Şiir, Sadece

10 Eylül 2016 Cumartesi

Çağrı

Kim boğmuş olacak kız kardeşimin
yorgun sesini ücra yerlerde? ..
Gelmez oldu artık her sabah
uzun uzun yürümekten yorgun,
kilometreler ve kilometreler yutarak
sonsuz çığlığıyla: Makala!
Yok, gelmez oldu artık, çiseleyen yağmurda ıslanmış
elinde eteğinde çocuklar ve olacağa boyun eğmiş ...
Ve bir yüzle; dingin, duru bakışıyla kendini ele veren!
Ah, biliyorum, biliyorum; son kez, bir veda pırıltısı vardı
mahzun gözlerinde,
ve sesi boğuk bir mırıltıydı nerdeyse,
dokunaklı ve umutsuz ...
Ey Afrika, toprak anam benim, söyle bana:
N'oldu benim ücra yerlerdeki kız kardeşim,
hiç kente gelmemiş olan kız kardeşim
sonsuz çocuklarıyla?


Noemia Da Souza
Çeviren: Eray Canberk

Armağan

Yolların çakılları üstündeki
güneş
Gümüş yaprakları titreten
rüzgar
ve dereler,
ılık toprağın damarlarından akan ...
Bütün bunlar bir armağandır sana
oğlundan.
Uzak
çocukluk zamanlarından,
derin düşlerinden sana uzanan.
Bir yaşam isteğiyle
keskin ve buyurgan
durmadan canlanan
anılarından.
Mısır çiçeklerinden bir taçtır bu,
oğlunun alnına koyduğu
senin bayramında
senin gününde, ana!
Haylazlıklarımı bağışladığın
günlerdeki gibi
tıpkı o zamanlardaki gibi
işte geldim gene bugün
başımı göğsüne koymaya.
Uyumaya, salınarak
gözlerindeki dalgaların
uzaklardan taşıdığı
ninnilerle dalmaya
kollarından doğan düşlere doğru.
işte,
ana,
yorgun ayaklarının
Ağaçlar
dallarının çiçekleriyle donatıyor kollarını
ve gölgesine sarıyor seni
umutsuz bir dinlenişin.
Doğduğun
toprakların armağanı
dereler
akıyor gövdenin vadisinden
yıkayarak ellerini.
İşte benim gelen
ana!..


Marcelino Dos Santos
Çeviren: Onat Kutlar

İstemeden Askere Giden Bir Askere Şiir

Korkmaktan
korkarak
gitti oraya.

(Aman Tanrım, köyümde
bıraktım kadınımı...)

Utanarak
gitti oraya.

(Aman Tanrım, belki de bir çocuk öldüreceğim,
benim de iki yavrum var...)

Oraya gitti
başkası istedi diye.
Oraya gitti ama
ne cesareti onundu
ne de nefreti-hiç
onun olmamıştı ya
Başkasının öfkesi
bulaşınca ona
o da öldürdü, öldürdü.
Ta ki bir gün
-bir hakaret gibi gelen
tam güneşi varken, umudu varken
kadını varken
oğulları anası ve mektubu
her şey varken
tepesine düşene dek
gagası sarı
kuyruğu kırmızı
korkunç bir kahkaha ile
el bombaları.


Rui Nogar
Çeviren: Gürhan Uçkan

9 Eylül 2016 Cuma

Katrandan Bir Tanrı İçin

Makine çalışacak,
güneş demeden,
yağmur demeden,
unla, fasulyeyle,
makine toprağı açacak.

Ay yüreği gizliyor,
altın geliyor elmas
yontulacak,
gemi geliyor,
ambar makineyle dolu,
Kömürden kukla geliyor,
Emmet Till'in tarihi,
geliyor Cadillac'ı patronun.

Makine çalışacak
havanda dövülen unla.
Geliyor mısır,
geliyor fasulye tarlası,
geliyor koca makine
katrandan tanrıya.
Havanda dövülen unla
çalışacak makine!


Jose Craveirinha
Çeviren: A. Kadir - A. Timuçin

Büyücünün Soluğu

Gece gelecek ve önemli hiçbir şey olmayacak
Umut sönecek ve belki yürek susacak

Gün geçip gitti, bütün günler gibi
insanlar çalıştı, hiçbir şey düşünmeden.

Gece ilerleyecek, herkes yalnız kalacak
Bizsiz bağlanan demetleri yığacak düşler.

Hayvan gibi uyunmuyor, insanız
Tadını çıkarmalı uykunun, gündüz yorucu;

Olumlu iki şey, görmeliyiz düşlerde
hep böyle yaşamak tat vermiyor artık ...


Ouologuem Yambo
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Amilkar Kabral'ın Anısına

I.

Yüzünü anımsıyorum senin
Askerin yüzü
Emekçinin
Ve peygamberin.
Gözlerini anımsıyorum
Bakmıştım onlara
kendi gözlerime bakarcasına.
Sesini anımsıyorum
Kararlı net temiz
toprakçasına.

Seni anımsıyorum
Projektörlerin kesiştiği yerde
Flaşları altında fotoğraf makinelerinin
Mikrofonların çiti arkasında.
Seni
Kömürleşmiş köylerin
duman kokusuyla ...
Sırtındaki asker gömleğinden
bir barut acılığı yükselirdi...

Gülümseyişini anımsıyorum
Ruha alevler saçan.
Ellerini
ki mavi yanıklar göğerirdi onlarda
düşman bazukalarının armağanı.
Parmaklarını anımsıyorum
ki jestleri
incelik, yoğunluk ve iradeyi birleştirirdi.

Seni anımsıyorum.
söylevini.
Sesini sevgili oğlunun
dinlerdi Afrika
Ve Asya
dururdu yanında onun
öz bacısı gibi.
Söz ederdin
yurdundan
ki orada
taşmıştır özgürlük nehri
ve öfkeyle parlamaktadır
partizan dağlarında ateşler.

Konuşurdun sen
Ve yanardı yürekler
Savaşın müziğiyle mest.
Zırhlı arabaların uğultusu
infilaklar
ve makinelerin takırtısı
ve kurşunun ıslığı
ve dikenli tellerin çatırtısı
ve zafer çığlığıyla ...

Anımsıyorum seni
Amilkar ...
Derdin ki
Özgürlük
dünyada son tutsak
koparıp attığı zaman zincirlerini
ancak o zaman başlayacak...


II.

Amilkar
Umut yerleştirdin sen
acılı, milyonlarca yüreğe.

Onları
yakan mutluluğun duyumuyla doldurdun.
Kestin sonsuz geceyi
gerçeğin meşalesiyle
Yönelttin halkını
çetin yollarına
yiğitlik ve açık yürekliliğin.
Ve işte, iki adım kala şafağa
düştün
ve donup kaldın sonsuzca.
Ve kanın
yıkıyor
gökte yükselen şafağı.

Öldürdüler seni.
Çünkü sen
Gerçek yaşamın yolunu seçtin
yolunu başkaldırının
Çünkü sen
eline silah almış adalettin
Çünkü sen
acımızdın
her şey için hesaplaşmaydın düşmanla.
Çünkü sen
ümidiydin
emeği ve onuru yağmalananların.

Gine-Bissau'da
ve Yeşil Burun adalarında
ağlıyor rüzgar
Palmiye korularında
kırmızı bir toz kaldırarak.
Dalgalar vuruyor kıyılara.
ve acıyla gürüldüyor anafor.
Titriyor cengeller
inliyor derinlikleri ormanların

Afrika ana
sevgili oğlunun
cesedi üstünde ağlıyor ...

Bir canavara döndü onlar.
Sen gözü pekçe yaşamaktaydın
Geberiyordu onlar korkudan
Sen cisimleşmiş akıldın
Akılsızlıktı onlara egemen olan.

Öldürdüler seni
Fakat al kanın
atardamarlarımızda
ateşle fışkırıyor.
Ve yüzün
tekrarlandı
milyonlarca yüzde.
Ve vücudun
bir parçası oldu toprağımızın
onun taşısın sen, toprağı ve kumu.

