Şiir, Sadece: Evrensel Şarkı
Evrensel Şarkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Evrensel Şarkı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Ocak 2014 Perşembe

İnsanlar ve Adalar

Okyanus insanları uyandı, övdü
adalar etrafındaki suyu, bir yeşil taştan öbürüne:
dokuma yapan bakireler geçti
birlikte örülmüş ateşin ve yağmurun
taçlar ve dümbelekler getirdiği çemberden.
O Malenezya ayı
sert bir mercandı, kükürt ağırı çiçekler
yükseldi okyanustan, toprağın kızları
titredi dalgalar gibi
palmiyelerin düğün rüzgârında
ve zıpkınlar daldı ete
avlarken köpüğün hayatını.

Beşik sallayan kanolar o ıssız günde,
çiçek tozuyla iğnelenen adalardan
gecesel Amerika’nın metalik yığınına doğru:
sonsuz küçük adsız yıldızlar, gizli
kaynaklar gibi rayihalı, tıka basa
doldurulmuş tüyle ve mercanlarla,
okyanussu gözler keşfetti o yüksek
kara bakır kıyıyı, o dik
kulesini karın, ve balçığın insanları
gördü nemli bayrakların dans edişini
ve atmosferin hızlı oğulları
denizin uzak yalnızlığından,
o zaman geldi yitik portakal çiçeğinin dalları, o zaman
geldi okyanus manolyasının rüzgârı, o mavi izlerin
şirinliği kalçalara doğru,
metalsiz adaların öpüşü,
fırlatılmış saf bal,
çınlıyor gökyüzünün çarşafları gibi.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

21 Ocak 2014 Salı

Juvencio Valle

Juvencio, kimse tanımıyor senin ve benim gibi
gizini Boroa ormanının: kimse
bilmiyor üzerinde fındık çalısı ışığının uyandığı
kırmızı topraktan bazı patikaları.
Kulak vermezlerken insanlar bizlere bilmiyorlar
ağaçlara ve çinko damlara yağan yağmuru duyduğumuzu
ve hâlâ sevdiğimizi telgrafçı kızı.
Odur, o kızdır ey
kış lokomotiflerinin taşrada
boğulan çığlığı gibi bildiğimiz.
Sen yalnız, sen suskun,
daldın içine yağmurun ezdiği kokunun içine,
biteyin altın rahatını teşvik etmiştin,
yasemini filizlenmeden koparmıştın.
Sergiliklerin önündeki o avuntusuz çamur,
ağır at arabalarıyla yoğrulmuş çamur
bazı acıların kara balçığı gibi,
orada yatıyor, kim biliyor senin gibi, yayılmış
o muhteşem ilkbahardan sonra.
Başka hazinelerin gizini de biliyoruz bizler:
kızıl diller ve taşlar gibi
toprağı örten yapraklar, aşınmış dümdüz olmuş
akıntıdan, ırmakların taşları.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı


Juvencio Valle, Pablo Neruda’nın çocukluk arkadaşlarındandı.

20 Ocak 2014 Pazartesi

Kahramanlar

Félix Morales, Ángel Veas,
Pisagua’da katledilmişler,
iyi yıllar, biraderler,
sevdiğiniz ve savunduğunuz bu katı
toprağın altında yatıyorsunuz bugün.
Temiz adınızı fısıldayan
tuz gölcüklerinin altında,
güherçilenin altında yayıldı
güller, sonsuz çölün zalim
kumu altında.

İyi yıllar, biraderlerim,
ne kadar sevgi öğretmiştiniz
bana, nasıl da sınırsız şefkati
kucaklamıştınız ölümde!

Ansızın doğan adalar gibisiniz
okyanusun ortasında,
dinlenerek uzayda
ve su altındaki oyuğunda.

Öğrendim sizlerin dünyasını:
saflığı, sınırsız ekmeği.
Gösterdiniz bana hayatı, tuzun
ülkesini, yoksulun mısırını.
Geçtim çölün hayatını
bir tekne gibi karanlık denizde
ve gösterdiniz bana yanı başımda
insanın nasıl yaptığını, dünyayı,
çökmek üzere olan evi, sefilliğin
yaylalar üzerindeki çığlığını.

Félix Morales, anımsıyorum
senin bir resim yaptığını, yüksek ve güzel,
narin ve genç, taze
tamaruga çalısı gibi pampanın
susayan ıssız topraklarında.

Senin yabanıl yelen savruldu
soluk alnın üzerinde, boyadığında
resmini bir demagogun
önümüzdeki seçimden önce.

Anımsıyorum nasıl hayat
verdiğini resme, yükseğinde
merdivenin, bütün bu güzel
gençliğin dile gelen resmi.

