Şiir, Sadece

18 Ekim 2016 Salı

Kapatılmış Kadın

Durur ışık konutunun eşiğinde,
Evinde senin gündüz gece olur,
Bir inilti gibi yankılanır kuşun şarkısı,
Ve sen, gizlenirsin duvarın arkasında,
Ve uzun, upuzun gölgen,
Çekilir ince ve dayanıksız gövdene doğru;
Ve uzun, upuzun gölgen,
Çekilir ince ve dayanıksız gövdene doğru;
Ve her gün, dinlersin babanı
Aynı sözleri tekrarlar,
Hep aynı, iki sözcük sonsuza dek; akşam ve sabah;
Her gün, bakarsın annene
Yorulmaksızın kuruntular eğirir
Yıpranmış kirmeniyle boş inancın,
Ve evrenler kurar uzak hayalinde
Erkekler yırtıcı hayvandırlar orada
Ve kadınlar zavallı keçidir çölde yitmiş
Senin gibi tıpkı,
Ve sen dinlersin bunu, küçük kız,
Korku ve ürküntü ekişini
Yüreğine ışıktan yoksun.
Ve ne zaman akşam olsa,
dalarsın düşlerine tekrar
Doğacak günün;
Ve akışlar yığını görürsün
Duvarının arkasında
Ve gizemli sözcükler okursun gözlerinde onların
Ve anlarsın gizleyen kim aşkı
Yüreğinde,
Ve gülümsersin,
ve aşık bakışınla
Bakarsın sevgiline;
Ama biter burada
Öyküsü duvarın.
Ve sabah olur,
Baban tekrar başlar tıraşlarına
Ve aynı sözcükleri sıralar,
Ve annen başvurur tekrar
Yıpranmış hayalinin kuruntularına
Ve sen, büyük düşünden uyanmış,
Dikersin gözlerini umutsuzca
sana ışığı göstermeyen
Bu çok yüksek duvara.


Mübarek Hasan Halife
Çeviren: Özdemir İnce

17 Ekim 2016 Pazartesi

Sabah Oldu

Sabah oldu işte
Ve yıkıldı duvarları zindanın
Dar bir gedikten tutsaklar
Gün ışığına çıktılar
Ve ne zincir, ne sınır
Tanımayan şafak
Parlak, kırmızı kanadını
Geçirdi üstümüzden
Ve içimizi
Ölesiye sıkan keder
Yer değiştirdi
Yüreklerin derinliklerini
Ateşleyen bir sevinçle.
İşte güneş de doğuyor
Ve acele ediyor
Toprağı ısıtmakta
Ve karşılaşıyor kardeşler
Ve bakıyorlar
Birbirlerinin yüzüne.
Kahramanlar kuşağı
Ulaştı kurbanlar kuşağına;
Ve gerçeğin çilekeşleri
Duruyorlar
Kucaklayarak savaşçıları.
Her şey için teşekkürler size
Sudan, sen
Hiçbir zaman
Eğmedin başını
Senin kahramanlarının adı
Bütün dünyayı
Dolaşıyor rivayetlerin kanadında


Muhammed El Feyturi
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Terkedilmiş Şato

Şarkıcı kuşlar kaçırdılar taşlarını
Çiçekleri bütün soldu
Ey şato
Yazıyor yaşam geçici sayfaları
Sürükledi üstünde geceler harmanilerini
Kabirlerin solgun tozları gibi
Yığın bırakarak arkada
Arzunun silindiği gibi aşk öldü sende
ne ki serin bahçelerin gölgesinde
Daha da parlak gülüşlerden
Dinliyorum tatlı şarkıları
Ama bir
Yankı anısını iten
Rüzgarın ezgisinden başkası
Değildi artık bu
Nasıl yığılıyor yüreğimde acı
Dostunu yitirmişin gözyaşından daha ağır

Kurudu avludaki gölcük
Saçları uzun ağaçlar
Eğiliyor üstüne
Güzellerin şefkatle eğilmeleri
Gibi üstüne bir beşiğin

Şato sevinçlerin en üst yeri
Parlaklığında bir gençliğin tepesinde bir ışığın
işte yüksek pencerelerin sönen ışığı
Kapalı çıplak işlemesiz
Sende ıssızlık adı oluyor hüznümün
Çılgın yüreğimin üstünde dağılmış bir kuş
Çıplak şatoda
Benzer bir mutsuzluktayız

Zorba zaman
Fır dönüyor yanımızda

Kalbimizde tek basmalar
İnsanların bıraktığı


Ahmed Rami
Çeviren: Nuri Pakdil

İstekler

Neden dönmeyecektin
yurtsamanın ağladığı bir kalbe
Yoluna anılarımızın
Acıdır yılların orağı
Geçecekti zaman öyle mi
İki aşık karşılaşabilmeksizin

Sen
denizlerin ötesinde misin
burda değil mi kalbim
Süt dökmüş kedi gibi duran
Kalplerinde tutkuların
Gülüyor ilkyaz
Sıcacık iç açan ışıkta
Bir sabah çiçekleniyor yeniden

Benim yüreğimde senin yüreğinde
Ey gözyaşları içindeki gece

Buluştuk bir gün yeniden
Katıksız anlığı içinde gök aşka bulandı
Aşk
İlkyaz nüktesi
Diken çöllere mutluluğun iri ağaçlarını
Yağmurlu sabah
Oldu ayrılış esenlemeleri
Yayılıyor hüzün
Havalanan bir uçak uğurladı bizden sevimizi
Yitti
birden yaşıyorum kalbimde ölü bir ışığı
Dönüş sonra
Gençliğin kırılıp geçirildiği yol
Yalnızca dikenlerini üleşen kaygının
Işıkların gençliği
Döndüm evimize
Atıldım kollarına
Her yerde mutluluğun etinden
Yolunmuş yaşam parçaları
Kalbim ıssız atıyor

İstiyor senden yeni bir sabahı
Dokunuyor anılar odasında
Kırık aşkımızın tayfalarına
Kuduruyor rüzgarlar
Ağlayıp meydan okuyorlar
Titriyor kanatlarım
Dört duvar arasına kapatılmış kalbimde büyüyor hüzün

Sıralıyorum yabancı adımları
Dokunuyorum tuhaf yaralara

duydum içimde tırmalayıcı yankıyı
Diyor ki
Niçin dönmüyorsun


Kemal Necat
Çeviren: Nuri Pakdil

15 Ekim 2016 Cumartesi

Başkana

Acımasız gözetliyor Batı
Sen koru kendini
Tanıyarak tuzaklarını
Derinleştir deneyimlerini
Gör Mısır'la, Irak'ta, Şam'da yok edilen uygarlığı
Dağıldığında başkanlar
Birbirini izler yıkım
Tutunmazsan ilkelere sıkıca
Düşersin batağa


Hayreddin Zirikeli
Çeviren: Ömer Erinç

Nasıl Unutulur

Kokusu geçmişin nasıl unutulur
Ruhumun çocukluk düşlerinin anıları
Temiz bir alev gibi yükselen günleri
Nasıl unutulur

Anımsayacak mısın May bu yılları
Hangi düş bozabilecekti bu düşü yüreğinde
Düş ki yerle gök çiçeğe kesmişti içinde
Nasıl unutulur

Sevimli bir gölcük bakarak bize kabardı
Çevresinde dallarıyla ilkbahar vardı
O kırlangıçlar ki bunamış çığlıklardı
Nasıl unutulur

Olmaya görsün akşam o batan güneşte
Selma bizim için yabancı kuş olur
Büyürdü onunla on batan güneşte
Nasıl unutulur.

