Şiir, Sadece: Canto General
Canto General etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Canto General etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Temmuz 2014 Cuma

Dünyanın Adı Juan

Kurtarıcılardan sonra geldi Juan
çalışarak, balık tutarak ve savaşarak
marangozhanesinde ya da rutubetli madeninde.
Sürdü toprağı elleri ve ölçtü yolları.
Kemikleri dağılmış dört bir yana.
Ama yaşıyor O. Geri döndü topraktan. Doğdu O.
Ölümsüz bir bitki gibi büyüdü yeniden.
Bütün bu kirli gece boğmak istedi O'nu
ve bugün şafakta güçlendiriyor O yılmaz dudaklarını.
Bağladılar O'nu, ve şimdi kararlı bir askerdir O.
Yaraladılar O'nu, ve daha diri elmaların sağlığı var O'nda.
Kestiler ellerini, ve bugün yeniden sallıyor yumruğunu O.
Gömdüler O'nu, ve şimdi bizimle yürüyor şarkı söyleyerek.
Juan, senindir kapı ve yol.
Dünya senindir halkım, ve doğdu gerçek
seninle, senin kanından.
Seni yok edemezler. Senin köklerin,
sen insanlığın ağacı,
sen ölümsüz ağaç,
çelikle savunuluyor bugün,
senin kendi büyüklüğünle savunuluyor bugün
senin Sovyet anayurdunda, zırhla örtünmüş
ölümle birlik kuran kurdun ısırıklarına karşın.

Halk, senin acılarından doğdu düzen.

Düzenden doğdu senin utku dolu bayrağın.

Dalgalandır onu düşen bütün ellerle,
birleşen tüm ellerle savun onu,
ve yenilmez yüzlerin birliği yürüsün
son kavgaya dek, yıldıza dönmüş olana, bırak.


Pablo Neruda
La tierra llama Juan
Canto General

3 Temmuz 2014 Perşembe

Dünyanın Merdivenlerine Tırmanırken

Dünyanın merdivenlerine tırmanırken,
ta yitik ormanın acımasız ıssızlığına dek,
ta yukarı sana doğru Macchu Picchu.
Dikleşen kayalardaki yüce kent,
dünyasal olanın uyuyan giyitleri altında
saklayamadığı en son mesken.
Sende sallanır iki paralel çizgi gibi
şimşeğin ve insanın beşiği
ısırgan bir rüzgârda.

Taşın anası, kondor'un köpüğü.

İnsan-şafağının yüksek pırıltısı.

İlk kumda yitik bahçıvan-beli.

Meskendi bu, mekândı bu:
burda yükseldi kudretli mısırbitkisi
ve toprağa düştü yeniden kızıl bir dolu tanesi gibi.
Burda büyüdü lama'nın altın yünü
süslemek için sevdalıları, mezartaşlarını, anaları,
kralı, yakarıcıları ve savaşçıları.

Burda dinlendi insanayakları geceleri
yabanıl hayvan oyuklarındaki kartal pençelerinde,
ve şafağın gölgesinde
mühürledi yıldırım ayaklarla incelmiş pusu
ve dokundu yerle taşa,
gecede ve ölümde tekrar tanınıncaya dek.

Giysileri ve elleri görüyorum,
çınlayan boşluktaki suyun akışında,
bir çehrenin uysal dokunaklılığından yumuşadı duvarlar,
ki gözlerimle izledim dünyasal lambaları,
ki ellerimle vaftiz ettim yokolmuş aşiretleri:
çünkü giyitler, deri, kap,
söz, şarap ve ekmek,
her şey yitti, düştü toprağa.
Ve portakal çiçeği parmaklarıyla çekildi hava
bütün uyuyanların üzerinden:
hava ve aylardan bin yıldan, havadan haftalardan,
mavi rüzgârdan, demir grisi sıradağlardan,
cilâlı adımların hafif fırtınasından,
taşın ıssız arazisinden.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu
Canto General

28 Haziran 2014 Cumartesi

Düşmanlar

Geldiler barut dolu
tüfekleriyle, verdiler acımasız kıyım emrini,
burada şarkı söyleyen bir halk bulmuşlardı,
sevda ve yükümlülükle birleşmiş bir halk,
ve düştü incecik kız bayrağıyla birlikte,
ve yanına düştü O'nun
gülümseyen genç adam,
öfke ve acı içinde gördü
halkın korkusu ölülerin düşüşünü.
Ama burada
ölülerin düştüğü burada
yere düştü bayraklar kanda yıkanmak için
ve yeniden kaldırıldı canilerin çehresine doğru.

Bu ölülerin, bizim ölülerimizin adına,
intikam almak istiyorum.

Memleketi kanla lekeleyenlerden
intikam almak istiyorum.

Bu ölüm emrini veren cellattan
intikam almak istiyorum.

Böylesi bir cürümle yükselen hainden
intikam almak istiyorum.

Bu ölüm savaşı için emir verenden
intikam almak istiyorum.

Bu cürmü savunanlardan
intikam almak istiyorum.

