Şiir, Sadece: Pablo Neruda
Pablo Neruda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Pablo Neruda etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2014 Cumartesi

Anayurdun Savaşı

Araukanya boğdu gülün
şarkısını vazoda, kesti
ipleri yirmibeş yıl önce evlenmiş
gelinin örgü sandalyesinden,
şanlı Machi indi merdivenlerinden,
ve dallanan ırmaklarda, balçıkta,
savaşçı Anddağı ladinlerinin
dimdik taçlarında
doğdu gömülmüş çanların
ölüm kampanası. Savaşın anası
sıçradı tepenin yumuşak taşı üzerinde,
balıkçı ailesini aldı kendiyle,
ve yeni evli çiftçi öptü taşı
onlar yaraya doğru seğirtmeden önce.
Araukanya reisinin orman-yüzü ardında
ayağa kaldırdı savunmasını Araukanya:
gözler ve mızraktı, sessizlik ve tehditten
dillerden bir kalabalık,
yokedilemez beller, gururlu
kara eller, birleşen yumruklar.

Araukanya reisinin ardında durdu dağ,
ve dağda sayısız Arauco.

Arauco sarhoştu göçmen sulardan.

Arauco kasvetli sessizlikti.

Topladı azar azar elçi
Arauco'nun damlalarını kesik eliyle.

Arauco savaşın dalgası oldu.
Arauco gecenin yakacağı oldu.
Her şey kaynadı majestik reisin ardında,
ve saldırdığında bir tek karanlık göründü,
ormanlar, kum ve toprak,
uyumlu ateş ve organlar,
fosfor ışıltılı görünümüyle pumalar.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

Anayurt, Bölmek İstiyorlar Seni

“Şilili deniyor ona” diyor benim hakkımda bu solucanlar.
Çekip almak istiyorlar ayaklarımın altından anayurdu,
parçalamak istiyorlar seni, kesip biçmek kirli bir
iskambil oyununda ve dağıtmak istiyorlar seni kötü et gibi.
Sevmiyorum onları. Sanıyorlar ki şimdiden ölmüşsün,
kesip biçilmişsin, ve onların kirli emellerinin sefahat âleminde
çarçur ediyorlar seni efendiymişler gibi. Sevmiyorum onları.
Bırak seveyim seni toprağında ve halkında, bırak izleyeyim
denizle sarmalanmış düşümü karla kaplı sınırlarında,
bırak toparlayayım yolumda yürürken
bir kapta taşıdığım bütün o acı kokunu,
fakat onların yanında duramıyorum, bunu isteme benden,
omuzlarını silkelediğin zaman ve düştüklerinde yere
çürümüş hayvanlardan filizleriyle birlikte,
isteme benden inanmamı, onların senin oğlun olduklarına.
Halkımın kutsal tahtası başka bir çeşit.
Yarın
senin dar teknenin ufacık mekanında
arasında karın ve okyanusunun iki gelgiti arasında
en çok sevilen olacaksın, ekmek, toprak, oğul.
Gündüzleri kurtarılmış zamanın ayini,
geceleri göğün yıldız berrağı yaratığı.


Pablo Neruda
Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi
Evrensel Ballad

14 Kasım 2014 Cuma

Anımsarım Denizi

Ey Şilili, deniz kıyısında bulundun mu yakın zamanlarda?
Git oraya benim adıma, ıslat ellerini ve kaldır yukarı;
yabancı ülkelerden tapacağım o sonsuz sudan
yüzüne düşen bu damlalara.
Biliyorum onu, benim bütün kıyım boyunca yaşayıp durdum,
Kuzey’in hırçın denizini, çorak tarlalardan
köpüğün fırtına ağırlıklı adaları civarında.
Anımsarım denizi, Coquibo’nun çatlamış
ve demir grisi kıyılarını, Tralca’nın mağrur sularını,
Güney’in beni yaratan yalnız dalgalarını.
Anımsarım Puerto Montt’da ya da adalarda, geceleri,
sahile geri dönüşü ve bekleyen o kayığı,
ve ayaklarımız bıraktı ateşi izlere,
fosfor aydınlığı bir tanrısallığın mistik alazlarını.
Her bir adım fosfordan bir akıntıydı.
Yıldızla yazdık biz dünyayı.
Ve kayarak deniz üzerinde titredi kayık
deniz ateşinden bir dal budak, ateşböceğinden,
sayısız gözlerden bir dalga uyanan
her bir seferinde ve tekrar uyuyan kendi uçurumunda.