Ve sonra bu gezintiler çimenlikte yol olur
Selma ile Hind ile Selva ile
Daha sonra karışırdı ellerimiz gül ile
Nasıl unutulur

Elifbe'yi öğreniyorduk
Usulca silerdi Selma satırları
Yer değiştirerekten tatlı bir işaretle
Nasıl unutulur

Evlenme oyunuydu şimdi yürürlükte
İstiyordu ki Selma kocası olayım oyunda
Kucaklardık birbirimizi güle güle sonsuzda
Nasıl unutulur

Yoktur unutulma olanağı büyüdüğümüzün
Büyüdü içimizde yaşam ki gururu kırık sunulur
Ustayız oluşturmakta yurtsamayı ki hüzün
Nasıl unutulur

Unutacak mıydım vedalar gününü
Oturan gözlerimize kızıl yaramsı gülüşünü
O iç çekmeler o sitemler büyüyen unutacaksın'lar
Nasıl unutulur

Ey geçmişin kokusunu duyuran Selma
Ey kral çocuğu kraliçem ulaşamadığım dağ
Ey gören büyük acımı kim için ağladım
Nasıl unutulur.


Beşara El-Huri
Çeviren: Nuri Pakdil

Sevgi'den

Karşısındakine kendinden başka hiçbir şey vermez
Sevgi ve kendinden başka hiçbir şeyi de geri almaz
Ne kendi dışındaki şeylere sahiptir, ne de kendisine
sahip olunabilir;
Çünkü Sevgi, kendi kendini bütünler ve kendi kendine yeterlidir.
Sevgi gelip sizi bulmuşsa, "Tanrı'yı yüreğinde taşıyorum"
demektense,
"Tanrı'nın yüreğine eriştim" deyin.
Ve hiçbir zaman sevgiye yön verebileceğinizi düşünmeyin,
Çünkü Sevgi, eğer sizi o değerde bulmuşsa, kendi yönünü
kendi çizecektir.

Sevginin kendini mutlu kılmaktan öte hiçbir arzusu yoktur.
Ama eğer sevgiye kapılmışsanız ve tutkularınız olsun
istiyorsanız şunları kendinize seçin derim:
Tutkunuz, sevginin içinde erimek olsun. Tıpkı geceye
şarkılar söyleyen bir akarsu gibi akıp gidin.
Tutkunuz, aşırı duygusal davranışların getireceği acıları
tanımak olsun.
Tutkunuz, kendi sevgi anlayışınızla kendinizi vurmak olsun,
Varsın istekle ve coşkuyla aksın kanınız.
Tutkunuz, kanatlanmış bir yürekle sabaha gözlerinizi açıp
sevgi dolu bir güne başlayabiliyor oluşa teşekkür etmek olsun;
Tutkunuz, gün öğleye eriştiğinde oturup sevginin yüce
heyecanını düşünmek olsun;
Tutkunuz, gün akşama erdiğinde evinize minnet dolu bir
yürekle dönebilmek olsun;
Ve yüreğinize gömdüğünüz sevgili için iyi bir şeyler dileyip
yatın; dudaklarınızda onu yücelten şarkı olsun.


Halil Cibran
Çeviren: Aytunç Altındal

İnsan'ın Şarkısı

Ben çağların başlangıcıyla geldim
Hala üzerindeyim şu kocamış dünyanın
Çağların bitimiyle gene gideceğim
Tükenmez bu yüzden acılar yüreğimde.

Göğün sonsuzluğunda dolaşan bendim
Uçtum üzerinde düşlerdeki bölümün
Gördüm her yönünü kutsal uzayın
Ama tutsak kıldı beni gene yasalar.

Dinledim öğretisini Konfüçyus'un
Bilincin gözleri çözüldü Brahma'da
Bilgelik ağacının altında gördüm Buda'yı
Ama yenik kıldı beni gene duygular.

Tanık oldum Babilon'un anlatılmaz yüceliğine
Ramses'i gördüm bir uzak çağa ün veren
Vuruşkan Roma ordularla belirdi
Ama üzgülere boğdu beni gene kurallar.

Neler çektim baskı yöntemlerinde
Zincir vurdular ellerime sömürgeciler
Acımasız zindanlarda açlığı tanıdım
Ama bir güç kaldı gene içimde, bırakmadı beni
Işıyan yeni günle bana umut getiren


Halil Cibran
Çeviren: Engin Aşkın

14 Ekim 2016 Cuma

Gelemeyen Ziyaretçi

Akşam geçip gitti ve neredeyse kayboldu ayın yüzü,
Yazık, ikinci akşam da eklenip birincinin ardından!
Gözümüzün önünde sona eriyor mutluluk işte.
Sen gelmedin ve yitirdik seni,
Öteki dileklerimizle birlikte.
Sen yoksun, yerin boş kaldı.
Darmadağın olmuş bizler soluğumuzu kesip,
Sabırsız ve sıkıntılı sorup durduk gelmeyen ziyaretçiyi.

Bilmem ki yılların ötesinde de yok muydun?
Gölgenin izleri vardı her kelimede ve her anlamda,
Her köşede ve düşlerimin her birinde, kafamda canlanan.
Yok muydun, burdakilerden daha mı gerçektin, bilemiyorum.
Yüzlerce ziyaretçi bile dindiremiyordu
Sana karşı duyduğum özlemi bir an.
Her biri gelmeyen bir ziyaretçinin
Görme tutkusunu coşturuyordu üstelik.

Gelseydin diyelim, olmaz ya,
Ötekilerle birlikte olsaydık şuracıkta,
Öteden beriden söz ederek,
Dilediğini konuşsaydı herkes, ilgilendiği konuda.
Buradakilerden biri olmayacak mıydın sende?
Akşam sona eriyordu. Bakıp duruyorduk şuraya buraya.
Gecelerde gelmeyenlerin boş yerine bakıp
Soruyorduk birbirimize bağrışarak
Gelmeyen bir ziyaretçinin onların arasında olup olmadığını.

Yine de ben gelmemeni isterim.
Eğer günün birinde çıkıp gelseydin,
Anılarımın rengarenk evreninin hoş kokusu yitip giderdi,
Kırılırdı düş dünyamın kanatları,
Türkümün sesi kısılırdı,
Alırdım avcumun içinde kalan kirlenmemiş tutkumun kırıntılılarını,
Ve anlardım, düş görür gibi seni sevdiğimi.
Oysa sen etten ve kemiktensin işte orda.
Düşleyip duracağım gelmeyen garip ziyaretçiyi.


