Şiir, Sadece

31 Ağustos 2017 Perşembe

Görünüm IV

Tina'ya


İki adam kıyıda sigara içiyor. Yüzen kadın
-suyu yarmadan- kendi kısa ufkunun yeşilinden
başka bir şey görmüyor. Gökle ağaçlar arasında
bu su uzanıyor ve akıp gidiyor kadın içinde,
gövdesiz. Bulutlar gökte dinleniyor, kımıldamıyor
sanki. Duman havada asılı, duruyor.

Buz gibi suyun altında otlar var. Kadın
üstlerinden geçiyor; ama biz ediyoruz otları,
yeşil otları gövdemizle. Su boyunca yok
başka ağırlık. Toprağı yalnız biz duyuyoruz.
Uzanan gövdesi kadının, suyun içinde,
açgözlü soğuğun emdiğini duyuyor belki
gevşekliğini güneş alan yerlerinin ve bıraktığını onu
capcanlı, devinimsiz yeşile. Başı kımıldamıyor.

Otların ezik olduğu surda uzanmıştı o da.
Koluna dayamış yan görünen yüzünü,
otlara bakıyordu. Kimse konuşmuyordu.
Hala asılı havada o ilk hışırtı,
onu suya alan. Bizim üstümüzde, duman,
Şimdi kıyıya vardı, bizimle konuşuyor, ışıl ışıl
kapkara, kütüklerin arasından çıkan gövdesi.
Sesi, suyun üstünde işitilen tek ses
-boğuk ve genç, o önceki ses.

Kıyıda uzanmış,
en koyu, en taze yeşili düşünüyoruz, içine
bıraktığı gövdesini. Sonra, içimizden biri birden
suya atlıyor ve batıp çıkarak omuzları,
köpüklü kulaçlarla, devinimsiz yeşili geçiyor


Cesare Pavese
Çeviren: Egemen Berköz

30 Ağustos 2017 Çarşamba

Ne Yakınma Ne De Çığlık

Sen de öfkeli gözkapaklardan çıkarsın
erişemezsin ama kanın vuruşlarına
seni acının demir parmaklıklarına bağlayan kadın.
Yüz çevirirsin can sıkıcı dostuna
ve uzaklaştırır seni ağıdın eli
bir yanıltıcı sözler yoluna
bir gölgeyle buluşmayı beklersin orada.
Ve ben ne bir yakınmayım ne de bir çığlık
ne de bir dengesiz yüzün adıyım
kendi kışında donmuş mürekkebim ben.


Libero De Libero
Çeviren: Özdemir İnce

Şiirler

Yaşam... şafak vakti bir trende
anımsamaktır üzünçlü bir uyanışı
dışarda ölgün ışığı görmüş olmaktır
ısırgan havanın kızoğlankız ve buruk hüznünü
duymuş olmaktır kırık dökük bedende

Daha bir tatlı anımsamak
apansız kurtuluşu oysa
yanıbaşımda genç bir denizci
ve mavisi ve beyazı giysisinin
ve dışarda bir deniz
baştan sona renk tazesi


III.

sen rüzgardan sırılsıklam
iniyorsun kara merdivenlerini meyhanenin
benim uzakçıl bir göğümde
güzel saçların diri gözlerine dökülmüş.

Liman ve rüzgar kokusu şimdi
dumanlı meyhanede
ve oylumlayıp bedenleri
beyaz denizciler sevindiren
özgür rüzgar


IV.

Nisan göğü altında kuşkuludur dirliğim
kımıldar şimdi açık yeşiller
gelişi güzel esen rüzgarda,
uyur sular hala
ama açık gibidir gözleri

Koşar çocuklar çayırda
dağıtır sanki hepsini rüzgar
ne ki yüreğimdir tek dağınık benim
kala kala bu yüreğe
yeşile iz bırakmış beyaz gömleklerinden
(ah gençlik) bir şimşek kalır canlı mı canlı


VIII. 

Kaçma çocuk, gitme tek başına
kendim için söylediğimi sanma
apaçık bir iz gördüm alnında
ama annen görmüyor, görmüyor ne de arkadaşın


IX. 