Onların bana, kanlarımızı emmiş ellerini
uzatmalarını istemiyorum.
İntikam almak istiyorum.
Onları evlerinde güven içinde otururken
ya da Büyükelçi olarak görmek istemiyorum,
burada görmek istiyorum onları, bu meydanda,
bu yerde, yargılanmışlarken.

İntikam almak istiyorum.


Pablo Neruda
La arena traicionada
Canto General

25 Haziran 2014 Çarşamba

El Socorro'lu Komüncüler

Manuela Beltran'dı bu kadın
(yıktığında zalimin yasalarını
ve bağırdığında: "Zorbalara ölüm!" diye.)
sanki yeni mısır tohumları serpti
toprağımızın üstüne.
Nueva Granada'da oldu bu, El Socorro
kentinde. Komüncüler
sarstığında Genel Valiliği
uyarıcı bir güneş tutulmasıyla.
Birleştiler tekellere karşı,
kokuşan ayrıcalığa karşı,
ve havaya kaldırdılar
yasal haklar hakkındaki bir el kitabını.
Birleştiler taş ve silahla,
milis ve kadınlar, halk,
düzen ve öfke yollara düştü
Bogota'ya ve varsıl ailelere karşı.

O zaman Başpiskopos göründü.
"Bütün haklarınızı alacaksınız,
Tanrı adına size söz veriyorum."

İtişip kakıştı halk meydanda.

Ve Başpiskopos okudu
uzun bir duayı ve and içti.
Adil bir barıştı O.

"Silahlarınızı bırakıp evinize
gidin" diye hükmetti.

Komüncüler bıraktılar
silahlarını. Bogota'da
övüldü Başpiskopos,
kutlandı ihaneti,
hain duasındaki yalancı şahitliği
ve ekmeği ve adaleti rededişi.

Liderleri vurdular teker teker,
dağıtıldı yeni kesilmiş kafaları
köyden köye
Papaz duaları
ve Genel Valilik'teki dans arasında.

İlk ağır mısır tohumusunuz sizler
serpiştirildiniz topraklara,
Bizimlesiniz kör heykeller gibi,
ve düşman gecede
olgunlaştırırsınız başakların başkaldırısını.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

23 Haziran 2014 Pazartesi

Emiliano Zapata'ya Tata Nacho'nun Müziği ile

Acılar ulaştığında
yeryüzüne ve avutulmaz dikençalısı
çiftçiye kalan miras iken
ve, eskisi gibi, açgözlü
merasimsi sakallar ve kırbaçlar,
ki, çiçek ve ateş, açılırken dörtnala...

Borrachita, gidiyorum gurbete
başkente

buharlaşan şafakta
titredi sarp toprak bıçaklarla,
taneleri yolunmuş bir mısır koçanı gibi
düştü yol işçisi acının yatağından
başdöndürücü yalnızlığa.

rica etmek için
beni çağırmaya izin veren işverene

O zaman Zapata toprak ve şafaktı.
Bütün ufuklar boyunca görünürdü
silahlanmış tohum sürüleri O'nun.
Suyun ve sınırın yanında bir hücumda
Coahuila'lı demir katılığındaki kaynak,
Sonora'lı yıldız giyitli taş:
hepsi izledi cesur yolculuğunu O'nun,
O'nun köylü fırtınasını atnallarından yapılma.

ve terkediyor O öküz-çiftliğini
ne ki yakında döner geri

Yeter ki dağıt ekmeği, toprağı:

İzlerim seni.
Bırakırım cennetsi gözkapaklarımı.
Ben, Zapata, gidiyorum çiy ile
sabahın atlılarına,
gülkızılı duvarlı evlere doğru
bir kurşun-atımında nopales armağanlarında.

...ipek kurdela saçına
Pancho'n için ağlama...

Uyuyor ay atların semerlerinde.
Zapata'nın askerleriyle birlik dinleniyor
üst üste yığılmış, bölünmüş ölüm.
Ağır gecenin iskelesi altında
saklıyor uyku kaderini,
kasvetli, kuluçkadaki ketenini.
Topluyor ateş uykusuz havayı:
yağ, ter ve gecesel barutdumanını.

...Borrachita, gidiyorum uzaklara
unutmak için seni...

Memleket istiyoruz biz mazluma.
Bıçağın bölüyor ataların mirasını,
kurşun-atımları ve kavga-atları titretiyor
cezaları ve celladın sakalını.
Toprak bir tüfekle bölüşülür çünkü.
Bekleme, ey toz toprağa bulanmış çiftçi,
bütün döktüğün ter kusursuz ışığın üstünde
ve gökyüzü senin dizinde bölündü.
Ayağa kalk ve sür atı dörtnala Zapata'yla.

O'nu beraberimde götürmek istedim
ama bana hayır dedi O...

Meksika, nazlı tarım, sevgili
toprak bölüştürüldü adsız halk arasında:
mısır tarlalarının mızraklarında çıktı dışarı
güneşe, senin terli yüzbaşıların.
Güney'in karından geliyorum şarkılamaya seni.
Bırak dörtnal süreyim kaderinde senin
ve çekeyim barut dumanını enfiye gibi ve süreyim toprağı.

...Değil mi ki ağlayacak O her ne olursa olsun,
niye gelmeli öyleyse geriye? ..


