Şiir, Sadece

3 Mart 2011 Perşembe

Böyle Midir Sizin İlin Töresi

Böyle midir sizin ilin töresi
Hele bir yol safa geldin desene
Geçer bu güzellik sana da kalmaz
Hele bir yol safa geldin desene

Öl dediğin yerde ölürüm derdin
Kal dediğin yerde kalırım derdin
Her derdine derman olurum derdin
Hele bir yol safa geldin desene

Sarardı gül benzim ayvaya döndü
Hakk'ı söyledikçe müşkülüm kandı
Ayrılık ateşi sinemi deldi
Hele bir yol safa geldin desene

Yatarım Muhammed kalkarım Ali
Gittiğimiz On'ki İmamın yolu
Pirim Hünkar Hacı Bektaş Veli
Hele bir yol safa geldin desene

Kırmızı güller solmaz mı sandın
Pir Sultan Abdal'ı gelmez mi sandın
Bir safa geldin de demez mi sandın
Hele bir yol safa geldin desene


Pir Sultan Abdal

2 Mart 2011 Çarşamba

Kıskançlık

O sıra kavak dallarında türkü söylüyordu gün.
Seni hatırlayınca, efkarlandım ansızın.
Sabah bir ırmaktı, sen delice anadan doğma çıplak.
Irmak geçmiş gibiydi erkek sularından
bu yüzden bir çığlık kopardım ağrılardan.

Kıyabilirdim balıklara ben de
inanmıyordum sazlara, yosunlara.
Sen en çirkin balığın altında da yatabilirdin çünkü
beyaz boynuzlar bitişiyordu alnında.

O sıra kavak dallarında türkü söylüyordu gün.
Seni görmek için sazlar da büyüdü iki karış.
İki cinsten vahşiler geliyordu sana doğru
handiyse akacaktı senin göğsünden iki ak ırmak.

Ne yapabilirdim ki
önünde diz çökmekten başka ne yapabilirdim?
Güçlü bir boğaydım belki, ama sen körpe bir anne
bakıyordum senin iki gözün dumanlı.
Bunlara karşı kaynıyordu kan içimde
ve dönüyordu başım sersemce.

O sıra kavak dallarında türkü söylüyordu gün.
Bacakların güçlüydü atların kaslarından
seziyordum alnımda
iki boğa boynuzunun büyüklüğünü.
Ama doludizgin böyle bir koşucuya nasıl varabilirdim?

Delice bir koşuydu bu sabahtan akşama dek.
Otları yumak yapmış, biçmiştik ekinleri.
Sonra bakıyorduk aydınlığa sonsuzluğu görürüz diye.
Ben tıknaz, kalın enseliydim,
sen süt beyaz, ince, uzun, narin.
Ve gün birdenbire kesti türkü söylemeyi kavak dallarında.
Ve tuhaf şey: Büyüdü ormanlar kökleriyle göklere doğru
kurtun gözlerinde dolu kurt ağrısı vardı
suda balıklar konuşuyorlardı gizlice.

Ve unutma iki gök vardı
deredeydi biri.
Ve her kavak dalının elinde sıcaklık vardı.
Tuhaf, kara, kapkara aylar yüzüyordu göklerde
dudaklarında ateş, ellerinde sıcaklık vardı.

Ve gün kesti türkü söylemeyi kavak dallarında
Gece oldu. Sen yatıyordun çimenler üstünde, çırılçıplak,
ben zayıf, cılız bir delikanlıydım
o iki ak boğa boynuzundan yoksun.

Biliyorum: Sen gençtin
kurtun bile altına yatabilirdin
kamçılayarak sözleri kükreye bilirdin
gene de bıçağa değmezdi ellerin.

Kaçmaktan başka ne yapabilirdim, kaçtım
benimle kalın ağaç gövdeleri de sendeledi
beni izliyordu o korkunç iki göz
senin ya da senin o vahşi kurtunun gözleri.


Branko V. Radiçeviç
Türkçesi: Necati Zekeriya

1 Mart 2011 Salı

Ruh Kargaşası

Savaşta öldürülmedin, şeytan gibi şanslısın dediler bana.
Oysa babamı ve bir erkek kardeşimi öldürdüler bu savaşta.
Ve sürükleyip götürürlerken beni, boğazıma bir paçavra tıkamışlardı
Sesim çıkmasın, haykırmayayım diye avazım çıktığınca.

Tahta kurusu muhbirlerdi bakan, sindikleri köşelerden sadece
Ve gündüzleri ve uykusuz gecelerin karanlığında
Örümcekler, tek düze söz ağlarını örüyorlardı çökerek üstüne göğsümün
Kadın haykırışları duyuluyordu betondan koridor cehenneminde
Ve ölü bir kadın canlı bir çocuk doğurdu orada.

Annem, tüm olup bitenlerden sonra otuz gece
Gözleri kapıda, kımıldamadan, oturmuş bekleyerek beni
Otuz birinci sabah, salmışlar onu iyileşenler arasında
Çünkü bu kargaşadaki öteki kadınlar gibi sövüp saymamış muhafıza
Annem bir akıl hastanesine kapatılmıştı.

İnsanlar, sadece insanlar kurtarabildiler ölmekten onu
Bulup çıkardılar, henüz canlıyken.
Ve ölüm kokusu sonsuzca kaldı etinde
Öylesine istiyordu genç bir erik ağacına asmayı kendini
Kimbilir ne zaman çiçek açacak olan.

Ve ben şimdi de -konuşan yine namluysa eğer
Ve bıçak camı şangırdattığında, sönsün diye kitabın üstündeki ışık
Ben şimdi de o tutsaklık karanlığını ilençliyorum, kanatasıya ısırıp dudaklarımı
Ve duyuyorum yeniden öldürücü ayak seslerini karanlıkta ve haykırışım
Ve kendi fısıltımı: "Götürecekler anneciğim"

Kınamayın beni, sevinçten çok sık söz ediyorum diye
Evim bir kül yığınına döndü ve hüzün çok sık konuğumdur hala
Bu yaşam titreşimleri, acıdan kurtuluş çabası
Ben de sizler de üstümüzdeki ağırlığın altında daha kolay yaşayabilelim diyedir.

Düşler bırakmadı beni, tüm İspanyalardan sonra ...
Belki kederlidir bakışlarım ve az çok karardılar acılardan
Fakat güzele eğilim, eksilmiyor yaşamdan ...


Mira Aleçkoviç
Türkçesi: Ataol Behramoğlu

28 Şubat 2011 Pazartesi

Onu Bildim Bileli

Onu bildim bileli
mavidir gözleri günlerin
suların rengi onun giysileri.

Onu bildim bileli
yel eser onun sesiyle
güller konuşur onun dilini.