Bir bardak süt
ve bir meydan anıtlı
bir bardak süt
senin tatlı senin kirli senin yeni
ellerinden


Sandro Penna
Çeviren: Bedrettin Cömert

Milano, Ağustos 1943

Boşuna aranıyorsun toz toprak arasında
yoksul elim, kent öldü.
Öldü: Naviglo'nun tam kalbinde
gürledi son patlama. Düştü
akşamüstleri tüneyip öttüğü
manastırın anteninden bülbül.
Kazmayın avluları, kuyu açmayın
susuz değil artık canlılar.
Bırakın bu kıpkızıl bu şişmiş ölüleri
evlerinin toprağına bırakın:
öldü kent, öldü.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

29 Ağustos 2017 Salı

Gün Gün Üstüne

Gün gün üstüne: uğursuz sözler, kan
ve altın. Tanıdım sizi ey benzerlerim
ey yeryüzü canavarları. Dişleriniz
arasında yok oldu acıma, iyi haç bizi bıraktı.
Dönemem artık cennetime.
Mezarlar kaplayacak yaralı toprakları, denize karşı,
kahramanlık anıtı olmayacak ama bir teki bile.
Kaç kere oynadı bizle ölüm: yaprakların
tekdüze hışırtısıydı saran havayı
keşişleme esince fundalıktan bulutlara
yükselir gibi bataklık kuşları.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

Kar

Akşam iniyor: ayrılıyoruz yine
ey sevgili hayalleri yeryüzünün, ağaçlar,
hayvanlar, asker kaputlarına
bürünen yoksullar, analar ey gözyaşıyla
dölyatakları kuruyan analar.
Aydınlatıyor bizi çayırları örten kar
ay aydın kar. Oh, bu ölüler. Alnımıza
alnımıza vurun kalbimizi kalbimize
de haykırsın birimiz hiç olmazsa bu sessiz
bu apak mezarlar çemberinde.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

Duvar

Kertenkeleler dolaşıyor nicedir, kayıp
kayıp gidiyor duvarlarında stadın
sarkan otlar, çatlaklar arasında;
kurbağa yuvasına dönüyor,
türkü söylüyorum durmuş, uzak
gecelerini memleketimin. Anımsarsın
gölge gibi gelişimizi büyük yıldızın
selamladığı bu yeri. Nice günler
geçti, sevgilim, kavaklar yaprak dökerken
nice kan aktı toprağın ırmaklarına.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

28 Ağustos 2017 Pazartesi

Çağımın İnsanı

Hala taş elinde düşünde hala sapan
çağımın insanı. Uçaktaydın,
kanatları ölüm ve kötülük taşıyan,
- gördüm seni - ateş arabasında, darağaçlarında,
işkence çarklarında, gördüm: sendin,
kıyıma inanan biliminle, yanılmaz,
aşksız, İsasız. Öldürdün yine
hep öldürdüğü gibi ataların öldürdüğü gibi
insanı ilk gören hayvanları.
Ve bu "Dağa gidelim" dediği günkü
koku kardeşin kardeşe bu kan
kokusu. Ve sana kadar gününe kadar
gelen o soğuk inatçı yankı.
Unutun ey oğullar topraktan yükselen
kan bulutlarını unutun babalarınızı:
kül altında kalmış mezarları,
rüzgar yüreklerini karakuşlar almış.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

Bir Başka Lazzaro Üstüne

Çok uzak kışlardan beri, kükürtten
bir gong dövülür dumanlı
vadilerde. O zamanki gibi dalgalanır
ormanların sesi: "Işıktan önce,
uyku içinde, doğacaksın ottan
insanlara". Geri döner taşın
dünyanın hayalinin duraksadığı yerden.


Salvatore Quasimodo
Çeviren: Egemen Berköz

Yaşama Sancısıyla

Kaç kez karşılaştım yaşama sancısıyla:
yolu kesilmiş, dereydi, uğuldayan,
kıvrılmasıydı yanan kağıdın,
yere çökertilmiş attı.

