Şiir, Sadece

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Bende İhtiyar Olsa

Ben isteyirem:
Bulutlar ağlasın
uşahlar ağlamasın:
analı ya anasız.
Ben isteyirem:
güller açılsın,
gülleler açılmasın,
amanlı ya amansız.
Ben isteyirem:
kapılar kapansın
soğuk olanda hava.
Gözler kapanmasın,
sözler kapanmasın.
Ben isteyirem:
yangınlar sönsün,
ümitler sönmesin.
Meyveler değsin öz faslında.
Yüreklere söz değmesin.
Bahardan budaklar eğilsin.
İnsan başını eğmesin;
hacaletten ya güçsüzlükten.
Aksın bulaklar gözyaşı gibi
toprağın üzerinde.
Gözyaşı bulak gibi akmasın
dünyanın hiçbir yerinde.
Her şey insana baksın.
İnsan ele bakmasın.
Geceler yıldızlar oyak olsun.
İnsanlar yatıp dinçelsin;
Kuvvet toplasın sabahın
Hayırlı işlerine.
Açsın gözlerini
Geleceğin ümitli seherine.
Ben isteyirem:
sevinç, saadet bol olsun.
Yürekden-yüreğe,
ülkeden-ülkeye
açık yol olsun.


Resul Rıza


Türkçe Uyarlaması: Elimden Gelse - Resul Rıza

Hayat Sevgisi

Ah, ben günden güne bu güzelleşen
Işıklı dünyadan nece el çekim.
Bu yerle çarpışan, göyle elleşen
Dostdan, aşinadan nece el çekim?

Bakınız tan yeri sökülmüş kibi
Dostlar bir cabheye dökülmüş kibi
Uzakdan uzağa ham gümüş kibi
Akaran sehradan nece el çekim?

Bir yanda terlanlar, dumanlı dağlar,
Bir yanda keklikler, ayna bulaklar,
Bir yanda bülbüller, çiçekli bağlar
Ben bu tamaşadan nece el çekim?

Hayat dedikleri bu keşmekeşden,
Kalbimde, kanımda yanan ateşden
Geceden, gündüzden, aydan, güneşden,
Bu engin fezadan nece el çekim?

Mehriban sevgilim karşımda durdu,
Yine şairliyim başıma vurdu,
Bendan Mecnun gönlüm merakla sordu
Bu saçı Leyladan nece el çekim?

Hazan acısına edib teheminül
Gülün kölgesinde ötende bülbül
-Hayat, hayat-, diye çırpınır gönül
Gönülden, sevdadan, nece el çekim?


Mikayıl Müşfik

Toprak

Yüreğimde gezdirirem doğma anam toprağı,
Babalardan yadigardır her gülşeni, her bağı.
Ben toprakda yaranmışam, toprak benden yaranıp,
Bana vatan yaranıp.
Milyon-milyon muhabbetler yatır toprak altında.
Muhabbetler, hoş sohbetler yatır toprak altında.
Tarih bilir neler, kimler karışıp bu toprağa,
Toprak altta vahtlı, vahtsız yatanları anıram,
Özümü de bu toprağa bir namized sanıram.
Sanırım ki yeryüzüne ışık salan yıldızlar
Göçüp gitmiş duhaların kocalmayan sözüdür.
Geceleri dünyamızı seyre dalan yıldızlar
Toprak altda yatanların göklerdeki gözüdür.


Süleyman Rüstem


dogma: öz
vaht: vakit
namized: namzet, aday
duna: kuşluk vakti

29 Nisan 2017 Cumartesi

Hastane Penceresinde Kangurular

Milyon yıllık yaban sessizlik
yaban karanlığa dayanmışlar,
buranın gerçek ruhları

tarih öncesi kaya duvarlarına
toprak boyayla çizili resimlerince
hareketsiz

gözlerinde
tükenmiş türün aldırmazlığı
yaşamı sürdürme kavgasının tekdüzeliğinden
bezgin

devinimlerinde korkudan çok
alışkanlıktan gelme,
bir uyanıklık

çemberi dışında,
hoş görülen meraklılarca
fotoğraf ve mermilerle avlanan
sevimli kurbanlar

onlar buranın gerçek ruhlarıdır
sonunu gören ve bundan acı çekenler benzeri
dilsiz bekleyen
yıldan yıla


Peter Kocan
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

Kimdir O Gölgeler

kimdir o gölgeler
düşlerde üzerinize üzerinize eğilen
sakallı, yüzleri seçilmeyen
o omuz omuza kişiler?

ne gizler
fısıldarlar karanlıklara
neden hiç kapanmaz
gözleri?

çevrende çember olup
nereyi, nereyi gösterir parmakları
ayak izleri
hangi yıldızlara varır, uzanır?

arkalarında dağlar
bir ırmak sesi
ayışığında ova
çayır ve kumlar boyu

neden konuşmazlar
hiç - ne kadar sürecek
bekleyiş. bekleyişleri?

neden belirginleşirken yüzleri
tam belirginleşirken uyanırsın
dilin kavrulmuş çamur gibi
kupkuru?

kumun ve çayırın kıpraşmadığı
ovalardan gelen
ovalardan kopup gelen rüzgar
kan kokmaktadır


Peter Skryznecki
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

Değerler Sorunu

artık geç oldu Fransa'ya gitmek için
gök bozardı
kar nakışlıyor,
çakıllar kirli buz sarkıtlarıyla kaplı
yaprakların çime düştüğü yer, çürük
acı bir yeşilde
"Kontesin yanında kaldık" dedi Peta
gerçek olmadığını bilsek de kontesin
üniforması iki şimşekle dantellendi,
olacak belliydi:
gölün karşı yakasında tarih tekrarlandı
adalet gözükara lükse yenik düşürüldü,
karanlık erken geldi Alpler'den
karanlık sessiz bir çığ
inip kapattı yolları,
kapatılmış karanlıkta tüm öğleden sonrayı
kokuşmuş bir uçarılık ortamında geçirdik, dedi Peta
yaşamın dönüm noktasındaymışçasına,
zehirlenen bilincin, kasılmalarla
ruhu paldır kültür geleceğe götürdüğü
bir hastalık süresiymiş gibi
"aklım başımda gibiyim''
"güzel görünüyorum, ama yemin olsun
neler yitirdiğimi bilemezsin sen
birtakım şeyler olup bitince
değeri
iyi, kötü, anlamsız bile olmuyor
öyle değil mi?"

artık geç oldu Paris'e gitmek için
birdenbire bastıran dolu
kavurup gitti ıslak gri kırları,
"çok gençtik herhalde" dedi Peta
"öyle görünüyor"


John Tranter
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

Sılaya Dönüş

sılaya dönüş olacak. Olacak
inimizde sonsuza dek kalacak değiliz.
çıkınca inimizden, çıplak göze kükremesi günışığının
kopan zincir, şenlik
yenilenmiş harap bahçede
şaşılası gelin beyazlığı ve mutlak bal
bütün bunlar senin olacak, benim olacak

ölenlerimiz tanıklık için burada değilse de
uzaklarda, ta tükenmiş yıldızlar arasında ağıt yakıp
ağır, mahsun ve yalın notalardan öte
hiçbir sesin kendilerine dokunamayacağı
daha soğuk bir geceyi yorumlasalar da
sılaya dönüş olacak. Olacak

biriyle bir çarpık kentte dolaştık
yetimhanelere oyuncak ayılar taşıyan öylecene biriyle,
kendini küçük gören kahkahaları gülerek yanıtlardı hep
burada olmaması içimi yakıyor.
bilirdi
şiirleri, çocukları ve meyve sineklerini,
kekemeydi. Kıvırcıktı.
parasını üleştiydi benimle.
Hint müziği öğrendi
uyuşturucuya verip, kapattı kendini.
hortlak saymaktan hasta düşüp
evimizi büyüye boğdu.
arkadaşımdı yalnızca,
kaplanın yanıbaşındaki kumru

elbet onun da olacak sılaya dönüşü
arabulucu olmaya çağırıyorum onu
burada olmayanlar,
gergilere gerilip övüle övüle kişiliği kırılanlar için
çocukların napalm giysileriyle yakardıkları yerde
salt şunu demek için:
kanıksanmış bir iş benzeri
yakılarak eriyip gitmiş olsa da bedenleri
her şey yoluna girecek, George. Yoluna girecek
sılaya dönüş olacak
olacak

sılaya dönüşte George
gene elmaların olacak
onları paylaştığın sevgilin
geniş yatağında.
artık sağırların süngülerinde sallanan çocuklara
yas tutarak
Tanrının körlüğüne sığınmayacaksın.
şimdi kan ve ırgat ağıtı akan ırmaklarımız
arınacak,
ekmeğin hası pişecek davetlerde,
çünkü zamanın çarkı hep yitirmeye dönmez
yitirmeye dönmez dostum

filizin yeşili parçalayacak kayayı
çiçek açacak
filizin yeşili parçalayarak tuz buz edecek
yitirdiklerimizin mezarını
çiçek açacak
sılaya dönüş olacak
olacak


Richard Packer
Çeviren: G. Gencer - N. Ziyalan

28 Nisan 2017 Cuma

Mantarcı

Bayırın sırtını aşarken mantarcı,
Rüzgar gizli buzdan oklarla oynuyordu,
Hava yüzüne sarp, soğuk bir nehir gibi çarpıyordu,
Kulakları yitik kuzuların

Sesi, kanat çağlamaları ile doldu.
O an, hayret değil, görevini unuttu,
Boş kaldı kovası, çömeldiği yerde
Bunları kalbine yerleştirdi, durdu.

Aşağılarda güz ırmağının
Kamışlara yağmurları anlattığı yere
Fırlattı kovasını, karısını, on yıllık lamba ışığını,
sarıldı yeniden kendine.

