Şiir, Sadece

10 Ekim 2017 Salı

Beşparmak Dağı'nda Endymion

Uyuyordum doruğunda dağın. Ve güzeldi
yılların yıprattığı yıktığı gövdem.
Yukarda, elen ormanında, yavaşlatıyordu
Kentaur dörtnal koşusunu
gözetlemek için uykumu. Hoşlanıyordum
düş görmek için uyumaktan ve o öteki,
bellekten kurtulan arındırıcı düşe kavuşmak için
yeryüzünü yaşamanın yükünden bizi
kurtaran düşe kavuşmak için uyumaktan.
Tanrıça Diane, o aynı zamanda ay olan,
görüyordu uyuduğumu dağın üzerinde.
İndi, yavaşça, kollarıma
Altın ve aşk, yanan gecede!
Sıkıyordum ölümlü gözkapaklarımı.
Görmek istemiyordum, balçık dudaklarımın
kutsallığına saygısız davrandığı yüzü.
içime çektim ayın kokusunu
ve adımı ünledi ölümsüz sesi.
Kavuşan arık yanaklar!
Aşkın ve gecenin ırmakları!
İnsan buseleri ve gerilimi yayın!
Bilmiyorum ne kadar sürdü mutluluğum.
öyle şeyler vardır ki ne salkım
ölçebelir ne çiçek ne de narin kar.
Herkes kaçtı benden. Korkutuyordu herkesi
ayın gönül verip sevdiği erkek.
Yıllar geçti. Çılgına çeviriyor beni,
bir korku, uyandığım zaman. Düşünüyorum,
gerçek miydi, bir düş müydü yoksa
dağın doruğunda yaşadığım o altın çalkandı.
Boş yere tekrarlıyorum kendi kendime
geçmişin anısı ve düş, tek ve aynı şeydir diye.
Yalnızlığım dolaşıyor yavan yollarında
yeryüzünün; ama ben, arıyorum,
hep arıyorum, eski! gecesinde tanrıların,
o duygusuz ayı, kızını Zeus'un.


Jorge Luis Borges
Çeviren: Özdemir İnce

Küçük Adam

Küçük adam, küçük adam,
bırak uçmak isteyen kanaryayı...
O kanarya benim, minik adam,
bırak da uçayım.

Senin kafesindeydim, minik adam,
beni kafese koyan küçük adam.
"Minik" dedim, beni anlamadın
ve anlamayacaksın.

Ben de anlamam seni: bekleme,
kurtulmak istiyorum, kafesimi aç;
Seni sevdim, küçük adam, yarım saatçik;
O da geçip gitti.


Alfonsina Storni
Çeviren: Muzaffer Uyguner

9 Ekim 2017 Pazartesi

Kareler

Sıra sıra evler, sıra sıra evler,
sıra sıra evler.
Kareler, kareler, kareler.
Sıra sıra evler.
İnsanların da ruhu karedir,
fikirleri sıralı
ve bir acı vardır sırtlarında.
Ben de gözyaşları döktüm
Tanrım, kare kare.


Alfonsina Storni
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Kız Habur

Hey Habur, Habur; hey Habur, Habur ...
Çok uzun, çok derinsin, dileğim gibi.
Nedir bu çaban: Gürültü hep şorultu
Aklına gelmez mi hiç dinlenme-uyku?
İnilersin hep; bağrış, haykırışla
Ama kimsecikler bilmez senin isteğini
Yatağın dar, genişlesin diye
Dalgalar atıp, atılırsın öne: bağırış-feryatla
Benim gibi özgürlüğe susamışsın sen de
Yırttın zorla bu toprağın sinesini
Bilmem niçin yücelmezsin yine de
Bunca heybetine rağmen
Düşersin bağrına aşksız denizin.
Keşke senin gibi olaydım, dertsiz, yarasız
Esenlikle yaşıyorsun sen, beyinsiz yüreksiz
Kürt olsaydın eğer benim gibi
Görürdün bu gücün dert ve yaralara dönüştüğünü.