Mucizeydi tanıdığım tek iyi şey
tanrısal ilgisizliği başlatan:
yontuydu o, öğleden sonra ağırlığında
ve buluttu ve yükseklerde süzülen doğan.


Eugenio Montale
Çeviren: Egemen Berköz

Suriye

Şiir Tanrı'ya çıkan merdivendir
derdi eskiler. Öyle olmadığını görürsün belki
beni okursan. Ama o gün anladım bulduğumu
söyleyeceklerimi sana, bulutların
aldığı göğü ve bir keçi sürüsünün
dik yamaçlardan sarktığı atlayarak
böğürtlenlere, sazlıklara doğru, o gün ve zayıf yüzleri
ayla güneşin birbirine karışıyordu,
motor bozulmuştu ve bir kayaya
kanla çizilmiş okun gösterdiği
Halep yoluydu.


Eugenio Montale
Çeviren: Egemen Berköz

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Senden Sonra

Ey yedi yaş!
Ey şaşırtıcı yaşı yola çıkmanın!
Ne çok zaman geçti senden sonra
Çılgınlık ve bilgisizliklerle dolu!
Bizimle o kuş arasında, senden sonra.
Bizimle sabah esintisi arasında
Bir bağlantı olan o diri o aydınlık pencere
Kırıldı
Kırıldı
Kırıldı

Senden sonra o topraktan yapılmış
O bir tek sözcük söyleyen bebek, bir tek sözcük: Su su su
Boğuldu suda
Sesini öldürdük biz senden sonra ağustos böceklerinin
Ve bağladık yüreğimizi
Alfabeden yükselen zil seslerine
Siren seslerine silah fabrikalarının

Senden sonra masaların altından
Oyun yerimiz olan masaların altından
Masaların arkasına geçtik
Arkasından masaların
Masaların üstüne
Ve oynadık masaların üstünde
Ve yitirdik, senin rengini yitirdik ey yedi yaş!
Birbirimize ihanet ettik senden sonra
Ve sildik tüm anıları
Kurşun parçaları ve akan kanın damlalarıyla
Sokakların alçı duvarlarından

Alanlara doluştuk senden sonra
Ve haykırdık:
Yaşasın!
Kahrolsun!

Alanın kargaşasında kurnazca
Kentimize sızmış ve şarkılar söyleyen bozuk paraları
Alkışladık
Senden sonra yargıladık aşkı

Birbirimizin katili olan bizler
Merak içindeydi yüreklerimiz
Ceplerimizde
Bizse pay almak için aşktan, yargılamaya başladık

Senden sonra mezarlıklara adandık
Büyükanne'nin çarşafı altında soluyup duruyordu ölüm
Bir yanında dirilerin kederli dallarına
Adaklar bağladığı
öbür yanında
Ölülerin fosforlu köklerini tırmaladığı
O ulu ağaç: Ölüm
Ve o kutsal parmaklığın üstünde oturuyordu ölüm
Köşelerinde
Dört mavi lalenin yandığı
Rüzgarın sesi geliyor
Sesi geliyor rüzgarın ey yedi yaş!

Kalktım ve bir bardak su içtim
Ve hatırladım birden korkusunu
Genç tarlalarının çekirgelerden

Ne ödemeliyiz?
Ne kadar ödemeliyiz daha
Büyüsün diye bu beton kutu
Ne ödeyeceğiz?
Gerekeni
Yitirmek için yitirmişiz çoktan
Işıksız yola koyulmuş olan biz
Ve ay, ay yani o sevgi dolu dişi oradaydı hep
Çocuksu anılarında bir toprak damın
Ve genç tarlalarında çocukluğun çekirgelerden korkan.

Daha ne ödemeliyiz?