Yaz bulutlarına bayılırım
gün batımlarında gelince bana
otlar yürür onun adımlarıyla.

Bayılırım salkım söğütlere
türkü söylerken ona
derede yıkarlar saçlarını.

Yalnız ben anlarım
onların dilinden
ve gülümserim.

Onu bildim bileli
bir ağustos gecesi gibiyimdir
yıldızlarla, uzaklıklarla dopdolu.


İvan Minyati
Çeviren: N. Zekeriya

Ayrılış

Burda değilim artık
yerimden kımıldamadım bile
ama burda değilim artık

Girsinler
arasınlar hele beni

Değirmen, kaburgaların gölgesinde
öğütür olgunlaşmış boşlukları
dumanları ucuz düşlerin
sigara tabağında tüter de
burda değilim artık

Al dalgalarda
sallanır bağlı sandal
olgunlaşmış bir çift söz
asılı kalır bulutun boğazında
burda değilim artık

Yerimden kımıldamadım bile
ama öyle uzaklardayım ki
varamazlar bana hiç.


Vasko Popa
Türkçesi: Necati Zekeriya

26 Şubat 2011 Cumartesi

Meryem Ananın Acısı

Nerede saklasam sakınsam seni kötü insanlardan
Okyanusun ortasında bir adada yoksa bir dağ tepesinde mi?
Konuşmayı, haksızlığı haykırmayı öğreteceğim sana oğlum.
Tatlı ve yumuşak yüreğini görüyorum biliyorsun
dayanamayacak sonra öfke duyacak acı çekeceksin.

Mavi gözlerin olacak körpe bir bedenin
koruyacağım seni nazardan ve kötü havalara karşı
uyanan gençliğin ilk şaşkınlığından.
Yaraşmıyor sana ne savaş ne de haç.
Uzak durmalısın kölelikten, ihanetten, ocağını kurmalısın.

Geceleri kalkıp sessizce sokulacağım yanına
eğilip soluğunu dinleyeceğim, yavrum benim
sıcak ıhlamur ya da sütünü hazırlayacağım ocakta,
ve sonra yürek sıkıntıları içinde
pencereden kollayacağını seni
elinde defter kalem düşerken okulun yoluna.

Ve eğer bir gün gelir de göklerin Tanrısı
gerçekle, yıldırımın ışığıyla çarparsa aklını
sakın açma ağzını.
Yabanıl hayvandır insanlar, dayanamazlar ışığa.
En yüce gerçek susmanın gerçeğidir.
Bin kez de gelsen bu dünyaya bin kez gerecekler seni haça.


Kostas Varnalis
Türkçesi: Herkül Millas

Akhilleus'un Atları

Ey çirişotu tarlası, kişneyen
iki at geçti yanından
dörtnala ...
Sırtları bir dalga gibi pırıl pırıl,
denizden çıkıp gelmişler
yırtıp geçiyorlardı ıssız kumsalı,
boyunları ileri uzanmış, iki aygır,
şahlanarak, köpükten bembeyaz ...
İçin için şimşek çakıyordu
gözlerinde ve dalgalar-
sonra yeniden dalgalara gömüldüler,
denizin köpüğüyle karışan köpükler,
ve yitip gittiler. Ve ben tanıyordum
bu atları, biri insan sesiyle konuştuydu
gelecekten haber verircesine.
Yiğit binici eline aldı dizginleri,
atına vurdu ve atıldı ileri
tanrısal gençliğiyle ...
Ey kutsal atlar, silinmez
bir yazgı korumuş sizi
kem gözlere karşı,
kapkara alınlarınıza bir muska gibi
iri ve apak birer benek yerleştirerek.


Angeleos Sikelianos
Türkçesi: Cevat Çapan

25 Şubat 2011 Cuma

İlk Yağmur

Açık pencereye yaslanmış bakıyorduk.
Her şey uyum içindeydi duygularımızla.
Tarlalarla bağları karartıyordu
kükürt rengi bulutlar
ve gizli bir çalkantıyla
ağaçlara inerken rüzgar
göğsü otları okşayarak
uçup gitti hızlı kırlangıç.
Sonra birden, büyük bir gürültüyle
yırtıldı gökler ve raks ederek
boşandı yağmur.
Tozlar uçuştu havada.
Bereketli toprağın kokusuyla
titrerken burun deliklerimiz,
dudaklarımızı araladık
içimize işlesin diye sular.
Sonra yan yana, yüzlerimiz
sütleğen ve zeytinler gibi
yağmurdan sırılsıklam,
"Nedir bu koku," diye sorduk,
"bu oğul arılar gibi havaya yayılan?"
Belsem mi çam mı kenger mi
yoksa kekik mi?"
Öyle yoğun ki kokular,
soluk aldıkça içime doldu hepsi
ve sonsuz meltemin okşadığı
bir saz gibi titredim
gözlerim gözlerini bulup
damarlarımdaki kadın
çığlığını işitinceye değin.
Asmanın üzerine eğilip
ürperen yapraklardan bir bir
o tatları tatmak çiçekleri solumak istedim;
oysa aklım üzüm salkımları gibi yoğun,
soluğum böğürtlenlere takılı
tatlarla kokuları tek tek seçemedim
ve insan nasıl aynı anda tadarsa
kaderin kadehinden acı ile sevinci,
ben de öyle tattım aynı anda hepsini;
ve kolumu beline doladığım anda,
bülbül gibi şakıdı, ırmaklar gibi aktı
damarlarımda kanım.


Angeleos Sikelianos
Çeviren: C. Çapan

Barbarları Beklerken

- Pazar yerine toplanmış ne bekleşiyoruz böyle?

Barbarlar geliyormuş bugün.

- Bu ne durgunluk Senatoda,
neden yasamaz olmuş senatörler?

Barbarlar geliyormuş bugün.
Yasamanın gereği var mı?
Barbarlar yasa koyarlar gelince.

- Neden İmparatorumuz böyle erken kalkmış;
başında tacı, duruşunda bu törensizlik,
ne yapıyor kentin en büyük kapısında?

Barbarlar geliyormuş bugün.
Başbuğlarını İmparator
karşılamaya çıkmış.
Buyrultu bile çıkarmış diyorlar,
ona nicelikler, ayrıcalıklar bağışlayan.

- Neden iki konsülümüzle yargıçlarımız
kırmızı, süslü kaftanlar içinde çıkmışlar?
Neden yakut bilezikler, parlak
zümrüt yüzüklerle bezenmişler?
Altın, gümüş kakmalı asalarıyla
ne yapacaklar böyle?

Barbarlar geliyormuş bugün,
Barbarların böyle şeyler pek hoşuna gidermiş.

