Şiir, Sadece

18 Mayıs 2017 Perşembe

Yeryüzü Şarkısı

Göklerin ayı,
Aramızdaki anlaşmayı unutma.
O kadar eğilmen doğru değil bence
Saklanmak ister gibi
Ermiş Ludmilla'nın eteği arkasına

Gidecek öyle kısa yolun kaldı ki
Vinodrady'ye.
iyi düşün.
Önce kilisenin damından in,
Sonra su borularından.
Her yerde savaş var.

İşte Prag, altı aydır bekleyen bir saatli bomba,
İşte Pankrac, acılarımızın Bastille'i.
Ya Terezin?

Bir şair ölüyor orada,
Kurtulmuş Fransa'nın en güzel oğlu,
Robert Desnos,
Aşkı gibi gözleri var.

Meleksi iki yürek gibi gözleri var,
Meleksi iki yürek gibi gözleri var saydam safranlarda,
Saydam safranlarda gözlerin en saydamı.


Konstantin Biebl
Çeviren: Ülkü Tamer

Şiir

Yeniden uzanıyorum eski kemana, kalmış gibi hala tellerde
Sıcaklığı yumuşak parmakların geçmiş günlerden
Ve uzanıyor sesler geçmiş günlere
Titreşerek tellerden
Arılar gibi ıhlamur ağaçlarına üşüşen

Bu uzayda iz bırakmadan geçmiş bir şarkı değildir
Rüzgarları dinmiş, anılara itilmiş bir şarkı değildir
Sevgi dolu bir elin çocuk yanaklarını okşaması da değil
Acı değil, tatlı değil, gülmek, hıçkırmak değil
Günah çağrısı değil, dalgaların sonsuzu aşması değil

Ve yüz gemi, hepsi de yepyeni, dalgalar üstünde
Sonsuza doğru gidiyorlar gündüz ve gece
Orada yelkenliler, görkemli, altınla süslü
Yıkılmış kaleler, göçmüş direkler üstünde
Açlıkla, susuzlukla ve doymuşlukla yüklü

Ve tüm kalıntılar, kurumuş, solmuş
Ve taptaze güller, alev alev yanan
Eli açık doğa, ülkemizi çiçeklerle donatan
Altın sarısı yazın, ekmek kokusu, devşirdiğimiz yemişler
Ve kabarmış dalgalar, Tanrı evi, baca ve köprüler

Rüzgara karşı tohum ekiyorum dört doğrultuda
Durmadan çimlenen nedir içimin tarlasında
Bir ekiciyim ben, tezcanlı bir duyguda
Ölmezlik saçıyorum, ölmezlik tarlasına
Rüzgarın dört doğrultusuna
Toprağım ben, tohumum avuçlarında

Sen benim alınyazımsın, güneş, yağmur, çiğ, kaynağımsın benim
Ve ben fırtına, ben can, gökyüzünde kutsal evim
Kutuptan kutba yürüyoruz biz, eşikten kapıya yürür gibi
Karanlık göğü aydınlatan bir çift yıldızız
Ve yanımızda iki çocuk, biri erkek, biri kız

Nasıl karşı durabilir bize dünya, ölüm ahtapotları
Bizim tapınağımız evren, bizim kalemiz Tanrı
Aşağılık bir katil sıkmak ister gırtlağımızı
Mezarın yakınında. Ve ensesinden tutmuş Tanrı
Gazaba gelip çalmış, caddenin çamuruna

Bağrışıyorduk denizin ortasından ormana dalmış gibi
Dalga beyaz bir at, sırtlamış bizi, nereye?
Azgın denizin binlerce dünyayı sömürdüğü yere
Yüzüncü kubbe örtüyor üstümüzü, iki yüzüncü gelmede
Dalgalar beyaz bir at, sırtlamış bizi, nereye?

Dalgalar altımızdadır kumsala dek
Ve çöl, tarla, fundalık
Yeniden çöl, tarlalar, değirmenler buğdayı öğüten
Ve tapınaklarda insanlar, dua eden, küfreden
Ve deniz bırakamadığımız elimizden


Stefan Krcmery
Çeviren: Kemal Kandaş

Duygusal Eğitim

Kadın elinin hareketleri, alto gülüş,
Güvercin kanatlarının grisi,
Yapraklarda yelin oyunu, çatlaması meyvenin,
Avucumda yakıcı soluğu bir köpeğin.

Böyle yok oluyordu dumanlar ve sesler, susuyordu,
Solgun ışıklar, oynayan gölgeler, uğultusu ağaçların,
Gece iniyordu üzerine kentin.


Josef Hora
Çeviren: Muzaffer Uyguner

17 Mayıs 2017 Çarşamba

Otuz Üç Yaşında

Otuz üç yaşında
(Tam orta yerinde yaşam yürüyüşünün
İsa ile aynı yaşta
Ortasında Uzay Çağı'nın)
Ayrılıyorum yarısından
yaşamımın...

Bir zamanlar matematiği
Pekiyi olan ben
Kavradım otuz üç yaşında
Bu pankartlar, atomlar
Roketler, sibernetikler
Kiliseler, plastikler
Ve söylevler çağımızı
Belirleyen en önemli şeyi:
Her şeyin ikiye ayrılması...

Ayrılmış her şey ikiye: Doğu, Kuzeye ve Güneye
Ve insanlar: Doğulu ve Batılı diye.
Ayrılıyor dünya
Düşmanlarla çılgınlarla
Bir zaman ayrılmaz olan fırtınalar
Ayrılıyor atom mantarlarına ve elektrik üretim merkezlerine
Arkadaşlar da ayrılıyor
Dünkülere ve bugünkülere
Perdeler bile ayrılıyor
Oya işlemelilere
Ve demir perdelere...

Yanıbaşımda yatıyorken sen
Bir çift yeşil göz ayırıyor beni
Öteki kadınlardan.
Bak, kızımız
Daha dün emekleyen:
Geliyor bize doğru sevinçle ...

Bir artı işareti gibi
yana açılmış kollarıyla...

Fakat o yeni Milad'ın insanıdır
Önümüzdeki otuz üç yılda ...


Dimiter Stefanov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

İlkel Düşler

Dimiter Stefanov'a


Her gece bir karabasan bela olur bana
Kaynaşır uykumda taş devri insanının korkuları
Yavaşça kımıldar sürünürler
Sayısız geçmiş çağlardan ...
Kaçıp gitmekten başka ne yapılabilir o zaman?
Suçlamalı mı kızıl kanı canlı diye böylesine?
Acı veren, umarsız üşüşmesi kurtların...
Erimek, yok olmak, karışmak toprağa...
Doğmak kanatlarla ve geride bir gölge bırakmak
Dehşet
parçalasın diye ...

Her gece aynı şey, ve derken:
-Kes gürültüyü, oğlan uyandı yine
Yarın okula gidecek erkenden ...
-Özür dilerim ...
Kalbim sıkışmış olmalı ...
Gidip pencereyi açarım titreyen ellerle
Bir sigara yakarım yaslanıp pervaza
-Tiryaki olmadığım halde.-
Dünya nasıl da harikulade şimdi
Olağanüstü sessiz
Ve dopdolu, yaşamı solumanın ateşli rüzgarıyla
Ve depremsel zonklamasıyla yüreklerimizin!
Ve ancak o zaman görürüm yanan uçlarını
Sessiz sigaraların her pencerede ...
Bizim apartmanda. Orada, ilerde. Şurada da ...
Bizim caddede... Tüm kentte ...
Bizim dünyamızda ... Ve dünyalarında onların ...
Yanan uçları
sessiz
sigaraların ...