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: Onat Kutlar - Celal Hosrovşahi

Akbaba

tepemde bir akbaba
hırsla ölmemi bekliyor
ben ise düşünüyorum
nasıl bir tuzak kurayım ki
bana yaklaşsın da
onu vurayım

soluk almak için
oturmaya kalksam
işte yıkıldı diye
saldırıyor yüzüme
onu vurmak için
anlayınca fırsat beklediğimi
hızla dönüyor gökyüzüne

kuşaktan kuşağa
onca insanlar öldü
yem olarak şu ihtiyar akbabaya
deneyimlerim sesleniyor ki
bitimindeyiz zamanın
yaklaşan bir sonu var
ya senin, ya ihtiyar akbabanın

bu cadı, bu kocamış
leş yiyenin yazgısı, sana bağlı
başaramazsan eğer
sıran geldi demektir

tepemde bir akbaba
hırsla bekliyor ölmemi
vay eğer
fırsatı ben kaçırırsam


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: M. Babek

Yeryüzü Ayetleri

O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti

Ve çöllerde yeşillikler kurudu
Ve balıklar denizlerde kurudu
Ve toprak
Ölülerini kabul etmez oldu artık.

Bütün solgun pencerelerde gece
Belirsiz bir düşünce gibi
Birikiyor durmadan ve taşıyordu
Ve yollar
Sonlarını karanlığa bıraktılar

Kimse aşkı düşünmez oldu.
Kimse düşünmez oldu yengiyi
Kimse
Hiçbir şey düşünmez oldu artık.

Mağaralarında yalnızlığın
Uyumsuzluk doğdu
Afyon ve esrar kokusuyla kan,
Başsız çocuklar doğdu
Gebe kadınlardan.
Koştular mezarlara sığındılar
Beşikler
Utançlarından.

Kötü günler geldi ve karanlık
Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü
Tanrı elçiliğinin
Kaçtılar adanmış topraklardan
Aç ve sefil peygamberler.
İnsanın kaybolmuş kuzuları
Çobanın seslenişini duymaz
oldular

Çöllerin cennetinde.
Aynaların gözlerinde sanki
Tersine yansıyordu renkler
Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler

Bir şemsiye gibi tutuşuyordu
Başlarında aşağılık soytarıların
Utanmaz yüzlerin orospuların
Tanrının o kutsal ışık çemberi

Bataklıkları alkolün
Ağulu buharlarıyla buruk
Çekti derin köşelerine
Durgun aydınlar yığınını
Kemirdi aç gözlü fareler
Altın yapraklarını kitapların
Eskimiş raflarda, dolaplarda.

Güneş ölmüştü
Güneş ölmüştü ve yarın
Uslarında küçük çocukların
Yitik, belirsiz bir kavramdı.
Defterlerine sıçrayan kapkara
İri bir mürekkep lekesiyle
Anlatıyorlardı çocuklar
Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.

Zavallı halk
Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın
Huzursuz ağırlığı altında ölü
gövdesinin
Bir yerden bir yere sürünüyordu
Ve önlenmez cinayet isteği
Durmadan büyüyordu ellerinde.

Kimi zaman ufacık bir kıvılcım
Bu cansız ve sessiz topluluğu
Ta içinden dağıtıyordu birden.
İnsanlar saldırarak birbirlerine
Biri karısının boğazını
Kör bir bıçakla kesiyordu
Bir ana birer birer çocuklarını
Tandırın ateşine atıyordu.
Boğulmuş kendi korkularında
Ürkütücü duygusu suçluluğun
Öldürdü öldürdü kör ruhlarını
Ve çocukları.

Ne zaman bir tutsak asılırken
Darağacının yağlı halatı
Korkudan kasılan gözlerini
Sıkarak dışarıya fırlatsa
Onlar dalarlardı içlerine
Şehvetle titreyen bir düşünceden
Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.

Ama her zaman alanın kıyısında
Bu küçük canileri görürdün
Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar
Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına
Ola ki gene de arkasına
Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde
Yarı canlı bir küçük şey karışık,
Kalmıştır.
Güçsüz bir çırpınışla istiyordu
İnanmayı su sesinin doğruluğuna

Ola ki ...
Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk ...
Güneş ölmüştü
Kim bilebilirdi artık
Yüreklerden kaçan o üzgün
güvercinin
İnanç olduğunu ...

Ah tutsağın sesi...
Büyüklüğü senin umutsuzluğunun
Işığa bir küçük yol açmayacak mı
Bu uğursuz gecenin bir köşesinden?
Ah tutsağın sesi...