Nazik El Melike
Çeviren: Eray Canberk

Ay Işığında Dicle

İşte yaz vahası kıyısında Dicle'nin çöldür yaz
Ay bölünür burda sunulur herkese biraz
Kimsesiz bir yolcu bu mola veren elinde kiraz
Dicle ile gece türetirken büyülü arkadaşlıklarını az az
Savuruyor rüzgar kokularım acımaz ki acımaz
ülgünleşen ışıktan akan şarapla nasıl uyunmaz
Üstünde suyun oluşturduğu dizelerini kürek açıklayamaz
Saygınlık veren gizeme bu türküyü belleğine yaz
Kuruntunun sevinin anlatımıdır bu çınlayan ey yaz

Kıyılarda adalarda bugün
Şafaktan geceye değin parlak gölgelerin koşuştuğunu gördün
Bir ateş sonra çevresinde bir halı ördün
Ut şarkıcı gecenin ezgisine karıştı mı nasıl yüzün
Bu gece yarıları toplantıları ki bildirgesi güzün
Yığıyor şarkı dökülenleri ayartırsa seni çok büyük hüzün
Üstünde suyun izliyordu bir kayık ölüsünü gülün
Batıp çıkan sonra pırrr o yıldıza bakarak hadi gülün

İşte dayanaklı zamanın anıları
Gördüm kumlarla dalgalar arasında dolaşanları
El-Raşitler masal gecelerinin aylakları
İçimizin iyilikçi eli silahlıları
Geliyor arkalarından hatırı sayılır alayları
Palmiyelerin altından uzayan ey bağ aralıkları
Nasıl unutursun o sıcak özlenir bitmiş arkadaşlıkları
bir yer yapıyor şimdi şakacı usa uygunlukları
hiç tasalanmayana kim anlatır ki bu kuzgunları

Solgunluğuna bir anlam yükledi geçmiş
Titriyor birden saatin vuruşlarında geçmiş
Alaycı gülüşün patlamaları altından uzattı boynunu geçmiş
Dönüyor espri kendine kalbine işte asıl orda geçmiş
Düşlüyor yitirdi mi ay ölgün ışığını olur bir geçmiş
Öyle kuşkusuz kaçınca ay üstüne zamanın biraz daha kocar geçmiş
İnliyor Bağdat yine altında zorbaların ey geçmiş
Ululuğunu izlerini zorbalar bir bir silmiş
Korku yasasını ip yapıp boynuza geçirmiş


Halid El-Şavaf
Çeviren: Nuri Pakdil

Körfezde Bir Yabancı

Ülkemde güneş, daha güzel her yerden,
Ve karanlık ...
Karanlık bile... orda daha güzel çünkü Irak'ı kucaklıyor
Eyvah, ne zaman uyuyacağım
Ve yastıkta senin
Gecelerinin kokusunu duyacağım. Ey Irak
Bu yabana yollarda,
Köylerini andım, kentlerini, sevgili topraklarını,
Özlemini taşıdım sürgünde,
Bir peygamberin hacını taşıdığı gibi.
Acıkmışların ayak seslerini duyuyorum, yürürken.

Topraktan toz yükseliyor, gözlerimden.
Ben de sizin gibi acıkmış yürüyorum.
Yolların yabancı güneşi altında.
Yorgun bir dilenci gibi yabancı gözlerin arasında.


Bedir Şakir El-Seyar
Çeviren: Fevzi El-Deleymi

13 Ekim 2016 Perşembe

Ölüm ve Zaman

Sevgilim bütün
Arkadaşlarım öldü
Zamandan başka şey kalmadı
Ve türkülerden başka
Dostum küçük Ahmet
Küçük Ahmet bile
Öldü, Tanrı rahmet etsin benim
Küçük dostum Ahmet.
Ne dersin yurda döndüğümüzde
Bizi tanımazsa kimse
Ne dersin?
Ey kederli serçe?


Abdülvahap El-Beyati
Çeviren: Melih Cevdet Anday

Yağmur

Yağmur yıkacak
Penceremi
Gök açacak bizim için
Gene o yolu
Avrupa'nın gecesinde.
Derken uyanacağız
Uzun uykumuzdan.
Tiren getirecek bizim için
Armağanlar kar ve çiçek ülkesinden
Ama tren
Geçti gitti, ben uyurken, sevgilim
Tiren..


Abdülvahap El-Beyati
Çeviren: Melih Cevdet Anday

Gökleri, Irak'ın

Bir aynadır yansıtan en arınmış ışıltıyı
Gönenmiş, bulut bulut göklerinde Irak'ın
desem en güzel mavilerin, en güzel beyazın
Bak, şu yürek sana çarpar, sana adanmış şu sevgi
Tutkunluk dedikleri büyüsün ansızın
Yöinelsen güneşin belirdiği ötelere
Dinlesen giz dolu şarkıları kuşlardan
ilk yaz yeşilinden dallarda sıçrayan
Yönelsen güneşin kaybolduğu çizgiye
Gözleriyle gölgelerin o büyüye tanık olsan
Dinlesen yaratışın gizli gürültüsünü,
doğanın yüzünü görsen gecede
Duysan fısıltısını yorgun suların.
Bir bak bana, sonbahar yasa başlayınca
Alıp gidince başını soluk yapraklar
Çiçek yitirince bütün parıltısını
Bir bak bana gizlice aralı bulutlardan
Gir, dikilmiş sana doğru ağlayan gözlerimi.


Cemil Sıtkı-Zevahi
Çeviren: Engin Aşkın

12 Ekim 2016 Çarşamba

Dişlerimle

Dişlerimle
savunacağım yurdumun her karış toprağını,
dişlerimle.

Başka yurt istemem onun yerine,
assalar damarlarımda beni
istemem gene.

Burdayım hala
Aşkımın tutsağı ... Evimin çevresinde
Yurdumun peşinde.

Burdayım hala
Yıkamazlardı beni
ne kadar çarmıh yükleseler
omuzlarıma.

Burdayım hala
Tutarak sizi ... tutarak ... tutarak
avuçlarımda.

Dişlerimle
savunacağım yurdumun her karış toprağını,
dişlerimle.


Tevfik El Zeyyad
Çeviren: A. Kadir - S. Salom

Rafah'lı Çocuklar

Ey yolunu kazarak açan
milyonların yarasında,
Ey gülbahçelerini ezen tankla
Geceleri evlerin camını kıran,
tarlayı da müzeyi de zevkle yakan
ve şarkılar düzen yangına,
Ey, yaslı kadınların saçını yolan
Üzüm bağlarını bombalayan,
şenlik bülbüllerini öldüren alanlarda
çocukların düşlerini bombalayan uçaklarla,
gökkuşağını bozan!

Alaaddin on yaşından küçüktü
Unsuz, hamur oldu gözyaşı ve kil,
Acı, sabır ve çamur pişti
İşgalcilerin güvenliğini sağlamak için.

Bu gece köklü ataların çocukları derler ki
Rafah'lı çocuklar derler ki:
Biz saç örgüsünden kilim dokumadık
altın dişlerini söktükten sonra
biz değiliz katledilen kadınların yüzüne tüküren.
Niye şekerimizi alıp
bomba veriyorsunuz yerine?
Niye Arap çocuklarını
öksüz koymakta bu denli istekli?
Yine de şükür;
Acı ve üzüntü büyüttü bizleri:
Savaşmalıyız!

