Şiir, Sadece

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Dağılgan Gönlümüz

Şu dağılgan gönlümüzü kavrayıp her biri yandan
ateşten imlerle açıklayacak
ve tozlu çayırlarda yitmiş bir safran gibi
parıldayacak sözcüğü isteme bizden

Ah güven içinde gidiyor insan
dost kendine ve başkalarına
önemsemiyor sıvası dökük bir duvarda
bıraktığı gölgesini kavurucu sıcağın

Sana dünyalar açacak anahtar isteme bizden
belki birkaç hece bir dal gibi kuru ve eğribüğrü
bugün yalnız şunu diyebiliriz sana
olmadığımız ve istemediğimiz şeyi


Eugenio Montale
Çeviren: Bedrettin Cömert

22 Ağustos 2017 Salı

Değerlerin Düşüşü

Bir yüksek öğrenim tezi okuyorum
değerlerin düşüşü üzerine
düşen kişi yüksekteymiş önceden
buymuş savunulması gereken
kim yitirmiş peki bu denli aklını?

Ne üstte ne de alttadır yaşam
hele hele ortada hiç
tanımaz o yukarıyı aşağıyı doluyu boşu
ne de sonrayı
zırnık bilmez şimdidense

Yırt kağıtlarını at lağıma
ey kendini bilmez adam
belki işte o zaman
söyleyebilirsin bir an olsun yaşadığını


Eugenio Montale
15 Ekim 1972
Türkçesi: Bedrettin Cömert

Uyanışlar

Her bir anı
bir başka kez
yaşadım ben
koyu bir çağda
benden dışarı

Uzaktayım belleğimle
peşinde o yitik hayatların

Uyanıyorum su
içinde sevgili bildik şeyler
şaşkın
ve yatışmışım

Bulutları kovalıyorum
çözülüyorlar tatlı
dikkat kesilmiş
anıyorum
birkaç
ölü arkadaşı

Nedir Tanrı?

Ve canlı
yılgıyla
faltaşı açıyor gözlerini
ve kucaklıyor
yıldız damlacıklarını
ve susuyor ova

Ve duyuyor
yeniden soluk aldığını


Giuseppe Ungaretti
Mariano, 29 Haziran 1916
Çeviren: Işıl Saatçıoğlu

Bitiş

     Böğürmüyor artık, fısıldamıyor deniz,
Deniz.

     Düşsüz, renksiz bir alan deniz,
Deniz,

     Aşındırıyor da insanı deniz,
Deniz

     Yansısız bulutlarda kımıl kımıl deniz,
Deniz.

     Hüzünlü dumanlara bıraktı yatağını deniz,
Deniz,

     Ölü de görüyorsun, deniz,
Deniz.


Giuseppe Ungaretti
Çeviren: Egemen Berköz

21 Ağustos 2017 Pazartesi

Locvizza

Muhammed Şahab
derlerdi adına

Soyundandı
Berberi emirlerinin
kendini öldürdü
çünkü yoktu artık
yurdu
Fransa'yı sevdi
adını değiştirdi

Marcel oldu
Fransız değildi ama
ve yaşayamazdı artık
ailesinin
Kuran
dinlenen çadırında
bir kahve yudumlanarak
Ve çözemiyordu
büyüsünü
kendini bırakışının

Birlikte götürdük onu
otelin sahibi kadınla
Paris'te kaldığımız
karanlık ve yokuş
bir arka sokaktan,
rue des Carmes, 5 numaradan
Ivry mezarlığında
yatıyor
hep
dağılmış
bir panayır sonrası günü
görünümünde
o kenar mahallede
Ve belki yalnız ben
biliyorum artık
yaşadığını


