Şiir, Sadece

21 Aralık 2017 Perşembe

Hiçbir Şey Kalmayınca

Bir gün çırılçıplak bir büyük
Zenginliğin ortasına oturtacağım seni
Su gibi ağır giysilerin olacak
Meyvelere güzel kokusunu veren kadın çorapları
Kocaman kocaman kasketler olacak
Ve türlü türlü metaller

Siyah bir manzaranın ortasında
Çırılçıplak görmek istiyorum seni
Bronzların şamdanların vazoların ortasında
Burcu burcu tüterken vanilyalı punç
Azgın köpeklerin burunlarına

Bir Rembrandt'ın böyle bir tutkusu olmalı
Ölüme gömülen Saskia'sının tararken saçlarını
Üzümün ağırlığıyla ona engel olmak istermiş gibi
Zincirlemek istermiş gibi şamdanların
O ölçüye gelmez paha biçilmez ışığında


Stanislaw Grochowiak
Çeviren: Özdemir İnce

Coşkunluk

İnsanın burun deliklerini genleştiren bir rüzgar
böyle bir rüzgar var işte
İnsanın çene kemiklerini donduran bir soğuk
böyle bir soğuk var işte
Sen benim için ne kekiksin sen gülsün
bir şey ay ışığında tatlı bir an kadar
ama bu kara yel
ama bu beyaz don

Kadının dudaklarını aralayan bir rüzgar
böyle bir rüzgar var işte
kadının kalçalarını aydınlatan bir ışık
böyle bir ışık var işte
Bende güven falan aradığın yok senin
ne de destek olabilecek bir omuz aradığın
ama bu tuzlu yağmur
ama bu yazdıklı ışık

Aşıkların vücutlarını kül eden bir ateş
böyle bir ateş var işte
aşıkların gözlerini yerinden fırlatan ölüm
böyle bir ölüm var işte
Ve işte Sevinç'in ıslak çayırları üzerinde
yükseliyor bembeyaz bir fildişi kule
Temiz ateş gibi
Ve pürüzsüz ölüm gibi


Stanislaw Grochowiak
Çeviren: Özdemir İnce

Sen ve Ben

Pasın renkli kabuğunda
bir horoz olduk
uçmak için gazete parçalarına
yığmak için ince dallar.
Sonra dalgalı bataklık üzerinde
yellere bıraktık kalyonlarımı.

Açık denizde
gözlerimizden ırak
yalpalayıp sallanıyorlar.
Uğulduyor üstümüzde cılız ağaçlar
ve titreşiyor güneş.
Şu anda da
kıyısında bir ırmağın
ya da köpüklenen denizin
Yuvarlanıyor çakıllar
yuvarlanıp duruyor.

Böyle başladık konuşmamıza
bizim için konuştu
çıplak dalları kışın
ve bir meşeden yelkenli
uzaklaşıp gitti karadan.


Adam Czerniawski
Çeviren: Muzaffer Uyguner

20 Aralık 2017 Çarşamba

Sobamı Alırlarsa

Bir çini sobam var
bir zafer anıtına benzer sobam

Çini sobamı aldılar elimden
zafer anıtına benzeyen sobamı

Geri verin benim çini sobamı
zafer anıtına benzeyen sobamı

Aldılar elimden sobamı

Boz
renkli
bir boşluk
kaldı
ondan geriye
çıplak boz delik,
Ama yeter bana:
çıplak boz delik
çıplak -boz- delik
çıplakbozdelik.