Ve yüreğin senin
filizlenerek
yaşam ağacı olacak
bizler ve çocuklarımız için


III.

Ellerin canlanacak
Ve yoğuracak
balçığını geleceğin.
Ve biz, yeni bir yaşam
yapacağız ondan.

Yüreğin canlanacak
ve başlayacak savaşarak geri almaya
özgürlük
aşk ve iyilik zamanını.

Gözlerin canlanacak
Ve görecekler
şafağın doğuşunu
altın bir alev içinde ufuktan.
Cesedinin üstünde
yemin ederim
her şeyimi
vereceğime
en uzak köşesinde
toprağımızın
son zincir halkası
parçalanana kadar. ..

Nerede güneş
gülümseyiş ve türküler varsa
ve uç veren filiz;
orada sen
canlısın
Amilkar...


Gaoussou Diavara
Çeviren: Ataol Behramoğlu


Amilcar Lopes Cabral (12 Eylül 1924 – 20 Ocak 1973) Afrikalı ziraat mühendisi, yazar, marksist ve vatansever siyasetçi. Cabral, Gine Bissau ve Cape Verde Adalarındaki bağımsızlık hareketinin önderlerindendir. 1973 yılında Portekizli ajanlarca suikast sonucu öldürülmüş, ölümünden kısa bir süre sonra da Gine Bissau tek taraflı olarak bağımsızlığını ilan etmiştir.

8 Eylül 2016 Perşembe

Bir Afrika Fırtınası

Aceleci bulutlar belirdi
Batıdan
apansız ve kararlı
oraya buraya üşüşen çekirgeler gibi
döne döne
kuyruğu boyunca bir şeyler bırakarak
bir hiç peşinde koşan
deliler gibi

Gebe bulutlar
at sırtında gibi
birleşerek tepelere konan
kötü amaçlı kara kanatlar gibi;
rüzgar ıslık çalıyor
ve geçsin diye o
ağaçlar eğiliyor.

Köylerde
coşku dolu çocukların çığlıkları
uçuşuyor
ve attıkları çığlıklar
rüzgara karışıyor
sırtlarında bebeleri kadınlar
içeri dışarı
fırlayıp duruyor çılgınlar gibi
rüzgar ıslık çalıyor
ve geçsin diye o
ağaçlar eğiliyor.
ipe dizili giysiler
pırtık bayraklar gibi sallanıyor
dalga dalga
uçup gidiyor
sallanan memeleri ortaya çıkararak
kör edici yıldırımlar gibi hava
gürlüyor, titriyor ve patlıyor
bunca ateş-duman tufanında
ve fırtınanın coşkusunda
rüzgar ıslık çalıyor
ve geçsin diye o
ağaçlar eğiliyor.


David Rubadiri
Çeviren: Gürhan Uçkan

Sıradan Bir Aşığın Türküsü

Beni sevme, tatlım,
gölgen gibi,
gölgeler silinir akşamları,
güneş doğana kadar
uyanık kalmasını isteyemem,
karabiber gibi de sevme;
biber mideyi yakar,
acıkınca isteyemem,
yastığın gibi de sevme;
gündüz bir araya gelemeyiz,
buluşuruz ancak uyku saatlerinde
pirinç gibi de sevme·,
bir kere yendi mi
akla gelmez bir daha,
sessiz konuşmalar gibi de sevme;
tatlıdır bal ama
herkes bilir tadını,
beni güzel bir düş gibi sev;
sen gecede yaşarsın,
benim umudum günde,

beni sev,
birazcık para gibi
yanımda bulundurduğum,
yolculuğun boyunca
yanında giden bir yoldaş gibi
koca bir su kabağı gibi
çinde su biriktirilen,
çaldığım gitar gibi
müzik parçası gibi
beni sev.


Flavien Ranaivo
Çeviren: Eray Canberk

Antsa

Ada!
Alev heceli ada,
Adın hiçbir zaman
bundan pahalıya mal olmadı ruhuma!
Ada,
bu denli hoşuna gitmedi yüreğimin!
Alev heceli ada,
Madagaskar!

Ne yankı!
Sözcükler
eriyor ağzımda:
Ormanlarının gizeminde
aydınlık mevsimlerin güzelliği,
Madagaskar!

Bakir ve kırmızı etini dişliyorum
sönmekte olanın ışık dişli
doymak bilmez tutkusuyla,
Madagaskar!

Bir suçsuzluk dayanağı
açlık içindeki yüreğimde,
en ateşlisi aşıklarının,
en sadık olanın
coşkusuyla uzanacağım göğsünde,
Madagaskar!

Ne önemi var gece kuşlarının,
ve kundaklanmış evin çatısında
can sıkıcı ve alçak uçan baykuşların
ne önemi var! ah, tilkiler,
civciv kanı kokan,
telli turnaların kanıyla şereflenmiş
derilerini yalasınlar!
Biz diğerleri, gök sanrılılar,
bulut mavisinin sonsuzluğuna takılmışız çılgınca,
Madagaskar!


Jacques Rabemananjara
Çeviren: Ferda Keskin

7 Eylül 2016 Çarşamba

Hangi Görünmez Fare

Hangi görünmez fare
gecenin duvarlarından inip
sütlü ay pastasını kemiren?
Yarın sabah,
ay çıkıp gidince,
kanayan diş izleri kalacak.

Yarın sabah
bütün gece içenler
kağıtları düşürenler ellerinden
yan kapalı gözlerle aya bakıp
kekeleyecekler:
"Kimin şu para
yeşil masada yuvarlanıp giden?"
"Ah!" diyecek içlerinden biri,
"dostumuz her şeyini yitirdi de
öldürdü kendini!"

Hepsi yarım gülümseyecek
sendeleyip düşecekler.
Ay orda olmayacak artık:
fare alıp götürdü onu deliğine.


Jean-Joseph Rabearivelo
Çeviren: Ali Küçüktavşanlı

Afrika'nın Yakarışı

Ben sen değilim
ama sen benim
fırsat vermiyorsun
ben olmama

"Ben senin yerinde olsaydım" -
ama biliyorsun ki
ben sen değilim
yine de bırakmıyorsun
ben ben olayım

Her işime burnunu sokuyorsun
sanki bunlar
senin işinmiş
sen de benmişsin gibi.

Duygusuzun, kafasızın birisin
aptallık olur düşünmek
benim sen olabileceğimi,
senin gibi konuşup
senin gibi davranacağımı.

Tanrı beni ben yapmış
seni de başka yaratmış
bırak Tanrı aşkına
ben ben olarak kalayım.


Roland Tombekai Dempster
Çeviren: Gürkal Aylan

Portre

Benim var bir büyüm
büyüm
büyüm
sessiz birden uyanışım
sarılan dalgalı kollarına Kongo'nun
istemez bir fırtınalı geçit yüreğime
pırıldayan bayrakçıklarla bombalanmış
gümüş gerdanlığımı düşünüyorum
yüzlerce sessizlik adacığı ol
bayılıyorum inatçı sabrına
okapi'nin
açık gökleri döven mavi kuş
hangi batan gemi
Onu hiçlik körfezine düşürdü
gece yakarılarından yoksun hiçlik

Ah tutulmamış direnişler
ah! çığlıklı delikler
onları koruyanlara yönelsin kaderim
üç alçak adam

Üç diyorum sayarak 1 2 3
kim bulandırıyor atalardan kalma aynayı
senden başka kaçak görüntü
gözü kararmış öfkenin en yücesinde bulacağım seni
bekle takayım yüzüme kan maskemi
yakında göreceksin
bir bayrak gibi dalgalandığını dilimin


Antoine-Roger Bolamba
Çeviren: Ali Küçüktavşanlı

6 Eylül 2016 Salı

Çalı Ateşi

Ateş ırmak demek bu
deniz içmek ardından kumların
ayaklar eller
yürekte sevmeye
insanla dolduruyor beni içimde yaşayan bu ırmak
bir sana söyledim çevresinde ateşin

ırkım
akıyor orda burda bir ırmak
alevler bakışları
üstünde kuluçkalayanların
söyledim sana
ırkım
hatırlıyor
tadını tunç esrik sıcak öfkenin.