- Nerde ünlü söylevcilerimiz,
neden konuşmuyorlar?

Barbarlar geliyormuş bugün,
Barbarlar güzel sözlere kulak asmaz ki.

- Nedir bu birdenbire doğan tedirginlik.
bu kargaşa? (Nasıl da asılıverdi suratı herkesin!)
Sokaklar, alanlar neden böyle çabuk boşalıyor,
neden dalgın dönüyor evine herkes?

Gece oldu, Barbarlar gelmedi de ondan.
Sınırdan dönen birtakım kimselerse
Barbarlar yok artık, diyorlar.

Peki, şimdi Barbarlarsız ne yaparız biz?
Ne de olsa çıkar bir yol demekti onlar.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: İ. Kuçuradi - A. T. Oflazoğlu

24 Şubat 2011 Perşembe

Tanrının Antonius'u Bırakmasıdır

Birdenbire duyarsan geceyarısı
görünmeyen bir alayın geçtiğini
eşsiz ezgilerle, seslerle-
artık boyun eğen yazgına, başarısız
yapıtlarına, tasarladığın işlere
hepsi aldanışlarla biten-
ağlamayasın boş yere.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
hoşçakal de ona, giden İskenderiye'ye.
Hele kendini aldatmayasın demeyesin:
bu bir düştü, kulaklarım iyi duymadı;
böyle boş umutlara eğilmeyesin.
Çoktan hazırmış gibi bir yiğit gibi
böyle bir kente erişmiş sana yaraşırcasına,
kesin adımlarla yaklaş pencereye,
dinle duygulanarak, ama
yanıp yakılmalarıyla değil korkakların-
son bir kez, dinle doya doya ezgileri,
o gizli alayın eşsiz çalgılarını,
hoşçakal de ona, yitirdiğin İskenderiye'ye.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: İ. Kuçuradi - A. T. Oflazoğlu

Kaleler

Düşünmeden, acımadan, utanmadan
yüksek kaleler kurmuşlar dört yanıma.

Umutsuzluk içinde böyle hep
bir şey düşünmez oldum alınyazımdan başka.

Dışarıda görülecek bir sürü işim vardı
ben nasıl sezmedim kaleler kuruldu da.

Ses seda işitmedim çalışan işçilerden
habersiz kapadılar beni dünyanın dışına.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: İ. Kuçuradi - A. T. Oflazoğlu

23 Şubat 2011 Çarşamba

Kent

"Bir başka ülkeye, bir başka denize gideceğim, dedin,
Bundan daha uygun bir kent bulacağım sonunda,
ne yapsam boş, önceden yazılmış sanki yazgım
ve kalbim bir ceset, gövdeme gömülmüş burada.
Bu çöküntüyü daha ne kadar çekecek ruhum?
Gözlerimi nereye çevirsem, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntıları hayatımın yalnızca
yıllar boyu heder ettiğim, o yıktığım hayatım."

Yeni ülkeler bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinden gelecek şehir. Sürteceksin hep aynı sokaklarda,
hep aynı mahallelerde geçecek ömrün ve kocayacaksın.
Hep aynı kente varacaksın nereye gitsen,
ne yol var, ne gemi var, yok kaçmak umudu bir başka yere.
Madem ki heder ettin bütün hayatını bu kentte
yıktın onu demektir yok ettin bütün evrende.


Konstantinos Kavafis
Türkçesi: Özdemir İnce

Gülün Hoş Kokusu

Yıldırım bu yıl karakışta
gençliğimden uzak ateşten yoksun
her an yıkılacağımı sandım
karla kaplı yollarda.

Ama dün Mart'ın gülüşüyle yüreklendim
eski patikalarla buluşmaya gittim,
ve uzak bir gülden gelen hoş kokuyla
yaşardı gözlerim.


Kostis Palamas
Türkçesi: Herkül Millas

22 Şubat 2011 Salı

Bir Acı

Unutamadığım gençlik yıllarım
deniz kıyısında geçti,
sığ ve kımıltısız denize yakın
geniş ve büyük denize yakın.

Ve çiçek açan yaşam
önümde belirince
deniz kıyısındaki gençlik yıllarımın
düşlerini görünce, fısıltısını duyunca

Yüreğim iç geçirir hep aynı seslenişle:
Yeniden yaşayabilseydim
sığ ve kımıltısız denize yakın
geniş ve büyük denize yakın.

Ana gibi alınyazım ana gibi sevincim
bir tek onu tanıdım:
İçimde tatlı serili göl gibi bir deniz
ve okyanus gibi açık ve büyük.

Ve işte! düş onu yeniden taşıdı
yanıbaşıma uykumun içinde
sığ ve kımıltısız denizi
geniş ve büyük denizi.

Ama beni ne yazık bir acı
büyük bir acı sarıyor,
yüreğimin ilk çarpışı sevgili deniz kızım
sen bile dindiremedin bunu.

Neydi içimdeki fırtına
neydi o çarpıcı rüzgar
senin bile uyutamadığın dindiremediğin
büyülü görüntü, deniz kıyısında?

Söylenmeyen anlatılamayan acı
büyük acıdır bu
sönmeyen, gençlik yıllarımın
cennetinde bile deniz kıyısında.


Kostis Palamas
Türkçesi: Herkül Millas

Sevmiyorsun Sen Beni

Mayıs ayında solan
Çiçeklere soruyorum
Yanıtlarından anlaşılan
Sevmiyorsun sen beni


Dionisios Solomos
Türkçesi: Herkül Millas

21 Şubat 2011 Pazartesi

Kavgalar

Kayalar arasında tek başıma
Boşuna gezdiğimi sormayın neden
Her gün bir sözü unutuyorum
Yitiriyorum her gece bir yıldızı
Başka başka kapılardan kaçıyorum ben
Her sabah kopup kökümden, evimden

Kışla karanlığın çarpışması
Korunak arıyorum mağaralarda
Aslanlarla canavarlar yanında
Karın boğazıma kadar gelmesi
Atım da batıyor yeraltı deresine
Ben bir topun altında fitil örneği
İki meydan arasında, donuklukta yanıyorum
Ve tatlı anaya sunulan övgüyü duymak istiyorum.

Oysa yolda kimseler yok türkü söyleyen
Göl dibinde kışlıyor kiliseler
Gece olunca tepesinde Velebit'lerin
Kızgın bir ateşi görüyor gözlerim
Ve parmaklarına üfleyen iki celladı.
Beni tohumuma kadar
Ateşte kızartmak istiyorlar.

