Şiir, Sadece

4 Nisan 2011 Pazartesi

Yalnızlık

Yalnızlık diye bir şey olamaz
bir insanın toprağı kazdığı,
ıslık çaldığı,
ellerini yıkadığı yerde.
Yapraklarını hışırdattığı yerde bir ağacın,
çiçeğe konduğu yerde isimsiz bir böceğin,
bir derenin bir yıldızı yansıttığı yerde,
mutlu dudakları açık,
anasının memesi elinde
uyuyan bir bebeğin olduğu yerde
olamaz yalnızlık.


Nikiforos Vrettakos
Türkçesi: A. Kadir - P. Abacı

Şunu Yaz

Elin taşa deymiş,
dinler suyu.
Getirir göz önüne beni yüzün.
Dünyanın yazgısını düşünürüm.
Doğmuşum ışıklar içinde,
dökerim gözyaşı ülkem için.
Sürdürürsen yaşamını benden sonra
mezar taşıma şunu yaz
suyu dinleyen elinle:
Saygı gösterdi yaşamına
gençliğinde yoksulluk,
dağlarda yıldırımlar,
savaşta kurşunlar.
Yurt sevgisi öldürdü onu.


Nikiforos Vrettakos
Türkçesi: A. Kadir - P. Abacı

2 Nisan 2011 Cumartesi

İnsan ve At

Bir atı vardı. Savaşa gitti.
Geri geldi iki ay sonra
bir ayağı kesikti.
Onu görünce kişnedi at.
Atı götürdüler çok geçmeden.

Geri dönmedi.

O gündenberi
anımsamak istese ne zaman
unutulmaz bir anını yaşamın,
güzel bir şeyi
- Meryem Ana'yı, İsa'yı, güneşi falan -,
anımsar
o kişnemeyi.


Nikiforos Vrettakos
Türkçesi: A. Kadir - P. Abacı

Atom Devrinde Bir Gün

Bir bir gezdik evleri,
çiçek yoktu balkonlarda.
Yolda kulağımıza çocuk sesleri geldi,
ıslak, pürüzlü, çatlak;
Fabrikalarda makineler,
dostlarımıza gözdağı verir gibi.
Bir de bunca el,
ekilecek topraktan yoksun,
yaratan güçten yoksun bunca el,
dünyadan, ışıktan uzak.
Bir de kobalt tehlikesi başlar üzerinde.
Bir uçurum gibi kara ağzı
- almış karşısına tüm dünyayı.

(Bilginler var,
kirli ellerle güneşi kazarlar.
Güvenme.
Yalnız sevgidir bilgin olan).


Nikiforos Vrettakos
Türkçesi: A. Kadir - P. Abacı

1 Nisan 2011 Cuma

Yokluğun İklimi

I.

Dünyanın bütün bulutları günah çıkardı
Yerlerini tasam doldurdu

Ve saçlarımın içinde üzgün düşüverince
Pişmanlık duymayan elim

Bir acının düğümüne bağlandım.


II.

Saat unuttu kendini akşam olurken
Anıdan yoksun
Ağacı sessiz
Denize doğru
Unuttu kendini akşam olurken
Kanat çırpmalardan yoksun
Yüzü kımıltısız
Denize doğru
Akşam olurken
Sevgiden yoksun
Ağzı kararlı
Denize doğru

Ve ben içinde, kendime çektiğim durgunluğun.


III.

Öğle sonrası
Ve onun imparator yalnızlığı
Ve rüzgarların sevecenliği
Ve atılgan çekiciliği
Hiçbir şey gelmiyor. Hiçbir şey
gitmiyor.

Bütün alınlar çıplak

Ve duygu yerine bir duru cam.


Odisseus Elitis
Türkçesi: Herkül Millas

Havva

Bir dalgayla koyveriyorsun kendini
Sessizliğe, yaşanılan umudumu ıssız bırakan

Ateşin yanında bir küçük orman
Gece rüzgarının bahse tutuşması
Bir gölge yürüyüşü Himera kıyısında
Bir oda
Sıradan insanların odası
Bir giz
Çekici bakışta yıkanmış ve serilmiş
Bakışında, güneşin yüksekliğinde ya da
Bir sözcük oluyor tüm yaşamım
Tüm dünya toprak ve su
Ve parmaklarımın tüm yalımları
Günün parmaklarını zorlar
Keser günün dudaklarında
Başını

Düşün yalnızlığı karşı karşıya.


Odisseus Elitis
Çeviren: H. Millas

31 Mart 2011 Perşembe

Çılgın Nar Ağacı

Lodosun estiği bu bembeyaz avlularda,
Islık çalarak kubbeli kemerlerin altında,
Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Işıkta sıçrayarak verimli gülüşünü saçan,
İnatlaşmalarıyla, fısıldaşmalarıyla yelin,
Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır,
Tan ağartısını çırpınan yeni doğmuş yapraklarla,
Bir utku ürperişiyle açarak bütün renkleri yükseklere?

Çırılçıplak kızların uyandığı çayırlarda
Sarışın elleriyle biçerken yoncaları
Düşlerin uzanışlarını döndürerek,
Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Bilmeden kuru sepetlerine ışık koyan
Adlarıyla şakıyıp taşarak, söyleyin,
Çılgın nar ağacı mıdır dünyanın bulutlarıyla savaşan?

Kıskançlığı yüzünden yedi tür tüyle süslendiği gün
Kuşanarak kamaştırıcı bin bir biçimli sonsuz güneşi
Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Koşusunda yüz kamçı darbesiyle bir yeleyi kapan
Bazen üzgün bazen de söylenerek, söyleyin,
Çılgın nar ağacı mıdır doğan yeni umudu bağıran?

Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır uzakları esenleyen
Serin ateşten yaprakların mendilini sallayarak
Doğmaya hazır bin bir gemili denizi
Dalgaları bin bir kez açılıp kokusu duyulmamış kıyılara
Giden denizi esenleyen, söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Gemilerin donatımını yükseklere, duru havaya gıcırdatan?

Yükseklerde, tutuşan gururla eğlenen mavi salkımla,
Tehlikelerde dolu, söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Dünyanın ortasında ışıkla kırıveren fırtınalarını şeytanın:
Bir uçtan bir uca günün safran rengi ve serpilmiş türkülerle dokunmuş
Gerdanlığını yayan, söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır
Günün ipek giysilerinin iliklerini aceleyle açan?
Bir Nisan'ın kısa etekleri ve On beş Ağustos'un cırcır böcekleri için
Söyleyin, oynayan, köpüren, baştan çıkaran
İnsanı esrik eder kuşları dökerek güneşin bağrına
Gözdağından kötü kara karanlıkları fırlatıp atan
Nesnelerin bağrında derin düşlerimizin bağrında
Söyleyin, çılgın nar ağacı mıdır kanatlar açan?


Odisseus Elitis
Türkçesi: Herkül Millas

Bir Sözcük O

Bir şey bilmiyorum - dedi - bir şeyim yok, bir şey değilim
buradaysam, dünyanın içinde, çakılmış bir büyük kanatla göğsüme,
o'dur öğrendiğim tek sözcük, söyler ağlarım -
onu tanıyorum, onunla varım, onu haykırırım rüzgara -
uykusuz ıssız gecelerde öldürenlerin öğrettikleri
onca taşın taşlanmanın altında - yalnız bir sözcük:
Özgürlük, Özgürlük, Özgürlük.


Yannis Ritsos
Türkçesi: Ahmet Yorulmaz

30 Mart 2011 Çarşamba

Işık Yakın

Tümü yollarda arıyor, dış ya da iç merdivenlerde,
parmaklıklar çevresinde, telörgü içinde,
kelepçelerini arıyorlar,
tümü arıyor donmuş parmaklarla gece duvarlarının ulu yönlerini,
dur deyici bulmak için. Işık yakın.

İnsanlarda umut uyandırın. Tümü bekliyor.

Biz biliyoruz tümünün beklediğini.
Hiçbir zaman yalnız değiliz. Onlar bunu bilmiyorlar.
İlk adımı at, ikincisini de. Buluşacaksınız. Barış.

Barış. Barış. Borazanlar çalsın
genel savaş çağrısını başakların, güllerin.
Kimse yalnız olamaz. Tut elimi kardeşim.


Yannis Ritsos
Türkçesi: Ahmet Yorulmaz

Barış

Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış

Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle
döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak
testi gibi
ter damlalarıyla alnında ...
barış budur işte.

Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
barış budur işte.

Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye;
gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla
bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.

Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun
gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık! ışık! -diye fısıldarlarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
Geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun
arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi gibi;
barış budur işte.

Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardı sıra.
Ve sonunda, hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağında acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.

Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya
kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.

Ölüm çok az yer tuttuğu gün yüreklerde
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın,
barış budur işte.

Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.

Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.

Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren,
tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.


Yannis Ritsos
Çeviren: A. Behramoğlu

29 Mart 2011 Salı

Tensöz

Bedenini betimlemek istiyorum. Uçsuz bucaksızdır Bedenin.
İnce bir gül tacı bir bardak tertemiz suda. Bedenin
bir yaban orman kırkkara oduncuyla. Bedenin
derin buğu basmış ovalar güneş doğmadan önce. Bedenin
çan kuleli, kuyruklu yıldızlı iki gece trenleri raydan çıkmış. Bedenin,
loş bir meyhane, sarhoş gemiciler ve tecimenleriyle; kadeh tokuşturuyor,
kırıyor bardakları, tükürüyor, küfürler savuruyorlar. Bedenin
koca bir donanma-denizaltılar, zırhlılar, kruvazörler;
demir alıyor gürültüyle; sular akıyor güvertede; direkten
denize atlıyor bir miço. Bedenin ışıl ışıl suskunluk,
5 bıçakla, 3 süngü ve 1 kılıçla parçalanmış. Bedenin
saydam bir göl - o batık beyaz kent görünüyor dibinde. Bedenin
kocaman kıpır kıpır bir ahtapot ay Xilivarı içinde, kanlı kollarla
ışıklandırılmış caddelerin tepesinde, ikindi vakti
son imparatorun cenazesi geçmişti oradan alaylarla. Bir sürü
ezilmiş çiçek asfalt üzerinde benzinle ıslanmış. Bedenin
eski bir genelev Proastion sokağında yaşlı orospularla, ucuz
yağlı kalemlerle boyanmış; uzun takma kirpikleri var,
bir de genç torlak biri var - bütün müşterilerle yatıyor,
paraları komodinin üzerinde bırakır, unutur saymayı. Bedenin
gülpembe bir küçük kız; elma ağacının altına oturmuş, elinde
bir dilim taze ekmek ve tuza banıp kırmızı domates yiyor; bir de
bir elma çiçeği var durmadan sıkıştırıp duruyor göğsüne. Bedenin
kulağında bir cırcırböceği bağ bozanın - menekşe bir gölge düşüyor koyu esmer boynuna
ve tüm üzümlerin söylemediklerinin türküsünü söylüyor tek başına. Bedenin
tepe doruklarında kayran büyük bir harmanyeri-
on bir bembeyaz at harmanlıyor başaklarını Kutsal Kitabın; altın
başaklar küçük aynalar çakıyor saçına ve parıldıyor üç ırmak
elmas taçlı kocaman kara ineklerin eğilip
su içtiği ve ağladığı. Uçsuz bucaksızdır bedenin.
Betimlenmez bedenin senin. Ben de kalkmış onu betimlemeye
bedenime sımsıkı bastırmaya, onu kendime sığdırmaya ve ona sığmaya
çalışıyorum.


Yannis Ritsos
Atina, 18.2.1981
Türkçesi: Özdemir İnce

Değiştokuşlar

Arabayı tarlada bıraktılar;
tarlayı eve getirdiler,-
sonsuz değiştokuşlar biçimlendiriyordu
önemini nesnelerin.

Yerini kırlangıçla değiştirdi kadın
çatıdaki yuvaya oturdu ve cıvıldadı.
Yıldızlar, kuşlar, balıklar, çiçekler, yelkenliler
dokudu onun dokuma tezgahına geçip kırlangıç.

Ağzının nice güzel olduğunu bilseydin eğer
gözlerimden öperdin seni görmeyeyim diye.


Yannis Ritsos
Türkçesi: Özdemir İnce

28 Mart 2011 Pazartesi

Kastania

Yukarda tıpkı yarın gibi kurşuna dizdiler kırkını.
Yirmi yıl geçti. Kimse ağzına almıyor adlarını.
Anlıyorsun hayatımızı. Her yıl,
böyle bir gün, titrek kavakların altında buluşuruz
kırık bir kiremit, iki sönmüş kömür, bir parça günnük,
bir sepet üzüm, bir bal mumu,
siyah fitilli. Biraz yanmış, rüzgar söndürmüş hemen.
İşte bu yüzden, akşam vakti, eski dinsel resimler gibi
oturur kapı eşiklerinde yaşlı kadınlar,
İşte bu yüzden çabucak irileşti çocuklarımızın gözleri,
bu yüzden başka yere bakarmış gibi yapıyor köpeklerimiz
geçerken candarmalar.