Tchicaya U'tamsi
Çeviren: Ali Küçüktavşanlı

Debout

...İşte ırmak yine gökkuşağı altında
ellerimi saçlarımı alan ırmak
çakallar dişlerim gibi
sinsi yılanın kokusunda
belleğimdeki delikte gizlenen
baykuş gözlüyor atmamı
yıldızlarla sarhoş ilk adımlarımı

yaşamım öldürücü bir yaşam
al onu
bırakma ölüme
anlıyorum ki Kongom
hür yaşamak istiyor
özgürlük
dişlerim için
çakallar olmak
güzel kokulu
hangi elma olsa işe yarar
aşk üzüntülüyse
gece inecek ruhum hazır


Tchicaya U'tamsi
Çeviren: Gürkal Aylan

Afrika'nın Yüreğinde Sabah

Binlerce yıl, Afrika'm, bir hayvan gibi acı çektin,
Çölü yalayıp geçen rüzgarda savruldu küllerin.
Gözalıcı, büyülü tapınaklar yaptı zalimler
Ruhunu acılardan kurtarmak için
Barbarların yumruğu, beyazların kırbacına karşı
Yalnız ölmekti senin hakkın bir de ağlamak,
Totemine bitip tükenmez açlık, tutsaklıklar oydular,
Ağaçların kabuğunda bile korkunç, zalim bir ölüm ·
Sinsice seni gözlüyor, sana doğru geliyordu
Ağaçların deliklerinden, ucundan çıkan dallar gibi
Ölüm vücudunu, tedirgin ruhunu sarıyordu.
Göğsünün üstüne kocaman hain bir engerek yılanı koydular:
Boynuna sert içkilerden bir boyunduruk geçirdiler,
Canın ciğerin karını aldılar elinden, ucuz incilerle göz boyayıp
Varını yoğunu inanılmaz, paha biçilemez.
Kulübenden tamtam sesleri karanlık geceye,
Yüce kara ırmaklara zalim seslenilen taşıdı;
Aldatılan kızların, gözyaşlarının, kanların,
Ve küçük adamların kaynaştığı, doların kral olduğu
Anavatan dedikleri o ilençli ülkelere giden
Gemilerin öyküsünü söyleyip.
İşte orada çocuğum, öğüttüler karını gece gündüz
Amansız, korkunç bir değirmende, yok oldu büyük acılar içinde,
Sen de ötekiler gibi birisin. İyi kalpli beyaz Tanrının
Sonunda bütün insanları uzlaştıracağına inanmanı istiyorlar.
Ateşler yakıp ağladın, içler acısı şarkılarını söyledin
El kapılarına çöken evsiz barksız dilencinin
Derken bir şeyler oldu, bir şeyler kımıldadı içinde
Kanın yanıp tutuştu geceleyin
Dans ettin, bağırdın babadan kalma tutkuyla.
Bir fırtına gibi azgın, ama insancıl bir tonda
Bir güç doğuverdi binlerce yıllık felaketten sonra.
Cazın madensel sesinde, önlenmesi güç bir bağırışla
Bir dev kıpırdanışıyla sarstın her yeri.
Şaşırdı herkes, duman oldu bütün dünya
Kanının çılgın ritmini, cazın delice ritmini duyup
Sapsarı kesildi beyazlar bu yeni şarkıyla
Mor meşaleyi karanlık geceye diken bir şarkıyla.
Sabah işte, kardeşim! Sabah! Yüzümüze bak,
Yeni sabahlar başlıyor eski Afrika'da.
Yalnız bizim olacak artık bu ülke, bu su, bu kutsal ırmaklar,
Binlerce yıl anası ağlayan zavallı Afrika.
Tüm gücüyle güneş bizim için parlayacak,
Gözümüzün yaşını, suratımızdaki tükürükleri kurtularak,
Zinciri kopardığın an, koca zinciri,
Kötülüklerin, işkencelerin köküne kibrit suyu,
Hür ve şen bir Kongo doğacak kara topraktan,
Hür ve şen bir Kongo-kara çiçek, kara tohumdan!


Patrice Emery Lumumba
Çeviren: Gürkal Aylan

5 Eylül 2016 Pazartesi

Bir Gün Anlayacaksın

Bir gün anlayacaksın
derinin kara, dişlerinin
ve ellerinin içinin ak
ve dilinin pembe
ve balta girmemiş ormanların sarmaşıkları gibi
kıvırcık olduğunu saçlarının

Sus.
Bir gün öğrenince
kırmızı olduğunu damarlarındaki kanın
kahkahalarla gül,
ellerini vur birbirine,
deliler gibi sevin
bu söz karşısında.
Sonra bu neşeli halini bırak,
takın ciddi tavrını
ve sor çevrendekilere:
Damarlarındaki kırmızı kan
yetmez mi kabule
insan olduğumu?

Babamın keçisinin de
kırmızıdır damarlarındaki kan.
Sonra çok eğlendiğini söyle onlara
Biliyorsun ki hiç anlamadılar,
Hayvana ve insana kırmızı kanı
Tanrının verdiğini,
Hiç bilmez göründüler
İnsan başı konulduğunu babamın keçisine
Yaşa ve çalış
Böylece adam ol.


Francis Behey
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Türkü

Bütün karıları babamın
linç ediyorlardı anamı
Fakat bilmiyorlardı dansı
Babamın yerini ben alınca
Ve kraliçe olunca anam
Karım olunca bütün karıları babamın
ve uşakları anamın
Dansı beceremeyen anamın
fazla çocuğu yoktu
Salgınlar alıp götürmüştü onları
yalnız ben kalmıştım
Bir ırmak mıydım?
gümüş gibi akıyordum
Ve birlikte olmadığımız zamanlar
ceberrutlaşıyordum
Bir domuz taciri idim
ve tavuk satıcısı
İncirleriniz, çıngıraklarınız varsa
satın alırım.
Bir tek oğul
Güvenlidir baba koltuğundan
Bütün dansları da biliyorum
Annemse şahin eti yiyor yalnızca.


Patrice Kayo
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Acı

Parkta yaprak kımıldamıyordu
soluk soluğa bir haberci gibi
gelip de rüzgar söyleyene dek
barbarların geldiğini.
Fısıl fısıl konuşan dallar
çaresizliğe kapıldılar.

Size o öfkeli fırtınayı
anımsatmak isterim:
Hani çaresiz kalan çiçekler
bir buket olup vermişlerdi kendilerini
tacı meteorlarla süslü kötü krala ...

Fırtına başlayana dek susup da sonra konuşan
o dallar gibi biz de bekledik
keskin soğuğuyla görünmez bir kılıç
çarpıp kesene dek bizi.

Her parçamız bir yere gitti.
Sürüklenip yağmur suyunda,
her parçamız
kanımız dışında
ağaç gövdesindeki yaban balı gibi
olduğu yerde kaldı


Mbella Sonne Dipoko
Çeviren: Gürhan Uçkan

3 Eylül 2016 Cumartesi

Adeus à Hora da Largada

Minha Mãe
(todas as mães negras
cujos filhos partiram)
tu me ensinaste a esperar
como esperaste nas horas difíceis

Mas a vida
matou em mim essa mística esperança

Eu já não espero
sou aquele por quem se espera

Sou eu minha Mãe
a esperança somos nós
os teus filhos
partidos para uma fé que alimenta a vida

Hoje
somos as crianças nuas das sanzalas do mato
os garotos sem escola a jogar a bola de trapos
nos areais ao meio-dia
somos nós mesmos
os contratados a queimar vidas nos cafezais
os homens negros ignorantes
que devem respeitar o homem branco
e temer o rico
somos os teus filhos
dos bairros de pretos
além aonde não chega a luz elétrica
os homens bêbedos a cair
abandonados ao ritmo dum batuque de morte
teus filhos
com fome
com sede
com vergonha de te chamarmos Mãe
com medo de atravessar as ruas
com medo dos homens
nós mesmos

Amanhã
entoaremos hinos à liberdade
quando comemorarmos
a data da abolição desta escravatura

Nós vamos em busca de luz
os teus filhos Mãe
(todas as mães negras
cujos filhos partiram)
Vão em busca de vida.

