Şiir, Sadece

18 Eylül 2017 Pazartesi

Parıldayan Görüntüler

Parıldayan görüntüler
Küllenen közler
Yavaşça akıp giden bir panorama gibi,
Kıpkızıl yanan, sonra kararan.
Ve yabansı tartımı insan cesetlerinin.
Var olan her şey, ne varsa var olabilen,
Yok oldu bir parlamayla. Dünyadan geriye kalan
Tersyüz olmuş bir trenin yanında
Şişen bir at cesedi
Tüten elektrik tellerinin kokusu.


Hara Tamiki
Çeviren: Yusuf Eradam

İnsanoğlu Bu

Bu
insanoğlu bu
Bak bir Atom bombası
Onu
Ne kılığa soktu.

Alev
Öyle kor-kun-ç
Yükseldi ki
Erkekmiş, kadınmış
Hepsi bir biçime girdi.

Şişmiş dudaklardan
İmdaaat... diye sızan
Baygın bir çığlık
Bu müthiş yanmış
İrinli bir yüz bu.

Bu insanoğlu bu
Bu
Bir insanın yüzü
Bu.


Hara Tamiki
Çeviren: L. Sami Akalın

Yıldızlar

Yıldızlar var Japonya üstünde
Petrol kokan yıldızlar
Yabancı aksanla konuşan yıldızlar
Eski Fordlar gibi tıngırdayan yıldızlar
Coca-Cola renginden yıldızlar
Buzdolabı gibi cızırdayan yıldızlar
Pamuk, yün ve cımbızla temizlenen yıldızlar
Formalinle sterilize edilen yıldızlar
Radyoaktivite yüklü yıldızlar.
Aralarında, yıldızlar var gözle görülmeyecek denli hızlı
Ve düzensiz bir yörüngede dönen yıldızlar
Taa derinlere
Evrenin dibine dalar bu yıldızlar.

Yıldızlar var Japonya üstünde.

Soğuk kış gecelerinde -
Her gece -
Ağır bir zincir gibi sallanırlar.


Taneka Iku
Çeviren: Yusuf Eradam

16 Eylül 2017 Cumartesi

Zaman

İğnelerden bir ışığa dönerek
Kara Çin gecesi oluyor,
Sonra bir içdeniz.

Sıraya giriyor ışığın bu sayısız iğneleri
Ve orada! İçdenizden Edo Irmağı'nı oluşturuyor.

Ve dönüyor yine yaşamıma,
Kara ve mavinin parıltısına.


Kusano Şinpei
Çeviren: İhsan Doğan

Ölüm ve Ben

Tifüsten ölmek üzereydim,
Ölüm dikildi başucuma:
"E... nasılsın bakalım," dedi,
"Eski ahbap, babadostu?.. "
"İşte geldi çattı artık
"Benimle geleceğin gün,
"Tam sırası, tam sırası,"
Boynumu büküp dedim ki:
"Eksik olma, ama,"
"Seninle gitmeden önce,
"Ev sahibim olacak hatuna
"Kirayı ödemem gerek.
"Ama bu parayı tutar da
"Benim yerime sen verirsen,
"Beni de yola hazır bil."
Bir bozum oldu seninki:
"Öyle kesat ki işlerim
"Vallahi de billahi de
"Meteliğe kurşun atıyorum,
"Hay aksi şeytan haay..."
Böyle deyip çekip gitti.


Hiraki Jiro
Çeviren: L. Sami Akalın

Bir Ayışığı Gecesi Çantada

Gecenin sırçasına açılan
bardağın
yutulur
bir yeşil mendil içinde

mahmur
bir yıldızın
ayartmaya geldiği bir kabare

geçer gece
bonbon ve laltaşları üstünden
gebe çiçek şurubunun
kırdığı
dünsüz yarınsız bir el üstünden

imgeleyen
saf bir kozalağı
şehvaniden ari
öylesine mavi içinde
bir cam

aşkım

senin
çatırdayan
sona ermeyen saflığın
cam bir iskemle
sarı noktalar içre.


Kitasono Katue
Çeviren: İhsan Doğan

Doğa

Şişman hizmetçisi ruhun!
Sevecen bir başlangıcın var,
Bir çiçek saksısının
Hiç aralıksız sızan
- Tanrının salyasıyla dolusun.

Açık saçık bir kulübesin
İçinde bir çift sığırın uyuduğu;
Hiçbir papazın vaaz vermediği
Bir küçük kilisesin bazen.

Ve bazen
Yalnız bir eve benziyorsun
Bir hemşirenin görüldüğü.

Ya da
İçi boş
Bir telli çalgı.

Ya da bir görü
Sürüklenen uçsuz bucaksız
Yaralı uzay boyunca.


Murano Shiro
Çeviren: İhsan Doğan

15 Eylül 2017 Cuma

Eski Bir Köy

Parıl parıl
Gün batımında
Maymun kuyruklu köpeğin biri
Dolaşıp duruyor.

Çitin ötesinde
Kızaran bir ağaç
Evde kimse var mı yok mu
Kestirip söylemesi pek kolay değil.

Şu var ki şurada-burada
Oyukların içinde öyle
Atışmış yığınla
Üzüntü ve cançekişmesi.


Murano Shiro
Çeviren: L. Sami Akalın

Düşlerin Savaş Meydanı

İki ya da üç yaşındaydın
Seni bahçede kollarıma almıştım.
Tutarken seni
Uzak gökyüzünün öteki ucuna dek düşlerimi kovalamıştım.
Ansızın
Kollarımdan kaymış ve düşmüştün.
Ne çok ağlamıştın
Ve yitip gitmişti düşlerden dünyam.
Büyüyüverdin kaşla göz arasında
Ve ilkokula gittin.
Ben, dikkatsiz ve tutarsızdım,
Kollarıma almamaya karar verdim seni bir daha,
Hepten annene bıraktım seni,
Kendimi düşlerime verdim.