Güneş bir işgalcinin süngüsünde parlıyor:
Çıplak bir ceset, nefret edilen.
Kızgın Müslümanlara suskuyu getirdi:
Çepçevre, şaşırmış yüzler.
Efsanevi yüzlü bir işgalci:
- Konuşmayacaksınız, iyi
sokağa çıkmak yasak, şimdiden sonra- 
Ve Alaaddin'in sesinden kuşlar doğdu:
-Askeri araca taş atan benim,
benim bildiri dağıtan, işaretleri veren,
bir sandalye ve fırçayla slogan yazan
mahalledeki evlere ve duvarlara.
Çocukları toplayan benim.
Onlarla yemin ettik:
Direneceğiz,
tek işgalci süngü bile
sokaklarımızda parladıkça. -


Samih El-Kasım
Çeviren: Ali Cengizkan

Olağan

Değişen bir şey yoktu evrende
Öylesine ürkütücü bir gün
Hayfong'da binlerce ölü vardı
Aden Körfezi'nde, çocukları öldürmüşler
Ve İsrail'de yas başlar yeniden
Anılarda yenilgisi Nazizm'in yeniden
Nani kıyım diye ezberlediğimiz
Gene tehdit savurur Amerikalı komutan
Hedefte bu kez kardeş Suriye


Samih El-Kasım
Çeviren: Engin Aşkın

11 Ekim 2016 Salı

İki Ölümsüz: Halkım ve Vatanım

Kanım aktı tükendi, öyleyse diller susmalı.
En iyi şiirdir çünkü, yürekte sessiz duran.
Ne kadar da anlamlıdır sessizlik.
yırtılan yüreğimle
halkımın durumunu düşündükçe
Vatanımın kokuları tütüyor şiirimde
Çünkü vatansız, her şey değersiz.

Şiirim halkımın üstünde buluştuğu bir köprü
tatlı şeyleri ve onları tartışmak için.
Kahverengi toprağım ve sevgimden oluşmayan şiir
yabancı bana.
Meşalemizden aydınlanmayan tek harf bile,.
kahredici.
Mızraklar gibi öne fırlıyoruz bir anda
Bükülmüyoruz, teslim olmuyoruz.
Öldürülmek, yüzleştirmede işkence, hapisler
umurumuzda değil.
Vatanım ne zaman buluşacağız? - yüreklerimizde.
Seni ucuza sattılar; Tanrıya gelince oysa
Bütün pazarlıkların üzerindedir değerin
toprağının bir zerresi dünyaya bedel
dünyadan da ağır çeker.


Abu Salma
Çeviren: Ali Cengizkan

Gene Geleceğiz

Gene geleceğiz
Karşılaşmanın yollarında.
Bir bülbül kulağıma fısıldadı.
Gene geleceğiz.
Bülbüller oralarda
yaşarlar henüz.
Şakırlar yazılarımızda.
Gene geleceğiz
gölgeleri arasında özlemin,
yadırgamanın mezarlarında
bizim de yerimiz var
bu kesin.
Yorulma gönül,
dönüşün yollarında
çökme salon.
Gene geleceğiz,
gene.


Abu Salma
Çeviren: A. Kadir - S. Salom

Önderlere

Sizsiniz coşkulu yurtseverler
Sizsiniz ağır işlerin tanıkları
Sizsiniz boş sözlerden uzak iş gören

Tanrı korusun güçlü kolları
birleştirdiniz bir bildirgeyi
Ordularda bir ordunun kararlı varlığını,
Birleştiniz üstümüzde işte
Yurtlar alan atalarımızın yeniden canlanan eski övüncü
Üstümüzde ulusal bayramlarla topraklarımızın sevinci
İyiliklerinizi söylemiş olacağız türkülerimizde
Ama işte kalıyor bize bir dilek
Egemenliğiniz altındaki ülkelerin ucuna
Göstermeyiniz özen yarın elinizden kaçacağı korkusuyla


İbrahim Tukan
Çeviren: Nuri Pakdil

10 Ekim 2016 Pazartesi

Benim Ülkem

Benim ülkemde
sevgisiz sever kadını erkek
kille doldurur ağzını kadın
ve çocuk doğurur
bir sözdür her çocuk
heceye tutkun
bir okşayışı zamanın
küçük sonsuzluğudur tanyerinin
köle bir karından çıkmış
bir iyilik
tıpkı eli gibi ırmağın
yalnızlıkların ufku üzerinde.


Tahar Ben Jelloun
Çeviren: Özdemir İnce

Şiir

Mektuplar yazıyorum her türlü
ölümsüz yazla dingin sabahın güzel bakımlarına
eterin bulunan sığ yerine
tekelci anamalcılıkla kanser
bir yılda iki bin
sevgili dostum
dün akşam oldu çok oldu
az önce ışıyan gün
gibi güz bu
çiçeğe kesmiş nar ağacı
ve yaz gibidir
kışla ilkyaz
sevgili dostum
mektuplar yazıyorum her türlü
yanıt beklemeksizin
esen rüzgarlarda ürüyen mektuplarıma
iki yanda da
boşluğun
samanyolunun

bir gün ölü mektupların bir gün karaya vuracağı
yenilemek isteyen yazı sanatının
sözcüklerin çıktığı yerden engelleri
ve bütün yazıcıların öçlerini alacakları güne kadar
durdurmak çöküşlerini
hesabın batkısında
her türlü mektuplarla
belirsiz görülen
ve masalsı ölen

Mısır'ın Nil'in bir armağanı olduğunu söyledikten sonra
güvenlikte olduktan sonra dul ve öksüz
doktorlara antlarını yazdıktan sonra
ve sakladıktan sonra mürekkeple hokkayı
bekleyişime kadar sürsün diye oyuğunda gecenin
ve hasta olayım direneyim diye ve de
biten başlayan kapılar arasında
özdeş rafların ortasında
gerekiyor bana bildirmesi sıramın geldiğini
acıda
yeniliğimin bütün ağırlığıyla
bütün tikleriyle yüzümün
boğazım sözün çığım bildiğinde yıkılışın belirtileriyle
yitiriyorum ipini tasamın
sözcükler karşılıklığın o durağan çukuruna başladığında
yazı başarısızlığa uğrattığına göre yazıyı
ve ben bekliyorum yağmuru
ve doğan belirtilerle davranacağım güne kadar
sevgili dostum
yazma sanatımdı

gözalıcı görünümleri çöllerin
sonunda yarılmış bedenim uyusun diye volkan uykusunda
sindirdim daha önce içinde eski örnekleri
her türlü adanmış mektuplar
döşemede açılmış küçük kapı gibi pencere gibi ya da
tostoparlak oldum beklemek için
önü tıkalı sularda
yüzdürülen kadırgalarda
körlerin el yordamıyla


Abdülaziz Mansuri
Çeviren: Nuri Pakdil

Kara Bulantı

I.

Açık bir prizma konulmuş rasgele dikenli tellere
yok hiç nedeni yaşamanın
körü körüne gidişimden başka ama daha yoğun çekirgelerden
uzakta gürültülerden
hemen hemen kesiksiz
her köşede yeni bir elilanı sokaklar çıkıyor önüme
bir takıntı
olmasındı bu balık avı sazların yukarlarda
sanmam
duvarilanları
yalanlıyorlar görüyorsunuz renklerini
yeniden başlayacağım sıfıra
gerekiyorsa
işte bir pencere açılıyor üstüme
çarpıyorum
tümüyle
ekilmemiş toprağa


II.

sımsıcak güneş bu sabah
ve hiç kuşkum yok kışın bittiğinden
unutulan
o derin uykular
ağır kurşun gibi
hiç düşlenmeyen karanlığa batık tahıl ambarları
ütülü
yeni bir gömlek gibi yaşamım
evrim korkularının ürpermeleriyle yıkanan yaşamım
bu sabah güneş yalıyor pencere camını
hiç beklenmeyen yeşil sırmalar
düşüyor avuçlarıma yabanlık incirleri
oturulduğu söylenen
kaya kovuklarına
düştüğü gibi


III.