Pablo Neruda
Karanlıktaki Anayurduma Yeni Yıl İlahisi
Evrensel Ballad

Anımsıyorum Seni Olduğun Gibi

Anımsıyorum seni olduğun gibi geçen sonbahar.
Başlığın griydi ve yüreğin sakince.
Gözlerinde savaşıyordu alacakaranlığın alevleri.
Ve düştü yapraklar ruhunun sularına.

Bir boru çiçeği gibi yapışmıştın koluma,
ikircikli ve sakin sesine korunak olurken yapraklar.
Arzumun alazlanıp durduğu kötürüm eden bir ateş.
O uysal mavi sümbül burkulmuş ruhumun üstünde.

Gör nasıl uzaklaşıyor gözlerin, sonbahar gibi uzak,
başlık, o gri, o cıvıltılı ses ve o evcimen yürek,
kömürün koruna öpücüklerimin neşeyle düştüğü
derin özlemlerimin amacı olan şey.

Bir gemiden görünen gökyüzü. Yüksek dağlardaki yaylalar.
Hatıran ışık gibi, duman gibi, o sessiz gölcük gibi.
Ötesinde gözlerinin durur yangında akşam kızıllığı.
Fırıl fırıl sonbaharın kuru yaprakları ruhunda.


Pablo Neruda
Veinte Poemas de Amor y Una Cancion Desespera

Anlaşma

Toprağa düşmüş tozlu yapraklardan
ya da kendisini gömen sessiz yapraklardan.
Işıksız metallerden, boşlukla birlikte,
yokluğuyla birdenbire ölen günde.
Ellerin tepesinde kelebeklerin ışıltısı,
ışığının son nedir bilmediği kelebeklerden bir akın.

Korudun ışıktan izi, ezilmiş varlıklardan
batışındaki terk edilmiş güneşin
fırlattığı gibi kiliselere.
Bakışla lekelenmiş, işi gücü arılarla,
beklenmeyen alev için kaçışta, gidiyor özü
günden önce ve izliyor onu ve onun altın soyunu.

Gözetleyen günler geçip geçiyor gizlice,
fakat düşüyor onlar ışıktan sesinin içine.
Ey aşkın hükümranı, sükûnetinde
kurdum düşümü, içe kapanıklığımı.

Ürkünç sayılardan bedeninle senin, birdenbire
yayılmışsın dünyayı açıklayan o kemiyetlere,
günlerin kavgasının ardında beyaz uzay
ve soğuğu yavaş ölümün ve solan içgüdünün,
hissediyorum kasığının alazlandığını ve öpüşlerinin geçtiğini
dönüşerek rüyamdaki genç serçelere.

Bazen yükseliyor gözyaşlarının kaderi
alnıma yükseldiği gibi yaşımın – orada
patlıyor dalgalar ve öldüresiye vuruyor kendilerini:
ıslaktır devinim, gevşek ve kesin.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Annelik

Nasıl da yuvarlanırsın anneliğin içine ve onaylarsın
sıklıkla ölümcül olan gramlı karanlık asidini?
Güllerin geleceği geldi! Ağın
ve yıldırımın zamanı! Şiddetli beslenmiş
yaprakların uysal duaları!
Ilımlı olmayan bir ırmak
çağlayıp odaların ve kıvrımların arasından
uyandırır tutkuları ve acıları
ağır sıvısıyla ve gözyaşlarından taşkınıyla.

Bazı kemikleri, bazı elleri,
bazı denizci giysilerini şenelten
beklenmeyen bir mevsim hakkında konuşurum.

Ve onun ışıltısı değiştirir gülleri
ve onlara ekmek verir ve taş ve çiy,
ey karanlık anne, gel,
sol elinde bir maskeyle
ve kolların hıçkırıklarla dolu.