Furuğ Ferruhzad
Çeviren: Onat Kutlar - Celal Hosrovşahi

Evim Bulutludur

evim bulutludur
boydan boya yerler bulutlu
dönemeçten
öfkeli bir yel esiyor
dağıtıyor her bir yeri
duygularımı dağıtıyor
ey sen kaval çalan
ve dalıp giden kavalım ninnisiyle
evim bulutludur benim

ey bulut
boşalmak isteyen bulut

ve ben
anılarıma karışıyorum
geçmişte kalan mutlu günlerime
güneşe çeviriyorum bakışlarımı
deniz kıyısında
yıkılmış her bir yer
öfkeli rüzgarla

ve yolda
kaval çalan adam
yürüyor
bulutlu dünyasında


Nima Yusiç
Çeviren: M. Babek

25 Ağustos 2017 Cuma

Ey İnsanlar

Ey insanlar!
Siz kıyıda şen ve kedersiz,
Denizde can çekişen bir insan var.
denizde,
Şu bildiğiniz sert, kara ve ağır denizde
Yaşam için çırpınan bir insan var!

Düşmanları yendim diye
Keyiflendiğinizde,
Bir düşkünün elini tuttum
Esenliğe kavuşsun diye
Kemerimi daha fazla sıktım diye
Övündüğünüzde,
Bilmem ne zaman anlatsam ki size
Ey insanlar
Kıyıda kurulu düzeniniz var
Önde ekmek, üstte gömlek
Denizde boğuşan insan size sesleniyor.
Ağır dalgaları yorgun elleriyle itiyor
Ağzı açık gözler yerinden fırlamış
Uzaklardan karaltımızı görmüş
Yutmuş yutacağı kadar deniz suyunu
Takattan kesilmiş
Batar
Kah başı
Kah eli

Ey insanlar!
Uzaklaştıkça o
Köhne dünyaya seslenirken
Bas bas bağırarak yardım diliyor
Ey insanlar!
Kıyıda sakin, seyre dalmışsınız
Dalgalar, sakin kıyınızı döver
Parçalanır kumsal üzerine
Çekilir köpükler.
Bir bağırtı uzaklardan duyulur
duyulur.

Ey insanlar!
Sesi rüzgar alır götürür
Rüzgarda, sesi dalgalanır
Uzaklardan yakınlardan
Kulaklarda yine bir haykırış
Ey insanlar! ..


Nima Yusiç
Çeviren: İldeniz Kurtulan

Uzayda Şarkı

Gökyüzünün ötesine ilk defa uçan insan
Başını çevirince mavi gözlerini gördü yeryüzünün.
İnsan dedi: Nasıl böylesine mavi oldu gözlerin?
Dünya dedi: Okyanus'ta biriken gözyaşları yüzündendir.
Ama niçin akan yaşlarla dolu denizler?
Çünkü binlerce yıldır çok seller boşaldı içimden.
İyi de niçin gözyaşı döktün uzayda dans ederken böyle?
Çünkü ben anasıyım İnsan Soyunun.


Adrian Mitchell
Çeviren: Mehmet Yaşın

Şiir Nedir?

Hep birlikte dans eden şu çırçıplak sözcüklere bak!
Nasıl da çarpıyorlar herkesi.
Tek bir adım atmak yeter bunun'çin -
Çıkarın giysiler'nizi
Ve dansa katılın siz de.
Çırçıplak sözcükler ile insanlar dans ediyor hep beraber.
Olay çıkacak şimdi
Neyse işte geliyor Şiir Polisi!

Devam edelim dansa.


Adrian Mitchell
Çeviren: Mehmet Yaşın

24 Ağustos 2017 Perşembe

Benim Yaslı Kaptanlarım

Birkaç arkadaştılar ve tarihsel adlı
Birkaç insan: şimdi gelmişler
Bir bir görünüyorlar karanlığın içinden.
Ne de geç başlıyor ışımaları,
Nasıl da erişiyorlar sönmeden önce
Pürüzsüz bütünlüğüne bir tenin.