Yannis Ritsos
Çeviren: Ö. İnce

Armağan Götüren Kralların Yolculuğu

Üç kişi olmamız gerekirdi.
Böylesine karanlık olmasaydı,
neden böyle yalnız kaldığımı
anlardım belki.

Öylesine unutmuştum ki her şeyi...
Baştan
başlamalı yolculuk.
Ne zaman çıkmıştık yola, o zaman, üçümüz?
Bir yerlerde rastlamış mıydık yoksa ...
Yürüdük bir ara birlikte,
yol gösterdiği sürece bize parlak bir yıldız.
O mu değiştirdi yolunu, yoksa ben
mi göremiyorum artık hiçbir şey?
Nerdeyim şimdi, bu böylesi
katı, amansız, çetin çağda,
ben, tedirgin, vakti dar.
Yoksa yaklaştı mı saat?
Nasıl bilebilirim!

Armağanlar nerede?
Armağanlar hazırlamıştık biz o zaman,
öğür, dingin
armağanlar, biz kibirsizlerin, altın,
günnük ve mür götürdük
ona bir zamanlar, hayran hayran, saygı dolu.
Şimdi bu zamanda
demir, yıldırım ve yangın.

Üç kişiydik.
Şimdi göremiyorum başka kimseyi,
kimi zaman boş, ağır kimi zaman
duyarım ellerimi.

Dünyanın kralı karşısında biz
krallardık o zamanlar, şimdi
kimse emin değil hükümdarlığından.
Yoğun karanlık, kim yol gösteriyor bana?
Yoldaşsız yürüyorum,
yıldızsız.
Tek sunu, bildiğim büyük
yıkımı yoksunluğunun Onun.
Ne sunayım ben, saygı,
bağlılık belirtisi olarak. Biz,
bu kızgın, bu taşkın çağın insanları,
ne verebiliriz ona, mutlu,
bizim olan? Bulmak zorundayız
sunumuzu.
Bir şey sunmuyor bunca
didişmesi ruhumuzun.
Altın, günlük ve mür
bir zamanların gösterişsiz armağanları.
Yiyip bitiriyor bizi bu eksik bırakılmış sunu.
Şimdi karanlıkta yürürken,
sevincinden yoksun armağanların, yalnız;
verecek bir şeyim yok, kendimden başka.

Yıkık-bitik yürüyen.


Zoe Karelli
Türkçesi: İonna Kuçuradi

Mezar Yazıtı

Çocukluğum tatsız geçti, gençliğim yokluk içinde,
her lokma acı, her yerde yabancı, düşman yabancı yerlerde.

Çıkıp gidemedim bütün yaşam boyu,
yayıldım tüm dünyaya ama sığdım üç karışlık yere.


Kostas Varnalis
Çeviren: H. Millas

Son Söz

Yaşamımda iki büyük yanlış oldu
yetmiş yıl boyunca ödedim bedelini;
birincisi, gerçeği aradım bildiğim her şeyde,
ikincisi, kitlelere söyledim öğrendiklerimi.

Kapatacağım şimdi bütün hesapları. Eleni
sevgili kızım, Sofia, Nana kardeşlerim benim
benimle gömün derinlere bütün yanlışlarımı.
Ağlama sakın ayrıldığıma, Dora;
şimdi ağlayabilirsin böylesine geciktiğime.


Kostas Varnalis
Türkçesi: Herkül Millas

24 Mart 2011 Perşembe

Rubailer

I

1. Ey Feyz-resân-ı Arab u Türk ü Acem 
    Kıldun Arab'ı efsah-ı ehl-i âlem

2. İtdün füsehâ-yı Acem'i Isî-dem
    Men Türk-zebândan iltifat eyleme kem 

II

1. Ey fâ'ide-i ilmüne âlem muhtâc 
    Hâk-i kademim ehl-i hüner basma tâc

2. Her kimde ki gördi himmetün sû'-i mizâc 
    Ol sft'-i mizaca lutf ile kıldı ilâç

III

1. Ta'mîr-i bikâ' ü cem'-i mâl itdün dut 
    Her ârzû itdünse ana yetdün dut

2. Çün ömr bekâsma dutulmaz ümmid 
    Her hâl ile geldügün kimi gitdün dut

IV

1. Biz âlem-i ışk âlem-ârâlanyuz 
    Mey-hâne-i derd dürd-peymâlarıyuz

2. Gül-berg-i nedamet çemenidür âlem 
    Biz bu çemenün bülbül-i şeydâlanyuz

V

1. Kimdür ki gamunda nâle vü zar itmez 
    Derdin sana nâle ile izhâr itmez

2. Feryadına hiç kimsenün yetmezsin 
    Feryâd ki f eryâd sana kâr itmez

VI

1. Cânân ise matlûb tama' candan kes 
    Matlûb ise cân ümid canandan kes

2. Can sevmek ile müyesser olmaz cânân 
    Yâ bundan ümîd yâ tama' andan kes

VII

1. Edvâr-ı zeman dâ'ire-i hayret imiş 
    Esbâb-ı cihan mehâlik-i mihnet imiş

2. Dünyâya heves itmemek itmekden yeğ 
    Çün evveli hırs u âhiri hasret imiş

VIII

1. Mey men'ini eyleyip şi'âr ey vâ'iz 
    Dutdun reh-i ta'n-ı ışk-ı yâr ey \â'iz

2. Terk-i mey ü mahbûb ideniz cennet içün 
    Şerh eyle ki cennetde ne var ey vâ'iz

IX

1. Mecnûn oda yandı şu'le-i âh ile pâk 
    Vâmık suya batdı eşkden oldı helak

2. Ferhâd hevesle yile virdi ömrin 
    Hâk oldılar anlar menem imdi ol hâk

X

1. Efgândur işüm serv-i hırâmânun içün 
    Kandur cigerüm gonce-i handânun içün

2. Işkımda gam u gussa çeküp pîr oldum 
    Men pire terahhum it yiğit cânun içün

XI

1. Didüm lebine la'I-i Bedahşan'dur bu 
    Güldi didi ey fakir bühtandur bu

2. Bir daşa ne reng ile kılursan nisbet 
    Şirin ü şeker-feşân u handandur bu

XII

1. Ruhsâruna ayb itme nigâh itdügümi 
    Gözyaşı töküp nâle vü âh itdügümi

2. Ey pâdişeh-i hüsn terahhum çağıdur 
    Af eyle ki bilmişem günâh itdügümi

XIII

1. Gördüm seni elden ihtiyârum gitdi 
    Bahdum kadüne sabr u karârum gitdi

2. Hâk oldum ü her yana gubârum gitdi 
    El-kıssa kapunda i'tibârum gitdi


Fuzuli


RUBAİLER

I

Ey Arab'a, Türk'e ve Acem'e feyz bağışlayan (tanrı)! Arab'ı dünya halkının en güzel konuşanı yaptın. Acem (İran) fasihlerinin sözlerine İsa'nın nefesindeki tesiri verdin. Dili Türkçe olan benden yar­dımını eksik eyleme.

II

Ey ilminin faydasına âlem muhtaç olan (Muhammed)! Ayağı­nın toprağı hüner ehlinin basma taçtır. Senin himmetin kimde iyi ol­mayan bir yaratılış gördüyse o kötü yaratılışa iyilikle ilâç yaptı.

III

Ülkeler alıp bayındır hale getirdin ve mal mülk topladm farzet. Her arzu ettiğine eriştin farz et. Madem ki, ömrün kalıcı olması ümidi yok­tur. Her ne halde olursa olsun geldiğin gibi gittin farz et.

IV

Biz aşk âlemini süsleyenleriz. Dert meyhanesinin tortu içenleri­yiz. Âlem pişmanlık gülünün çimenliğidir. Biz bu çimenliğin çılgın bül­bülleriyiz.

VI

Senin gamınla feryad etmeyen, inleyerek sana derdini açmayan kim vardır? Hiç kimsenin feryadına yetişmezsin. Feryatlar olsun ki, fer­yat sana tesir etmiyor.

VI

İstediğin canan ise candan ilgini kes. Can istiyorsan, canandan
ümidini kes. Canı sevmekle canana erişilmez. Ya bundan ümidini kes,
ya onu istemekten vazgeç.

VII

Zamanın dönmesi şaşırtıcı imiş. Cihanın geçim sebepleri mihnetli ve tehlikeli imiş. Dünyaya heves etmemek, heves etmekten iyidir. Çünkü onun başı hırs, sonu hasret imiş.

VIII

Ey vaiz! Şarabı men etmeyi kendine şiar eyleyip yârın aşkını ayıp­lama yolunu tuttun. Cennet için şarabı ve sevgiliyi bırakırız. Ey vaiz! Cennette ne olduğunu bir anlat bakalım.

IX

Mecnun, ah alevi ile pak olarak ateşe yandı. Vamık, gözyaşından suya batıp yok oldu. Ferhat, hevesle ömrünü yele verdi. Onlar toprak oldular, şimdi o toprak benim,
X

İşim salınan boyun için feryat etmektir. Gonca gibi gülen ağzın için ciğerim kandır. Aşkında gam ve keder çekerek ihtiyarladım. Yiğit canın için ben ihtiyara acı.

XI

Dudağına bu Bedahşan la'lidir dedim. Güldü ve ey fakir! bu bühtandır, tath, şeker saçan ve gülen bu dudağı bir taşa nasıl benzetirsin dedi. 

XII

Yüzüne baktığımı, gözyaşı döküp inleyip ah ettiğimi ayıplama Ey güzellik padişahı! Acı, merhamet çağıdır. Ben günahımı biliyorum sen affeyle.

XIII

Seni gördüm, ihtiyarım elden gitti. Boyuna bakınca sabrım ve kararım kalmadı. Toprak oldum, tozum her tarafa yayıldı. Kısacası ka­pında itibarım kalmadı.

23 Mart 2011 Çarşamba

Kıt'a

KIT'A

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün

1. Pâdişâhı mülk dinar ü dirhem rüşvet virüp 
    Feth-i kişver kılmağa eyler müheyya leşkeri

2. Yüz fesâd ü fitne tahrikiyle bir kişver alur 
    Ol dahi âsâr-ı emn ü istikâmetden beri

3. Gösteren sâ'atde devrân-ı felek bir inkılâb 
    Hem özi fâni olur hem leşkeri hem kişveri

4. Gör ne sultânam men-i derviş kim feyz-i şuhan 
    Eylemiş ikbâlümi âsâr-ı nusret mazharı

5. Her sözüm bir pehlevândur kim bulup te'yîd-i Hak 
    Azm kıldukda dutar tedriç ile bahr ü beri

6. Handa kim azm itse mersûm ü mevâcib istemez 
    Hansı mülki dutsa değmez kimseye şûr u seri

7. Pây-mâl itmez anı âsîb-i devr-i rüzgâr 
    Eylemez te'sîr ana devrân-ı çerh-i çenberî

8. Kalmasun dünyâda sultanlar mana teklif-i cûd 
    Bes durur başumda tevfîk-i kanâ'at efseri

9. Her cihetden fâriğem âlemde hâşâ kim ola 
    Rızk içün ehl-i beka ehl-i fenânun çâkeri 


Fuzuli


KIT'A

Memleketin padişahı ülkeler fethetmek için altın ve gümüş para­larla rüşvet verip asker hazırlar. Yüz fitne ve fesat çıkartıp bir ülke alır. Aldığı ülkede de emniyet ve doğruluktan eser bulunmaz. Feleğin devri bir değişiklik gösterdiğinde, hem kendisi, hem askeri hem de ülkesi yok olur. Bak, ben yoksul, nasıl bir sultanım ki, sözümün feyzi mutluluğumu başarı eserleriyle elde etmiş. Benim her sözüm bir pehlivandır. Tanrı'nın yardımı ile gittiği bütün karalan ve denizleri yavaş yavaş elde eder. Nereye gitse vergi, maaş istemez» Hangi mülkü alsa kimseye zararı dokunmaz. Devrin dönmesinin felâketi, onu ayak altına almaz. Yuvarlak feleğin dönmesi ona tesir eylemez. Dünyada sul­tanlar bana cömertlik teklifinde bulunmasınlar. Basımdaki kanaat ta­cının yardımı, bana yetişir. Âlemden her bakımdan uzak durdum. Haşat rızk için beka ehli, fena ehlinin kölesi olmamalı.

