Şiir, Sadece

10 Haziran 2016 Cuma

Dilek

Dilerim ki fani dünyada kimse

Ömrünü mihnetle telef etmesin.

Fakat kamil adam olmak isterse,

Elem çektiğine esef etmesin.



Rıza Tevfik Bölükbaşı
Serab-ı Ömrüm
1947

Uçun Kuşlar

Uçun kuşlar uçun, doğduğum yere
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır
Ormanlar koynunda bir serin dere
Dikenler içinde sarı gül vardır

O çay ağır akar, yorgun mu bilmem
Mehtabı hasta mı, solgun mu bilmem
Yaslı gelin gibi mahzun mu bilmem
Yüce dağ başında siyah tül vardır

Orda geçti benim güzel günlerim
O demleri anıp bugün inlerim
Destan-ı ömrümü okur dinlerim
İçimde oralı bir bülbül vardır

Uçun kuşlar uçun, burda vefa yok
Öyle akarsular, öyle hava yok
Feryadıma karşı aks-i sada yok
Bu yangın yerinde soğuk kül vardır

Hey Rıza kederin başından aşkın
Bitip tükenmiyor elem-i aşkın
Sende derya gibi daima taşkın
Daima çalkanır bir gönül vardır


Rıza Tevfik Bölükbaşı
Serab-ı Ömrüm

Yunus Emre'ye Armağan

Yüce dağlar ardından
Deniz aşıru geldim
Evliyalar yurdundan
Selam tapşuru geldim

Ulu bir şara vardım
Dosta armağanım var
Erenlerin bağından
Güller devşiru geldim

Boz bulanık bir çaydım
Aşk iline baş urdum
Çalkanıp safa buldum
Süzülüp duru geldim

Yunus'un toprağına
Vardım yüzüm sürmeye
Sildim gönül pasını
Yunuben aru geldim

Cuşa geldim çağlarım
Aşık oldum ağlarım
Canda çoşan esrarı
Döküp taşıru geldim

Rıza Tevfik Allah'tan
Ayrılma ol dergahtan
Ben kurtuldum günahtan
İğriydim, doğru geldim


Rıza Tevfik Bölükbaşı
Serab-ı Ömrüm
1914

9 Haziran 2016 Perşembe

Göz Aşinalığı

İsmini bilmezdim fakat tanırdım,
Ne yosma bir çiçek takışı vardı.
Kızıl saçlarını ateş sanırdım,
Güneş nuru gibi yakışı vardı.

Öyledir, gün, şafak söktüğü zaman,
- Göllere gölgeler çöktüğü zaman -.
Saçını çözüp de döktüğü zaman,
Dalga dalga düşüp akışı vardı.

Hüsnünde bir eda var ki asıydı,
Beni harab eden o edasıydı,
Sevdalı gönlümün aşinasıydı,
Yüzüme bir şirin bakışı vardı. 


Rıza Tevfik Bölükbaşı
Serab-ı Ömrüm


Not: Rıza Tevfik'in ağzından, "Aksaray'da bir evde oturuyorduk ki, cephesi caddeye nazırdı. Evimizin sağ tarafında bir dar sokak, başındaki evde de bir komşumuz sakindi. O komşumuzun genç, yetişmiş bir kızı vardı. Tuvaletiyle meşgul olurken pervasız davranırdı. Arada bir dönüp bana hışımla bakar ve derhal şirin bir eda ile tebessüm ederdi. Bu şiir, onun güzel tebessümünü ifade edebiliyor mu bilmem?" 

Bırak Beni Haykırayım

Ben en hakîr bir insanı kardeş sayan bir rûhum;
Bende esîr yaratmayan bir Tanrı'ya îman var;
Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar;

Mazlumların intikamı olmak için doğmuşum.
Volkan söner, lâkin benim alevlerim eksilmez;
Bora geçer, lâkin benim köpüklerim kesilmez.

Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;
Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;

Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir,
Bu zavallı sürü için ne merhamet, ne hukuk;
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!...


Mehmet Emin Yurdakul
Türk Sazı

Benim Şiirlerim

- Sen kalbsizsin; hani senin gençliğinin hayatı?
- Aşklarım mı? Bir nefeste solabilen bu şeyler,
Bir yanardağ ateşiyle kömür gibi karardı;
Şimdi ise yerlerinde bir sıtmalı yel eser.

Evet, benim her şi’rimde yılan dişli diken var;
Sizler gidin bal verecek yeni açmış gül bulun.
Belki benim acı sesim kulakları tırmalar;
Sizler gidin, genç kızların türküsüyle şen olun.

Varın sizler, onlar ile korularda el ele
Gezin, gülün, bir çift bülbül aşkı ile yaşayın;
Yalnız kendi, yalnız kendi rûhunuzu okşayın.

Zavallı ben, elimdeki şu üç telli saz ile
Milletimin felâketli hayatını söyleyim;
Dertlilerin gözyaşını çevrem ile sileyim!..


Mehmet Emin Yurdakul
Türk Sazı

8 Haziran 2016 Çarşamba

Millet Şarkısı

Çiğnendi, yeter, varlığımız cebi ile kabre;
Doğrandı mübarek vatanın bağrı sebepsiz.
Birlikte bugün bulmalıyız derdine çare;
Can kardeşi, kan kardeşi, şan kardeşiyiz biz.
Millet yoludur, hak yoludur tutuğumuz yol;
Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa... var ol!

Gel kardeşim, annen sana muhtaç; ona koşmak...
Koşmak ona, kurtarmak o bi-bahtı vazifen.
Karşında göğüs bağr açık, ölgün, yatıyor bak;
Onsuz yaşamaktansa beraber ölüş, ehven.
Her an o güzel sineyi hançerliyor eller;
İmdadına koşmazsak eğer malın mukarrer.

Zulmün topu var, güllesi var, kal'ası varsa,
Hakkın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.
Göz yumma güneşten, ne kadar nuru kararsa,
Sönmez ebedi, her gecenin gündüzü vardır.
Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol;
Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa... var ol!

Vaktiyle baban kimseye minnet mi ederdi?
Yok, kalmadı haşa sana zillet pederinden.
Dünyada şereftir yaşatan milleti, ferdi;
Silkin, şu mezellet tozu uçsun üzerinden.
İnsanlığı pamal eden alçaklığı yık, ez;
Billah yaşamak yerde sürüklenmeğe değmez.

Haksızlığın envamı gördük... bu mu kanun?
En gamlı sefaletlere düştük... bu mu devlet?
Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun;
Artık yeter olsun bu deni zulm ü cehalet...
Millet yoludur hak yoludur tuttuğumuz yol;
Ey hak, yaşa, ey sevgili millet, yaşa... var ol!


Tevfik Fikret
Rübab-ı Şikeste
8 Temmuz 1908

Mazi...Ati

Mazi... O şimdi gölge iken, şimdi zi-hayat
Bir cism olan; o şimdi ölen, şimdi canlanan
Mevcut; evet o dalga, o girdab-ı hatırat
İnsan için nedir? Evet, insan ki doğmadan
Ölmekle uğraşır ve bu takdire katlanır,
Mazide bir taayyünü haiz midir?.. Hayır.
Ölmek, hayatı tazelemektir: Biz ölmesek,
Efkar ölür; hayat-ı beşer şahs-ı fikretin
Bir cümle-i tekamülü ... Her fikr-i müşterek,
Bir sadmedir; onunla kımıldar bu hey'etin
Zerrat-ı bi-nihayesi, zerrat-ı naimi;
Kevnin, hülasa, fikr-i beşerdir munazzimi.

Mazide kabil olsa taayyün, beka, sübut,
Ati nasıl hayal edilir? .. Bir zeki-şiken
Durgunluk ihtinak-ı melulüyle pür-süküt.
Ancak tenebbüt eyleyen, ancak pinekleyen,
Mensuh ü münhasif, mütenahnih, ateh-lika
Bir varlık... İşte, çehre-i mazi-i zi-bekaal

Mazi... o bir muallim, o bir pir, o bir peder,
Halin tutup sinirli elinden ağır, sabur,
Atiye doğru yedmeli... Ati, o pür-seher
Bir utk-ı muhtecib ki füyuzata mehd-i nur,
Etkir için sipihr-i teali bilinmeli;
Ati çıkınca ortaya, mazi silinmeli!