Celladının gülüşünü
boyadın tuvale,
beyaz ekledin, ölçtün,
üzerine ışık düşürdün senin
ölüm savaşı emrini veren o ağzın.

Ángel, Ángel, Ángel Veas,
pampanın işçisi, yeraltından çıkarılan
metal gibi temizsin,
katlettiler seni, Şili topraklarının efendileri,
şimdiden onların olmasını
istedikleri yerdesin sen:
çıplak ellerinle sık sık
azamete kaldırdığın
aç gözlü taşlar altında.

Hiçbir şey daha temiz değil hayatından.

Sadece havanın gözkapakları.

Sadece suyun anneleri.

Sadece erişilmez metal.

Bütün hayatım boyunca getireceğim
sana onuru bastırarak
senin soylu, savaşan eline.

Durulmuşsun sen, ağaçsın sen,
öğrenmişsin acılarda
tümüyle alet edevat olmayı.
Anımsıyorum İquique’deki
Şehir İdaresi onurlandırdığı zaman seni,
işçi, çilekeş, biraderim benim.

Ekmek ve un eksikti. O zaman
uyandın şafaktan önce
ve dağıttın ellerinle
ekmeği herkese. Büyüklüğünün
doruğuna eriştin, ekmektin sen,
halkın ekmeğiydin, toprağa karşı
senin yüreğinle açık.

Ve günün geç saatlerinde
geri döndüğünde sürüyerek
o dehşet kavganın tüm gününün terazisini,
un gibi güldün,
tırmandın içine ekmeğin barışının,
ve bölüştürdün yeniden,
uyku tekrar toparlayana dek
senin dağıtılmış yüreğini.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı", "Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi"

18 Ocak 2014 Cumartesi

Karabataklar

Sizler adaların gübreleyen kuşları,
kaçışın çoğalmış isteği,
göksel büyüklük, hayat rüzgârının
sayısız göçü,
kuyruklu yıldızlarınız titreşip gider
ve kumla örter o dilsiz Peru’nun o gizemli
gökyüzünü uçan bir güneş tutulması gibi.
Ey yavaş aşk, yabanıl ilkbahar
köpüklenen kadehini ilerletir kökle
ve yelken açar soyun gemisi
kutsal suyun titreyen akıntısı arasından,
geçerek en ücra göklerden
gübrenin kırmızı adaları üzerinden.

Boğmak istiyorum kendimi kanatlarınızda,
gitmek istiyorum Güney’e uyuyarak, taşınmak
bütün bu sallanan sıklıkla.
Karanlık ırmağın okları boyunca gitmek
kısılmış sesle ve çıkarak yukarı
sızılmaz o nabzın içinde.
O zamandan beri, ey kaçışın yağmuru, açıyor
kireç beyazı adalar kendi soğuk cennetini,
en dıştaki tüyün ayı düşüyor,
tüylerin hüzünlü fırtınası.

Eğer başını bir insan o zaman
ana kuşların ninnisi için
ve basamakları teker teker yükselten
kör elleriyle kazar gübreyi,
yığar o yayılmış tortuyu
ve büker bir köle gibi dizlerini
ortasında maya adalarının,
tanıdık kuşlarla taçlanmış
o asitli enlemleri selâmlayarak.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

Karanlıktaki Anayurduma İyi Yıllar

İyi yıllar, bu yıl, sana, bütün
insanlara ve dünyaya, sevdiğim Arukanya’ya.
Senle benim hayatım arasında duruyor bu yeni gece
Ayıran bizleri ve ormanları ve ırmakları ve yolları.
Fakat sanadır, küçük anayurdum benim,
kara bir at gibi dörtnala koşması yüreğimin:
sürüyorum atı senin saf coğrafyanın çöllerinde,
geçiyorum üzümün yeşil alkolünü,
salkımlarının denizini toparladığı o yeşil vadileri.
Geliyorum kapalı denizleriyle şehirlerine senin,
kamelya çiçekleri gibi beyaz, o biçimli kokusunda
şarap mahzenlerinin, ve titreyen
ve köpüklenen dudaklarla şakıyan
ırmakların suyuna sızıyorum tahta bir çubuk gibi.

Anımsıyorum yollar boyunca, bu zamanda belki
ya da daha doğrusu sonbaharları, nasıl da
evlerde asılıyor altın mısır koçanları
kurusun diye,
ve bütün o seferlerde gördüm sevinçli bir çocuk olarak
altını fakirlerin damlarında.

Sarmalıyorum seni, fakat şimdi
geri dönmeliyim saklandığım yere. Sarmalıyorum seni
tanımadan seni: söyle kim olduğunu, tanıyor musun
sesimi doğumların korosunda?
Çevreleyen her şeyin arasında işitiyorsun
sesimi, hissetmiyor musun nasıl kuşatıyor seni
dalgalanan şarkım toprağın doğal suyu gibi?