Kıt'alar VI

KIT'A

Mef'ûlü/Fâ'ilâtü/Mefâ'îlü/Fâ'ilün

1. Ey kadî-i huceste-likâ kim Hak eylemiş 
    Sâhib-serîr-i mesned-i hükm-i kaza seni

2. Cebd eyle kim mülâhaza-i nef'-i dünyevî 
    Hükm-i kazada itmeye ehl-i hatâ seni

3. Makbûl-i halk kılmış iken ilm ü ma'rifet 
    Merdûd-ı Halik eylemeye irtişa seni

KIT'A

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün

1. Çoh tefâhur kılma cem'-i mâl ile ey hâce kim 
    Sim ü zer cem'iyyeti ehl-i gurur eyler seni

2. Bârgâh-ı kurbdan cem'iyyet-i mâl ü menâl 
    Her ne mikdâr olsa ol mikdflr dür eyler seni

3. Gerçi ni'met çoh kifâyetden tecâvüz kılma kim 
    İmtilâ bâr-ı bedendür bî-huzûr eyler seni

KIT'A

Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilün

1. Muttasıl ma'rifet ehlini ayanlara sahip 
    Felek-i şifle kılur mihnet ü gam pâ-mâli

2. Ol ki câhildür idüp cümle murâdm hâsıl 
    İ'tibâr ile kılur mesned ü kadrin âlî

3. Bu sebebden bilübem kim bu cihan avretdür 
    Avretün beyledür evlâdı ile ef 'âli

4. Ulu evlâdı keser südden ü te'dîb virür 
    Süd virüp lutf ile bağlar beşiğe etfâli 


Fuzuli


KITA

Ey kuğu yüzlü kadı! Allah seni kadılık mevkiinin tahtına sahip eylemiş. Hüküm verirken dünya menfaati düşüncesinin sana hata yap­tırmaması için çalış. İlim ve marifetin ile halk tarafından beğenilmiş­ken, rüşvet almak seni halkın gözünden düşürmesin.

KITA

Ey efendi, mal mülk toplamakla çok övünme. Çünkü altın ve gü­müş biriktirme seni gurur sahibi yapar.Mal ve mülk ne kadar çok olur­sa, seni tanrıya yakın olmaktan o derece uzaklaştırır. Her ne kadar yi­yeceğin çoksa da vücuduna yetecek olandan fazlasını yeme. Çünkü mi­deyi doldurmak bedene yüktür, seni rahatsız eder.

KIT'A

Alçak felek, bilgili kişileri daima ayak altına alıp mihnet ve ga­ma çiğnetir. Cahilin bütün muradını verir, itibar göstererek değerini ve mevkiini yüceltir. Bu yüzden anladım ki bu dünya bir kadındır. Kadı­nın çocuğuna yaptığı da böyledir: Büyük çocuğunu sütten keser ve azarlar. Küçükleri de süt verip güzelce beşiğe bağlar.

Kıt'alar V

KIT'A

Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilün

1. Perde çek aybına zulmet kimi halkun dâ'im 
    Ger dilersen ki nasîb ola sana âb-ı hayât

2. Kılma hurşîd kimi ayb-nünıâlık ki felek 
    Yire salmaya setti ba'de ulüvv-i derecât

3. Cehd kıl zâtun ola mazhar-ı âsâr-ı kabul 
    Kılma ol câha tefâhur ki ola hâric-i zât

4. Fazl olur sanma sana menzilet-i asi ü neseb 
    Câh olur sanma sana kesret-i esbâb ü cihât

5. Âriyetden sözüne kılma kamer tek zînet 
    Gayrdan âriyetün nûr ise hem yazıya at

KIT'A

Mef'ûlü/Fâ'ilâtü/Mefâ'îlû/Fâ'ilün

1. Ehl-i kemâle câhil eğer kadr kılmasa 
    Ma'zûr dut melâmetin itmek reva degül

2. Câhil tabîatmde mezâk-i kemâl yoh 
    Her nefse iktidâ-yı tabiat hatâ degül

3. Ülfet hemîşe fer'i olur âşinâhğun 
    Câhil fazilet ehli ile âşinâ degül 

KIT'A

Mef'ûlü/Fâ'ilâtü/Mefâ'îlü/Fâ'ilün 

1. Ey hâce ger kulundan oğulluk murâd ise 
    Şefkat göziyle bah ana dâ'im oğul kimi

2. Ver oğlum umarsan ola sâhib-i edeb 
    Elbette eyle zillete ımı'tâd kul kimi 


Fuzuli


KIT'A

Eğer ölümsüzlük suyundan içmek İstiyorsan, âib-ı hayatı gizleyen karanlık gibi daima halkın ayıbının üzerine perde çekerek ört. Feleğin seni yüce bir mevkie getirdikten sonra yere çalmasını istemiyorsan, gü­neş gibi ayıplan aydınlatıp gösterme. Kendin beğenilen işler işlemeye çalış. lâyık olmadığın mevki ile öğünme Soyun sopun sana fazilet vereceğini sanma. Mevki senin ihtiyaçlarını bol bol sağlar sanma. Baş­kalarının sözünü kendine kemer gibi süs yapma. Başkalarından aldı­ğın nur da Olsa (güneş gibi) dışarıya, yazıya yabana at.

KIT'A

Eğer cahil, olgun kişiye değer vermezse mazur gör, onu ayıpla­mak doğru olmaz. Çünkü cahilin yaratılışında kemal (olgunluk) zevkini tatma kabiliyeti yoktur. Onun için bir insanın kendi yaratılışına uymuş olması hata değildir. Arkadaşlık daima birbirini tanımakla olur. Cahil, fazilet ehlini tanıyamaz.

KITA

Ey efendi! Eğer kölenden oğulluk bekliyorsan (yani kölenin oğlun gibi olmasını istiyorsan) ona daima oğlun gibi şefkat gözüyle bak. Eğer oğlunun terbiyeli olmasını umuyorsan, onu, muhakkak köle gibi aşağı­lanmaya alıştır.

Kıt'alar IV

KIT'A

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün

1. Ey mu'allim âlet-i tezvîrdür eşrâra ilm 
    Kılma ehl-i mekre ta'lim-i ma'arif zînhâr

2. Hile içün ilm ta'lîmin iden müfsidlere 
    Katl-i âm içün virür cellâda tîğ-i âb-dâr

3. Her ne tezvir itse ehl-i cehl ana olmaz sebat 
    Mekr-i ehl-i ilmdür asl-ı fesâd-ı rüzgâr

KIT'A

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün

1. Müdde'î eyler mana taklîd nazm ü nesrde 
    Lîk nâ-merbût elfâzı mükedder lafzı var

2. Pehlevanlar bâd-pâlar seğridende her taraf 
    Tıfl hem cevlân ider amma ağaçdan atı var

KIT'A

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün

1. Hıred-mendî ki dâ'im âlem-i ilm içre seyr eyler 
    Esâlîb-i fünûn-ı şi'rden elbette gâfildür

2. Mezâk-ı şi'r hem bir özge âlemdür hakîkatde 
    İki âlem müsehhar eylemek gâyetde müşkildür

KIT'A

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün

1. Olsa maksûdunca devrân-ı felek bir nice gün 
    Olma mağrur ey ki hâl-i dehr rûşendür sana

2. Kâtil-i âbâ vü ecdâdun mu'âf itmez seni
Umma andan dostluk resmin ki düşmendür sana 


Fuzuli


KIT'A

Ey muallim! İlim, kötülere fesat aletidir. Hilecilere sakın bilgi öğ­retme. Fesatçılara, hile için ilim öğreten, halkı katletmek için celladın eline keskin kılıç vermiş olur. Cahil ne türlü fesat etse de kalıcı değildir. Zamanın bozulmasının aslı, ilim sahibinin hilesidir.

KIT'A

Benimle iddiada bulunan kimse, nazımda ve nesirde beni taklit eder. Fakat onun irtibatsız sözleri, durulmamış (bulanık ve kederli an­lamlarıyla tevri'yeli) kişiliği vardır. Pehlivanlar her tarafta yel gibi gi­den atlarla koştuklarında, çocuk da onlar gibi koşup dolaşır ama atı ağaçtandır.

KIT'A

Daima ilim âleminde gezen akıllı bir kişi, elbette şiir sanatının üslûplarından habersizdir. Gerçekte şiir zevki başka bir âlemdir, fiti âlemi (ilim ve şiir alemi) de elde etmek çok zordur.

KIT'A

Ey feleğin devri bir süre isteğine uygun olarak dönen kimse! Bu durumdan dolayı gururlanma. Dünyanın hali sana açıktır. Babalarının ve dedelerinin katili olan felek, sana onlardan ayrı davranmaz. Felek­ten dostluk bekleme, o sana düşmandır.

Kıt'alar III

KIT'A

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün

1. Ol sebebden Fârsî lafz ile çohdur nazm kim 
    Nazm-ı nâzük Türk lafziyle inen düşvâr olur

2. Lehce-i Türk! kabûl-i nazm ü terkîb itmeyüp 
    Ekser-i elf âzı nâ-merbût u nâ-hemvâr olur

3. Mende tevfîk olsa bu düşvân âsân eylerem 
    Nev-bahâr olğaç tikenden berg-i gül ihzar olur

KIT'A

Felâtiiin/Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilün

1. Her kimün var ise zâtında şerâret küfri 
    Istılâhât-ı ulûm ile müselmân olmaz

2. Ger kara daşı kızıl kan ile rengin itsen 
    Tab'a tağyir virüp la'l-i Bedahşân olmaz

3. Eylesen tûtîye ta'lîm-i edâ-yı kelimât 
    Sözi inşân olur amma özi inşân olmaz

4. Her uzun boylu şecâ'at idebilmez da'vî
    Her ağaç kim boy atar serv-i hırâmân olmaz

KIT'A

Fe'ilâtün/Mefâ'ilün/Fe'ilün

1. İlm kesbiyle pâye-i rif'at 
    Ârzû-yı muhal imiş ancak

2. Işk imiş her ne var âlemde 
    İlm bir kil ü kâl imiş ancak

KIT'A

Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilün

1. Nice bir nefs temennâsiyle 
    Yimek ü içmek ola dil-hâhun

2. Eyleyüp zühd ü vera'dan nefret 
    Tâ'at-i Hak'dan ola ikrâhun

3. Ma'bedün matbah ola sam ü seher 
    Müsterâh ola ziyâret-gâhun

4. Bunun içün mi olubsen mahlûk 
    Bu mıdur emri sana Allah'ım 


Fuzuli


KIT'A

Fars dili ile (yazılmış) nazmın çok olmasının sebebi, Türk diliyle ince, güzel nazım söylemek çok zor olduğu içindir. Türk dili nazma uy­gun olmayıp, çoğu sözleri irtibatsızdır, düzgün değildir. Tanrı bana yardım ederse, ilkbahar geldiğinde dikenden gül meydana geldiği gibi, ben de bu güçlüğü kolay hale getiririm.

KITA

Her kimin kişiliğinde kötülük küfürü (karanlık) varsa, ilimleri öğrenmekle Müslüman olmaz. Eğer kara taşı kızıl kan ile boyasan, ya­ratılışı değişip Bedaşan la'to olmaz. Papağana, kelimeleri söylemeyi öğ-retsen, sözü insan olur ama özü insan olmaz. Her uzun boylu yiğitlik iddiasında bulunamaz. Boy atan her ağaç salınan bir servi olmaz.

KIT'A

bir îlim kazanarak yüksek mevki elde etmek ancak olmayacak bir arzu imiş. Âlemde her ne varsa aşk imiş-, ilim, sadece kuru lâftan (denildi dedi) ibaretmiş.

KIT'A

Nefis arzusuyla gönlünün isteği ne zamana kadar yemek içmek olacak. İbadetten nefret edip, Hakk'a kulluktan uzaklaşacaksın. Akşam sabah ibadet yerin mutfak, ziyaretgâhm da hela olacak. Bunun için mi yaratıldın? Allah'ın sana emri bu mudur?