Ve kuşanır oluyorlar sonra bir yokluk gibi
Upuzun bir geçmişin urbasını.
Yenilemek için tek onun için
Yaşadıklarını sanmıştım
Habire kasılan bir sancıya ödenmiş
Bir kuvvetin kısır döngüsünü.
Uyarmalarıdır şimdi bana uzaktan değinen.

Doğru, durulmamışlardır daha,
Gene de bir belirginlikleri var
Kendilerince gerçek ve ayrı;
Bir ayıklanmışı var her birinin
Çıkmazlar arasından.
Çekilmişler bir yörüngeye,
Katı, çıkarsız bir güç ile
Dönüp duruyorlar, yıldızlar kadar.


Thorn Gunn
Çeviren: Feyyaz Kayacan

İdam Sehpasından Kimse Konuşmayacak

İdam sehpasından
kimse konuşmayacak. Sahne
kendi kendini açıklayacak.

O üstü parlak
düzgün kesilmiş tahta
mutfakta kullanılan bir araç tıpkı.

Hele o yüzü maskeli adam
elinde baltası: tanıdığımız biri:
Bizim orda bir depoda çalışıyor iş saatleri.

Sonra, mahkum, yüzünün rengi uçmuş,
çiğle ıslanmış otlarda yürüyor,
veda ediyor başıyla

tanıdıklarına. Sehpadan
kimse konuşmayacak. Biz de
unuttuk zaten suçunu.

Artık önemli değil
ne yaptığı. Önemli olan
hükmün yerine gelmesi ya da

daha çok, nasıl davranacağı
orada beklerken, insanlığı
sona ermeden.


Thorn Gunn
Türkçesi: Cevat Çapan

Baba Evi

Hüzünlüdür baba evi. Kalır bırakıldığı gibi
Kendini son terk edenin zevkine uygun.
Yeniden kazanmak istercesine o gideni.
Oysa, sevindirecek kimsesi yokken, solgun,
Bir türlü unutamaz yitirdiklerini.

Ve yeniden başlayamaz dönüp geriye,
İşte, her şey böyle olmalı, deyip coşkuyla
Bunu denediği günlere. Çoktan uğramış yenilgiye.
Nasıldı bir zamanlar! Bakın: resimlere, şu vazoya.
Çatal bıçak. Notalar piyanonun üstünde.


Philip Larkin
Türkçesi: Roni Margulies

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Uzanmak Gölgesine, Soluk ve Dalgın

Uzanmak gölgesine, soluk ve dalgın,
güneşten kızgın bir bostan duvarının,
dinlemek böğürtlen dikenlerinin arasından
tarlakuşlarının şakımasını, hışırtısını yılanların.

Toprağın çatlağında, burçakotlarında ya da
izlemek kırmızı karınca dizilerini,
kah dağılan, kah toplaşıveren
başak kümeciklerinin üzerine.

Gözlemek dallar arasından, çırpınışını
denizin uzaklarda, pul pul,
yükselirken ağaçsız tepelerden
ağustos böceklerinin titreyen şarkısı.

Ve dolaşırken göz kamaştıran güneşte
hissetmek hüzünlü bir hayretle
nasıl da benzediğini, hayatın ve acılarının,
üstü cam kırıklarıyla kaplı
şu duvar boyunca yürümeye.


Eugenio Montale
Çeviren: Egemen Berköz

İngiliz Kornosu

Rüzgar özenle çalıyor bu akşam
- Bir çelik şakırdamasını anımsatıyor -
sazların sık ağaçların ve süpürüyor
bakır ufku
uçurtmalar gibi uzandığı uğuldayan
gökte ışık çizgelerinin
(Geçip giden bulutlar, parlak
     krallıkları göğün! Yukardaki Eldorada'ların
     aralık kapıları!)
ve deniz, morarıyor
köpükten köpüğe, renk değiştiriyor
ve kıvrılıp bükülen köpüklerden
bir hortum fırlatıyor kıyıya;
kararırken hava yavaştan
doğan ve ölen rüzgar
seni de çalsaydı bu akşam
kalbim


Eugenio Montale
Çeviren: Egemen Berköz