Sevinçten titredi gören kamışlar, her şeyler,
Yalçın havada saksağan şakıdı, cırcır sıçradı,
Kuzuların upuzun yokuşundan
Sesler geldi.

Çukurun sıcaklığında genç okaliptüs
Yaprakları güneşin tozu ile parlak
Yansıttı sevincini, havada başını eğdi
Arılarla birlikte şarkı söyledi.


Colin Thiele
Çeviren: Nermin Menemenciğlu

Terra Austalis

İçindeki masallar okyanusunda yolculuk edersen
O güney anakarasını bulursun,
Quiero'nun çelebi gözlerinde tüten diyar,
Efsaneler, mitler diyarı Avustralya,
Her şeyin tasarlanan karşılığı bulunan.

Benzettiler memleketi; akasya
Duraksayan kalplere çiçektozlarını döker,
Yerindesin, saksağanlar ismini söylerler,
Ağaçlarda derebeyleri gibi öterken.

Tepelerde zamk ağacı bir Musa gibi
Vaiz eder durur ve beyaz papağan
Bir dalından sanki sancılar içinde bağırır,
Ya gurur dolu emu kuşu, neden gezer
Sabahtan akşama kadar ovanın kenarında.

Kuzeye doğru, ateş dolu vadilerde,
Güneşin bir kentaur gibi diki dikine
Öfkeli, yanılmaz oklarını yağdırdığı yerde
Meçhul sevgililerin haz dolu gömütleri durur,
Tek tek, alevlerin isimsiz kıldığı.


James Mc Auley
Çeviren: Nermin Menemencioğlu

Yabancılara Seslenen

Ayrılmadan konuş. İlgi bir anahtardır
Hücremizi açar, hava alırız biraz.
Tutukluyuz, öyle ise neden
Çekimser olalım. Konuşmak bir ışık yakar,
Görürüz. Bağırsak bile dam çatlar
Belki yıldız girer... Bir şey söyle.

Ölüleri senden iyi bilirim,
Sessizlik kalesinde kapalı sen.
Orda da yırtıcı kuşlar var mı?
Mimarlık bakımından Babil bence
Bombay'a üstündür. Doğru,
Neonlardan hoşlanmayız, ama bekleyecek misin
Taş kesilmiş bir Boswell'in sana seslenmesini?

Yollarımız bir. Geç şu kapıdan, bak
Görüntüler koleksiyonuma. Dedemin adı
Ademmiş. Paylaştığımız şeyler var, belki,
Aynı eğilimler. Evin burası mı?
Çantanı çalacak değilim, kilidini kıracak değilim.
Bir kibrit ver, yüzünü göreyim ancak.


R. D. Murmphy
Çeviren: Nermin Menemencioğlu

27 Nisan 2017 Perşembe

Arnavutluk Özlemi

I.

İçimi bir Arnavutluk özlemi kapladı
Bu akşam troleybüsle dönerken
İçilen o partizan cigarasının dumanı
Mavi mavi kıvrılıyor, halkalar yapıyor
Yurttaşlarım Arnavutların dilinden gizlice
Kulağıma bir şeyler söylemek istercesine.
Bu akşam Tirana sokaklarında dolaşmak istiyor canım
Kimi kez yaramazlık yaptığım, eskiden
Kimi kez uslu uslu geçtiğim sokaklarda.
Tanır beni o tahta kapılar
Ve görünce dişlerini gıcırdatıp
"seni gidi seni" diye bana kafa sallayacaklar.
Ama kötüye almayacağım ben bunu
Çünkü içim özlem dolu.
Ve kuru yapraklarla, sonbahar yapraklarıyla
Örtülü dar sokaklarda yürümek istiyorum
Ne ucuz benzetmeler yapılabilir bu yapraklarla ...
Yürümek istiyorum
Önyargılar gibi karanlık
Çapsız bir adam gibi
Kısa ve dolambaçlı bir sokakta,
Bir cigara yakmak
Bir gülmeceye gülmek
Ve bir anıyı, yerdeki yapraklar gibi
Çiğneyip geçmek istiyorum.


II.

Bizim Arnavutluk'un özlemi kapladı içimi
Özledim, o büyük, o geniş, o derin göğünü
Adriyatik dalgalarının o mavi dörtnalını
Gün batımında tutuşmuş kaleler gibi bulutlarını
Ak saçlı, yeşil sakallı Alp dağlarını
Meltem titreşen o ipek gecelerini
Ala tanda kızılderililerini andıran sislerini.
Özledim, lokomotiflerini, atlarını
Teri içinde, soluyan ve kişneyen atlarını
Servilerini, davar sürülerini, gömütlerini
Özledim, özledim
Arnavut kardeşlerimi.


III.

Özledim, artık hemen oraya döneceğim
İsteklerin, sislerin üzerinden uçarak.
Uzaklığında daha bir cana yakınsın yurdum.
Vınlamalarla, uğultularla titreyecek havaalanı
Uçurumlar üstünde tüy tüy bulut öbekleri.
Bu tepkili uçak hızını bulgulamış olanlar
Yurtlarından zaman zaman ayrı düşmüş olmalılar.


İsmail Kadere
Çeviren: Tahsin Saraç

Bir Kahramanın Terekesi

Ne okulun yaşlı hademesi bildi
Ne biz, ve ne de eski arkadaşları
İlerde bir gün onun adının
Yıldızlar arasında yer alacağını.
Bilseydik
Okuduğu sırayı toz içinde bırakmaz
Temizlerdik özenle ve umutla
Onun tahtaya yazdığı tebeşirinden bir parça
Saklardı yaşlı hademe sigara tabakasında.
Böyledir işte, çok kez, geleceğin kahramanları
Aramızda yaşarlar da biz bilmeyiz onları.


Dritero Agolli
Çeviren: Tahsin Saraç

Oğul

Senin uzak akraban falan değilim ben
Ben senin oğlunum
Arnavutluk!
Köklerimi senin doruklarına saldım
Ve içtim sütünü
Onlardaki pınarlardan...
Böyle tutundular işte benim atalarım da
Benim atalarım da işte böyle içtiler.
Üstlerine karlar kopup devrildi
Karlar eridi gitti
Üstlerine kasırgalar saldırdı
Kasırgalar sonunda dindi.
Arnavutluk, sevgili!


Dritero Agolli
Çeviren: Tahsin Saraç

26 Nisan 2017 Çarşamba

Bugün Yeni Bir Yıl Doğuyor

Duyuyor musun arkadaş, dağlarda yankılanan
Özgürlük türkülerini?
Duyuyor musun, Arnavut yiğitlerinin
Dağlarda patlayan silah seslerini?
Duyuyor musun Ulusal Kurtuluş kahramanlarının
Gömütlerinden bize neler dediklerini?

"İleri Arnavutlar, ileri; bu yeni yıl
Özgürlük ve umut getirecek
Bu tutsak düşmüş halka
Acılara bulanmış bu halka."

Görüyor musun ey dost, nasıl titriyor, nasıl
Şu insanlığın ve Arnavut kartalının düşmanı?
Yalnız umutsuzluktan geliyor, anlıyor musun
Tehdit dolu bütün o bağırtısı, çağırtısı.
Korkudan nasıl kaçıyor, hain sürüsü, görüyor musun
Kaçıyor, çünkü
Ulaştı her yanına savaş çağrısı bütün Arnavutluğun.

"İleri Arnavutlar, ileri; bu yeni yıl
Özgürlük ve umut getirecek
Bu tutsak düşmüş halka
Acılara bulanmış bu halka:"


Llazar SMqi
Çeviren: Tahsin Saraç

Biz, Bu Yeni Çağın Çocukları

Biz, bu yeni çağın çocukları,
kopuyoruz babalarımızın boyunduruğundan,
savaşmak ve kazanmak için kaldırdık yumruklarımızı,
başlatmak için özgürce yaşamı.

Biz, bu yeni çağın çocukları,
bu öfkeli topraklarda yetişenler,
kırbaç ve boyunduruk altında çalışanlar,
bize artık zincirlerle boğulmak yok.

Biz, bu yeni çağın çocukları,
acılar içinde doğmuş kardeşler,
yöneldik haklı, doğru bir amaca,
babalarımızın yasalarından daha soylu.

Bu kanlı dünya savaşında
Zafer ezilenlerden yana,
güçlü, sımsıcak zafer,
özgür yürek, özgür kafa.

Gençlik kızgın, güçlü, atılgan,
köle gibi yaşayamaz bundan böyle,
hıçkırığa, gözyaşına, didinmeye paydos,
paydos bu toprağın çocuklarına.

Biz, bu yeni çağın çocukları,
atılacağız yeni kavgalara,
sevgiyle yeşeren yaşamımızla
ödeyeceğiz bedelini özgürlüğün.