Tevfik Fikret
Rübab-ı Şikeste

Leyl-i Veda

Ooh, gel ... rüh-ı tabiat gibi mahmur ü hamuş,
Bu vefasız gecenin koynunda
Kalalım bir ebedi saniye dalgın, bihüş ...
Kim bilir, belki de son leyle-yi sevdamızdır;
Bunda her lahza biraz ömr-i saadet sayılır!

Ooh, bak dalgaların cezbe-yi safiyyetine;
Sanki bir hamle-yi sevdaya açık bir sine
O kadar rakid ü sakit, o kadar müstağrak,
O kadar uykuda her şey ki hemen korkulacak.

Ooh, gel gel, bu hafa-gaha beraber gidelim;
Orda sensiz geçecek günleri tazmin edelim.

Bir siyah kuş gibi amade-yi pervaz ü firar
Bu vefasız gecenin koynunda
Edelim gel, ebedi kalmak için bir ısrar...
Kim bilir belki de son lahza-yı sevdamızdır;
Hoş geçen her dem-i sevda ebediyyet sayılır!...


Tevfik Fikret
Rübab-ı Şikeste

7 Haziran 2016 Salı

Firkete

Söyle nazik, güzel demircik sen,
Acaba kaç nigah-ı dikkatle
Ne kadar itina-yı san'atle
Şekl-i zib aldın incecik telden?

Hayır, insan değil eden imal
O yapar belki bir nümune sana;
Sonra bi-kayd-ı intizam-ü kemal,
Seni ibzal edip durur makina.

Yine sen kesretinle nazende
Bir güzelsin ki o cüst ü şermende,
Yakışırsın kadınlığın eline;

Firkete, anlarım letafetini,
Nazarım kıskanır saadetini
Sen iliştikçe saçların teline!


Ali Ekrem Bolayır
Zılal-ı İlham

Dilenci Kız

Kış ortasıydı .. hava pek soğuktu, yerlerde
Bir arşını mütecavizdi galiba karlar;
Soğuktu, hatıra geldikçe ellerim sızlar
O kış, evet o şita-yı sefalet-averde

Sokakta dondu sanırdım kanım burudetten;
Soğuk soğuk ciğerimden geçerdi bad-ı vezan!
Yolumda her kimi görsem benim gibi nalan
Olurdu titreyerek serdi-yi tabiatten.

Bir akşam üstü... Bütün donmuş ortaklık, herkes
Telaş ile müteveccihti kendi hanesine,
Elinde bir yiyecek naklederdi ianesine.

Erişti guşuma pek ince, pek küçük bir ses:
O karlar üstüne düşmüştü bir zavallı melek,
Morarmış ağzı ile derdi: "Bir dilim ekmek!"


Süleyman Nesip
1896

Bağ-ı Rani

Gördüm tanıdım değildi pek hoş
Hoşlanmış idim fakat o kızdan
Layık mı ana değil demek hoş
Çıkmak ne reva bu söz ağızdan
Yadımda değildi yada geldi
Temin ederim ki pek güzeldi

Ahvalime hiç değildi agah
Hatta bana aşina değilken
Söylerdi lisan-ı hali her gah
Her haline vakıfım senin ben
Baktıkça alınır yüzünde bir hal
Tavsifini mümkün olmaz ikmal

Bir hal idi hüsnden güzel o
Tasvirde penev-i zekayı
Bir hüsn idi çehreye bedel o
Tenvirde zulnet-i bekayı
Söyler dururum içip peyapey
Herkül gibi bir Venüs ne hoş şey


Abdülhak Hamid Tarhan
Bunlar O'dur

6 Haziran 2016 Pazartesi

Perlaşez

Akıbet gitti mi güzel Tereze
Yolda gezmek muhal iken kardan?
Geçerek dehşetiyle bulvardan
Ne çabuk vasıl oldu Perlaşez'e!

Ah o bikes verem şehidesinin
Açılan vechi pek dokundu bana!
Girye-nak olduğun kılar ima
Hali çeşman-ı mevt-didesinin!

Daha na'şında can takarrürde:
Hissolunmakta kalbinin sıcağı;
Gül gibi pembe sade bir yanağı;
Ki o da an-be-an tagayyürde!

Benzi solmuş teneffüsü durmuş;
Zühre'nin bir nazire peykerine
Gökyüzünden lika-yı biferine
Sanki bir saye-i beyaz urmuş!

Dense layık vücuduna şeffaf,
Münkeşif haricinden esrarı.
İşte kalbinde zahir asan
Daha mahvolmamış ümid-i zifaf!

Bister-i aşka benziyor kucağı;
Ne kadar nerm ü nazenin o bedeni
Gözünün rengi belli hariçden,
Örtülüyken müebbeden kapağı!

Tek ü tenha içinde medfeninin
Yatıyor hod-be-hod tebah olmuş!
Döşeği bak nasıl siyah olmuş,
Yasemenden beyaz olan teninin!
...................


Abdülhak Hamid Tarhan
Belde

Feryad: 8

Mesken oldu bana şu sahralar
Gezerim su-be-su tek ü tenha,
Yerde gökte beğendiğim eşya
Yarimi her nazarda arzeyler.
Gece sath-ı semada suret-yab,
Belki de aksi-i hüsnüdür mehtab!


Abdülhak Hamid Tarhan
(1852-1937)
Sahra

Ah Nijad!..

Hasret beni çayır çayır yakarken
Bedenimde buzdan bir el yürüyor
Hayaline çılgın çılgın bakarken
Kapanası gözümü kan bürüyor.

Dağda kırda rast getirsem bir dere
Gözyaşlarım akıtarak çağlarım.
Yollardaki ufak ufak izlere
Senin sanır bakar bakar ağlarım.

Güneş güler, kuşlar uçar havada
Uyanırlar nazlı nazlı çiçekler. ..
Yalnız mısın o karanlık yuvada
Yok mu seni bir kayırır, bir bekler? ..

Can isterken hasret oduyla yansın
Varlık beni alil alil sürüyor.
Bu kaygıya yürek nasıl dayansın?
Bedenciğin topraklarda çürüyor?

Bu ayrılık bana yaman geldi pek,
Ruhum hasta, kırık kolum kanadım.
Ya gel bana, ya oraya beni çek,
Gözüm nuru oğulcuğum, Nijad'ım!


Recaizade Mahmut Ekrem
Nijad Ekrem

4 Haziran 2016 Cumartesi

Güzelim!

Nedir bu cevrü tegafül zaman zaman güzelim?
Kaçıncıdır bu eziyyetli imtihan güzelim?
Tükendi sabr ü tahammül... Üzüldü can güzelim.
Bu naz ise yetişir artık el-aman güzelim!

Bütün gün eşk-i teesürle gözlerim dolsun ..
Baher-ı şevk u ümidim bütün bütün solsun ..
İlelebet bana böyle hayat zehr olsun
Sana hulusuma geldiyse bir ziyan güzelim!

Hayat bende mücerret seninle kaimdir ..
Neşat ü lezzet ü şevkim seninle daimdir ..
Sen olmasan nazarımda güneş de muzlimdir:
Sözün hakikati işte budur inan güzelim!

Gamınla müp'adim oldu tasarrufum özüme ..
Seni tefekkür ile uyku girmiyor gözüme.
İnanmak istemiyorsan eğer benim sözüme
Buna şehadet eder gökte ahteran güzelim!

Nasib yok mu bana ba'dema hitabından?
Ses almayım mı daha nağme-yi rübabından?
Tevahhuş eyliyorum hal-i ihticabından ..
Sen anla .. Ben edemem hissimi beyan güzelim.

Ben infiale beca nabeca nihayet ver ..
Yine şikayete ... şükre ... niyaza ruhsat veri
İade eyleyeyim neş'emi cesaret ver ..
Nazardan eyleme didarını nihan güzelim!

Kusurum anlamadım çünkü etmedin mesul..
Olurdu mazeretim belki de karin-i kabul.
Senin sükiituna karşı benim melül melül
Yetişmiyor mu sana ettiğim figan güzelim?

Ne hal ise beni affet de serinsar eyle ..
Küçük düşürmek ile bari ahz-ı sar eyle ..
Dahil i merhametim vechin aşikar eyle.
Bu sivedir sana şayan olan heman güzelim.