Sen tek çocuktun,
Oyuncaklarını severdin, hayvanları severdin, bitkileri severdin.
Yeni bir oyuncakla değil de
Kolları ve bacakları yırtık pırtık olanla kucaklaşırdın.
Yabanıl çiçeklerle konuşurdun, adlarını bilmediğim.
Köpekler, kediler, kuşlar, böcekler,
Yabanıl her şeyle hemen dost olurdun.
Ama en sevdiğin, saman köpeğin, İmpy idi.
Okula giderdi İmpy seninle,
Kollarında dinlerdi dersini.
Okulun beşinci yılında
Eski bir hikayeden aldı götürdü polis beni
Annenle beni ziyarete gelirdin
Ya da bazen, yalnız.
Kayıtsızca girerken odaya
"Gene geldik" derdin.

Yaşlı ciddi adamlar gülerlerdi
Ve sen, resim yapmayı severdin,
Bütün gerçekliğiyle çizmiştin yüzümü
Ve yaşlı adamların yüzlerini de çizmiştin,
İlgisizce, hepsini gülerken.
Yaşlı adamlardan biri
Duvara yapıştırmıştı resmini,
Artık gülecek halimiz kalmayana dek güldürmüştü hepimizi.
Elini sallayıp giderken,
"Gene geleceğim" derdin.

Sonra kızlar lisesinde,
Daha uzun boyluydun annenden,
Okulun en fettanı, derlerdi.
Keçi gibi inatçı
Olma yolundaydın;
Verdin mi bir kez kararını,
Bırakmazdın ucunu bir daha.
Sendeki bu inadı
İzlerdim sessizce.
Üç, beş, on yıl sonra
Ne olacaksın
Bilmiyorum.
Mutlu mu yoksa mutsuz mu
Bir şey diyemiyorum,
Mutluluk için de mutsuzluk için de
Girme benim dünyama.

Derin uykudayken sen ve parlak lekelerinden kirlenmiş,
Gözleri ve burnu örselenmiş
Paçavra bebeğini sımsıkı kavradığın zamanki düşün,
Ve seni düşürüp de uyandırdığım zamanki düşüm.
Düşün etkisi düşe
Karışıyor
Şiddetli
Yanıyor
Umursamaz
Kükreyen bir şamata

Ve sessiz düşlerin savaş meydanında,
Fır fır dönen silah dumanları arasında,
İnce bir güzellik,
Solmayan bir çiçek.


Okamoto Jun
Çeviren: Yusuf Eradam

Doğum

Değdi mi elim hiç saçına?
Dokundu mu hiç yumuşak tenine parmaklarım?

Hep bir kış ayazı girdi aramıza,
Bir yaz sisi çöktü, öyle değil mi?

Bir çocuğa gebe karnın, yine de
Seğiriyor ve hopluyor bu canlanıştan.

Aynı yatakta uyuduk, ama
Kimsin bilmiyorum.
Doğuracağın çocuk sen olabilirsin
Ya da pekala ben olabilirim.

Ve sen, sen de bilmiyorsun benim kim olduğumu

Şimdi iki can taşıyorsun: bir tek kişi değilsin artık.
Doğuracağın çocuk için şimdi bütün sevgin.
Ben, babası -varlığım daha az önemli onun büyümesinden-

Bu bir yanılsama, belki:
Ne sen, ne de ben gerçekten varız:
Zaman zaman yaşadığımızı hissediyorsak, dokunma yoluyla
yalnızca,
Aynı bir düşte olduğu gibi
Ve çocuğumuz bu düşe doğacak.

Doğan bir şey sonsuza dek yaşamıyor
Ve yeniden doğmuyor var olanlar.
Bunun için var mısın yoksa doğmuş bir şey misin
Bilmiyorum.


Takahashi Shinkichi
Çeviren: Yusuf Eradam

14 Eylül 2017 Perşembe

Bir Sağanak

Çömelmemize rağmen yere,
eller
filizleniyor kollarımızdan
ve birkaçı onların,
büyüyor, uzanıyor...

Yanlamasına uzanmamıza rağmen yere,
ayaklar,
filizleniyor inciklerimizden
ve birkaçı onların,
büyüyor, uzanıyor...

Filizlenen bu eller,
itiyor kendini, uzanıyor
gökyüzünü arayarak başıboş-
duyulmamış hıçkırıklarla bükülmüş gibi...

Filizlenen bu ayaklar,
itiyor kendini, uzanıyor
ve serpiliyor çevreye, vuruyor yere
son bir çaresizlikteymiş gibi...

Eller, ayaklar
sayısız
çılgınca serpilen
kuşatan yeri ve gökyüzünü!


Kitagava Fuyuhiko
Çeviren: İhsan Doğan

Ölmüş Arkadaşlar

A ve B
Bir hava hücumunda öldü
C ve D
-Söylentiye bakarsan-
Uzak bir cephede
Vurulup kalmışlar.

Her birinin bir derdi vardı
Bize düşerdi tasası da
Her neyse... hayatlarını
kötü geçirmiş de sayılmazlar.

Uzun ve ateşli
Bir tartışmadan sonra
Çayıra gidip eltopu oynardık.
Kulaklarıma inanamadım doğrusu
Hep-si-nin
Öldüğünü duyunca.

Her zamanki gibi
Bugün de
Bir tramvay durağında
Bir sürü insan gördüm
Yanımdan değişik yüzle
Bir sürü insan geçti.

Dikildim onların arasında
Hani belki de
O eski dostlardan birini
Olur a görürüm gibilerden
Boşuboşuna boşuboşuna.

Hiçbiri
Hiçbiri görünmedi
Ve böylece
Bir bahar günü daha
Geldi geçti...


Yamamura Jun
Çeviren: L. Sami Akalın

Japonya'da Sonbahar

Japonlar
Krizantem yaprakları yerler
Buddha kokan krizantem yaprakları.
Japonlar
Kızarmış krizantem yaprakları yerler
Soya fasulyesinden bir salçaya
Banıp banıp.
Ey Pierre Loti'nin
Issız Japonya sonbaharı!


Tanaka Fuyuji
Çeviren: L. Sami Akalın

13 Eylül 2017 Çarşamba

Gelincik

Senin resmini yaparken
Parlak kırmızıyla laciverti
Birbirine karıştırıyorum.
Söyle bana ey gelincik
Toprakta ne al, ne lacivert,
Ne kırmızı, ne de sarı varken
Sen nasıl boyuyorsun böyle
Çiçeğinin yapraklarını?..


Nakagawa Kazumasa
Çeviren: L. Sami Akalın

Sessiz, Ama...