Sarmalayan benim bütün bu muhteşem yüzeyi,
anayurdumun çiçeklenen kuşakları, ve çağırıyorum seni
ki konuşalım birlikte tükenirken sevinç,
ve sunuyorum sana bu anı kapalı bir çiçek gibi.

İyi yıllar karanlıktaki anayurduma.
Haydi birlikte gidelim, dünya taçlanmış buğdayla,
o derin gökyüzü kayıp gidiyor ve eziyor
kendi yüksek, ışıklı taşını geceye karşı: tam şimdi
doluyor yeni kireç bizi taşıyan zamanın akımıyla
birleşecek olan bir dakika ile.
Bu zaman, bu kireç, bu toprak senindir:
al onları ve duy şafağın doğacağı yeri.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi"

Kararlar

Yoldaşlar, İsla Negra’ya gömün beni,
çakıl taşının ve dalgalarının her bir pürüzlü lekesini
gözlerim kapalıyken, sanki artık hiç görmeyecekmişim gibi
tanıdığım denizin yakınına.
Okyanus kıyısında, gün getirdi bana hep
sisi ya da aydınlık sökününü turkuvazın,
ya da enginliği, düzenli olarak, değişmeyen suyu,
istediğim şeydi bu, bu mekan sanki yutmuştu alnımı.

Her bir yas kıyafetli sürüsü karabatakların, o müthiş
kaçışı kışı seven boz kuşların,
ve her bir kasvetli çevrimi yosunların,
ve soğukla çarpan tehlikeli bütün dalgalar,
ve dahası var, bütün toprak görünmez ve gizli
bir aktar gibi, deniz sisinin ve tuzların meyvesi,
keskin rüzgârın kemirdiği, sonsuz kuma yapışan
kıyının küçük taç yaprakları:
bütün deniz toprağının nemli girişi
tanıyor her bir basamağını sevincimin,
biliyorlar ki orada uyumak istiyorum
arasında denizin ve toprağın parıldayan göz kapaklarının...
Toprağa süzülmek istiyorum yağmurla
yabanıl bir deniz rüzgârı gibi hırçınlıkla yaralamak,
ve böylelikle yeraltı sularıyla karışıp
çağıldamak istiyorum o büyük ilkbahara, yeniden doğuşa.
Yanımdaki mezarı sevdiğim için aç
ve sevdiğimle birlikte olmamı sağla
yeraltında da.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

16 Ocak 2014 Perşembe

Kıyının Oğulları

Denizin dışladığı, dövülmüş
Antarktik köpekler,
sustalı bir bıçakla kesilmiş
yerlilerin mağrur boyunlarına
piyasa fiyatını ödeyen toprak ağalarının
ölü kemiklerinin üzerinde
dans ettiği ölü yagane yerlileri.

Antofagasta’dan Changos ve o kuru kıyı,
dışlanmış, okyanusun donmuş biti,
Rapa’nın torunu, yoksul Anga-Roa,
ezilmiş maymunlar, Hotu-İti’den cüzzamlılar,
Galápagoslu köleler, takımadaların
kovalanmış serserileri,
sefil paçavralar arasındaki
o kirli yamalar gösteriyor
kavganın dokusunu,
havayla tuzlanmış deri, o cesur
suskun insan dokusu, kehribar.
Denizin memleketine geldi gemi yükü,
geldi ip, yelken, müessese,
dolduran profiliyle kağıt paralar,
cam kırıkları geldi kumsala,
geldi Vali, muavin,
ve denizin kalbi dikildi,
cep oldu, iyot ve ölüm kavgası.

Satmak için geldiklerinde güzel bir
şafaktı, gömlekler
orada aydınlandı kar gibi teknelerde,
ve göğün oğulları yandı tutuştu:
çiçek ve sevinç ateşi, ay ve devinim.

Denizin biti, ye şimdi gübreyi,
izle çöplüğü, denizcinin
yamalı ayakkabısı, müdürün,
dışkı ve çürümüş balık kokusu.
Şimdiden girmişsiniz içine sadece
ölmek için terk ettiğiniz o dolaşımın.
Denizdeki ölüm değil, suyla ve ayla,
fakat ölüm yazısı yazanın çökmüş
mağaralarında ölüm, çünkü unutursanız
yitmişsiniz demektir.
Daha önce ölümün kendi bölgesi vardı,
ruh dolaşımı, etaplar, istasyonlar,
ve dans ederek yükselirdiniz, gülün
gündelik çiyine dönüşmüş olarak
ya da kılkuyruğun deniz yolculuğu:
bugün ölüsünüz sonsuza kadar: batmışsınız dibe
keşişin kasvetli fermanında,
ve sizler sadece toprağın kurtlarısınız
kuyruğuyla en fazla vurabileceğiniz
cehennemin yazıcı salonları altında.