Giuseppe Ungaretti
30 Eylül 1910
Çeviren: Egemen Berköz

Lucca

Mısır'daki evimizde, akşam yemeğinden, Dua'dan
sonra annem buraları anlatırdı bize.
Bundan, şaşırmalar şaşırmalarla geçti çocukluğum.
Sakınan, körce bir gelgit var kentin sokakları arasında.
Burda amaç yola çıkmaktır.
İkindi serinliğinde meyhanenin önünde, California'dan
kendi mülkleriymiş gibi söz eden insanlarla
oturdum.
Dehşetle kendimi buluyorum bu insanların
davranışlarında.
Sımsıcak aktığını duyuyorum şimdi damarlarımda
ölmüşlerimin kanının.
Bir kazma aldım ben de.
Toprağın tüten kalçalarında güler yakalıyorum
kendimi.
Elveda istekler, sıla özlemleri.
Bir insanın bilebileceği kadar biliyorum geçmişi
ve geleceği.
Yazgımı tanıyorum artık ve köklerimi.
Artık bir şey kalmıyor bana kehanette bulunacak,
düşünü görecek.
Her şeyi tattım, acısını çektim.
Ölüme rızadan başka bir şey kalmıyor bana.
Huzur içinde çocuk yetiştireceğim demek.
Yaşamı överdim, kötücül bir iştah
ölümlü aşklara iten beni.
Aşkı, ben de türün bir güvencesi saydığım
şu an, ölümü görüyorum.


Giuseppe Ungaretti
Çeviren: Egemen Berköz

Tatlı Zaman

Asılı havada tatlı zaman.
Dökülür tüyleri mavi göğe
ak kanadından bir güvercinin.
İnce bir ışık süzer son güllerden
seyrek yaprak duvarlar
tarlayla çayır arasında.
Gökten bir hüzün, büyük güneş kadar
iner yeryüzüne.

Sen, doğan set üstüne, yalnız
bir pırıltısıyla görünmez suların...

Eğiyorsun başını, ak kollarını kaldırıyorsun
tarıyorsun yumuşacık saçlarını;
öylesine yavaş, dururcasına.
Havada tatlı zaman gibi.


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz

Acılar Kıyısı, Unutuş Kanalı

Büyük gölgesi şimdi güzün:
birden çökmüş akşam, soğuk
karanlık enginliğinde dumanlı göğün
hasta taşın üstüne, suyun - sönük.

Seyrek ışıklar şimdi, sıkıntıları,
sarı, siste dağılmış
uzak birbirinden, ayrı
her biri kendi ışıltısına kapanmış.

Acılar kıyısı, unutmuş kanalı...
bir ses yok yükselen ölü yürekten.
Yalnız o ayrılır haykırışları, tırmalayan kulakları
limandan uzaklaşan gemilerin


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Yeşil Kuşlar

Değil mi hava güzel, değil mi esmiyor artık
dizilebilirler dallara sessizce
ötüşmeden yeşil kuşlar
yaprakçasına, pençeleri gümüşten.


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz

Bir Gül

Yine açılıyor akşamlar göller gibi
soluk, altın damların üstünde,
titreyerek yavaş, kımıltısız ışıkta
dağınık kuşkusu ağaçların.
Yok artık anılar, ağlayışlar: yalnızca
kısacık bir an, taş uykusundan
uyuyan yürekte, seni gören
parlak ışığı yaşamın
açık ve gizli şaşırtıcılığı yaşamın
yaşayan yaşamın. Ve gök göktür.
Bir gül açılır bir köşesinde
dünyanın, esrikleşir akşam havası
yeryüzünü kaplayan.


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz

Kıyı

Bu uzun kıyıda iyiliğim benim
boydanboya uzanır ya günbatımları
göğün ve kanalın bir anı
kırmızı, altın şansı, güneşin
peşindedir ya, kaçak mutluluğun,
durgun uçuşun, gözkarartan boşluklarda
darmadağın ufuklarında geniş ateşlerin.
Sallanır yelkenlilerde direkler
titrer ağı çeken ipler, sessiz türküsü
canlı suskun suların, sönen gölgede.


Diego Valeri
Çeviren: Egemen Berköz

Ömer Hayyam'a

"iç yaşadıkça" (Hayyam)
Yaz sabahlarında
yetişir ağızda bir yaprak ey Hayyam!
Bahçelerin güneşi
senin o
hiç içmeyeceğimiz şarabından
daha çok sarhoş ediyor bizi.
Bilsen
senden sonra nice mahzenlerden içtik,
kıpkırmızı oldu boğazımız
batının şaraplarından,
benim ihtiyar, benim yanık İranlım!
Tatlı düşünür çocukluğundur senin
asıl büyük armağan.
Sen
sisler ve yıldız uzaklıklarından
baktın dünyaya,
bildin yaşamın gölgesini
boyamasını ilksel meraklarla.
Umutsuz kesinliğin dışında
bir şey olmadığı yerde
sorular sordun, uyuşumlar önerdin
ve sonuçlanmıştı her şey.
Acıyarak gizlenen sana
sertliği değil Tanrı yüzünün
ama yorgun etin
tekdir ederken seni,
o karanlık ve ağlamaklı hoşnutsuzluktan
inceliği doğuyordu bir uyumun.
Böylece sen
inanarak bilmediğine
ve aramak zorunda olduğunu sanarak
atlattın
kaçınılmaz öncüllerini
insan yaşamının.
Budur asıl iyi şarap
Hayyam!
Bu aidatı içkisini
sana hayırlı kılan Tanrı,
seni varsıllığa
ve şiire eriştiriyordu.
Sense ey korkusuz,
kendi yaşamının zaten
çiçeklenmiş bir mezarlık olduğundan
kuşkulanmadan,
güleç mezarının güllerinin
çeşnisinde bakıyordun.