Sessiz olabilirim, ama
Düşünüyorum.
Konuşmayabilirim, ama
Karıştırmayın beni duvarla.


Tsuboi Shigeji
Çeviren: Yusuf Eradam

Çakıltaşı

Yolda çakıltaşının birine
Şut çeke çeke yürüyorum.
Serince bir rüzgar.
Yolda çakıltaşının birine
Şut çeke çeke yürüyorum.
Takla atıp duruyor çakıltaşı.
Çakıltaşı, çakıltaşı
Ne zaman uyanacaksın sen?


Tsuboi Shigeji
Çeviren: L. Sami Akalın

12 Eylül 2017 Salı

Kim Kestirebilir

Dangalak ağacın birisin sen
Göverir de göverir yaprakların
Dalın-budağın büyür de büyür
Hele hele bahar gelmeye görsün
Açar da açar çiçeklerin
Ye kuşlar gelir üstüne
Ötüşmeye bıcır bıcır.

Sen varsın ya sen hani
Gene de dangalak ağacın birisin
Ama çiçekler açıyormuş
Ama kuşlar geliyormuş ötüşmeye
Göverip duruyormuş yaprakların
Sen gene de gene de
Dangalak ağacın birisin işte.

Şu var ki yalnız
Bu söz konusu ağacın
Ta gökyüzünde
Ama nasıl parıl parıl
Bir yıldıza öyle
Bakıp bakmadığını
Kim kestirebilir?

Kim akıl-sır erdirebilir
Bu ağacın gökte
Ama nasıl parıl parıl
Bir yıldızı
Seyredip seyretmediğine?


Fukushi Kojiro
Çeviren: L. Sami Akalın

Şiir

Bırak gelsinler...
Etkilensinler, değişsinler.
Daha yeni başladın işe sen.

Oysa her saatinde bir ozan var
Her dakkasında bir türkü
Yaşamının...

Bırak gelsinler
İstedikleri gibi söylesinler;
"Ben benim", "Seni delice seviyorum..."

Boş ver, bırak gelsinler
İster atla, avcı kılığında
İster yayan, hacı kılığında
Daha yeni başladın işe sen...


Lars Forsell
Çeviren: Lütfü Özkök

Büyü

Gir içime, öl, gemici!
Rüzgar ol, durmadan es!
Kanım ol, korkum ol, ölümüm ol benim!
Yeter ki yardım et biraz, yola çıkayım
Sonra kum yap beni istersen
Toprak yap!
Ver elini gemici, merhaba!
Korkuyorum, çelimsizim
Önemsizim, dışarda kalmışım.
Gir içime, bir ülke ol!
Rüzgar ol, gül ol!
Yüreğimin sahiline çarpıp kırılan
Dubaları, fıçıları duyuyor musun?
İçimde öl benim, gemici
Ki gün ışığına çıkabileyim
Sözcüklerimi bulabileyim
Sonra gelsin ölüm, ona razıyım.


Lars Forsell
Çeviren: Lütfü Özkök

11 Eylül 2017 Pazartesi

Ben Bu Adamı Tanımıyorum

Ulusunun canevine girmek mi istiyorsun
huzuru ve gerçeği bulmak için
seni götüreceklerdir baş papazın avlusuna
kömür ateşlerine
el pençe divan kızlarla birlikte işiteceksin
nice suçların inkar edildiğini


Thorsteinn Fra Hamri
Çeviren: Talat Sait Halman

Yaşantı Şiiri

I.

Erkek olup da
yolda güzeller güzeli bir kıza
rastlamak zor iş.

Kaşlar çatılır. Göğüs
içeri çekilir. Ben
durup bakarım aptal aptal.

Öyle acı
Öyle acıklıdır ki.

Süt şişesi verilmeyen bebek
gibi ağlamak işten değil.


II.

Yine de böylesi biraz daha iyidir
güzeller güzeli bir kız olup da
tuzlu balık fabrikasında
çalışmaktan boğaz tokluğuna

ve kahrolası bir masal şehzadesine
yaranmaktan herifin iğrenç bir serseri
olduğunu bile bile


Dagur Sigurdarson
Çeviren: Talat Sait Halman

Sessizlikle Kuyular

Sessizliği dinlediğinde altın ormanların hışırtısı
ırmağın gür çağıltısı ve güz çalılarıyla koruların
son kokuları birbirine karışır
sessiz bir yas, ayla yıldızların aydınlığı.

Sessizliği dinlediğinde bilirsin ki bahar bitmiştir
ve senin ilkyazın hiç gelmeyecektir artık.
Yaz da gelmeyecektir, ama yolcu yolunda gerek.
Türküsüz yollar mı? Alacakaranlığın ayazın belirsiz yolları mı?
kısa ve yokuş yukarı mı? uzun ve ferah mı?

Hepsi aynı yere varır - korkuyla sorularla doldurur senin
yüreğini.
Sessizliği dinlediğinde duyarsın ormanın hışırtısını, ırmağın
çağıltısını,
derken sessizlik yitip gitmiş kuyuların ferahlığını getirir sana.



Olafur Joharın Sigurdsson
Çeviren: Talat Sait Halman

Koy Kanadını

Şiirimin üstüne koy kanadını
uzun yolun yolcusu küçük kuş
sabahtan akşama kadar.

Bahçemdeki çiçeğe yaslan, yıldız
bir an için zaman ve uzayda
sürüp giden yolculuğunda.

Ölüm ummanının kumsalından fışkıran
bir deli ot gibi kökleri büyüyenler
kımıldanıyor. Onun nerden geldiğini soran yok.


Jon Ur Övr
Çeviren: Talat Sait Halman

9 Eylül 2017 Cumartesi

Mermer

Göz kamaştıran YUNAN
Ve ROMA yüceliği
Toza dönüşür yeryüzünde.

Alır götürür bir gün
Onları esen rüzgar

Ben kalırım:
İnsan eli değmemiş gibi hiç
Beklerim
Yaratıcı ustamı.