Gel ve kaynaş denizin üstündeki
sahillerde: biz hoşgörü göstermiyoruz
daha. Balık avlayabilirsiniz
bizim Balık Şirketimiz size
garanti verdiği müddetçe: Gelebilirsiniz
ve sıyırtabilirsiniz kaburgalarınızı rıhtımlarda,
sürükleyebilirsiniz garbanzo bezelyesi dolu çuvalları
ve uyuyabilirsiniz kıyının çöp yığınlarında.
Gerçekte sizler bir tehditsiniz, köpüğün
mirastan yoksun hergeleleri: sizi bekleyen gemiye
binmenize rahibin izin vermesi
çok daha iyiydi,
ve bitle ve diğer şeylerle berabermiş gibi
götürecek sizi hiçbir şeye, tabutsuz, silip süpürülmüş
son dalgalarla ve gemi batışıyla,
yalnızca ödenmeyeceği zaman, ölümde.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Büyük Okyanus"

15 Ocak 2014 Çarşamba

Kızıl Gerdan Kuşu

Yakınımda benim, sen kan kızılı, ve gene de uzaksın.
O zalim masken ve savaşçı gözlerin
arasında toprak tepeciklerinin, hopluyorsun bir hazineden
diğerine saf ve yabanıl mükemmelliğinde.
Anlat bana nasıldır diğer bütün yaratıklar arasında,
yuvalardan bir karanlık manzaranın ortasında
yağmur gibi sık çalılığımızda
boyanmıştı kendi şikayetlerine, nasıl göğsün
yalnız topluyor dünyanın lalını?
Ah, kırmızı yaz sıçramış üzerine,
dalmışsın eflatun çiçektozunun mağarasına
ve göğsünün lekesi eziyor bütün ateşi.
Ve hemen hemen gök kubbe
ve bu kar beyazı gece kendi yaban ördeği tabyasında
açtığında gündelik kanatlarını,
tutmuyor hiç bir şey bu bakışları: sadece senin diken çalın
sürekli alazlanıyor kavurmadan toprağı.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

4 Ocak 2014 Cumartesi

Machado

Küba’da Machado işletiyordu adasını
makinelerle, ABD’nde yaratılmış
ithal eziyetlerle,
makineli tüfekler ıslık çaldı,
Küba’nın çiçek ihtişamını süpürdü
ve yitti denizin nektarı,
ve hafif yaralı öğrenci
atıldı denize
köpekbalıkları tamamlasın diye
takdire şayanın yaptığı işi.
Ta Meksika’ya kadar ulaştı
katilin eli, ve Mella yuvarlandı
kanayan bir disk fırlatıcısı gibi
suçun caddesinde,
korlaşırken ada, mavi,
piyango biletlerine sarılı,
şekere teminat verilmişken.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

13 Aralık 2013 Cuma

Mapocho Irmağı’na Kış Gazeli

Ah, evet, sürekli kar,
ah, evet, titreyerek açılmış çiçeği karın,
Kuzey’in gözkapağı, donmuş küçük şimşek,
kim, kim çağırdı seni bu kül grisi vadiye,
kim, kim sürükledi seni kartalın doruklarından
berrak dalgalarının anayurdumun
korkunç paçavralarına değdiği buraya?
Irmak, neden taşıyorsun
soğuk ve gizli suyu,
taşların katı şafağının
ulaşılmaz katedrallerinde sakladığı suyu,
halkımın yaralı ayaklarına?
Geri dön, geri dön kardan leğenine, acı ırmak,
geri dön, geri dön yayılmış ayazına,
indir gümüş beyazı kökünü o gizli kaynağına
ya da at aşağı kendini ve gözyaşsız bir denizde püskürtül!
Mapocho, ey ırmak, gece geldiğinde
ve uyuduğunda karanlık, devrilmiş bir heykel gibi
kara bir çıkınla altında köprülerinin
soğuk ve açlığın iki muazzam kartal gibi
taciz ettiği başlar, ey ırmak,
ey taştan doğmuş katı ırmak,
niçin yükseliyorsun o zaman bir canavar hayalet gibi
ya da yeni bir yıldız haçı unutulmuşlar için?
Hayır, senin zorlu külün akıyor şimdi
siyah suda akıtılmış gözyaşı yanında,
acımasız rüzgârın demirden yapraklar altında
titrettiği parçalanmış giysi kollarının yanında.
Mapocho, ey ırmak, nereye sürüklüyorsan
sonsuzca yaralanmış tüyünü buzun,
senin kül grisi kıyında
o yabanıl çiçek her dem açacak, bitlerin ısırarak ufaladığı,
ve soğuktan dillerin çirkinleştirecek
çıplak anayurdumun yanaklarını.
Ey, izin verme böyle olmasına,
ey, izin verme, bırak kara köpüğünden bir damla
sıçrasın batağından ateşin çiçeğine
ve hızlandırsın insanın tohumunu!