Recaizade Mahmut Ekrem
(1847-1914)
Pejmürde

Kıtalar

I

Eylemem ölsem de kizbi ihtiyar,
Doğruyu söyler gezer bir şairim.
Bir güzel mazmun bulunca, Eşrefa,
Kemdimi hicveylemezsem kafirim!


II

Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billahi öz kardeşimi.
Gözlerim ebna-yi ademden o rütbe yıldı kim,
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı!


III

Vakt-i istibdatta söz söylemek memnu idi;
Ağlatırdı ağzını açsan hükümet ananı!
Devr-i hürriyetdeyiz şimdi, değişti kaide,
Söyletirler evvela, sonra s ... .ler ananı!


IV

Çekdiğim cevr ü cefanın sebebinden sorma,
Deme kim: -Badıheva menkabe dellalı budur!
Habs ile, nefy ile, işkence ile ömür geçer,
İşte Türkiye'de şair olanın hali budur!


V

Vükela kabrine heykel dikelim şöyle yazıp
Ki: "Bunun hal-i hayatında yeri münhal idi
Sanmayın yevm-i vefatında bilindi kadri
Sağlığında yine bu böylece bir heykel idi"


VI

Padişahım, bir dirahta döndü kim güya vatan,
Daima bir baltadan bir şahı hali kalmıyor;
Gam değil amma bu mülkün böyle elden gitmesi,
Gitgide zulmetmeğe elde ahali kalmıyor!


Eşref
(1846-1912)

Kıtalar

I

Zalim olsa ne rütbe bi perva
Yine bünyad-ı zulmü biz yıkarız
Merkez-i hake atsalar da bizi
Küre-i arzı patlatır çıkarız


II

Çekmedim ömrümde zencir-i esaret barını
Kayd-ı dünyadan müberrayım bilir dünya beni
İşte meydan-ı hamiyyet kaçma ey cellad-ı zulm
Ya seni mahveylesin Mevla cihanda ya beni


Namık Kemal

Kaside

Görüp ahkam'ı asrı münharif sıdk u selametten
Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükumetten
Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten
Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez ianetten
Vücudun kim hamir-i mayesi hak-i vatandadır
Ne gam rah-ı vatanda çak olursa cevr ü mihnetten
Hakir olduysa millet şanına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher sakıt olmaz kadr ü kıymetten
Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir
Köpektir zevk alan sayyad-ı bi-insafa hizmetten
Hemen bir feyz-i baki terk eder bir zevk i faniye
Hayayın kadrini ali bilenler hüsn-i şöhretten
Nedendir halkta tul-i hayata bunca rağbetler
Nedir insana bilmem menfaat hıfz-ı emanetten
Cihanda kendini her fertten alçak görür ol kim
Utanmaz kendi nefsinden de ar eyler melametten
Felekten intikam almak demektir ehl-i idrake
Edip tezyid-i gayret müstefit olmak nedametten
Durur ahkam-ı nusret ittihad-ı kalb-i millete
Çıkar asar-ı rahmet ihtilaf-ı rey-i ümmetten
Eder tedvir-i alem bir mekinin kuvve-i azmi
Cihan titrer sebat-ı pay-i erbab-i metanetten
Kaza her feyzini her lutfunu bir vakt için saklar
Fütur etme sakın milletteki za'f ü betaetten
Değildir şir-i der-zencire töhmet acz-i akdamı
Felekte baht utansın bi-nasip erbab-ı himmetten
Ziya dür ise evc-i rif'atından ıztıraridir
Hicab etsin tabiat yerde kalmış kabiliyetten
Biz ol nesl-i kerim-i dude-yi Osmanıyanız kim
Muhammerdir serapa mayemiz hun-i şehadetten
Biz ol ali-himen erbabu cidd ü içtihadız kim
Cihangirane bir Devlet çıkardık bir aşiretten
Biz ol ulvi nihadanız ki meydan-ı hamiyyette
Bize hak-i mezar ehven gelir hak-i mezelletten
Ne gam pür-ateş-i hevl olsa da gavga-i hürriyyet
Kaçar mı merd olan bir can için meydan-ı gayretten
Kemend-i can güdazı ejder-i kalır olsa celladın
Müreccahtır yine bin kerre zencir-i esaretten
Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin
Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azimetten
Anılsın mesleğimde çektiğim cevr ü meşakkatler
Ki edna zevki aladır vezaretten sedaretten
Vatan bir bi-vefa nazende-i tannaza dönmüş kim
Ayırmaz sadıkan-ı aşkını alam-ı gurbetten
Müberrayım reca vü havften indimde alidir
Vazifem mefaatten hakkım ağraz-ı hükümetten
Civanmerdan-ı milletle hazer gavgadan ey bidad
Erir şemşir-i zulmün ateş-i hun-i hamiyyetten
Ne mümkün zulm ile bidad ile imha-i hürriyet
Çalış idraki kaldır muktedirsen ademiyyetten
Gönülde cevher-i elmasa benzer cevher-i gayret
Ezilmez şiddet-i tazyikten tesir-i sıkletten
Ne efsunkar imişsin ah ey didar-ı hürriyyet
Esir-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten
Senindir şimdi cezb-i kalbe kudret setr-i hüsn etme
Cemalin ta ebet dur olmasın enzar-ı ümmetten
Ne yar-i can imişsin ah ey ümmid-i istikbal
Cihanı sensin azat eyleyen bin ye's ü mihnetten
Senindir devr-i devlet hükmünü düynaya infaz et
Hüda ikbalini hıfz eylesin her türlü afetten
Kilab-ı zulme kaldı gezdiğin nazende sahralar
Uyan ey yareli şir-ijiyan bu hab-ı gafletten


Namık Kemal

3 Haziran 2016 Cuma

Arz-ı Muhabbet

Eşi yok bir güzeli sevdi beğendi gönlüm
Kıskanır kendi gözümden yine kendi gönlüm
Gabi hasret iken ol sineye sinem kavuşur
Sanma gönlümde olan derd-i muhabbet savuşur
Yaseminden bile naziktir o boy bos anda
Sarmaşık-vari sarılsam eğilir ol anda
Candan ülfet edeli öyle civan dilber ile
İstemem gayrisini bur ü melek olsa bile
Mest olup neşe-yi şehvetle o gözler bayılır
Serpilince yüzüne gözyaşım amma ayılır
Bağrım ezmez mi süzüldükçe o baygın gözler
Beni imrendirir ağzındaki tatlı sözler
Kendi hüsnünden utanmış da kızarmış yanağı
Yüzün örtüp kapamış saçları baştan aşağı
Uğradım zülfü hayaliyle karasevdaya
Böyle Mecnun dahi düşkün mü idi Leyla'ya
Can çekişmekten ise canımı versem bari
Can feda eyleme bir iş mi sevince yari
Ben şehid olmadan aşkıyle mezarım kazayım
Taşımı gözlerimin kanlı yaşıyla yazayım


Şinasi
Müntahabat-ı Eş'ar

Gazel

Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm

Bulundum ben dahi dar-üş-şifa-yı Bab-ı Ali'de
Felatun'u beğenmez anda çok divaneler gördüm

Huzur-ı guşe-yi meyhaneyi ben görmedim gitti
Ne meclisler ne sahbalar ne işrethaneler gördüm

Cihan namındaki bir maktel-i ama yolum düştü
Hükümet derler anda bir nice salhaneler gördüm

Ziya değmez humarı keyfine meyhane-i dehrin
Bu işretgehte ben çok durmadım amma neler gördüm


Ziya Paşa
1870

Mersiye

Tıfl-ı nazeninim unutmam seni
Aylar günler değil geçse de yıllar
Telhkaın eyledi firakın beni
Çıkar mı hatırdan o tatlı diller

Kıyılamaz iken öpmeğe tenin
Şimdi ne haldedir nazik bedenin
Andıkça gülşende gonce dehenin
Yansın ahım ile kül olsun güller

Tagayyürler gelip cism-i semine
Döküldü mü siyah ebru cebine
Sırma saçlar yayıldı mı zemine
Dağıldı mı kokladığım sümbüller

Feleğin kinesi yerin buldu mu
Gül yanağın reng-i ruyun soldu mu
Acaba çürüdü toprak oldu mu
Öpüp okşadığım o pamuk eller