Kıt'alar II

KIT'A

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün 

1. Sarf-ı nakd-i ömr idüp men kesb-i irfan itmişem 
    Ehl-i dünyâ hem kemâl-i cehl ile tahsîl-i mâl

2. Dehr bir bâzârdur her kim metâ'ım arz ider 
    Ehl-i dünyâ sim ü zer ehl-i hüner fazl ü kemâl

3. Kim ki menden nef' bulmaz istemen nef'in anun 
    Ol ki nef 'üm yoh ana nef'i mana olmaz helâl

4. İstemen nâ-dan mana ger virse geaıc-i sim ü zer 
    Kim ivazsuz mâla nâ-dandan tasarruf dur vebal

KIT'A

Mef'ûlü/Fâ'ilâtü/Mefâ'îlü/Fâ'ilün

1. Doğruluğ ile iste ulüvv-i makam kim 
    Geldükçe hâlüne vire devr-i felek revâc

2. Doğruluğ ile harflere sadrdur elif 
    Yâ harfini ayağa bırahmışdur i'vicâc

3. Doğrular ile gez ki seni ser-bülend ide 
    Eğriler ile eyleme elbette imtizaç

4. Yâ ihtilâtı ile serîr oldı pây-mâl 
    Başda makam dutdı elif nusratiyle tâc


Fuzuli

Kıt'alar I

KIT'A

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün
1. Kef-i hırs ile dâ'im dâmen-i dünyâ-yı dûn tutsan 
    Zemâne şûr-baht eyler seni peyveste derya tek

2. Mülevves olmayup tecrid ile çıhsan bu âlemden 
    Seni zâl-i felek hurşîde cüft eyler Mesîhâ tek

KIT'A

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün

1. Sadâ-yı ney haram olsun didün ey sofî'i câhil 
    Yile virdün hilaf-ı şer' ile nâmûsın islâmun

2. Bu endam ile vecdiyyâtdan dem urmak istersen 
    İlâhi ney kimi sûrâh sûrfih ola endamım

KIT'A

Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilâtün/Fe'ilün

1. Ey ki endişe-i mâl ile serâsime olup 
    Dün ü gün dehrde aşüfte geçer ahvâlün

2. Cem'-i mâl eyledügün rahat içündür amma 
    Râhatün eksük olur her nice artar mâlün

3. Mâlı çoh itme hazer eyle azâbmdan kim 
    Renci artar ağır oldukça yüki hammâlün

KIT'A

Fe'ilâtün/Mefâ'ilün/Fe'ilün

1. Zulm ile akçeler alup zâlim 
    Eyler in'âm halka minnet ile

2. Bilmez anı ki itdügi zulme 
    Görecekdür ceza mezellet ile

3. Müdde'âsı bu kim nzâ-yı İlâh 
    Ana hâsü olur bu âdet ile

4. Cenneti almak olmaz akçe ile 
    Girmek olmaz behişte rüşvet ile 


Fuzuli



KIT'A

Hırs eliyle daima alçak dünyanın eteğine sarılırsan, zamane bah­tını deniz suyu gibi acı eder. Bu âlem pisliklerine bulaşmayıp onlardan kendini kurtarırsan, ihtiyar felek, îsa gibi seni güneşle eş eyler. İsa'nın güneşin bulunduğu göğün dördüncü katında bulunduğuna işaret edilmiştir.

KIT'A

Ey cahil sofu! Neyin sesi haram olsun dedin. Şeriata muhalefet edip İslâmın namusunu yele verdin. Bu boy boşla İlâhi aşktan söz edi­yorsun. İlahi boyun boşun ney gibi delik delik olsun.

KIT'A

Ey mal edinmek düşüncesiyle sersemlemiş olan kişi! Dünya­da gecen gündüzün perişan geçer. Mal toplaman, rahat etmek içindir ama malın ne kadar artarsa rahatın (o kadar) eksik olur. Çok mal yapma, onun azabından sakın. Hamalın yükü ağır oldukça eziyeti de ar­tar.

KIT'A

Zalim (halka) zulm ederek paralar alır. Sonra o para ile iyilik edip halkı minnet altında bırakır. Yaptığı zulme alçaklıkla karşılık göreceğini bilmez. Bu yolla Tanrı'nın rızasını elde edeceğini sanır. Para ite Cennet alınmaz. Rüşvetle Cennete girilmez.

22 Mart 2011 Salı

Murabba

Mefâ'îlün/Mtr^'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün

I

1. Perîşan-hâlün oldum sormadım hâl-i perîşânum
2. Gamımdan derde düşdüm kılmadım tedbîr-i dermânum
3. Ne dirsin rûzgârum beyle mi geçsün güzel hamım
4. Gözüm cânum efendim sevdügüm devletlü sultânımı

II

1. Esîr-i dâm-ı ışkun olah senden vefa görmen
2. Seni her handa görsem ehl-i derde âşinâ görmen
3. Vefa vü aşinalık resmini senden reva görmen
4. Gözüm cânum efendim sevdügüm devletlü sultânum

III

1. Değer her dem vefâsuz cerh yayından mana min oh
2. Kime şerh eyleyem kim mihnet ü endûh u derdüm çoh
3. Sana kaldı mürüvvet senden özge hiç kimsem yoh 
4. Gözüm cânum efendim sevdügüm devletlü sultânum

IV

1. Gözümden dem-be-dem bağrum ezüp yaşum kimi gitme 
2. Seni terk itmezem çün men meni sen dahi terk itme 
3. İnen hem zâlim olma men kimi mazlûmı İncitme 
4. Gözüm cânum efendim sevdügüm devletlü sultânum

V

1. Katı gönlün neden bu zuhn ile bî-dâda râgıbdur 
2. Güzeller sen tegi olmaz cefâ senden ne vâcibdür
3. Senim tek nazenine nazenin işler münâsibdür 
4. Gözüm cânum efendim sevdügüm devletlü sultânum

VI

1. Nazar kılmazsın ehl-i derd gözden ahıdan şeyle 
2. Yamanhkdur işün uşşak ile yahşi mıdur beyle 
3. Gel Allah'ı seversen bendene cevr itme lutf eyle 
4. Gözüm cânum efendim sevdügüm devletlü sultânum

VII

1. Fuzûli şîve-i ihsânun ister bir gedâyundur 
2. Dirildükçe seg-i kuyun ölende hâk-i pâyundur 
3. Gerek öldür gerek ko hükm hükmün rây râyundur 
4. Gözüm cânum efendim sevdügüm devletlü sultânum


Fuzuli



Murabba

I

Senin, perişan halli bir aşığın oldum. Perişan halimi sormadın. Gamından derde düştüm, Derdime derman aramadın. Ne dersin za­manım hep böyle mi geçsin güzel hanım. Gözüm canım efendim, sevdi­ğim devletli sultanım,

II

Aşkının tuzağının esiri olalı senden vefa görmem. Seni her ne­rede görsem dertlilere dost görmem. Vefa ve dostluk âdetini sana uy­gun görmem. Gözüm canım efendim, sevdiğim devletli sultanım.

III

Vefasız feleğin yayından bana her an bin ok değer. Pek çok olan derdimi, kaderimi, mihnetimi kime anlatayım. Bana iyilik yapacak an­cak sensin, Senden başka kimsem yok. Gözüm, canım efendim, sevdi­ğim devletli sultanım.

IV

Daima bağrımı parçalayıp gözümden gözyaşım gibi gitme. Ben seni bırakmam, sen de beni bırakma. Pek o kadar da zalim olma, zulme uğramış olan benim gibi suçsuzu unutma. Gözüm, canım efendim, sev­diğim devletli sultanım.

V

Katı gönlün bu zulüm ile adaletsizliği neden bu kadar çok isti­yor. Güzeller senin gibi olmaz, cefa etmek sana yakışmaz. Senin gibi nazlıya nazik işler yaraşır. Gözüm, canım efendim, sevdiğim devletli sul­tanım. Katı kelimesi tevriyeli olup taş gibi sert ve çok anlamlarındadır.

VI

Delililerin gözünden akıttığı yaşa bakmazsın. îşin âşıklara kötü­lüktür. Böyle yapman iyi midir? Gel Allah'ı seversen kuluna cevr etme, lûtfeyle. Gözüm canım efendim, sevdiğim devletli sultanım.

VII

Fuzûli, senin ne şekilde olursa olsun ihsanını isteyen bir kulun­dur. Diri oldukça mahallenin köpeği, öldüğünde senin ayağının toprağı­dır, îster öldür, ister kov karar senin kararın, fikir senin fikrindir. Gö­züm, canım efendim, sevdiğim, devletli sultanım.

Müseddes

Mefâ'ilün/Fe'ilâtün/Mefâ'ilün/Fe'ilün

I

1. Menem ki kâfile-sâlâr-ı kârbân-ı gamem
    Müsâfir-i reh-i sahrâ-yı mihnet ü elemem

2. Hakir bahma mana kimseden sağınma kemem 
    Fakîr-i pâdişeh âsâ gedâ-yı muhteşemem

3. Sirişk taht-ı revândur mana vü âh alem 
    Cefâ vü cevr mülâzım belâ vü derd haşem

II

1. Ne mülk ü mâl mana virse cerh memnûnem 
    Ne mülk ü mâldan âvâre kılsa mahzûnem

2. Egerçi müflis ü pest ü muhakkar u dûnem 
    Dem-â-dem eyle hayâl eylerem ki Kârûnem

3. Gönülde nakdi vefa genci lîk pinhânî 
    Gözüm hızâne-i lal ü güher velî fâni

III

1. Hayât sarf idüben derd kılmısam hâsıl 
    Sirişk-i âl ü ruh-ı zerd kılmısam hâsıl

2. Zamir gözgüsine gerd kılmısam hâsıl 
    Tabî'at-i seg-i şeb-gerd kılmısam hâsıl

3. İşüm kara gice tâ subh nâle vü feryâd 
    Ne virseler ana şâkir ne kılsalar ana şâd

IV

1. Şirişk-rîz gül-endâmlar hevâsıyile 
    Şikeste-hâl siyeh zülfler belâsıyile

2. Zamane içre gam-ı ışk mâcerâsıyile 
    Hemîşe maşlaha tum özgeler rızâsıyile

3. Ne devr-i gerdiş-i gerdûn menüm murâdum ile 
    Ne gâyet-i emelüm hüsn-i i'tikâdum ile

V

1. Hasûd sûret-i ahvâlüme nazar kılmaz 
    Cefâ kılur men-i bî-çâreye hazer kılmaz

2. Sanur ki nâle vü zârum ana eser kılmaz 
    Anı mürur ile âlemde der-be-der kılmaz

3. Zemâne içre mücerrebdür intikâm-ı zemân 
    Hemîşe yahşıya yahşi virür yamana yaman

VI

1. Hoşem ki hâme-i takdîr-i îzid-i müte'âl 
    Vücûd levhine tasvir idende sûret-i hâl

2. Rakam kılan eğer idbârdur ve ger ikbâl 
    Olur tagayyür ana gayrden bir emr-i muhal

3. Sa'âdet-i ezelî kâbil-i zeval olmaz
    Güneş yir üstine hem düşse pây-mâl olmaz

VII

1. Azîz-i Hak hased-i düşmen ile olmaz hâr 
    Hasûd hilesi ikbâli eylemez idbâr

2. Egerçi gülbüne gâhî hazandan âfet var 
    Tedârük eyler ana âkibet nesîm-i bahar

3. Garaz ki her kim ezelden olursa devletmend 
    Muhâldür yete âsâr-ı devletine gezend

VIII

1. Egerçi bir nice gün iktizâ-yı âlem-i dûn 
    Cihanda eyledi ikbâl râyetini nigûn

2. Zemâne sûret-i ahvâlüm itdi diger-gûn 
    Vefa hatına kalem çekdi çerh-i bukalemun

3. Künûn zemâne ol ahvâlden peşîmandur 
    Egerçi kâfir idi hâliyâ müselmandur

IX

1. Fuzûlî eyledügün ahdüne vefa kılgıl 
    Yeter şikâyet idüp şerh-i mâcerâ kılgıl

2. Vücûdum hedef-i nâvek-i belâ kılgıl 
    Kamu cefâlara sabr eyleyüp du'â kılgıl

3. Kim ola dost rızası hemin sana hâsıl 
    Rızâ-yı döstdur asl-ı temettü' ey gafil


Fuzuli


I

Ben gam kervanının kafile başıyım. Mihnet ive elem sahrası yolu­nun yolcusuyum. Beni hakir görme, herkesten aşağı olduğumu san­ma. Ben padişah gibi fakir, muhteşem bir yoksulum. Bana gözyaşı yü­rüyen taht, âh bayrak, cefa ve cevr yakın adamlarım, bela ve dert askerlerimdir.

II

Felek bana mülk ve mal verse memnun olmam. Maldan ve mülk-den ayırsa mahzun olmam. Her ne kadar parasız, aşağılık, hakarete uğramış ve alçak isem de her an öyle hayal eylerim ki, sanki Karun'um. Gönülde vefa hazinesi var, fakat gizlidir. Gözüm la'l ve gevher hazine­sidir, lakin geçicidir.

