltisi,
Birkaç boğuk fısıltı, büyük bir sessizlik...
Yalnız o söylüyordu, gökten gelen haberlerin
Her zamanki bildirimine özgü, yüceliğe yakın,
Sözsüz bir deyişle:
"Ey ölümsüz Yaratan,
Ölümlü insan yolunda çok önceden kurmuş
Bir kurtuluş tepesi. Su göklere fırlamış
Gururlu ve görkemli kuleler sence pek yüce,
Pek şanlı, pek kutlu eserlerdir. Eskiden
Yaratılışın beşiğinde henüz yerde sürünen
Pek zayıfken de sen kurumla yine böyle
Göklere tırmanırdın: Ok attın, kanat, balon,
Her araçla uçmaya uğraştın; işte son
İşlerin de gösteriyor.- Amacın yükselme,
Her an yükselme ve yenileşme. Zaman zaman
Düştün,- ne baş, ne kol, ne kanat kaldı; birden
Bir kanat çırpışıyla bir atılış, bir daha,
Yükseldi alnın yine yüce bulutlara.
Ölümlü ve çok güçsüz oluşunla kapkaranlık
Kuşku gecesinin içinden sakat, sönük
Birkaç ışını kılavuz tutup varlığın gizini
Anlamaya yol bulan bakışın her gerçeği
Bir gün açıkça görecektir. Artık
Kılavuzsuz yolunda gidebilirsin. Yeter, madem
Gökler dehanı yüzyıllardır sınadı.
Her gün başında yıldırım, altında deprem,
Kınandın, yakınarak yaşadın; hep tasa, acı;
Kandır hayat tarihinin bütün sayfaları!
Deneyim ve zekânla artık egemensin belâlara.
Ezdin başınla taşları, yendin denizleri;
Tuttun elinle şimşeği, o gürleyen canavarı,
Tuttun ve bağladın; o şimdi senin en uslu,
En canlı aletin; odur hep can veren
Senin gücünle bütün varlıklara;
Kuşkusuz, kendi başına güzel bir evrensin,
Olaylar ve güzellikler evrenisin... ey hayat,
Ey ruhu evrenin,
Kutsayın. İnsan
Kutsanmayı hak etmiştir; odur tanrısı iyiliğin,
Kötülüğün,
Tanrısı olanakların!"


Tevfik Fikret
Aşiyan, 3 Ocak 1910