Ateşlerin nasıl yandığına bakınız
Tepesinde yeller esen bayırın
Ve sormayın neden böyle yapayalnız
At sırtında uçuyorum köyden uzaklara
İlaçlı bitkileri arayarak
Kendime ve birçok yaralı kardeşlere.
Ben de attan ineceğim
Ak saraylardan işitilince borazan sesi
Dargınlığını yitirince ateşler
Pişman olunca yılanlar
Birbiriyle içten kucaklaşınca kardeşler.


Miograd Pavloviç
Türkçesi: İskender Muzbeg

Sessizlik

Duyulmuyor bir tek dalga bile
Issız deniz kıyısında
Uyumuş sanki deniz
Yeryüzünün kucağında.


Dionisios Solomos
Çeviren: H. Millas

Psara Adasının Yıkımı

Psara'nın kapkara sırtında
Yürüyor Zafer şimdi tek başına
Süzüyor tek tek üstün yiğitleri
Saçlarına bırakarak çelengi-
Issız toprakta kalmış olan
Seyrek o birkaç çalıdan oluşan.


Dionisios Solomos
Çeviren: H. Millas

Tutku ve Nisan Ayı

Tutku ve Nisan ayı oynayıp gülüyorlar
çiçek ve bitkiler nasıl bitiyorsa öyle sarıyor şimdi beni silahlar.
Melemekte ak dağda oynaşan koyun
derin denize atılarak yeniden
ve bembeyaz kavuşarak gökyüzünün güzelliğine.
Mavi kelebek gölün sularında
koşup oynaştı gölgesiyle
hoş kokulara kavuşturarak uykusunu yaban zambak içinde;
küçük solucan bile en tatlı saatlerini yaşıyor.
Büyü gibi bugün doğa: düş içinde sevimli ve güzel
pırıl pırıl kaya ve kuru otlar
binbir pınarla akar durur binbir dille gürül gürül;
bugün ölenler bin kez ölür.


Dionisios Solomos
Çeviren: H. Millas

19 Şubat 2011 Cumartesi

Bebeklerin Ulusu Yok

İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu
Bebeklerin ulusu yok
Başlarını tutuşları aynı
Bakarken gözlerinde aynı merak
Ağlarken aynı seslerin tonu

Bebekler çiçeği insanlığımızın
Güllerin en hası, en goncası
Sarışın bir ışık parçası kimi
Kimi kapkara üzüm tanesi

Babalar çıkarmayın onları akıldan
Analar koruyun bebeklerinizi
Susturun susturun söyletmeyin
Savaştan yıkımdan söz ederse biri

Bırakalım sevdayla büyüsünler
Serpilip gelişsinler fidan gibi
Senin benim hiç kimsenin değil
Bütün bir yeryüzünündür onlar
Bütün insanlığın gözbebeği

İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu
Bebeklerin ulusu yok
Bebekler, çiçeği insanlığımızın
Ve geleceğimizin biricik umudu...


Ataol Behramoğlu

Bellum Omnium Contra Omnes

"İnsan insanın
Kurdudur" diyor
Bir düşünür
Ve ekliyor:

"Bellum omnium cantra omnes"
Yani
Yatkındır savaşa
Birbiriyle herkes...

Şu sonuç çıkar
Bu saptamadan:
Doğası gereği
Savaşçıdır insan...

Doğruluk payı
Var mı bu görüşte?
Yanlışlık var mı?
Varsa nerde?...

İnsan insanın
Kurduydu belki
Gerçek kurttan
Yokken farkı...

Onu kurttan
Ayıran özellik
Akıl olmalı
Ve üretkenlik

Ürününü
Emeğinin
Alırsan, sevinçle
Dolar yüreğin

Ve hele ortak bir
Yaratıysa bu
Daha da büyür
Mutluluğu

Oturursun
Aynı sofraya
Emektaş olmanın
Mutluluğuyla

Şimdi sormak
Gerekir yeniden
İnsan insanın kurdu mu gerçekten?

İnsan insanın
Kurduydu belki
Gerçekten kurttan
Yokken farkı

Ama gelişen
Bir şey var onda
Sevgiye, iyiye
Doğruluğa

Yaratırken
Emeğiyle
Yaratır çünkü
Kendini de...

Soruyu yeniden
Ve şöyle sormalı:
Sevgiye, iyiye
Barışa kim karşı?

Emeğinin
Hakkını alan
Ne çıkar umar
Savaştan?

Dünyayı ortakça
Kardeşçe üreten
Ne yarar umar
Kötülükten?

Şimdi değiştirip
Bu kavramları
Yeniden ve şöyle
Söylemek olası:

Emekçi insan var, barıştan yana
Dünyayı kardeşçe yaratan, üreten..
Ve kurtlar - savaşta çıkarları...
Vurarak, kırarak, ezerek sömüren...


Ataol Behramoğlu

18 Şubat 2011 Cuma

Ben Ölürsem Akşamüstü Ölürüm

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Şehre simsiyah bir kar yağar
Yollar kalbimle örtülür
Parmaklarımın arasından
Gecenin geldiğini görürüm

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Çocuklar sinemaya gider
Yüzümü bir çiçeğe gömüp
Ağlamak gibi isterim
Derinden bir tren geçer

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Alıp başımı gitmek isterim
Bir akşam bir kente girerim
Kayısı ağaçları arasından
Gidip denize bakarım
Bir tiyatro seyrederim

Ben ölürsem akşamüstü ölürüm
Uzaktan bir bulut geçer
Karanlık bir çocukluk bulutu
Gerçeküstücü bir ressam
Dünyayı değiştirmeye başlar
Kuş sesleri, haykırışlar
Denizin ve kırların
Rengi birbirine karışır

Sana bir şiir getiririm
Sözler rüyamdan fışkırır
Dünya bölümlere ayrılır
Birinde bir pazar sabahı
Birinde bir gökyüzü
Birinde sararmış yapraklar
Birinde bir adam
Her şeye yeniden başlar


Ataol Behramoğlu
(1972)