Kırmızı sinyalleri gibi olgunlaşmış alarmın!
Hayır! Artık şimdi
Mağara insanının korkuları değil söz konusu olan,
Ve onun ilkel düşleri!
Tüylerim ürperir savaşı düşünerek

Ve öteki modern şeyleri...


Andrey Germanov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Geriye Saymak

Geriye saymak; sıfıra dönmek.
Böyle bir şey var gerçekten de!
Kavrulup yok olması Hiroşima'nın
Atom rüzgarıyla
budur işte...

Geriye saymak; sıfıra dönmek ...
Sayılar birbiri ardına hızla çözülüyor.
Soyluların kurduğu şatolar, katedraller
Saman çöpü gibi gevriyor.

Dağ dorukları da gevriyor
benim kafatasım da ...
Beni size bağlayan yeşil çağ
Çöküyor kumdan bir köprü gibi.

Geriye saymak; çözülüyor yıllar
O genç günlerin kırlarına ...
Geçtiğimiz yollar boyunca geriye gidiyorlar
Başlangıcına çağımızın.
Geriye, başlangıca, o küçük kasabaya
Köprünün üstündeki tavus kuşu
Çay bahçesi, eski tip gramofon
Ve tekrar edip duran aynı ezgi.
Ve işte çocukluk arkadaşlarım, meslektaşlarım
Geçiyorlar ırmağın üstünden yavaşça
Dudaklarında kuru bir gülüş ve kır düşmüş saçlarıyla
Fakat bir düşte gibi yakışıklı.
Mimarlar,
istasyon şefleri,
ve doktorlar,
dalgın bakışlı şairler.
Üniversite öğrencileriydik
Ve işte ilkokul öğrencileriyiz şimdi.
Kumral açık alınlarımıza
Düşürüyorum duyduğum acının gölgesini.

Bağrımda
ürkünç bir hızla
Dönüyor geriye doğru rakam sıraları ...
Geriye! Sıfıra! Geriye saymak!
Sıfır, hiç demektir.
Sıfır, onulmazca yıkılmış bir ocaktır
Azgın, yakıp kavuran bir kıyamette.

Bir infılaktır her şeyi yok eden!
Ve her şey fırlıyor geriye:
Beyin
duygu
hücre
Su
Ve ayrışıyor yapayalnız atomlarına
Yapayalnız bir yıldızın.

Gezegenimiz harikalarla dolu daha!
Uzayın ıssızlığını düşündüğümüzde.
Onun varlığıdır kaynağı mutluluğun
Odur temel anlamını veren maddeye ...

Okul arkadaşlarım, fizikçiler, matematikçiler
Durdurun geriye gidişini sayılarını
Koşun imdadına benzersiz, biricik
Yeşil ve böylesine capcanlı dünyamızın ...


Peter Karaangov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

16 Mayıs 2017 Salı

Küçük Şeyler

Severim küçük şeyleri
küçük çocukları
küçük evleri
küçük ülkeleri,
küçük çiçekleri; menekşeler gibi.

Gösterişsiz küçük şeyler,
uçsuz bucaksız alanları vardır ama.
Eskiden küçük bir kente otururdu,
büyük bir mutluluk yuvasında.

İyilik vardır küçük şeylerde.
Gözyaşında, öpücükler, yüce gönüller.

Daha zordur şu dünyada büyük olmak
ve her konuda onurlu kalmak.

Güçtür hem güçlü hem de sevecen olmak
güçtür yetkili olup da doğru kalmak.
Büyük bir umutları vardır küçüklerin:
Ağır ağır çizmek: dize dize
adım adım
çiçek çiçek
nokta nokta bir çizgi çekmek
ve yaratmak daha iyi bir dünyayı.

Ve yüreğiyle inanıyorum ki çocukların
boyutlarda değildir büyüklük
uçsuz bucaksız bir güçtür sevecenlik
çok önemlidir insanın ruh saflığı
küçük sevecenlikler büyük aşkları doğurur
büyük dağlar menekşelerden oluşmuştur
büyük ozanlar dağlarıdır sayısız küçük çiçeklerin.


Liana Daskalova
Çeviren: Özdemir İnce

Geri Çekilme

Bulut sürüleri, otladınız mı tanyerinin otunu?
Başı tıraşlı bir çocuktur gökyüzü. Çıt yok,
tek bir çalkantı sesi toprağın üzerinde.
işte benim görkemli tacım: yosunlardan bir taç.
Sözcüklerim sıçrıyor balıklarla birlikte
sabah kumsalının üzerinde.

Kendi kendimden, tanyeriyle soyunmuş durumda,
arıyorum uzaklıkların ele geçirdiği yüzü.
Boş bir kilise gibi sessiz duruyor okyanus
sarkıyor martıların çarmıhına gerilmiş ruhum.

Ve geri çekilme saati aralıyor düşüncelerimi
aralar gibi kapısını bir kulübenin,
terk edilmiş bir tahta benzeyen sobayla birlikte
rüzgarların geceyi geçirmek için girdiği.

Bir örümcek ağı gibi parlıyor kuşku köşelerde
ve duruyor gökyüzünde bir kırık çapa
bir kuyruklu yıldızın kuyruğu Avcı Cebbar'ın
altında.



İvan Davidkov
Çeviren: Özdemir İnce

Gideceksin

Bırakıp gideceksin sen beni,
dünyam tümüyle kalacak ama
o bir tek gün
ve sımsıcak iki avuçta.

Soluğun kalacak bir de
çiy tanelerinde domurlanan,
çimenlere düşen gümüşsü iz
ayaklarının ardından.

Kalacak suskunlukla iç içe
o çözülmez iki bakış
ve iki gönül kalacak
birbirine dolaşmış.

Koyakta hep öyle köpüre köpüre
çağıldayıp gidecek su,
bırakıp da gitmeyecek ama
seni yakınımda bulma duygusu.

Aldatacak seni bugün
nereye çekerse çeksin.
Bırakıp gideceksin sen beni,
bırakıp gideceksin.


Georgi Cagarov
Çeviren: Kental Özer - Fahri Erdinç

15 Mayıs 2017 Pazartesi

Mutluluk

Geceydi, Vitoşa'dan geliyordum
Arabanın içindeydim tek başıma.
Çevrede sıra sıra şaşkın yayalar
Gitar sesleri, şarkılar.

Koyu karanlığın içinde
Küçük bir yıldız gibi birden
Farların yansısı parladı
Genç bir adamın omuzunda.

Hepsi bu kadar, bir saniye ancak
Ama neler vermezdim uğruna
Nişan yüzüklü bir kadın elinin
Böyle konması için omuzuma.


Valeri Petrov
Çeviren: Özdemir İnce

Paris Yağmuru Üstüne Bir Laterna Şarkısı

Bir hikayedir bu eski mi eski
Paris kadar eskidir derler.
Şirin bir kız portresi, elinde çiçekler
Bir kaldırım ressamının çizdiği.

"Hoşça kal!" dedi ayrılırken kız
"Uzaklara gidiyorum
Burada ne aşk var, ne ekmek, ne tuval
Kara boyalar sadece.
Ve caddeleri Paris'in
Seine Nehri'ne çıkan hepsi de."
"Ne olur kal!" dedi ressam
"Üç rengim var senden aldığım
Altın sarısı, mavi ve kırmızı
Ve Paris'ten de bir gök
Sıcak, ışıltılı
Ve işte bir kaldırım
Cömert, büyük, parlak,
Madeni paraların gelip konacağı."