Vincenzo Cardarelli
Çeviren: Bedrettin Cömert

18 Ağustos 2017 Cuma

Gece Geçişi

Işıklarla pırıl pırıl
bir trenle geçerken gece
gördüğüm şu tepecikte,
işte şurda,
yukarlarda,
çocukluğum yatar benim.
Yanık sap kokusu
dolduruyor içimi istasyonda.
Beni çağıran sayısız sesi andıran
eskil ve yaygın koku.
Ama gidiyor tren.
Nereye gittiğimi ben de bilmiyorum.
Uykudan gözünü bile açmayan
bir yol arkadaşım var.
Bir yabancı gibi bir hain gibi
geçtiğim bu ana toprağının
benim için ne olduğunu
ne düşünür ve düşler başkası.


Vincenzo Cardarelli
Çeviren: Bedrettin Cömert

Martılar

Bilmem
yuvası nerdedir martıların
nerede barışa ererler.
Durmadan uçmaktayım
ben de onlar gibi.
Yem yakalamak için suya sürünüşleri gibi
ben de yaşama sürtünüyorum.
Belki onlar gibi sessizliği seviyorum
sonsuz deniz sessizliğini.
Ama benim yazgım
yaşamaktır
fırtınada şimşek gibi.


Vincenzo Cardarelli
Çeviren: Bedrettin Cömert

Ölüme

Evet ölüme,
ama hayır ölümün saldırısına uğramaya!
En iyi yolculuk olduğuna inanarak
ölmek
böyle bir yolculuğun.
Ve son anda
her biri bir yüzyılmış gibi gelen
bir istasyon saatinin dakikalarını
sayar gibi
neşeli olmak.
Mademki ölüm
aldatan sevgilinin yerine geçen
bir gelindir kocasına bağlı
almak istemeyiz içeri onu
çağırılmamış bir konuk gibi
ne de kaçmaz birlikte.
İzinsiz
çok kez çıktık yola.
Zamanın tek bir anda
eşiğini aşmak üzereyken,
anısı bile bizlerin
uçup gidecekken,
bırak bizi ey Ölüm, elveda diyelim dünyaya,
bırak, gecikelim biraz daha!
Olmasın birdenbire
büyük adım.
Buz kesiyor kanun
düşününce apansız ölümü.
Ölüm, yakalama birdenbire beni,
haber et uzaktan,
alışkanlıklarımın en sonuncusuymuş gibi
dostça alırsın beni.


Vincenzo Cardarelli
Çeviren: Bedrettin Cömert

17 Ağustos 2017 Perşembe

Eski Kent

Çoğun dönerken eve
loş bir sokağından geçerim
eski kentin,
yansır su birikintilerinde solgun
ışığı birkaç sokak fenerinin
ve hep kalabalıktır yol.

Burda
meyhaneden eve ya da kerhaneye
gidip gelen insanlar arasında
hurda
insanların ve malın
koca bir limanın döküntüsü olduğu
bu yerde
sonsuzluğu buluyorum
alçak gönüllülükle

Burda
denizci orospusu
ana avrat düz giden moruğu
işini uyduran kancığı
kızartmacı dükkanına mitili sermiş süvarisi
canı istediğinden içi içine sığmayan genç kızı
hepsi
yaşamın ve acının yaratıklarıdır.
Tanrı çalkalanır
onların içinde
benim gibi...

Burda
sıradan insanlar arasında
düşüncemin arındığını duyumsuyorum
yolun en aşağılık olduğu yerde.