Beyaz, İpek Gibi Yağdı Kar

Beyaz, ipek gibi yağdı kar
Bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde
Arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri
Sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak
Şarkılar çaldı odalarda
Bütün insanları sevmek gerektiğini düşündüm
Düşmanlarımız dışında
Düşmanlarımız çünkü
Sevgiyi yok ettikleri için
Düşmanımız oldular-
Beyaz ipek gibi yağdı kar
Bir kız kardan hafif yüreğiyle
Geçip gitti güvercinleri anımsatarak.
Uzaktaki şehir
Uykuya dalmıştır şimdi.
Düşündüm bir bir
Kardeşlerimin ne yaptıklarını
Nihat
Uyumuyor olmalı.
-Nefis bir şarkı
Söylüyor yandaki odadaki kız
Bir Rus
Halk şarkısı.
Ve şimdi koroyla
Başladılar-
Nihat düşünüyordur
Karanlıkta.
-Sanırım
Bir saatten sonra
Hapishanede
Dışardan söndürüyorlar ışıkları-
Beyaz ipek gibi yağdı kar
Bir kız kelebek adımlarıyla
Geçip gitti karın üzerinden.
İnsanlar kendi şarkılarını
Kendi hayallerini taşıyorlar.
Çağdaş şarkılar
Gerekli onlara
Hem Hayatlarının
Derinliklerinden söz eden
Gerçekleştirilmiş
Gerçekleştirilmemiş duygularından,
Hem
Kavgayı ateşleyen
Somut
Anlaşılır
Akıllı şarkılar.
Beyaz, ipek gibi yağdı kar
Acılarla dolu bu dünyaya.
İnsafsızlık
Vahşet
Hala güçlü
Ve hala iktidarda.
İnsanlar
Ölüyorlar.
Gepgenç
Sımsıcak
Ölüyorlar
Sanki
Ölmüyorlarmış gibi.
Bir yandan sürüp gidiyor-
Hayat;
Bir yanda tel örgüler
Parmaklıklar.
Beyaz, ipek gibi yağdı kar
Yağdı kirpiklerine bir kızın
Yağdı mavi bir nehre
Saçlarıma yağdı
Otobüslere
Ağaçlara
Evlere.
İçimden okşadım onu.
Kelebek adımlarını
Yanımdan geçen kızın.
Herhangi bir kız
Hayalleri olan.
İstedim ki
Daha güzel
Olsun şu dünya.
İstedim ki
Beyaz
İpek gibi yağan karın altında
Bitsin artık
Bu sürüp giden alçaklıklar.
Bir bebek
Ölüm tehdidi altında yaşamasın
Beşiğinde.
Ve paramparça olmasın
Sımsıcak
Capcanlı
Yaşayıp giderken insanlar.
Bırakın, beyaz
İpek gibi yağan karın altında
Hayallerimiz olsun.
Yaşayalım
Özgür
Güzel
Düşünceli.
Anlatalım
Düşündüklerimizi birbirimize.
Sevinç egemen olsun her yerde
İnsanca
Bir kaygı.
Beyaz, ipek gibi yağdı kar.
Yağsın.
Dünya daha güzel olacak
İnanıyorum buna.
Bir insan kalbinin güzelliğine
Çocukluğuna
Sonsuz cesaretine, olanaklılığına
İnandığım kadar.


Ataol Behramoğlu

17 Şubat 2011 Perşembe

Bu Dert Beni Adam Eder

Gece gündüz dolaşırım tenhalarda menhalarda
Benim annem güzel anem beni koyver
Sağ yanımda bir sızı var, sol yanımda yandım aman altıpatlar
Bu dert beni verem eder

Eğri büğrü bakar oldum boyunbağı takar oldum şaşkın oldum
sakar oldum
İkide bir yüreğimi dağa taşa diker oldum
Şunca yıl karanlıkta göz kırpmaktan bıkar oldum
Benim annem şeker annem gençlik elden gitti gider

Dama çıktım damdan düştüm kılıç kestim esrar içtim
Şahin oldum keloğlanın külahını kaptım kaçtım
Yâre ağlar güler uçtum yarı yolda yorgun düştüm
Benim annem kadın annem bu nasıl iş bana deyver

Gece gündüz düşünürüm tenhalarda menhalarda
Aman annem güzel anem beni koyver
Sağ yanımda bir sızı var, sol yanımda dağlar duman altıpatlar
Bu dert beni adam eder.


Ataol Behramoğlu
(1963)
Bir Gün Mutlaka, Toplu Şiirler - 1, Birinci Basım, Haziran 1991, Sayfa 56

Dörtlükler

Cellat uyandı yatağında bir gece
"Tanrım" dedi "Bu ne zor bilmece :
Öldürdükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe..."
(1974)

Yıllanmış bir ağaç gibi köklü, gür
Yalan hiç yıkılmayacakmış gibi görünür
Hükmü verilmiştir oysa :
Yıkılacak. Çürümüştür.
(1972)

Eskidenmiş sabredip murada ermek
Şeyhin kerametini bekleyerek
Öyle zamanlar yaşamaktayız ki dostum
Erdemdir bazen, sabretmemek...
(1974)

Elinde ne piyon kaldı, ne vezir, ne kale
Düştü birbiri ardına atlar, filler
Ama şah hâlâ direnmekte
Yeni taşlar bulundu çünkü : Köpekler...
(1972)

Burjuvalar kocaman duvarlarla
Çevirmişler avlularını
Ama bir kiraz ağacı gördüm geçen gün
Dışarı uzatmıştı en çiçekli dalını
(1972)

Dilencilerin akordeonları
Bir romantizm katıyor Avrupalı'nın hayatına
Bu bana klâsik müzik dinlemesini anımsattı
Nazilerin, toplu imhalar sırasında...
(1972)

Dostları özlemle kucaklamayı unutma
Çocuk sevmeyi çiçek koklamayı unutma
En zorlu anındayken bile kavganın
Gökyüzüne bakmayı unutma
(1972)

Nedim Tarhan'a

Bir arkadaşımı dinledim yurdunu savunurken,
İnanç ve güç doluydu - şaşkın yüzler sarkmıştı kürsüden;
"Bizler yarının insanlarıyız" diye düşündüm,
"Onlar ise ölüdür, şimdiden..."
(1983)

Her an bir çarpıntıyı yaşamaktayım
Her an çılgın bir heves dağlıyor kalbimi
Tanrım, ben mi hayatı aşmaktayım
Yoksa hayat mı aşmakta beni...
(1972)

Hayale, düşe, doğa ötesine karnım tok
Cine, periye, tanrıya, iblise karnım tok
Adam gibi yaşadım şu dünyada diyebilsem bir gün
Gerisine karnım tok
(1974)

Odan, kitapların duvarda resimler
Bahardır, bir kuş şarkısını söyler
Sanırsın böylece sürüp gidecek bu
Nasıl öyle sandıysa senden öncekiler
(1974)

Ölüm düşüncesinden
Ürküntü duymazdım belki
İki tarih arasına sıkışmak
Onurumu incitmeseydi...
(1976)


Gök sanki eriyecek mavilikten
Çimenler uykulu ve sıcak
Bir kadın geçiyor
Çıplak ayaklarını kalbime basarak
(1972)

Durdum baktım arkandan sen giderken
Bana bir hoşça kal bile demeden giderken
İnsan neler duyar anladım o zaman
Can alıp başını benden giderken
(1974)

Sevdiğim
Sonsuzca yitirdiğim ender çiçek
Geri kalan yılları ömrümün
Seni anımsamama yetmeyecek
(1976)





Ataol Behramoğlu

16 Şubat 2011 Çarşamba

Düşmek

"Uçak şimdi
Düşüyor"
Dedi yanımdaki.
Düşmenin bilmesem
İnmek olduğunu
Azerice'de
Herhalde o saat
Yüreğime inerdi.