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

7 Haziran 2014 Cumartesi

Ercilla

Arauco'nun taşı ırmakların özgürce dalgalanan
gülleri, köklerin ülkeleri,
karşılaşıyor şimdi İspanya'dan gelen adamla.
Dev gibi yosunla kaplıyorlar onun zırhını.

Eğreltiotlarının gölgeleri hakkından geliyorlar
onun kılıcının.
Yabanıl sarmaşık koyuyor mavi ellerini
gezegenin yeni doğmuş sessizliğine.
Ercilla, sen güzel sesli insan, işitiyorum suyun nabzını
senin ilk sabahından, kuşlardan bir çılgınlık
ve yapraktaki gökgürültüsü.
Terket, terket sarı kartaldan
izini ey, yırt yanağa dokunan yanağı
mısıra doğru,
bu dünyadaki her şey tüketilmeli.
Sen ezgi dolu, yalnız başına içmeyeceksin
kan dolu bu çanağı, ey ezgi dolu,
senden atılmış yalnızca bu hiddetli parıltıya
boş yere gelecek zamanın ağzı
söylemek için: 'Boşuna.'
Boşuna, boşuna
sıçradı kan kristal yapraklarına,
boşuna askerin kuşkulu adımları
puma gecelerinin arasında,
emirler,
yaralının
adımları.
Yalıtılmış bir kralın asma-bitkilerini yokettiği yerde
dönüyor her şey geriye kuştüyüyle güzelleşmiş sessizliğe.


Pablo Neruda
Los conquistadores
Canto General

4 Haziran 2014 Çarşamba

Ev

Hâlâ kokan yeni devrilmiş kerestelerden yapılmış
evim benim: handiyse devrilecek
sınırdaki ev, her adımda gıcırdıyor
ve fırtınanın parçası olan Antarktik havanın
savaşçı rüzgârında inliyordun, donmuş kanatları altında
şarkımın oluştuğu yabancı bir kuş.
Gölgeler gördüm, köklerimin etrafında bitkiler gibi büyüyen
yüzler gördüm, ağaçların gölgesinde
şarkılar söyleyen akrabalarım
ve ıslak atlar arasında ateş yaktım,
gizlenmiş gölgede kadınlar
terk etmiş erkeksi kuleleri,
ışığı kamçılayan dörtnalalar,
öfkenin bastırılmış geceleri, havlayan köpekler.
Toprağın karanlık şafağıyla kayboldu babam
düdük çalan treniyle
Tanrı’ya doğru hangi çaresiz adalar denizinde kim bilir?
Sonraları sevdim kömürün duman kokusunu,
petrolü, dingillerin o buz soğuğu düzenini,
ve o ağır tren yayıldı durdu dünyaya
kışın içinden, kibirli bir tırtıl gibi.
Birden titredi kapılar.
Babamdı bu,
Yolların yüzbaşıları çevirmiş etrafını:
yağmura bulanmış ceketleriyle demiryolu işçileri,
buhar ve yağmur onlarla gelirdi ve sarıp sarmalardı evi,
yemek odası vınlardı boğuk anlatılarla,
bardaklar boşalırdı,
ve bana doğru gelirdi kaygı, bu yaratıklardan,
acıların yaşadığı yalıtılmış bir kale gibi,
bu öfkeyle büzülmüş yara izi, parasız adamlardan,
yoksulluğun toprak grisi pençesi.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

3 Haziran 2014 Salı

Eve Varış

Döndüm eve... Şili karşıladı beni
çölün sarı yüzüyle.
Acı çekerek dolandım
yanmış bozkır ayının kumlu kraterinde
ve buldum gezegenin en çorak bölgesini,
asmasız bu basit ışığı, bu kusursuz boşluğu.
Bomboş? Fakat bitkisiz, toynaksız, gübresiz
sere serpe açmıştı toprak çıplaklığını
ve uzakta uzun soğuk çizgisinde
kuşlar doğuyordu ve özenle oluşturuyordu göğüsleri.

Fakat daha çok uzaklarda altını kazıyordu insanlar sınırların,
sert metalleri çıkarıyorlardı, dağılmış çoğu
acı tahılın unu gibi,
başkaları ateşin terli yüceleri gibi
ve insanlar ve ay, her şey sarmaladı beni ölü çiyinde
düşlerin boş izini kaybedene dek.

Issızlık çekti beni tümüyle, ve cüruf insanı
çıktı mağarasından dışarı, sıyrıldı sessiz ıstırabından
ve anladım yitik halkımın acılarını.

Caddelerden ve bölgelerden geçerken ve konuşurken
gördüklerim hakkında, biliyordu halk toprak izini taşıyan
ağrılı ellerimi, korunmasız yoksulluğun
meskenleri, kuru ekmek ve unutulan ayın
yalnızlığı.

Ve yan yana çıplak ayaklı kardeşimle
geçersiz kılmak istiyordum kirli mangırların krallığını.

Takip edildim, fakat kavgamız devam ediyor.

Gerçekler aydan daha yüksekte durur.