Bir hikayedir bu eski mi eski
Paris kadar eskidir derler.
Şirin bir kız portresi, elinde çiçekler
Bir kaldırım ressamının çizdiği.

"Ne olur, bay kaldırım!" dedi sonra
Diz çöküp yumuşak bir sesle;
"İzin ver şu geniş tuvaline
Bir küçük kız resmi çizmeme
Mavi, altın sarısı ve kırmızı
Üç tebeşirimle...
Dinlenirken o üstünde senin
Isınacak bütün gün Paris'in güneşinde
Ve yaklaşacak yanına
Bakışlar, adımlar, eller
Ve cömert, büyük, parlak
Madeni paralar düşecek üstüne..."

Bir hikayedir bu, eski mi eski
Paris kadar eskidir derler.
Şirin bir kız portresi, elinde çiçekler
Bir kaldırım ressamının çizdiği.

Ve ressam yıkıp kaşına kasketini
"Hadi gel!" dedi kıza
Ve ilkin gür, kabarık
Altın sarısı saçlarını
Yerleştirdi taşlara ...
Sonra gözlerini, koyu mavi
Ve kırmızı dudaklarını
"Hoşça kal" diyen.
Ve elini. ( Katran kokulu bir çiçek demetini
Sımsıkı tutan hala.)
Ve sonra "Kal!" dedi "Ne olur ..."
Usulca okşayarak onu
"Daha rahat bir yatak alırım sana
Ve çiçekler, çok daha güzellerini;
Ve akşamları, gün batarken
Aşağılarında Seine'in
Kara nehir mavnalarının arkasında;
Cömert büyük, parlak
Pek çok paramız olacak ..."

Bir hikayedir bu eski mi eski
Paris kadar eskidir derler.
Şirin bir kız portresi, elinde çiçekler
Bir kaldırım ressamının çizdiği.

Düştü bulutların, kuşların gölgesi
Düştü gölgeleri gelip geçenlerin
Silindi hızla ressamın çizgileri
Düştü ölü yapraklar, muz kabukları
Ve ansızın yağmur damlaları başladı düşmeye ...
Oh! Paris yağmuru
Keyifle tıpırdayan, usulca
Pırıltılı, alaycı
Karanlık, okşayıcı ...

Geçip gitmeyen bir tek
Yağmur oldu, serperek
Cömert, iri
Gümüş paracıkları ...
"Dur!" dedi ressam, "Ne olur!
Dur! Gidecek yoksa ..."
Ve yüreği inledi acıyla
Ve kızın kederle boşandı gözyaşları
Ağladı altın sarısı, mavi
Ve kırmızı gözyaşlarıyla
Ve akıp gitti Seinee ...

Bir hikayedir bu eski mi eski
Paris kadar eskidir derler.
Şirin bir kız portresi, elinde çiçekler
Bir kaldırım ressamının çizdiği...


Veselin Hançev
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Düş

Ürpermeler vakti, güzel düşler
Ve kaynayan kanın vakti.
Tomurcuklar açtı, aşk çiçeklendi
Kokusu, taçyaprakları ölü.

Artık uzanmıyor bana dudakların.
Gövden artık bir zevk kaynağı değil.
Ağzını açsan tepem atıyor. Boşluk, yanıbaşın.
Yanında canım sıkılıyor, yalnızım yalnız.

Ama akşam, bastıran karanlığa bakıyorum,
Gökkubbede tırmanan yıldızlara;
Önümde sekiyor dünya-
Bir sırça kap, bir yığın büyü perisi.

İçinde, bir ışın soluyor.
Tapılan dudaklar ağzıdır bir ölünün.
Ve dönüyor, dönüyor durmadan
Sonsuza dek - kırık kalplerin tozu.

O zaman, bu incecik ip, küçücük
Kalplerimizi birleştiren bizim.
Bir güç oluyor, gücü kavruk adamın,
Bir halat kadar güçlü-demirden bir halat.

Sana böyle kızgın böyle yabancı
Uyanmasız bir uyku düşlüyorum
Toprağın beni kucaklayacağı günü,
Göğsünde tatmak için uykuyu.


Aleksandr Gerov
Çeviren: Özdemir İnce

Aşk Türküsü

Bir barut fıçısı gibi çöker üstümüze
betondan bir yapı, kocaman.
Yüreklerimizde savaşın homurtusu,
içimizde isyan, ateş ve kan.

Görürüm bu isyanı şimdi de
fabrikaların bacalarında,
gün batısındaki kızıllıkta,
dingin, mavi gökyüzünde.

Daralırken buralarda korkunç çember,
yanaş bana, gel söyleyiver,
suç mudur bu benim yaptığım:
Ayırdığım yüreğimde aşka bir yer?

Suç mudur yoksa, gel söyleyiver,
gürültülerle çalkalanırken fabrikalar,
mitralyözle taranıp biçilirken ortalık,
suç mudur "seni seviyorum'' demek?

Aşkımızın dünyası çok daraldı,
ne yapalım, sevgilim, bu bir gerçek!
Bu türkücüğü bunun için yollarım sana,
gözlerimde pırıl pırıl bir gelecek!


Nikola Vaptsarov
Çeviren: A. Kadir - Asım Tanış - G. Santoro

13 Mayıs 2017 Cumartesi

Bir Düş

Ölmüş yatarım. Geceden karanlıktır
katilim benim.
Asılmış üstüme bomboş bir gök.
Bir yerlerde, sanki cehennemde, bir kurt ulur.

Bir taşlı yamaçta, dikenler, otlar arasında
vurulmuş yatarım yapayalnız.
Rüzgar başlar inlemeye geceyarısı,
az sonra döner azgın fırtınaya.

Kuduran rüzgarla daha bir kararır gece.
Bir ana öpücüğü ve konuşur ardından biri:
"Öldün anayurdun için yiğidim, şahinim,
kalacaksın benimle son gününe dek diri!"

Bu ne, cansız başımın çevresinde dolaşan,
anam mı yoksa dikenler mi otlar mı?
Rüzgarın süpürdüğü bu yamaçta kimseler yok.
Bir ben, vurulmuş yatan. Ölmüş yatan.

Soluk almam. Yanmam.
Kaba otlar arasında yatarım yapayalnız.
Karanlıkta kudurur fırtına. Ve yolumu
boşuna bekler anam.


Mladen İsayev
Çeviren: A. Kadir - Gülen Fındıklı

Susuş

Yıllar yılı sustum ben
Kafa düşünceden çatlayacak
Bugün sıyrılıyorum ancak
O mezar sessizliğinden.

Aklım hala büyülü
Adsız sınırsız bir boşluk
Ne günler ne geceler aştık
Ölümle aynı türü.

Bir sıkıntı kötürüm eden
Artık özgür olsa da evet
Gelir düşünceye nasıl nereden
Kafesten uçacak o kuvvet.

Sanki hastalıktan kalkan biri
Dizlerim yürümeye yabancı
Güçsüz bir öfke, tuhaf bir acı
Tekrar dile getiren beni.

Tıpkı eski kısa yazılar vardır
Hızlı bir göçün başlangıcında
Hükümlü duvara yazar da
Ardından darağacına yollanır.


Atanas Dalçev
Çeviren: Necati Cumalı

İstasyonda Karşılaşma

Bir taşra makasında trenden inmiş
Bekliyordum gelmesini bir başka trenin.
Çevremi kuşatmıştı ıssızlığı
Ve yoğun karanlığı gecenin.