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

12 Aralık 2013 Perşembe

Martínez

Martínez, El Salvador’un
şarlatan hekimi, dağıtıyor
değişik renkli ilaç şişelerini
bakanlar teşekkür eder gibi
diz çökmüş önünde itaatkar reverans içinde.
O küçük sahtekar, vejetaryen,
yaşıyor Saray’da ve yazıyor reçeteleri
şeker kamışı tarlalarında inlerken
kasıp kavuran açlık.
O zaman emir veriyor Martínez:
ve bir kaç gün sonra
çürüyor cesedi köylerde
yirmi bin çiftçinin,
Martínez izin veriyor yakılmasına
hijyen hakkındaki tüzük uyarınca.
Saraya dönüyor tekrar
şerbetlerine ve kabul ediyor
o hazır tebrikleri
Kuzey Amerikan Elçileri’nden.
“Güvenlikte” diyor onlara,
“Batı ülkelerinin kültürü,
Batı ülkelerinin İseviliği,
ve bunun yanı sıra iyi ticari anlaşmalar,
muz imtiyazı
ve gümrük kontrolü”.

Ve birlikte içtiler uzun süre içilen
bir şampanya bardağından, boşanırken sıcak
bir yağmur morgun çürümüş yığınlarına.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan
1932


Not: Maximiliano Hernández Martínez, El Salvador’un Başkanı idi. 1944 yılında bir askeri darbeyle devrilmiştir.

6 Aralık 2013 Cuma

Melgarejo

Ölüyor Bolivya arkasında duvarlarının
bitkin bir çiçek gibi:
yenilmiş generaller
geriniyor eyerlerinde
ve delik deşik ediyorlar tabancalarıyla göğü.
Melgarejo, maske,
ayyaş canavar, salyası
ihanet edilmiş minerallerin,
kepaze sakal, korkunç sakal,
nefret dolu dağların üzerinde,
çılgınlık içerisinde çekilen sakal,
pıhtılaşmış kandan kabuklu bir sakal,
kangrenin kabusunda iskandil edilen sakal,
tayların ağılları boyunca hiddetlenen
vesveseli sakal,
zarif salonlarda boyuna fuhuş yapan,
geçerken yüküyle yerli
son oksijen örtüsünü
ve tırıs geçerken yoksulluğun
kanla dolu koridorlarından.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

3 Aralık 2013 Salı

Minerallere Doğru

Sonra tuzdan ve altından
o yüksek taşa
tırmandım, metallerin
gömülmüş cumhuriyetine:
bir taşın diğerine
kara bir balçıkla yapıştığı
yumuşak duvarlar vardı.

Taşla taşın arasındaki bir öpüş
o koruyan yollarda,
topraktan bir öpüş ve toprak
arasında o büyük kırmızı üzümlerin,
ve dizi dizi
takma dişleri toprağın,
saf öz maddeden yapılmış taştan bir çit,
götürüyor ırmak taşlarının
sonsuz öpüşlerini beraberinde
binlerce dudağına yolun.

Tarımdan altına yükselelim.
Burada bulacaksınız büyük çakmak taşlarını.

Elin ağırlığı bir kuş gibi.
İnsan bir kuş, havadan bir öz,
inattan, kaçıştan, ölüm savaşından,
belki pırıltılı bir göz, ama bir savaş.

Ve orada, altının kesişen beşiği
Punitaqui’de, yüz yüze
dehlizin ve kükürdün
suskun işçileriyle, geldi,
Pedro, meşinden barışıyla,
geldi, Ramírez, kapanmış
maden dehlizlerinin dölyatağını
araştıran yanmış elleriyle,
basamaklardaki, altının yeraltı
kireçtaşı vuruşlarında, aşağıdaki kalıplarda
parmak izlerinin alet edevatları kalanlar,
ateşle yoklananlar,
selâm olsun sizlere.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

29 Ekim 2013 Salı

Okyanus

Görünümün çıplak ve yeşil midir
elma biçimin sonsuzca,
kökenin olan karanlıkta mı
yürüyor mazurkan?
Gece
daha tatlı geceden
anne tuz,
kana susamış tuz, suyun anne kubbesi,
köpük ve ilik arasından hızla geçen gezegen:
yıldız berrağı genişliklerin muazzam şefkati:
eldeki tek bir dalgayla gece:
denizin kartallarına karşı fırtına,
sülfatın izi bilinmez elleri altında kör:
o kadar çok geceye gömülmüş şarap mahzeni,
soğuk taç yaprağı kahramanı istilanın ve sesin,
şimşeğin altında yıldızda gömülmüş katedral.