Stein Steinarr
Çeviren: Ata Karatay

Duydum Yaklaşıyorlardı

Duydum yaklaşıyorlardı
alaca karanlıkta beklerken
yol üstünde tozlu yolda

Adam yürüyordu atı çekerek
eli sımsıkı tutmuştu yuları
sanki yularla büyümüştü eli

Kadın sarılmıştı çocuğa
öyle soluktu ki
geceye yaldızsız geceye doğru

Dedim ki sizler tıpkı
önceki gibisiniz
yolda bu göçmenler yolunda

ama sığınacak yer neresi
nereye saklanacaksınız
umudunuzla hepimizin umuduyla?

Hiçbir şey söylemeden baktılar bana
ve sonra silinip gittiler
geceye, karanlığa ve geceye


Snorri Hjartarson
Çeviren: Talat Sait Halman

Büyük Kervan

Bir bilen yok nerde başlamış yolculuk
Kim yönetir şu koca kervanı
Katılmışız alaya tümümüz noksansız
Kimimiz isteksiz, kimimiz oyuna katılır gibi

Çeşitli yükleriyle ağır ağır ilerlemede
En aşılmaz yollarda hayal katarı
Çağ çağ sürüklene sürüklene bir gidiş bu
Ve ölüm bu uzun yolculuğun tek amacı.


Tomas Gudmundsson
Çeviren: Ata Karatay

Kara Atlar

Bir Madonna gibi temiz
Ve aydınlık yüzünde
Birdenbire şaha kalkıyor yağız atlar.

Bunları da korkmadan bağrıma basmam gerekiyor


Peter Curman
Çeviren: Lütfü Özkök

8 Eylül 2017 Cuma

Ben ve Ötekiler

Uzun süre inandım varlığına iliklerime dek
Bir noktaya varmanın, bir amaca ulaşmanın
Yalnız bana özgü bir gerçek var sandım.
Ama şimdi anlıyorum yaşamın anlamını
Başkalarına ne değin bağlı olduğumu,
Başkalarının koşullarını paylaşma zorunluğunu
Ve kimliğinin başkalarıyla birlikte doğduğunu,
İşte bundan ötürü kendimi toplum hizmetine adadım.
Ben imtiyazlı bir ülkede imtiyazlı bir vatandaşım,
Bu olağandışı ülkede olağandışı bir yaşamım var,
Konum bunlarla ilgili,
Hem İsveç'te oturup hem de pasaportumu yakmak
Ya da haritanın herhangi bir noktasına taşınmak,
Akıl karı değildir derim.
Ama bu Zenginler Kulübünde yaşadığıma tanıklık etmek
Ve televizyonda yoksul ülkelerin yoksulluğunu görmek
Acı verse de gene haklı çıkarıyor yazarlık mesleğimi.


Peter Curman
Çeviren: Lütfü Özkök

Kısa Şiirler

Kıvançla sıktım yumruğumu
Denize karşı
Bağırdım sonsuzluklara
Egemenlik ulusundur
Egemenlik denizindir

Kıyıdaki çakıl taşlarına uzandım
Verdim dudaklarımı ilk gelen dalgaya
Aktı içime hafif tuzun tadı tertemiz
Ve ılık bir ışık

Doğruldum, kahkahalar fırlattım
Dolandım kayalıklar arasında
Sıktım yumruğumu yaklaşan fırtınaya
Sudan tattım üç kez
Yekindim kalktım, deniz de kalktı benimle


Göran Sonnevi
Çeviren: Lütfü Özkök

Orhan Veli'yi Düşünüyorum

I.

Limon rengi bir gök altında kulağıma şarkılar çalındı.
İşittim kötülüğün soluk alışını
Açık arazisinde kara düşüncelerin.
İşte bugün geliyorum billurların mesafesinden
Doğunun yıldızlarını göğsünden içmek için
Ey dilinde güvercinlerin tünediği,
Yalın içkilerle kadınların sevdalısı!
Ey şiirlerindeki güzelliğin
Kelebek hafifliğini hapsetmeye çalıştığım ozan kardeş!


II.

Yurdumda kar meydanlarda ölürken
Savsaklamanın uyuşukluğu kaplar içimi.

Yurdumda çalınır o ezici, kahredici
Avrupai ölümün tekdüze oda musikisi.

Yurdumda kar, genç kızların düşleri gibi kokar
Beyaz dallar altında okurken yabancı şiirlerini.


III.

Her gece bir gündüzün içine akar,
Her tedirgin pencere bir çığlık fırlatır
Kapanırken karanlığın göğsüne.
An olur uzak ülkeler özlenir,
An olur zamanın anaforu kösnüyle içilir.
Ama bugün seni düşünüyorum ey yaşamın kırdığı ozan!


IV.

Görüyorum ölümünü herkesinkine benzeyen,
Görüyorum yalınlığını kahramanlara yaraşan,
Duruyorum bir dakika hayale dalmak için
Gök denen şu koskoca erinçin altında.


Lasse Söderberg
Çeviren: Lütfü Özkök

7 Eylül 2017 Perşembe

Fare Gibi

Bağdaş kurmuş soluk alıyorum
Mezarıma yakın.
Ha desem içindeyim,
Ha desem dışındayım,
Ha desem içindeyim.

Dışarda kar yağıyor,
Şimdiden eskimek istemiyorum.
Hiç istemiyorum.

Dışarda kar yağıyor,
Öyle şairane öyle usul usul...

Yararı dokunur mu sağlığıma
Soluk alsam daha yavaş?

Ay, ne bu rüzgar böyle!
İşte kapandı pencere birden
Bir tabutun kapağı gibi.


Sonja Akesson
Çeviren: Lütfü Özkök

Aracılık

İş eder misin kendine
Dişlerini sıkıp
Sövüp saymayı?

Yok öyle şey.

Tası toprağı toplayıp
Buralardan gitmek mi?

Yok öyle şey.

Aşka gelip savaş açmak
Tabak çanağa
Ya da yumruk atmak mermer aynalara?

Yok öyle şey.

At kendini denize
Vur usturayı damara?

Yok öyle şey.

Peki elin kalem de mi tutmaz,
Bir şiircik olsun yazamaz mısın?

Yok öyle şey.


Sonja Akesson
Çeviren: Lütfü Özkök

Başlangıcı Geri Çağırma

Geri çağırmaya heveslenme başlangıcı
Bakarsın yaklaşıverir son,
Ama son diye bir şey yok ki,
Salt geçişler var.
Işıktan karanlığa
Karanlıktan ışığa.
Bir de sen varsın büyüyen,
Hiç durmadan büyüyen.