III

Hayatımı harcayarak dert elde ettim. Kanlı gözyaşı ile sarı yüz elde ettim. Kalp aynasına toz (keder) kondurdum. Gece dolaşan köpe­ğin huyunu aldım, işim karanlık gecede sabaha kadar inleme ve fer­yattır. Ne verseler ona şükrederim, ne yapsalar ona sevinirim.

IV

Gül endamlı güzellerin aşkıyla gözyaşı saçmaktayım. Siyah saç­lar belası ile hailim perişandır. Bu zamanda halk içinde aşk macerasının gamı ile işim daima başkalarının rızası üzeredir. Ne feleğin dönmesi be­nim muradım üzeredir, ne de bitmeyen arzularım inancımın güzelliği­ne uygun olarak sonuçlanır.

V

Hasetci halimin nasıl olduğuna bakmaz. Ben çaresize çekinmeden cefa eder. Ağlayıp inlemenin ona tesir etmeyeceğini, zamanla onu âlem­de perişan kılmayacağını sanır. Zamanın intikam aldığı tecrübe edil­miştir. O, daima iyiye iyi, kötüye kötü verir.

VI

Yüce Tanrının takdir kalemi vücut levhasına halimin şeklini tas­vir ettiğinde eğer mutsuzluk veya eğer mutluluk yazmış ise, başkasının onu değiştirmesinin mümkün olmadığından dolayı mutluyum. Ezeli saa­det sona ermez, güneş yere düşse de ayak altında çiğnenmez.

VII

Allah'ın aziz etiği kişi, düşmanın hasedi ile hakir olmaz, Hasetçi-nin hilesi mutluluğu mutsuzluğa çevirmez. Her ne kadar gül ağacına bazan sonbahardan afet erişirse de bahar rüzgarı sonunda ona yardım eyler. Maksat şudur ki, bir insan ezelde devletli, muthı ise onun devle­tine zarar gelmesi mümkün değildir.

VIII

Her ne kadar, nice günler alçak felek, her zamanki gibi dünyada mutluluk bayrağım başaşağı etti. Zamane halimi (suret-i ahvali değiş­tirdi. Bukalemun (Bulduğu yere göre renk değiştiren küçük bir hayvan) gibi durmadan değişen felek vefa yazışma kalem çekip sildi ise de şimdi zamane o durumdan pişmandır. Her ne kadar kafir idiyse de şimdi Müslümandır.

IX

Fuzûli, ahdine vefa gösterip verdiğin sözde dur. Maceram anlatıp şikâyet ettiğin yetişir. Vücudunu belâ okuna hedef et. Bütün cefalara sabır gösterip dua et ki. dostun daima rızasını kazanasın. Ey gafil! (Dün­yada) elde edeceğin asıl kazanç dostun rızasıdır.

21 Mart 2011 Pazartesi

Beyitler III

1. Ey Fuzûlî muttasıl devran muhalif dür sana 
    Galiba erbâb-ı isti'dâdı devrân istemez

2. Her kayd olursa mahz-ı belâdur ki bülbüle 
    Ger şâh-ı gülden olsa küdûret virür kafes

3. Sûret-ârâ olma tahsîl-i kemâli ma'nî it 
    Kim behâyim nev'in itmez âdemi zer-beft çul

4. Feryâd ki ber virmedi bî-dâddan özge 
    Göz yaşum ilen besledügüm turfa nihâlüm

5. Budur farkı gönül mahşer güninün rûz-ı hicrandan 
    Ki ol can dönderür cisme bu cismi ayırur candan

6. Sensüz olman ayru mihnetden belâdan bir zaman 
    El-aman hicran belâ vü mihnetinden el-aman

7. Bu ne işdür ki bizi iğne gibi inceldüp 
    Salur iplik kimi her dem bir uzun sevdaya

8. Yürümemiz arakı meclis içre bade ile 
    Haram-zâdeni koyman helâl-zâde ile

9. Bildüm tarîki ışk hatar-nâkdür veli
    Ben dönmezem bu yoldan ölüm olsa gayeti


Fuzuli

Beyitler II

1. Can virmeyemmi gurbete kim bîm-i ta'neden 
    Yâd-ı vatan figânuma sensüz bahânedür

2. Fuzûli âlem-i fakr u fenada mün'im-i vaktem 
    Diyâr-ı meskenet nakd ü kanâat mülk ü malumdur

3. Işk aybmı bilüpsen hüner ey zâhid-i gafil 
    Hünerim âybdur amma didügün ayb hünerdin

4. Sa'âdet-i ezelî kâbil-i zeval olmaz 
    Güneş yir üstine düşmekle pây-mâl olmaz

5. Bu gamlar kim menüm vardur ba'îrün basma koysan 
    Çıkar kâfir cehennemden güler ebl-i azâb oynar

6. Ey hilâl-i ıyd gâlibdür sana ebrû-yı yâr 
    Hüsn-i suret sende bir var ise anda iki var

7. Tarîki fakr dutsam tab' tâbi' nefs râm olmaz 
    Gmâ kılsam taleb esbâb-ı cem'iyyet temam olmaz

8. Münd-i sâkiyem kim lutfı ehl-i zevka dâ'imdür
    Ne hâsıl ehl-i zühdün şefkatinden kim müdâm olmaz

9. Didüm usşâka cevr itme didi ol hûbkr şahı 
    Siyâset olmayınca ışk mülkinde nizâm olmaz

10. Ehl-i terkün kuhyuz oldur bize candan aziz 
      Yûsuf ise hod-fürûş anunla yoh bâzârumuz


Fuzuli

1. Gurbette bulunmaya nasıl caa vermem (gurbeti seve seve is­terim). Çünkü senin ayrılığında, ayıplanma korkusuyla, vatan hasretini bahane ederek feryad ediyorum.

2. Fuzûlî, kendi fakirlik ve yokluk âleminde yamanın zengini­yim. Sükûnet diyarı param, kanâat de mülküm ve malımdır.

3. Ey gafil sofii, aşkı ayıplamayı hüner sayıyorsun. Senin bu hünerin ayıptır ama ayıp dediğin aşk hünerdir.

İkinci mısrada akis sanatı vardır.

4. Tanrının ezelde takdir ettiği mutluluk son bulmaz. Güneşin ışığı yer üstüne düşmekle güneş ayak altında çiğnenmiş sayılmaz.

5. Bende bulunan bu gamları devenin basma koysan kâfir cehennemden çıkar azab ehli (sevincinden) güler oynar.

Kur'an'daki A'raf suresinin 40. ayetine işaret edilmiştir. Meali şudur: «.... deve iğne (deliğinden geçmedikçe cennete de giremezler...». Fuzûli'nin gamı o kadar çoktur ki bu gamlar devenin başına kon­sa, deve gam yükünden iğne deliğinden geçecek kadar küçülüp incelir.

6. Ey bayram günü görünen hilâl, sevgilinin kaşının güzelliği senden üstündür. Çünkü şekil güzelliği sende bir varsa, onda iki var­dır.

Sevgilinin yüzü bayram gününe, kaşı da bayramın Ok günü görü­nen hilale benzetilmiştir. Bayram nasıl insana sevinç ve mutluluk verir­se, sevgilinin yüzü de âşığa öyle mutluluk verir. Sevgilinin hilâl gibi ince iki kaşı vardır. Oysa, bayram günü gökte görünen hilâl bir tanedir.

7. Fakirlik yolunu tutsam yaratılışım buna uymaz. Nefsim de bana boyun eğmez. Zenginlik istesem huzur sebepleri bir araya toplanıp tamam olmaz.

8. Sakinin müridiyim. Çünkü dert ehline onun lutfu devamlıdır. İbadet ehlinin şefkatinden bir şey elde edilmez. Zira onun şefkati de­vamlı değildir.

Mürid birine isteyerek bağlanan, bir tarikata giren derviştir. Mürid ile ehl-i zühd arasında tenasüp vardır. Müridin tekkede, zahidin mes-ddde bulunmaları dolayısıyle tezat da düşünülür. Müdâm tevriyeU Aup devamlı ve şarap anlamlarındadır. Sakinin lutfu devamlıdır. Oysa harap olmadığa için zahidin şefkatinden ne elde edilir anlamına da gelir.

9. Âşıklara zulüm ve cevretme dedim. O güzeller padişahı da aşk ülkesinde öldürme olmayınca düzen olmaz dedi Âşığın sevgilinin zulüm ve çevrini çekmesi ve sonunda aşk der­diyle ölmesi aşkın kanunudur. Aşk ülkesinin düzeni budur.

10. Biz dünyaya önem vermeyip onun nimetlerini terkedenin ku­luyuz. O bize candan daha azizdir. Yusuf da olsa, kendim satanla bizim ab verişimiz yoktur.

Üç Ölüm

Yürekliydin kıskanıyordum seni Karyotakis
o yüce yüreği parçaladın attın,
kıskanıyordum kara yazgını Olimpus'lu Takis
derinliklerinde kayboldun dalgaların.

Azrail gülerek yüz yaşıma taşıyor beni
tiksindim tatsız kendimden.
Acı bana Allahın belası Azrail
ya beni al ya da belleğimi.

Bakıyorum geçmişe
yok iyi denecek bir şey.
bölüştü acılarla hastalık beni,
ama sonum tiksintiden olacak yalnız.


Kostas Varnalis
29.7.1973
Türkçesi: Herkül Millas

20 Mart 2011 Pazar

Beyitler I

1. Hâl müşkildür anda kim bir ola 
    Sahibi hükm ü sahibi da'vâ

2. Ey Fuzûlî odlara yansın bisât-ı saltanat 
    Yiğdür andan Hak bilür bir kûşe-i külhan mana

3. Cân ü dil kaydını çekmekden özüm kurtardıun 
    Canı cânâneye itdüm dili dil-dâra feda

4. Fuzûlî ister isen izdiyâd-ı rütbe-i fazl 
    Diyâr-ı Rûmi gözet terk-i hâki Bağdâd it

5. Nola ger kocsa miyânun kemer-i zer güstâh 
    Getürüp çohlan ortaya zer eyler güstâh

6. Meni gel öldürüp kurtar belâdan çünld ey huni 
    Ne sende merhamet şefkat ne mende sabr u takat var

7. Seher bülbüller ef gam degül bî-hûde gülşende
    Fuzûlî nâle-i dil-sûzma âheng dutmışlar

8. Cam kim cânânı içün sevse cananın sever 
    Câm içün kim ki cananın sever canın sever

9. Ey Fuzûlî yâr eğer cevr itse andan incime 
    Yâr çevri âşıka her dem mahabbet tazeler
10. Va'de-i lutfun çoğ amma baht yâr olmaz ne sûd 
      Gül bittirmez âb-ı şirin virmek ile hâk-i sûr

11. Menden Fuzûlî isteme eş'âr-ı medh ü zem 
      Men âşıkam hemîse sözüm âşıkânedür 


Fuzuli

1. Karar veren hakim ile davacı aynı kişi olursa, durum işte o va­kit güçtür.

2. Ey Fuzuli! Saltanat döşeği ateşlere yansın. Allah 'bilir benim için bir külhan köşesi ondan daha iyidir.

3. Canı cânâneye, dili (gönlü) dil-dâra feda edip cana ve gönle bağlı olmaktan kendimi kurtardım (canın ve gönlün derdini çekmekten kurtuldum!.

Cânâne ve dil-dâr her ikisi de sevgili demektir. Cân, cânâne, ve dil, dil-dâr kelimelerindeki alliterasyon, iştikak ve yaran cinaslarla sağlanmıştır.

4. Fuzûlî! Eğer fazilet mertebenin arıtmasını istiyorsan, Anado­lu ülkesine gitmeye bak. Bağdat toprağını terket.

5. Altın kemer eğer küstahlaşıp senin belini kucaklarsa, buna şa­şılmaz. Çünkü altın birçok kimseleri zengin edip ortaya çıkararak on­ları küstahlaştırır.

6. Ey kan dökücü (güzel)! Gel beni öldürüp beladan kurtar. Çünkü ne sende merhamet, şefkat ne de bende dayanacak sabır ve ta­kat var.

7. Seher vakti bülbüllerin gül bahçesinde feryad etmeleri boşuna değildir. Onlar Fuzûlî'nin gönül yakan inlemelerine ahenk tutmuş­lar.

8. Bir kimse kendi canını cananına vermek için severse, cananını se­viyor demektir. Cananını canı için seven kimse ise, kendi canını seviyor dernektir.

Fuzûli can ve canan kelimeleriyle söz oyunu yapmıştır. İştikak sanatı vardır.