Ataol Behramoğlu

Gece Vakti Kimdir Kapıyı Çalıp Gelen

Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen
Yitirdiğim bir mutluluk mu
Habercisi mi gelecekteki bir mutluluğun

Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen
İçimde bağıran acılar mı
Serseri, başıboş bir rüzgar mı

Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen
Ansızın çıkıp gelen bahar mı

Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen
Yüreğim mi, damarlarımda hışırdayan kan mı

Bağırarak bu kansız evlerin suratına
Bağırarak bu kansız sokakların suratına
Bağırarak bu kansız insanların suratına
Bağırarak yüreğimdeki kanı

Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen


Ataol Behramoğlu

15 Şubat 2011 Salı

Gecenin Geç Saati

Gecenin geç saati, yaklaşan motor sesi, fren
Gülümser uykusunda yavrum, bir düş içinden
Kulağım tetikte, beklerim çağrılmadık konukları
Araba geçip gider kapının önünden


Ataol Behramoğlu
(1981)

Hemigway'in Bir Hikayesinden Çağrışımlarla

Kadın ve adam oturuyorlardı
Uzakta beyaz dağlar vardı
Gara girmek üzereyken Barselona - Madrid treni

Kadın üzgündü, üzgündü, üzgündü
Adam düşündü, düşündü, düşündü
Aşkımız bitmesin isterim dedi

Biralar içildi ve başka içkiler
Kadın ve adam kederliydiler
Ne birleşiyor, ne ayrılıyor elleri

Neden, neden sönüp gider bir aşk
Acının silinmez tortusunu bırakarak
Onulmazca inciterek yürekleri

Kadın daha gerçek bir acıyla yaralıydı belki de
Tasalı bir sevecenlikle baktı erkeğine
Gözyaşları içinde gülümsedi

Kadın ve adam oturuyorlardı
Aralarında bir masa vardı
Ve hüznün aşılmaz engelleri


Ataol Behramoğlu

Kardeşim Aylardır Hapiste

Acımı duyurabilmek için
Uykusuz

Susuz
Öylece
Durabilirim.
Acımı duyurabilmek için
Sevgisiz
Anısız
Kaskatı olabilirim
Ve durup dört yol ağzında
Durdurup gelip geçenleri
Kendi halinde
Yaşayıp gidenleri
Tutup yakalarından
Haykırabilirim
Nefesim
Bitene dek
Bütün gücümle
Haykırabilirim
Bütün dünyaya.

Kardeşim
Hapiste
Kardeşim
Aylardır hapiste.
Kardeşim
Dövüldü orada.

İyi ve güzel şeyler dışında
Hiçbir şey taşımayan
Ve sadece bir insan varlığına değil
Yaşayan
Yaşayamayan
Bütün varlıklara
Bir ota
Bir taşa
Sevgiyle
İlgiyle
Dolu beyni
Orada
Sarsıldı elektrikle
İnce bedeni
Tekmelendi

Acımı duyurabilmek için
Çıldırabilirim
Acımı duyurabilmek için
Zehirle doldurabilirim
Yazdığım her şiiri
Nefretle
Gözyaşıyla
Korkunç bir sevgiyle

Kardeşim
Aylardır hapiste
En güzeli
Tanıdığım insanların
En katıksızı
En pırlantası.
Ona sevgilisini
Kucaklamak yasak.
- Bir zamanlar el ele tutuşup
Harikulade güzel
Şeyler konuştukları
O kızı –
Ona özgürce
Dolaşmak yasak.
- Bir tay kadar
Hareketliyken kalbi-
O artık
Kitap okuyamayacak.
-Sindirdiği gözle görülürdü
Alnında terler birikerek
Hummalı
Bir tutkuyla
Devirdiği kitapları-

Biz özgürlüğün
Güzel günlerin
Savaşçıları
Aydınlığın
İyiliğin
Bize eziyet
Ediyorlar bugün
Ama halkımız
Aynı acıların
Bin katını
Yaşamıyor mu sanki

Biz özgürlüğün
Güzel günlerin
Savaşçıları
Bize eziyet ediyorlar bugün
Ama bu
Şiirimize
Biraz daha çelik
Katılacak demektir
Biraz daha karar
Ve zafer umudu

Kardeşim
Aylardır hapiste
Ve yıllarca sürebilir bu
Çünkü o halkının omuz başına
Koydu omuzunu


Ataol Behramoğlu

Ne Anlatır Yunan Şarkıları

Ne anlatır Yunan şarkıları
Geceye dair, aşka dair
Ne anlatır Yunan şarkıları
Hayatımıza dair

Ne anlatır Yunan şarkıları
İnsanı tepeden tırnağa saran bu hüzünle
Sanki hep anlatılmayan bir şey kalmıştır
İçimizi ne kadar döksek de

Ne anlatır Yunan şarkıları
Biten bir aşk mı, başlayan bir aşk mı
Bir kız mı, yüzünü hiç görmeyeceğimiz
Çayırlarına hiç uzanamayacağımız kırlar mı

Ne anlatır Yunan şarkıları
Bu sürekli, bu yumuşak ısrarla
Ne anlatır Yunan şarkıları
Yüreğimize işleyen tempolarla

Ne anlatır Yunan şarkıları
Sonsuzluğa güzelliğe, sonsuz barışa dair
Acılarla dolsak da ne kadar
Sımsıcak yaşamaya dair

Ne anlatır Yunan şarkıları
Bir gün birleşeceğini mi bütün şarkıların
Ne anlatır Yunan şarkıları
Bu kadar uzak...ve bu kadar yakın


Ataol Behramoğlu

14 Şubat 2011 Pazartesi

Ne Yağmur... Ne Şiirler...