Ne bir ses ne bir nefes! Usul bir rüzgar sadece
Taşıyıp getiriyordu içinden karanlığın
Kurbağaların çığırışlarını
Ve belli belirsiz gıcırtısını bir tulumbanın.

Çok şeyler düşündüm o karanlıkta;
Bu, sonsuzlukla ilk tanışmamdı.
Kuşatıp çevremi o ıssız alanda
Karşıma ilk kez çıkmadaydı.

Dumanlı karanlığının uçurumlarıyla
Doldurup küçük istasyonu
Salkım salkım takım yıldızlarının
Kudretli güzelliğini savuruyordu.

Ve yırtınmadaydı tüm bu parıltı
Kendini dışa vurmaya
Ve ben ölü uzayın şiddetli ayazını
O an ilk kez duydum tüm varlığımla.

Ve fısıldadım, kesilerek soluğum:
"Ey sonsuzluk, nasıl da yabancısın bana!
Boşluğundan senin acı duyuyorum
Hiçbir zaman alışamayacağım ona.

Yüzyılların soğukluğu var sende
Benimse özlediğim şey sıcaklıktır.
Benim olan her şey burada işte
Bu günahkar, bu küçük dünyadadır.

Burada üzülürler görmeyince beni
Ve şu saatte de benim yüzümden
Bir lamba altında uyumayanlar var
Işık sızmasa da pencerelerden.

Bağışla beni, takım yıldızlar diyarı;
Görkemine diyeceğim yok onların.
Fakat evimin penceresindeki ışıkçığı
Değişmem ışıltısına tüm yıldızların."


Atanas Dalçev
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Kalabalıklar

Bastırılmış, kudretli bir fırtına gizlidir kalabalıklarda
Orada güneş de vardır.
Kuşattığında bitimsiz kalabalıklar
Kenti, kurşuni bir toz kaldırarak
Kaynaşan, kabaran o dalgalanmada
Bugünün kaygılarının fırtına bulutları çalkanır
Ve gelecekteki mutluluğun
Işıldayan belirtileri...

Onlar büyük kavga için doğarlar
Kahramanları adsızdır
Yıldızların sımsıkı kaynaştığı
Samanyolundaki gibi tıpkı:
Bir başına gözleyemezsek de hiçbir yıldızı
Samanyolu nasıl da göz kamaştıran bir ışıltıyla parıldar

Güçlü bir yürek çarpar bağrında kalabalıkların
Yeni dünyanın yüreği
Ve duyduğunda kalabalıklar
Silah başına çağrışınca
Kükreyen alanları gümbürtüyle doldururlar
Paramparça ederler tüm barikattan
Ve yürek, kanatlanır yükseklere
Yeni dünyanın yüreği


Hristo Smirnenski
Çeviren: Ataol Behramoğlu

12 Mayıs 2017 Cuma

Bir Deniz Kıyısında

Uzun süre baktım: bir tekdüzelikte
her dalga koşuyordu ardı sıra bir başka dalganın
ıssız ve sonsuz denizde.

Bir kuş gibi tıpkı, hafif kanatlı
belirdi pupa yelken bir tekne
ve ok gibi uzaklaştı.

"Dur!" fakat köpüklü dümen suyundan
hiç bir iz kalmadı geçince bir an.

Silikleşir silikleşmez o tekne
gözlerimden yakıcı yaşlar fışkırdı
yavaşça kayarak yüzüme.

Dünya bir denizdir... ve benden
nedir kalacak olan ardımda
burada, yaşamış olduğum şeylerden..,


Peyo K. Yavorov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Geleceğe

Bir gün gelecek, öleceğim ben de
Vahşi otlar bürüyecek çevresini mezarımın;
Kimi acıyacak, sövecek kimi
Ama şiirlerim okunacak hep yüksek sesle.

Sahte ürünleri süpürecek yıllar;
Örtülecek unutuluş karanlığının kefeniyle
Bugün en yüce makamları tutanlar;
Ama şiirlerim okunacak hep yüksek sesle.

Onlar doğruya, gerçeğe, ödeve çağrıdırlar
Yazıldılar soylu, sevecen bir duygunun esiniyle;
Yurdumuz onlarda tüm güzellikleriyle ışıldar
Bu yüzden okunacaklardır hep yüksek sesle.

Balkan'ın titreten hikayesini dinlersin onlardan
Gizemli türkülerini ovanın, bulutun, tepenin;
Halkımızın kahramanlık destanını işitirsin
Bu yüzden hep yüksek sesle okunacaklar.

En değerli mücevheri verdim onlara ben:
Çiçeğini, her bir goncasını hünerimin;
Tedirgin ruhumu onlar onardı,
Onlar yaşayan, çarpan kalbimdir benim.

Düşmanın azgın haykırışı ulaşamaz bana
Onun kıskanç öfkesinin de üstündeyim.
Akıp giden zamanı karşılarım vakarla
Bu yüzden hep yüksek sesle okunacaktır şiirlerim.

Bir ulusun yaşayan ruhuyla solunur onlar
Ölmez o ruh, yürekler özgür ve gururluyken,
yetenekliyken elem duymaya ve sevinçle haykırmaya,
Şiirlerim hep yüksek sesle okunacaktır bu yüzden ...


İvan Vazov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Bir Tek Işıktır Sonsuz Olan

Güneş içimizi sevinçle ısıtır
kapanık havalardan sonra.
Ama o daha da alımlıdır
bir küçük aralıktan zindana sızdığında.

Yol gösterir koca bir gemiye
gecenin karanlığında bir küçük yıldızcık.
Dev gibi yangınları bazen
tutuşturur bir kıvılcım, ufacık.

Engizisyon alevinde kavrulanlar
aydınlattılar dünya gecesini.
Daha bir müthiş parıldar
kara gecede yıldırım, daha bir görkemli.

Hiçbir zaman sönmeyecek olan şeyi
zalimler! gücünüz yetmez söndürmeye.
Boğmaya çalıştığınız o ışık
büyür ve yutar sizi bir volkan aleviyle.

Çünkü bir tek ışıktır sonsuz olan
dünyanın uçsuz bucaksız boşluğunda ..
Evrene o doğurdu dünyamızı
ve onunla sonsuzluk kazandı dünya.

O daha da parlak ışır karanlıkta
söndüremez onu gömdüğünüz mezar.
Prometheus'ta öldürülen ışık
Voltaire'de yeni bir güçle parıldar.

Ve eğer güneş yiterse ansızın
yiter ve ışımazsa bir daha
bize ışık için cehennemden
gidip alev getiren biri çıkar mutlaka.


İvan Vazov
Çeviren: Ataol Behramoğlu

11 Mayıs 2017 Perşembe

Bir Şarkı

"Oku bunu! Ve başkalarına geçir!"
O bildirilerin üstünde böyle yazardı,
Yeraltı savaşımı günlerinde
Bildiriler kapıdan kapıya uçardı.

Su gibiydi onlar - bir çölde,
Soğukta ateşin verdiği sıcaklık,
Bir yutumluk taze ekmek, açlara,
Kuşatmayı yarmada güvenilir arkadaşlık...

Övgü ya da şan için yalvarmıyorum.
Bırak dönekler koşsun lütuf peşinde.
Un için bir zırnık vermem, diyorum.
Sadece doğruyu söylemek var içimde.