9. Ey Fuzûli! Eğer yâr sana cefa ve cevr ederse üzülme. Çünkü sevgilinin âşığa cefa ve cevr etmesi âşığın sevgisini her an tazeleyip ar­tırır.

10. Çok lütuf va'dinde bulunuyorsun ama ne fayda ki talihim ba­na yâr olmuyor. Çorak toprak tatlı su vermekle gül bitirmez.

Fuzûli sevgilinin lütuf va'detmesini tatlı suya, kendi talihsizliğini de çorak toprağa benzetiyor. 

11. Fuzulî! Benden övgü ve yergi şiirleri isteme. Ben âşığım, benim sözüm de daima âşıkanedir.

19 Mart 2011 Cumartesi

Gazel LXX

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün 


1. Gönül yetdi ecel zevk-i ruh-ı dil-dâr yetmez mi 
    Ağardı mûy-ı ser sevdâ-yı zülf-i yâr yetmez mi

2. Yetürdi başımı gerdûn ayağa bârı mihnetden 
    Hayâl-i halka-i gîsû-yı anber-bâr yetmez mi

3. Sana yetdi ecel peymânesin nûş itmeğe nevbet 
    Hevâ-yı çeşm-i mest ü gamze-i hun-hâr yetmez mi

4. Yeter oldı kulağa bang-i rıhlet dehr bağından 
    Ne durmışsen temâşâ-yı gül-i ruhsâr yetmez mi

5. Yeter cem' eyle bâr-ı ma'siyet tağyir-i etvâr it 
    Haya kıl yoh mıdur insaftın ol kim var yetmez mi

6. Hidâyet menziline yetdiler sa'y ile akranım 
    Dalâlet içre sen kaldım sana ol âr yetmez mi

7. Fuzûlî dime yetmek menzil-i maksûda müşkildür 
    Dutan dâmâm-ı şer'-i Ahmed-i Muhtar yetmez mi


Fuzuli

1. Ey gönül! Ecel geldi yaklaştı, sevgilinin yanağının zevki artık yetişmez mi? Saç ağardı, yârin saçının sevdasını çekmen kâfi değil mi?

2. Felek, mihnet yükünden başını ayağına erdirip seni iki bük­lüm etti. Sevgilinin anber gibi koku saçan saçının halkasını daha ne kadar hayal edip duracaksın?

Sırtında ağır yük taşıyan kimsenin başı nerdeyse ayağına yakla­şır, vücudu bir halka biçimini alır. Felek Fuzûlî'ye öyle çok mihnet yük­lemiştir kt onu taşımaktan beli bükülmüş, vücudu âdeta bir halkaya benzemiştir. Böyle olduğu halde hâlâ güzellerin saçının halkasının ha­yâli ile vakit geçirmektedir.

3. Ecel kadehini içme nöbeti sana geldi. Sevgilinin sarhoş gözü­nün ve kan içen süzgün yan bakışının arzusu yetişmez mi?

Sevgilinin gözüne mest (sarhoş) sıfatının verilmesi baygın bakışı dolayısıyledir. Divan şiirinin güzellik anlayışına göre de baygın bakış beğenilir. Peymâne, nûş etmek, mest kelimelerinde tenasüp vardır.

4. Dünya bağından kulağına göç davulunun sesi geldi. Daha ne duruyorsun, gül gibi yanağı seyrettiğin» yetişmez mi?

Eskiden kervanlar belli bir süre yolculuktan sonra dinlenmek için konaklarlar, yola çıkılacağı zaman herkesin hazırlanıp toplanması için davul çalınarak duyurulurmuş.

5. Günah yükünü topladığın yetişir, tavrını değiştir. Utan, insa­fın yok mu, mevcut günahın sana kâfi değil mi?

6. Yakınların çalışarak doğruluk yerine eriştiler. Yanılgı içinde sen kaldın, bu utanç, sana yetişmez mi?

7. Fuzûlî! istenilen yere ulaşmak güçtür deme. Ahmed-i Muhtar (Hz. Muhammedi in şeriatının eteğine yapışan istediği yere ulaşmaz ma? (Elbette ulaşır).

Gazel LXIX

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün, Fâ'ilün 


1. Hayret ey büt sûretün gördükde lâl eyler meni 
    Sûret-i hâlüm gören suret hayâl eyler meni

2. Mihr salmazsım mana rahın eylemezsin munca kim 
    Saye tek sevdâ-yı zülfün pây-mâl eyler meni

3. Za'f-ı tâlih mâni'-i tevfîk olur her nice kim 
    İltifatım ârzûmend-i visal eyler meni

4. Men gedâ sen saha yâr olmak yo h amma n'eyleyem 
    Ârzû ser-geşte-i fikr-i muhal eyler meni

5. Tîr-i gamzen atma kim bağrum deler kanum töker 
    Akd-ı zülfün açma kim âşüfte-hâl eyler meni

6. Dehr vakf itmiş meni nev-res cevanlar ışkına 
    Her yeten mehveş esîr-i hatt u hâl eyler meni

7. Ey Fuzûlî kılmazam terk-i tarîk-i ışk kim 
    Bu fazilet dâhil-i ehl-i kemâl eyler meni


Fuzuli

1. Ey put gibi güzel sevgili! Senin yüzünü gördüğüm zaman hayretten dilim tutulur. Halimi o şekilde gören beni resim sanır (resim gibi cansız donup kalırım).

Büt, put demektir. Put resimleri ve heykelleri güzel yapıldığı için bu beyitte olduğu gibi istiare yoluyla güzel anlamında kullanılmıştır.

2. Saçının sevdası beni bunca zamandır gölge gibi ayak altında süründürür de sevgi göstermez, merhamet etmezsin.

Mihr güneş ve sevgi anlamlarıyla tevriyell kullanılmıştır. Mihr (güneş), saye (gölge), pâymâl (ayak altında sürünme, çiğnenme) keli­melerinde ihamı tenasüp vardır. Sevdanın bir anlamı da siyahlık de­mektir. Saçın siyahlığı ile gölge renk bakımından ilgili olup burada da iham-ı tenasüp sanatı vardır.

3. İltifat etmen, bana visali (sana kavuşmayı) arzu ettirir ise de talihsizliğim bu yardıma engel olur.

4. Ben yoksul, sen padişaha arkadaş olamaz ama arzu olmayacak düşüncelerle başımı döndürüyor.

5. Yan bakış okunu aıtma ki, bağrımı deler, kanımı döker. Saçı­ma düğümünü açma ki, beni perişan eyler.

Gamze (süzgün yan bakış) oka benzetilmiştir. Tir (ok), delmek, kan dökmek kelimelerinde tenasüp vardır. Akd (düğüm) ile aşüfte - hal (hâli perişan, dağınık olan) arasında tezat, saçın düğümünün çözülmesi ile aşüfte - hal arasında tenasüp sanatı vardır.

6. Felek beni yeni yetişmiş güzellerin aşkına vakfetmiş. Bu yüz­den her yeni yetişen ay yüzlü güzel, beni yüzündeki ayva tüylerine ve benine esir eyler.

Yeten kelimesi tevriyelidir. Hem yeni yetişen hem de gelen anlamlarındadır. Yüz aya benzetilmiştir. Güzellik unsurlarından olan ben ile ayva tüylerinin siyahlıkları bakımından birbirleriyle ilgili olduğu gibi ayın parlaklığı jle de tezatlıdır.

7. Ey Fuzûli! Aşk yolunu bırakmam. Çünkü bu erdemlilik, beni olgun kişilere dahil eder, onların arasına koyar.

Gazel LXVIII

Fe'ilâtiin/Fe'ilâttin/Fe'ilâtün/Fe'ilün


1. Hâsılum yoh sert kuyunda belâdan gayrı 
    Garazum yoh refci ışkunda fenadan gayrı

2. Ney-i bezm-i gaiyem ey âh ne bulsan yile vir 
    Oda yanmış kure cismümde hevâdan gayrı

3. Perde çek çihreme hicran güni ey kanlu sirişk 
    Ki gözüm görmeye ol mâhlikâdan gayrı

4. Yetdi bî-kesligüm ol gayete kim çevremde 
    Kimse yoh çizgime gird-âb-ı belâdan gayrı

5. Ne yanar kimse manana âteş-i dilden özge 
    Ne açar kimse tapum bâdı sabâdan gayrı

6. Bozma ey mevc gözüm yaşı habâbın ki bu seyl 
    Koymadı hîç imaret bu binadan gayrı

7. Bezm-i ışk içre fuzûlî nice âh eylemeyem 
    Ne temettü' bulmuşum neyde sadâdan gayrı


Fuzuli


1. Senin mahallende (köyünde) belâdan başka bir şey elde etti­ğim yok. Aşkının yolunda yok olmaktan başka bir maksadım yok.

2. Gam meclisinin neyiyim. Ey ah! Kuru cismimde heva ve he­vesten başka ne bulursan yele ver, yok et

Fuzûlî, zayıflamış vücudunu neye benzetmiştir. Heva kelimesi tev-riyelidir. Kuru bir kamış olan neyin içinde nasıl sadece hava, yani ney­zenin nefesi varsa, Fuzûlî'nin de ney gibi kuru vücudunda aşk ve arzu­dan başka bir şey yoktur. Âh, hava, yel kelimeleriyle ihamı tenasüp sa­natı yapılmıştır.

3. Ey kanlı gözyaşını! Ayrılık günü yüzüme perde çek de gözüm o ay yüzlüden başka kimseyi görmesin.

4. Kimsesizliğim o dereceye vardı ki, etrafımda belâ burgacın­dan başka dönen kimse yok.

Birinin çevresinde dönmek (çizginmek) bir deyim olup o kimse­nin etrafında kendisiyle ilgilenenlerin bulunmasıdır. Fuzûlî'nin etrafında dönen burgaca (girdab) benzettiği belâlardır. İnsan suda burgaca yakalanırsa boğulur. Fuzûlî hem yalnızlığını, hem de belânın içinde bo­ğulup kaldığını söylüyor. Burgaç ile dönen kelimeleri ilgilidir.

5. Bana gönül ateşinden başka kimse yanmaz. Sabah rüzgârın­dan başka kapımı açan kimse yoktur.

8. Ey dalga! Gözümün yaşı üzerindeki kabarcığı bozma. Çünkü gözyaşı seli bu binadan başka hiçbir imaret bırakmadı.

İmaret, yapı, bina demektir, özellikle yoksullara yemek dağıtılan aş evine denir ki, genellikle üzeri kubbeli olur. Fuzûli, gözyaşı selinin üzerindeki kabarcığı şekli yuvarlak olduğu için imarete benzetmiştir. Beyitte gözyaşı seli, bayındır bir yer bırakmadı, her yeri yıktı anlamı ile birlikte yoksulara yemek dağıtılan imaret kelimesini de kastederek tevriye yapılmıştır.

7. Fuzûli! Aşk meclisinde nasıl ah etmeyeyim. Neyde sesten baş­ka ne fayda bulunur.

Bu beyitte de Fuzûlî kendisini neye benzetir. Neyin insana sağla­dığı yarar yalnızca sadasıdır. Ney gibi Fuzûlî'nin de aşk meclisinde et­tiği ahdan başka kimseye bir yararı yoktur. Meclis, ney, şada kelimele­riyle tenasüp sanatı yapılmıştır.

Gazel LXVII

Fe'ilâtüiı/Fe'ilâtün/Fe'ilâtün re'ilün


1. Yâr kılmazsa mana oevr ü cefâdan gayrı
    Men ana eylemezem mihr ü vefadan gayrı

2. Ey diyen gayre gönül virme ham mende gönül 
    Ser-i zülfünde olan bahtı karadan gayrı

3. Kıldı Mecnun kimi çohlar heves-i ışk velî 
    Döymedi derde men-i bî-ser ü pâdan gayrı

4. Müşg-i Çin zülfün ile eylese da'vî ne aceb 
    Ne olur yüzi kara kulda hatâdan gayrı

5. Lebine çeşme-i hayvan dimezem kim lebimin 
    Var min cana değer feyzi bekadan gayrı

6. Hîç kim bilmedi tahkik ile ağzım sırrın 
    Sırr-ı gaybı ne bilür kimse Huda'dan gayrı

7. Ey Fuzûlî bize takdir gam itmiş rûzî 
    Kılalum sabr nedür çâre rızâdan gayrı,


Fuzuli

1. Sevgili, bana cevr ve cefadan başka bir şey yapmazsa, ben de ona sevgi ve vefadan başka bir şey eylemem.

Cevr ü cefa ile mihr ü vefa arasında tezat yapılmıştır.