Akif Paşa
Münşeatü Eşar-ı Akif Paşa

2 Haziran 2016 Perşembe

Şaşıyorum Gözyaşına

artık şaşıyorum gözyaşına
hiç unutamam çünkü pazarcıların
haftanın her günü öteye beriye
öteye beriye gözyaşı taşıdığını

yukarlarda en uzaklarda
bir orman kaçkının
ormana sığındığını

mülküm benim
örneğin senin gözyaşın bir hayvandır
önümden uzun tüyleriyle kaçan
sularımı kana kana akıtdığım dağlara

haziranın on nunda
bir çocuğumuz olacağını biliyordum
ayrıca biliyordum ki
çocuğumuz olsa da olmasa da
bir bölüğü çocukdur insanların

artık şaşıyorum gözyaşına
mutsuzluğun harcını pekiştiren
çaresizliğin gözyaşına
binlerce beygir bir ovayı arşınlarken
yepyeni dişleriyle binlerce tay
ve sonsuz giyimiyle büyük hayat
kuşanırken en mavisini
güvercin toplayarak geldim öteden beriden
ona şaşıyorum
ki hepsi hiç değilse bir kere nisan görmüşler

şimdi artık serinle mülküm
çıkar papucunu ve gözyaşını
ellerin bir demet güvercin olarak
uçursun uzaklara yukarlara sevdamızı
taşınmaz hiç bir şeyini tutma
aldığın soluk verdiğin kadar olsun
dağlar ve ateş ve kan varken
şakaklarım zonguldak gibi uğuldarken
şaşıyorum gözyaşına


Turgut Uyar
Divan

Kan Kentleri

Kan akıyor penceresi karanlık evlerden
Ölü kadınların üstüne tuğlaların üstüne
Denizse aydınlık ve incili mavili taşrada
Kana doğru ürkek en güzel yaban balıklar
Bu kandır akıttığımız sıkıntılı pazarlarda
Üst üste yergökyüzüne içki şişelerine

Kan içinde elleri ve öbür parmakları
Boşnak değil çocuklar dondurmacılarda
Mezarlı eyüplerde ve deniz kenarlarında
Sarışın kafaları ama analı babalı
Kan akıyor ahşap yapılardan sokaklara sokaklara
Mavi ülkeleri tatsız kısa pantolonlarda

Kan akıyor oluklardan öyle kan
Boyanır batmış gemiler perşembesi
Bir tesbih bir zımba bir yazı makinesi
Çektikçe böyle katil kralları


Turgut Uyar
Divan

Gecenin Şarkısı

Gecenin şarkısı markısı kimindir
Hangi şarkısı üstelik
Gecenin şarkısı senin olsun ben istemem
Üstelik o şarkı herkesindir
Çünkü bulutlar konuşur
Kuşlar uyur
Ses uyanır
Şimdi kimindir gecenin şarkısı

Kimi hüzzamdan bir şarkı besteler uykusunda
Otlar büyür
Ocaklara girilir madenlerde
Ne düşler görür insan kimbilir

Gece onundur


Turgut Uyar
Divan

1 Haziran 2016 Çarşamba

Edirnekapı Üstüne Şiir

İstanbul dediler mi benim aklıma,
Vaiz sokağı gelir hemen.
Edirnekapı gelir, evimiz gelir
Köşebaşında duran bir güzel kız gelir.
Biletçi zili çeker, tramvay durur
Bir manav, bir meyhane, iki akasya
Kumrular geçer kilisenin çan kulesinden
Beyaz bulutlar geçer...
Burası Hasan Efendinin kahvesi Edirnekapı'da,
Bu taşçı Kemal, çocukluk arkadaşım.
Bulutu Haliçten, rüzgarı Boğaz’dan
Bir baygın gün içindeyiz, yazdan.
"Dört cıhar, sebayidü, pencüse
Akşam olur, güneş batar nerdeyse."
Pırıl pırıl aşk içinde Mihrimah Sultan Camii
Eyüp'ten vapur düdüğü,
Yenikapı'dan tren sesi.
Kalkarız ağır ağır kahveden
Ben, Kemal, Kemal'in eniştesi...
Vaiz sokağına gelir eve varırım
Kapıya iki üç defa vururum
Karım kapıyı açar, çocuklar koşuşur
Ekmeğimiz var, yemeğimiz var
Yemeğe iştahımız var.
Oturur yemek yeriz cümbür cemaat
Alnımızın terinden, elimizin emeğinden
Etrafa yayılınca makarnanın buğusu,
Bize ne elalemin on türlü yemeğinden...
Alır karımı gezmeğe götürürüm
Bir dolmuşa bineriz Edirnekapı'dan.
Sultanahmet'te atkestanelerinin en güzeli
Elli kuruş verir, cambaza gireriz.
İstanbul bizim memleket, yaşımız yirmibeş
Basmayı da, ipeği de aşkla giyeriz.
Yenicami önünden güvercinler uçan
Mavnalar, takalar, koca koca gemiler,
Köprüden günde kimbilir kaç insan geçer
Denizde balıklar güzel, havada kuşlar
Bir gülüşü karımın, sevdamı yeniler.
Denizlerin kumuyum, balıkların puluyum
Adım Turgut, kendim İstanbulluyum
Ben Allahın bir sevdalı kuluyum
Üsküdar'a geçerken bir yağmur almadı ama
Bir güzel yaz günü Kadıköy vapurunda
Japone kollu bir kız aklımı aldı.
Bakıştık, gülüştük, hoşlandık
Derken o yoluna gitti, ben evime...
Bizim ev iki oda, bir sofa
Evsahibi ayda yetmiş lira alır.
Kapıda atnalından, sarmısaktan bir nazarlık
Önümüzde kaleler, arkası mezarlık.
Gün olur çoluk çocuğunla bir bakarsınız
Güzelim vaiz sokağında benim de
Ferah, aydınlık bir evim olur.
Bir büyük radyo da alır, yerleşirim
Geçerim pencereye akşamüstleri.
Boy boy sardunyalar, fesleğenler,
Boy boy bulutlar karşımda.
Saçağımızda bir kırlangıç yuva yapmış.
Ahmet efendi geçer, selam veririm
Bakkal İbrahim selam verir, alırım.
Fesleğenler kokar, sardunyalar kızarır
İstanbul sereserpe önümde geceye karşı
Gemilerden, fabrikalardan düdükler
Şimdi bir tren kalkar Sirkeci'den bilirim.
Alacakaranlıkta kıpır kıpır gölgeler
Sesler gelir yakın sinema bahçesinden
Bir hoş olurum.


Turgut Uyar
Divan

Çağrılmamış'a

gökyokuş solan penceresi çağrılmış
ölmüş ölünce ölü annesi çağrılmış

öyle ki bir kırgın çocuk gibi Konyalı
bayramlara hep bayramertesi çağrılmış

Konyalı bir çocuk gibi, Konyalı bir
ergen gibi, Konyalı bir adam

Konyalı bir kocamış gibi kırda
kendisi konmuş kırda gölgesi çağrılmış

gölgesi donuk sönük denize uzak
sanki babası bırakılmış eniştesi çağrılmış

ey solak hendese büyük yılkı
hazırlan çünkü artık kendisi çağrılmış


Turgut Uyar
Divan

Bitmemiş Şiirler

Şöyle bir içten öpmeni senin,
Bin tane cennete değişmem...
Varsın yatağımız ipek olmasın,
Güzel vücudun danteller içinde değilmiş,
Ne çıkar...
O bütün tatlı saatlerinde gecenin
Güneş perdelere gelene kadar,
Kollarında bulutlarda gibiyim,
Mehtap saçağımızdaki buzlarda
Odamıza bir soğuk aydınlık dolmuş.
Gözlerin gözlerimde,
Boynumda sımsıcak kolların,
Gündüzki yorgunluğum kaybolmuş.
Seni her an minnetle yad ederim
Sen şimdi şarkılarla evimizdesin,
Sahibem, efendim, elagözlüm
Gözlerinden öperim..
Boydan boya bekçi düdükleri sokaklarda
Gecemiz huzur içinde ela gözlüm.
Öpüşlerin öpüşlerin ardarda...
Hem sevgi hem şefkat dolu ellerin
Ne olur yine böyle yarında
Binlerce şükrediyorum hayata geldiğime
kollarında..
Bir başka lezzet var hayatta ela gözlüm,
Öteki alemleri bilmek istemem.
Şöyle bir içten öpmeni senin,
Binlerce cennete değişmem...