Büyük bir gemiye bakar gibi bakıyorlar, madenlerin
adamları, durup geceyi gözlemlerken.
Ve karanlıkta paylaşılıyor sesim
yeryüzünün en katı ağaç gövdesi arasında.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General
1944

23 Mayıs 2014 Cuma

Fakat Bir Konuk Buldular Evde

Fakat bir konuk buldular evde,
ya da yeni gözlerle gelmişlerdi (ya da önce kördüler)
ya da fırlayan dallar çizdi onların göz kapaklarını
ya da yeni durumlar egemenleşti Amerikan toprağında.
Seninle birlikte savaşan dirençli ve güleç
zencilere bak bir kez:
Yanan bir haç dikmişler
mahallelerinin önüne,
beyaz adam astı kan kardeşini ve yaktı sonra:
asker yapmıştı onu, ama bugün
esirgeniyor zenciden oy ve karar verme hakkı: geceleri
toplanıyor haç ve kırbaçla
kimliğini gizleyen cellatlar.
(Başka bir anlatım
duyuldu okyanusun ötesindeki bu mücadeleden) .
Beklenmeyen bir konuk
yaşlı, korkunç ve sarıp sarmalayan,
kemirilmiş bir ahtapot gibi,
gelip kuruldu senin evine, ey küçük asker;
Berlin’de üretilen eski zehrini
kusuyor şimdilerde basın.
Gazeteler (Times, News Week, vs) dönüştüler
sarı ihbar gazetelerine: Nazilere
sevgi şarkıları dizen Hearst gülümsüyor
ve sivriltiyor pençelerini, ki böylelikle yeniden
düşesin resiflere ya da steplere
ve savaşasın rahatsızlık veren bu konuk için.
Sana bir rahat yok bunlardan: satmak isteyeceklerdir
daha çok çelik ve mermiyi, daha çok barut üretip
satacaklardır anında, yeni silahlar
gün yüzünü görmeden ve diğer ellere düşmeden.
Her yerde artırıyor falanjları
senin evine kendilerini efendi atayanların,
seviyorlar onlar karanlık İspanya’yı
ve sunuyorlar bir fincan kanı
(asıldı bir, yüz) : Marshall kokteyli.
Genç kan alın: Çin’den çiftçileri,
İspanya’dan tutsakları,
Küba’nın şeker tarlalarından kanı ve teri,
Şili’nin kömür ve bakır madenlerinden
gözyaşlarını alın kadınların;
sonra karıştırın bunu
copla vurur gibi bir enerjiyle,
ve unutmayın buz parçalarını ve bir kaç damlasını
“İsevi kültürünü koruyalım” şarkısının.
Acı bir karışım mı oldu?
Bunu içmeye alışacaksın, küçük asker.
Nerede olursan ol dünyada, ay ışığında
ya da lüks bir otelde sabahleyin,
kuvvetlendiren ve ferahlatan bu içeceği ısmarla yalnızca
ve Washington’un resmiyle süslenmiş olan
güzelim bir banknotla öde.

Şefkatin dünyadaki son babası Charlie Chaplin’in
kaçmak zorunda olduğunu da öğrendin
ve yazarlar (Howard Fast ve diğerleri)
ve senin ülkenin
bilginleri ve sanatçıları
“Amerika karşıtı” düşüncelerden ötürü
kabul etmeliydi yargılanmayı
savaş sayesinde zengin olan
zücaciyecilerden oluşan bir mahkemede.
Dünyanın en ücra köşelerine yayıldı korku.
Korkarak okuyor teyzem bu haberleri,
ve dünyanın bütün gözleri dikmiş bakışlarını
utancın ve intikamın mahkemelerine.
Kanla lekeli Babbitts’in kurduğu mahkemeler bunlar,
köle tacirlerinin, Lincoln’un katillerinin kurduğu,
yeni oluşturulan engizisyonlar bunlar,
(o zamanlarda da korkunç ve anlamsız olan)
inanç için değil bu,
fakat kerhanelerde ve bankalarda
kumar masalarında şıngırdayan altın içindi,
ve kimse yargılayamazdı altını.

Moriñigo, Trujillo, Gonzáles Videla, Somoza
ve Dutra buldular birbirlerini Bogotá’da ve alkışladılar.
Sen tanımıyorsun onları, genç Amerikalı: onlar
bizim göklerimizdeki karanlık vampirlerdir, acıdır
kanatlarının gölgesi:
hapishaneler,
işkence, ölüm ve nefret: Petrol ve nitrat sahibi
Güney ülkelerinin
yumurtadan çıkan bir canavarlarıdır bunlar.
Geceleyin Şili’de, Lota’da,
ulaşır celladın emirleri maden işçisinin
sade ve rutubetli evine. Ağlayarak
uyanır çocuklar.
Binlercesi onların
tutuklanır ve düşünür:
Paraguay’da
saklar ormanın sık gölgesi
kemiklerini öldürülmüş bir yurtseverin,
çınlar bir kurşun yazın fosfor parıltısında.
Orada ölmüştür gerçek.
Neden müdahale etmiyor
Bay Vandenberg, Bay Armour, Bay Marshall,
Bay Hearst savunmak için Batı’yı
Santo Domingo’da?
Neden Nikaragua’nın Başkanı
geceleyin uyandırıldı, işkence edildi ona,
neden kaçtı sürgünde ölmek için?
(Orada muzlar savunulmalı, özgürlükler değil
bu yüzden Somoza’yla idare edilebilir) .
Büyük,
utku dolu düşünceler Yunanistan’da ve Çin’de
kirli halılar gibi kirlenmiş hükümetler için
bir örtü oldu.
Ah, zavallı asker!