2. Ey başkasına gönül verme diyen sevgili! Senin saçlarında olan bahtı karadan başka hani bende gönül?

Aşığın gönlü dalma sevgilinin saçlarında olup kendi yanında de­ğildir. Gönüle bahtı kara demesi talihsizliğinden dolayıdır. Saç ile kara arasında renk dolayısıyle ilgi kurulmuştur.

3. Mecnun gibi, çok kimseler aşka heves etti. Fakat ben yok­suldan başka kimse aşk derdine dayanamadı.

«Bî-ser ü pâ» başsız ayaksız demek olup hiçbir şeyi olmayan sefil kimse anlamında kullanılır.

4. Çin miski senin saçın ile iddiaya girse buna şaşılır mı? Yüzükara kulda hatadan başka ne bulunur?

«Yüzü kara» suçlu kimse demek olup, kusur, yanlış anlamında hata kelimesiyle ilgilidir. Hata kelimesi de tevriyelidir. Hatanın yanlış anlamından başka, miski ile tanınmış olan Çin'in batısındaki Hıtay ve­ya Hata denen ülkedir. Miskin rengi siyah olması dolayısıyla yüzü kara kul. denerek kinaye sanatı yapılmıştır. Türk, Çin, Hata kelimelerinde iham-ı tenasüp sanatı vardır.

5. Sevgilinin dudağına âb-ı hayat çeşmesi demem, çünkü senin dudağının ölümsüzlük bağışlamaktan başka, bin derde deva feyzi var­dır.

Çeşme-i hayvan veya âb-ı hayat çeşmesi: Suyunu içen kimsenin ölümsüzlüğe kavuştuğuna inanılan bengisu çeşmesidir. Feyz, bereket, bolluk demektir.

6. Hiç kimse ağzının sırrını araştırmakla bilemedi Gayb sırrını Allah'tan başka kimse bilmez.

Sırr-ı gayb: Bilinmeyen âlemler demektir. Gayb kelimesi tevri­yelidir. Ağız, sır, gayb kelimeleri birlikte kullanılarak iham-ı tenasüp sanatı yapılmıştır. Tahkik, sırr-ı gayb, Huda kelimeleri de birbiri ile ilgili olup tenasüp sanatı vardır.

7. Ey Fuzûlî, kader bize gamı kısmet etmiş. Sabredelim, kadere razı olmaktan başka çare yoktur.

Gazel LXVI

Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün/Mefâ'îlün 


1. Meni candan usandurdı cefâdan yâr usanmaz mı
    Felekler yandı ahumdan murâdum şem'i yanmaz mı

2. Kamu bimârına canan devâ-yı derd ider ihsan 
    Niçün kılmaz mana derman meni bîmâr sanmaz mı

3. Gamum pinhan dutardum men didiler yâra kıl rûşen 
    Disem ol bî-vefâ bilmen inanur mı inanmaz mı

4. Şeb-i hicran yanar cânum töker kan çeşm-i giryânum 
    Uyadur halkı efgânum kara bahtum uyanmaz mı

5. Gül-i ruhsâruna karşu gözümden kanlu ahar su 
    Habîbüm fasl-ı güldür bu ahar sular bulanmaz mı

6. Degüldüm men sana mâ'il sen itdün aklumı zâ'il 
    Mana ta'n eyleyen gafil seni görgeç utanmaz mı

7. Fuzûlî rind-i şeydâdur hemîşe halka rüsvâdur 
    Sorun kim bu ne sevdâdur bu sevdadan usanmaz mı


Fuzuli


1. Sevgili, cefası ile beni canımdan usandırdı, cefa etmekten ken­disi usanmaz mı? Ânımın ateşinden gökler yandı-, muradımın mumu ha­lâ yanmaz mı?

2. Sevgili, bütün aşk hastalarının derdine deva ihsan ettiği hal­de bana niçin derman etmiyor, beni hasta sanmaz mı?

3. Gamımı gizli tutardım, yâre açıkla dediler. Bilmiyorum söylesem, o vefasız inanır mı, inanmaz mı?

4. Ayrılık gecesinde canım yanar, ağlayan gözüm kanlı yaş dö­ker. Feryâd ve figanım halkı uyandırır. Kara bahtım niçin uyanmaz, bilmiyorum.

Canın yanması ve gözün yaş dökmesi acık istiare yoluyla muma benzetilmiştir. Yukarıda da geçtiği üzere Fuzûlî, canı ipliğe, canın yan­masını da mumun içindeki fitilin yanmasına benzetir. Talihsiz kişi için kara bahtlı, talihli kişi için de bahtı uyanık, deyimleri vardır. Fuzûlî'nin bütün şiirlerinde olduğu gibi burada da Türkçe deyimlerle nasıl canlı bir şiir dili yaratmış olduğunu görmekteyiz.

5. Gül gibi yanağına karşı gözümden kanlı yaş akar. Sevgilim! Gül mevsimidir, akar sular bulanmaz olur mu?

Sevgilinin güle benzeyen yanağı, güllerin açtığı bahar mevsimi ile, gözünden akan kanlı yaşlar da baharda suların bulanık akması ile ilgili olup leff ü neşr sanata yapılmıştır. Ayrıca gül ile kan arasında renk dolayısıyle tenasüp sanatı vardır. Gramerde geniş zaman olan «akar» ile bundan yapılmış olan «akarsu» arasındaki anlam değişikliğinden ya­rarlanarak cinas sanatı yapılmıştır.

6. Ben sana gönül vermemiştim. Aklımı sen çeldin. Beni ayıpla­yan gafil kişi seni görünce, beni ayıpladığından dolayı utanmaz mı?

7. Fuzulî, daima halka rezil rüsva olan çılgın, bir rinttir. Bunun nasıl bir sevda olduğunu kendisine sorun, bu sevdadan usanmaz mı?

18 Mart 2011 Cuma

Gazel LXV

Müstef'ilün/Fa'ûlün/Müstefilün/Fa'ûlün (Mefulü/Fâ'ilâtün/Mef'ûlü/Fâ'ilâtün)


1. Merhem koyup onarma sinemde kanlu dağı 
    Söndürme öz elimle yandurduğun çerâğı

2. Uymış cünûna gönlüm ebruna dir meh-i nev 
    Ne l'tibâr ana kim seçmez karadan ağı

3. Kaddün gamında servün sormağa za'f-ı hâlin 
    Gülzârdan kesilmez ırmağlarun ayağı 

4. Dür tek dişün sözmi her dem eşitmek ister 
    Bahrun müdâm anunçün sâhildedür kulağı

5. Zülfi siyeh sanemler olmış senün esîrün 
    Işkunda her birimin öz zülfi boynı bağı

6. Ger müşg dirse âşık ol bûy-ı zülfe saki 
    Tünd olma bir kadeh vir ter eylesün dimağı

7. Devran havadisinden yoh bâkümüz Fuzûlî 
    Dârü'l-emânumuzdur mey-hâneler bucağı 


Fuzuli

1. Göğsümdeki yarayı merhem koyup iyileştirme. Kendi elinle tığın meşaleyi söndürme.

Aşk ateşiyle dağlanmış kırmızı yara aleve benzetilmiştir. «Ö-s elinle» sözünde sihr-i helâl vardır: «Söndürme öz elinle» ve «öz elinle yandurduğun çerağı» diye iki şekilde de anlam verilebilir.

2. Gönlüm deliliğe uymuş senin, kaşına yeni ay diyor. Karadan akı ayıramayan kimsenin sözüne itibar edilir mi?

«Karadan akı seçememek» deyimini kullanarak ak ile yeni ay, kara ile de kaş kasdedilmiştir. Böylece leff ü neşr sanatı yapılmıştır.

3. Senin boyunun gamıyla servi (kıskançlıktan) öyle zayıfla­tmış ki, halini sormak için ırmakların ayağı gül bahçesinden kesilmez.

Serv ince ve uzun olduğu için zayıftır. Irmaklar da devamlı ola-3 rak gül bahçesinde akar. Bu yüzden «bir yerden ayağı kesilmek veya kesilmemek» deyimini kullanan Fuzûlî gerek bu gazelde, gerekse diğer örneklerde görüldüğü üzere Türkçedeki zengin deyimlerden yararlana­rak çeşitli zekâ oyunları yapan bir dil ustasıdır. Hüsn-i ta'lil sanatı var, 4. İnci gibi dişinin sözünü işitmek için denizin kulağı daima sa­hildedir.

Sevgilinin dişi denizden çıkarılan inciden daha güzeldir. Dişi hak­kında söylenenleri duymak için denizin kulağının sahilde olmasında teş­his ve hüsn-i talil sanatı vardır. Sahil genellikle koy biçiminde olduğu için kulak şeklindedir. İçinde inci bulunan istiridyenin sahile çıkması­nın denizin kulağı olarak da düşünülebilir.

5. Siyah saçlı güzeller senin saçının esiri olmuşlar. Senin aşkın­da her birinin saçı kendi boynuna bir bağ olmuş yani kendi saçlarıyla senin aşkına bağlanmışlardır.

6. Ey saki! Âşık eğer sevgilinin saçının kokusuna misk derse, öf­kelenme. Şarap ver de dimağını tazelesin.

Ter kelimesi taze ve yaş demektir. Yaş ve ıslak olan şey tazedir. Dimağın ıslanması, tazelenmesi zihnin açılması anlamındadır. Bunun ak­si huşk-dimâğ (kuru dimağlıl veya füsürde - dimağ (kurumuş dimağlı)dır.

7. Fuzûli, zamanın olaylarından korkumuz yok. Meyhanelerin kö­şesi emniyet yerimiz, sığınağımızdır.

Gazel LXIV

Fâllâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtiin/Fâ'ilün


1. Bülbül-i dil gülşen-i ruhsârun eyler ârzû 
    Tûtî-i can lal-i şekker-bârun eyler ârzû

2. Nâme-i kâsıd peyâmiyle hoş olmaz hâtıram 
    Öz lebünden lehce-i güftârun eyler ârzû

3. Serv ü gül nezzâresin n'eyler sana hayran olan 
    Ârzunlan kadd-i hoş-reftârun eyler ârzû

4. Ârzû eyler ki men tek muttasıl bîmâr ola 
    Kim ki vasl-ı nerkis-i bîmârun eyler ârzû

5. Hecr bîmân tenüm bâd-ı sabâdan dem-be-dem 
    Sıhhat içim sıhhat-i ahbârun eyler ârzû

6. Zulmet-i hecründe bahmaz şem'e çeşmüm merdümi 
    Pertev-i ruhsâr-ı pür-envârun eyler ârzû

7. Ârzûmend-i visâlündür Fuzûlî haste-dil 
    Vaslun ister devlet-i didârun eyler ârzû


Fuzuli

l. Gönül bülbülü yanağının gül bahçesini arzu eder. Can papa­lara şeker saçan la'l gibi kırmızı dudağını ister.

La'l açık istiare yapılarak dudak yerinde kullanılmıştır. Dudağın şeker saçması (şeker-bâr), tatlılığı aynı zamanda tatlı sözler söylemesi dolayısıyledir. Papağan şeker yedirilerek komışturulduğu için şeker ile ilgilidir. Beyitte gönül bülbüle, sevgilinin yanağı gül bahçesine, can pa­pağana benzetilmiş; gülsen, bülbül; papağan, şeker kelimeleriyle tena-L süp yapılmıştır.

2. Postacının getirdiği mektubun haberiyle gönlüm hoş olmaz. Sözü söyleyiş tarzını gönül senin kendi dudağından (duymak) ister.

3. Sana hayran olan serviyi ve gülü seyretmeyi ne yapsın? Isınla güzel yürüyüşlü boyunu arzu eder.

Servi ile kad (boy), gül ile arız (yüz) ilgisi dolayısıyle düzensiz leff ü neşr yapılmıştır.

4. Senin hasta gözüne kavuşmak isteyen kimse, benim gibi daima hasta olmayı ister.

Nergis, açık istiare ile göz yerinde kullanılmıştır. Hasta göz, bay­gın bakan gözdür. Nergis daima süzgün, baygın bakan, bazen de tatlı şehlâ göze benzetir.

5. Ayrılıktan dolayı hasta olan tenim sıhhat için daima sabah yelinden, senin hakkında doğru haber getirmesini ister.

Sıhhat, sağbk ve doğruluk anlamlarıyla kullanılarak cinas yapılmıştır. Sıhhati ahbâr, haberlerin şahinliği, doğruluğu demektir.