Migjeni
Çeviren: A. Kadir - Gülen Fındıklı

Bizde Ölüm ve Güzellik

Çağırınca ölüm nasıl diyecektim kalbime
: "Gel"
Gömütle nasıl kandıracaktım onu
Nasıl düğümleyecektim çevresinde
Görülemez düşünün doruklarını ele geçirmek için o güçlü ipleri
Diyecektim ona
: "Eridi güneş denizde
Gitmek gerekli"

Ölümle duran kalbime nasıl diyecektim
: "Serüven bitti"

Birleşti ölümle güzellik bizde
Kaynakların isteği tutuyor yurtsamayı içimizde
Yayıyor gölgeler egemenliğin üstümüzde

Bu mu ölüm
Ne ki taşıyor kalbim onda yaşamın yamanlığını
Vardır onda sisli dostların gelip giden anıları
Zamanlardan gelen armağanlar arasında bırakıyor kalbim onları
Bir yakarışı yakarış anısını arkadaşlıkları

Bunlar kim anı ekranından geçenler
Aşkımızla övgülü giyinik
Sevinç yapıtını tanıyan bir yürek bolluğuyla

Tattık bize sunulanlardan
Dorukları tutan adakları
Ve bağımıza girenlerle

Orda çağırdık onları
Vardı söz vermişliğimiz

Sunduk yürek bağışları arasında bin dua yakarış dilekçesi
Konuk gelen bize
Gelen güzelliğin gizeminden
Hallerimizi emziren
Çağıran bizi ki yürüyor sevimiz olamayan yolda
Sudan
Gideremeden susuzluğumuzu içtik kaynaktan
Yaşadık sevdalı andan
Bir kez bile yadsımadı büyücüler
Yoktu sonu yolculuğumuzun

Özgürüz cinler gibi gidiyoruz rüzgarla
İstediği gibi rüzgarın
Yöneten yüce doruklarını
Sevimizin umutsuzluğumuzun
Göçebe merkürün bir gemisi üstünde
Bilinç noktasına doğru evlerin
Ölümün gözetlediği

Aşkımızdır kalansa
Onlara
Anı
Yurt sana


Selma El-Cayusi
Çeviren: Nuri Pakdil

25 Nisan 2017 Salı

Ezgi

Şefkatle içtim bu katıksız tatlı aşkı
Doldurdum onunla ışık bardağını
söyledim türküsünü sonsuz sessizliğe
Öylesine uzaklaştırdım ki kalbimden mutsuzluğu
Adadım esprimi tatlı şiire
Herkesin nakaratımı telli sazında yeniden bulduğu
Zamanın evet türkümle coştuğu
Benim için yükselttiği en yüksek tabyalarını
Sevince boğdu beni zaman
Dinginlik sürerek üstüme
Öyle bir ateş yaktı ki beni
Güldüm bununla birlikte
Soludum şaşılası bahçelerin çiçeklerini
Bırakarak ışığa yüreğimi
Yeniden doğuşu ruhumu
Arzu açıyordu yüreğimde
Çiçeklerin üstüne döküyordu tan kızıllığı çiğ bardağını
Vuruyordu kanatları düşlerimin aydınlığa
Besisuyu onarıyordu zamandan önce pörsük yaprakları


Muhammed Şabuni
Çeviren: Nuri Pakdil

Şair Kalbi

Uçan sürünen kalkan süzülen evrenin üstündeki bütün varlıklar
Kuşlar çiçekler kokular kaynaklar eğik dallar
Denizler mağaralar doruklar oturulan çöller yanardağlar
Işıkla gölge geceyle mevsimler bulutlar gök gürültüleri
Kar geçici gönül kararması zorlu fırtınalar cömert yağmurlar
Din öğrenimleri düşler duyuşlar suskunluk şarkı
Yaşıyor hepsi bunların kımıldıyor kalbimde
Özgürlük düzleminde
Sonsuzluk çocuklarının keskin büyülü kız kardeşinde
Burda kalbimde
Dipsiz ölçüsüz
Onuyor ölüm
Eğleniyor yaşamın korkunç görüşüyle
Burda soluyor gecenin yılgıları
Titriyor güllerin acıları
Yankısında doğuyor sanat yapıtları
Sesleri sonsuzluğun yineliyor burda
İşte burda dilekler aşkla hüzün
Gösterişli bir alay
İlerliyor birbiri ardında
Burda bitimsiz gün ağarması
Başlaması gecenin yeniden
Kabaran binlerce okyanus
Sonra boyun eğmek sınırları

Şimdi çekiliyor yüzü zamanın
Yeniden görülmez üzre yarın


Ebülkasım El-Şabi
Çeviren: Nuri Pakdil

Gecenin Öksürüğü

Koyulaştı uykum diyordu
Oysa bende ayaklanıyordu gece
Soluyordu yinimin ateşi üstünde
Gel gel
Bendedir aşk
Işığı şerbet renkli lamba
Bende anların esrimesi
Gelmiyorsan korkağın biri olduğundandır
Ey suyu kurumuş eski zaman kavanozu

Gel gel
Çimdirdim tatlı anılarla bu akşamı
Gelirsen onun sana açacağı gizler
Burada:
Gönlüm bir tutukludur yakınır
Gel gel
Yoktur yıldız
Tarlamda ne de bir ışıltı
Gel gel
Bir serüven oldu gecemiz
En egemen esrikliğin doruğu

Bir damla yetiyor coşturmaya beni sesinden
Geliyor sesin kayar gibi gün ağarmasından

Ne ki ben Antar gibi
Yiğidim sabırlıyım ölüm gelip çatınca
Çağlayanda
Düşüşünün en uç noktasında
Veriyorum ancak öpüşümü
Dileğin özgür olmak

Kendi başına buyruk dalgalar
Yaran kayıkçı gibi sessizlik ırmağını
Yaşamak ortasında fırtınanın
Gök gürültüsünün
Dolaşmak balta girmemiş ormanlarda
Gitmek gitmek istiyorum
Yalnız
Önüne geçip önsezilerimin
Katlayıp harmanisini gecenin
Güzelim sende
Yamanlığı suyun
Bukalemun nemi
Bense birkaç patlama
Ama öldürdün ruhumda geceyi
Düşlerimin kıvılcımı
Ölmüş duygularımda kaldı ancak
Bırak beni
Kış uykusunda
Konuşmaya gelişi esrik güzel bir ölü gibi
Geçmiş düşümün çocukluğunda kalayım bırak beni
Bırak sürmeli kapının arkasında
Yok yok açma
Kaçacağım açarsan kapıyı
dalıp içine
Bitimsiz ormanların

Kaçılabilir mi ki


Hasan Abdullah El-Kureyşi
Çeviren: Nuri Pakdil

24 Nisan 2017 Pazartesi

Yeşil Barış

Bak...
Tanın parmakları
Işıktan bir ayla ördü
Penceremizin etrafına ...
Kuşlar, ağaçlarda uyuyan komşularımız,
Uyandılar sabahla
Ve dinliyorlar gizlice ezgili söyleşimizi...
Bak, güneş altın örgüler yapıyor
Tepeler üzerinde...
Binlerce hasırdan...
Sevgilim... sevgilim benim... benim...
Ey şebboy çiçeği,
Ey usul usul mırıldanan ezgi
Irmak kıyılarında ...

Sevgilim... sevgilim benim...
Ozan ruhunun kızkardeşi...
Çevir benimle birlikte rüzgarlarını
Yeşil yolunu yaşamın ...
Uzat bana kollarını
İnci çiçekleri toplamak için.
Benimle geç... birlikte geçelim
Böğürtlen tarlalarını
Çiçekli kıyılara kadar,
Ve kendi yolumuza yarın
Karanfiller, menekşeler ekeriz.

Resmini yapacağım yeşil barışın buraya.
Varlık mumyalanmış bahçe değil artık onda
Irmak mırıldanır ırmağa ...
Kuşlar kuşlara öter
Gözyaşları birleşir gözyaşlarıyla
Ve yaralar yaralarla,
Burda buluşur insan insanla
Yüce bir kucaklaşma.
Ve artık tepelerinde Afrika'nın
Ve Asya gecelerinde,
Bir tek çoban kızı ağlamasın
Hıçkırmasın tek bir ırmak ...
Ve küçük çocuğum benim,
Kaygısız bir kelebek gibi.
Tepeden tepeye uç haydi.


Muhiddin Fares
Çeviren: Özdemir İnce

Kentin Sokakları

Kentin sokakları...
Duvarları is ve dumandan kararmış evler ...
Çıplak mahalleler
Yoksulluğun, umutsuzluk ve umudun
Sevinç ve hüznün gizlendiği
Çıplak mahalleler ...

Sırtı kambur işçiler,
Oyuk bir kaya gibi yankılanan öksürüklerle
Göğsü sarsılan işçiler ...
Hovarda saraylara ışık dağıtmak için
Köprüler ve mermer merdivenler dikmek için
Dönen makineler ...
Sokakları kentin, duvarları is ve dumandan kararmış evler,
Bağrının derinliklerinde yaşıyoruz ...
Yaşıyoruz, ölmek istemiyoruz ama.

İşte bir gün, yükselen, gemiyi saran dalgalar gibi,
Yükseldi gökyüzünde duvarlar ...
Tanrı adamlarını saldı mahallemize ...
Yolumuzu kapattılar ... duvarlar çıktılar ...
Dayanılmaz bir acı tek varlığı gün olan insana ...
O zaman ağlamaya koyuldu eski kulelerinde
Kilisenin çanları . ..
O zaman, her sabah,
Yalvaran yaşlı bir kadın gibi tıpkı,
İki bağcık ışık istedik Tanrıdan
Ve sonra yayılınca gece
Ve kaplayınca bizi karanlık
Bir kez de gökyüzüne yakardı yüreklerimiz:
Ey ay, ey yıldızlar, neredesiniz,
Görüyor musunuz nasıl sarmış karanlık, bir hapishanedeyiz sanki,
Nasıl yüzüstü bırakmış bizi böyle
Canlıdan daha çok ölü bırakan yaşam..?
Alsam kavalımı, canlandırmak için umutları,
Sevinmek isteyen hüzünlü nakaratı,
Söylemek için ışık kavgamızı ...
Ansımak için tarlalarımızı, ağaçlarımızı, ırmaklarımızı ...
Kavalımı alsam
Çünkü Said'deki köyümde benim
Ne karanlık vardır, ne korku,
Ne de gün ışığındı kesen yüksek duvarlar.