Maria Wine
Çeviren: Lütfü Özkök

6 Eylül 2017 Çarşamba

Özleyiş

İlona,
Düşlerinde bir başkası olursun
Benden uzak, kendinden uzak.
Bir yaralı kanat mıdır kumlarda sürüklediğin
Yoksa dalgalar mı arkandan gizlice vuran?
Yolunu mu şaşırdın kardan bir dünyada
Çelikten çanı vururken sessizliğin
Bir başka balığın yuttuğu balık mısın
Karnına yavaş yavaş kayıp
Öldüresiye tıkayan
Yoksa rüzgarın o korkunç diline karşın
Taş üstünde biten çiçek misin
Yoksa kendi içine kapanan
Ve uyanışı olmayan bir düşte
Salt düşen, durmaksızın düşen
Herhangi bir özdek misin?
Kime gülüyorsun böyle
Çocuksu yüzünle çıkınca ortaya,
Kiminle savaştasın
Olgun yüzün altında?
Boynunda açan ne, bir gelincik mi,
Karışırken organlarımız birbirine
Aşkın yılan düğümüyle?


II.

Yokluğunu duyuyorum İlona, kanıyor içim,
Ey ağaç dokuları gibi sımsıkı kapalı ağız!
Ey güvercinler geçtikten sonra kalan yeldeki alev,
Ekin tarlaları gerisinde yaz sisleri gibi yiten göğüs,
Kendi yelkenlerinde boğulan gemi,
Bir dövme gibi taş üzerine kazılan anı
Sabah çiğiyle ıslanan çiçekten kirpikler,
Bir çağlayan gibi ağır ateşten şehvet,
Dil altında yas, salyada ekim,
Hiçbir zaman kuramayacağım ev, düşten dumandan bir ev,
Tüm bir kuşağın yitirildiği kandan liman,
Bilinmez kentler üzerine yayılan bakır dumanlarında
Yeni doğan ay ve kayaların profili ey İlona,
Bir yusufçuk gözünde mahvolan ey mümkün hayat.


Artur Lundkvist
Çeviren: Lütfü Özkök

Adsız

Ne güzeldi mevsimlerin buzlarda dolanışı
Ve anısı sokakta yakılan çıraların,
Yıllar geçse de içimizi ısıtır
Yelde sağa sola savrulan isleriyle.

Ara sıra önemsiz olaylara tanıktık:
Kızağımızın kırılışı bayır başında
Ya da fırıl fırıl dönüşümüz buz tutan gölde.

Clary! Senle ben ikimiz yalnızdık.
Oturmuş sahildeki karlı fundalara
İşemiştik içine, anımsıyor musun?
Kahkahalar atmıştık birbirimize bakıp.
O kış zehir gibiydi, her yerde raşitizm,
Salgın hastalıkların bini bir para.

Clary! O harika cin gibi gözlerinle sen
O kış öldün, göğsün daha kabarmamıştı.


Harry Martinson
Çeviren: Lütfü Özkök

Bilinmeyen Deniz

Bilinmeyen denizde geçen her gün
Sürükler ardından sonu gelmez yarınları.
Çoğalır duyular kendiliğinden
Çevrilir kum bugünkü cama
Kavanozun içinde sıkışıp kalınır
Tıpkı kendi içine kapanan insan gibi
Denizin sonsuzluğu benzer bir cezaevine
Gözler mavi duvarda çaresizce dolaşır.
Ölesiye kahreder uzaklık seni
Ey bu denizlerin külrengi tayfası!
İşte böyle yakınlık ve uzaklık arasında
Pusulayı şaşırır kalır kişi oğlu.
Tapınağı yıkılır, gemisi batar ...
Yarat bu yüzden kendine bir düşünce sanatı
Gelecek yıllar için çığlığını taşıyan
Dayanabilmen için o günlere dek,
Dayanabilmen için o illere dek.


Harry Martinson
Çeviren: Lütfü Özkök

5 Eylül 2017 Salı

Denize Yakın

Okyanusun gürültüleri şu anda.
Kumsallar üzerine yuvarlanmakta gülle gibi.
Geçiciliğin bayraktan denen o kişi
Bu kıyıya ulaşmış,
Bu kumlara uzanmıştı.
Yersiz yurtsuz bir kraldı o.
Salt bir gün sürdü önderliği.


Harry Martinson
Çeviren: Lütfü Özkök

Granit

Taş haline gelmiş damarlarım
Atomlarım bir kaya içine sıkıştırılmış
Kısır ve kabayım
Sıcaktım bir çağda
Donmuşum şimdi
Sertleşmişim
Hiçbir güneş eritemez beni
Hiçbir soğuk çatlatamaz
Delemezler zırhımı öyle kolay kolay
Kaldıraçlar oynatamaz beni yerimden
Kayayım ben
GRANİT.

Ama istekliyim tüm koşulara
Yeşermek dilerim ormanlar gibi
Kuzey ışıkları gibi yanmak alev alev
Ya da ateşten yazılarla ışıldamak göklerde.
Seçtiğim:
Ölü yaşam yerine
Devinmek
Zaman ve sonsuzluk arasında.

Bahar ayaklarım ucunda ağlar durur
Yusufçuk yedi saatlik mutluluğunu yaşar çevremde
Ama ben bir tek maske ile
Tüm tutkularımı yansıtabilirim:
Ağır gelen bir granit ölümünde.

Köpürürüm öfkeden
Alnım kan içinde kalmıştır
Yüreğimi altüst eder acılar
Can yakıcı bir çığlık kopar içerimden:
Bir çağda sımsıcaktım ben
Buz gibiyim şimdi
Nice isteklerle doluyum ama
Ne fayda
Kayayım
GRANİT.