İsterim ki kimsenin ölmediği bu dehlizlerden
geçesin, balıksız bir denizin arasından,
pulsuz, gemi batışlarının olmadığı,
adımsız bir otelin arasından,
dumansız bir tünelin arasından.

Senin için kimsenin doğmadığı bu dünya belirlenmiş,
orada ne ölü çelenkler bulunur
ne de dölyatağı çiçekleri,
senindir bu gezegen, deriyle ve taşla dolu.
Orada bütün hayatlar için gölge var.
Sütten ve kandan binaların dolaşımı var
ve yeşil havadan kuleler.
Duvarlarda sessizlik var
ve rüzgârdan toynaklarıyla büyük solgun inekler.
Rüzgâr var orada, böylece durabilir
diş çenede, ve dudak dudak üzerinde,
böylece konuşabilir ağzın ölmeksizin,
ve kanın boş yere dökülmeyecek.

Ey karanlık anne, yaralarsın beni
yürekteki on bıçakla,
bu tarafa doğru, o aydınlık zamana doğru,
o külsüz ilkbahara doğru.

Bağır yüreğimde, ezene dek
onun siyah kerestesini, kandan
ve taşkın saçtan bir harita
lekeleyene dek delikleri ve gölgeyi,
vur ona, ağlayana dek camları,
eriyene dek iğneleri.

Parmakları var kanın,
ve kazıyor tünelleri toprağın altında.


Pablo Neruda
Yeryüzünde İkinci Konaklama

Antarktik

Antarktik, güneysi taç, donmuş
fenerlerin salkımı, toprağın derisinden
sökülmüş buzdan oluşan
külün kabuğu, saflıktan
yıkılmış kilise, o beyaz
katedrale konan yelkenli gemi,
çatlayan kristal için kurban yeri,
gecesel karın duvarlarına doğru
parçalanan fırtına,
uzat bana o çift göğsünü, o saldıran
yalnızlığın üzerinde öfkelenmiş,
o korkutan rüzgâr için rota
tekmil kakımın taçyapraklarıyla maskeli
tekmil gemi batışlarının sis düdükleriyle
ve dünyaların beyaz zararıyla,
ya da sun bana berrak bir parça kuvars gibi
soğuğu temizleyen huzurunun memesini,
ve nefes almamışı, o sınırsız
berrak maddeyi, o özgür havayı,
topraksız yalnızlığı ve yoksulluğu.
En katı öğle zamanlarının denetimi,
buzun mırıldanan harpı, kımıltısız,
yakınında o düşman yıldızların.

Tekmil denizler mükemmel denizindir senin.

Tekmil okyanusun direnç kuvveti
toparladı kendi berraklıklarını sende,
ve tuz doldurdu seni kendi şatolarıyla,
inşa etti kentleri buz, kristalden
bir iğne üzerinde yükseldi, rüzgâr
tuzlu yabanıl püskürtün arasından hızla geçti
karla yanmış bir kaplan gibi.
Kubbelerin doğdu tehlikeden
fırtına rüzgârlarının holünde,
ve ıssız sırtında dinleniyor hayat
denizin altındaki bir asma bahçesi gibi,
tükenmeden yanarak, saklayarak ateşi
karın ilkbaharı için.


Pablo Neruda
Büyük Okyanus
Evrensel Şarkı

13 Kasım 2014 Perşembe

Araucaria

Bütün kış, bütün mücadele,
o ıslak demirin bütün yuvaları
kalkıyor ayağa senin o yabanıl kentinde,
havayla egemen olan o gücünde senin.

İnkar olunan hapishaneleri taşların
dikenlerin boğulmuş ipleri,
dikenli saçlarından yaratılan
mineralsi gölgelerden bir köşk.

Katılaşan gözyaşı, sonsuzluğu suyun,
balık pullarından dağ, toynaklardan yıldırım,
senin yıkılmış evin inşa edilir
saf jeolojinin taçyaprağından.

Yüksek kış öper senin zırhını
ve örter seni çatlamış dudaklarla:
şiddetli rayihanın ilkbaharı
ezer özlemini senin uzlaşmaz sütuna karşı:
ve ciddi sonbahar bekler boşuna
akıtmak için altınını senin yeşil tepelerine.