Pablo Neruda
Que despierte el leñador
Canto General


Not:

William Randolph Hearst (1863-1951) tarihleri arasında yaşamış Amerikalı gazete patronudur. Orson Welles'in 1941 yapımı 'Citizen Kane' adlı filmine konu olmuştur.

10 Mayıs 2014 Cumartesi

Gecenin Geç Saatinde, Bütün Yaşamın Ortasında

Gecenin geç saatinde, bütün yaşamın ortasında,
gözyaşından kağıda, giysiden giysiye,
dolaşırdım bu zalim günlerde.
Peşimdeydi polis
ve kristal aydınlığı saatte, yalnız
yıldızların yabanıllığında,
dolandım kentler, ormanlar,
çiftlikler, limanlar arasında,
bir insan kapısından diğerine.
bir insan elinden bir ötekine, ve sonra bir başkasına.
Kasvetlidir gece, ne ki nakışladı
insanoğlu kardeşlik işaretlerini,
ve körler gibi yollarda, karanlığın içinden,
ulaştım aydınlık kapıya, benim olan
küçük yıldız noktasına,
kurtların ormanda henüz parçalamadıkları
ekmek kırıntısına.

Bir gece açık arazide bir eve
geldim, görmemiştim hiçbirini
daha önce hane halkının,
varlıklarından da haberli değildim.
Ne yapıyordularsa yeniydi zamanları
benim bilincim için.
Girdim içeri, beş kişiydiler ailede:
bir gece yangını varmışcasına
ayağa kalktı hepsi de.
Bir bir sıktım
ellerini, baktım yüzlerine teker teker,
hiç bir şey söylenmemişçesine: kapıydı onlar
caddede hiç görmediğim,
yüzümü tanımayan gözlerdi,
ve o yüksek, yeni varılmış
gecede uzattım bitkinliğimi uyumak için,
savmak için başımdan sıla hasretini.
Bastırdığında uyku,
sürdü gitti gece
yeryüzünün kısık sesli köpek havlamaları
ve yalnızlık liflerinin sonsuz yankısıyla,
ve düşündüm: "Nerdeyim ben? Kim bunlar?
Neden yatacak yer verirler bana?
Hiç görmedikleri halde beni, neden açarlar kapılarını
ve savunurlar şarkımı?"
Ve bir seğirtme dışında
hiç bir yanıt yoktu yapraksız geceden,
çekirgelerden dokunmuş bir ketenden:
sanki titredi gecenin tümü
yapraklarda usulca.
Gecesel toprak, geldin sen
pencereme dudaklarınla
dilemek için iyi uykular
sanki batmışım binlerce yaprağa,
mevsimden mevsime, daldan dala,
yuvadan yuvaya, dalların arasında
bir ölü gibi uykuya dalana dek.


Pablo Neruda
El fugitivo (Sığınmacı)
Canto General

9 Mayıs 2014 Cuma

Geceye Sığındım Yeniden

Geceye sığındım yeniden.
Kenti geçerken açtı And Dağı gecesi,
açtı müsrif gece gülünü
giyitime karşı.
Kıştı Güney'de.
Kar bir heykel kaidesi kadar yükselmişti,
soğuk yakıyordu binlerce kar dokuyu.

Mapocho ırmağı siyah kardan yapılmış.
Ve ben, suskun, dolandım durdum caddeden caddeye
zalimin kirlettiği kentin içinden.
Ah, yalnızlığın kendisiydim
izlerken sevdanın sevda üstüne sökün ettiğini
gözlerimden göğsüme doğru.
Çünkü bu cadde ve öteki ve karla kaplı
gecenin çerçevesi, insancıl yaratıkların
gecesel yalnızlığı ve kendi karanlığım,
boyun eğdirdi halka ölümün varoşunda,
her şey, bu son pencere
küçük bir çizgi gibi aldatan ışığıyla,
bunaltıcı, siyah mercandan
mesken'in üstündeki mesken,
yorulmaz rüzgârı yurdumun,
her şey benimdi işte, bütün bunlar
sessizce doğrulttu şefkatli ve öpücük dolu
bir ağzı bana doğru.