Miron Bialoszewski
Çeviren: Özdemir İnce

Hep Aynı Şeyler

Sanki okulda gibi bitirme sınavları döneminde
Bir sessizlik bir sessizlik
Ayak uçlarına basa basa girilir
Ağırbaşlı herkes koyu renk giysiler içinde, kopya yasak
Bulutların geçtiği görülür ve birden bir yığın şey anımsanır
Islak leylağın kokusu ve arıların dansı yazların sonsuz dinginliğinde
Ama bitirmek ve vermek gerek yaptığın şeyi dört gözle bekleyene
Yağmurlu güz ayları geldi işte sürükleniyoruz kayın ağaçları
     altında bir kil ve çamur denizinde
Dön dolaş hep aynı şeyler gene


Artur Miedzyrzecki
Çeviren: Özdemir İnce

Sende Yansıyorum Ben

Sende yansıyorum ben -der şu seyirci insana
Haber benim - der gazetenin muhabiri
Dünya benim - der su damlası
Ağacım uçtu - der düşerken yaprak

Ama umursamaz bu görüşleri rüzgar
Suyu karıştırır sürükler gazeteyi
Meşeleri soyar
Kırar yağmuru

Çağını tanımak kuruntusuna kapılmasın kimse


Artur Miedzyrzecki
Çeviren: Özdemir İnce

19 Aralık 2017 Salı

Ne Yapmalı - Ne Yapmamalı?

Aya aşık olmamalı insan.
Elinde ağırlığını yitirmemeli balta.
Bahçesinde buram buram kokmalı çürük elmalar
Biraz da ısırgınlar boy vermeli.
İnsan konuşurken kullanmamalı en sevdiği sözleri.
Yarmamalı bir tohumu içinde ne var diye.
Ekmek kırıntısı dökmemeli yere, tükürmemeli ateşe
(Litvanya'da bana bunu böyle öğrettilerdi).
Izbandut, mermer merdivenlerden çıkarken
Çizmesiyle basamakları çentiklemeye kalkabilir
Merdivenlerin sonsuz olmadığını hatırlatmak için.


Czeslaw Milosz
Çeviren: Talat Sait Halman

Bir Görev

Korkudan titreyerek düşünüyorum da yaşamım muradına ererdi
Ele güne itirafta bulunmayı göze alabilseydim.
Açığa vurabilseydim bir yalanı, kendimin ve çağımın:
Cücelerle iblislerin dilinde çığlık atmamıza izin verdiler
Ama yasakladılar saf ve cömert sözleri
Öyle yaman cezalar koydular ki bir tanesini bile söyleyen
Kendini kayıplara karışmış sayıyordu.


Czeslaw Milosz
Çeviren: Talat Sait Halman

Kaçış

Kaçıyorduk yanmakta olan kentten:
Tarlalardan geçen ilk yolda durup geri baktık da
Dedim ki: "Otlarla örtülsün ayak izlerimiz.
Yangında sessizliğe gömülsün amansız peygamberler,
Ölüler anlatsın olup bitenleri başka ölülere.
Bizim yazgımız, yeni bir vahşet kabilesi doğurmak
Uyuklayıp duran kötülükten mutluluktan öte.
Gidelim" ve alevli bir kılıç, yeryüzünü açtı bize.


Czeslaw Milosz
Çeviren: Talat Sait Halman

18 Aralık 2017 Pazartesi

Üçüncü Ağıt

Gözlerim kamaşmıyor artık, kamaşmıştı bir zamanlar
hemen gözlerimi kapatıyorum kum fırtınasına karşı
yıllardır geciken sözcükleri çağırıyorum yanıma
güzel olmasına güzel, ama bomboş yıllar

Paldır küldür dalıyorum dilin dehlizlerine
ortaya çıkmak istiyorum gün ışığıyla birlikte
kimi zaman az konuşuyorum kimi zaman da fazla
imler yoruyor beni, kendimi nesnelere yaslıyorum

Sen ki kırlangıçların kaygılarını giderensin
anladın beni anlamasına, ama harfi harfine
uzaklaşıp gitti dünya ve taşlaşıyor kuş
insan yüzüne gelince: dönüşüyor manzaralara.


Adam Vazyk
Çeviren: Özdemir İnce

Baykuşlar

Ne yapar baykuşlar gündüzleri acaba?
İşleri başlarından aşkındır geceleri.