Umberto Saba
Çeviren: Bedrettin Cömert ·

Sevgili Yer

Dolaşıp durduk bütün öğleden sonra
iki yaşamı bir yapacağımız bir yer arayarak

Gürültüydü yaşam, ergindi, düşmandı
gençliğimize gözdağı veriyordu

Oysa cırcır böceklerinin hala öttüğü bu yere varınca
bilseniz nice sessizlik bu ay altında.


Umberto Saba
Çeviren: Bedrettin Cömert

Karıma

Sen bir piliç gibisin
taze ve beyaz.
Esince rüzgar, tüyleri karışan
su içerken boynunu eğen
ve toprakta eşinen
ve yürürken
seni sultanlara yaraşır adımlarınla
ağır ağır giden
ve iterek göğsünü ileriye
çalımla çimende gezinen
bir piliç gibisin sen.
Erkeğinden daha üstün bir piliç.
Tanrı'ya yaklaştıran
tüm günahsız hayvanların
tüm dişileri gibi.
Eğer yanılmıyorsam
yanıltmıyorsa eğer beni gözlerim
başka hiçbir kadında değil
bunlar arasında senin eşin.
Akşam
tavukları bastırınca uyku
öyle sesler çıkarırlar ki
bazen hastalanıp inildediğinde
tatlılar tatlısı sesini anımsatır senin.
Sen bilmezsin
kümeslerin yumuşak ve üzünçlü sesine
nasıl benzediğini sesinin.

Sen gebe bir düve gibisin
hafif
ağırlaşmamış daha
şen şakrak hatta,
boynunu çeviren
okşayınca,
boyun değil
yumuşak pembeden bir et çemberi sanki.
Karşılaştığında
duyursan böğürdüğünü
o ses
o denli yakınıcıdır ki
koparıp bir tutam ot
edemezsin vermeden.
Hüzünlüysen eğer
işte ben de öyle sunuyorum
armağanımı sana.

Sen dişi bir köpek gibisin
uzanmış yere,
gözleri bunca tatlı
ve acımazsız yüreği.
Bastırılamayan bir öfkeyle tutuşmuş
bir ermiş oluveriyor
ayaklarının dibinde
ve öylece sana bakıyor
Tanrı'sı ya da Efendisiymiş gibi.
Evde ya da yolda
yaklaşmaya görsün birisi
hemen gösteriyor bembeyaz dişlerini,
kıskanç mı kıskanç
sevgisi.

Sen ürkek bir tavşan gibisin.
Daracık kafesinde
dikilir ayağa
görünce birini
ve durur tetikte
uzatarak kulaklarını.
Kepek ya da hindiba götürmeni bekler,
olmayınca da
büzülüp içine
karanlık köşeleri seçer.
Hangi gönül razı olur
ağzından almaya yemini?
Hangi gönül razı olur almaya
kurmak için yuvasını
üstünden yolduğu tüyü?
Hangi yürek katlanır
acı çektirmeye ona?

Sen bir kırlangıç gibisin
baharda dönen,
ama güzün göç eden.
Ne ki yok bu son alışkanlığın senin.
Daha çok
tüy gibi deviniş almışsın
kırlangıçtan.
İşte budur bana
yaşlılığını duyan
ve de yaşlı olan bana
bir başka bahar muştulayan.

Sen bir karınca gibisin
yarınını düşünen.
Çıkınca kıra gezmeye
ninesi ondan konuşan
yanındaki bebeye.
Ben de böyle işte
başka hiçbir kadında değil
ya anda buluyorum seni
ya da Tanrı'ya yaklaştıran
tüm günahsız hayvanların
dişilerinde.


Umberto Saba
Çeviren: Bedrettin Cömert

16 Ağustos 2017 Çarşamba

Gidiş ve Davranışlar

bir kış gecesi
şamdanların ışığında
kafayı bulurken saray:
"seviştim
savaştım
ve bayındır oldum" diye
haykırdı en sevileni
kralların - sonra dönerek konuklarına
göz göre göre kaldırıp bardağını
içkisini içti
buna
yankı verdi beyaz sesi
düşük bir hükümdarın - sürgün
bin fersah uzakta yitip ülkesinden:
"ölü taklidi yaptım
denizin ortasında
sırt üstü yüzdüm-
ve bıraktım kendimi
küreklerin keyfine
tıpkı bir saman çöpü gibi."


Vahe Godel
Çeviren: Özdemir İnce

Düşlem

Hiçbir şey (ama şu koku, birdenbire, sanki çiçek açmış
uzak akasyalar), ilk sıcakların mutlu karayılanından
başka hiçbir şey, papatya ve adaçayının egemen olduğu
çayırda akıp giden.