Hüzünlü kentin duvarlarında,
Yürdüm, sorguya çekerek bakışları ...
Sarayının çevresinde güçlü yüce başkanın,
Toplanmış dilenciler gördüm,
Oyuk karınlı kardeşler... öksüren... gülen... uluyan...
Çolak, topal perişanlar gördüm, ilenen ve dans eden ...
bu donmuş yüreklerine biraz sıcaklık arayan açları gördüm.
Ve döndüm geriye bu ışık beldesinden,
Benzeşlerime her zamankinden daha çok aşık.
Sırtı kambur işçiler,
Oyuk bir kaya gibi yankılanan öksürüklerle
Göğüsleri sarsılan işçiler.
Dönen makineler,
Işık nakaratı,
Kentin sokakları ...
Duvarları is ve dumandan kararmış evler ...
Bağrının derinliklerinde yaşıyoruz,
Yaşıyoruz, ölmek istemiyoruz ama.


Jili Abdurrahman
Çeviren: Özdemir İnce

Kara Tufan

Alnımı ağarttı doğan gün,
Ey Afrika toprağı,
Islak ve kar derinliklerini aydınlattı tan,
Duyuyor musun zencilerin şarkıların
Ağır ve korkunç yankılanan..?
Görüyor musun kölelerin
Bıyık altından gülen yüzünü
Tabutları başında zorba hükümdarların?
Uçsuz bucaksız bir mezarlıktın
Fatihlerin atlarının çiğnediği,
Bir ettin çürümüş
Tükürdüğü yüzyılların.

Kölelerin toprağı.
Afrika, ülkesi sen
Perişan kılıklı
Serseri zencilerin.
Nasıl yaşarlar böyle çırılçıplak?
Nasıl insan sayılırlar, abanoz renkli derileri varken,
Dağ mağaralarında yakarken ışıklarını,
Bırakırken çocuklarını ağaç kovuklarına ...
Nasıl insan sayılırlar?

Avlamak için bir köle sürüsü Afrika toprağında ...
Ne zaman param olacak, bir sandal, bir köpek, bir gömlek alacağım ...
Beyaz bir insanım çünkü ben kar gibi tıpkı,
Ne var ki güçlü değilim öyle ...
Yoksulum, ama kardeşlerim vardı benim, gittiler,
Döndüler sonra güçlü ve zengin;
Niçin gitmeyeyim onlar gibi ben de?
Kaç kez istedim bir vahşi gövdeyi,
Tadına doyulmaz gövdesini bir zenci kadının ...
Bana dediler ki çünkü, kölelerin derisinin
Özel bir kokusu, kendine göre tadı var ...

Afrika, gömüler ülkesi,
Toprağı perişan kılıklı serseri zencilerin,
Geldim sana bir gün yeni bir fatih kimliğinde ...
Zengin ve hayat arayan.
Uzun yıllar, boyun eğmiş davrandın,
Ağırlığı altında zındıkların büyük günahlarının ...
Erişince sana sabah aydınlığı;
Yırttın kefenini işte
Ve tana karşıdan bakan,
Rüzgarların yönünü değiştiren
Ve, yeniden,
Kandan harflerle tarihini güneşin alnına yazan
Bir dev gibi ayağa kalktın tekrar.
Duyuyor musun Afrika, şarkılarını kara derililerin
Ağır ve korkunç yankılanan?
Görüyor musun kölelerin
Bıyık altından gülen yüzünü,
Tabutları başında zorba hükümdarların?

O, böyle şarkı söylüyordu Afrika için,
Ve öfkeli çılgınlığında,
Kurtuluş çanları çalıyordu,
Zincirlerinde kıvranırken Afrika,
Görerek hapishaneleri topraklarında kurulan,
Ve görerek yükselişini ölüm sehpalarının kendi toprağında,
Yüreğinin içinde taşıyordu çünkü
İsyanını geçmiş çağların ...

Kendi düşüyle esrimiş,
Ve gerçekleşmiş gibi hayalleri,
Titredi sevinçten,
Görünce çıplak zenci yığınlarını,
Gümbürdeyen isyanla ayaklanmış,
Yürürken üzerine zorbanın;
Ağlayarak kucakladı kardeşlerini
Ve şarkı söylemeğe başladı onlarla birlikte,
Ve yazdı duvarlarına zamanın
Şarkılarım kana bulanmış Afrika'nın.


Muhammed El Feyturi
Çeviren: Özdemir İnce

Afrika'nın Sesi

Sesin senin Afrika
Yankılanıyor bende
Boğuk da olsa, çınıltılı da
Tenimde duyuyorum onu, yüreğimde,
Terrli bir toprak kokusu
Tütüyor onda.
Onda Kongo'nun
Soluyuşunu
İşitiyorum
Ağır ağır akan
Tozlu bir uzaklıkta.

Sesin kanımı tutuşturuyor
Onun en güçsüz yankısı
Bir fırtına gürleyişidir.
Şimşekli boşanışında gözbebeklerinin
Günün dinmeyen çarpıntısında
Ve dalgalarında gençlik kahkahasının
Sesin tutuyor
Sarıyor beni ...
Boğuk ya da çınıltılı
Öfkeli ya da sevecen
Sesin
Yankılanıyor bende ...
Ve dağılıyor umutsuzluk
Ve süzülüp yükseliyor umut
Sessizlikten, sisler içinden ...


Muhammed El Feyturi
Çeviren: Ataol Behramoğlu

22 Nisan 2017 Cumartesi

Yaz Sonu

Alay ediniz bakalım kumlar alay ediniz
Yaşamın tatlı gürültüsüyle
İşte
Biten dönemi düşün
Başladı başka bir dönem
İşte
Gözyaşlarının denizi
Zamanın hıçkırıkla kalın yazısı
durmadan çatlayan
Yeniden başlayan bayağılığın
Zamanın kırılası elleriyle yoğurduğu
Bütün güzellikler geçicidir elbette
durmadan başlar ölüm söylevine
Ağlar sıcak gözyaşlarını
Alay ediniz kumlar
Bu şaşkınlığımla
İşte
Oldum ben tutsağı güzelliğin
Kör bilgeliğin


Ahmet Zeki Ebu-Sadi
Çeviren: Nuri Pakdil

Bir Kaynağın Serüvenleri

Saydamım ben\ Uzunum bir roman gibi\ Bir hekimle
yoz bir eşeğin bakışı var bende\ Benim ben ak
düğmelerin bu çığı\ Yazlığa çıkan zengin ben\ Seviyorum
mağaraları\ Kısaltılmışları\ Giriyorum içine
duvarların sonra çıkıyorum oradan benim yapan
bunları ben

Ezberden öğrendim coğrafyayı\ Hüsnühatla yazılmış
yetkinlik belgelerim var küşüm etmeyin vardır
mozaikle yazılmış olanları da\ Başardım türkü
Söylemeyi\ Büyücek bir poğaça yaptı anam bana\
Yedim onu aylak aylak dolaşırken

Yaptım dinlence ödevlerimi\ Dalga geçtim sürülerle\ Altından
geçtim manastırın\ O zaman ürperdi keşişlerin
hepsi

Yığını romatizmaların\ Alıyor oduncu beni kuşların
da farelerin de düşmanı bir dişi kara kedi için

Seviyorum emir Fahreddin'in gidişini\ Bir muz gibi
kısacık emir diş bileyen halka da ıssız ıslık halkalarına
da\ Yürüyor\ Çevresini aklaştıra aklaştıra

Yüreğim söndü ki söndü\ Şıppadak sıçrayan atın üstüne
ben değilim\ Yeğniliğinden yapan öyle\ Bıraktım
ağırlığımı serüvenlerime

Kentliler gizliyorlar önlerinde onların büyücek bir sıfır\
Köylü yolcuya ne pusu bu\ Siste örtüyorlar
onu\ bir yılan saklıyorlar ceplerinde de\ Sıfırla sakız
çiziyorlar yanaklarına da

Müşterilerin buyruğuna hazır patlayan bir kahve var
bende\ Yalnız nargile yaşıyor orda ağızda\ Çubuğu
nargilenin pancar gibi kıpkırmızı\ Göz kamaştıran
yıldız\ Öyle uzuk ki buluyor ormanı

Kayıyorum bülbül gibi doğru tan kızıllığına\ Bir elma
bırakıyorum başıma\ Bir ağaç yerine koyuyor koruyucu
beni\ Çekip almıyor ama

Doğruldu bir menekşe\ Tıpış tıpış izledi beni\ Tuttum
yemeğe çağırdım ben de\ Açtım onun için kutsal
kitabı

Beni görmeyi kararlaştıranlar birkaç ince uzun kayığı
ödünç alıyorlar\ İş düşüyor menekşeye\ Taşıyor
konukları çeviklikle dişlerime kadar


Şevki Ebu Şarka
Çeviren: Nuri Pakdil

Beyrut İçin Bir Ayna

I.

Cadde bir kadındır,
Acılarında
Fatiha okuyan
Ya da haç çıkaran.
Göğsünde kanbur gece,
Heybesinde
Sızlanan gri köpekler
Ve sönmüş yıldızlar.

Cadde bir kadındır,
Gelip geçenleri ısıran.
Göğsümde uyuyan deve
Şarkı söyler
Petrol şeyhleri için.
Ve cadde bir kadındır
Yatağına düşen.


II.

Çiçekler resimlenmiş pabuçlara.
Yerle gök renk kutusuna hapsedilmiş.
Tarih,
Tabuta konulmuş mahzende dilim, dilim
Ve, çığlıklarında bir yıldızın ya da
ölen bir ulusun.
Erkekler, kadınlar ve çocuklar uyuyor,
Pantolonsuz,
Döşeksiz ...


III.

Bir nazarlık.
Kuşağa sokulmuş bir kese altın.
Uyuyor sayıklayan bir kadın,
Kollarında bir prens ya da bir hançer.