Elmer Diktonius
Çeviren: Ata Karatay

Aradığın Burda Yok

Sakin ol çocuğum, yok aradığın burda
Salt gördüklerindir var olan:
Orman, sis ve rayların uzanışı,
Çam ağaçlarını örten karlar bir de.
Belki uzakta, çok uzak bir ülkede
Meltemlerin estiği masmavi bir gök vardır
Duvarlarında güller, yollarında palmiyeler
Ama hepsi bu kadar.
Arama yok burda o sıcak dudaklarınla öpeceğin şey
Bilirsin, dudaklar da zamanla soğur gider.
Yürek her şeye bedeldir deme yavrum,
Deme boşuna yaşamaktansa ölmeyi yeğ tutarım.
Ne istersin ölümden?
Bir duysaydın gövdenden yayılan o kokuyu
Anlardın yılgısını kendi kendine kıymanın.
Zorunluyuz çocuğum, zorunluyuz sevmeye
Yaşamın upuzun sayrık saatlerini
Ve özlemin kısacık yıllarını
Bir aralık çöllerin çiçeklenmesi gibi.


Par Lagerkvist
Çeviren: Lütfü Özkök

4 Eylül 2017 Pazartesi

Tape Mark

Başım omzuma bastırılmış, onların dönüşünü
seyrediyorum, güneşten otuz kez daha parlak
yavaş yavaş kımıldatıncaya kadar parmakları ve gelirken meydana
çoğunluğu şeylerin, bulutun doruğunda,
dönüyor hepsi köklerine ve çalışarak yakalamaya
giriyorlar bilinen mantar biçimine.

Saçları dudakları arasında, dönüyor hepsi köklerine,
göz kamaştıran ateş küresinde, onların dönüşünü
seyrediyorum, yavaş yavaş kımıldatıncaya kadar parmakları
ve çiçeklenmesine karşın şeylerin, giriyorlar
bilinen mantar biçimine yakalamaya
çalışarak gelirken meydana çoğunluğu şeylerin.

Göz kamaştıran ateş küresinde, onların dönüşünü
seyrediyorum varınca stratosfere gelirken meydana çoğunluğu
şeylerin, başları omuzlarına basılırmış
güneşten otuz kez daha parlak, dönüyor hepsi
köklerine, saçları dudakları arasında
giriyorlar bilenen mantar biçimine.

Kımıltısız yattılar konuşmadan, otuz kez
daha parlak güneşten, dönüyor hepsi
köklerine, başları omuzlarına bastırılmış,
giriyorlar bilinen mantar biçimine yakalamaya
çalışarak ve çiçeklenmesine karşın şeylerin
hızlıca yayılıyorlar, saçları dudakları arasında.

Gelirken meydana şeylerin çoğunluğu, göz kamaştıran
ateş küresinde, dönüyor hepsi köklerine,
hızlıca yayılıyorlar, yavaş yavaş kımıldatıncaya kadar parmakları
varınca stratosfere ve kımıltısız
yattığı zaman konuşmadan, otuz kez
daha parlak güneş yakalamaya çalışarak.

Dönüşlerini seyrediyorum, yavaş yavaş kımıldatıncaya
kadar parmakları, göz kamaştıran ateş küresinde,
dönüyor hepsi köklerine, saçları dudakları arasında
ve otuz kez daha parlak güneş
kımıltısız yattılar Konuşmadan, hızlıca
yayılıyorlar doruğu yakalamaya çalışarak.


Nanni Balestrini
Çeviren: Bedrettin Cömert

Yolculuk No. I.

Doğmakta güçlük çekti bu kez İsa.
Çocuk doğurmak kadar yorucudur tren.
Üç çocuğum ve bir oyuncak atım var.

Sayısız ayaklarımız var, öylesine üşüyoruz ki
yalan söylemek boşuna: yirmi beşime
basacağım ocak ayında, şimdi bekliyorlar beni
nasıl bir herif olduğumu anlamak zorundalar.

Kış parkında durduk, ama
delik deşik ediyor düdük sesleri
durup dinlenmeden bekleyiş sessizliğini.

İnen adamın bağıracak gücü var
(kimse çağırmadı onu) kamburu çıkmış
donuk göz bebekli patlak gözlü adamın,
söylemek, anlatmak isterdim ona
iyi geçmiş bir yolculuk öyküsünü
bir tekne öyküsünü anlatmak isterdim ona.

Şimdi bir halka yapmışız ateşin çevresinde
kağıt ateşinin ve ışıl ışıl ortalık
güzeliz hepimiz bakıştığımız zaman ve atkım
hala benim hırsızın boynunda.

Haydi, yola çıkıyoruz, yabancılar, yüzü bulunmayanlar,
kapattılar seni ve iyidir böylesi,
biri var Bologna'da bekliyor seni
tam geceyarısı gerçekleşecek
bir doğum mucizesine yürekten inanarak.

Bakıyordum
korku içinde peronlara: öldürecek beni
şimdi deli ve olanaksız elinden kurtulmam,
doğdu artık Efendimiz, önümde duruyor işte.


Elio Pagliarani
Çeviren: Özdemir İnce

Mavi Eşittir Cuma

Nasıl davranmalıyım, yenilecek mi sonunda
kara kanat, bilmeyi istedim (Almak için istenir oysa)

Şöyle dedi yıldız falcısı: (yazgı): genellikle iyi,
gerçekleşecek ve pişman olmayacaksınız, yanmasında parlak
hilal ay, çağı hesaba katarsak, azıcık bir hoşnutluk
(gün ortasında çayırda yüzmek), durumu
zorunlu kılabilir, Uranüs' ün veya uzaylardan gelen kış
kimi kız arkadaşla veya akrabayla çakışıyor, o işi yapmaktan
çekinmeyin,

ün sağlayarak ona (bahçeden makas gürültüsü)
saygınlığını azaltmak için hep yanınızda tutun nazarlığı,
oldukça tekdüze bir ay geçireceksiniz.
Akıl doktoru ise şöyle dedi: (düşle ilgili olarak):
geniş aydınlık boş sıkı koyu dolu yüksek derin
oynak murdar kımıltısız pis mi pis bulaşıcı tiksindirici
güler yüzlü gözdağı verici sınırsız ağrılı
zehirli vıcık vıcık çözük içe işleyici
dünyadır elinde bok tutan çocuk görüntüsü
suratsal yüzkızartıcı tanrısaldır dünya
kanlı keskin dölsel içi geçmiş ürkünç
savurgan baş döndürücü uydurucu değişimse!
kinci kurnaz inatçı aşık (içine kadar girerken girmeyi
bitiremediğin)

içseyrine dönmediğin sürece (bahçe kapısının sarmaşıktan güzel
bir eyer altı örtüsü var) ve
yanıtladım: ne güzel bir huzur var burda, nesneler yüzeylerini
kazıyorlar: arkama dönmek istiyordum, ama kaçmıştı ağlayarak.