Senin kıyılarının ömrü boyunca avlıyor
o yaralı at, buz soğuğu ateşle bastırılmış,
orada o kırmızı çam dönüşmüş tüyün azametine,
ve zalim kristali paramparça etmiş ellerinde,
ve adalarda o sürekli, saldırılmış gül,
ve sudan ve yarattığın aydan yapılmış taç.
Anayurdum, senin toprağına
bütün bu karanlık gökyüzü!
Bütün bu evrensel meyve, bütün bu
çılgın taç!
Yıldırımın kör bir albatros gibi koşturduğu,
Güney’in güneşinin yükseldiği
ve senin bozulmaz doğanı seyrettiği yerde
bu köpükten kap senin için.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

Okyanuslular

Denizin onuru, fok balıklarının çürümüş derilerinden
başka tanrılar olmaksızın, Antarktik kırbaçla
pataklandı yámame’ler, yağa ve dışkıya
bulanmış alacalufe’ler:
kristalden ve uçurumdan duvarların arasında
denizdeki buz kütlesinin ve gökkuşağının
çağıldayan düşmanlığı arasında sürükledi kanoyu
kurtların huzursuz aşkı
ve ateşin alazları korudu
en uçtaki ölümlü suları.

Ey insan, eğer yok ediliş inmeseydi aşağıya
karın ırmaklarına doğru,
gelmezdi katı ay
buzulların soğuk nefesi üzerine,
fakat uzaklardan gelen insandan
karın özüne dek ve Okyanus’un
en kıyıdaki sularına dek
geldi ticaret topraktan çıkarılmış kemiklerle,
her şeyin ötesinde seninle karşılaşana dek,
ki senin kanon bugün, her şeyin ötesinde, ötesinde karın,
ve buzun denetimsiz fırtınası
dolaşıyor yabanıl tuzun arasında
ve hiddetli yalnızlık arıyor
ekmeğin sığınacağı yeri, - o zaman kendinsin ey okyanus,
denizin bir damlası ve onun öfkeli mavisisin,
ve yıpranmış incecik yüreğin çağırıyor beni
ölen müthiş bir ateş gibi.

Köpüklenen şarabının uğultusuyla savaşılmış
buz katılığı bitkini seviyorum,
ve dere çukurlarının yanında
kabuklu hayvanların lambaları üzerinde ışıldıyor
ateş böceklerinin küçük ahalisi
soğukla yıldırılmış suda,
ve solgun ve hayali parıltıdan kendi şatosundaki
o Antarktik şafak.

Berrak ellerin sabah kızıllığıyla yanmış
bitkilerdeki o muazzam kökleri de
seviyorum ben,
fakat sana, sen denizin gölgesi, oğlu
buz soğuğu tüylerin, paçavra içindeki
okyanuslu, karşıt akıntılardan doğmuş
bu dalga geliyor, rüzgâr altındaki
o yaralı aşk gibi yönlendirilen.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Büyük Okyanus"dan

26 Ekim 2013 Cumartesi

Orizaba Yakınında Melankoli

Bir ırmaktan, bir geceden,soğuk havada kendisini gösteren
ve dağıtan gökyüzünün bütün enlemlerinde
bazı yapraklardan başka ne var ki sana?
O yüzden açılıyor aşkın yelesi
kar gibi ya da bölünmüş adalar denizinin suyu gibi,
ateşin yeraltındaki gıcırtısı gibi,
ve tekrar bekliyor kulübelerde
yaprakların çok sık olarak titreyerek
düştüğü yerde, yutulduğu yerde bu esneyen gırtlakta,
ve yağmur parıltısı yayıyor kendi sarmaşık bitkilerini
gizli mısır tohumunun çanlarla ve damlalarla dolu
yapraklarla buluşmasından, değil mi?

Ne kadar da nemli bir sesi var
uğuldayan uyuyan atın kulağında
ve sonra batan malt yapılmış buğdayın altınına
ve üzümde berrak bir gün getiriyor gün için.
Seni çağıran dehlizsiz, duvarsız Güney’deki yerde
ne bekliyor seni?
Toprak çanak elinde dinliyorsun ova çiftçisi gibi
ve kulak kabartıyorsun köklere:
uzaklardan korkunç bir fırtınası yarıkürenin,
karabinalıların dörtnalları don soğuğunda:
sudan yapılmış incecik liflerle zamanı diken iğnenin
ve yıpranmış dikişinin çatladığı yerde:
maviyle dolu ağzıyla uğuldayan
gecenin yabanıl yarığında bulduğun ne?