Pablo Neruda
El fugitivo (Sığınmacı)
Canto General

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Gelen Alacakaranlık Huzur Dolu Olsun

Gelen alacakaranlık huzur dolu olsun
köprü huzur dolu olsun, barış olsun şarap için,
beni arayan ve kanımda yükselen harfler
huzur dolu olsun, toprak ve sevda hakkındaki
eski şarkı çevrelemiş beni, ekmek uyandığında
barış olsun şehirde sabahları, bütün köklerin ırmağı
Mississippi huzur dolu olsun:
kardeşimin gömleği huzur dolu olsun,
havadan bir mühür gibi olan kitap için barış,
Esenlikler olsun Kiev’deki kolkhoz için,
orada ölenlerin ve diğer ölülerin külleri için de
esenlikler olsun, Brooklyn’in
siyah demiri için barış olsun, gündüz gibi
evden eve giden postacı için de,
bir huninin içinden kızlara bağıran
koreograf için barış olsun,
Yalnızca Rosario yazmak isteyen sağ elim için
esenlikler olsun:
kalay taşı gibi gizemli, Bolivyalı için
barış olsun, esenlikler olsun
ki evlenebilesin, huzur dolu olsun
Bío Bío’nun hızar değirmenleri,
İspanyol partizanlarının
ezilmiş yürekleri için barış olsun:
en güzel şeyin
üzerinde nakışlı bir yürek bulunan yastık olduğu
Wyoming’deki o küçük müze için barış olsun,
fırıncı için ve onun bütün aşkları için esenlikler olsun
ve barış olsun un için: filizlenecek olan
bütün buğday için barış olsun,
bu sık yaprakları arayan bütün aşklar için,
yaşayan herkes için: bütün dünya için
ve bütün sular için barış olsun.

Burada vedalaşıyorum ben ve dönüyorum
ülkeme, kendi evime, düşlerimde
dönüyorum ben
rüzgârın ahırları dövdüğü
ve okyanusun buz püskürttüğü Patagonya’ya.
Bir ozanım ben yalnızca: hepinizi seviyorum
ve sevdiğim dünyanın eteklerinde çırpınıyorum:
benim ülkemde maden işçilerini hapsediyorlar
ve askerler emir veriyor yargıçlara.
Ama ben soğuk ülkemin
köklerini dahi seviyorum.
Bin kez ölebilsem
orada ölmek isterdim hep:
bin kez doğabilsem
orada doğmak isterdim hep,
yanı başında yabanıl Araukanya’nın
fırtınalı güney rüzgârının
ve yeni alınmış çanların.
Kimse düşünmesin beni.
Sevgiyle dolarak vuralım masaya
ve düşünelim bütün dünyayı.
İstemiyorum yeniden sızsın kan
arasından ekmeğin, fasulyenin
ve müziğin: istiyorum ki maden işçisi,
o küçük kız, avukat,
denizci ve oyuncak üreticisi
izlesin beni,
ki hep birlikte sinemaya gidip ondan sonra da
en kırmızı şarabı içebilelim.

Bir şeyi çözmeye gelmedim ben.

Şarkı söylemek için geldim buraya
ve senin de benimle şarkı söylemen için geldim.


Pablo Neruda
Que despierte el leñador
Canto General

23 Nisan 2014 Çarşamba

Gençlik

Eriklerden yapılmış ekşi
bir kılıç gibi bir koku bir yolda,
şekerin öpüşü dişlerde,
hayatın damlaları kayıyor parmaklar boyunca,
o şirin, kösnül eten,
hasat tarlası, ekin ambarları, kışkırtıcı,
gizli yerler geniş evlerde,
uyuyan eski döşekler, tepeden bakılan
o haşin yeşil ova, o saklı pencereden:
bütün bir gençlik ıpıslak ve pırıl pırıl
devrilmiş bir lamba gibi yağmurda.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General

15 Mart 2014 Cumartesi

Görkemli Ölüm Çağırdı Beni Bir Çok Kez

Görkemli ölüm çağırdı beni bir çok kez:
dalgalardaki görünmez tuzdu O,
ve farkedilmez tadındaki yayılan şey
uçurum ve doruğun parçaları gibiydi
ya da rüzgâr ve yağmurdan kocaman evlerdi.

Demir grisi bu yumurtaya geldim, havanın
ensizliğine, tarımın ve kayanın ölü şebnemine,
yıldızsızlığın son basamağına,
başdöndürücü bu helezon yola:
ama sen, yayılmış deniz, ey ölüm! yaklaşmıyorum
sana her bir dalganda,
ne ki gecesel açıklığın dörtnalası
ya da gecenin bütün toplamı gibi geliyorum.

Hiç yeltenmedin ceplerimizi karıştırmaya, senin varışın
ancak
kızılın en güzel giyitinde olasıdır:
kuşatılmış sessizliğin sabahkızılı halısında:
gözyaşlarının gömülü büyük vasiyetnâmesinde.

Her insanda bir ağaç sevemedim
omuzlarındaki küçük ilkbaharlarıyla (bin yaprağın
ölümü) , bütün sahte ve topraksız ölümler,
uçurumsuz yeniden dirilmeler:
yüzmek isterdim o engin hayatta,
o geniş deltalarda,
ve kaynak tazesi ellerimin avutulmaz hayatsızlığını
dolanmaması için yolu ve kapıyı kapattığında,
ve azar azar yadsıdığında beni insan
ve dolandığımda caddeden caddeye, ırmaktan ırmağa,
kentten kente, yataktan yatağa,
ve tuz maskelerim dolandırıp durduğunda çorak toprakta,
ve en son alçakgönüllü lambasız evlerde, ateşsiz,
ekmeksiz, taşsız, rahat yüzü görmeden,
yapayalnız kıvrıldım ölürcesine kendi ölümümün
içlerine doğru.