Penceremin altına kurulup öterler
uzun uzun şafaklara kadar

Yaşayanların baykuşudur biri
bir tavan arasında oturur
Berkley ya da Londra'da

Bir tek cümle bilir
ve onu tekrarlar bu baykuş
anımsamıyorum, hiçbir şey anımsamıyorum

Ne tangoyla dans ettiğim Wanda'yı
ne kirazların o görülmemiş bolluğunu
ne de bunca iyi oluşunu bize karşı

Zaten öyle kirazlar da çıkmıyor artık
anımsamıyorum, hiçbir şey anımsamıyorum

Öteki baykuş ölülerin kuşu
tüneyip bir daha bağırır da bağırır
anımsıyorum anımsıyorum

anımsıyorum sen de sevebilirdin

bir tek yanıtım vardır hep onu tekrarlarım
anımsamıyorum, hiçbir şey anımsamıyorum.


Yaroslaw Ivaszkiewicz
Çeviren: Özdemir İnce

Menekşe

İyi bak
şu menekşenin yapısına
sanki küçük bir katedral
ve adak taşında bir sarı leke
ortada

daha güzel
hem Paestum'dan
hem bütün tapınaklardan
adı bile anılmaz
Torun ve Cnacow kiliselerinin
onun yanında.

Belki sen oturursun
bu katedralde
ölümden sonra.


Yaroslaw Ivaszkiewicz
Çeviren: Özdemir İnce

Sanki Nedir Milletler?

Prangaya mahkum iskeletler.
Gençlik bağla bana kanatlarını
Ebedi göklerin yüksekliğinden

Ram edeyim bu köhne kainatı
Yılların izi yüzünde çizilen.
Alnı hüzünle toprağa eğilen
Dermansız göz kapaklarının çizdiği
O mahut çevrede kalır kişi,
Ey gençlik! kanatların götürsün seni
o vakur kartalın süzüldüğü yere
Keskin nazarların dalsın güneş gibi
İnsanlığın yayıldığı bütün aleme
Bak ayaklarında koyu bir sis

Gördüğün her şeyi karartmakta.
Bu kitle ki alçaklıklar
Etrafını bir tel gibi sarmış
İşte odur bütün dünya
Sana selam olsun Hürriyetin fecri
Ardından doğacaktır kurtuluş güneşi.


Adam Mickiewicz
Çeviren: Fuat Pekin

16 Aralık 2017 Cumartesi

Sana

Paydos düdüğü çaldı nihayet
Saat yine beşi oldu akşamın
İşçiler dağılıyorlar fabrikadan
Sen de aralarındasın.

Ne güzel baskın bu diye koşarak
Sevinçle uzattın ellerini bana.
Gülümsemenin öte yanında bitkinlik,
Gölgeler çevrelemiş gözlerini ama.

Ellerini avuçlarımla sarıyorum
Dokunuyorum onlardaki yorgunluğa, yaralara
Makinelerden doğru geliyorsun biliyorum:
Zalim öpüşlerin izi her yanında damga damga.


Rudolf Nilsen
Çeviren: Ata Karatay

Dua

Bombalar düşüyor: koparıyor başlarını çocukların,
Yakıp kül ediyor bir anda ihtiyarları
Kardeşinin gelini değil mi şu parça parça olan
Annenin göğsünde bak işte bir onmaz yara

Neredesiniz şimdi, ta güneşe dek uzattığımız kutsallıklar,
Cana yakınlık, anlayış ve ak yücelik?
Görmem zorunlu mu yok ediciliği tekrar tekrar
Hep sessiz bakıp kalacak mıyım olup bitenlere

Nereye kaçılabilir, insanlar öylesine dehşet içindeyken,
Kan ve gözyaşından gayrı beklenen kalmamışsa
Boğmuşken baygın türkülerin sesini yalan, korku
Çığlık çığlık biçerken tırpanıyla dört bir yanı

Doğa beşiği ve gömütü olan her şeyin
Tazele beni, kurtar varlığımı bu pis karanlıktan
Geri ver sevincimi, umudumu, şarkılarımı
Geri ver bana insan yaşamının kaderini.