Turgut Uyar
Divan

31 Mayıs 2016 Salı

Bir Garip Ölmüş Diyeler

şöyle sessizce ölüp gitmeliyim
bir yaz gecesi gülhane parkında.
şu hazin ömrü tamam etmeliyim..

geç saatlere kadar oturduğum,
denize bakan bir sırasında
kırık dökük hatıralar arasında.

ne vasiyet, ne uzun boylu veda
ölümüme hiç kimsenin aklı ermesin
gözlerim birdenbire kapanıversin.

ne kimseye borcum, ne alacağım
ne birikmiş beş on kuruş cebimde.
ne kimseyi sevindirmiş, ne üzmüş olacağım.

ne gazetelerde ne de radyoda
ölümüm kimseye dert olmamalı.
kim tanır zaten beni dünyada.

insanlar hergünkü gibi şen şakrak
tabutum merkez efendiye giderken
üç beş kişinin omzunda gıcırdayarak

birkaç kişi başlarını eğsinler,
sonra ardımdan bakıp acıyarak
- bir garip ölmüş desinler...


Turgut Uyar
Divan

Beklemiş Bir Paket Cigaranın Son Umuduna

İşte suyumuzu kestiler ama masamda yine bir çiçek
bir çiçeğin akşamı elbet bir çiçeğe benzeyecek

nasıl güzel nasıl diri bir çiçek
dipdiri adamlardan biri bir çiçek

evet ben son ve kesin umuduyum bir paket cıgaranın
bir köhne câmekanda sararmış alıp içmemi bekleyecek

sonsuz bir camekânda
başlangıçsız bir çiçek

alırım seni tüttürürüm bir gün güzel tütün
söyle kim var bunu benden daha iyi bilecek

ey kalın duman gün senindir
kim var senden daha doğru tütecek

ben gelirim seni alırım büyük alanlara gideriz
seninle ben o kavruk biçim bir de o diri çiçek

ne sandın bütün alanlar bizimdir
biziz ne varsa kalan, biziz ne varsa gerçek

işte suyumuzu kestiler bu bir eylüldür ey teşrinievvel
geleceksin intihar özlemleri de kıraçlar da gelecek

nerden baksan bir bütün hüznümüz
nerden baksan sonunda o diri çiçek

ki hüznü bir mavilik duygusuna bozar gideriz biz
çünkü biliriz yılkılarımız serin yaylalarda üreyecek

yağmurlar yağar o serin yaylalara
çünkü serin yaylalarda otlar büyüyecek

bir çiçek bahçesinin elinden tutarız biz, biz olmasak kim ne
kim pundunu bulup paralara kötü pazarlıklara böyle sövecek

ey eski camekân ey diri çiçek
biz olmasak şunlara bunlara kim sövecek

ben seni alırım sakin evime koyarım sakin sonra gideriz
gözlerim mavi, senin dumanın mavi, yüreğimiz bir okka çiçek

suyun da denizin de mavi ve avuçların
biliyorsun bir gün gökyüzü değişecek

işte sürahiyi kırdılar suyumuz kesik hadi bakalım
ey camekân seninle biziz ancak bunları yenileyecek

hadi bakalım ey durgun çiçek
hangi ıslak mendil bunları söyleyecek

tatil bitti. güzel hasır şapkamı bir bıçakla değiştim
suyumuzu kestiler işte ama masamda o diri çiçek

tatil bitti şapkamı değiştim bir bıçakla
o bıçak bir güzel cıgara gibi işleyecek.


Turgut Uyar
Divan

Ayrılıklardan

böyle sessiz ayrılıklarda,
her şey önceden belli olur.
en güzel zamanında, aşkın ve hayatın
insan deli olur..

o, kadırga taraflarında bir evden çıkmıştır.
masum bir yalanla - halama diye -
gözleri pabuçlarında, mahcup
ellerine yapışmış gibidir
harçlığından arttırıp aldığı
sevimli hediye..

ah, insan nasıl çıldırmaz nasıl
bir çaresizlik,
bir umutsuzluk sarmış her yanı.
aranızdan insanlar geçer.
bulutlar geçer.
o, kırmızı mürekkep gibi dudaklarıyla, zoruna
utanarak gülümsemeye çalışır.

bu gülüş en aldatmazıdır vaatlerin.
yıllarca sonra bir uzak gurbette bile;
zulmüne dayanılmazken yalnız saatlerin,
bir yeşil yaprak üstünde gözlere,
görünür, uzaklaşır…


Turgut Uyar
Divan

30 Mayıs 2016 Pazartesi

Ayağımın Tozuyla

ayağımın tozuyla girdiğim mevsim yazdır
yumuşaktır
insana her şeyi yanlış anımsatır
çünkü bellek yanılmaya hazırdır
balkona koyduğumuz turşu
ekşirken ekşirken güneşi parlatır
ve insan batırır sedef kakmalı bir gemiyi
ki sahibi dünya güzeli bir kadındır
oysa denize bir mevsim yeter
sular geçer balıklar geçer
basık bir akşam üstü bir iskelede
herkes dostuna bir şeyler anlatır

büyük gölge verir büyük renkler
sevincin sonu yazdır
büyük sevincin
oysa başı sayılır
basıktır akşam üstüdür oymalıdır
suya dayanmaz
ama bana kalırsa dayanmalıdır

şimdi nedir ilk bakışta yitirilen
ey gözleri maden
ey ilk güneş saatinin çubuğu
de ki aşk pusudadır ve bir dükkanda
ölümsüzlüğün mührünü kazır

suyu avucuyla ölçen ilk budun
usumu kurcalıyor ne zamandır
ve başucumda bir koku
bir koku
beni durmadan ıslatır


Turgut Uyar
Divan

Atları Seven Bir Çocuk

bir güneşlenmek yeri!... deniz. uzak anımsamalar!..
“haziran bu yıl da geç geçecek, biliyorum.”
sizin burnunuzda bir tütün kokusu, her yerinizde
bir tütün kokusu,
bay deniz kestanesi.
ve uzaktaki şemsiyesi bir balmumu arısının...

bir güneşlenmek yeri!...
gazozlar hâlâ sıcak, hâlâ öğleden sonra “ne iyi”
demek hâlâ yakınmaya hakkım var.
kelimeler soluk. bir şey mi yapmalıyım?
- evden mi kaçmalıyım? -
(saçlarını taradı, güneşe baktı
kendi sürecini yaşayan bir bakla)
“gel al güzel deniz aygırı, yaman pegasus
sonsuz kargaşamı.”

atları seven bir çocuk...

“senin resmin var ya uzayıp gidiyorduvarlarımda
marionetshire'da harlech castle'ın batı kulesi
aşağılık zapartasıyla amcamın.”
bir sülüğe can çekiştiren eski geçmiş, eski eski
ve tuzda ölüm,
sardunyayı sulayan, eski eski...
bakırla demirin dövüştürüldüğü yavaş bir akşam
öbür şeylerin ve kırmızı ışıkların
bakırla demirin bir sarışın perçem akşamı.
- evden mi kaçmalıyım? kaçmamalıyım. -
güneş birden batardı, her yerde kediler ve ağaçlar vardı

“amca”
nasıldı iki tekerlekli arabalar...
“senin bildiğin bir şey var, bana demiyorsun
söz gelişi aldım bir kayayı
bir kayayı ne yapmalıyım, demiyorsun...
oysa ben senden daha çok şey bilirim büyücüler üstüne
evine sadece geceleri gelen ve sıcak şaraplar içen...”

surları yıktınız mı, akşam
sarı bir başlangıçtır, gitgide karaya dönen.
karaya ve çocuklar bile, ve küçük yaramazlıklar bile, ve haklı
“siz bize hiç inanmadınız ki, hiç inanmadınız ki, hiç
oysa bir aktır karaya dönen, oysa çocuklar daha lirique'tir
shakespeare'den. sonra,
makedonya falanjistlerinden daha kahraman...”

beyaz atın gölgesi, sen dur!...
artık bir aldanışa kanmayan gözlerimden. dur!...
“duvarlarım,
gel al cepkenimi güzel at, duvarlarım bütün senin olsun
duvarlarım, bütün ukalâ resimleriyle, babamın sıkıştırdığı,
babamla annemin kavgalarından bir ufak kırmızı,
ufak bir kırmızı, duvarda, ufak bir kırmızı
ufak bir kırmızı...”
yemeğe!...
- evden mi kaçmalıyım? kaçmamalıyım. -

“hiç anlamadığım mondrian, serzenişçi matisse
bulanık siyahkalem, hergele miro,
atlar gidiyor...”
sonsuz bilincinde yaşamanın.
o atlar.
“sonra gazeteleri görüyorum, bütün gizleri
savaşa başlamak gerek galiba.
yarın. yarından tezi yok. baltamı ve bıçağımı
ve atlarımı...”