Adonis
Çeviren: Engin Koparan

Newyork'a Mezar'dan

Armut biçiminde çizildi dünya şimdiye kadar, meme şeklinde
demek istiyorum.
Ama bir mimar kurnazlığından başka bir şey olmayan gömüt
yazıtlı meme biçiminde: Newyork,
dört ayaklı uygarlık, her yön bir cinayet ve yol cinayete giden,
ve ara boşlukta
iniltilere deniz kazasına uğrayanların.

Newyork,

bir kadın-bir kadın heykeli.
Bir elinde Özgürlük dedikleri kağıt parçasını
Tarih dediğimiz kağıt tomarını tutmaktadır.
Adı dünya olan bir çocuğu boğmaktadır öteki eliyle.

Newyork,

asfalt renkli gövde, belinde nemli bir kemer. Yüzü: Kapalı pencere ...
Kendi kendime diyorum: Wait Whitman açacak penecereyi -"ilk
parolayı söylüyorum"- ama artık geri dönmeyecek bir tanrı duyu-
yor bunu yalnızca. Tutuklular, köleler, umutsuzlar, hırsızlar, hastalar
fışkırıyor boğazından. Ne yol var, ne de kaçak. Ve diyorum kendime:
Brooklyn Köprüsü! Whitman'ı Wall Streete bağlayan bu köprü
ama çimen yaprağını kağıt dolara bağlayan köprü ...

Newyork-Harlem

Kim o ipek giyotin halinde gelen, kim o Hudson benzeri uzun gömütte
giden? İnfilak et, gözyaşı töreni. Kaynaşın, yorgunluk nesneleri.
Mavi ve sarı güller ve yaseminler. Sivriltiyor uçlarını ışık ve iğnenin
battığı yerde doğuyor güneş. Kor gibi yanıyor musun, ey oylukla oyluk
arasına gizlenmiş yara? Ölümün kuşu uğradı mı senin oralara,
duydun mu sonunu hırıltının? ip ve acının gergefini işliyor boyun.
Kanda, melankolisi saatin ...,

Newyork-Madison-Park Avenue-Harlem

Çalışmaya benzeyen bir tembellik, tembelliğe benzeyen bir çalışma.
Sünger gibi doygun yürekler, saz gibi şişmiş eller, Çirkef yığınları ve
maskeleri Empire State'in, sac gibi titrek kokular salıyor Tarih:

Kör bir bakış değil bu, ama insan kellesi.
Çorak bir söz değil bu, ama insan dili.

Newyork-Wall Street-125. Sokak-Beşinci Cadde

Omuzlar arasında yükseliyor bir denizanası hayaleti. Esir pazarı bütün
soyların. Cam bahçelerinde bitkiler gibi yaşayan insanlar. Zavallı
görünmezler sızıyorlar içeri: Uzayın dokusunda toz, kurbanlar sarmalı.

Cenaze törenidir güneş
ve gün, kara davul


Adonis
Çeviren: Özdemir İnce

21 Nisan 2017 Cuma

Şiirler

I.

Bir ağaç yaprağı ailesi
oturmuş kaynağın başına
yaralıyor toprağı gözyaşlarıyla
ve okutuyor suya ateşin kitabını

ailem beklemedi dönüşümü
alıp başını gitti
ne ateş ne de izler


II.

İkarus geçti buradan
solgun yaprakların altına kurdu çadırın, ateşi kokladı
bitkisel odalarda, körpeliğinde tomurcukların
sarstı salladı gövdeyi sonra oturdu
tıpkı bir yumak gibi kendi gövdesine sarılarak.

Vecde geldi, sonra uçtu kanatlanıp
hiç yanmadı. İkarus şimdi dönüş yolunda.


III.

Mızrak taşımadım, ne de bir kafatası deldim
yazın ve kışın
bir kuş gibi göç ederim
açlığın ırmağında, onun büyülü ağzında

Sudandır yüzü ülkemin
egemenlik sürerim şaşkınlık ve acıda
kuraklık ve yağmurda
ha yaklaşmışım ha uzaklaşmışım, hepsi bir bana
ülkem ışıktadır
ve eşiğidir evimin toprak
Bir umut ormanı dikti
açlar
gözyaşlarının ağaç olarak bittiği
dalların gebe kadınlara yurt olmak istediği
bu özlü toprakta

hasat için yurt
Bir çocuktur her dal
uyur yeşil uzayın yatağında
kul eder şikayet ve iniltileri
Açların iç çekişleriyle yüklü durumda
yıkandı küller ormanında
geçip gitti acının kulelerini
yakınmaya başladı görünümden sonra.


Adonis
Çeviren: Özdemir İnce

Filistin

Anılarında nasıl sıkışıyor kalbin
şiirin nasıl akar bu anıya
bugünün suskunluğuna boyun eğmiş kolejlerin
kürsülerin kanın örten nazik güzellikleri var
iktidarlarının toprağın üzerinde dağıldığı
zamana doğru dönüyorlar

şiirin aşındırdığı yurtsama o denli ağır ki
o denli üzücü ki yok ediveriyor düşünüşleri
kolejleri o eski cennetleri

doğurgan nehirlere
yaşam akıyor kolayca gölgeliğinde

Bin renk büyütüyor bakışlarımızı

Araplar çok uzun süre yürüdük gecede
düşmanlar kırıp geçirmediler mi yurdumuzu
Barışseverdik öyleydik biz doğru
artık uyandırsın bizi verdiğimiz sözlerimiz
saldırana karşı
ey rap
volkan gibi püskürt öfkeni
ey Filistin övünçlerimizin incisi
sayısız taş sana özsaygının simgesi

Kuran'ın bildiriyor adaleti
İncil de barışı


Salim El-Zurkali
Çeviren: Nuri Pakdil

Gırnata

Gırnata ah Gırnata
büyüklüğünden ne kaldı
sönmüş büyüklüğünün üstüne akan bu gözyaşlarından
başka bir şey mi sürüklüyor ırmağın
Sabah yeliyle akşam rüzgarı
yayılan bir hıçkırıktan başka bir şey midir
en ışıklı bir minare gibi
lal renkli bir kubbenin taçladığı
ak alnının suların aynasında parıldadığı
bu ırmakta
ah Gırnata
egemen değilsen artık

Uçtu ünün yazık
içimde acı dağı
taşıyorum ondan gözyaşını
yalnızlık çöküyor ağaçlara
içiyor hüznü pişmanlığı El-Namra
ne can yoldaşlarının sevinç çağıltısı
ne geçmiş bayramlarının yankısı
ne aşk ağrısı
aşıkları anlatan ud sesi
gezdiriyor ay soluk bakışların
ünlü dayanıklı mermerde
o çakırkeyf çiçeklerin kokusu sinmiş
hüzünlü bülbüllerin ağıtları arasında
gürültüsüyle doldurur bir geceyi
tükenmez geçitli sonsuz odalı bu ıssız saray
üstünde halıların güzeller güzeli
geçiyordu birbiri arkasından
Doğu'nun en hızlı oyunlarından
dokuyarak çıplak ayaklarını

Gırnata
bu sessiz yıkımlar ortasında uzanmış tabuta
yeni acılarının gürültüsünü
görüyorum. Afrika'ya taşıyan kırlangıç sürüsünü
orda ağlıyor çocukları
hüzün uzak yüzlerinden
taşışıdır bu
umudun gözlerinden
çektiler kınından kılıçları
eyerlediler atları
gittiler denize doğru
o zaman işaretlediler ufuktan kadı dorukları

Toprağa kapandılar
çığlıklarını bıraktılar:
GIRNATA
GIRNATA
YİTİRDİK SENİ
BİR YİTİM
Ki
BIRAKTI HEPİMİZİ YETİM
gözlerinde
oluk oluk
gözyaşları

ağladı onlarla deniz dalgaları


Fevzi Maluf
Çeviren: Nuri Pakdil

20 Nisan 2017 Perşembe

Yalnızlığım

İttin böylece
Sarı otu kıyılarına ölümümün
Sırlı konuşma gömüt başında
Kabul edilmeyen öyle
Koyu sessizlik

Doğdun öyle
Sessizliğimden
Bir yandan öbür yana usulca geçen
Gecemden geçen adımlardan
Gölgemden dev gibi bir ölü görüntüsü oluşturan hayallerden
Yıldız biçiminde çatlayan bu kötü hamurdan örümcek ağlarıyla

Öyle ordasın ya
Ot bile düşlenmeyen çıplak çöldesin ya
Kendi kendin gibi çıplak aldatılma içindesin ya

Ey düş kırıklığı
Bırak beni
Çok gördü ruhum yüzün
Bırak beni
Uçarılıkla yiyip bitiren günlerimi ey güncel gürültü
Az sonra sesim olarak
Başka insanlar gibi
Başka insanlar gibi içliliğim kuşkularım olarak
Bir amaç olarak bir kör geçiş
Güneşin yolları üstünde
Gülüşüm olarak

Olarak evim
Deliliğim

Ey uyanıklık yok olmaktasın esriklikte
Kurutuyorsun yollarımı
Bırak beni
Adanıyorum insanlara
Bana
Göğsünü açan kartala

Ben kendi ölümümüm


Abdülvahap El-Beyati
Çeviren: Nuri Pakdil

Fırtına

Öldüremeyeceksiniz beni
Kaçıramayacaksınız
Işığından güneşin
Ne de şiir söyleme sevincinden

Kuramayacaksınız darağacını
Aşka şaire güle karşı

Yıkamayacaksınız sarayını düşlerimin
Korkutamayacak zincirleriniz küçük çocuklarını ülkemin
Kirletemeyeceksiniz sanatın surlarını

Ancak karşınızda
Küllerin ölümün tamburlarını bulacaksınız

Hayatım
Uzatıyor kollarını ışığa doğru

Geriye uşaklar
Dönünüz geldiğiniz yere


Abdülvahap El-Beyati
Çeviren: Nuri Pakdil

Dönüş

Havaya buza yazıyorum
Adını ey Berlin
Canımın içi
Alnına güzelliğin
Çiziyorum yeni dünyayı
Betimleyemeyecekti hiçbir kartpostal bunu
Sevdiğim denli yazıyorum
- Gece tanığı aşkımızın

Yeni açmış bir çiçek sabahın
Kumral saçların
Güzelliğin alnına yıkılmış
Yarim

Yedim ekmeğinden
Sağıyorum istediğimi senden
Irmaklar adına türkü söyledim

Mum ışıklarına
Çeliğe
işçilere
Türkü söyledim

Havaya buza yazıyorum
Adını ey Berlin
Yarim
Bir de bitimsiz ufkun yıldızları üstüne


Abdülvahap El-Beyati
Çeviren: Nuri Pakdil

19 Nisan 2017 Çarşamba

Yarın Buluşalım

Üç kelime fısıldadı kulağıma
Sıkarken elimi:
En önemli olayıydı günün:
"Yarın buluşalım"
Ve yol gizledi o sevgiliyi.