Şurda hurda çiğ parıltıları.

Kazılmış çukurlarda, karıklarda çoktan ayağa kalkmış
ot, bir izin başlayıp bittiği yerde, sanki algılanmaz
bir yelin (bir iç çekişi, bir soluk parçası) keyfine
göre.

Koku. Kararsız patika, silik.

Ya da (ama, birdenbire, şu koku, şu salkım salkım beyazlık),
ya da suların yüzeyinde sallanan, dağılmış, yarısı
batık bir papatya tacı, adaçaylarının mavi saplarıyla
bağlı.


Pierre Chappuis
Çeviren: Özdemir İnce

Dersler

Eskidendi,
ürkek, bilgisiz ben, ancak yaşayıp,
gözlerimi görüntülerle örterek,
ölülere ve ölenlere kılavuzluk yaptığımı
savladım.

Ben, içleştiren şair,
tutumlu, ancak acı çeken,
oralara dek yollar çizmeye gitmek!

Şimdi, üflenmiş lamba,
el daha aylak, titrek,
yavaşça başlıyorum yeniden
havada.

"Kim bana yardım edecek? Gelemez kimse buraya.
Ellerimi tutacak olan tutamaz titreyen elleri,
gözlerimin önüne bir perde koyan alıkoyamaz beni görmekten,

bir palto gibi gece ve gündüz çevremde olan
bu ateşe, bu soğuğa karşı yapamaz hiçbir şey.
Buradan, en azından, hiçbir
aygıtın sarsamayacağı bir duvarın olduğuna tanık durabilirim.

Bundan böyle, en kötü ve en uzundan başkası bekliyorum beni."

Böyle mi susar darlığında gecenin?

Gözlerimi kaldırdım.

Pencerenin ardından,
ışığın dibinden
imgeler geçiyor gene de.

Mekik dokuyanlar
ya da varlığın melekleri,
uzayı onarıyorlar.


Philippe Jaccottet
Çeviren: Enis Batur

15 Ağustos 2017 Salı

Kuşlar, Çiçekler ve Meyveler

Gün kavuşurken bir ekin sapı çok yüksekte
yerle bir bu hafif esinti:
kim seçiyor böyle bir gövdeden ötekine?
Dağların ağılından sıyrılmış bir kaynak,
bir köseği mi?

Kuşlar duyulmuyor bu taşların arasında,
yalnız, çok uzakta, çekiçler

Her çiçek yaklaşmış gibi duran
gecedir ancak

Ama kokusunun yükseldiği yerden
girmeyi umamam
onun için sarsıyor beni böylesine
ve bu kapalı kapının önünde uyanık
tutuyor böylesine uzun zaman

Her renk, her yaşam
bakışın durduğu yerde doğar

Bu dünya doruğudur ancak
görünmez bir yangının.

Göz:
taşan bir kaynak

Ama nereden gelmiş?
En uzaktan daha uzaktan
En aşağıdan daha aşağıdan

Sanıyorum ben öteki dünyayı içtim

Nedir bakış?

Dilden daha sivri bir kargı
bir aşırılıktan ötekine koşu
en derinden en uzağa
en karanlıktan en arıya

bir yırtıcı

konmak istemiyorum artık
zamanın hızında uçmak

bir an böylece
bekleyişimi devinimsiz sanmak.


Philippe Jaccottet
Çeviren: Enis Batur

Şiir

Kimse yok Parkta
Poe ile benim dışımda
yalnızca o, Poe'ya benzeyen adam
alacakaranlıkta
yaşlı karaağaçların altında.
Poe'yu gördüm
Orada duruyordu, karaağaçların altında
ıslak yaprakların arasında, yalnız
ve ıslanmış.
Görüyordum Poe'yu.
Üzerinde, yakası kadifeli
paltosu
ve bakıyordu dalgın dalgın bir yere -
nereye? bilmiyorum -
Bir fırt Brambach ıslık çal!
Bir şarkı söyle,
kendini bir kuş olarak tasarla,
Poe'nun o kocamış kara kuşunu al,
bırak uçup gitsin... evet uçsun,
gördüm Poe'yu
yağmurun altında
karışırken yavaş yavaş
karaağaçlarla.


Rainer Brambach
Çeviren: Özdemir İnce