Alfredo Giuliani
Çeviren: Bedrettin Cömert

Artık Yetmez

Ortalıkta suskunluk varsa,
gözler gülümseyerek bakıyorsa,
gözyaşları yüreklerden uzaksalar,
her şey tatlı, güzel, uyumluysa,
her şey görünüyorsa yerli yerinde,
o zaman böylesi mutluluktan
ne kalır bize?

Oysa ortalıkta sürüklenir durur
insanların gözyaşları, sicim gibi,
konar acımız
sonsuz çayırlarına toprağın,
dilsiz ağaçların bağrına
girer acımız,
sürükler acıyı hava ordan oraya,
dirilikten soluya soluya sessiz sedasız
beklersek zamanın sonunu.

Bugün artık yetmez .
şiirlerde anlatmak yaşamı,
almalıyız hayatı kendi ellerimize
kurmak için geleceğini dünyanın
vakit geçirmeden.


Italo Volpe
Çeviren: A. Kadir - A. Tanış

2 Eylül 2017 Cumartesi

Barış Bayrakları

Barış bayrakları,
tüm renkler
halklardır,
tüm halklar da insanlık -
Tüm halklar bekler durur
sevginin sesini,
bedenleri saran,
düşünceleri birleştiren
sevginin.
Ta yukarlarda, başlar üstünde,
acılı acılı,
dalgalanırken rüzgarda,
bir çınlama gibi dolanan
sesleri ölülerin

Barış bayrakları,
tüm renkler,
dünya halklarının selamı.


Italo Volpe
Çeviren: A. Kadir - A. Tanış

Şiirli Ses

Marilyn Monroe için


Geçmiş dünya ile gelecek dünyadan
yalnızca güzellik kalmıştı geriye, bir de sen
çaresiz küçük kardeş,
ahilerinin peşinde koşan,
onlara öykünüp, onlarla gülüp ağlayan.
Sen, en küçük kardeş,
alçakgönülle taşıdın sırtında güzelliği
ve halkın içinden gelen kızın ruhu
hiç bilmedi güzel olduğunu,
bilseydi, güzellik olmazdı ki.
Dünya öğretti sana güzelliğini
ve güzelliğin dünyanın oldu.
Korku salan geçmiş dünya ile korku salan gelecek dünyadan
yalnızca güzellik kalmıştı geriye, bir de sen,
uysal bir gülücük gibi sürüdün onu peşinden.
Uysallık bol gözyaşı dökmeyi,
kendini vermeyi, gülen gözlerle
acıma dilenmeyi gerektirdi.
Ve alıp görürdün güzelliğini.
Yitip gitti bir altın zerresi gibi.
Aptal geçmiş dünya ile
yabanıl gelecek dünyadan,
bir güzellik kalmıştı geriye, küçük kardeşin
küçük göğüslerini, kolayca açılan küçük göbeğini
vurgulamaktan utanmayan.
Güzellik bunun için vardı,
senin dünyanın tatlı kızlarının ...
Miami'de, Londra'da yarışmalar kazanan
tacir kızlarının güzelliklerinin aynı.
Yitip gitti altın bir güvercin gibi.
Dünya öğretti sana güzelliğini,
ve güzelliğin artık güzellik olmaktan çıktı.
Ama sen çocuk olmayı sürdürüyordun,
geçmiş gibi aptal, gelecek gibi acımasız,
ve seninle İktidarın sahip çıktığı güzelliğin arasında,
yer aldı bugünün olanca aptallığı, acımasızlığı.
Gözyaşları arasında bir gülücük gibi sürüdün onu hep peşinden,
edilginliğinle arsız, uysallığınla ahlaksız.
Yitip gitti ak bir altın güvercin gibi.
Geçmiş dünyadan arta kalan,
gelecek dünyanın istediği, şimdiki dünyanın
sahip çıktığı güzelliğin ölümcül bir kötülük oldu.
Şimdi artık ahiler dönüp geriye bakıyorlar,
rezil oyunlarına bir an ara veriyorlar,
sağır dalgınlıklarından sıyrılıp
soruyorlar kendilerine: "Marilyn, küçük Marilyn,
yol mu gösterdi yoksa bize?"
Şimdi sen,
hiçbir değeri olmayan, gülümseyen çaresiz kız,
ilk sensin, dünyanın kapılarının ötesinde
ölüm yazgısına terk edilen.


Pier Paolo Pasolini
Çeviren: Rekin Teksoy

Bir Papa'ya

Sen ölmeden birkaç gün önce, ölüm
gözüne sen yaşta birini kestirdi,
yirmisinde sen öğrenciydin o işçi,
sen soylu varlıklı, o halktan biri:
ama aynı günler ikinizin de üstünden ısırdı
gençleştirmek için yaşlı Roma'yı.
Ölüsünü gördüm, Zucchetto garibin teki.
İçkili dolaşırken gece pazar yerinde
San Paolo'dan gelen tramvayın altında kalıp
çınarlar arasında, raylarda sürüklendi bir süre:
saatlerce tekerlerin altında bekledi:
çevrede üç beş meraklı toplandı sessizce
bakmak için: gelip geçen azdı, saat geçti.
Sen var olduğun için var olan insanlardan biri,
bıçkınlar gibi göğsü bağrı açık yaşlı bir emniyetçi
fazla yaklaşanlara bağırıyordu: ''Açılın!" diye.
Derken hastaneden cankurtaran geldi, ölüyü yüklendi,
insanlar dağıldı, giysi yırtıkları kaldı bir iki yerde,
ve az ötede, gececi kahvenin, onu iyi tanıyan
sahibi kadın, yeni gelen birine
Zucchetto tramvay altında kaldı, can verdi, dedi.
Birkaç gün sonra da sen tükendin: Zucchetto
senin kilisenin büyük insan sürüsündendi,
geceleri dolaşan, karnını kimbilir nasıl doyuran,
kimsesiz, yersiz yurtsuz içkici garibin biri.
Haberin yoktu halinden onun: haberin olmadığı gibi
binlerce binlerce mesihten onun gibi.
Zucchetto'ların sevgini niçin hak etmediklerini
kendi kendime sormam, acımasızlık belki.
Analarla çocuklar, bir başka çağın külleri,
çamurları içinde yaşıyorlar rezil yerlerde.
Senin ömrünü geçirdiğin yerin az Ötesinde,
San Pietro'nun güzelim kubbesinin berisinde
Gelsomino bunlardan biri...
Taş ocağının ikiye böldüğü tepenin eteğinde
bir dizi yeni yapıyla bir su birikintisinin orta yerinde
bir sürü izbe, ev değil domuz ini.
Bir işaretin, bir sözcüğün yeterdi
buradaki evlatlarının evlerde oturmaları için,
ne bir işaret verdin, ne bir sözcük söyledin.
Marx'ı bağışlaman istenmiyordu ki! Seni
ondan, onun dininden ayıran dev dalgalar vardı
binlerce yıllık yaşamdan yansıyan:
senin dininde yok mu acımanın yeri?
Papalık ederken sen, binlerce kişi,
ahırlarda bok içinde yüzdü gözlerinin önünde.
Bilirsin, kötülük etmek değil günah işlemek:
asıl günah, iyilik etmemek.
Ne iyilikler edebilirdin! Hiçbirini etmedin:
gelmiş geçmiş en büyük günahkar sensin.