Bütün isteğim, yazmak o birkaç satırı
Üstüne eski tüfeklerin ve yoldaşların
O değerli sözcüklerle not düşeceği:
"Oku bunu! Ve başkalarına geçir!"


Maksim Tank
Çeviren: Ali Cengizkan

Kilise Duaları

Düşlerimiz var Tanrım -kurtar düşlerden bizi
Kötülüğe sürükler
Kötülükler var, kurtar
Yalana köle eder
Ve yalanlar var, kurtar
Pişmanlıkları besler
Kurtar bizi bedenden
Durmaz hayata bağlar
Ve bir hayat var, kurtar
Sonunuz ölümdür der
Ve bir hayat var, kurtar
Gökyüzü müjdeler
Öyle bir gökyüzü ki -ondan da kurtar bizi- 
İnsan yoksulluğumuz
Azizlerin ekmeği
Sen en iyisi Tanrım
Tanrıdan kurtar bizi.


Louis Dubrau
Çeviren: Güngör Tekçe

Eğer

Ve eğer bütün kuşlar ökseye tutulsaydı
Bütün, ölü balıklar doldursaydı ağları
Ve eriyip ağaçlar dağılsaydı kar gibi
Sönseydi eğer yazın hiç tütmemek üzere
O alev alev yanan bataklık buğuları,

Ve denizler çekilip boşalsaydı kumsallar
Veya artık tek melek kalmasaydı göklerde
Yapayalnız kalsaydın sadece düşlerinle
Eğer sen yapayalnız-
-Sen o uçsuz bucaksız yıkıntının içinde,
Bulur muydun ruhunun sonsuz derinliğinde
Yaratacak hevesi dünyamızı yeniden?


Auguste Marin
Çeviren: Güngör Tek

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Çökerten Kişilik

Yalvarıp yakarmam sabaha
ateşten tekrar doğsun diye
öldürülen ankalar

Akşam gazetelerini okumam
gene de çağcıl biriyim
otomobiller hayal kırıklıkları kullanırım

Karar veremem uygun saçmalıkla
deneyüstü güzellik arasında

Üzerinde yürürüm yorumlanmış düş bulutlarının

Küresel Peru'nun dorukları
iletmez izlerini çabalarımın
Dış mahallelerin ötesinde serserilik ederim
uçurumlar yardım eder ısırmama
büyük evlerin uykusunda

Sinirlenip, çağdaşlar arasında paylaştığımız
günlerin aşırı ve alışılmış akışına
cenge giderim can sıkıntısının yeşilimtrak canavarına karşı

Palmiyelerin tepesinden, Babil amiralinin
evindeki küllerde canlanan yalım görülür

Verilen sözlerin hiçliğinde yitip gider gelecek

Kışı sevmeyen bir vatandaşım ben


Theodore Koenig
Çeviren: Özdemir İnce

İlk Yaz

Yenilenmiş yeşil ot,
Kıştan sonra imgesisin
Karanlıklarla aydınlıkları
Barıştan bir evrenin!

Değişimlerin gerçeği,
Tören kuralları ve kurtuluşu
Geleceğin doğduğu düzenin,
Bereketli güneş, yaşamın rengi,
Köy düğünlerini yadsıyacak olan.

Bir ülkeyim, gece-gündüz bahçıvanlık
Eder toprağın çağına bende ilk yaz ...
Konuk kalırım derin köklerde.


Edmond Vandercammen
Çeviren: Özdemir İnce

Sapma

Boş yere daha sakin kıyılar arar
İnsanın içine dökülen gözyaşları
Tüketmek için onları kuşatan geceyi.
Sessizliğin ağırlığın altında mıdır
Uzun süre saklanan sevda ihtiyacı?
Yoksa olmazlara ve çıkmazlara
Mı dönüşmekte yıllar?
Uyumun bekçileridir bütün aşıklar,
Ama bazen acı bir sapmadır
Bir kum ve serap çölüne yönelen dilleri...
Kendinden uzaklaşmak iyi duymaz
Boğulanların uzak anı seslerini.


Edmond Vandercammen
Çeviren: Özdemir İnce

9 Mayıs 2017 Salı

Ben

Doruğuyum ben bir dalganın
Bir parça köpük işte
Çağın derin bağrından doğan
Bir parça köpük
Ve sönen şöyle bir esintiyle
Canı istediği zaman rüzgarın,

Bir suyosunuyum yüzeyde sallanan
Kopup gelmiş deniz dünyasından
Ve rüzgardan da hafif bir kuş
Dönerek uçar üzerinde
Yalayıp geçer kanatları,

Öykünen gölgesiyim ancak bir gölgenin
Solgun yansıması bir düşüncenin
Ki döndürür dünyayı kendi ekseninde
Bir çocuğun elinde bir kırbaçla
Topacı çevirmesi gibi.


Franz Hellens
Çeviren: Özdemir İnce

İnanmak

Tanrıya inanmak, evet, ama önce
İnanmak kendime, inanmak
Gökyüzüne, evet, ama önce
inanmak yeryüzüne.

Kendime inanmak, evet, ama önce
İnanmak yazgı denen şeye,
Geleceğe inanmak, evet,
ama inanmak hayata önce.

Toprağa inanmak, evet, ama önce
İnanmak mutluluk ve tüzeye,
İnanmak tüzeye, evet, ama inanmak önce
Şu insan denen tüzesizliğe.


Franz Hellens
Çeviren: Özdemir İnce

Karanlık Sunu

Şu kötü yapıtımı sunuyorum size
Ki ölülerin düşüncelerini andırır
Ve pişmanlıklarımın kır tanrısı üstüne
Ay ışığı fırtınayı yola çıkarır

Düşlerin yılanları mor
Keleplenmiş uykumun ortasına
Güneşte boğulmuş aslanlar
Ve kılıçlar isteklerimin başında

Uzak suların dibinde zambaklar
Ve açılmayan eller kapanıp da
Ve kırmızı saplı düşmanlıklar
Aşkın yeşil yas giysileri arasında

N'olur acıyınız söze, Tanrım!
Bırakınız kalsın donuk dualarım
Ve ay otların içine sızmada
Biçmek için geceyi ufaklarda.


Maurice Maeterlinck
Çeviren: Cemal Süreya

8 Mayıs 2017 Pazartesi

Ekmek Pişirme

Hizmetçi kadınlar en iyi buğday, en iyi sütle
Pazar günleri için ekmek yaparlardı;
Sırılsıklamdılar hamur teknesine damlayan terleriyle,
Boyun eğik, dirsek bükük, dümdüzdü yalnız kürek sapla

Buğu yükselirdi evecen ellerinden, bedenlerinden,
Hamurun içine batıp çıkardı kocaman elleri,
Göğüsleri sere serpe bir yığın giysi içinden,
Yuvarladıkları hamurları göğüslerinin etleri gibi.

Dışarıda büyük fırınlar kızıl korlarla.
Ve ikişer ikişer, bir tahta ucunda
Fırından kubbelere doldurulurdu yumuşak ekmekler.

Ve alevler ağızlarında yol açarak,
Kocaman bir sürü ve kızgın köpekler gibi
Yüzlerini ısırmaya atılırlardı hırlayarak.


Emile Verhaeren
Çeviren: Aytekin Karaçoban

Çaba

Siz, coşkuyla ve soluk soluğa çalışanlar,
Zamanla birlik yürüyen ve yaşamı kuranlar,
Başarı araçlarının alnacında düşle,
Geniş ve katı gövdeler, sert ve kesin hareketler;
Çaba, gücü zorlama, koşma, durma ve yürümeler,
Nice satırlar yazıyorsunuz yürekler acısı biçimde;
Yiğitliğin ve görkemin soylu satırlarını belleğimde.