Cigerhun
Derleyen: Gani Bozarslan

Gül Satıcısı

Bir gül satıcısı gördüm uyandığımda
Çok sevindim, gülü kalbe değişeceğine
Gülü kalbe değişeceğine

Bir kalbimiz vardı, hastalık ve yara dolu
İnanamadım önce, gülü kalbe değişeceğine
Gülü kalbe değişeceğine

Pazarlık ettik, "Takas etmem" dedi;
"Güle tapan canını da verir üstüne
Canım da verir üstüne"

Sordum: "Can ve kalbini kim değişir bu güle!"
"Pazarlık" bu dedi, "Yaralı ya kalbin
Yaralı ya kalbin"

Canımı da kalbimi de verdim, kalp seslendi:
"Hey Cigerhun bir güle değişti kalbini
Bir güle değişti kalbini"


Cigerhun
Derleyen: Gani Bozarslan

Bilgelik Defteri

Bilgelik ve yetenek defteri rafa kaldırılmıştır bu zamanda
Cahil bilge olmuştur bir iki pulu varsa
Ey Adab! Varsın sanata değer vermesin bu çağ
Senin malın gün gelir alıcı bulur nasıl olsa


Adab Nisbad Ad-Divan
Çeviren: Ataol Behramoğlu

7 Ekim 2017 Cumartesi

Şeyhler

Şeyhler yatsı namazında uyuklamazlar tabii
Sizin gibi sabahın köründe kalkmıyorlar ki


Şeyh Rıza Telebani
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Müftünün Evi

Herkes bilir müftünün evi ne yandadır Kadı'nın evi ne yanda

Yoksulun biriyim ben, ne yanda olduğum kimin umurunda


Şeyh Rıza Telebani
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Genç Adam Zahide Başvurdu

Bütün gönlüyle katılmak için tarikata
Genç adam bir gün Zahid'e başvurdu
Zahid dedi ki: "Delikanlı, iyi hoş ama
Ben inancımı bir pula satalı bir yıl oldu!"


Şeyh Rıza Telebani
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Yüzlerce Şeyh

Yüzlerce şeyh, molla, emir ve han
Zıkkımlanmak için zevk ve saltanattan
İliklerine kadar sömürdüler halkı.
Şair! Hiçbiri seni örnek almadı
Hiçbiri acı duymadı halkın acılarından


Hacı Kadir Koyi
Çeviren: Ataol Behramoğlu

6 Ekim 2017 Cuma

Bir Sesin Öyküsü

Uzun süredir, Seul'un orta yerinde
Seslerin en garibini duymakta insanlar.
Kimileri çınar yaprakları gibi titreyip
Soğuk terler döküyor bu sesi duyduklarında ...
Garip bir iş bu; daha da garibi,
paralı herifler bunlar, hani o gerçek
para-babalarından.
Güm.
- İşte, o ses.
Güm.
Gözyaşartıcı bir bomba mı atılan?
Yok.
Güm.
Savaş mı başladı? Atom bombası mı
gene patlayan? Hirohito'nun osuruğu mu? Nixon'un aksırığı mı?
Yok.
Güm.

Tören kıtası kodamanları mı selamlıyor atışlarla
T'ien-An-Men Meydanında?
Değil mi? Ne öyleyse?
Güm.
İşte gene, duydunuz mu?
Güm.
Bilen var mı içinizde, nereden doğduğunu bu Güm sesinin?
Gümgüm, Güm.
Kulak verin ey insanlar, dinlemeye hazırlanın
bir sesin öyküsünü.

Rusya'da değil, Çin'de, Japonya'da,
Amerika'da da değil, burda, Kore'de,
Seul'un doğu kesiminde,
tozun dumana karıştığı Ç'ongiangni'de,
ötesinde kömür karası suların aktığı
o Çongnang Deresi'nin.
İki kıyısı boyunca sıkış tepiş,
her yanına kayık evler tünemiş, öbek öbek,
takırdayarak, sallanarak bir o yana, bir bu yana
yanlarından eserek geçen en hafif rüzgarda.
Arkalarda bir yerde, en karanlık köşesinde
en yıkık dökük kayık evin
Ando oturuyordu, köyden inip gelmişti buraya
yenmek için kör talihini

Eşek gibi çalışıyordu Ando,
Ama bir farecik gibi ürkekti, temizdi
bir kuzu gibi - kimseye zararı olmayan
dürüst yaşamak için yasalara gerek duymayan insanlardan
Ama feleğin garip bir cilvesi,
önceki yaşamdan artakalan o iğrenç miras
kurutuveriyordu
neye atsa elini.