6. Gözümün bebeği ayrıbk gecesinin karanlığında muma bakmaz. Senin nurlu yüzünün ışığını (aydınlığını) arzu eder.

7. Hasta gönüllü Fuzûlî, vuslatım istemektedir. Sana kavuşmayı ister, yüzünü görmek mutluluğunu arzu eder.

Gazel LXIII

Fâ'ilâtiitı/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Bâr-ı mihnetden nihâl-i kametim ham olmastm 
    Başumuzdan sâye-i serv-i kadün kem olmasını

2. Görmesem ruhsâr ü kadd ü çeşm ü lalün dem-be-dem 
    Ömr bir an bir zeman bir lahza bir dem ohnasun

3. Gerd-i fâhun azmi gerdûnitdl kim bu kadr ile 
    Şöhre-i âlem hemin îsî-i Meryem ohnasun

4. İltimas itdüm sabâdan tûtiyâ çekdürmege 
    Ağlama ey göz gubâr-ı dergehi nem ohnasun

5. Sen tek âfet geldügin bilmişdi kim Hak'dan melek 
    İltimas eylerdi kim âlemde âdem ohnasun

6. Dir imiş zâhid ki olmak aybdur rüsvâ-yı ışk 
    Bu sözi f âş itmesün rüsvâ-yı âlem ohnasun

7. Ey Fuzûlî zevk-i derd-i ıska noksan hayfdur
    İhtiyât it penbe-i dâğunda merhem ohnasun


Fuzuli


1. Fidan gibi boyun mihnet yükünden bükülmesin. Servi gibi boyunun gölgesi başımızdan eksik olmasın.

Bâr, yük ve meyva anlamlarındadır. Meyvası olan ağacın dalları yere eğilir. Beyitte «bâr»ın meyva anlamı, nihai (fidan, ham) eğri, bü­külmüş kelimeleri arasında ihamı tenasüp vardır. Saye, gölgenin mecazî anlamı yardım demektir. Saye her iki anlamıyle de tevriyeli kullanıl­mıştır.

2. Senin yüzünü, boyunu, gözünü ve dudağım her zaman gör­mezsem ömür, bir an, bir zaman, bir lahza ve bir nefes dahi olmasın. Fuzûlî, sevgiliyi görmeden bir an bile yaşamak istemediğini an­latıyor. An, tevriyeli olup, bir saniyelik kısa zaman ve cazibe anlamla­rında kullanılmıştır. Cazibe anlamı, ruhsar (yüz) ile ilgilidir. Boy uzun­luğu dolayısıyle zamanla ilgilidir. Lâhza, göz açıp kapayacak kadar kısa süre olup çeşm (göz) ile ilgilidir. Dem, zaman ve nefes anlamında tev-riyelidir. Nefes anlamı laıl (dudak) ile ilgilidir. Beyitte karşılıklı dört kelimeden oluşan zengin, düzenli bir leff ü neşr sanatı yapılmıştır. Ayrı­ca, an, zaman, lâhza, dem kelimelerinde iham-ı tenasüp sanatı vardır.

3. Göğe yükselme değeri ile âlemde sadece Meryem'in İsa'sı meşhur olmasın diye senin yolunun tozu göğe çıktı.

4. Gözüme sürme olarak çekmek için rüzgârdan sevgilinin ka­pısının toprağını getirmesini istedim. Ey göz! Ağlama da o toz ıslanma­sın.

5. Melek, senin gibi âfetin geleceğini bilmiş olmalı ki, Tanrı­dan insanın yaratılmasını istememişti.

Kur'an'da, Bakara suresinin 30. âyetine işaret edilmiştir. Âyetin meali şudur •. Senin Rabbin meleklere «ben yer yüzünde bir halife var edeceğim» demişti. Melekler, «orada bozgunculuk yapacak, kanlar akı­tacak birini mi var edeceksin? Oysa biz seni överek yüceltiyor ve seni takdis etmekte bulunuyoruz» dediler. Allah «ben şüphesiz sizin bilme­diklerinizi bilirim» dedi.

6. Sofu, aşktan dolayı âleme rezil rüsva olmak ayıptır demiş. Bu sözü yaymasın, kendisi âleme rezil rüsva olmasın.

7. Ey Fuzûli! Aşk derdinin zevkine noksanlık yakışmaz. Sakın aşk yarasının pamuğunda merhem bulunmasın (hakiki âşık aşk yarası­nın acısına katlanır, onu iyileştirmez).

Gazel LXII

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Dost bî-pervâ felek bî-rahm devran bî-sükûn 
    Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli' zebûn

2. Sâye-i ümmîd zâ'il âfitâb-ı şevk germ 
    Rütbe-i idbâr âlî pâye-i tedbîr dûn

3. Akl dun-himmet sadâ-yı ta'ne yir yirden bülend 
    Baht kem-şefkat belâ-yı ışk gün günden füzûn

4. Men garib ü râh-ı mülk-i vasi pür teşviş ü mekr 
    Men harif-i sâde-levh ü dehr pür nakş-ı füsun

5. Her sehî-kad cilvesi bir seyl-i tûfân-ı belâ 
    Her hilâl-ebrû kaşı bir ser-hat-ı meşk-i cünûn

6. Yilde berg-i lâle tek temkîn-i dâniş bî-sebât 
    Suda aks-i serv tek te'sîr-i devlet vâj-gûn

7. Ser-had-i matlûb pür mihnet tarîk-i imtihan 
    Menzil-i maksûd pür âsîb râh-ı âzmûn

8. Şâhid-i maksad nevâ-yı çeng tek perde-nişîn 
    Sâgar-ı işret habâb-ı sâf-ı sahbâ tek nigûn

9. Tefrika hâsıl tarîk-i mülk-i cem'iyyet mahûf
    Âh bilmen n'eyleyem yok bir muvafık reh-nümûn

10. Çihre-i zerdin Fuzûlî'nün dutupdur eşk-i âl 
      Gör ana ne rengler geçmiş sipihr-i nîl-gûn


Fuzuli

1. Dost alâkasız, felek merhametsiz, devirde sükûnet yok, karı­şık. Dert çok, dert ortağı yok, düşman güçlü, talih güçsüz.

2. Umut gölgesi yok olmuş, arzu güneşi yakıcı, düşkünlüğün meretebesi yüksek, tedbirin mevkii alçak.

Gölge insanı sıcaktan koruduğu için mecazi olarak yardım anla­mına gelir. Beyitte bu anlam da vardır. Güneş ile gölge rütbe ve paye kelimelerinde tenasüp sanatı, âlî (yüksek) ile dûn (alçak) kelimesinde tezat sanatı yapılmıştır.

3. Akü yardımcı değil, her yerden kınama sesi yükselmekte. Ta­lih şefkatsiz, aşk belası gün geçtikçe artmakta.

Dûn (alçak), bülend (yüksek) ve kem (az), füzûn (ziyade, fazla) kelimeleriyle tezatlar yapılmıştır. Dûn-himmet (alçak himmetti), kem-şefkat (az şefkatli) Farsça birleşik sıfatlardır.

4. Gurbette garibim. Kavuşma ülkesinin yolu hile ve karışıklıkla dolu. Ben içi temiz bir insanım. Dünya ise gönlü çeken nakışlarla dolu.

5. Her düzgün boylunun cilvesi bir belâ tufanının selidir. Her hilâl kaşlı (güzelin) kaşı delilik öğreten sayfanın baş yazısıdır.

Meşk yazı, resim, musiki vb. öğrenirken yapılan alıştırma (yaban­cı dilde i Exercise). Delilik alıştırmasında yani deliliğin başlangıcında ilk yazılan yazı sevgilinin hilâl gibi kaşı oluyor. Âşık aşk deliliğini ilk önce sevgilinin hilâl kaşını çizerek öğreniyor.

6. Bilginin sağlamlığı rüzgârda uçan lâle yaprağı gibi hafif. Dev­letin, saadetin tesiri suda servinin gölgesi gibi ters, baş aşağı.

7. İstek sınırına ulaşmak için mihnetle dolu her imtihan yolun­dan geçmek gerek. Maksat yerine varmak için tehlikelerle dolu bir yolu denemek lazım.

8. Maksat güzeli, çengin sesi gibi perde arkasında oturmakta (gö­rünmemekte). İşret kadehi saf içki üzerindeki kabarcık gibi baş aşağı dönmüş (yani kadehin içi boş).

Çengin nağmesinin perde arkasında bulunması her perdesinde nağmenin gizili olmasıdır. Çeng, neva (aheng), perde kelimelerinde iham-ı tenasüp var.

9. Ortaklıkta bozgunculuk var. Huzur ülkesinin yolu korkunç. Ah ne yapayım bilmem? Bana yardım edecek uygun bir yol gösterici yok.

10. Fuzûlî'nin sarı yüzünü al (kanlı) gözyaşı kaplamış. Bak gör, mavi renkli felek ona ine hileler yapmış, ne oyunlar oynamış.

Renk kelimesi tevriyelidir. Hile, oyun anlamıyla da kullanılmış-olup zerd (san), al, renk, nil-gûn (nü renkli, mavi) kelimeleriyle iham-ı tenasüp sanatı yapılmıştır.

Gazel LXI

Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilâtün/Fâ'ilün


1. Yahma cânum nâle-i bî-ihtiyârumdan sahm 
    Tökme kamım âb-ı çeşm-i eşk-bârumdan sahm

2. Su virür her subh-dem göz yaşı tîğ-i ahuma 
    Çoh meni incitme tîğ-i âb-dârumdan sahm

3. Cevr odı yahdı meni yanumda durma ey gönül 
    Bir dutuşmış âteşem kurb u civanımdan sahm

4. Ten evinden rahtum cehd eyle ey can daşra çek 
    Âfet-i seyl-i sirişk-i bî-karârumdan sahm

5. Gerçi bir hâk-i rehem kimse meni almaz göze 
    Çoh hakaretle nazar kılma gubârumdan sahın

6. Gelme kabrüm üzre ey ışk içre men tek 
    Ölmeyen Ta'ne daşıdur sana seng-i mezârumdan sahm

7. Şâh-ı mülk-i mihnetem hayl ü sipâhum derd ü gam 
    Hayl-i bî-hadd ü sipâh-ı bî-şumârumdan sahın

8. Ey Fuzûlî hansı mahbûbı ki sevsen rahmi var 
    Kıl hazer ancak menüm bî-rahm yânımdan sahm


Fuzuli

1. Canımı yakma, elimde olmadan ettiğim anımdan sakın. Kanı­mı dökme, gözyaşı yağdıran gözümün suyundan sakın (yani, ahım seni tutar, gözümden akan yaşlar da seni sele verir).

2. Gözyaşı, her sabah ah kılıcıma su verniktedir. Beni çok incit­me, parlak, keskin kılıcımdan, sakın.

Kılıç yapılırken çeliğe su verildiğinden âb-dâr (su tutan) kelimesi tevriyeii olup su verilmiş ve parlak anlamlarındadır. Şair ahini parlak, sağlam ve keskin bir kıkca benzetmiştir.

3. Cevr ve cefa ateşi beni yaktı, ey gönül yanımda durma. Ben tutuşmuş bir ateşim; yakınımda ve çevremde bulunmaktan sakın (sonra sen de tutuşur, yanarsın).

4. Ey can! Eşyanı toplayıp ten evinden çıkmana bak. Durmadan, akan gözyaşı selinin âfetinden sakın.

5. Gerçi ben, bir yol toprağıyım, kimse bana değer vermez. (Fa­kat) Öyle çok hakaretle bakıp beni küçük görme, tozumdan sakın.

«Göze almaz» deyimi, değer vermez, önemsemez anlamındadır. «Nazar kılmak» yani bakmak kelimesi ile tenasüp yapılmıştır. Hâk-i reh (yol toprağı) ile gübar (toz) arasında da tenasüp vardır. Tozun göze kaçması gözü rahatsız eder, çok kaçarsa kör de edebilir.

6. Ey benim gibi aşktan ölmeyen kimse! Mezarımın üzerine gel­me. Mezar taşım sana atmak için bir ayıplama taşıdır; ondan sakın.

Ta'n ayıplama demektir. Eskiden halk, suçlu kimseyi ayıplamak için taşlarmış. Suçu ağır olan kimsenin beline kadar toprağa gömülerek gelip geçen herkes tarafından taşlanmak suretiyle öldürülmesine «recm» denir ki, bir çeşit idam cezasıdır.

7. Mihnet ülkesinin padişahıyım. Dert ile gam ordum, askerimdir. Sınırsız ordumdan ve sayısız askerimden sakın.

Hayl sürü, topluluk demektir. Burada padişahın ordusu anlamın­dadır. Padişahın ordusu ve maiyeti anlamında «hayl ü haşem» sözünde de geçer.

8. Ey Fuzûlî! Hangi güzeli sevsen onun bir merhameti vardır, ancak benim merhametsiz yârimden çekinip sakın.