en sivri tepeden düşecekti güneş
dağılacaktı
çıkması gibi arıların kovanlarından
boranın çarptığı
tehlikelerimle yalnız bırakınız beni
acılarımla
yara izlerimle
şöyle hafıfçe dokunmak istiyorum size
hiç ayrılmadığımıza göre
birbirimizden
her gün olaylar
yakıcı zincirler
ne ki ancak insanlar için
bunların hepsi
aynı insanlar başka tavır alanlar da
önünde bir halkın
kendi yaraları kaşındırıyor
bir yerde oyuk karınların
körlerini
haliçteki ölü kentlerde,
yaşayacak mısın
yansıtıyor cehennemi
korkuyorsun meyvenin yaklaşmasından
bir baca
terin yanıyor reçineyle ve demir
kalıyor içinde yaşanılabilir
kalıyor anlaşılmaz
gülüşler sivri küçük çakıllar gibi
ürkü
bedeninde
şimdi
çin mürekkebi gibi
çıkma
vakti


Muhammed Hayreddin
Çeviren: Nuri Pakd

8 Ekim 2016 Cumartesi

Antlaşma Töreni

Geldin
en sarp en engebeli acılara
yürüdün parmaklık kapıya
birbirine karıştı
gülümsemelerimiz
hoşgeldin sözlerimiz
gecede dönen iki yalım
havada haçlar
havada sarmallar
ölümsüz sekizin güzelim sarmalları
sonra güneşler yükseldi içimizde
geldi
yitik ve bilmediğimiz adalar
tanıyıp uzaktan seslendik onlara
insan yüzümüzün belirdiği
bu uzun yolculukta

Bir şeyler söyledin bana
işte yeni bir ses
göğüs kafesimin içinde
sesimle uyum arayan bir ses
vuruyor işte ikisi birlikte
karıştırıyor onunla
yoğunlaştırıyor onu

Bir şeyler söyledin bana
ama bir mırıltıyla
gözlerinin ilkyaza seslendiği
mutluluk sabahlarında tomurcuklanan
birlikte koşan
ve güzel kokular halinde
beline dolanan mırıltıyla
Konuşuyordun benimle
ve parmaklıkta duran elin
yeniden doğuyordu elimde
ilkin bir ılıklık
hafif bir basınç
avucun sonra
gerçek parmakların
parmaklarımın üzerinde
Konuşuyordun benimle
benim de yanıtlamam gerekiyordu seni
ama kim kiminle konuşuyordu
konuşmamızın kendi sesi vardı
sevginin
görünmeyen sesi
Konuşuyorduk
susuyorduk
doğrulasın diye gözlerimiz sözlerimizi
onları okşamalarla sarsınlar diye
eriyordu parmaklıklar
bir büyüyle havalanıyordu tavan
uzaktaydık uzaktaydık
kuşatılmış arenadan
ve adımlarımızın arkasında
güneşlerin kuyruk izleri
ve özgürlük sürgünleri
antlaşma ağacının dallarında


Abdüllatif Laabi
Çeviren: Özdemir İnce

Doğu Çağrısı

I. 

Bulmaya çalışıyorum yerini
kalbimdeki bu atışın
boğazımdaki sesin
arıyorum kaynağını
arıyorum merkezini
göğsümdeki bu depremin
bu iç kanama
bu ur
bu Doğu
eşeliyorum beynimi
atardamarlarımda izliyorum bu vuruşu
kovalıyorum çılgınlığımda bu kabarcığı
ciğerlerimde bu oksijen balonu
bu ele geçirilmez kaynak kabartılarımda
bu dolaşım bu akım
batıdan gelen bu kasırga
bu Doğu
ama bu bölünmeyen bedenim
ama bu akan kanım
üst üste mezbahaya dönüştürdüklerinden beri Ürdün'ü

Körfez'in kalelerini
Kudüs'ü


II.

Bütün gece kar yağdı üstüne Kudüs'ün
düşümde Kudüs kavranılmıyordu
ölümün örtüsünü çekmişti üstünü
Bir de başıboş asker örtüsün
yabanıldı Kudüs
adsız gizliyordu bedenindeki dövmelerini
Gizliyordu kubbelerini
bağış bağırlar
yalnızca göstermek için tırmıklanmış yamacını
can çekişiyordu düşümde Kudüs
akbabaları gözetleyen surların üstünde
ve oğullar ağlıyorlardı
boğazında bıçak
güzeldi Kudüs
kıvrılıyordu ölü yatağında
bilerek geriye hazırlanmış kefenini
kabul etmiyordu son aptes suyunu
kar yağmıştı üstüne bütün gece Kudüs'ün


III.

Gördüm Şam'ı Beyrut'u
yaslı
Kudüs'ün yası değildi ama bu
duvarlarını kaplayan Şam'ın Beyrut'un
yazıtlar söz ediyordu birinden
bilinmiyordu toprak ·
ve Kudüs döl yatağı
Şam Beyrut
maymunu andıran acıklı kızlar
ardında simgesel cenaze arabalarının
son firavunun
düşmüş altına vuruşların
aşırı yorgunluktan
ve bulunç ezincinden
kanıyordu Kudüs
birden bire sonra
uğruyordu saldırıya bir yalgınla
fışkırıyordu Ürdün'ün öte yanından
benzeri ama farklı

Kudüs'ün yerine geçiyordu Amman
o denli genişti ölülerin dolduruldukları çukur


IV.

Gece
yazgı gereği cinayetin
ayrıcalıklı yeri olması gerekiyormuş
gibi gece
yıkıntılar, kanlar
otuz bin yiğit ölü
otuz bin akan yıldız
Doğu'nun kırmızı parlayan şafağı
arabı bitiren arap
utancın binlerce portresinde doğranmış umut
parlak kırmızı armalar üstünde
ağılı hükümdarlık tahtlarının
yıkıntılar, kanlar
yerle bir edilen Zarka
alev alev tutuşan tarlalar
ayarları altın Neron-bücür-kral-çıkarcı 


V.

Ey Bağdat
haykırmıştık bununla birlikte
Babil'dir bu gerekiyor ortadan kaldırılması
gidiyorduk kurmaya yıkıntıları üstünde
kardeşlik kentini
işte yabanıl Batı'nın sürüleri
ve yabanıl Doğu'nun
çullandılar adillerin üstüne
egemen olsun diye para babaları
ve Atlantik ötesinin uşakları
yeteneklisiniz doğrusu duygusuzlukta
umursamazlıkta
biliyordunuz ama çekilen sonsuz acıyı
bu halkın çektiği o sonsuz acıyı
bununla birlikte biliyordunuz
yerine getirilmesi gerekli görevi
Şam ey Bağdat
bana yalan söylemiştiniz şimdi biliyorum
doluşuyorlar saraylara biliyorum
biliyorum şimdi
hangi iç karartıcı ahlaksızlık gizleniyor: yüreklerinde


Abdüllatif Laabi
Çeviren: Nuri Pakdil

Bahçedeki Güvercin

Güvercin bahçede işte uyandırılmış acılarım
Ezgisi tutulduğunda yurtsamaya
Hiçbir ölçünün sınırlayamadığı

Sesinle yardım mı etmek istiyorsun bana
Ruhunu kanını ateşleyip körüklediğin
Bırakacak mısın yabancıyı kaçmaya
Bahçedeki güvercin özgürsün sen
Geçebiliyorsun bir daldan öbürüne
Avlayacaklar mı sezdin mi bir korku
Gidiyorsun alıp başını
Konumu daha güzel yerlere doğru