Tıraş oldum iki kez
İki kez parlattım ayakkabılarımı
Elbisesini aldım arkadaşımın - ödünç iki lira
Sütlü kahve ve tatlı ısmarlamak için ona

Gülümserken sevdalılar
Tek başımayım
İçimde bir his
Biz de güleceğiz.

Belki yoldadır o.
Unutmuştur belki
Belki ... belki ..

İki dakika daha.

Dört buçuk
Yarım saat geçti
Ve bir, iki
Uzandı gölgeler
Sözünde durmadı o
Dört buçukta


Mahmud Derviş
Çeviren: Tavus Hüsameddin

Gecede Ayak Sesleri

Her zaman
Ayak seslerini duyarız gecede yaklaşan,
Ve kapı sırra kadem basar odamızdan,

Her zaman,
Bulutlar gibi süzülüp giden.
Her gece yatağından
Senin mavi gölgen mi onu uzaklara götüren?
Senin gözlerin ülkelerdir ve ayak sesleri geliyor,
Sardı bedenimi kolların
Ayak sesleri, ayak sesleri
Ah Şahrazad
Gölgeler niçin kurtuluşumu resmeder?
Gelir ayak sesleri girmez içeri.
Bir ağaç ol.
Görebileyim gölgeni.
Bir ay ol,
Görebileyim gölgeni.
Bir hançer ol,
Görebileyim gölgeni gölgemde,
Küller içinde bir gül.
Her zaman,
Ayak seslerini duyarım gecede yaklaşan,
Ve sen yerim olursun sürgündeki,
Zindanım olursun.
Öldürmeye çalış beni
İlk ve son olsun
Yaklaşan ayak seslerinle
Öldürme beni.


Mahmud Derviş
Çeviren: Tavus Hüsameddin

Şarkının Şehidi

Duvara diktiler çarmıhı.
Çözdüler bileklerimdeki zinciri.
Yelpaze gibi salladı durdu kırbaç
Ve durmadan ayak sesleri.
"Efendim!" diye bir fısıltı
Ve ölülere "Kollayın kendinizi!" demekte.

- Ey sen,
Dedi yırtıcı bir hayvan kükremesi gibi:
Benim tantamın önünde iki kez yere kapanırsan,
Elimi öpersen edepli edepli iki kez,
Sana toprak veririm!

Yoksa ...
Gerilirsin çarmıha
Bir şarkının ve bir güneşin şehidi olarak!

Ağla! diyebilmek için alacakaranlıkta
Ben değildim ilk getiren dikenli tacı.

Ey sen, inanç gibi sevdiğim.
Adın, toz toprak dolu ve kurumuş
Dudaklarımda,
Fıçılarda yıllanmış bir şarap tadında!

Ağla! diyebilmek için alacakaranlıkta
Ben değildim ilk getiren dikenli tacı.
İster benim çarmıhını bir atın sırtında olsun;
İster dikenler altında,
Çiğlerle ve kanla örtülü
Defne yapraklarından bir taç olsun!
"Ölümü ben kendim istedim!"
Diyen son kişi ben olmalıyım.


Mahmud Derviş
Çeviren: Eray Canberk

18 Nisan 2017 Salı

Sürgün

Güneş sınır mınır tanımaz,
güneş aşar sınırları.
Ateş açmaz bir tek nöbetçi

Öter bülbül sabah akşam.
Çeker deliksiz bir uyku
Yahudi kibutzlarının kuşları gibi

Yolunu şaşırmış bir eşek
otlar keyifli keyifli
ateş hattında.
Ateş açmaz bir tek nöbetçi.

Bir de ben,
senin sürgün oğlun
- ey yurdumun toprağı - 
ufuklarınla gözlerimin arası
upuzun,
bir aşılmaz duvar.


Salim Jabren
Çeviren: A. Kadir - S. Salom

Onu Düşündükçe

Yürekler olurdu parça parça onu düşündükçe.
Avunacağım tutardı sabrım tükendikçe,
Çalkalanır çığlığı acıların
İnsan yüreğine her kez geri döndükçe
canlı görüntüsü unutulmuş bir çağın,
yiter gider kendime çizdiğim yolun izleri,
yiter gider arasında sevgi alevlerinin,
takınaklı gölgeler içinde yiter gider.
Ey geçmiş günler ey,
hiçbir vakit geri gelmeyecek günler,
daldınız bomboş gecelere geçici bir kıvanç gibi,
Nerede kaldı, söyleyin, nerelere gitti,
göçsüzlüğün yaralarına
bakacak olan, ilaç olan,
söyleyin, nerelerde saklı
fedailerin ölümü?


Yabra İbrahim Yabra
Çeviren: A. Kadir - S. Salom

Denize Dönüş

Ey düşlerimizin düş kurduğu ada
Bizi gidelim bırak
Kurtar çağırmalarından
Ey pırıldayan yalgın
Saydam ışık oğulu
Bize pusu kuruldu
Atıldık çöle
Döşlerimizin düş kurduğu ey usa sığmaz da
Tükettin bizi

Görüldüğünde serin gölgen
Toprak dedik
Çağrı iç dirliğine
Adımlarımızın ödülü
Giriyoruz içeri saygıdeğer kurtulmuş
Bırakıyoruz yüreklerimizi
Tabaklanmış hüznün
Yıl boğumlarının
Söylüyoruz unutacak ruhumuz
Söylüyoruz söyledik

Yeşili çimenliğin çarpıyor altında umudumuzun
Tanrım tüm umutları yüklü Tanrım
Dolaşanlar için yol boyunca
Arkadaşsız yürüyenler için gecede
Söyledik söylendik
Ey kutlu aldatma ey kutlu düş
Üstünden demir attığımızda
Düş görüyorduk

Topladık yitik adımlarını yaşamımızın önce
Aşkın kırlarını sürdük tohumlarımıza
Dikiyoruz oraya özlemleri
Serin aşkları
Yurtsamaları
Atıyoruz tohuma göre
işitiyor musun aldandık

Atıyoruz tohumu kısır derinliğine toprağın
Ey düşlerimizin boy attığı ada
Vazgeç beslenmekten içi boşalmış özlemlerden
Elini çek yaşamımızdan
Döndük sana sırtımızı
Dondu kaldı yüreğimizde umut
Deli renkli kıyılara veda
Rüzgarın ellerine bırakıyor kendini yeniden yelkenimiz

Koşuyoruz onunla bu uzun yürüyüşte
Ey koşu ey tehlike
Uluyan dipsiz, deniz üstünde
Dertte başımız dağlaşan dalgalarla
Sunacağız yaşamlarımızı orda
Bırakacağız denize cömertçe
bu son kavga
Kök salacak koşumuz
Yazgımız
Meydan okumaya

Karıştıracağız gizine yüreğimizin orda
Gururu
Yaraları


Faolwa Tukan
Çeviren: Nuri Pakdil

17 Nisan 2017 Pazartesi

Şiir

Çık ve doğ benimle, kardeş
Pablo Neruda


I.

Nemli yağlı dalgalar
hüzün ıslağı dalgalar
göz kuşunu tutukladılar

Bir hatayı yeniden işlemede kim
akçalıyor sabırlarımı
kim tutuyor bedenimi sürüklüyor büyük acıya
halkım mı bu şaşkınlığım mı

yoksullukla
sürekli kırbaçlanan
kendi kendimle en çok gerçekleştiriyorum değişmeyi

Ardındayım gözlüklerimin
bakışımın ardında
kişisel bozgunun ardında
asılıyorum yeniden
boşunadır adlanmam


II.

Öyle bir böcekle kaplamışlıkla içini
yönlerinde bakışlarımın
görüngelerimin sınırlarında dokunuyorum kenarlarına
o denli istekle çaba gerekiyor muydu görmeye boyun eğmek
için gerçeğe ki
bedeni alıp götüren şeyin
tüm ayak direme isteğiyle bir daha olmak
gerçek diye adlandırılmasına
Yıkıntıların uğultusu bedenim
tükeniyor sayımı taneceklerin
insanda insanlığı mahveden örgütler
DİRENMEKTİR VAROLMAK
ey yeraltı melekleri yeğnileştirin varlığımı


III.