Johannes Ur Kötlum
Çeviren: Ata Karatay

Kapatılmadan Önce Mektup

Kapatılmadan önce mektup
Ve taş üzerine isim henüz kazınmadan
Her şey söylenmiştir
Ama kimse okumamıştır daha.
Kelimeler yaprak gölgeleri gibidir
Yol üzerinde
Ve benzer yorgun adımlara -
Donmuş gecede.

Tutuşur gözlerde aydınlık
Karanlık şarkı söyler bir deniz gibi -
Kalpten doğru.
Oysa tek kelime okunmamıştır.
Hani acılar vardır:
Her kapıyı çalar, kaçınılmaz
Ve güçsüzlükler duyulur güzellik önünde
Tıpkı öyle.


Astrid Tollefsen
Çeviren: Ata Karatay

Bir Genç Adamın Düşü

İhtiyarlığımda
Bir evde yaşamak istiyorum deniz kıyısında
Önünden yüzmeye giden çocukların geçeceği

Penceremden içeri baktıklarında
Ellerimi görmeli onlar
Masa üzerinde kenetlenmiş duran
Mor damarlarla kaplı ellerimi

Akşam Üzerleri
Kapımdan geçmeli balıkçılar
Ağlarında o günün kısmeti
Ve ara sıra
Bir küçük armağan bırakmalılar
İyi geceler dilekleriyle

Bir saat vurmalı saat başlarını
Bitişik evde
Sonra bütün gece
Yağmur yağmalı
Tıpır tıpır
Çatıya, toprağa, otlar üzerine

Bir şarkı oluvermeli anılarda
Yağmur sesi
Sabaha doğru
Gelmeli uyku, sessizce

Yelkenleri ıslanmış bir gemi
Ağır ağır
Kayıp gitmeli açık denize

Bir evsiz barksız kedi
Beni dost, komşu edinmeli
Ve bir kayın ağacı gölgesi
Gerilip yatmalı odamda
Mehtaplı güz geceleri.


Astrid Tollefsen
Çeviren: Ata Karatay

15 Aralık 2017 Cuma

Çok Basit

Çok basit. Buğday olgunlaşır
ve ılık günün soluğunda
rüzgarın anaç parmakları
tepelerin taçlarını öperken
altın başaklar dalga dalga salınır.

Çok basit. Gündüzün ruhu dans eder
meltemin titreyen kollarında,
ve güneşin parıldayan ışınları altında
biçerdöver makineleri gidip gelirken toprak ve gökyüzü arasında
yabansı bir yaz mitologyasını anımsatır.

Zamanın ölçümü kesindir:
gündüz uzar geceye ve geçer onu,
gecenin mavi serinliğine
ve tanın uyanışına karışır.

Zamanın dili kesindir:
bir saat zevkle dinle bir bak
ellerin flamalar gibi uçuşan
yeni doğmuş ekinlere dokunsun.
Kesin barışa evrensel bir inanç vardır;
bu barış, biçilip, dövülen ve tane tane
ayrılıp ekmek yapılan ekin için olursa.

Çok basit. Bir adamla karşılaşırsın tarlada,
adını bilmediğin,
ve ona "İyi şanslar!" dersin,
ve o da sana bir sağolla karşılık verir.
Bu minnettar toprak üstünde
bir efendi gibi dimdik durur,
ve buğdaylar dalgalar halinde kabarırken çevresinde,
başaklar hacılar gibi saygıyla eğilirken,
alnına kaldırır elini
ve siler alnındaki ışıldayan, boncuk boncuk
dürüst ter tanelerini.


Andrei Lupan
Çeviren: Yusuf Eradam

Akşam

Bazen, giderken hiçbir yerden hiçbir yere
yakalarım ay televizyonunu ve bakarım
insanlığın geleceği konulu yayımladığı izlenceye
ve haykırırım sokaklarda
yeryüzüne sadık bir iyimser olarak
protestolarımı,
ortaya çıkıncaya kadar birkaç insan
kurşun izleri taşıyan evlerle
köşe başındaki meyhane arasında

Kimse çıkmaz
benim için bildiri dağıtacak.