Düşündün mü hiç beni güvercin eziliyorum
Buralarda
Benim toprağım değil buralar ne de
Bu ülke yurdum benim

Etimde ruhumda çelikleşen ilkeyi
Sürgünle yadsıyorum sanma güvercin
Sürgün
Cezaevi
Nedir ölüm sevi için
Onu geri veren bir ülkede

Ama ağlıyorum uzak konutlarını
Atalarımın dostlarımın ülkemin insanlarının
Ey bengi bir tatla en yüce sevinçlerle
Zaman zaman yakınlaşan konutlarımız
Koruyorlar onlar bende
Sonsuz bir ev sahibinin yerini
Kuruluyorlar belleğimde

Dokunuyorum parmaklarımla onlara
Gözlerimin önündeki bu konutlara
Ki duruyorlar sınırında bakışımın


Allal El Fassi
Çeviren: Nuri Pakdil

Gelecek

Birazdan bilmiyorum tam ne zaman
Görünecek bir adam kapınızda
inleyen yabanıl aç kalmış
acı bir çığlık silahı
elinde yeğni bir değnek

Er geç bir yaralı
yürüyecek güçlükle size kadar
dokunacak elinize omzunuza ya da
ve yardım isteyecek sizden
ve komut

Er geç-yineliyorum sana bunu
gelecek birisi çok uzaktan
isteyecek mutluluk payını
nedeni olduğunuz bir mutsuzluğun
gösterecek size

Sen ey
benzerlerinle
baltalayan toprak düzeltimini


Yusuf Septi
Çeviren: Nuri Pakdil

7 Ekim 2016 Cuma

Soyut Bahçe

Ağacı üstünde elma, şehvetidir kadının- 
Parıltılarla asılı, güneşten maskarası.
Ağaç, kesmiş soluğunu kadının; yeltenip
Yükselip üstüne dal dal, dilsizce dilli sesi
Çıkıverir gözlerine bir karartı perdesi.
Kadın tutsak ağaca ve yeşil parmaklarına.

Ve kendini ağaç sanar düşüncesinde kadın.
Rüzgar kucaklayıp örer taze damarlarını,
Kaldırır onu göklere, uçarı maviliğe,
Ellerinin ateşini boğup gün ışığında.
Hiç anısı yok kadının, korkusu, umudu yok
Ayaklarındaki ottan ve gölgelerden öte.


Hart Crane
Çeviren: T. S. Halman

Melville'in Mezarında

Sık sık dalgaların altında, bu burundan uzakta
Boğulmuş insanların kemikten zarlarını elçi
Gönderdiğini görürdü. Baktıkça, sayılar
Tozlu kıyıya çarpar ve gözden kaybolurdu.

Ve batıklar geçerdi çan sesleri duyulmayan,
Ölümün cömertliğiyle o dağınık kanıtlar
Geri gelirdi, külrengi hiyeroglifler,
Uğursuz uğultular deniz kabuklarından.

Sonra dingin akımında upuzun bir kangalın
Denizin çırpınışı durur, hışmı yatışırdı,
Sunaklara yönelirdi orada tuzdan ağarmış gözler
Ve sessiz yanıtlar kayardı gökteki yıldızlardan.

Başka gelgit göstermiyor pusula, kadrant
Ve sekstant... Kabaran mavi sularda
Ağıt denizciyi uyandırmayacak.
Bu destan yaratan ulu gölgeyi deniz koruyabilir ancak.


Hart Crane
Çeviren: Cevat Çapan
all ignorance to boggans into know


tüm bilisizlik kızakla kayar bilgiye
ve yorgun argın tırmanır bilisizliğe gene:
ama kış sonsuz değildir, hatta kar
erir; ve bahar bozarsa oyunu, peki sonra?

tüm tarih bir kış sporudur ya da üç:
ama beş olsaydı da gene derdim ki tüm
tarih çok küçüktür, hatta benim için;
benimle senin içinse daha da küçük.

Atıl (tiz sesli ortak mit) kendi mezarına
sadece ıskalayı tizliliğe tırmandırmak için
her madge ve mabel dick ve dave adına
-yarın bizim temelli adresimizdir

ve orada bizi zor bulurlar (bulurlarsa,
daha da uzaklara kaçarız: şimdiye


E. E. Cummings
Çeviren: Suphi Aytimur

6 Ekim 2016 Perşembe

Kır Yaratmak İçin

Bir yoncayla bir arı
Yaratır en güzel çayırı-
Bir yonca, bir arı
Bir de insanın hülyaları.
Olmasa da arı
Elverir insanın rüyaları.


Emily Dickinson
Çeviren: Talat Sait Halman

Kalabalık Bir Şehirden Geçmişim

Kalabalık bir şehirden geçmişim, belki ilerde işe yarar diye
görünüşlerini,
yapılarını, adetlerini geleneklerini aklıma yerleştirmeye çalışarak,
Ama şimdi bütün o şehirlerden sadece bir kadını hatırlıyorum,
orada rastladığım, beni sevişmek için yolumdan alıkoyan
bir kadın.
Gece gündüz ayrılmamıştık birbirimizden - ötekilerin hepsini
çoktan unuttum,
Bana istekle sarılan o kadını hatırlıyorum sadece,
Gene dolaşıyoruz birlikte, sevişiyoruz, ayrılıyoruz gene,
Gene tutuyor beni elimden, gitme diyor,
Onu yanı başımda görüyorum, dudakları sessiz, üzüntü içinde,
her yanı tirtir titriyor.


Walt Whitman
Çeviren: Memed Fuat

Pes Etmiş Bir Avrupalı İhtilalciye

Dayan be kardeşim, dayan be bacım!..
Devam ateşe!.. Hürlük uğruna bu, kıran kırana!..
Hürlük dediğin pes etmez öyle bir iki bozgunla; hürlük dediğin
pes etmez zaten
Halkın ilgisizliği, nankörlüğü ve döneklik edenler hep bir yana ...
Pes etmez öyle tekmeye, yumruğa, topa, tüfeğe, ceza kanunlarına ...
Bel bağladığımız, inandığımız şey o ... Var olagelmiş ... O oldum
olası ... O dört iklim dört köşe ...
Ne gel gel etmiş, ne gelirim demiş, oturmuş ışığa karşı öyle
huzur içinde, dosta düşmana karşı
Sabır taşı öyle beklemiş, beklemiş eşref saati.


Walt Whitman
Çeviren: Can Yücel

5 Ekim 2016 Çarşamba

Walt Whitman Bu

Walt Whitman bu, evrenler içinde evren, Manhattan'da görmüş
ilk gün ışığını.
Etli canlı, delikanlı, yemeğe, içkiye, kadına düşkün,
Sulu gözlülerden değil, kişiyi kendinden ayrı, aşağı görenlerden
değil,

Ne burnu havada, ne başı eğik ...

Sökün kapılardan kilitleri hep,
Sökün kapıları hep rezelerinden!

Birini hor tutmaya gör, beni de hor tutmuşundur,
Birine bir kötülük işlemeye, bir kötü söz söylemeye gör, bana
etmişsindir o kötülüğü, bana söylemişindir o sözü ...

Ben evrensel parolayı söyledim, "Geç!" dedim demokrasiye ...

Gözüme dizime dursun el sürersem herkeslerin el sürmediği
şeylere.