(Sagrada esperança)


Agostinho Neto


Monangamba

Bu koca çiftlikte ekinleri yağmur değil
alın terim sular
Bu koca çiftlikte olgun kahve
kırmızı kiraz var
kanım damla damla besledi özsularını.
Kahve kavuracak
ezilip, öğütülecek
kararacak, kararacak; ırgatın kara
rengini alacak
Irgatın kara rengini!

Şakıyan kuşlara sor
tasasız, kıvrılıp akan ırmaklara
ve içerden içerden esen rüzgara:
kim kalkar erkenden? kim yollanır tarlaya?
Kim taşır ağanın tahterevanını uzun yollarda?
Ürünü devşiren kimdir, parasını alan kim?
Kim yaşar kokmuş mısır, kokmuş balık ve aşağılanmayla
paçavralar için 50 anglores gündelikle
ya kim yer sopayı karşı çıkınca?
Kim?
Kim büyütür darıyı
ve çiçeklendirir portakal bahçelerini?
-Kim?

Ağaya, otomobiller, araçlar makineler,
metresler ve bir sürü zenci tutması için
parayı kim sağlar?
kim zenginleştirir beyaz adamı
kim şişirir göbeğini ve cüzdanını?
-Kim?

ve şakıyan kuşlar
tasasız akan ırmaklar
ve içerden esen rüzgar
yanıtlayacaklar:

Gamba kopuklarımı
(- Monangambeeeee ... )

Ah! bırakın hurma ağaçlarına tırmanayım hiç olmazsa
bırakın çekeyim, çekeyim hurma şarabını
sarhoşluğumda boğulup, UNUTAYIM
- Gamba kopuklarımı
(- Monangambeeeee. ..)


Antonio Jacinto
Çeviren: Tuğrul Tanyol


Monangamba: Gamba çocukları

Melez (Mulato)

Yenmesi gereken bir kuşaktanım ben
ve yeni yollar açmayı denemesi
acunun dört yanına
ne durur ne yorulurum ben
ne de bir korku duyarım
ne de şikayet ediyorum şimdi
sessizlik boğuklaştırdı sesleri.

Bir bildiri gibi doğdum ben
her kıtada kökü olan

Sevebilir yaptılar beni
ve yaratabilir yaptılar
yüklü omuzlarım
kesinliklerle
ve bana bir yürek verdiler
tüm engellerin üstesinden gelecek

Ama salt insanım ben

Sen gibi her Avrupa’nın kardeşi
ve sen kardeş, içinde ışıyacak
geleceğin Afrikaları.


Costa Andrade
Çeviren: Güven Turan

Şiir

Ne zaman çekip gidecek bu kuru dönem
ve gelecek güneş gülümsemeye damın üstünde?

... eskiden, çocukluğumun günlerinde
sac damın
küçük delikleri vardı
aralarında güneşi gözlediğim ...

Eskiden...

Ne zamana dek çekip gidecek bu kurşun gök
ve maviliği eskinin
gelecek gülümsemeye damın üstünde?


Antonio Cardoso
Çeviren: Güven Turan

2 Eylül 2016 Cuma

Ayrılık Öncesinde Veda

Anacığım!
Öldürdüler evlatlarını senin
Ve sabretmeyi öğrettiler sana.

Anacığım!
Yılları senin yaşamının
benziyor birbirine
mezar taşları gibi,

Ve acı çekmeyi öğrettiler sana
umut bağlayıp göklere.

Fakat senin evlatlarının
daha başka oldu yazgısı
Çatladı sabır taşı
ve çatladı
tohumu acının
ve öfke ağacı fışkırdı ondan
Ve göklere bağlanan umudun
sonu geldi.

Umut biziz, kendimiz!

Biz ki, dünün
Köleleri;
çıplak ırgatlar
kahve plantasyonlarında:
Biz ki, aç her zaman,
her zaman susuz,
biz ki, aydınlıktan
yoksun;
kör, cahil,
ve bildiğimiz tek okul
efendilerimizin buyruğu...

Korkardık
yürümekten toprak üstünde
altında atalarımızın yattığı;
severdik,seni
hırsızlama
bir başkasının malını çalar gibi;
sana biz, "ana" diye
seslenmeye korkardık...

Anacığım, yurdum!
Şimdi değiştik artık.
Kendimiz kurtardık
boynumuzu boyunduruktan
Ve dönüşü yok artık bu yolun

Yaşamdan korkmuyoruz
bu, ölümden de korkmuyoruz demektir.
Biziz umudu
Angola'nın
Ve bizim
savaşımız
sana mutluluğu getirecektir!


Agostino Neto
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Ateşler ve Ahenkler

Yol üstünde zincir şıkırtıları,
                    Kuşların şarkısı.
Ormanların ıslaklığı altında,
Hindistan cevizi ağaçlarının
                    yumuş ak musikisinin serinliği
Ateşler,
                    çimende ateş,
                    Kayat'ın madensi sıcak yapraklarında
                    ateş.
İnsanlığın büyük göçlerini
bağrında taşıyan
       geniş keçi yolları,
kapalı ufuklara doğru
geniş keçi yolları,
silah zoruyla
açılmış keçi yolları.
                    Foguerias'lar,
                                   danslar,
                                               tamtamlar,
                                                                ahenkler.
Aydınlığın ahengi,
Rengin ahengi,
Sesin ahengi,
Hareketin ahengi,
Çıplak ayakların
                     kana bulanmış zincirlerinin ahengi
Sökülmüş tırnakların ahengi,
                     Ahenkler,
                                  Sonsuz ahenkler,
ey Afrika'nın kederli sesi.


Agostino Neto
Çeviren: Eray Canberk

İstanbul'a Hasret

Behçet Necatigil'e


İstanbul'un bir başka hatırası
Sigara dumanı dolu kahve
Güven olmaz erkenden gitmeli eve
Kararsızdır eylül güneşinin seması

Sonbahardır yağmur yağacak elbet
Baksana, kuşlar yuva derdinde
Sen ekmek parası peşinde
Ah dayanılmaz bir hale geldi gurbet.

Dayanılmaz yolumun üstünde meyhane
‘çek canım çek’
‘çek gülüm çek’
‘çek İstanbul aşkına bi tane.’

Ne iştir ben de bilmem
İçtikçe hatırlıyorum
Hatırladıkça içiyorum
Doldur kadehi anam babam.


Muzaffer Tayyip Uslu
Şimdilik

1 Eylül 2016 Perşembe

Gramer Dersi

"Sevmek" bir kelimedir
"Sarı saçlı" dersem bir kız için
Sıfat söylemiş olurum.
"Ben sarı saçlı bir kız sevdim"
Bir cümledir, Sevda dolu bir cümle
Nokta koymalı, durmalı zira
Zira "açlık" da bir kelime
Cümleye gelmez sarı saçlı kız gibi
Ah elbet dolaşırsa ölüm sık sık dilime
"Öleceğim, ölüyorum, öldüm"
Diyeceğim bir gün.