Seviyorum sizi, ülkelerin sarışın delikanlıları,
İyi sürücüleri kişneyen ve parlak ve usul atların,
Ve sizi, koruların kokularıyla dolu alev saçlı oduncuları,
Ve seni, yaşlı ve kaba köylüsü aplak köylerin;
Yalnız tarlaları ve köy yollarını seven
Ve kocaman bir elle tohumları serpen;
Önce önüne, ışığa doğru, havaya,
Biraz canlansın diye, düşmeden önce toprağa ..

Sizi de seviyorum sefere çıkan denizciler,
Bildik bir ezgiyle, gece, yıldızların altında,
Yelkenleri şiştiğinde, atlantik rüzgarlarıyla
Ve rüzgarların sallandığı ipler ve direkler
Ve sizi, altın suyuna batırılmış gümüş rıhtımlarda,
Geniş omuzları, yükleyip boşaltan hamallar,
Ve giden, ilerleyen gemiler güneşin altında,
Boğuşa boğuşa dalgalarla, kutuplara kadar;

Ve sizi olağanüstü cevher arayıcıları,
Dondurucu ovalarda, kardan kumsallarda,
Soğukların sizi kuşattığı, ülkelerin bir ucunda,
Uçsuz bucaksız kıskacıyla acımasızca sıktığı
Ve sürünen bedenleri ve dişleri arasındaki fenerler
Toprak altında ilerleyen madenciler, dar bir
damara kadar. Ve orada salınan kömür,
Anlaşılmaz ve yalnız çabanız altında pes eder;

Ve sizi, demir ve tunç döğenler,
Hüyük korların ve dev örslerin çevresinde,
Karanlığı ve dumanı delen mor ve altın yüzler,
Sırtlarında gergin kaslarıyla, birdenbire,
Yüzyıldan yüzyıla daha geniş yayılan,
Kentlerin ürküşü üstüne ve yoksulluğun ve görkemin
Sonsuz bir iş için kurulmuş kara haddeler,
Yüreğimde duyuyorum sizi ve kardeş gibi.

Ey ovalarda, denizlerde, dağların yüreklerinde
Süsten uzak iş, yabanıl, inatçı, çetin,
Perçinleyerek zincir halkalarını
Düğümler atarak bağlayan birbirine!
Ey bu gözüpek devinim gündüz ve geceleyin.
Bu her zaman yanan kollar, yorulmayan eller,
Boşlukta birleşmiş, yenilmiş evrene
insan gücünü yazmak için bu eller
Ve yeniden yaratmak için dağları, denizleri,
Ovaları başka biçimde.


Emile Verhaeren
Çeviren: Aytekin Karaçoban

Kasım Yeli

Uçsuz bucaksız fundalıkta
İşte Kasımı duyuran yel
O sonsuz fundalıkta,
İşte yel
Yırtınan, parçalanan,
Güçlü soluklarıyla köylere çarpan
İşte o esinti,
Yabanıl Kasım yeli.
Çiftlik kuyularında
Demir kovalar, çıkrıklar
Gıcırdıyor.
Çiftlik sarnıçlarında
Kovalar, çıkrıklar
Gıcırdıyor, haykırıyor,
Ölüm yası içinde.
Sürüklüyor yel sular boyunca
Koparıp yeşil yaprakları
Yabanıl Kasım yeli;
Dişliyor dallar içindeki
Kuş yuvalarını;
Törpülüyor demirleri,
Geçen kıştan kalma uzaktaki
Çığları tırmıklıyor kudurmuş gibi
Kudurmuş gibi yel,
Yabanıl Kasım yeli.
İçleracısı ahırda,
Sallanıyor çatı pencereleri
Kağıttan camlar,
Yamalı bezler, çullar.

-Yabanıl Kasım yeli.-
Boz çimenli bayırda,
Kara değirmen,
Alttan havaya savurarak,
Üstten şimşek gibi vurarak,
Yaman biçiyor o yeli.
O yel
Yabanıl Kasım yeli.
Çömelmiş eski kulübeler,
Kilise çanları çevresinde
Dikilir dayanıp değneklerine;
Eski kulübeler ve saçakları,
Çatırdar bu yelden
Yabanıl Kasım yelinden.
Küçük mezarlıktaki putlar,
Ölülerin kollarıdır onlar,
Kuş sürüsü gibi düşerler yere,
Kırılırlar kara toprak üstünde.
Yabanıl Kasım yeli
O yel.
Rasladınız mı siz ona,
Üçyüz yolun kavşağında,
Rasladınız mı ona o yele,
Korku, bozgun yaratan o esintiye?
Gördünüz mü onu o gece,
Aya saldırıp sererken yere?
Gördünüz mü dermanı kesilen
O viran köyleri
Acı acı haykırırken
O fırtına içinde?
Sonsuz fundalık üstünde,
İşte o uluyan yel
Kasımı herkese duyuran yel


Emile Verhaeren
Çeviren: Nuri Can

Vatanım

Vatanım, sonsuzca sevdiğim, bağlandığım!
Ömrümü çoğu kez yollarda geçirdim
Irmak gibi aktım, yel gibi estim
Bağışla beni, yalvarırım.

Karşında suçlu duran
Oğluna sitem etme
Yolların uzun ipliğini
Yeryüzünün yumağına sardı diye ...

Yine de kavuşmalar nasıl da tez
Yolların ve buluşmaların dünyası nasıl da dar!
Hayır, aramızda ayrılıklar yaratmayı
Başaramadı uzaklıklar ...

Çünkü çağlayanların senin
Göğsümde çağlamaktadır
Çünkü yıldız yağmurların
Gözlerimde yağmaktadır

Buzdan soğuk yadellerde
Bir oyuktan su içtiğimde
Gördüğüm senin sevgili yüzündü
Orada, karanlık derinliklerde

Bil ki köklerim için nemsin sen
Yapraklarım için ışık, yaşam özü ...
Bil ki sensiz yoksulum, sakatım, bomboşum
Sen güçsün, kuvvetsin, nimetsin
Sensiz yokum ben
Vatanım benim!


Mustay Karim
Çeviren: Ataol Behramoğlu

6 Mayıs 2017 Cumartesi

Aradığım Kadın

Aradığım kadın
Benden daha yakın bana
Ayak seslerini işitiyor gibiyim
Tutkumun ateşi içinde.

Dinmeyen susuzluğuyla bülbül gibi
Gönlümün kurumuş havasında
Eriyip gidiyor bir damla su için.
Usuldan usuldan giriyor düşüme
Ilık gecede ay ışığı altında.

Canevimin yeşeren yaprakları içinde
Gördüğüm o kadındır, bulutumsu, uçucu, gönül alıcı,
Delice ses veren gök gürültülerine benzeyen,
Şimşeğin parıltısında şöyle bir bulduğum kadındır o.

Diktiğim çardağın altına oturup
Sevgilimin boynunu çiçeklerle süslüyorum,
Derken sıçrayıp uyanıyorum birden
Elim böğrümde çiçekler boynumda.