Pablo Neruda
Evrensel Şarkı

Araukanya Reisi Caupolican

Rauli-ağacının saklı kökünde
büyüdü Caupolican, başsız heykel ve fırtına,
ve halkını sürdüğünde
kâşif silâhlarına doğru,
çekip gitti ağaç,
çekip gitti anayurdun katı ağacı.
Bu yeşil sis arasında
gördü yaprakların kımıldadığını kâşifler,
güçlü dallar ve giyiti
sayısız yaprağın ve tehditin,
gördüler bu topraksı aşiretin halk'a dönüştüğünü,
gördüler köklerin toprağı terk edişini.

Biliyorlardı zamanın vurduğunu
hayatın ve ölümün saatinde.

Onunla birlikte geldi yeni ağaçlar.

Bütün soyu kızıl dalların,
yabanıl bütün acıların örgüleri,
ağaçtaki nefretin bütün budakları.
Caupolican sarmaşıktan maskesini düşsün diye bırakır
yolunu şaşırmış kâşiflerin gözleri önünde:
yok burada hiç boyalı kral tüyü,
yok burada hiç kokulu bitki taçları,
yok burada hiç parıltılı kolyeleriyle papazlar,
burada ne eldivenler
ne de altınla kaplanmış prensler var:
bu ormanın yüzüdür,
paramparça edilmiş akasyalardan bir maske,
yağmurla saklanmış bir beden,
sarmaşık bitkileri üzerinde büyümüş bir kafa.

Bakış Caupolican'ın,
dağla kaplı evrenin batan bakışı,
dünyanın amansız gözleri,
ve titan'ın yanakları asılan duvarlarıdır
şimşeğin ve kök'ün.


Pablo Neruda
Los libertadores
Canto General

Ars Poetika

Gölge ve boşluk arasında, kışlalarla genç kızlar arasında,
garip bir yürekle ve kederli düşlerle bezenmiş olarak,
bir anda solgunlaşıp kurudu alnım
ve hiddetli bir duladamın üzüntüsü her bir gününde hayatın,
ah, her bir damla görünmez suyu uyur gibi içerdim
ve titreyişle yakaladığım her bir seste
bu uzak susayışı ve aynı soğuk ateşi duyumsarım,
büyüyen bir ses, dolaysız bir acı,
sanki hırsız ya da hayalet yaklaşır gibi,
ve saran bir kabuk ve derin kucaklayış gibi,
şaşkın garson gibi, az biraz zırıldayan bir can gibi,
eski bir ayna gibi, konuklarının geceleri sarhoş döndükleri
ve çiçek yokluğunun ve yere atılan çamaşırların
pis kokusu yükselen
boş bir evin kokusu gibi,
- belki şu ya da bu şekilde, biraz daha az melankolik -
ama şu ki gerçek rüzgâr kırbaçlıyor göğsümü,
yatak odamda düştü sonsuz kumaşlardan yapılmış geceler,
ve bir günün gürültüsü azdırıyor fedâyı
dalgınca bir anda istiyor peygambersi ne varsa bende,
ve bir yığın şey çağırıyor beni yanıt almadan
ve sürekli bir devinim, ve şaşkın bir isim.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Askerin Gecesi

Yaşıyorum askerin gecesini, yıkım ya da melankoli bilmeyen adamın zamanını, okyanus ya da bir dalganın uzağa fırlattığı adamın zamanını, o acı suyu bilmeyen ayırdı kendini ondan, ve korkusuzca ve yavaş yavaş yaşlanıyor, büyük değişimleri olmayan sıradan hayata adanmış, yokluğu olmaksızın, kendi hayatını yaşayan derisinde ve giysisinde, gerçekte karanlık. Tütün tüttüren, tüküren ve denetimsizce içki içen ve ansızın ölümlü hastalar gibi hep birden çöken aptal ve neşeli arkadaşlarla birlikteyken işte böyle görüyorum kendimi. Değil mi ki nerededir askerin teyzesi, gelini, kaynanası ve yengesi? Belki ölürler toplum dışında bırakılmaktan ya da malaryadan, soğurlar ve sararırlar ve buzdan bir yıldıza göç ederler, soğuk bir gezegene, en sonunda dinlenmek için, genç kızlar ve buzul meyveler arasında, ve onların cesetleri, zavallı ateş cesetleri uyumak zorunda alazların ve kaymaktaşı meleklerinin koruduğu külün uzağında.