Muzaffer Tayyip Uslu

Büyük Şehir

Büyük ve kalabalık şehirlerin
Islak asfalt caddeleri
Bol ışıklı aydınlık geceleri
Kürk mantolu güzel kadınları
Büyük ve kalabalık şehirlerin

Büyük ve kalabalık şehirlerde
Sayılmayacak kadar insan vardır
Kaldırımlarda, tramvaylarda, otomobillerde
Apartmanlarda, evlerde ve kahvelerde
Hastanelerde, hapishanelerde
Sayılmayacak kadar insan vardır
Büyük ve kalabalık şehirlerde

Gazete satan çocukların sesleri duyulur
Akşam olunca
Işıkları yanar meyhanelerin
Sonra bir kalabalık birikir
Sinemaların önlerinde
Ve sokaklara dökülür
Bahtı kötü kadınlar

Sokaklara dökülür
Bahtı kötü kadınlar
Güzel veya çirkin
Esmer veya sarışın
Bahtı kötü kadınlar
Ve bir takım insanlar
İplik gibi zayıf ve uzun
Anası ölmüş gibi mahzun
Bir takım insanlar

Büyük ve kalabalık şehirlerde
Zavallı işçi
Unutuvermiştir kendini
Ev ve fabrika
Fabrika ve ev arasında


Muzaffer Tayyip Uslu

Barış

Barış ilan edildi nihayet
Her şey eski halini aldı
Ne olduysa cephede ölene oldu
Bir sabah aldılar evinden
Güneşli bir gün vardı dışarda
Ağaçlar da henüz çiçeklenmişti
Ne kadar durgundu Allahım deniz
Ve bir daha dönmedi geri
İşte bütün hikaye
Annesi ağlıyor şimdi


Muzaffer Tayyip Uslu
Şimdilik

31 Ağustos 2016 Çarşamba

Buğdaydan Öğrendim Şiiri

Buğdaydan öğrendim şiiri
Canım kara buğdaydan
Tadı tat binlerce yıldır
İyilik cömertlikle alır
Sofralarda yerini.

Akan sulardan öğrendim
Kimsesiz çeşmelerden kırda
Duru pınarlardan dağların beleninde
Denizden ya da, yazlar kışlar geçer
Tükenmez bize anlattıkları.

Kır çiçeklerinden öğrendim
Ürerler dağ bayır kendiliğinden
Renkleriyle kurumlanmadan
Ayırmadan çobanı beyi
Sunarlar güzelliklerini.

Köy kahvelerinde öğrendim
Yağmur, toprak, kadınlar, severek
Bir ömür sözünü ettikleri
Ne kıtlıklar kırar umutlarını
Ne istekleri biter tükenir.

Çarşıda pazarda öğrendim şiiri
Küfürlerinden balıkçıların şoförlerin
Saysam ustalarım hep böyle gider
Adsız ağaçlar, göğün değişimleri
İçgüdüleri kuşların böceklerin...

Nasıl renk renk açarsa kır çiçekleri
Kayanın dibinden patlarsa kaynak
Sevince sarhoş olunca bizlerden biri
İndirir yumruğunu yırtarsa gömleğini
Şiir yazarım ben de kanımı akıtarak...


Necati Cumalı
Bozkırda Bir Atlı

Anna Karenina

Tekerler durur
Lokomotif susar
Leningrad garında
Durmayan
Anna Karenina'nın
Kalp çarpıntılarıdır
Bakınır
Gülüşleri ürkek
Giysileri
Taşan yüreğine dar
Artık ne kendine
Ne başkasına yar
Sallanır ayakta
Taşları oynamış duvar


Necati Cumalı
Ceylan Ağıdı

Kar Aydınlığında

Uyandım kar aydınlığında
O küçük kasaba uykuda
Uykusuz bir sıra kavak
Hem gider hem dinlerim
Düş önüme yol göster derem benim
Kar mıhı atımın nallarında
Cebimde bir şişe konyak

Evlerinin avlusunda ayna nar
Sedirinde acı biber rengi bir kilim
Odan ıslak tahta kokar biraz da toprak
Gözlerim sana değer ısınır
Uzattım mı mangalına ellerimi
Her yanım tane tane mısır
Sanırdım patladı patlayacak

Sen sıcaktın yataklar sıcak
Pencerende aydınlık kar
Ateşim kömürüm esmerim benim
O günlerin tadı başka nerde var
Gençtik âşıktık deliydik
Seviştikçe ağardı karanlıklar
Bunca dağın karlarını erittik


Necati Cumalı
Başaklar Gebe

30 Ağustos 2016 Salı

Kısmeti Kapalı Gençlik

Melih'e


Maçka'dan aşağı bir tütüncü tanıdık
Bir şişe rakı bir merhaba maksat hatır
Her akşam ayaküstü birkaç lâf atardık
Ardımdan o kalkar dükkânını kapatır
Ben açardım İstanbul'a karşı rakımı

İstanbul'a karşı iç iç düşün bu ne iştir
Günün bir yarısı çamur öbür yarısı
Durup dururken başlıyan o baş ağrısı
Bunca yıl yalan okuduk yalan söyledik
Aklına kim gelirse gelsin bağır ver veriştir

Üzgün kısmeti kapalı koca bir gençlik
Karşımızda canım İstanbul canım deniz
İçtik içtik kahırlandık bunca yıl dilsiz
Kimdik ki yaşamımızı berbat ettiniz
Sizlere el uzattık düşman gibi itildik

Fakat İstanbul dev gibi büyük bir şehir
İyi kötü ne günler görmüş geçirmiştir
Geceleri yorgun çocuklarının terli
Alınlarında o doğurgan ana eli
Dinlendirir dizlerinde ümitlendirir

Kimse alamaz elimizden bu ümidi
Bunca yıl bu ümit bizleri tutan dimdik
Neydik düne kadar daha üç beş kişiydik
Çektik kapıları çıktık evlerimizden
Meydanlara sığmıyoruz kardeşler şimdi.


Necati Cumalı
Yağmurlu Deniz

İthaf

Küçüğüm, sen şimdi onsekizindesin
Güzelliğin gün günden dillere destan
Hatıramda herbiri seninle canlanan
İzmir'in günlerinde gecelerindesin

Sönmüş yanardağlar, kaleler eteğinde
Yüzyıllardır uyuyan şu bizim İzmir
O âşık kadınları, levent erkekleri nerde?
Sahiden yaşayıp göçtüler mi kimbilir?

Balkonlara, yalılara dalar düşünürüm
O günler uzaklaşan yelkenlerin peşi sıra
Akan bulutlar gibi geçmiş: ne iz, ne hâtıra!
Sır şimdi bunca güzel hayat, güzel ölüm!

Sır şimdi gözyaşları, saadet dilekleri
Bize gelen yüzyılların hikâyesi sır
Eski İzmir diye ne varsa şunun bunun bildiği
Yaşlıların kırık dökük anlattığıdır

Aşkı şehirler yaratır, şehirler yaşatır
Ben gönlümce yaşadım, gönlümce sevdim
Bilirim saadetim, yalnızlığım bundandır
Seni bulduğum, kaybettiğim günden bilirim.

Aşklarının tarihi bir şehrin tarihidir diyorum
Gün gelir aşklariyle anılır şehirler anılırsa
Niyetim sevdalı sözler etmek de olmasa
İzmir için ne yazarsam sana adıyorum!


Necati Cumalı
İmbatla Gelen

Güneş Saati

Darılmışım kendi kendime
Artık hiçbir şey açmaz beni
Ne kadın, ne şarkılar, ne etrafta manzara
Ah, her zaman insanın içi nasılsa
Dışı da öyle

Saatlerdir elimde değnek
Deniz kenarı sazdan bir kahvede
Toprağı eşerim
Sanki Robenson´un adası
Oturduğum masa ile iskemle

Vakit ikindi
Biri beni geçti
Seni de geçecek
Biz seninle sevişemedik
Sevişemiyeceğiz de
Gölgeler önümde bir karış ileri gitti

Ağaçlar denize doğru gidiyor
Deniz karşı dağlara doğru
Gittikçe küçülüyor, ufalıyorum
Olduğum yerde
Neredeysen uzat ellerini
Başım dönüyor.