Pablo Neruda
Alturas de Macchu Picchu'dan
Canto General

13 Mart 2014 Perşembe

Guatemala

Şirin Guatemala, evindeki her bir
fayans kaplanların çeneleriyle emilmiş
çok eski bir
kan damlasını saklar.
Soyunu Alvarado ezdi,
uçurdu havaya yıldızların mezartaşını,
senin eziyetlerine düşürdü kendini.

Ve soluk kaplanların ardında
geldi piskopos Yucatan'a.
En derin bilgeliği topladı
ki işitilmişti göğün altında
dünyanın ilk gününde,
ilk maya anladığında
ırmağın titreyişini, kağıda döktü
çiçektozunun yerbilimini, Mumie-tanrılarının
kızgınlığını,
halkların göçlerini
ilk evrenler arasında,
arıkovanının yasalarını,
yeşil kuşun gizliliğini,
yıldızların dilini,
gecenin ve gündüzün bilmecelerini,
dünyasal gelişimin kıyılarında
toparladı.


Pablo Neruda
Los conquistadores'den
Canto General

12 Mart 2014 Çarşamba

Guayaquil

San Martin girdiğinde içeri, kavranmaz bir elden
gecesel bir şeyler girdi salona,
deri ve gölge.
Bekledi Bolivar.
Biliyordu çünkü işlerin nasıl gideceğini.
Yükseklerde uçuyordu, tezdi, metalsiydi,
saf önseziydi, yaman bir göçtü,
temkinli bedeni titredi
ordaki odada, durdu
tarihin karanlığında.

Tarifsiz yükseklerden geldi,
yıldızların nurundan,
geceyi yararak geldi uzaklardan
ordusu için,
kendisini izleyen karın
göze görünmez kaptanı.
Işık titreşti, San Martin'in arkasındaki kapı
taşıdı geceyi,
gecenin ulumasını, bir deltanın
tembel vızıltısını.

Sözcükler, uzaklaşan ve onlara geri dönen
bir patika açtı.
Bu iki organ konuştu birbirleriyle,
öteye ittiler birbirlerini, saklandılar,
kulak asmadılar birbirlerine, kaçtılar birbirlerinden.

Güney'den boz-sayılardan bir çuvalla
gelmişti San Martin:
yorulmaz üniformaların
yalnızlığı, kumdaki kalesinde birleşen
toprağı döven atları.

O'nunla birlikte geldi Şili'nin kaba
katır-sürücüleri, hoyrat
ve demir katılığındaki ordu,
savaş hazırlığının yeri,
bozkırın toprağında yaşlandı
adlı bayraklar.

Ne söyledilerse, düştü bedenden bedene
sessizlikte, aralarındaki uçurumda.
Söz değildi bu, zıt dünyalardan gelen
bir başka anlaşılmaz metali döven
insan taşından gelen,
derin bir dalgaydı bu.
Sözler geri döndü kaynağına.
Herkes gördü gözleriyle
kendi buyruklarını.
Gözkamaştıran çiçeklerle ilk zaman
sefil geçmişli ikinci zaman,
ordunun adi paçavraları.

Bolivar'ın yanındaki bir beyaz el
bekledi O'nu, hoşça-kal dedi,
yalazlı izlerini dölledi,
gerdek-gecesinin çarşafını serdi.
San Martin ovasına bağlıydı.
Düşü bir dörtnalaydı,
tehlike ve kayıştan bir ağdı.
Özgürlüğü anlaşılmış bir bozkırdı.
Utkusu bir buğday düzeniydi.

Bolivar bir düş kurdu,
bilinmez bir boyut, kalıcı hızdan
bir ateş,
öyle vakumladı ki O'nu
esaretinde, zincirledi ateşi özüne.

Düştü sözler ve sessizlik.
Yeniden açıldı kapı, bir kez daha
bütün bu Amerika gecesi,
sayısız dudaklardan geniş bir dalga titredi bir an.

San Martin döndü bu geceden
geriye, yalnızlığa, buğdaya.
Bolivar tuttu yolunu, yapyalnız.


Pablo Neruda
Los libertadores'den
Canto General

10 Mart 2014 Pazartesi

Güçlülerin Yasalarını Bildirmesi

Yurtsever olduklarını söylediler.
Kulüplerde nişanlar verdiler birbirlerine
ve tarihlerini yazdılar.
Parlamento dolup taştı
Şatafattan, o günden beri
bölüştürüyorlar toprağı, yasayı,
en güzel caddeleri, havayı,
üniversiteleri ve ayakkapları.

Onların alışılmadık girişimleri
acımasız aldatılarla süslü yöntemleriyle
kurulmuş bir Devlet oldu.
Konuşup durdular bunu her zaman
eğlencelerde ve resmi ziyafetlerde,
önceleri tarım bölgelerinde
subaylar ve avukatlarla.
Ve en sonunda getirdiler Kongre'ye
en yüce Yasa'yı, ünlü,
saygın, dokunulmaz,
Güçlülerin Yasası'nı.
Kabul edildi böylece yasa.

Tıklım tıklım ziyafet sofrası zenginlere.

Yoksullara çöpleri.

Zenginlere para.

Yoksullara iş.

Zenginlere büyük evler.

Yoksullara sefil baraka.