Nazrul İslam
Çeviren: Eray Canberk

Umut

Belki raslarım sana, sevgilim,
Ufukların bir ucunda
Gökyüzünün çekildiği ve kucakladığı
Ağaç kümelerinin koyu yeşilinde

Issız çayırda
Şu uzak kulübede
Ya da köy havuzunun sakin kenarında
belki de yapayalnız
hafıfçe gülümseyerek
ellerimi ellerine almak için
çıkagelirsin
Bu gökyüzü mavisinden de ötede
Peçesiz yüzün ışıldıyor
Ve bu güney rüzgarı
Senden haberler getiren
Gizli bir elçidir
Ormanlara kaçan

Yaramaz bir afacansın
Birdenbire çıkıverirsin karşıma
Ve sevgiyle öpersin gözlerimden
Orada o uzak ufukta
Görkemli ışınlarıyla güneş
Haber veriyor bütün bunları.


Nazrul İslam
Çeviren: Yaşar Nabi

Korku Belirtileri

Teker teker korku belirtileri
yavaşça siliniyor ortalıktan.
Yaralı duvarları özel evlerin,
dükkanların, istasyonların, öğrenci
yurtlarının, iyileşiyorlar kafa tasındaki
deliklerin yeni etle dolması gibi.
Kaybolmakta korku belirtileri
teker teker, köylerden, kasabalardan.

Elektrik direğinde çalışkan karga
bir kez daha oturuyor, gagasında
samanla-kuluçka
zamanıdır anne-karganın.
Yüreğin Rabindranath Tagore'u
devlet hapishanesinden salınmıştır şimdi
ve duyulabilir yine
Bengal'in ışığında ve havasında
sakin portresi ışır duvarlarımızda.
Boş kafesi bulur, çıkarır
verandaya asarım
parlak, yeşil bir kuşun
döneceğini umarım.
Çünkü kaybolmakta korku belirtileri
kaybolmakta teker teker.

Ama hala damarlarımdaki kan, beynimdeki
korkunun koyduğu kurallara göre akar.

Alova ağacının altındaki tavuklar
kafalarındaki bir patlamanın
sesiyle birden etkilenirler.
Tınazın yanında bir tavşan titrer
çarpılarak anısıyla
çıplak çeliğin dokunuşunun.
Ağaçların yaprakları karabasanlarda
hala alevlerini götürürler ölü yakılan
meydanların ve büzülüp buruşurlar
simsiyah, sıcak küller uçuşan havada.

İri ve kıllı bir kol girer içeri
pencereden, ezerek, kırıp geçirerek
evdekileri, Masum pilav tabağı, bir
Albayın sırıtan yüzüne dönüşür ve gövdesiz
zıplamaya başlar döşemenin üstünde.
Birden sadık köpeğim atılır üzerime
kana susamış dişlerini duyarım ensemde.
Oğlum kahkaha atarak ulur
kardeşimin gövdesini görürüm
Kızkardeşimin gövdesini görürüm
sallanırken tavandaki kirişten.
Odamda bir tipi başlar-
göğsümde sıkışmakta kar- 
kefen bezleri dans ediyor rüzgarda
ölüm şarkısı adına!

Çok denedim. Korkuluklar
yaptım ve diktim her yere
aklımın tarlasında. Ama
hayaletler reddediyor gitmeyi.
Her gün, günün sonunda
yorgun düşerim, yorgun düşerim
yorgun, yılan ıslıklı korkunun
benliğimi saran kollarından.

Beyaz inek dönecek mi bir daha
sundurmasına, hafifçe kaldırarak
tozları ayaklarıyla ve
çanını çıngırdatarak, günbatımında?


Şemsur Rahman
Çeviren: Ali Cengizkan

Tanrıyı Arayış

Tanrısız olur mu hiç- der, çıkararak papuçlarını
su kabarıcaklarını yoklayarak, düşünüp tartarak her şeyi yeniden,
ve gün ağarır ağarmaz başlar tanrıyı araması-çekmecelerde,
çatı arasında
başlar arayış çeyiz sandıklarında, çocukların ceplerinde
arar tanrıyı adam, ağaç kovuklarına göz ata ata
ahırın çevresinde, nehrin kıyılarında
peyke altına bakar, dama çıkar, bacanın içini araştırır
ot ambarında, saplar elindeki sopayı geçen yılki tınaza
unları elekten geçirir, seçip ayıklar kuru mantarları
söker saati, takar yeniden, şaşırmaksızın,
eski kitapları karıştırır, satır aralarını
arar, eski takvimlerin sayfaları arasında, sararmış arıcılık el-
kitaplarında bir elma ağacının altını yoklar, bir yerlere gömülmüş olmasın
kuyunun suyunu çeker, parmaklarıyla araştırır dibi
geçirir birkaç kez tırmığı havuzdan enine boyuna
bir kapan kurar köşede, sıçan deliğinin yanına
tartar elindeki pasaportu, çocukların nüfus kağıtlarını yoklar
kiliselerde mihrabın arkasına göz atar, arar hastanede,
papazın evinde
bakar tabutlara mezara indirilirken
arar ilaç şişelerinde, acı tatlı ilaçlarda
sonra oturur ucuna kerevetin, başlar duaya
esneyerek, kaşınarak, alıştığı üzere
her gün öylece, sabahtan akşama dek: ve tabutunun kapağı
düşünce
ansızın bir korkuya kapılır: unuttuğum bir şey oldu mutlaka


Vytautas Bloze
Çeviren: Berzinç - Ataol Behramoğlu

5 Mayıs 2017 Cuma

Sürgün

Bilinmez bitkiler.
Bir tufandan fışkırmış toprak
Ölü ısırganotunun uğultusunda.

Çanların uçuşu
parçaladı yüreği
pencere camı gibi.

Datura fastuosa.
Sardunya Vadisi'nin yalnızlığı.
Nasırlı ellerin dikeni
kazıyor toprağı ve ağlıyor.

Durmadan yürüyorum
ısırgan ve baldıran uğultusunun
hüzünlü tören alayında.

Çünkü bize kalan biricik şey
-mezar üzerinde kısa kısa izler-
vasiyetin senin.



Nyka Niliunas
Çeviren: Özdemir İnce

Ben Olmayınca

Dağlarda özgür kartallar
Sen ve ben, dağlarda.
Ah, adımı sana kim yankılar
Dağlar olmayınca?

Özgürlüğü çığırır rüzgar
Özgür kişi hiçbir şeyi umursamaz!
Ah, gülüşümü sana kim anımsatır
Geçip gidince yaz?

Gün karardı güneşle birlikte
Ve güneşle uyanacak bir daha
Ah, neyi koyabileceksin aşkımın yerine
Ben olmayınca?


Salomeja Neris
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Ziyaret

Bu gece, ölmüş bir dost
Ziyaretime geldi
Oturduk sofraya
Ve iyi sözler konuştuk

Düşümde bilmiyordum öldüğünü
Neşeli ve capcanlıydı
Yiyip içelim dedim
Kaldırdık kadehlerimizi

Ne yedi ne içti
Yüzünde bir tuhaf gülümseyiş
Ben yeniden kadeh kaldırdığımda
Daha da tuhaf bir şeyler söyledi

Anımsamıyorum söylediklerini
Durdu birden ve kalktı gitmek için
Giderken kucaklayıp öptü beni
Ve dönüp baktı arkasından eşiğin

Uyandım ve uyku tutmadı bir daha
Ama her şey biraz daha kolay
Ve daha az karamsarım
Bu ziyaretten sonra


V. M. Putinas
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

4 Mayıs 2017 Perşembe

Dilsiz

Laf atar millet atar kuş bile
ağzı açık nesi var diyecek taş benim ağzımda
susar kulaklarımdaki İsa.