Belki bulunur uzun süredir saklanmış bir gün, bir diken
uzatıyor o eski günde çözünen suçunu
ve yırtıyor o çok eski bayrakları.
Kim korudu o kasvetli ormandan bir günü, kim
bekledi taşın bazı saatlerini, kim dönüyor etrafında
zamanın mahvettiği mirasın, kim kaçıyor
uzaklaşmadan havanın merkezinden?

Bir gün, umutsuz yapraklarla dolu bir gün,
bir gün, bir ışık, gök yakut mavisi soğuğuyla parçalanmış,
önceki günün boşluğunda saklı bir sessizlik dünden,
uzak bölgelerin kibirli sessizliğiyle.

Seviyorum meşinden karmakarışık saçını senin,
senin yabanıllıktan ve külden Antarktik güzelliğini,
döğüşken göklerinin acı dolu ağırlığını:
seviyorum beni beklediğin o günün esen havasını,
biliyorum ki toprağın öpüşleri değişmez, ve değişmiyor,
biliyorum ağacın yaprağı düşmüyor, ve düşmüyor:
biliyorum aynı şimşek koruyor metallerini
ve bu korunmasız gece aynı gecedir,
fakat bu benim gecemdir, fakat bu benim bitkimdir,
saçlarımı tanıyan buz soğuğu gözyaşlarındaki su.

Keşke beni dün insanda bekleyen şey olabilseydim,
defne yaprağıyla, külle, yığınla, umut
yayıyor göz kapaklarını kanda,
mutfağı ve ormanı dolduran kanda,
siyah tüyle örtünen demir gibi fabrikalar,
kükürt ekşisi terle delik deşik madenler.

Sadece bitki ülkesinin ısıran havası değil bekleyen beni:
sadece karın ihtişamı üzerindeki şimşek değil:
soğuktan iki ürperti gibi yükseliyor gözyaşları ve açlık
anayurdun kulesine ve çalıyor çanları:
Ve bu yüzden, ortasında hoş kokulu göğün,
bu yüzden, Ekim parıldadığında ve Antarktik
ilkbahar kaydığında şarabın pırıltısında,
işitilir bir şikayet ve bir tane daha ve bir tane daha
ve bir tane daha bulana kadar karı ve bakırı,
yolları ve gemileri,
ve sızana dek gecenin ve toprağın içinden
ta onları işiten kanayan gırtlağıma.

Halkım, ne diyorsun? Gemici,
piyade, belediye başkanı, güherçile işçisi,
işitiyor musun beni?
İşitiyorum seni ölmüş birader, yaşayan birader,
işitiyorum seni,
özlediğin her şeyi, toprağa gömdüğün şeyi, her şeyi,
kuma ve denize akıttığın kanı,
korkutan ve savaşmaya devam eden rast gelinen yürek.
Ne buluyorsun Güney’de? Nereye düşüyorsun, yağmur?
Ve arada, hangi ölüler kırbaçlanmış?
Benim, Güney’den gelenler, terk edilmiş kahramanlar,
acı öfkeden dağılmış ekmek,
kalıcı üzünç, açlık, katılık ve ölüm,
düştü yapraklar üzerlerine onların, bu yapraklar,
askerin göğsü üzerindeki ay, bu ay,
sefilliğin sokağı, ve insan
sessizliği her yanda, soğuk damarları
tepedeki kampanaya kaçamadan katılaştıran
ruhumun ışığını duyarsız bir metal gibi.
Filizlerden oluşan anayurt, çağırma beni,
uyuyamam kristalden
ve karanlıktan oluşan bakışın olmadan.
Boğuk çığlığı suların ve yaratıkların titretiyor beni
ve dolaşıp duruyorum düşlerde kıyısında yüceltilmiş köpüğünün
ta senin mavi kuşağındaki en kıyıdaki adada.
Fakir bir gelin gibi uysalca çağırıyorsun beni.
Senin çelikten büyük ışığın kamaştırıyor beni ve arıyor beni
köklerle örtülmüş bir kılıç gibi.
Anayurt, paha biçilmez toprak, yiyip bitiren, alazlı ışık:
ateşin ortasındaki kömürün düşüşü gibi
korkunç tuzun, çıplak gölgelerin senin.
Beni dün bekleyen şey olsaydı yalnızca, ve
bir avuç gelincikte ve tozda direnç gösteren şey olsa yarın.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan
1942

24 Ekim 2013 Perşembe

Orta Amerika

Kötücül yıl, görüyor musun bu sık
cengel karanlığının arkasındaki
coğrafyamızın dar enlemlerini?
Bir dalga fırlatıyor kendini
mavi arılarıyla bir bal çerçeve gibi
kıyıya doğru ve öbür denizden
kıvılcımlar uçuşuyor o ensiz ülkeye...