Birinden öbürüne hücrenin
sürüp giden yolluğum
enginliklerinde çölün başlıyor bizimkilerin azıtan çığlıkları
gömülüyor sonra ıssızlığa
olgunlaşıyor çöl
kendimden geçerek cezalandırıyor beni

Dibinden hücremin
ayakta duran yüzkaralarına
gözetçilerimin üstüne
tükürüyorum

Dibinden hücremin yağlı nem dalgaları
nemli hüzün dalgaları tıkıyor dama kuşa dönmüş bedeni
bu bedeni düpedüz toprağa
batıyorum
Görünüyor yokluğumun sisli boşluklarında
sağlam arkadaşlığın ve
kavganın kızıl direnişleri
doğsun diye kızışmasından yamanlıkların
insanla onun anlamı
şiddetlenmeler yeniden
gerekli sert eleştirmeler
her yönden devingen içinde savaştığım toprak
kıtlığın büyümesi o kupkuru dokunaçlarda

art arda geliyor içimdeki isteğin kızıl vadileri de
istenilmeyen
olağanüstü göğüslerin vadileri
gün ağarması gibi aynen
belirmeler birden


IV.

Herkese açık yerlerde
komplolarımın gizi
öğle güneşinin altında
benim öteki düşmanım 


V.

Saldırganlığın kural olduğu
bir ülkeden mi
söz ediliyor
halkımın arasında devindiği örgütlerin
halkımın yürek darlığını kirleten
halkımın düşlerini kavuran
öğretim kurumlarının bulunduğu
bir ülkeden mi
söz ediliyor

Ey tek başıa yürüyen öncüler
unutulmuşlukta ovulmuş
yok isteklerimin kara (perdelerini yayınız güneşli piramitlerin
üstüne
özgürleştiriniz bedenlerimizi yüksek yerlerin rüzgarlarında
kurtarınız yükseltilerini yıkımların
o belli etmeden söylediğimiz vahşi şarkılarda kesiniz göbek bağını
aramızdan fışkırsın sel sularının kaynakları
ve
değişmeyen tasanlar
gelsin bize varoluş


Ben Salem Himmiş
Çeviren: Nuri Pakdil

Duvar

Kentten dönen bir denizcininki kadar ağır bir yük taşıdım
pahalı eşyaların ağırlığı altında bükülmüş kılıcın tutağındaki siper
kaçtım gözlerinizde
istemeden hiçbir şey
ışıksızdım
düşleyip duruyordum günü
düşümde bir flüt
atalarımızın ozanlarımızın ölümsüz türküsü
ıslak iz dönüşü
nemliliğiyle denizin
buldum sizi
kara kuru
küçülmüş
uyku akar gözlerinizden
ey dostlarım
soludum inledim
ölümümü
söyleyeyim bırakınız beni
olmayacak yeniden canlanma günü
bugününüz var ancak
sevmeye birbirimizi
ve ölmek için
sevmek ya da ölmek
biliyor musunuz bunu
kaçtım gözlerinizde
öyle uzak bir denizci
karşısında uçurumun
rüzgarlara karşı
deniz kül rengi
buruşuk yüz
çekiyoruz
kalplerinizin üstündeki paslı süngüleri
zamanın pancurları uzaklaştırıyor sizi
üstünde yolumun
tanıyorum izlerini fatihlerin
ama dinç adımlarım
cesur
ayakkabılarım parlaktır
dolanıp duruyorum çevrenizde
yürüyorum kauçuk bir köprüde
demirden bir kenttir ülkeniz


Malika Asımi
Çeviren: Nuri Pakdil

Mahmut Hamşari'nin Anısına

Ölülere ağlamayın
Kumlardan öğrendim
Ağaçtan öğrendim
Güneşten öğrendim
Ölülerin bizim gözyaşlarımıza gereği olmadığını
İlk yazların ya da yıldızın şehitleri olsalar bile
Bir kadın böyle söylemişti bana
Anasıydı bütün anıların
Çocuklarının gidişine bakıyordu
Yüreğin şafağında sessiz
Onlara bir somun arpa ekmeği ve bir avuç zeytin veriyordu
Geri dönmüyordu onlar
Ağlamıyordu kadın
Fakat dağların dilenci düşüyle süslenmiş sevecenliğe bırakıyordu
kendini
Kendini mezar taşlarının arasında biten çiçeğe veriyordu
Bulutları unutuyor ve kendine haberler getiren meltemi
Mahmud aldığı yaralardan ölmüş
Tulkarem'de doğmuş DeirYassin'den birkaç yıl önce
Kışın ölmüş
Karmakarışık anıların çukuru içinde
Ağaç devrilmiş
Sessizliğin öteki kıyısına
Ölülere ağlamayın
Yarın
Suçlu anıların depremi


Tahar Ben Jelloun
Çeviren: Eray Canberk
12 Ocak 1973


Küçük DeirYassin köyü halkının 1948 yıllarında İrgum kuvvetlerince öldürülmesi.

Çürümüş Ağaçlar Gömütlüğünde Oturuyoruz

Çürümüş ağaçlar gömütlüğünde oturuyoruz
taşlar kemirmiş
kuru kabukları

Issız bir kumsalda
şişe kırıkları
çok eski monden şapkalar
çamura gömülmüş birkaç ayakkabı
ve ölü serçeler denizinde

Orta yerde
herkes için bir çeşme
ve kuru ekmek sandığı

Kış günlerinde
ölüler karışır canlılara
gözleri açık kalmıştır
dondurucu rüzgarda

Yılın öteki günleri
gözleri trahom kurbanı genç kızlar
gidip gömütlerin üzerine otururlar
ve beklerler orada
göğün merdiveninden inecek ölümü.


Tahar Ben Jelloun
Çeviren: Özdemir İnce

15 Nisan 2017 Cumartesi

Nedjma Ya Da Şiir Ya Da Bıçak

İki kadehi de silme kanla doldurmuştuk Nedjma'nın gözleri
iri iri açılıyordu ağaçlar arasında
Bir ut sesi yaylara övgüler düzüyor ve onları güneşi emmiş
kan gibi kara bahçelere dönüştürüyordu
benimdi Nedjma sımsıcak yüreğin altında paha biçilmez ten
yığınından taptaze dumanlar tütüyordu
Nedjma biz düşlere dalalı milyonlarca yıldız izledi bizi.
ölümsüz olarak düşünürdüm seni hava gibi o bilinmeyen
şey gibi
Ama ölüyorsun işte, aklım başımda değil ve ağla
diyemiyorsun bana artık ...
O susuz geceler nerde Nedjma? Hani başka uykulara barınak
olsun diye sırtımızda taşıdığımız geceler!
Şu Arabistan şiirinin görkemini yitirmemeliydik, değil mi
Nedjma?
sana görklü bir divandan parçalar okumuştum Nedjma, ama
şimdi kopuk kopuk çıkmakta sesim, ıssız bir müzik
içindeyim, yüreğini ne kadar kendimden koparıp atmak
istesem boşuna, parça parça, zerre zerre, yine dönüp
bana geliyor o
Oysa destanda geçerdi adımız, türkülü ülkeler aşmıştık,
Nil'in öte yakasına geçince gülen ağıtçı kadınlar
izlemiştik ...
Şimdi Cezayir girmiş aramıza, bir siren sağır ediyor
kulaklarımızı, bir vinç güzelliğini alıp götürüyor
Güzelliğin geçip gitti belki Nedjma, ama senin tertemiz
suyun hala sıçrar durur hayran gözlerimin önünde
Ve camiler tek tek yıkılıyordu güneşin mızraklarıyla,
Constantin ateşten çıkıyordu sanki en amansız
yangınlarla
Nedjma çalıların gölgesinde durmuş ağza alınmaz meyveler
yemekteydi
Bir şair kenti kırıp geçirmekteydi
Ben surlar boyunca yürüyordum aklımdan çıkarmak için
camileri
Nedjma gülümsedi meyveleri koynuna soktu
Şair taşlar yağdırıyordu bize itin köpeğin ve soylu
kentin gözleri önünde ...
Sonra emirler geldi halka armağanlar dağıttılar ramazan
bitmişti
Kızgın tepelerin üstünde ışıl ışıl sabahlar doğuyordu,
kokulu bir yağmur karnını yarıyordu kaktüslerin
Nedjma binitimin dizginine asılmıştı, billur serpiyordu
çölün kumuna
Bak Nedjma kumda altın tozuna bulanmış ayaklarımızın
izlerine bak!
Göçebelerin gözleri üstümüzde, onların çığlıklarıyla
sözcüklerimiz delik deşik
Hurma ağaçlarının şu yumuşak yıldız kalabalığına uzayıp
gidişini bir daha görmeyeceğiz
Deveciler şimdi bizden çok uzakta, onlar son olarak
Kuzeyde konaklayacaklar!
Nedjma dizgini kastı, ben atalarımız gibi kasları gelişmiş
bir hecine eğer vurdum.
Endülüs gözden kaybolmuştu, tek söz çıkmıyordu ağzımdan,
boğulup gitmiştim onun soluğuyla, adını söyleyebilmek
için bir hayli zaman geçti
Nedjma uyuyordu, öylece duruyordu, aklımı başımdan
alan memelerini okşayabiliyordum ben de ...
Böne'daydık, ağaçlar çiğde içinde, Nedjma hurma
yapraklarıyla donatıyordu her yanımı
Uyuyordu Nedjma koyda uykuya varmış bir tekne gibi
durgun yüreğinin altında aşk kanamaktaydı
Aç Nedjma o dillere destan gözlerini, zaman geçiyor,
yedi yıl sonra öleceğim ben, bu yedi yıl içinde
yalnız koma beni, insafsız olma!
Nedjma gözlerini kapayınca en derin kuyular kazın, kazın
ki geceler tuzaklar gibi aksın oraya
Doğrayın düşlerimi yılan doğrar gibi ya da Nedjma'nın
uykusuna götürün beni, bu yalnızlık canıma yetti!