Soruyorum sevgilime
- Darağacından Notlar’ı okudun mu?
Bu bizim hayatımız.
Gece doluyor içeri
Yıldızlarıyla.
Üç ilde
Sıkıyönetim var.
“Askeri savcı”
Sözü
Yer alıyor
Günlük bir sözcük olarak
Hayatımızın sözlüğünde.
Aşklar kelepçeli
Güney Amerika’da.
Kederden
Geberiyorum.
Herkes hayatını anlatıyor.
Deli anneler
Yıkık binalar
Paramparça
Bir gençlik
Yaşadığımız.
Hayatımızın kanadığını görmüyor musun?
- Darağacından notları’ı okudun mu?
İşkence
Ve umut
Şiiri fışkırtır.
Ruhumun yaralarını saracak
Şafağın sözcüklerini
Arıyorum.
“Kalın devrimci romanların
Sonundaki keder”
Kalın
Devrimci
Bir roman olarak hayatımız.
- Darağacından Notlar’ı okudun mu?
Sevgilim
Seni
Öpüyorum.
Her gün
Geçtiğim denize
Yabancılaşmasam
Bütün hayatları
Anlatabilsem.
Ölüme karşı
Dururken bir adam
Tek bir mısra halinde
Hayatını
Okuyor.
Çıldırasıya
Boğuntuluyum.
Çıldırasıya
Bir özlem
Günler ve Prag
Ve trenler
Ve alıp beni
Götüren keder.
Günleri zincire
Vuruyorlar.
Aşklar kelepçelidir.
Güney Amerika
Çe Gevara.
Her şeyi bir bir
Anımsıyorum.
Kalın
Devrimci romanları.
Hayat
Dolduruyor beni
Nasıl
Yıkık bir binayı
Gökyüzü doldurursa.
- Darağacından Notları’ı okudun mu?
Prag’da
Bir sevgilim var.
Ve ikinci dünya savaşı
Ve tanklar
Ve ellerim
Sana son kez dokunduğunda
Artık
Senin
Olmayacağını bilmek;
Artık
Olmayacağımız.
Çünkü
Çıkış yok buradan.
Silah sesleri
Bir bahar.
Ey uçuşan
Güvercinleri kalbimin.
Ey bir imkanı
Yaşamak duygusu.
Ey içime
Sindirdiğim sevgin.
Prag’daki
Sevgilim.
Karlı gecelerde
Anımsarım seni
Yağmurlar altında
Dolaştığımız Litvanya’ yı.
“Kanal”ı
Seyrederken
Bütün Slav
Ve Slavak güzellikleri.
Kalın sesli
Kadınlar.
Ortodoks
Hüznü.
Ve “Tütün” ü
Okurken
Ve Fuçiği.
Kanımızla
Yazılmıştır
Hayatın destanı
Toprakta
Dudaklarımızın
İzi var.
Ve donup kaldığımız
Cephelerde
Buruşuk
Mektuplar
Ve yerlerine
Ulaşmamış.
Savaş
Ve keder
Ve şiirler
Korkunç bir
Aşk özlemi.
İnsanlara
Duyduğum sevgiden
Boğulurcasına
Kalbimi
Çatlatırcasına
İmgeler
Ve trenler boyunca
Taşıdığım.
Şehirlerden
Geçerek
Ve her bir insanın
Bakışlarında
Köyler ve uzak
Duygular.
Sonsuzca seninle
Sevişme özlemi
Ve erkek olduğumun
Bilincinde olarak
Ve idama
Giden bir adamın
Karısına
Bıraktığı
Mektup kadar
Çağdaş ve anlaşılır.
Ekmek kadar
Kederli.
Vaptzarov’un
Şiirleri kadar.
Sevgilim, binlerce kilometreye
Yayılan kalbim
Ve gözyaşlarım
Ve her şeye
Yetişme duygusu.
Bütün romanları
Yutarak
Bütün aşkları
Yaşayarak
Ve çağdaş ve sarsak
Kalbimi
Avutamaz
Ne yağmur…
Ne şiirler…




Ataol Behramoğlu

Nicedir Özlemişim

Nicedir özlemişim
Bu rüzgarı 
Hani Doğu'da eser 
Bahar akşamları

Nicedir özlemişim 
Bir elma ağacının 
Dibine oturmayı

Nicedir özlemişim 
Şoseleri,dağları

Nicedir özlemişim 
Bir dosta sarılıp 
Ağlamayı


Ataol Behramoğlu

Parkta Rastladığım Adam

Parkta rastladığım adamın
Bir kolu kesikti bileğinden
Çiftçiymiş
Tekirdağ'ın köylüklerinden

Bir kızı veremden ölmüş
Bu şehri İstanbul' da
Karısı tutturmuş:
Kızımın mezarı nerde ben orda

Satmış savmış ihtiyarcık
Varını yoğunu
Feriköy'de bir evceğize
Sokmuşlar başcağızlarını

İkinci kız desen
Kibarca: Akıl hastası
Anaya babaya
Vermez bir rahat yüzü

Oğlanlardan büyüğü
Dört çocuklu bir şoför
Küçük oğlan
Bir tamirhanede ömür çürütür

Fayda yok anlayacağın
Ne oğlanlardan, ne kızlardan
Bir fabrikada iş bulmuş
Kaçak işçi çalıştıran

Kırk yılın köylüsü
Ne yapsın işçi olursa
Daha yılı dolmadan
Kaptırıvermiş elini çarka

Gerisi bilinen hikaye
Patrondan imdat görmez
Evde karı ağlar
Deli kız vermez rahat

Kendisine rastladığımda
Düşünüp duruyordu bir kanepede
Ben sordum o anlattı
Güzelim Tekirdağ şivesiyle... 


Ataol Behramoğlu
(1977)

Toprağa Düşen

Ona "Haydi
Savaşa dediler
Başkaca birşey
Söylemediler

Aldılar köyünden
Davulla zurnayla
Geride üç çocuk
Bir eş ve bir ana

Eline bir silah
Tutuşturdular
Ve karşılaştı
Düşman ordular

Vurulup düştü
İlk çatışmada
Göğsünde bir oyuk
Üç delik alnında

"Ey bu topraklar için
Toprağa düşen"
Bir karış toprağın
Var mıydı yaşarken?


Ataol Behramoğlu

13 Şubat 2011 Pazar

Türkiye, Üzgün Yurdum, Güzel Yurdum

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Boynu bükük ay çiçeği
Şiirin ve aşkın geleceği

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Dağ rüzgarı, portakal balı
Alçak gönüllü, hünerli, sevdalı

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yazgısı kara yazılmış gelin
Kurumuş sütü memelerinin

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Harlı bir ateş gibi derinde yanan
Haramilerin elinde bulunan

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Güngörmüş, bilge toprağım
Yunus, Pir Sultan ve Nazım

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Bozlat, ağıt, halay ve zeybek
Dumanı üstünde ekmek

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Yüzü kırış kırış anam
Ağlayan narım, gülen ayvam

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Asmaların üstünde gün ışığı
En güzel geleceğin yakışığı

Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum
Zinciri altında kımıldayan
Bitecek sanıldığı yerde başlayan


Ataol Behramoğlu

Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Birşey Var

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya

Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana


Ataol Behramoğlu

Yeniden Hüzünle

İşte yine can sıkıntısı
bana bir şiir yazdıracak.
Tırnaklarım uzamış,
İçimde yaralı bir aşk.