Anna Pardi
Çeviren: Özdemir İnce

Ordular Yolu (Samanyolu)

Ne kan, ne ateş, ne devrim,
Pazartesi, salı, çarşamba, perşembe, cuma yalnızca


Anna Pardi
Çeviren: Özdemir İnce

14 Aralık 2017 Perşembe

Keleti Anna Keleti

Keleti Anna Keleti
İşte yılların yaprak dökümü
Yok olmuş çocuk düşleri
Başladı yolculuğun

En kızıl ana doğru
Büyüyor ışıltılı yıldızın
Zaman içinde, artıp giden
Senin gittiğin gibi zaman içinde
Saçlarım sensizlikte
Okşayan parmaklarından yoksun

Neden doğmadın daha önce benim için
Bunca kadının oyuncağı olan!
Duygularımızı uyutan zaman
Aldatır, ihanet eder bize,

Arzularımızın çıplak kutuplarında
Ancak ellerimizdir birleşebilen
Kaderin bağlamış seni
Yalan bilmeyen bekçi.

Neden gelirsin, umut maskesi
Yüzünün baharıyla.
Aynamın gecikmiş aksi
Ben başka bir çağın yavuklusuyum.

Anna Keleti, sevgili Anna
Ne bir çare, ne de vaat,
Beklemiyorum seni bekleme beni
Çağırma beni, beni bırak.


György Timar
Çeviren: Yaşar Nabi

Akşam Türküsü

Severim, çalışıp doyasıya ve avuçlarım ağırlaştığında artık,
Ve ruh, dingin ve dışında günlük kaygıların;
Durmayı sessizlikte, yükselen mavi sis bulutlarıyla yan yana,
Bakmayı, yolun bitiminde gitgide koyulaşan görüntüsüne ağaçların.

O zaman, erken akşamın yumuşak fosforunda
Seçerim, yaprakların bakırdan dökülmüşçesine koyu kırmızı rengini,
Üstünde onların kırpar gözünü bir yerde ilk yıldız,
İnekler sallayarak seçer sütten gerilmiş memelerini.

Ve bir akşam böcekçiği, uçarken yanıbaşımda
Çarpar bana, gülümseyerek alırım onu elime;
Ve salarım karanlığına akşamın bu vızıldayan yolcuyu,
Uçup gider, bir gönül yoldaşı arayarak kendine.

Ben de öylece, çıkardım aramaya seni, öyle körlemesine;
Sonunda, herhangi bir uzaklıkta, seni mutlaka bulacağımı bilmeme rağmen.
Çünkü her zaman, karanlığında evrenin, bulur birbirini
İki uzak yıldız, karşı konulmazca birbirine akan iki beden ...

Severim bu akşam vaktini; çalışmış olarak doyasıya
Duyarım omuzlarımda tüm yorgunluğuyla erkek yükümün ağırlığını.
Ve dururum kımıltısız, dinlerim akşamı ve göçmen kuşlarının
Akşam sisinde durmaksızın bağırışlarını.


Ferenc Juhasz
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Kasımpatı

Kasımpatı açtı babamın mezarı üzerinde,
Kar gibi tıpkı: soğuk ve beyaz
Ay gibi tıpkı: güzeller güzeli.
Güzelleştiriyor sona eren şu ekim akşamını,
Bu sisi ve bu yası.

Toprağın altında babam, eller kavuşmuş,
Bir kemikler kalmış o diri gövdesinden
Bir tahta üzerine uzanmış.
Gülümsüyor kafa kemiği
Oyuncak bebekler nasıl gülümserlerse.
Bir gömü gibi bastırmış göğsüne
O güzelim acısını.

Acımasız görünüyor sakin tatlı yüzü,
Sert mi sert.
Görüntüsü yükseliyor gün batımlarına karşı
Gelip yerleşiyor gövdemin içine
Ve bakıyor benden mezara.
Beyazdır kasımpatı, titremeye başlıyor
Ağlıyor belki de.


İmre Takacs
Çeviren: Özdemir İnce