Walt Whitman
Çeviren: Can Yücel

Helena

Güzelliğin benim için Helena,
İznik kalyonlarıdır geçmişin,
Taşırlar mis gibi bir denizde
Bir gezegeni yavaşça, ezik, bitkin
o doğduğun sahillere.

Alışık dolaşmaya umutsuz denizlerde,
Ölümsüz yüzün, sümbül saçların
Çekti yurduma Naiade havaların,
O eski Yunan görkemine
Ve yüceliğine Romanın.

Görüyorum o alımlı pencerende
Seni bir heykel gibi dururken
Akik lamban elinde,
Sen, ey! O kutsal ülkelerden
Gelen, Psykhe, seni


Edgar Allan Poe
Çeviren: İlhan Berk

Heyecansız Gençlerle İlişki

Hayır, siz büyütemezsiniz ağaçlarını sevincimizin,
Cetvel ve pergel gösteriş verir size, hayat vermez,
isteklerimiz öyle büyük ki sığmaz hiçbir şeye.
Mutluluğumuz tam: Hesaplanabilir.
Kendi kendimizin karşısında sakınmamız nafile:
Biz hiç gelmeyiz ölçüye falan.

Unutun bizden kuşkulanmayı:
Siz kuşkulanırsınız ölmüş ve gömülmüş insanlardan!
Göklerde dallar boylarını bulsunlar bırakın:
Ağaç dediğin körpecik bir şey!
Çabalarımızın imgelerini boyayıp durmayın:
Çaba gösterin siz de!
Kalkmayın özgürlüklerimizi ölçmeye: Özgür olsun!
Vazgeçin bizden söz etmekten: Konuşun bizimle!


Volker Braun
Çeviren: A. Kadir - Afşar Timuçin

4 Ekim 2016 Salı

Vietnam Taşlamaları

General KY'nin Her Sabah Söylediği

Halktan başka
korkusu olmayan bir hükümet
çok yaşar, çok
hükümetten başka
korkusu olmadıkça halkın


General KY'nin Düşü

Ve sonunda bir yasa çıkardı hükümet
bütün insanlar mutludur
diye
Karşı koymalar
ölümle cezalandırıldı
Hemen ardından
gerçekten yalnızca
mutlu insanlar vardı


Saldırının Sınırlı Etkisi

Zorbalık yeterince büyükse
çokları susar
Zorbalık ama en büyükse
gene
yalnızca
çokları susar


Wolf Biermann
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Küçük Adres

Kalkmak istiyorum, çekip gitmek ve görmek,
ah, kuş, nehir ya da bir tren olsam,
gözlemlemek istiyorum dünyanın dönüşünü.
Nerde muayenehane sınırın ötesinde? Nerde
Bozkır kombinaları? Gecekondular? Grevler?
Buğdaylar denizde? Hayrıyla şerri
Uygarlığın? Niçin olmasın New York?
Bütün caddelerden geçmeliyim topluluklarla,
üç köşeli ampuller aramak metro dehlizinde,
gitmek, görmek, eskiden neler
toplamışsam saman kurusu gazetelerden
Sonra, yorgun ve sıkıntılı olunca
-belki doğrudur, alüminyum cepheler, kent salaşında pislik-
çıkarım asansörle bilmem kaçıncı kata, konuşurum
hava ayarlama tesisatıyla, bir içki alır ve kağıda geçerim
sınıfbilinçli Broadway şiirini.
Bavulumu hazırlar, atarım kanayan bir
yapay yüreği içine ve yol görünür, dosdoğru
ürün diye ağaçların biçildiği Sibirya'ya.
Oy, nasıl da bağırıyor elektrikli testereler, nasıl yükseliyor
talaşlar piramit boyunca, orman nasıl fışkırıyor, nasıl
kentler sökün ediyor! Ya ırmaklar!
Teknede olmak istiyorum, balıkların üstünden kaymak,
nasılsa avlanır onlar, ama aksaçlı
oğulları balıkçıların kuruyorlar su topları, kesiyorlar
ortaboy dağları bununla, barajlar yerleştiriyorlar
ve dağıtıyorlar suyu hakça. Onlarla
konuşuyorum gecelerce, kızartmaları çiğneyerek ve votka.
Ah, niçin ozanım ben, sürüyorum arabasını
yazı makinesinin küçücük kağıt tarlası üstünde, taksiye biniyor
ve suyla pişiriyorum?
Arden olsam, vinç, nehir ya da tren
çekip gitmek istiyorum, görmek ve
yine gelmek.


Sarah Kirsch
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

Macar Rapsodisi 66

Tibor Dery için


Biletçi geldi giysisiyle
bir posta tatarının
Kalçasına dayalı kara deri çantada taşıyordu
Tuna'yı bu ağır
çift mektubu, mühürlenmiş
bir afyon tarlasıyla sanki
bir kan lekesiyle

Budapeşte ışıldadı zarfın arasından
fırtına öncesi gibi

Açmaya yoktu yetkim, ama
uzun uzun okudum Peşte üzerinde geceleri
dik yazısını şimşeklerin


Reiner Kunze
Çeviren: Yüksel Pazarkaya

3 Ekim 2016 Pazartesi

Ay Şiiri

Karanlık odadaki yüzün gibi
Yabancı ve dağınık
Asılı kalmış ay kara gökyüzüne

Pırıl pırıl görmüştüm onu kimi zaman
Çelikten yontulmuş gibiydi sanki, sert
Mavi ikindilere doğru kimi zaman
Solgundu ve yorgun
Kötü boyalarla boyanmış
Çocuk elinden çıkmış bir resim gibi.
Gene de tepeden tırnağa duygulu.


Günter Kunert
Çeviren: Adalet Cimcoz

Sabah Olurken

Boş
Bomboş tüm sokaklar
Sabahın bu erken saatinde
Vuruyor pencere camlarına
ilk pembe ışığı göğümüzün
Evler sıra sıra dizilmiş
Ardından külrengi taş duvarların
Geçiyorum önünden adım adım.

Çıkmışım koynundan, odandan,
Kapıdan, evden.

Bir gün ayrılmak dünyadan
Böylesine sıcakken daha kanım
Usulca soğuğa kaymak.

Gereğince yaşadığına inanarak.