Ayrıcalık büyük hırsıza.

Hapis bir ekmek çalana.

Paris, Paris şövalyelere.

Madene, çöllere yoksul olan.

Senyor Rodriguez de la Crota
konuştu Senato'da bal gibi tatlı
ve lezzetli sesiyle:
"Bu yasa en sonunda gerçekleştiriyor
zorunlu hiyerarşiyi
ve her şeyden önce Hristiyanlığın
bütün ilkelerini.
Bu yasa, su kadar gerekliydi.
Yalnızca cehennemden geldiği bilinen
komünistler karşı çıkarlar, bilge ve katı olan
bu Eşitsizliğin yasa kitabına.
Fakat alt-insana özgü
bu Asya muhalefetini ezmek
çok basit: hepsini hapse atmak yeter.
Toplama kampları var,
böylece yalnız biz kalacağız geriye,
biz harika şövalyeler
ve Radikal Parti'nin
sevimli uşakları."

Bir alkış koptu
aristokratların sırasından:
ne konuşma yeteneği, ne kadar da ruh dolu,
ne büyük düşünür, ne ruhsal ışık!

Ve herkes fırladı dışarı
doldurmak için ceplerini iş yerlerinde,
biri sütü tekelleştirdi,
öbürü çelik tellerle yolsuzluk yaptı,
başka biri şekerle,
ve hepsi yüksek sesle yurtsever dedi
kendi kendilerine, yurtseverlikte de
tekelleşerek, ve en güçlünün Yasa'sına sığınarak.


Pablo Neruda
La arena traicionada
İhanete Uğramış Kum
Canto General

8 Mart 2014 Cumartesi

Güherçile Adamları

Esmer kahramanların yanında, güherçiledeydim,
gezegenin katı kabuğunu
gübreleyen ince kar'ı kazanın yanındaydım,
ve gururla sıktım topraklı ellerini O'nun.

Dediler ki bana: "Bak kardeş, nasıl
yaşıyoruz biz,
burada Humberstone'de, Mapocho'da,
Ricaventura'da, Paloma'da,
Pan de Azucar'da, Piojillo'da. Nereye gidersen git,
anlat bu işkenceleri,
kardeş, anlat aşağıda,
Cehennem'de yaşayan kardeşini."


Pablo Neruda
La arena traicionada
Canto General 


Not: Güherçile, potasyum nitrat.

7 Mart 2014 Cuma

Gün Gelecek

Kurtarıcılar, bu Amerika'nın
üzerindeki şafakta, sabahın
ıssızlaştırılmış karanlığında,
halklarımın sonsuz yaprağını
sunuyorum sana ve sevinci
kavganın her bir anından.

Mavi atlılar, düşmüş
zamanın uçurumuna,
yeni dikilmiş sancakları
ışıldayan askerler,
bugünün askerleri, komünistler,
metal dalgalarının
savaşan mirasçıları.
dinle buzullar arasından doğan
sevginin sade görev-ateşiyle
yükselen sesime:
aynı toprağız biz, aynı
halkız sürgündeki,
aynı kavgadır karışlayan
Amerika'mızın belini:
Gördünüz mü
biraderin karanlık mağarasını akşamın altında?
Hükmünü verdiniz mi
Umutsuz hayatının O'nun?
Halkın
çatlamış yüreği, terkedilmiş ve batmış dibe!

Kahramanın huzurunu almış biri
sakladı onu bir mahzende, biri çaldı
kanlı hasatzamanı yemişini
ve böldü coğrafyayı,
temelini attı düşmansı sınırların,
avutulmaz, kör gölgelerin bölgelerini.

Topla ülkelerden acıların
çılgın nabızatışlarını, yalnızlıkları,
sömürülmüş tarlaların buğdayını:
bayrakların altında bir şey filizleniyor:
O eski ses bizi çağırıyor yeniden.
Minerallerin köküne dek in dibe
ve ıssız yücelerine madenlerin,
insanın dünyadaki kavgasında bir parça ol
ışığa kararlı bu elleri hor gören
işkenceye rağmen.

Savaşan ölülerin size armağanı olan
bu günü bırakmayın. Her bir başak
yeryüzüne ekilmiş tohumdan fışkırır,
ve buğday gibi birleştirir sayısızca halk
köklerini, biriktirir başakları
ve yükselir evrenin berraklığına
bu zaptedilmez fırtınada.


Pablo Neruda
Los libertadores'den
Canto General

3 Mart 2014 Pazartesi

Güney'de Açlık

Görüyorum Lota'nın kömüründeki ağlayışı
ve hor görülmüş Şili'lilerin buruşuk gölgesinin
toprağın derinindeki acı damarı delişini,
ölüşünü görüyorum, yaşayışını, katı külde gelişini dünyaya,
eğri büğrü, yayılmış toprağa güya dünya
gelmiş sadece ve gitmiş öylece
kara toz ve alevler arasında,
ve gerçekleşen tek şey
kışın öksürükleriydi, bir sıtma ağacı yaprağının
ölü bir bıçak gibi düştüğü kara suyun içinden
çiftesiydi atın.


Pablo Neruda
América, no invoco tu nombre en vano
Canto General'den