Akşam yükümlülüğüyle yenilmek için sonuna yaklaşan her gün, dolanıyorum Müslüman tacirlerin arasında, geziniyorum gereksiz bir nöbetçi gibi, ineğe ve kobra yılanına tapan insanların arasında, dolaşıyorum cazibesiz ve sıradan bir yüzle. Aylar değişimsiz değil, ve yağmur yağıyor bazen: gökyüzünün sıcağından dökülüyor gebe su, ter gibi suskun, ve dev bitkilerin üzerinde, yabanıl hayvanların sırtlarında dolanıyor birbirine ve uzuyor bu ıslak tüyler bir zaman sessizlikte. Gecenin suları, musonun gözyaşları, tuzla doymuş tükürük düşmüş atların köpükleri gibi, büyümesi yavaşça, püskürtüsü yavaş, hayrette kalmış kaçışta.

Şimdi, o profesyonel merakın, yalnızca huzuruyla bir yarık açan o acınası şefkatin, yıldırım ışıltısıyla beni aşırı maviyle giydiren o mükemmel vicdanın nerede? Bağlayıcı bir sistemin oğlu ta yüreğe dek, inatçı fizikî bir sabırdan, nefes almayı sürdüreceğim gündelik olarak yığılan besinin ve zamanın bir sonucu olarak, öçten ve altın derimden oluşan gardırobum çalınmış. Çünkü ayaklarım kayıyor tek bir mevsimin mekanlardan oluşan saatleri gibi, ve üzerimde asılı duruyor hemen her zaman günün ve gecenin biçimlerinden oluşan bir gün.

Sonra, ara sıra düşüyorum genç gözlü ve kalçalı kızların peşine, saçlarında sarı bir çiçeğin yıldırım gibi alazlandığı varlıkların peşine. Ayak parmaklarının her birinde yüzükler var, ve bilezikler, ayak bileklerinde halhallar ve bunun yanı sıra renkli kolyeler, boyunlarından çıkarıp araştırdığım zincirler, değil mi ki hayran kalıyorum önünde sonsuzca tekrarlanan diri bir bedenin, ve dinelmiyor öpüşlerim. Her bir yeni heykeli tartıyorum kollarımda ve içiyorum erkeksi susuzlukla onların yaşayan iksirini sessizlikte. Uzanmış yatarak bakıyorum yukarıya, o uçucu yaratığa, bakış tırmanıyor onun çıplak varlığı üzerinden gülüşüne: devasa ve üçgensi yukarısı, kaldırılmış havaya iki global memeyle, beyaz yağdan ve uysal enerjiden ışığıyla iki lamba gibi dipdiri gözlerimin önümde. Teslim oluyorum onun karanlık yıldızına, teninin sıcaklığına onun, ve düşmüş bir düşman gibi devinimsiz bağrımın altında, aşırı kalın ve mat kollarla bacaklar, uzanıyor savunmasız dalgada o: ya da çapraz milli solgun, hızlı, derin bir teker gibi ve parmaklar dönüp duruyor etrafında, şaşkın bir yıldız gibi.

Ah, kendi kendisini tüketen ve düşen, harabelerle çevrilmiş, yas tutan şeylerin ortasında, terk edilmiş bir kor gibi peş peşe geceler. Olağan olarak hazır ve nazır bulunuyorum bu sonlu, gereksiz silâhlarla kuşanmışlıkta, mahvolmuş itirazlarda. Koruyorum bu yarı gecesel maddenin kanıyla hafifçe ıslanmış giysilerimi ve kemiklerimi: etrafımda toplanan bu dayanıksız toz, ve ara sıra uyanıyorum vekalet tanrısının yanında, direngen soluk alışıyla, yükseğe kaldırılmış kılıcıyla.