Günter Kunert
Çeviren: Adalet Cimcoz

Otuzüçüncü Şarkı

Sırılsıklam ıslanmış, ıslak bavullardan kişiler seçiyordum.
Eğri bir düzlükte durduklarını görüyorum, rüzgara yaslanmış,
eğri yağmur altında, belirsiz, uçurumun kenarında.
Hayır, ikinci bir yüz değil. Havanın suçu
böyle solgun oluşları. Uyarıyorum onları, sesleniyorum örneğin,
yol eğri bayanlar baylar, uçurumun kenarındasınız. Onlar, doğal olarak,
soğukça gülüp, cesurca karşı bağırışa geçiyorlar:
Teşekkür ederiz, size de.
Gerçekten de birkaç düzine olup olmadıklarını soruyorum
kendi kendime,
yoksa tüm insan soyu muydu orada asılı duran,
tıpkı belirsiz bir müzik gemisindeki gibi, hurda
ve yalnız bir tek amaca yönelik, yani batışa?
Bilmiyorum. Gözümü kapatıp dinliyorum. Zor söylemesi,
bu insanların kimler olduğunu, her biri bir bavula,
açık sarı bir uğura, bir dinozora, bir defne çelengine sarılmış.
Güldüklerini duyuyor ve onlara anlaşılmaz sözler sesleniyorum.
Kafasında yaş gazeteler olan, tanınmayan kişinin
K. olduğunu sanıyorum, yolcunun işi peksimetçilik;
şu sakallının kim olduğundan haberim yok, boyalı bastonlu
adamın adı Salomon P.; durmadan hapşıran kadın
Marilyn Monroe olmalı;
beyaz elbiseli adamsa, şu elinde siyah yağlı kağıda sarılı
notlar olan, mutlaka Dante'dir.
Bu kişiler umut dolu, ürkütücü bir erk dolu!
Bardaktan boşanan yağmurun altında dinozorların ipinden
çekiyor, bavullarını açıp sonra gene kapatıyorlar,
ve koro halinde şarkı söylüyorlar: " 13 Mayıs dünyanın
sonudur,
artık daha fazla yaşayamayız, yaşayamayız daha fazla."
Kimin güldüğünü söylemek güç, bu çamaşırhanede kimin
beni saydığını ya da kimin saymadığını ve
uçurumun ne genişlikte ve ne derinlikte olduğunu söylemek.
Yavaşça nasıl battıklarını görüyorum kişilerin ve onlara
şunları sesleniyorum: Nasıl yavaş yavaş battığınızı
görüyorum.
Yanıt yok. Uzaktaki müzik gemilerinde, donuk ve cesur
orkestralar çalıyor. Çok üzülüyorum, hiç de hoşuma
gitmiyor,
öyle hepsinin ölmesi, ıpıslak, bu çiseleyen havada, yazık,
ağlayabilirim, ağlıyorum: "Ama kimse bilemedi", diye
ağlıyorum,
"hangi yılda olduğunu, ne hoş:"
Ya dinozorlar nerede kaldı? Ya bu ıpıslak bavullar,
binlerce ve binlerce, bomboş ve sahipsiz,
suyun üzerine nereden sürükleniyor? Yüzüyor ve ağlıyorum.
Her şey, diye ağlıyorum, istendiği gibi, her şey yalpalıyor,
her şey denetim altında, her şey yolunda, insanlar eğri
yağan yağmurun
altında boğuluyordur herhalde, yazık, neyse, ağlamak
için o da iyi,
belirsiz, söylemesi güç, neden, hem ağlıyor hem yüzüyorum


H. Magnus Enzensberger
Çeviren: Sezer Duru

1 Ekim 2016 Cumartesi

Şehirler

Burada şehirler vardı, ama şimdi taş yığını.
Harabeler üstünde bağdaş kurmuş gece,
Tam benim istediğim gibi oldu, gönlümce ...
Burda insanlar vardı, ama şimdi kalmadı.

Oyuk pencerelerden uzun parmaklarıyla ay,
Krom sarısı bir hayalet gibi girer içeri.
Dolaşır kilise iskeletlerini bir ürperti.
Sıçrar ordan sulara bir cambaz gibi,
Titrer duvarlarda gölge yapraklarıyla ay.

Kavrulmuş ağaçlar yangınlarda, yapraksız
Molozlar ortasında. Söner son hayat eseri mumlarda.
Silinip gider olup biten şeyler, arkalarda.
Burada şehirler vardı, ama şimdi harabedir baksanız.


Dagmar Nick
Çeviren: Behçet Necatigil

Önsezi

Saatler bizi geçecek
bir öğle üzeri
sonbaharda,
eğer sarı yapraklar ağaçlardan düşerse
ve kan,
eğer kuşlar kanat çırpışları ile
bizim için çizerlerse
Soluk olanı
sabırla havaya,
eğer zamanın dikenlerini
artık hissetmezsek,
akşamı ve gitmeyi,
devam eden bu ayrılışları,
sevginin bu anlamsızlığını,

eğer biz, kapkara ve yıkılmış,
içinde bulunduğumuz zamanda kalırsak,
tepemizdeki saat ibreleri
uzaklaşırken, sanki bizler
hiç varolmamışız gibi.


Dagmar Nick
Çeviren: Ahmet Arpad

Bayan Taşbebekyüz

bayan taşbebekyüz
kanepede konuğumuz.
melankolik bir çamaşır tahtası
gibi yaslandı
belirtiler ortada, durum kötü
doktorlar aciz kaldı.
kocası, ah-kocası, ahah
ah, kocalı.


Ernst Jandl
Çeviren: Behçet Necatigil

Soru

adımı gönderdim kentten
telgraflarla, sonra ben gittim peşlerinden.

beni kentten çekip götüren tren
raylarda kaldı

adımı gönderdim kente
telgraflarla, sonra ben gittim peşlerinden
beni kente geri getiren tren
raylarda kaldı.

gezi nerde kaldı?


Ernst Jandl
Çeviren: Behçet Necatigil

30 Eylül 2016 Cuma

Yargı

bu adamın şiirlerinde iş yok.

önce
aldım birini, sürdüm dazlak kafama.
boşuna, saç maç bitirmedi.

sonra
ovdum biriyle sivilcelerimi.
iki günde orta büyüklükte patates
oldu çıktı hepsi, doktorlar şaştı.

sonra
kırdım ikisini tavaya,
şüphelendim, yemedim kendim,
köpeğim yedi, öldü

sonra
koruyucu diye kullandım birini.
söküldüm kürtaj parasını.

sonra
birini taktım gözüme,
girmeye kalktım iyi bir kulübe
çelme taktı kapıcı,
kapaklandım yere.
verdim yargımı sonra da
yukarda


Ernst Jandl
Çeviren: Behçet Necatigil

Ayrılış

Bir son öpüştü rıhtımda
kaldı ardımda.
Akıntıdan yana, denizlere yolun
gidiyorsun
bir kırmızı, bir yeşil ışıktır
uzaklaşır.


Wolfgang Borchert
Çeviren: Behçet Necatigil

Düşlerde Fener Olmak

Ben ölünce
hiç değilse
Bir fener olsam,
kapında dursam,
soluk donuk geceyi
aydınlığa boğsam

Ya da limanda
gemilerin uyuduğu zamanda
gülüşürken kızlar
uyumasam,
dar kirli bir kanalda
bir yalnıza göz kırpsam.

Daracık bir sokağa
assalar beni
teneke, kırmızı bir fener
bir meyhane önünde
dalgın düşüncelerle
tempo tutup şarkılara
sallansam.

Ya da şöyle bir fener
gözleri büyümüş bir çocuğun yaktığı
duyulup da korkunca çevresinde yalnızlığı
dışarda camlarda
fırtınanın ıslığı
kabuslar, görüntüler, cinler.

Evet, hiç değilse,
ben ölünce
bir fener olsam,
tek başıma geceleri

uykulardayken dünya
gökte ayla senli benli
sohbete dalsam.


Wolfgang Borchert
Çeviren: Behçet Necatigil

29 Eylül 2016 Perşembe

Anahtar

Değişik bir anahtarla
açarsın evi, evde
savrulur suskun olanın karı.
Akan kana göre,
gözünden, kulağından ya da ağzından,
değişir senin anahtarın.
Anahtar değişir, söz de değişir,
kar taneleriyle birlikte yağar.
Seni sürükleyen rüzgara göre,
sözün çevresinde yumak olur kar.


Paul Celan
Çeviren: Gertrude Durusoy - Ahmet Necdet