Dan, Dan, Dan.
"Yok, yapamazsınız!"
Çatçut.
"Şeyim gitti! Yapmayın!"
Çatçut, çatçut.
"Taşaklarını gitti! Durun! Yapamazsınız! Yapmayın!"
Çatııır, Çutur.
"Boynum, boynum! Nerde ... ?"
Katır-Kutur!
"Ah olamaz! Bacaklarım da gitti bir vuruşta!"
Sonra kollar bağlandı arkadan;
deriden bir ceket;
bağırmayı engelleyen araç iyice tıkıldı içeri...

İşte böylece, acımasızca attılar zavallı Ando'yu yosunlu,
karanlık ve havasız hücreye.

Şangır-Şungur! Kilitlerin sesi yankılandı
yankılandı durdu hapishanenin dehlizlerinde ...

Yok!
Olamaz bu! Olamaz!
Nasıl olabilir?
Nasıl?

Aç bilaç, paçavralar içinde, ölesiye çalıştım;
İtilip kakıldım, bir tek laf etmedim.
Dinlenecek, uyuyacak, şöyle uzanacak zaman bulamadım.
Öyleyse neden oldu bütün bunlar?
Nasıl korkunç bir suç
işledim de yedim bu dayanılmaz cezayı?

Ey yükseklerden uçan kazlar!
Siz bilirsiniz benim içimi.
Söyleyin hadi bana: akdarı saplarının
gölgelerinin uzadığı yerde
yakıcı günışığında
yeni yapılan yolun orda,
hala duruyor mu anam öyle,
yolumu gözleyerek?
İçin için ağlayarak,
süresini çoktan doldurmuş
giysileri içinde, bakışları
uzanıyor mu zaman zaman
Seul'e doğru?

Sevgili anacığım, döneceğim yurduma;
döneceğim, ölsem bile.
Cesedimi lime lime ayırsalar
bin parçaya, on bin parçaya
gene döneceğim.
Bu duvarın içinden,
öbürünün üstünden,
gerekirse bir ruh gibi
geçeceğim, aşacağım
bu kırmızı tuğla duvarları.

Döneceğim, anacığım;
ölsem bile, döneceğim, inan.

Ando ağlayarak söylemek isterdi bu türküyü,
ama ne gözyaşları kalmıştı artık ne de sesi.
Gözyaşı dökmeden, sessizce, içinden
yüreğinden söyledi her gece, kıpkırmızı, kan rengi türküsünü
Hayır! Hayır! HAYIR!
At kendini, öyleyse,
yuvarlan yerde, hadi,
vurarak bedenini
Güm.
duvarlara attı kendini:
Güm,
Gene, sonra gene bir daha
Güm, Güm.

Uykuları kaçıyordu kimilerinin duyunca
yükselen bu sesi,
paralı insanlardı bunlar, hani geçip giderken
rüzgarlarıyla insanı sarsan. Kesin buyruk gönderdiler
idam edilmesi için adamın, ama gene
Güm
Garip bir iş bu, nasıl da deliye çeviriyor bu ses
kimi insanları.

Güm Güm:
Güm.
Şimdi bile duyabilirsiniz bu sesi, hiç durmadan,
gece gündüz.
Kimileri var, bir hayaletin işidir diyor buna;
Kimileri de size Ando yapıyor diyecektir, bir yerlerde
hala yaşamakta olan;
ve hiç durmadan kendini duvarlara çarpan.

Gizlice yayıyor insanlar söylentiyi, kulaktan kulağa,
Gözlerinde garip ışıklar çakmaklanarak.