Pablo Neruda
Yeryüzünde Birinci Konaklama

Askerin Sevgilisi

Askerin sevgilisi yaptı hayat seni
kavganın sıcağında.

Zavallı ipek entarinle
sahte taşlardan tırnaklarınla
ateşin arasından geçmeye hazırlandın.

Gel buraya, ey avare,
gel ve iç o kızıl şebnemi
göğsümde.

Bilmek istemedin nereye gittiğini,
kavalyeydin,
ne eğlencen vardı ne de ülken.

Ve dolandığında yanı başımda,
hayatın benimle gittiğini görürsün
ve ölüm var ardımızda.

Artık dans edemiyorsun
ipek entarinle salonda.

Ayakkabılarını aşındırmak istersin,
fakat büyüyeceksin yürüyüşte.

Dolanmalısın dikenlerin üstünde,
bırakmalısın kandan küçük damlaları.

Öp beni yeniden, sevgilim.

Temizle silâhını, yoldaş.


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri
1952

Asma Çubuğu Ve Rüzgar

Bir şarkıcıyım ben,
Avrupa’nın bağlarında dolaştım;
Gezindim rüzgarlar altında.
Asya’nın rüzgarı altında.
Yaşamlar içinde en iyisi
Yaşam bile,
Dünyanın tadı;
Ak pak barış bile;
Avareydi
Devşirdim
Evet devşirdim.

Başka toprakların
En iyisi
Yüceltti şarkısını dudağımda;
Bağların ortasında
Barışın ve rüzgarın özgürlüğü!

İnsanlar nefret ediyor gibiydiler
Birbirleriyle.
Yine de aynı gece
Birbirlerinin üzerlerini
Örtüyorlardı.
Bizi uyandıran
Tek ışık
Dünyanın ışığıydı bu!
Evlerine girdim,
Yemek yiyorlardı masalarında;
Fabrikadan çıkmıştılar,
Gülüşüp ya da ağlaşıyorlardı.
Ve de
Hepsi birbirine benziyordu.
Ve hepsi de
Gözlerini ışığa çeviriyorlardı
Yollarını arıyordu hepsi de.

Hepsinin bir ağzı vardı
Türkü çağırıyorlardı,
Türkü çağırıyorlardı
İlkbahara dönük!

Hepsi.

İşte rüzgarda
Bağ çubuklarının arasında
En iyi insanları devşirdim
Şimdiyse dinlemeniz gerek beni


Pablo Neruda

Aşık Olmalar: Kent

Ekim ayında öğrenci aşkı
alazlanır kiraz ağaçlı sefil caddelerde
ve mırıldanan bir tramvay her köşede,
su gibi kızlar, Şili’nin balçığından
ve çamurundan ve karından
ve ışığından ve kara gecesinden birleşmiş bedenler,
Rosa’yla, Lina’yla ya da Carmen’le
düşmüş yatağa hanımelleri,
çıplaklar şimdiden, çalınmış gizler belki
ya da gizem dolular kıvırırlarken kendilerini
kucaklayışta, bir sarmal belki, bir kule,
ya da yaseminden ya da ağızlardan bir titreyiş:
dünde miydi, şimdiki sabahta mı, nereye kayboldu
o uçucu ilkbahar? Ey elektrikli
kalçanın ritmi, ey tünelinden çıkıp
türüne giderken apaçık kırbaç vurması atmığın
ve uyuklayan bir topalakla
utkulu akşamda ve kağıtlar arasında
dizelerim, yazılmış orada
temiz mayayla, dalgayla,
güvercinle ve yayılan saçla.
Tek kerelik aşık olmalar, hızlı,
şehvetli, anahtardan anahtara,
ve buna katılmış olmanın gururu!
Sanıyorum, şiirimin temeli yalnızca
yalnızlıkta değil, fakat bir bedendedir de
ve ondan sonra başka bir bedende daha,
yeryüzünün bütün öpüşleriyle
ve ayın tekmil teninin altında.