Necati Cumalı
Güzel Aydınlık

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Hürriyete Övgü

Boşuna değil dökülen kan
Hatıran daha aziz çıkacaktır
Bu felaket senelerinden
Asırlardır bu böyledir
Bütün kötülükler geçer
Yaşar iyi ve güzel olan

Sen çalışmanın ve düşünmenin hakkısın
Kanunların, nizamların üstünde
Talihisin insanlığın
Her sevgi hayatla biter
Yalnız senin aşkın kalır
Genç çocuğa babadan

Boşuna değil dökülen kan
Şehirlerde, köylerde çocuklar büyüyecektir
Daha zeki daha çalışkan
Bütün acılar unutulacak
Şarkılar daha yürekten söylenecektir

Yıkılan evler köprüler
Daha sağlam kurulacaktır tekrar
Yeniden fabrikalar yükselecek
Tarlalar genişleyecektir

Boşuna değil dökülen kan
Tarihin akışından anlıyorum
Kuvvet zamanla yıkılır
Yalnız senin uğrunda ölür insan
Yarası acımadan.


Necati Cumalı
Harbe Gidenin Şarkıları

Karda Ayak İzleri Var

Karda ayak izleri var
Vurulup düştükleri yere kadar
Yüzleri tanınmayacak bir halde
Öldüğü yerde kalmış cesetleri

Onlar için hatıra yok
Saat durmuş
Onlar için değil
Yıldızlar ve bu gece
Onlar için değil gelen güneş
Artık onların yok
Uzak şehirlerde
Sevdikleri

Artık hepsi bitti
Açlık, susuzluk ve kin
Ne matara ne ekmek torbası lâzım
Ne silâh
Elbise ve düşen şapka da lüzumsuz
Artık üşümezler ki

En güzel ocak ateşleri
Artık ısıtamaz ellerini
İsimlerini en yakın tanıdık
Söylese işitmezler
Kurt mu, dost mu, düşman mı?
Bilmeyecekler baş uçlarına geleni
Artık ne tren, ne gemi
Onları getiremez bir daha


Necati Cumalı
Harbe Gidenin Şarkıları

Bebeğin Gözleri

bir akan ırmaklar bir göldeki su
bir hızla giden ak bulutlar
bir karanlıkta dağların uykusu
oturmuş bebek anasının kucağına
bakarım, altın parıltılı yüzüne
mavi gözlerinden geçer eli yıllık ömrüm

senin dünyana yürüyünce aydınlık
ben belki çoktan gitmiş olacağım
gene dizilecek dallara kuşlar
sen eğilip bakınca aynasına
deniz yeşili pul pul gümüşi balık
hızla girecek yosun dünyasına


Ömer Faruk Toprak

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Gün Işığı

karanlık geceleri sevemem
bir zından örtülür sanki üstüme
ne güllerin açılısını görürüm
ne çocukların gözlerindeki mavi gülüşü
ıslak kıyıya dizilse bile yıldızlar ora ya doğru yürüyemem
gece başladı mı bir yerde
yarım kalır dudaklarımda türküm
karanlıkta güzel değildir gülüm
saçları başak kokan köylü kızının yürüyüşü

sabahın ilk ışıkları nerde
bursa'nın şeftali bahçesi gibi girer
açık penceremizden kapımızdan içeri
hani gürleyen dalgalar bazen bizi sürükler
ak köpükler içinde götürür engine
sonra tekrar getirir geri
işte öyle ilk aydınlıkta
uçurmalı rüzgar uykumuzu
doğa bir sergi uzatır
başlar cümbüşü yeşil ile mavinin
doyamazsın her birinin rengine
akmaya başlar belim kalınlıkta
yaprakları sürükleyen bir su
alır gözlerimizden saçlarımızdan
altın çocukluğumuzu

devam eder hayat
devam eder bir okul bahçesinde
bulutlara sürtünüp geçen
meleklerin uykusu
bir park kanepesinde otururum
orda takıp iki kanat
süzülürüm uzaklara
fakir bir ev bulurum
açanın bütün pencerelerini
alıp çocukları kanadımın altına
kocaman gün ışığını yayıp parklara
anlatı bindirip atlı karıncalara
çimenlerin üzerinden seyre dururum

gece başladı mı bir yerde
ağır kurşun bulutlar iner üzerime
açıp penceremi soranın
açlıkla yoksulluk kolkola durakta mı
kaygılı bir gölge düşer gözlerime
gün ışığının kapısında oturup
fırat suyunu anlatır bana karım
orada dağlarda rüzgarı durdurup
büyük asi ırmaktan geçer
renk renk ışıklarım
getirip onlardan arşın arşın
bütün okullara dağıtırım


Ömer Faruk Toprak
Ay Işığı

Susan Anadolu

çatlamış topraklar üzerinde yürüyorum
dudaklarım kanıyor kuru ağaçlar durgun akşamda
senin gözlerinde görüyorum sivas'ı erzincan'ı
gecenin sarktığı toprak evlere iniyorum
çıra alevinde oturuyor döne bacım susarak
alıyorum yüzünden karanlık keder bulutunu
hiçbir hazin türkü onları ağlatmıyor mutsuz da olsalar
dağlarda ırmaklarda bitkisel bir yaşantı
eğitim görmemiş insanlarım düşünmeyi öğreniyorlar
rüzgar yanığı yüzlerinden geçiyor yirminci yüzyıl
sen içkilerle girerken akşamın turuncu bulutuna
dikenli otlarıyla geçiyor uzak bozkırlarım
haberin var mı toprağın altındaki köylerimden
dokuz bin yedi yüz köy yirmi dört saat gecede
beyinlerinin kıvrımlarından geçmemiş daha
gün ışığında gelen bir okul penceresi
oysa çekilerle dolu türkülerde duruyorlar
saçlarını unutmuş sakallarını unutmuş uzakta doğuda
gözlerimi yaktılar göğüs tahtanı paramparça
ufukta tortum uzun bir çizgi mutsuz
bırak beni orta anadolu unuttum ağlamayı
kerpiç bir baca gibi düşünüyorum bulutlara karşı
karacaoğlan'dan öğrendim doğa sevgisini
bir gözümde siirt öbür gözümde bitlis muş
ateş yakacağım uzak kıyılarında senin
gelip duracaklar göz bebeklerimde gemiler
rizeli ıslak bir akşam bırakacaklar avuçlarıma

diyarbakır'ın anlattıkları ak kağıtta kara yazı
mağarada yaşıyorsunuz öküz keçi koyun beraber
kara akrep karayılan cümle haşarat yanınızda
ötede dadaşların bebeleri mavi boncuk
uzun süre dalıyorum erzurumlu bir kulübede
kızgın bir akşam giriyor içeriye ansızın
uzakta yırtıcı kuş gözündeki parıltı
isli bakracın ateşine tutuyorum kitabımı
pir sultan abdal'dan beri susuyorsun sivas'ta


Ömer Faruk Toprak

Yaşadık Diyelim

başladı saz damlı kulübemizde akşam
ocağın aydınlığında dudakların ıslak
görünüyor ardına kadar açık kapımızdan
ufukta bakır renkli bulutlar
baktım göle düşmüş gözlerinin yeşili
avuçların mayıs ayı kadar sıcak
bu saatte bütün umutsuzlara yaklaşmalıyım
ellerimle silmeliyim gözyaşlarını
onlara barıştan savaştan söz açamam
her şeyden önce çünkü yaşamak

gözler yollarda dağıtmış saçları rüzgar
uzun zaman sonra gün ışığına çıkmışım
soluğunu duyuyorum yastığımda penceremde
anıların kıyısında yürümüşüz beraberce
şimdi ağır bas bariton sesiyle söylüyor
santa-lucia'yı bir zenci ilerde
keten gömleğinde denizin tuzlu ağzı
gözleri gülüyor avuçları beyaz beyaz
bir ateşböceği ile bir an aydınlanan
korkmayan, yüzünü hatırlıyorum

bana yavaş sesle okuyor şiirlerini
sanki eğilmiş geceleri sulara
tenhada ağlayan bir nar ağacı
halbuki sen kahraman yüreğinle
bir kalp damarı gibi hızlı hızlı atardın
cesaretle bakardın uçurumlara
şimdi ağır ağır geçiyor beyaz bulutlar
yelkenleri ferah rüzgarlar dolduracak
yasla başını omzuma sıyrıl kederlerden
duyacaksın çünkü bu titremeyi yaşadıkça