“amcam kravatını düzeltti, babam eski bir evde.
bir yepyeni kıştı ıslıkları değerlendiren
ne eğlendik ne eğlendik
elbisesi çok eskiydi...”

ne akşamı? “baba”
haziran gecikecek biliyorum...

“ama başka bir şeyi de değiştiriyor,
atları atları,
atları....”


Turgut Uyar
Divan

Ne Var ki Avucunda

Ölesiye çalıştın ya da hiç çalışmadın
Hiçbir sevinç - sevinç ne - hiçbir şey yok
Şu gecenin ucunda
Ve öteki boşluklar ürpertiyor insanı

Tek başına olmanın dengesine vurunca
Evet şimdi ne var bakalım avucunda:
Dövüş mü, yenilgi mi, bir bulut parçası mı
Aşkın fotoğrafı olan bir mayıs sonrası mı
Bir türkü mü, bir asker matarası mı
Terhis tezkeresi mi, karakol sırası mı
Becerikli bir anahtar mı, polis tabancası mı?
Şimdi nerde, ne zaman, nasıl bir kadın
- Bir adam da olabilir -
Mutlu olabilmiştir bir (tek) başkasıyla
Gökler başıboş bir fanus gibi
Çılgın bir kürre gibi gidip
Her yanımızı boş bırakınca
Bomboş bırakınca
Yalnızlık çoğalan bir yunus gibi etrafını sarınca
Ne var avucunda:
Soylu dedenin anısı mı, bir sultan sofrası mı
Pasaport şubesinde bir sıra numarası mı
Gökkuşağı, tüberkülin, intihar dalgası mı?

Olağan bir öğle sonu sonsuzluk
Bir bitimlilik olarak kapıya dayanınca
Ne elverir, kim kurtarır kişiyi bundan
Kurtarmamaya ne var ki avucunda
Ağır kamyonlar ve sürücüleri mi
Dağda yitirilen ve yol göstericileri mi
Evde kalmış kızlar ve görücüleri mi?
İmdi:
Son buzul erirken durduranları
Hatırla!

Hani kan vericileri, kan vericileri
Ve kanı alıcıları da unutma.


Turgut Uyar
Divan

28 Mayıs 2016 Cumartesi

Ölüme Dair Konuşmalar V

İşte ben hep böyle garip mahzun,
Bir şey beklermişcesine yaşıyorum.
Bazan öyle günlerim oluyor ki, Elâgözlüm,
Ne oldu, nasıl bitti şaşıyorum..
Bazı bilmem, gün nasıl başladığında,
Kayıp kayıp gidiyor dünya bıkkın bakışlarımdan.
Yaşıyorum, yaşıyorum da bitmiyor,
Bir tutam sakız oluyor ağzımda zaman..

Yaşamak ne kadar çekilmez gelse de arasıra,
Bu görmek, bu sevmek, bu aziz sıcaklık tende.
Bu bir nimet, bu bir nimet, Elâgözlüm,
Bu yaşamak bir şiir, harikulâde.

Sen ki, saçından tırnağına kadar
Bir hürriyete bedelsin,
Bu ılık saçlar, bu gözler; fakat her şeyden önce
Yaşadığın için güzelsin..

İşte böyle yeşil bulutlar misali senelerce,
Oradan oraya elinde kaderin.
Kimbilir kaç kere üstünden geçtim,
Şarkılar söyledim karşısında
Bir gün bana mezar olacak yerin..

Gerçi şimdi çağımız değilse de Elâgözlüm,
Bu bir kötü tecelli ki, nasıl diyeyim.
Bir gün bir kara gölge görürsen gözlerimde
Akşamsa beni uyut..
.......
Bir nefis sabahsa eğer, ölümü
Ellerin ellerimde bekliyeyim...


Turgut Uyar
Divan

Ölüme Dair Konuşmalar II

... İşte günlerden bir gün Elâgözlüm,
Yeni bir başlangıçla bitecek ömrümüz.
Amenna ve Saddakna,
Bari hoşça geçse günümüz...

Hangisine tasa edeceğiz, şaştık.
"Ölüm derdi, kalım derdi" derken
Dimyata pirince giden misali,
Yolun ortasına ulaştık...

Ölüm bir hatıra gibidir insanda;
Kâh hatırlanır, kâh unutulur.
Fakat bir gün, bir gün nihayet
Gözle görülür elle tutulur...

Şimdi taştan çıkardığım ekmekle,
Çorba içmedeyiz sıcak sıcak.
Fakat yarın kim diyebilir ki Turgut,
Hatıra olmayacak?..

Unutmak istiyorum zaman zaman,
Ne yapsam, ne etsem olmuyor,
Kabulleniyorum,
Kabulleniyorum da - gelgelelim -
İçim içimi yiyor...

Nasıl ki, unutamaz insan
Bir kez gerçekten sevdi mi...
.......
Senin anlıyacağın Elâgözlüm şimdiden
Alıştırıyorum kendimi...


Turgut Uyar
Divan

Aşk İçin

aşk için söylediğim her şeyi bir daha söylerim
sakin mutsuz ya da yırtıcı
herkesin ağzındaki o sonsuz acı
belki de bundandır

nasıl ayrı yaşarım inandığım şeylerden
onları elbette bir daha bir daha söylerim
usul usul ve usla birlikte akıcı
kandır

aşk isterim, aşk olsun isterim
yaşamanın sonu, ölümün başlangıcı
kıyılarda yürürüm, sindiririm kıyıları

of güçlü macun içine kat beni
kanım koyulaştırsın kırmızıyı
anadoluda bir yerden bir yere giden biri
belki bir kirazı hatırlar
bir denizi kesinlikle hatırlamaz
belki hepsini birden hatırlar da bilemez
ne zamandır

aşkolsun ne zaman
aşkolsun tiyatro geceleri
aşkolsun “bravo” sesleri
aşkolsun anadolu otobüsleri

aşkolsun bildiğim ışık
biz birden türeriz istanbulda ve heryerde
görünmez bir mutsuzluğu söyleriz
bilge kayalarla
çarpılan ebonitler
oluşturur tersliğimizi
ey canım, güzel yüzlüm
suyunda denizleri bulduğum
bilmediğim yerlerimdeki sancı
bana bir şey söyle güleyim
bir şey daha söyle
inandır

bir şey daha söyle istersen
beyaz olabilir
suya falan benzeyebilir
bir adaya benzeyebilir.


Turgut Uyar
Divan

Nedense

bir kadını sevmeye hep memelerinden başlanır
bir şeyi hatırlatmak mı ona
yoksa bir şeyi hatırlamak mı
bilmiyorum
ama nasıl bir şeyse güzel bir şey
üstelik sonsuz da


Turgut Uyar
Divan

27 Mayıs 2016 Cuma

Atlıkarınca

önceleri terliydi avuçlarımdan kayıyordu
sonra sonra hem alıştım hem sevdim
dedim ki ne iyi bu kadındır gecenin yarısında
etleri var beyaz, gergin sıcaklığı var öp öp ısın
karanlık sokakları kötü lokantaları ısınmış rakıları
düşündüm göğsümden iki düğme çözdüm

gittim bir ormanı dört ucundan tutuşturdum geldim
burada bana göre bir şeyler vardı
oturdum

bu ellerimi nereye koysam yakışmıyor
dedim ki en iyisi kucağında dursun
şu kravatımı çiviye as gel
sigaramı yak birlikte at arabalarını düşünelim
sarı pirinçten pırıltılı koşumlarını düşünelim
bir zamanlar bilerek unuttugum ‘küçük deniz sokağı’nı
denizi odun depolarını demli çayları
ben iyiyim bunlar da iyi şeyler sen nasılsın
kolların çıplak değildi ama hiç de zararı yoktu
bir gülünce tanıyordum sen değildin ne yapsam
elimden gelmiyordu

tanıyordum elimden gelmiyordu
yoksa ne güzel aldanacaktım

yabancılığın daha alımlıydı belki
ama seni bir ormanda yakalasaydım
ilk günlerin ilk çiçeklerin tadında
kandırdılar 23 lira 10 kuruşumu aldılar iki kadehe
90 kuruşu da ben tutup garsona verdim

sonunda şehre vardım gökyüzüne fişekler atıyorlardı
bir kalabalık vardı sarıydı utanmazdı geçkindi
böylesi daha yakışıyor bildiklerime
gün doğsun bir arınayım istiyorum
güneş tozlu caddeler kaygılarım beni bir arıtsın istiyorum
işte tam böyle istiyorum.