Kim Çi Ha
Çeviren: Yurdanur Salman

Güz

Kaynayan kanını gördük gençliğin
Nisan ayının uyanışında.
İşte geldi güz ve şiirim
Duino'nun eski manastırlarında
Rilke'nin duyduğu acılar için
Saçıyor kadınsal gururu.
Ürün yok, tatlılık yok,
keseceğim doygunluğu
Fakat kurşunun karanlığı
Nisan' da kaynatıyor gençliğin kanını
karanlığın sessizliğidir
Güz gelince ortalığı saran.


Kim Chun-Su
Çeviren: Muzaffer Uyguner

İncir Ağacı ve Şiir

Solgun bir kış göğü
Kapkara bir derinlikle
Maviliğin genişliği arasında
Belirsiz bir renk içinde
çırılçıplak incir ağacı
Yapraksız ve meyvesiz.
Hangi şiir yalan ya da uzak
Ağacın kış çıplaklığına?
Düşüyor yapraklar ve meyveler
Zamanı gelince.
Hangi şiir yakın ya da uzak
Ağacın kış çıplaklığına?


Kim Chun-Su
Çeviren: Muzaffer Uyguner

5 Ekim 2017 Perşembe

Çiçek

Adını söylemeden önce
Bir hiçti o
Özlemdi yalnızca.

Adını söyleyince
Geldi bana
Çiçeğim oldu.

Ne zaman söylesem adını,
Tatlı bir ses duyarım
Adımı fısıldayan.

Bu renk, bu koku,
Ona yaklaşınca
Bir çiçek olur ses.

Bir şey olmayı özleriz hep -
Bir anlam olmayı sözgelişi,
Ben de sen olmayı


Kim Chun-Su
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Eski Posta Kartı

Bütün gün yağmur yağdı.
Gemilerin gidip geldiği liman sessiz
Bir Güney treni hızla gidiyor.
Üçüncü mevkiin dar penceresinden
Akıyor yağmur suları;
Akvaryumda yüzen kağıt bir gemi gibi
Filizlenmiş arpa tarlaları görünüyor;
Kavaklar görünüyor; eski dağ silsileleri görünüyor.

Konuşulduğu halde uyku hali var içerde,
Ben de
Orta Asya kıyılarını düşünerek
Yumuyorum uykulu gözlerimi


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Çiçek Açmış Manolya

Felsefeye giriş sanma bunu.
Gelinlik tülünü açan bir manolyadır bu.

Hüzünlüydü geçip giden güney yeli
Ve bilinmez bir anı gibi uçup gitti.

Ullam, Beatrice'den daha güzeldi
Ak giysiler giydiğinde, manolya açtığında.

Büyüleyici çelengiyle
Gelmeyen Nisan'ı bekleyip durdu.

Geçip gitti o güzellikler
Yapayalnız kaldı şimdi


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

4 Ekim 2017 Çarşamba

Granada'da Cinayet

I.

Namlular arasında yürüyordu gördüm,
O uzun caddenin tam ortasında
İlerde, bir ıssız tarla beliriyordu,
Erkenci yıldızlarla, gündoğumlarının beklediği
Sonra silah sesleri ve Lorca öldürülüyordu,
Gün doğuyordu, son nefesini verdiği an
İdam mangasının buz kesilmiş yüzünde
Bir korku vardı ki; çağların tanımladığı
Kapatıp gözlerini sözde duaya durdular,
Lorca'nın cesedinde ölümsüzlük başlıyordu,
Kana bulanmıştı alnı, elleri, gövdesi
Ah, Granada'da cinayet işleniyordu,
Granada'da, onun bir şair gibi sevdiği
Lorca, Granada'da can veriyordu.


II.

Gördüm, o caddede, ölümle birlikte yürüyordu,
Yüzünde izi bile yoktu o tanımsız korkunun
Güneş neredeyse parlıyordu, çekiç sesleri başlıyordu doklarda,
Demir ocaklarında, madenlerde
Garcia Lorca, birden, ölüme sesleniyordu,
Ölüm Lorca'yı dinliyordu:
"Dostum, senin sesindi, o ölümcül palmiyelerden kopan
Mısralarında yankılanan daha dün,
Senin soğuğundu, şarkılarımı donduran
O elindeki araktı benim alınyazım
Dinle, tenimin şarkısını, sende olmayan
Şu gözlere bak, sende olmayan
Bak sende olmayan, şu dağınık saçlara
Hep eskisi gibi gene, sensin gene ölüm,
Seninle yapayalnız başlamak sonsuza,
Okşarken rüzgarıyla son defa Granada."