Ömer Faruk Toprak
Dağda Ateş Yakanlar

Yalnız Sen Değilsin

bu gece tek başıma karanlıktayım
affet beni biraz kalbimi dinleyeceğim
gerçi ne varsa hürriyet keder aşk
bu katı duygulu yürekte hepsi var
güneşe karşı ya da toprağın altında
saatlerce onları konuştuğumu bilirim
ağlamayı unutmuş bu gözler beni affet
şu saatte çok şeyler dinlemeni istemiyorum geceden
saçların varsın dökülsün omuzlarına
elbet dilinden düşmemeli hürriyet şarkıları
çünkü seni bağrıma basarken de düşünmüşüm
beş kıtada hürriyet adına konuşanları
onun uğrunda kaybetti delikanlılar
bir bahar gibi çiçeklerle dolu hayatlarını
bir bahar gün ışığı ve ıslak yapraklar
ilk kez seven bir yüz umutlu bakışlarıyla
konuşmaya başladı işte tekrar

bu gece tek başıma ve karanlıktayım
ağaçlardan yıldızlardan uzakta kalbe yakın
yanan avuçların ve yüzüne dökülen saçlar
ben de çok istiyorum aşktan konuşmayı
ama çin'de daha kurtarılmamış şehir var
çekik gözleri örgülü saçlarıyla biliniyorlar
orada binlerce hektar araziye pirinç ekilir
gene binlerce hektar toprağı su basmış derler

bütün insanları seven kalbim tekrar konuşacak
çok zahmetlerle az kazananlardan yana
her sabah güneşle birlikte işbaşı ederler
bıçakçı süleyman ve yeşil tulumbalı ahmet
cömert yürekleri tertemiz bakışlarıyla
hikayesini anlatmışlardır manavgatlı ismail'in
bir öğle paydosunda ya da soğuk bir akşamüstü
çok zaman avutmuştur onları mısralarımız
bir sigara içimi zaman geçmiş çok mu
gözlerimi senin yüzünde dinlendirirken
yalnız seni değil onları da düşünüyorum
elektriksiz kasabalar çıra ışığındaki köyler
kilometrelerce yol aşan kamyonlar
batının postalarını taşıyor doğu şehirlerine
kömür yüklü mavnaları ve emekçi halkıyla
severim memleketimin alın teri kokan toprağını

bu gece tek başıma ve karanlıktayım
biliyorum okyanustan geliyor bu rüzgar
yarın sabah şafakla uyandığım vakit
hürriyete ve yaşamaya inandığım için
seni tekrar dudaklarından öpeceğim
yalnız sen değil bütün insanlar
tuna üzerinde feribot işletenler dok işçisi
düşman elindeki köprüleri alan yurtseverler
cherbourg'ta mitralyöze göğüs geren çavuş henri
velhasıl bütün hürriyet savaşçıları
sizler en kutsal anılarım arasındasınız.


Ömer Faruk Toprak
Hürriyet

26 Ağustos 2016 Cuma

Nostalji

Sen aziz şehrim,
Uykusuz yaşadığımı bilmelisin.
Bütün işçilerin
Saçak altında uyuduğu bir saatte,
Ben mızıka çalarak geçiyorum sokaktan.
Sen aziz şehrim,
Ellerim gözlerim kadar benimsin.

Ve aziz şehrim,
Şu anda seni terk etmem için
Her şey tamam.
Gemi hazır, yelken fora.
Fakat neden,
Ölülerim bırakmıyor yakamdan.


Rüştü Onur

Davet

I

Sen açabilirsin kapımı
Benden habersiz.
Ve odama
Kendi odan gibi girebilirsin.
İstersen yatağıma
Benim gibi uzan boylu boyunca
İstersen bir cıgara yak tabakamdan.


II

Odamın duvarlarında
Zengin resimler arama.
Beyaz duvarlardaki
Kargacık burgacık resimleri o çizdi.
Ve ben son şiirimi
Odamın buğulu camlarına yazdım.


III

Kitaplarım şeker sandığında
Kendi kitapların gibi aç
Yolculuk canını sıkarsa eğer
İster götür onları beraberinde.
Bana yalnız
Yatağımın altındaki
Şiir kitabını bırak.


Rüştü Onur

İtiraf

I

Size açabilmeliydim içimi
Geceler yalnız size
Ve yüzüm kızarmadan
Çocukluğumun küçük aşklarını
Anlatabilmeliydim
Geceler yalnız size.


II

Benim de aşklarım oldu
Ve alabildiğine günahlarım.
Halbuki bigünah olmak istedim
Bütün ömrümce.


III

Anam,
Ben topaç çevirirken sokakta,
Benim güzel oğlum,
Paşa olacak derdi...
Halbuki ben hâlâ
Topaç çeviriyorum sokakta.


Rüştü Onur

25 Ağustos 2016 Perşembe

İlk Aşk

Bir yürek çarpar
Yüreğimin içinde
Gözlerinde bir yavru ceylan
Ürkek

Ağzı yeni ayrılmış
Ana sütünden
Dudakları bir öpüşte
Eriyecek.


Ahmet Köksal
Yanık Sarı

Hastir Lan

Ben gider oldum
kardaşlar.
Ve de
kız kardaşlar,

Ben gider oldum,
Gayri
Haram bana
Bu toprak damlar
Bu ağaçlar,
Bu taşlar bana.

Apat dediğin
Şişirilmiş oto lastiği
Ve bir kaç
Tahtadan ibaret
Bir saldır.
Suda yüzer.
Oğul, uşak, bir de karım
Kurt bana
Hastir çeker
Kuş bana
Yılan bana
Hastir çeker
Çiyan bana
Lan kardaş
Bu nasıl yara
Kanar heryerimden.

Döğülmüşüm
Süğülmüşüm
Koğulmuş.
Siktir çekilmişim yani
Kendi öz yurdumda.
Bir meri keklik gibi
Çeker giderim.


Enver Gökçe
Sanat Emeği, 1980

Dost

Ben berceste mısraı buldum
Hey ömrümce söylerim
Gözden, gezden, arpacıktan olsun
Hey ömrümce söylerim!

Bizsiz Ilgaz'ın çam ormanları güzel değildir.
Hayda günlerim hayda
Sırtını düşmana verdikçe
Murat dağları güzel değildir,
Dost dost ille kavga!

Biz olmasak gökyüzü, biz olmasak üzüm,
Biz olmasak üzüm göz, kömür göz, ela göz;
Biz olmasak göz ile kaş, öpücük, nar içi dudak;
Biz olmasak ray, dönen tekerlek, yıkanan buğday,
Ayın onbeşi;
Biz olmasak Taşova'nın tütünü, Kütahya'nın çinisi,
Yani bizsiz
Anne dizi, kardeş dizi, yar dizi
Güzel değildir.

Gel günlerim gel de dol
Gel Aydınlım İzmirlim,
Gel aslanım Mamak'tan
Erzincan'dan Kemah'tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan!

Adana'nın pamuğu dokumada;
Diyarbakır, Afyon, Kütahya fabrikada
Ümit işkencede mahzun
Tenim, ayaklarım uryan
Ekmek işkencede mahzun
Ve Divrik'in demiri arabada
İşçi-köylü ve işçi birarada

Söyle türküler yadigarı kardeş
Söyle ağrılar yadigarı kardeş
Neden alınterleri
Nimetler, haklar haram oldu sana
Gel günlerim gel de dol
Gel Aydınlım İzmirlim
Gel aslanım Mamak'tan
Erzincan'dan, Kemah'tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan
Sana selam olsun
Hürriyetlerin meçhul olduğu dünya
Canım Türkiye,
Memleketimiz!
Calışan halklarıyla ümmi
Calışan halklarıyla garip,
Irgadı, esnafı, madencisi, iptidai aletleri
Kadınları, erkekleri, hapishaneleri;
Başı boş suları, dumanlı vadileri, yoz topraklarıyla,
İşşizleri, realist şairleri, mücahitleri,
Sokak şarkısı, keten helvası,
Akşam Haberleri satanlarıyla memleketim

Sana selam olsun
Sürgünler, mahkumlar, hastalar
Alacağın olsun
Seni İstanbul seni
Seni Bursa, Çankırı, Malatya,
Sizlere selam olsun üniversiteler!
Öğretmenleri alınmış kürsüler,
Öğretmenler
Sizlere selam olsun
Hürriyeti yazan eller, dizen eller
Sizlere selam olsun makineler
Entertipler, rotatifler, bobinler
Bu gülünç, aşağılık,
Namussuz şeyler dışında,

Sana selam olsun
Zincirin zulmün kar etmediği,
Kırbacın kar etmediği
Büyük tahammül!