Turgut Uyar
Divan

Umuttur

sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima
çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
mesela her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar

bir düşün kaç kişiyiz bildirilerde
şimdilik kaç paralığız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sanılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanamadık bunu hatırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar

çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
apoletim sırmasız hatta hiç yok
su içsem ağzımın kenarlarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı bir başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz: eğilecek bugünkü başlar

sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar

aslında bir alıştırmadır umut
öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
- baharı beklemeye benzer -
hain ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelme itmeyle

umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar


Turgut Uyar
Divan

İşten Değil Aşk

işten değil aşk şiiri yazmak
ilk sözü bir bulsam
mermer desem değil biliyorum
bi dakka desem değil
ceketimi verir misin değil
birden önümde bir yaz günü açılıyor
bahçede kuruyan çamaşırların
yere değdiği
koşup kaldırıyorum uçlarını
eriğin yaprakları değiyor yüzüme
değsin varsın hepsi geçer
nasılsa kuzey buz denizinde
beyaz bir gemi
hatırlıyordur ilk seferini oralara
aşk bir sonbahar kimliğinde
sürdürüyor egemenliğini
birden bir bakıyoruz ki
her şey yerli yerinde
otobüsler tirenler yerinde
dükkânlar yerli yerinde
acılar yerli yerinde
çamaşırlar yerli yerinde.


Turgut Uyar
Divan

26 Mayıs 2016 Perşembe

Biliyor Musun

biliyor musun
aşk şiiri yazmaktan bıktım
bir gün şöyle bir baktım
yazdığım bütün şiirler öyle
bir sarsılma, nedir bu
bir otuz aşk şiiri daha
kendimi hiç suçlamadım

peki o zaman ben neden
dereceler sokayım koltuğumun altına
ateşim varsa zaten
ey gözleri maden
çünkü aşk bir suçlamadır
sonuna kadar yaşanmamışsa
bir bardak birada yeni bir deniz
ve yağmur
eski bir denizde yeni bir ada
yaşanmamışsa

sözgelimi Galata'dan Afrika'ya gidiyordum
korsanları kralları ve bazı ülkeleri
ve bütün madenleri
ve kendi sonumu
iyi görmüyordum sonunda
her türlü madeni
elimde bir sürü kağıtla
hazırladım kendimi


Turgut Uyar
Divan

Meymenet Sokağı’na Vardım

Bana köfteler hazırlayın salatalar hazırlayın bir de pencere
Oturup umutla bir şeyler unutayım
Siyah şarabın tadını bilirim orman gibi
Siyah şarap siyah üzümlerden yapılır kokulu mahzenlerde
Durdum bunları söylerim alışamadım
Küçük küçük muştular üçüncü kat korkmadan aşk
En uzakta körler vardır aşkolsun derim onlara
Tutarlar güneş ışığını maviye boyarlar yahut mora
Gönendiklerini mi söylesem mutsuzluklarını mı
Kalkalım meymenet sokağı’na varalım vaktidir

Dört adam meymenet sokağı’nda durup bir eve baktılar
Durdum ben de baktım ahşap bir evdi
İstesek bakmazdık düşünün ama istedik baktık
Kararmış tahtalarda yerleşmiş mutluluklar gördük
O bildiğimiz eskimiş güneşten dipdiri ışıklar
Bir de kız gördük onaltısında sevilmeyi özler
Meymenet sokağı eğri büğrüydü ama loştu
Görseniz loştu
Meymenet sokağı’nın tadını hep bilirim ama gidemem
Oturur dosya düzenlerim akşama kadar
Daracık boş zamanlarımda durup sokakları düşünürüm
Deniz kıyılarına inen ufak tefek sokakları
Doksaniki dosya düzenlerim başlarım yeryüzünü sevmeye
Alışmadığım şeyleri sevmeye çabalarım
Bir vakit var yeşille beşbuçuk arasında
Evrenin sevişmek için yorulduğu yumuşadığı isteklendiği
Ellerim kollarım sevinir ben sevinirim sokaklarda
Durmaz yaşarım koyu koyu
Dünyada meymenet sokağı var başka sokaklar var hep sokaklar

Sokakları gerinerek sevmeye başlamaklar
Ağaçlarla şaraplarla ben varım
En uzaktaki körler var aşkolsun onlara
Daha ellialtı dosya var düzenliyeceğim
Gökyüzünün kalkıp dudaklarıma bir değmesi var
Oysa kapılar var duvarlar var perdeler var

Bir bıraksalar
Sonra başka şeyleri özlemeye


Turgut Uyar
Divan

Bir Barbar Kendin Tartar Bir Barbar Aşşağlarda

Ey susam!.. Ey karanlık!.. Ey borçlarını ödemeyenler!..
Sen o ses misin en aşağılardan gelen!..
Karıştırın bütün otları o aşağlarda
yıkın benim güvenimi,
soğuk bir at olsun seslendiğim ses, yıkın!..

Ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam…

Ey her şey!.. Ey beni gülünç eden bitki sapları!..
Sessiz katlanmalarıyla…İçimde ölmüş çocukları sallayan
vazgeçilmez uğursuz şarkının salıncağı!..
Ben durmadan en utandırıcı şeyleri hatırlasam.
Nasıl camsı gürültülerle olacak her şey,
ve sularla,
ve nasıl artık arınamaz kirlenmiş olurum o zaman, yıkın!..

Ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam

Ey bütün kadınlar uzak!.. Güneşi övmüyorum. Ve
kanım ne güzel akıyor…Islak taşlıklarda. sanki her şey,
sanki her şey!.. Katı yürekli kârcıların, yani büyük
tecimenlerin
uzaklardan getirip sunduğu kanlı pahalı bir tabak…
ey yanan bir şey,
yanan ve içilen bir şey,
karanlıktı kanım bir şey,
güneşe başkaldırmıştı kanım (…..) sanarak.
Ben artık büyük kıyıları boylasam.

ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam…

Ey kimse yok!..ey bir mavinin unutulmasından
arta kalan!..
Ey sen var mısın?
Ey olma!..
Ah, yağmur başlayacak
ah, yağmur başlayacak
ah, yağmur başlayacak
ah, yağmur başlayacak
ah, yağmur başlayacak
ah, yağmur başlayacak
ah, yağmur başlayacak

gece olsa da sussam…

Ben koşarım aşağlara koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam…

Ey sür atlarını bacaklarımdan bağlayıp karışık ölümsıkıntııslakgülünçlüğü
renkli camların!.. Bir göl bulacağız sonunda,
develerin suyunu içip tuzunu bıraktığı,
kirli ayakparmak aralarını yıkadığı cünüp adamların, burunları
kıllı…
Benim kanım gülünç ve kahraman lekeler bırakacak
öbürkülerin yanında,
camlar nasıl olsa kırılacak
sonra yatacağı geceye gidecek herkes

ben ne yapsam ne yapsam ne yapsam…

Senden haber ver, ey yaralı kahraman atlar!.. Ey büyütüp
yaralarını yalayan atlar!.. Otoburlukla kana karışmayan atlar!..
Arabanızı çekiyordunuz,
aygırlarınızı iştahla uyandıran kalçalarınızda büyük yaralar…
Kuyulara eğiliyoruz, ve büyük övgüsünü yapıyoruz küçük
yıkıntısının soğuk ışıklı kulüplerin, ve kara küplerin ve etekleri
kısa, koltukları tüylü kadınların ve kötü dükkanlar
karanlığının…

Eğilmiş, çiçek toplayan bir çocuk bulsam…

Ben koşarım aşağlara, koşarım
yıkanacak boğulacak su bulsam…


Turgut Uyar
Divan

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Bir Duymak

eylül karmaşası!..

bir solgun geminin belirsiz su kesiminde,
kendisi hatırlanan soğuk, bir soğuk ki,
ve etlerin,
sonuçsuz bir ayaklanmaya yöneltildiği bir akşam,
bir akşam ki
kendisi hatırlanan bir alkol ve bir okul
kendisi hatırlanan beyaz yahut mavi bir alkol.