Dilsizim ben dilim yok ağzımda ve
başımı sallarım dilsizim dilsiz ve sağır
hırlar korkudan gırtlağımda o söz kurbanlık
domuz gibi semiren.

Kral fırlar yerinden sürçer merdivenlerde
soytarı ve gelirler kara keşişler bir
tabut taşıyarak ağızları açık.

Bak konuşuyor org ve duyumsuyor alnım
konuşuyor hava ve korkutuyor ve çürüyor ciğerlerimde söz.

Parmakla işaret ediyor ve gösteriyorlar
elleriyle bir çukur kaz hadi.


Uldis Berzinç
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Ne İyi Pencerelerin Olduğu

Ne iyi pencerelerin olduğu. Işık
girer kaçınılmaz olarak, ışığın gerçeğini
doğrulayan karanlık ve değişen mevsimler
girer, öyle akıl almaz bir neşe ki
en ansıdır tüm neşelerin.

Bazen kederin sessiz kuşu
gelir uçarak, büyüyen neşemi
kemikli kanadıyla kesip atmayı umar,
ama ben cüretli sözcükleri bilirim.
Onların gücüdür bu imgeleri kovan.

Ne iyi ellerin olduğu. Az şey değil
bu neşeyi duymak. Okşamak
o düğümlenmiş kökleri, ağaç kesiklerindeki
derin çizgili yüzü ve kurtarmak az şey değil,
huş ağacının özüne hapsolmuş karıncayı.

Ne iyi başarmış olmak
insan olarak doğmayı. Bir taş, ya da
hayvan değil. Fakat, kuşun geri gelmesinin,
bir daha ve sözcüklerin güçlerini yitirmesinin
iyi olduğuna nasıl inandırsın insan kendini,

cüreti etkisiz kılıyor çaresizlik.


Maris Caklais
Çeviren: Yusuf Eradam

Ve Dünyamız Olan Bu Kürecik

..... Ve dünyamız olan bu kürecik
konuşmayı tez öğrendi
ve dillerinden biri
yulaf tarlasında sis örneği başladı kıvrılmaya

nasıl salınırsa ırmakta söğüt dalı
rüzgarda nasıl savrulursa acı duman
dillerinden birinde
ağlayıp güler bu yaşam

ve dillerinden birinde
açıldı ağzım
yıldızlar bilmediklerimi fısıldayarak
penceremi zorlayınca


Janis Peters
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Kendinden Geçiş

Ah; en güzel şey her günkü yaşamdır
Ve damarda hışırtıyla akan bu kan.
Ne ayık oldum ne sakıngan
Ve sevinç her yanımı kuşatır.

Entarimin açık yeşil ipeğidir
Bir dalga gibi köpüren ayaklarımın altında
Ve düşüyor tüm giysim fışırtıyla
Çünkü kadın çıplakken en güzeldir

Neden böyle güzel kokuyor ay çiçeği?
Yoksa bugün yaşamım değişecek mi kökünden
Ah, işte böyle biriyim ben

Ki içiyor beş duyum her sevinci
Farkım yok ölüme mahkum birinden
Yaşamaya delice susamışken


Marie Under
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Ses

Küçücük bir oğlanken ben
Bir ses çınlamaya başladı içimde

Az biraz boyattığımda
Ses de yükseldi göğsümde

Şimdi her yanım o sesle kaplı
Göğsüm altında eziliyor

Hayatımdır o, canımdır
Dünya ona dar geliyor


Yuhan Liiv
Çeviren: Uldis Berzinç - Ataol Behramoğlu

Dünya Bene Tanış Gelir

Gedirim, izim böyüyür,
Susuram, sözüm böyüyür
Bakıram, gözüm böyüyür
Dünya bene tanış gelir

Bunun dağı, taşı tanış,
Bunun yazı-kışı tanış
Gözlerimin yaşı tanış
Dünya bene tanış gelir

Bir defe de gelmişemmi?
Gelmişemmi, görmüşemmi?
Yaşamışam, ölmüşemmi?
Dünya bene tanış gelir.


Ramız Rövşen

2 Mayıs 2017 Salı

Son Gecedir Bugün Yine

Son gecedir bugün yine,
sabah yine son seher,
Son yel dolur son yelkene.
Kayık yüzür birteher...

Ahırıncı ağaçdır bu,
Esir sonuncu külek.
Bağlayıb sonuncu yolu
Yine sonuncu felek...

Şimdi son kuçe üstüne
Yağacak son adımlar,
Yine dönecekler tine
Sap-sarı, son adamlar...

Doğulur sonuncu insan,
Sonuncu insan ölür,
Yine son defa ağlayan,
Son defa gülen olur...


Vagif Vekilov


sabah: yarın
seher: sabah
birteher: birtuhaf
ahırıncı: sonuncu
esir: esiyor
bağlayıb: bağladı-kapadı
kuçe: sokak
tin: köşe

Diyojen Çırağları

Anar'a


Diyojen çırağları yanır
yanır kardeşim hey!
Bu pencere
o pencere
bizim pencere ...
Her pencere bir Diyojen çırağı.
Hayat derk olunur
her pencerede.
Akılla derk olunur,
yumrukla
dudakla,
kardeşim hey!
Işıklar yanacak
pencere ışıkları
kainatın
Diyojen çırağı-
Güneş
kalkana kadar.
Işık derk olunacak onda
kardeşim hey!
Diyojen çırağları yanır;
bu pencere,
o pencere
pencereler.
istemirem sönsün
Diyojen çırağları.
Pencere,
çırağ olmak isteyirem,
kardeşim hey!


Vagif Vekilov
1963


çırağ: lamba, mum
derk: anlama
onda: o zaman

İnkılap Adası

İnkılap
aldı avucuna
balaca bir adayı
Dünyaya
yaydı şöhretini, adını.
İnkılap halkın partlayan sabrıdır
Nefretidir, gayretidir.
İnkılap
ezilen halkların
Volkan
vuran hakikatidir.
Cehalet karanlığını
İnkılap öz nuru ile bezeyir.
İnkılap adası Küba
Amerikaya yan alan
"Avrora" gemisine benzeyir.


Fikret Koca


balaca: küçük
partlamak: patlamak
yan almak: yanaşmak

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Elimden Gelse

Ben isterim ki
Bulutlar ağlasın
Çocuklar ağlamasın
Hiçbiri öksüzlük
Yetimlik duymasın

Ben isterim ki
Konuşsun her çiçek
Kendi dilince
Silahların
Kesilsin sesi

Ben isterim ki
Yangınlar sönsün
Umutlar sönmesin
Erişsin her meyve
Kendi çağında
Yüreklere
Acı söz değmesin

Ben isterim ki
Eğilsin dallar
Bereketten;
İnsanoğlu
Başını eğmesin
Utançtan ya da güçsüzlükten

Ben isterim ki
Gözyaşı gibi
Aksın pınarlar
Berrak duru
Toprağın üzerinde
Pınar gibi
Akmasın gözyaşı
Yeryüzünün hiçbir yerinde

Ben isterim ki
Bir yıldızlar
Kalsın uykusuz
İnsanlar yatıp dinlensinler
Taze bir güçle
Başlamak için
Umutlu sabaha

Ben isterim ki
Her şey eğilsin
İnsanın önünde
İnsan insana
Tutsak olmasın

Ben isterim ki
Sevinç mutluluk
Bol olsun
Yürekten yüreğe
Ülkeden ülkeye
Açık yol olsun


Resul Rıza
Uyarlayan: Ataol Behramoğlu