Kateb Yasin
Çeviren: Güngör Demiray

Tarihten Alınan Ders

Sabrım donuşuyla paramparça saat
Bir ölümü bekleyiş
Yorgunluğun dondurduğu gözyaşları
çok görmek nefret ettiğimi
Utkulu kaygım için benim
Her zaman bezginliğin sonunda
Yolunu şaşıran metroların ağzında
Bir uyur gezer andını bozan gibi
Sıkılı yumruk
Yüzyılına basan bir kötülüğü hesaplıyorum
Ne anlamı var
Mutsuzluktan sonra tasarlanan yaşamın
Ne anlamı var şimdinin
Tasarılı öldürüm kural oldukça

Yaşıyor olmaktan söylemeliyim utancımı
Unutmuşum beni sevenleri
Artık sevmeyenleri
Kalıyorum alıştığımız uzayda
Tarihe sövüyorum
Ve oturuyorum çağdışı
Geçici heveslerin mevsimlerin
Geleneklerin düze ve dolapların
Evet duygunum ben
Bu yeryüzünde titreyen her şeye
Ve bazen düşünürüm
Dünya değiştirmeli diye

Değiştirip seçmek ölümü
Taş taş kalmak olaylar karşısında
Ve bırakmak kısacası
Her şeyi olduğunca
İğrenç

Ama sağlamdır halkım bir sonsuz su düzlemince

Gösterir o bana doğru yolu
Hoşnutum iyiliğinden
Bir sonsuz varlık gibi görürüm onu
Baba yerini tutan
Ben ki yetim kaldım doğmadan önce
Enez yerim içinde

Biliyorum açıktır tan

Ölümlü sabırsızlık

Tek bir gülüşün
Azıcık ücreti
Aynı son
Aynı başlangıç
Aynı bunalım
Seni yitirmenin sonsuza dek.

Sen
Bir dudağın anlattığı
Yakalanmaz çok güzel


Henri Krea
Çeviren: Kaya Öztaş

Okyanus

Burdayım işte bugün seninle / Göz kamaştırıcı bir söyleşi
Ey okyanus iyi dinle şarkımı
Biziz karıştıran uyumlu ritimlerimizi
Bu çölünde yaşamın
Sensin tek dostum
Yetti bana ağzımın suyu akarak bakmak güzelliğine
Doldurdu tıka basa hüzünlü gönlümü
Dostlarımınkinden daha güzel
Doluyor varlığın içime
Varsın ya sen varsın ya bu yetmez mi
Gidermeye sıkıntımı
Sen değil mi sende karanlığın dışındaki özgürlük
Birleşmiyor muyuz ikimiz de
Yazgısında
Gecenin
Günün

Çok yakınında kalacağım bugün,
Umut getiriyorum sana koru beni
Övüyorum ezginin büyük devinimini
Bengi görünüşü çatlayan dalgaların
Uzaklardan gelen yankımı
Binlerce katlanmış

Güzellikten bir çiçeklik oldun bize
Toplantı yeri
Durdurmuyoruz adını yaymayı
Büyüklüğün kurumun
Daim doğurcu gizemisin sen
Ey ululuk çalgısı ey göz kamaştıran ışıltı
Ey biricik

Tükeniyor ezgim tansıklarını istemeye
Esinin beslediği yaşam kaynağımız
Sınırsızlığa kurulu gür kaynağımız
Rüzgar başladı mı çılgınlığa barış yapan atamız
Ey gümrenen ateşli kızgın aslanımızı

Başlayınca rüzgarlar gürlemeye
Yıldırımlar çakınca üstünde
Kaplayınca bulutlar ufku
Gece sınırlayınca yaşamı
Korkmuyorsun

Ağları parlayan
Balık avlayan
Çıplak güzel kızlar geliverince
Başlıyor içinde ezinç
Seğirme yüzünde
Suyunun maviliğinde
Bayılıyorlar güzelliğine
Eğiliyorlar üstüne
Büyüleyen gözgüne

içinde bengi gerdanlığı kaydırak taşları
denizin titrediği


Abdülkerim Akkum
Çeviren: Nuri Pakdil

Gecenin İçindeki Sesler

Deniz kuşları ırmağın üstünde
Gece düşlerimde süzülüyorlar.
Işık gündoğumuna dek yanıyor
Ben doğuyorum, o sönüyor.
Sabahın 5.45'i
Soruyorum kendi kendime acaba o gece de bağırışıyor
muydu deniz kuşları anamın kulağına
Ama biliyorum ki şimdi duyulan sesler onların sesi.
Başımızın üstündeki uçaklarla aynı zamanda
Ve ölülerin tenha fısıltısıyla
Kimi zaman bir araba ile
Ya da bir kamyon uzaktan


John Wiener
Çeviren: Ferit Edgü - Orhan Duru

14 Nisan 2017 Cuma

Çocuk

Kimdi bu insan-Aslanlar düşlerimde yürüyen
duvarları tansık bir odada
esneyen koca bir bebekten ben?

Kimdi o insan-Aslanlar yüzleri yeleli
beşiğimin üstüne eğilen kutsamak için beni
Onlar mıydı "Ruhumun ve aklımın sanatçısıyım ben" diyen
Parşömeni içime tutturan?

Uyurken görüyorum kendi kendimi- 
uyuyan bütün çocuklar bedensizdir
Sonsuz evrende düş gören devlerdir
tombul bacakları yumuşak yorgan altında uzanmış

VE BENİM ÜSTÜMDE KALKARLARDI
ve onların geçişlerinde küçümenceciktim
onların keskin dişlerini ve bıyıklarını ansıyorum
gülümsemek için eğildiklerinde -
ve odamın içindeki tüylerinin kokusunu

KİMİM BEN, ANSIMIYORUM
Ama biliyorum
gücüyüm
bir milyon aşkın!


Michael McClure
Çeviren: Ferit Edgü - Orhan Duru

Siste Koyunlar

Tepeler bir aklığa atılıyor.
İnsanlar ya da yıldızlar
Kaygıyla bakıyorlar bana, düş kırıklığına uğratıyorum onları.
Bir soluk çizgisi bırakıyor tren.
Ey, yavaş,
Pas renkli at.
Nal sesleri, hüzünlü çanlar -
Bütün sabah
Kararıp durdu sabah.
Dışarıda bırakılmış bir çiçek,
Bir sessizliği tutuyor kemiklerim,
Uzak tarlalar yüreğimi eritiyor.
Cennete götürmekle
Korkutuyorlar beni,
Yıldızsız ve babasız, karanlık bir suya.


Sylvia Plath
Çeviren: Şavkar Altınel

Lady Lazarus

Bak, gene yaptım işte.
Her on yılda bir
Nasılsa buluyorum bir yolunu -

Bir çeşit yürüyen mucize, derim.
Bir Nazi abajuru kadar parlak,
Sağ ayağım

Bir kağıt baskısı,
Yüzüm, şekilsiz, ince
Yahudi'den bir çarşaf.

Sıyır örtüyü
Ey benim düşmanım.
Nasıl, ürkütüyor muyum?

Burnum, göz oyuklarını, eksik dişlerimle?
Bu kokan soluk
Bir günde gider.

Çok geçmez, çok geçmez
Mezar kovuğumun yediği etim
Yerini bulur üstümde

Ve ben gülümseyen bir kadın.
Daha otuzuncu baharımda.
Kedi gibi dokuz canlı.

Bu üçüncü şimdilik.
Ne aşağılık iş
Yok etmek her on yık.

Nasıl milyonlarca lif.
Seyretmek için doluşan
Ağzı çekirdekli kalabalık

Soyuyorlar beni elleriyle, ayaklarıyla- 
İşte büyük striptiz.
Baylar, bayanlar,

Bunlar ellerim,
bunlar dizlerim.
bir deri bir kemik olabilirim,

Gene de tıpatıp aynı kadınım.
On yaşındaydım ilk keresinde.
Kazaydı.

Kararlıydım ikincisinde
Sonunu getirmeye ve geri dönmemeye.
Bir deniz kabuğu gibi

Kapanmış sallanıyordum.
Durmadan çağırmaları, yapışkan inciler gibi
Bir bir ayıklamaları gerekli böcekleri üstümden.

Ölmek
Bir sanattır, her şey gibi.
Eşsiz bir ustalıkla yapıyorum bu işi.

Öyle ustaca ki insana korkunç geliyor.
öyle ustaca ki gerçeklik duygusu veriyor,
Bu konuda iddialıyım sanırım.

Bu iş değildir bir hücredeyseniz eğer.
Güç değil bu işi yapıp hiç kımıldamamak
Güç olan güpegündüz

Büyük bir gösterişle
Aynı yere, aynı yüze, aynı hoyrat
Bağrışmaya dönmek:

"Bir mucize!"
işte bu beni yıkan,
Bir ücreti var

Yaralarıma bakmanın, bir ücreti var
Nabzımı yoklamanın -
Gerçekten atıyor kalbim.

Bir ücreti var, büyük bir ücreti var hem de
Bir sözümü duymanın, dokunmanın,
Kanımın bir damlasının

Ya da saçımın, giysilerimin bir parçasının
Ya, ya, Herr Doktor.
YA, Herr Düşman.

Sizin esirinizim ben,
sizin değerli eşyanız,
O som altından bebek,

Hani bir çığlıkta eriyen
Dönüyorum ve yanıyorum.
Büyük ilginizi küçümsediğimi sanmayın.

Küller, küller- 
Karıştırıp duruyorsunuz.
Et, kemik, başka bir şey yok-

Bir kalıp sabun,
Bir nişan yüzüğü,
Bir diş dolgusu, altın.

Herr Tanrı, Herr İblis
Sakının
Sakının.

Küllerin arasından
Kızıl saçlarımla dirilip doğruluyorum
Ve solurcasına insan yiyorum.


Sylvia Plath
Çeviren: Cevat Çapan