III.

Gördüm işte, şurada yürüyordu
Kardeşlerim, dostlarım, yiğitlerimle
Bir şair için şu anıt yüceliyor
Elhamra'da, taşların, düşlerle yoğrulduğu
Suların ağladığı, bir çeşmenin üzerinde,
Bir ses derinden, "Cinayet" diyordu,
"Granada" diyordu, "Granada" diyordu.


Antonio Machado
Çeviren: Engin Aşkın

Aşkım Mı?

Aşkım mı?.. Söyle bana anımsar mısın
bu yumuşak kamışları,
bükülgen ve sarı,
derenin kurumuş yatağındaki?

Anımsar mısın gelinciği
kırların üzerinde kara bir tül gibi
yazın kavurup bıraktığı
solgun gelinciği?

Anımsar mısın donmuş güneşi,
alçak gönüllü, sabahleyin,
ışıldayan ve titreyen güneşi
buz tutmuş bir çeşmenin üzerinde?


Antonio Machado
Çeviren: Eray Canberk

Gözlerinde

Gözlerinde bir giz yanıyor, el değmemiş
kızıl yonca, can yoldaşım benim

Nefret ya da aşk -bilir miyim bunu?- kara sadağının
bitmez tükenmez ışığında

Bedenim gölgeye serilene ve sandalların kuma gömülene kadar
sen benim yanımda olacaksın.

-Susuzluk mu yoksa yolumun üstündeki su musun sen?
Söyle bana el değmemiş kızıl yonca, can yoldaşım benim.


Antonio Machado
Çeviren: Eray Canberk

3 Ekim 2017 Salı

Kıyı

Deniz
Azgın deniz
Kıyıya vurup duran su; gelip giden su!

Sonra
Yine Özler
Yine gelip gider!

Aşınmış kıyıda bir yalnız fener
Yanıp söner
Hiç kimse de yok denizde!

Deniz
Azgın deniz
Kıyıya vurup duran su; gelip giden su!


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Sarmal Kabuk

Kıyıda
Bir sarmal kabuk
Tek başına

Boş umutla
Öyle yapayalnız büyümüş
Sarmal kabuk gizlice
Özlemiş derinlikleri

Güneş ve ay batmış çoktan
Kabuğun düşleri
Yok olmuş deniz sularında
Büyük denizin kıyısında
Günler boyunca
Sarmal kabuk
Tek başına


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Anı

Unutmak istiyorum
Deniz kıyısında yürüdüğümüz günleri

Bir gün
İki gün
Üç gün

Yaz gelir
Güz gelir
Her şeyi denizden toplayıp kış gelir

Unutmak istiyorum
Deniz kıyısında yürüdüğümüz günleri

Bir gün
İki gün
Üç gün.


Cho Pyong - Hwa
Çeviren: Muzaffer Uyguner

2 Ekim 2017 Pazartesi

Dostlara Özlem

Oy kardeşim benim
İşitir misiniz işitir misiniz
Söylediğim şarkıyı öylece hafif ten
Saygılı bükülmüşlüğümce diz çökmüşlüğümce
Yıkık duvarlar altında oturup

Hey benim kardeşlerim
Duyar mısınız kokusunu duyar mısınız
Kokulu dallara yönelmiş baharların
Titrek parmaklarımca yanmışlığını
Duyar mısınız
Bin parça buhurdanlarda.

Oy benim kardeşlerim
Görür müsünüz görür müsünüz
Durup beklediğimi
Kentlerin ötesinde ağlamaklı
Bu deli özlem büyür de büyür
Küçücük bir yer için
Yüreciğinizde.


Lee Kwang - Su
Çeviren: Coşkun Zengin