Gel günlerim gel de dol!
Gel Aydınlım, İzmirlim,
Gel aslanım Mamak'tan
Erzincan'dan, Kemah'tan
Düşmanlar selam ister
Gözden, gezden, arpacıktan


Enver Gökçe
Gün, 15.07.1946

24 Ağustos 2016 Çarşamba

İlk Adım

Bir mermi de benden aslanım,
Bir mermi de benden.
Bir mermi de benden zafer topları
Mukaddes namlular!
Daha gelmesin mi bahar,
Daha gülmesin mi ağlayanlar?
Yıllardır kan içinde, sargı içinde
Unuttunuz mu
Sevmesini şakalaşmasını?
Çekik gözlüler,
Kıvırcık saçlılar, ablak yüzlüler!
Küller mi saz beniz etti sizi
Yabani güller, dost bakışlar, otlu çiçekler!
Ve sizler :
Adana, Aras pamuğu kadar
Sevdiğim yüzler!
Yayla türkülerim kadar
Memleketlilerim kadar
Sevdiğim yüzler!

Altıya mı değdi yaşlarınız
Otuz dokuz doğumlu çocuklar?
Ömrünüz, gözleriniz, uykularınız
Sığınaklarda geçti harp boyunca.
Oylum oylum ateşleri gördünüz mü,
Cepheden dönenleri sordunuz mu?
Tanır mısınız
Ay nedir, gün nedir, elma nedir?
Güneşi gözlere doldurmak güzelken
Hey küçük kardeşler hey
Görün ne hale koydular dünyamızı.

Şimdi zafer topları gürlüyor
Avrupa'da.
Ve deniz ötesi kıtalardan
Şarkılar...
Şimdi kazaska oynuyor Avrupa.
Şimdi silah yerine bayrak tutanlar...
Hiçbirini tanımadığımız,
Oyunlarını bilmediğimiz
Mişiganlılar, Oksfortlular, Ukranyalılar

Şimdi, göz aydın etme zamanıdır.
Yeni bir dünya doğuyor.
Şorul şorul giden kan pahası.
Müjdeler, müjdeler olsun
Yeni bir dünya doğuyor
Zincir seslerinden
Verem basillerinden uzakta...

Büyük ölülerini bağrına basıp
Yaralı insanlarımız
Kahramanlarımız konuşuyor :
"Benim olsun, senin olsun, bizim olsun,
Hani kardeşlerimiz vardı ya
Bu dünyada.
-Kız kardeşlerimiz, annelerimiz, şairlerimiz-
Dumdum kurşunuyla vursalar da
Her zaman böyle döğüşeceğiz :
Gırtlak gırtlağa, diş dişe, tank tanka
Demokrasi için,
Eşitlik ve hürlük uğruna"
Bir mermi de benden aslanım
Bir mermi de benden
Bir mermi de benden
Zafer topları, mübarek namlular!


Enver Gökçe
Ant, 01.06.1945

Memleketimin Şarkıları

Ben, bizden olan bütün insanların dostu;
Adı, haritalarda bile bulunmayan
Bir köyündenim Anadolu'nun.
Güzel şeylere hasrettir memleketim,
Güzel şeylere hasret bu dünya.
Yıllardır, kanda ve ateşte mısralarım
Yanan şehirlerin,
Ağır tankların tekerlekleri arasında.
Biliyorum,
Yaylım ateşlere girilmiştir gönlümüzce
Pasifik kıyılarından Volga'ya kadar.
Benim arzumanım kaldı
Hürriyet boylarında tank oynatanlarda.
Bütün kıtalarda
Tulu arzda, islam içinde, küffar içinde
Mülhit, mümin ve vatanseverim.
Fakir, cefacı topraklarım içinde
Mendil tutanım, diz vuranım, baş çekenim
Zeybekte, halayda, tamzarada...
Ben küçük Yusuf'um Çit köyünde
Çapak çapak ela gözlerim;
Kıl keçim kısır, annemin memesi yara.
Benim saçlarım belik belik,
Bıyıklarım burma burma
Gözlerim kara kıyma renginde, ama
Erzincan oynamış ağlamışım
Irgatlık etmişim el kapısında.
Dolu vurmuş bahçelerimi,
Çekirge inmiş tarlalarıma.
Ben bir yolcuyum hemşeri
Manisa bağlarından geçtim
Aydın incir tarlalarından.
Çığlıklar getirdim
Üzümleriyle beraber çürür gibi düşen
İnsanlarımdan.
Sıcak tuzsuz gevreklerinizi yemişim
Alaca karanlıkta... Buca'lı işçilerim.
Unutur muyum seni
Derdini, ekmeğini bölüştüğüm
Türküleriyle bizi ağlatan memleketlim.
Karadeniz'in Rumelikarı tütünü,
Bende türküler oldu ağlamaklı,
Bende türküler oldu dizim dizim.
Doldurdum sineme, ciğerlerime,
Doldurdum derdi mihneti
Pamuk tozunu, kömür tozunu;
Memleketimin şarkıları kadar acı çektim.
Ben Ahmet Çavuş'um
"Attığım kurşunlar gitmezdi boşuna
Şimdi kuzgunlar iner taze leşime
İki kere kesemden everdiğim"
Dost dediğim kıydı bana.
Ben Kürtoğluyum derim ki "Yiğitlik kadim"
Ben Nazif'im "Urfa'ya karşı vurdular beni"
Ağlasın Urfa.
Ben şairim
Halkların emrinde, kolunda, safında.
Satırlarım vardır kahraman,
Satırlarım vardır cılız, cesur ve sıtmalı.
Ahdim var :
Terli atlet fanilalı göğüslerden
Püfür püfür geçeceğim.
Bir de aşıkım, kanlıbıçaklı
Yar için serden geçeceğim.
İnan ki ciğerparem, inan ki sevgilim
Bu hususta :
"Üçten, beşten, senden geride kalan değilim"


Enver Gökçe
Ant, 01.07.1945

Tükendiğimiz Yerde Çoğalmak

Doğarken tüketir ömrümüzü böyle durmadan
Başkaldırmak aklın, direnmek duyguların işi;
Benim de bir dileğim var elbet,
Güneşin çıkmasını beklemiyelim şimdi!

Uçsuz bucaksız sayılanır kendince başlayan,
Birbirini çağrışır düşünceler aralıksız;
Onulmaz acılara doğru güzelleşir insan,
Bereket versin gene de sıcak ellerimiz.

En güzel kötülüğü içimizden içimize uzayan,
Yapayalnız ve karanlık bu savaşta
Görüyorum boşuna değil her sabah yeniden,
Kimse kimseyi kurtaramaz yaşayan.

Daha da büyür gezegenler arasında zaman,
Işık hızından korkusu özgürlüğün boşlukta,
Değişir ölçekleri alıştığımız ne varsa,
Ağlarız coşkunluklar içinde güldüğümüz zaman.

Bugün onlar gidiyor, yarın sıra sizde, öbür gün
Dolup dolup boşalan olukları sevincin,
Yoksa biz daha önce mi varız yaşadığımızdan,
Öyleyse, kimin rüyasıdır bu izlediğimiz? ..

Anlaşılmaz gerçeği tükendiğimiz yerde uyanan,
Elimizde değil mi, gücümüz yetmez mi başkasına,
İlkbahar yaz, sonbahar kış ve yeniden
Bir şey var dölümüzde bize karşı çoğalan!..


Sabahattin Batur