ölüm aşka bir karşılıktır ve aptalca,
sapsarı boyaları evet boyaları o bazı resimlerin
birtakım resimlerin.
Kalabalıklar ve dönemler ve
arınıp gitmeye çalışan bir ölü
o solgun geminin su kesiminde

o güzel imgesi mutsuzluğun,
– Karşısında alkolden utandığım – Portrait of an unknow –

eylül karmaşası!..


Turgut Uyar
Divan

Söylenir

söylenir ve yarım kalır
bütün aşklar yeryüzünde
bir kaktüs bol sudan nasıl
nasıl çürürse öyle

en sevdiğim temmuzdu aylardan
hazirana benzediği için biraz
biraz da kendiliğinden
belki de müşteriye iyi davranan
efendi bir bakkal kimliğinde

nasıl mutlu oldum iki yaz
nasıl mutlu oldum kardeşler
salkımsöğüt bir ben iki
bir üçüncü var mıydı bilmiyorum
üçüncü vardı elbet
bir yaban ördeğinin sevincini taşıran
bir sonbahar gibi köpüren
temmuza benzese de
öyle oldum ki anlatamam
sıcak yaz
solgun bir coğrafya gibi belleğimde
şapkalar çiçekler eski elbiseler
geçmişi olan eski elbiseler
denizden çıkan bir ışık
unutulmuş bakımsız arka bahçeler
öyle oldum ki anlatamam
her mevsimde sonbaharı taşlayan
bir çocuk nasıl olursa

belki de bitip tükenmeyen
bir fetih döneminde
atlar nasıl kişnerse
yani durgun bir suyun
erguvandan aldığı renkle
gidip geldim caddelerde
Fatih nerdeydi Samatya nerde
nerden gidilirdi Üsküdar’a
düşünüp durdum günlerce

anlatamam ormanların ettiğini
nasıl dayandım o mutluluğa
tükenmez bir ışık olan mutluluğa
deniz ve ışık olan
karmakarışık bir mutluluğa
nasıl

şimdi bir şarap gibiyim
coğrafyasız
eskimeye bırakılmış fıçısında


Turgut Uyar
Divan

Büyük Ev Ablukada

(Ekmek vardı tereyağı vardı utanılacak bir şey yoktu
Bir şey daha yoktu ama kavrıyamıyordum)
İşte böyle olmak en iyisidir olmakların
Bir küçük çocuğu tuttum otobüsten indirdim

(İndirmiştim
Yok olan önemli bir şeydi Allah kahretsin)

Tüm kavgasız tüm duruk tüm başıboş
Üç sayı kötü bir sayı iyi şiir dinledim
Çıkıp okudular durup dinledim
Bitmeseydi daha dinlerdim kötü mötü
Saat kaç diye sordular birisi beş yani dedi

(Ha kavgada ha aşkta
Bu gök bomboş ha kavgada ha aşkta)

Göğe baktım yerli yerinde
Haydutlar dalavereciler yerli yerinde
Vurguncular hayınlar vurdumduymazlar öyle
İyi dedim içim rahatladı
Düzen bozulmamış dedim sevindim
Tenhaca bir bölgelerinden şehre girdim

(Ben herkese varım
Başka türlü olmuyor inanmayın)

Bakın bu şehri ben kurdum ben büyüttüm ama sevemedim
(Ekmek vardı tereyağı vardı söylemiştim önemlidir
Utanılacak bir şey yoktu kime anlatmalıyım)

Ben sevemezsem sevmek kimselerin elinden gelemez
Bizi tutkulara çağırdı otobüse sosise buzdolabına
Telefona sinemalara radyolara bir sürü kancık sevdalara
Sürü sürü mutsuz alışkanlıklara
Yalana dolana itliklere keten elbiselere

(Sonra karısı öldü o çocuğun
Yalnızdı güçsüzdü herkesler gibiydi
Kirlendi kötülendi sarhoşladı pis karılara dadandı
Anladık onu ölenden başkası kurtaramaz
Ölen de kurtarmamıştı)

Bak ben seni nerenden kurtaracağım şaşacaksın
Şimdi bu taşları biz çektik değil mi ocaklardan
Bu asfaltı biz döktük biz onardık değil mi
Bu yapıları oniki kat yapmak bizim aklımızdı
Biz kurduk istersek umursamayız ya
(Abluka burada başlıyordu çünkü)
Ekmek yiyelim tereyağı yiyelim çocuk büyütelim
Sen beraber yatacağımız yatakları hazırla
Sen bir onu yap yeter bak göreceksin...


Turgut Uyar
Divan

24 Mayıs 2016 Salı

Kırlardan Geliyorlar

kırlardan geliyorlar ellerinde sümbülteber
elbette kırlardan kırlardan gelecekler
başka türlü nasıl güzelleşir bu akşamüstleri
söyleyin nasıl dayanılır dükkanlara depolara
bu katran kokusu başka türlü nasıl geçer

sonsuza varmadan bir önceyiz sanki
- o sayının da bir adı vardı unuttum -
her şey öyle saydam öyle madensel
kapıların kilitleri açık ve herkes uykusuz
hepsinin elinde bir saat bir sümbülteber

eskiden şaşardık bazı şeylerin yokluğuna
artık bu yokları var etmeyi usladık
ağaçları budadık ormandan balıkları tuttuk denizden
hani bazı açılmaz sanılan kapıları omuzladık
çünkü herkesin elinde bir saat bir sümbülteber

hey koca dünya nasıl avucumuzdasın
nasıl da parlıyorsun ey gözleri maden
çözdüğüm bütün bulmacalardan zorludur yüreğin
elbette kırlardan gelecekler kırlardan
kırlardan gelecekler ellerinde sümbülteber

ey güzelim sümbül ve teber ey canım
gördüğüm sanki o değildi
sanki kuşlar albümünden bir maden


Turgut Uyar
Divan

Düzenbozan'a

Güneş biterse elbet ertesi kalır
Ya perşembe kalır ya pazar kalır

İncelir bir zincirin bir halkası
Bir tutam su kalır azar azar kalır

Bir mavi yaz gömleği azar azar incelir
Bir adam mavi yaz gömleksiz gezer kalır

Birden bir ormana çıkılır sanki gökyüzü
Bir terliye, bir ağustos sızar kalır

Ve okuyan ve güldüren ve savaşan
Ey okuyan ey güldüren ey savaşan

Çözülür sağlam sanılan simyası bir duruşun
Sesini yitirmeyen bir güçlü hızar kalır

Bir akşam bir bulgu gibi sunulur bize
Oysa bir yanlışlık birini ezer kalır

Oysa kimi su kemerlerine kimi bir iç denize
On bin dirim taşıyan bir kanal

Ve eski tulumlar ve kötü şaraplar vurunca size
Bir adam otelleri ve yanlışlığı sezer kalır

Ey eşim ey sevişim ey bende yaşayan
Ey bütün kitaplar ki bizi yazar kalır

Eskitir bayramları ve törenleri
Bir adam gelir bir düzeni bozar kalır


Turgut Uyar 
Divan

Öteyi Beriyi Omuzluyorum


ağaçlar sol yanımdaydı, tralalla
deniz yüz mil ötede, tralalla
şehirler çarpa çarpa büyüyordu
eskiden hiçbir şey bilmezdim, tralalla
bir kadın iki kadın elli iki kadın
bir iyi bir güzeldi gökyüzünde
gökyüzünde tralalla
duramaz oldum durduğum yerde
bir kaşıntı tralalla
karanlığımı yitirdim


Turgut Uyar
Divan