Pablo Neruda

Aşk

Bunca gün, ah, bunca gün
görmeyi seni böyle kırılgan, böyle yakın,
nasıl öderim, neyle öderim?

Uyandı kana susamış
ilkbaharı koruların,
çıkıyor tilkiler inlerinden
çiylerini içiyor yılanlar,
ve ben gidiyorum seninle yapraklarda
çamlar ve sessizlik arasında,
sorarak kendime nasıl, ne zaman
ödeyeceğim diye şu bahtımı

Bütün gördüklerim içinde
yalnız sensin hep görmek istediğim
dokunduğum her şey içinde
senin tenindir hep dokunmak istediğim:
seviyorum senin portakal kahkahanı
hoşlanıyorum uykudaki görüntünden

Ne yapmalıyım, sevgilim, sevdiceğim
bilmiyorum nasıl sever başkaları
eskiden nasıl severlerdi,
yaşıyorum, bakarak, severek seni,
aşk tabiatımdır benim

Her ikindi daha da hoşuma gidiyorsun.

Nerde o? Hep bunu soruyorum
kaybolduğunda gözlerin
Ne kadar geç kaldı! Düşünüp inciniyorum,
yoksul, aptal, kasvetli duyuyorum kendimi
geliyorsun sen, bir esintisin
şeftali ağaçlarından uçan.

Bu yüzden seviyorum seni, bu yüzden değil
o kadar neden var ki, o kadar az,
böyle olmalı aşk
kuşatan, genel
üzgün, müthiş,
bayraklarda donanmış, yaslı,
yıldızlar gibi çiçek açan,
bir öpüş kadar ölçüsüz.


Pablo Neruda

Aşk

Armağanlarınla beraber verdin bana, İspanya,
o yılmaz aşkı.
Beklediğim şefkat geldi bana
ve benimle hâlâ, en derin öpüşü
sunuyor ağzıma.
Fırtınalar
alamadı benden bunu,
ve uzaklık o zamandan beri gömemedi
birlikte fethettiğimiz sevgi mekanını,
Görmüştüm savaş yangınından önce giysilerini
İspanya’nın cesur tarlaları arasında,
sonra gördüm her şeyin bozulduğunu, belirsiz ışıkta,
ve acılı bir ifade kayıp gitti yüzünden
yitirilmiş taşa düşene dek.

Kaskatı bir ağrıyla, zıpkınlarla delik deşik
daldım senin sularına, sevgilim,
tıpkı hiddetin ve ölümün arasından
dört nala giden ve birdenbire
sabah tazesi bir elma verilen bir at gibi, vahşi ormanın
titreyişinden oluşan bir çağlayan gibi.

Hayatımı belirleyen o ıssız ovalar
o zamanlardan tanıyorlar seni, sevgilim benim,
o karanlık okyanus izliyor beni
ve o müthiş sonbaharın kestaneleri.

Kim görmedi ki seni, sevda yüklüm, kavgada
hemen yanımda duran şefkatim benim,
bir yıldızın türlü türlü işaretlerini
göstermesi gibi? Kim bulmadı ki seni,
beni aradığında ordunun içinde,
çünkü ben insanlığın tahıl ambarında bir tohumum,
kim bulmadı seni köklerime dayanmış,
kanımdaki şarkıyla beslenen, kim?

Bilmiyorum, sevgili, zamanım ve mekanım olur mu
tekrar betimleyebilmek ve yazdığım kağıtlara yayabilmek
senin o hoş gölgeni, gelinim benim:
bu günler oldukça çetin ve parıltılı,
ve bunlardan toparlamalıyız şirinliğimizi,
çamurdan bir göz kapağı ve dikenlerin arasında.
Neredeyse unutuyordum, ne zaman oluştuğunu:
sen sevdadan önce bulunuyordun,
kaderin güçleriyle geldin,
ve hemen senden önce yalnızlığım senindi,
belki o senin dinlenen saçlarındı.
Bugün, anmayacağım adını,
sen benim sevdamın arzusu,
benim günlerimin yol göstericisi, sen tapılansın,
ve zamanın mekanında günü içine alıyorsun
evrenin sahip olduğu tüm ışığı.