Bir kırbaç gibi incesin, ey bölge,
vahşi bir ağrı gibi alazlısın,
senin adımların Honduras’ta, senin kanın
Santo Domingo’da, Nikaragua’dan
dokunur bana gözlerin
geceleri, çağırır beni, ister beni,
ve bütün bu Amerikan toprağı üzerinde
çalarım kapılarını senin konuşmak için,
dokunurum zincirlenmiş dillere,
kaldırırım perdeleri, batırırım
elimi kana:
Ey, acıları
toprağımın, ey, o büyük, hükümran
sessizliğin hırıltısı,
ey, halkın uzun süren ölüm kalım savaşı,
ey, gözyaşı üstüne gözyaşından oluşan bölge.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

18 Ekim 2013 Cuma

Ölüm

Pense gibi köpek balıkları,
deniz dibinin kadifesi gibi,
dar aylar gibi ortaya çıkıyorsunuz
birdenbire o kızıl yumurtayla:
yağla parıldayan yüzgeçler karanlıkta,
üzünç ve hız, hangi suça doğru
baş döndüren ışığıyla bir taçyaprağı gibi
korkunun gemileri,
bir ses bile olmaksızın, yeşil bir ateşte,
bir kıvılcımın bıçak vuruşu.

Denizin derisinde aşk gibi
kayan temiz gölge biçimleri,
gırtlağa dalan aşk gibi,
güvercinlerde pırıldayan gece gibi,
şarabın hançerlerdeki ışıltısı gibi:
muazzam meşinlerden geniş gölgeler
tehditkâr sancaklar gibi: kollardan
dallar, ağızlar, dalgalanan bir çiçekle
yutulmuş olanı çevreler gibi diller.

Hayatın en küçük damlasında
bekliyor kararsız bir ilkbahar
dokunulmaz sistemiyle kuşatacak
boşluğa titreyerek düşeni:
kötücül fosfordan bir kuşağı
yitik olanın kara ölüm savaşına
götüren o morötesi bağ,
ve boğulmuşun battaniyesi örtünmüş
mızraklardan ve yılan balığından bir ormanla,
her şeyi yutan dipte
titreyen ve dipdiri bir mekik gibi.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"nın "Büyük Okyanus"dan

14 Ekim 2013 Pazartesi

Paraguay

Dizginsiz Paraguay!
Neye yarar
senin altın geometrinin kağıtlarını
aydınlatan o berrak ay?
Neye hizmet etti düşünce,
sütunlardan kalan miras
ve o kutsal sayılar?

Çürümüş kanla ağzına kadar
dolu bu deliğe,
ölümün saldırdığı
bu gündönümünden karaciğere.

Parafinden bataklıklarındaki
hapishanelerinde yöneten
hükümdar Moriñigo’ya,
elektrikli sinekkuşlarının
al tüyleri üşüşürken
ve pırıldarken cengelin
zavallı ölüleri üzerinde.

Kötücül yıl, bodurlaştırılmış güllerin yılı,
karabinaların yılı, bak, fakat indirme gözlerini
böylece kamaşmaz
uçağın alüminyumundan gözlerin, hızın
kuru ve çınlayan müziğinden:
bak ekmeğine, ülkene, derisi soyulmuş halkına,
ezilmiş soyuna!
Görüyor musun bu vadiyi,
yeşil ve kül grisi, yukardan yüce gökyüzünden?
Berbat tarım, hırpani dağ insanları,
sessizlik ve gözyaşları düşüyor
ve doğuyor yeniden buğday gibi
kötü niyetli bir sonsuzlukta.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan

11 Ekim 2013 Cuma

Partime

Bana tanımadığım kişiyle kardeşliği verdin.
Bütün yaşayanların gücünü verdin bana.
Bir doğum gibi verdin bana yeniden yurdumu.
Yalnız olanın sahip olmadığı özgürlüğü verdin bana.
İyiliği bir ateş gibi yakmayı öğrettin bana.
Ağacın gereksindiği düzlüğü verdin bana.
Birliği ve insanlar arasındaki farkları görmeyi öğrettin bana.
Gösterdin bana nasıl da kaybolur birinin acısı herkesin utkusunda.
Öğrettin bana biraderlerimin sert yataklarında yatmayı.
Gerçekliği bir kayanın üstüne inşa etmeye yönelttin beni.
Kötü adamın düşmanı ettin beni ve çılgınlığa karşı zırh.
Dünyanın ışığını ve sevincin imkanlarını kabul etmemi sağladın.
Yok edilmez yaptın beni
çünkü seninle ben bende sonsuzlaştım.


Pablo Neruda
"Evrensel Şarkı"dan