Pier Paolo Pasolini
Çeviren: Rekin Teksoy

Zafer'den

...

Son kanlı grevlerin yankısıyla
gidiyor şimdi Togliatti,
ah, haklı çıkan peygamberler arasında
gidiyor yaşlanmış olarak.
Gizli silahlar düşlüyorum çamurda
oynayan çocuklar arasında
toprak belleyen yaşlı babalar arasında
gizli silahlar düşlüyorum iniltili çamurda.
Ve hüzün dökülüyor gömüt yazıtlarından
çatlıyor sıra sıra adlar çizelgesi
fırlıyor kapağı gömütlerin
ve o yıllarda kullanılan paltolarıyla
geniş pantolonlarıyla
ve çeteci saçlarında asker beresi
iniyorlar gencecik cesetler
dibinde pazar kurulan duvarlar boyunca
bostanlardan şu yamaçlara giden
yollardan aşağı
iniyorlar mezarlarından.
Aşktan da başka bir şey gözlerinde
gözlerinde gizli bir çığlık
kendi yazgılarından değişik bir yazgı için savaşan
insanların gizli çığlığı gözlerinde.
Artık gizli olmayan o gizleriyle
suskun
iniyorlar aşağı
ağarırken tan.
Bunca yakın oldukları halde ölüme
dünyada katedecek çok yolu olanların
mutlu adımlarıyla yürüyorlar.
Dağlarda oturur ama onlar
Po nehrinin çakıl dolu vahşi kıyılarında
ve sonunda buz gibi ovanın.
Ne işleri var aramızda?
iniyorlar ve kimse durdurmuyor onları
saklamıyorlar
ne acı ne de sevinçle sıktıkları silahlarını.
Mitranın o terbiyesiz parlayışı
ve o akbaba yürüyüşün utancından körleşmişçesine
kimse bakmıyor onlara
İniyor onlar
gün ışığında
o karanlık ödevlerine.
...

Bakalım, yüreği tutulup kim söyleyecek onlara
bittiğini


Pier Paolo Pasolini
Çeviren: Bedrettin Cömert

1 Eylül 2017 Cuma

Gül Biçimli Yeni Şiir

Bana gelince
bıraktım ücreti ödenmemiş
asker, istenmeyen gönüllü yerimi:
sinemayı, yolculukları, utancı, biliyordum, düşümden
biliyordum zaten, ama uyanınca kenarda buldum
kendimi, başka oyuncular girmişti, ne ki gönüllü değil,
ve çekip gidince kırlangıçlar, yığıştı sahneye şimdi onlar,
kovulmuş havva, gülüşünde yakınıyor yeni havvalar'ın. ne önemi
var ki bunun? bir gerçeği anlamaktır gerçek acı. benim bu
63'te yeniden 43'te olduğum gibi oluşum, gözü yaşlı
çocuk, istekli çırak, dökülen saçlarıyla, ağaran
saçlarıyla, dünyanın beni, kendine yabancı
cismi, kendiliğinden dışa atması, yeni kapitalizmin
tarihsel yöntemleriyle gerçekleşti,
her insanın bir çağı var yaşamda
ve soyulur kendi sorunlarıyla,
on yıl tek bir yılmışçasına doğan
yeni İtalya'yı bilmeye yetkili
değilim, ta 64'te İtalya, bense
benim gibi tüm marksistler
gibi 54'te, uzlaşmışız tutkularında
eski dönemlerin.


Pier Paolo Pasolini
Çeviren: Bedrettin Cömert

İtalya


1942

Oysa ne kadar severmişim seni,
işte karşında selama dururum,
ey İtalya, ey gerekli hapishane!

Ne kederli yolların içindir,
ne insan yüzleri gibi kırışık kentlerin için
ne kiliselerinin çilesi içindir,
ırak kitaplarının sesi için ne de.

Kafalara çekiç gibi vuran sözlerin içindir,
açlarla, yoksullarla örülü sözlerin için
belki senin bağrında bir yabancı gibi saran
işte şu acılar için.

Gelecek günleri canla başla bekleyen
güvenilir insanlara seslenen dilim için
kaskatı acılarla yoldaş
özgür insanlara seslenen dilim için.

Senin o eski, boş adın için
artık ölmek bile yetmez.


Franco Fortini
Çeviren: A. Kadir - A. Tanış

Suç Ortaklığı

Biz geçmişi unutursak,
Ruhr işçisi hem kendi kendini yer bitirir,
hem de ortak patronlarımızın
onun koluna kazıdıkları
bütün damgaları siler.

Biz birçok haklardan vazgeçersek,
bir Asturia maden işçisi de
pembe ve kurşuni ipek parçasıyla avunur durur
ve Cezayirli bir kadın
korkak ve mutlu görür kendini.

Biz baş eğmekte devam edersek,
kederli çocuklar da yaşamakta devam eder,
doğduğuna kimbilir ne kadar pişman olacağını
henüz bilmeyen.



Franco Fortini
Çeviren: A. Kadir - A. Tanış