Pablo Neruda
Yo soy
Canto General

Aşk

Onca gün, ah, onca gün görürüm seni.
Nasıl öderim, neyle öderim
onca somut ve onca yakın oluşunu?

Kana susamış ilkbahar
ormanlarda uyanır.
Yakında çıkar tilkiler inlerinden,
çiyi içer yılanlar,
ve çamlarla sessizliğin arasında
yürürüm seninle yapraklarda,
bu talihimi nasıl ve ne zaman
öderim diye sorarım kendime.

Gördüğüm her şeyden
görmek istediğim sensin hep,
dokunduğum her şeyden
dokunmak istediğim tenindir hep:
severim portakal gülüşünü,
seni uyurken izlemekten hoşlanırım.

Ne yapmalıyım, sevgilim, sevdiğim?
Bilmem nasıldır diğer aşklar
ya da geçmişteki sevdalılar,
yaşarım, izlerim, severim seni,
sevmek doğamda var benim.

Hoşlanırım senden ikindileri.

Nerededir şimdi? Gözlerin yittiğinde
sorarım hep.
Ne de uzun oyalandı diye düşünüp yaralanırım.
Zavallı, aptal ve üzgün hissederim kendimi,
ve varıp ışıldarsın,
yükselirsin şeftali ağaçları üzerinde.

Bundandır seni sevmem, ve bundan değil.
Onca nedeni var, ve onca nedeni yok,
ve böyle olmalı aşk dediğin,
kapsayan ve olağan,
özel ve dehşetli,
bayraklı ve gamlı,
yıldızlar gibi çiçeklenmiş
ve bir öpüş gibi ölçümsüz.


Pablo Neruda
Estravagario

12 Kasım 2014 Çarşamba

Aşk

Derdin ne, derdimiz,
neler oluyor bize?
Oy, bizi bağlayan ve yaralayan
öyle sert bir iptir ki aşkımız,
birbirimizden ayrılıp
kurtulmak istediğimizde yaralarımızdan,
bir düğüm daha atar aşk ve birlikte kanamaya
ve birlikte yanmaya mahkûm eder bizi.

Derdin ne senin? Bakıyorum sana
ve diğer gözlere benzeyen yalnızca iki göz
buluyorum sende, öptüğüm daha güzel
bin ağız arasında yitmiş bir ağız,
bedenimin altında kaymış
o bedenlere benzeyen
çoktan unutulmuş bir beden.

Ve nasıl da boş dolandın durdun dünyada
buğday renkli bir çömlek gibi
havasız, sessiz, içeriksiz!
Durmaksızın toprağın altını kazan
kollarım için boş yere aradım
derinliği sende:
teninin altında, gözlerinin altında
hiçbir şey,
neredeyse kabarmayan
memelerin altında
niçin şakıyarak acele ettiğini bilmeyen
kristal berrağı türünden bir akıntı.
Niçin, niçin, niçin,
aşkım, niçin?


Pablo Neruda
Kaptanın Dizeleri
1952

Aşk Düşünceleri İçine Mi Düşer?

Aşk düşünceleri içine mi düşer
sönmüş volkanların?

Öç eylemi midir bir krater
yoksa yeryüzünün bir cezası mı?

Denize asla ulaşmayan ırmaklar
hangi yıldızlarla sürdürür konuşmayı?


Pablo Neruda
Sorular Kitabı

Aşk Sonesi I

Matilde, bitki ismi, taş ya da şarap,
doğarsın topraktan ve yaşarsın daima,
sözcük aydınlatır günü yaratısında,
patlar limonların ışığı yazında.

Arı sürüsünün mavisiyle, deniz ateşiyle
çevrilmiş ahşap tekneler yüzer bu adda,
ve kömürleşmiş yüreğime dökülen
bu harfler ırmak suyundan.

Ey bir boru çiçeği altında bulunmuş isim
dünya kokularının iletişiminde
bilinmedik bir tünelin girişi gibisin.

Ah alazlanan ağzınla işle içime,
istersen incele beni gece karası gözlerinle,
yeter ki yelken açıp uyuyayım isminde.


Pablo Neruda
Yüz Aşk Sonesi
1959