İçimde yaralı bir aşk
ve birkaç piyes ölüsü,
birkaç gözyaşı kırıntısı,
intihar gelgiti birkaç.

Sırtüstü uzandım dünyaya,
odamın ampülüne bakıyordum,
ampulün bağlı olduğu borunun
tavanda kıvrılışına.

Tavanda kıvrılışına
birkaç damla gözyaşının
birkaç damla tentürdiyot,
kalbim ağrıyordu, bir yaz-
günü düştüm sokaklara,
karanlık sokaklara düştüm,
bir yaz gecesiydi galiba,
ürpererek indikçe bayırlardan,
kimsesiz ve boş alanlara,
çaresiz, bomboş bir cesettim,
bir suyla dolu bir kova
olarak kalmışım dünyada.
Herkes kim bilir nerdedir-
şimdi? sevgilim...Kim bilir-
nerdesin?
Kalbim -ki bir gün durur-
var mıydı acaba?
Ölümü ve tuzlu
fıstıkları unutmadım,
bayat tuzlu fıstıkları.
Sarhoşlar kusardı bir de
ben varken orda. Dünya'da.
1965 yılında.
Bir savaş ve hüzün korkusuyla
kahvelere dolardı insanlar
Sevgilim! Sevgilim!
"Kanayan yerim benim"
çürük yumurta, bayat pastırma
ve
bamya yenilen bir lokantada
mareşal fevzi çakmak, koca yusuf
dünya güzeli fatma
dostumdular.
Ben o şehirde yalnızdım
bunu kimseler bilemez
gidip gidip rıhtıma
dururdum.
Kör bir dilenci vardı, o da-
dostumdu, beni-
evlendirmek isterdi kızıyla.
Ben içimde bir acıyla
boyna bir resim yapardım.
Sarı kurdeleli kızlara-
hikayeler anlatırdım hatta
uzak dünyalar ve
albert aynştayn hakkında.
Onlar
uzun uzun susarlardı.
Güzelim kızlari Hürriyet-
gaztesi okurlardı
Ses ve Hafta.

Her şey o kadar birbirinin
aynıydı, hayat-
akıp gidiyordu sıkıntıyla.
Domino taşlarına ve
bir nehrin akışına benzeyen
cesur ve genç hayat. Akıp giden.
Kitapçı vitrinlerini
ve
alanları hızla eskiten-
hayat, bazen-
beni heyecanlandırırdı.
Yağmurlu, ıhlamur ağaçlı bir yolda
kocaman, eflatun, bir güneş
tıkanırdı gırtlağıma
onu karnıma sokardım.
Güneşi, göğsüme ve karnıma.
Akşam-
beni bulurdu bir koyda.
Kırlara doğru
koşardım bir bağırtıyla.
Az önce ıslanmış kırlara,
serin ve bereketli,
her zaman bağışlayan,
o taze, ve hüzün-
anası kırlara...

Sevgilim! Sevgilim
Gece-
yürüyor,
Dünya-
yürüyor ordularla.
Kitaplarla ve matbaacı-
çıraklarıyla. İçimde-
bir dağ çeşmesi akıyor...
Sabah oldu oluyor anında-
eski, külüstür, kömür-
yüklü sarı bir kamyonla
yanında durmuştuk, orman-
battaniyeliydi hala.
Bir hastane odasında-
sabaha karşı, yaralı-
bir onbaşı gibi uyuyordu.
Sabaha-
karşı bir hastane odasında-
aklıma çanlar geliyor.
Bir adam-
kesik çocuk başları satıyor.
Yeniden
hüzünle başlıyorum bir
romana...


Ataol Behramoğlu
(1965 - Bir Gün Mutlaka)

Yıkılma Sakın


Kötü şey uzakta olmak 
Dostlarından, sevdiğin kadından 
Yasaklanmak bütün yaşantılara 
Seni tamamlayan, arındıran 
Kapatıldığın dört duvar arasında 
Sağlıklı, genç bir adam olarak 

Neler gelmez ki insanın aklına 
Sevinçli, özgür günlere dair 
Kalmıştır yüzlerce yıl uzakta 
Onunla ilk kez öpüştüğün şehir 
Acı, zehir zemberek bir hüzün 
Kalbinden gırtlağına doğru yükselir 

Görüyorsun işte küçük adamları 
Köhnemiş silahlarıyla saldıran sana 
Kimi tutsak düşmüş kendi dünyasına 
Kimisi düpedüz halk düşmanı 
Diren öyleyse, diren, yılma 
Yürüt daha bir inatla kavganı 

Babeuf'u hatırla, Nazım Hikmet'i 
Bir umut ateşi gibi parlayan zindanlarda 
Hatırla Danko'nun tutuşan kalbini 
Karanlıkları yırtmak arzusuyla 
Ve faşizme karşı, zulme, zorbalığa 
Düşün acılar içinde vuruşan kardeşleri 

Elbette vardır bir diyeceği, bir haberi 
Bir kaçağa çay sunan Kürt kadınlarının 
Dağlar dilsizdir yalçındır 
Ama gün gelir bir diyeceği olur onların da 
Ve dağlar, ıssız tarlalar başladı mı konuşmaya 
Susmazlar bir daha, söz artık onlarındır 

Kötü şey uzakta olmak 
Dostlarından, sevdiğin kadından 
Yasaklanmak bütün yaşantılara 
Seni tamamlayan, arındıran 
Ama bir devrimciyi hakli kılan 
Biraz da acılardır unutma 

Yıkılma sakın geçerken günler 
Yaralayarak gençliğini 
Onurlu, güzel geleceklerin 
Biziz habercileri düşün ki 
Ve halkın bağrında bir inci gibi 
Büyüyüp gelişmektedir zafer.


Ataol Behramoğlu

9 Şubat 2011 Çarşamba

Meyil Verme Nasa Murdar Olursun

Meyil verme nasa murdar olursun
Dünya kadar malın olsa ne fayda
Tutulur dilin söylemez olursun
Bülbül gibi dilin olsa ne fayda

Bir gün olur çıkarırlar evinden
Allah'ın ismini koyma dilinden
Kurtulamazsın Azrail'in elinden
Dünya kadar fendin olsa ne fayda

Yalan söyler kov gıybette sözün var
Güvenir gezersin oğlun kızın var
Şunda senin üç beş arşın bezin var
Dünya kadar malın olsa ne fayda

Yalan söyler kov gıybetten geçmezsin
Yersin haram helal geçmezsin
Kesilir nefesin su da içmezsin
Akan çaylar senin olsa ne fayda

Pir Sultan'ım bunu böyle vird etti
Vardı bir mürşitten el etek tuttu
Mürşidin ağırlayan Hakk'a yetti
Tutulmaz nasihatim söylesem ne fayda


Pir Sultan Abdal