Şiir, Sadece

23 Ağustos 2016 Salı

Şiir Üstüne Notlar

genç bir ozana


1.

imge avlama
gelirse kapıyı aç

düşüncenin içsel sesidir imge.


2.

ses
sesteki tını
bak işte o, çok önemli:
a’dan sonra u, u’dan sonra a.


3.

uyum
iniş çıkışı sesin
uyumu yineleme
başka grafikler.


4.

gerçekse dize düzenler solunumu.


5.

çok konuşma
suskunluğa yakın dur.


6.

şiir yazarken
eski ozanları düşün
eski, belki de
çok eski.


7.

bir ilkçağ ozanı şiirini okusun istemez misin.


8.

göğe benzemeyi dene
gök gibi doğal
gök gibi şaşırtıcı


9.

ne duygu üret
ne çağrışım
o okurun işi.


10.

dengeli ol,
öyle ki, cambaz sakar kalsın yanında.


11.

kıvılcım külün altında
külünü karıştırmayı unutma.


12.

çağına uy,
zaman dışıymışsın gibi davran
bunda çelişki yok.


13.

bir avucun matematik,
bir avucun büyü,
bunda da çelişki yok.
sonra düşün, olsa ne çıkar:
çelişkidir şiir.


14.

matematiğin rastlantısı da diyebilirsin ona.


15.

geceyle gündüze denk
karşıtlığında
bütünü tümleyen.


16.

demosthenes gibi yap
ağzında çakıl taşı denize karşı konuşurdu o
senin de dizeler olsun ağzında
onlarla otur kalk
onlarla uyu
onlarla uyan.


17.

sözcük,
sözcükten şaşma.


18.

insanlığın yükünü taşımıyorsan,
kendinden söz etme.


19.

şiir, tarihinden bu yana pek değişmedi
insan yüzleri gibi tıpkı
o denli benzer
o denli başka.


20.

çaban özgünlüğe yönelik olmasın
sıradan konuş
unutma ki özgünlük mayanda ya var ya da yok
çabayla ulaşılmak istenen özgünlük
ozanı daha bir iter sıradanlığa


21.

küçük bir sesteki çığlık
benzemez hiçbir çığlığa.


22.

masanın anlamı yok,
kuşun anlamı yok,
pramidin anlamı yok.


23.

unutulmayı iste
yeniden anımsanırsan
sonsuz yaşam ondan sonra.


24.

daha da var, bunlar ilk usuma düşenler.


Sabahattin Kudret Aksal
Buluşma

Giderken

Otobüsümüz dağdan indi
Düze kavuştuk

Hendek
Ve ayçiçekleri

Bir ev de
Suya eğik

Dizinin dibinde uyumuş söğüt
Öğlenin

Köpek
Sıcağı yavruluyor

Sarı
İçimizin sarısı.


Sabahattin Kudret Aksal
Buluşma

Tomurcuk

Vazgeçmededir aşkın güzelliği
Boy atarken alabildiğine gür
Düzlerde ırmaklar örneği yürür
Yeşerirken ak bademin çiçeği

Güzelliği vazgeçmededir aşkın
Dur kapısında bu masal ülkenin
Suyun ışığı kokusu yeşilin
Bırak bir deli tomurcukta kalsın

Aşkın güzelliği vazgeçmededir
Bilmediğin suların yaman dibi
Başında ilk yazın ağaçlar gibi
Bir gün daha beter büyür güçlenir.


Sabahattin Kudret Aksal
Duru Gök

22 Ağustos 2016 Pazartesi

Bugün Ayın Biri

Seni bütün kalbimle öpebilirim sevgilim
Değil mi ki koynumda sıcaklığı var
Değil mi ki istediklerini alabileceğim
Mahzun eliboş dönmiyeceğim eve
Sesim titremiyecek bitene kadar

Sen fakir memurun
Zengin gönüllü karısı
Sen sabretmesini bilen sevgilim
Sen canımın canı gözbebeğim
Giyin artık bütün çarşılar bizim.

Bak insanlar bak insanlar akın akın
Her şeye rağmen memnunluk gözlerinde
Seviyorlar
Seviyoruz hayatı
Aldırma bugünler de geçer sevgilim
Başlar elbette bolluk saltanatı

Hiç düşünme sinemaya da gidebiliriz
Ayda bir olsun hakkımız değil mi
istersen çay içebiliriz üzende
Pasta da yiyebiliriz sevgilim
Bugün bayram günümüz değil mi

Etimiz salatamız olacak sofrada
Dudağında gülüşlerin en güzeli
Bir bardak şarabı hakettim değil mi
Mezesiz de içebilirim sevgilim
Sen karşımda olduktan sonra
Sen mezelerin sen kadınların en güzeli


Halim Yağcıoğlu
Anzelha

Muzaffer Tayyib Uslu

Zonguldağın mahzun bir tepesinde
Mesut alabildiğine yaşıyan
Sen Muzaffer Tayyib Uslu içli şair
Sen ılık ılık parıldayan
Hatıralar içinde

Nasıl da geçivermiş seneler üstünden
Daha dün gibi Balkaya akşamları
Ah hoyrat seneler vefasız seneler
Bıktım çilenizden eleman
Ömrün zehir gibi rüzgarları

Dudaklarımdan düşürdüğüm gün yoktur.
Sanki ben yazmışım o mısraları
Her şeye dokunmuşsun her şeye
Aşka hayata dostluğa dair
Ve hayal ettiğim hürriyete

Sen bahtsız neslimizin şairi
Sen kesik kesik öksürerekten
Sen kömür tozları özlemler içinde
Eğilmeden kırılmadan ürkmeden
Altın gibi şiirler veren


Halim Yağcıoğlu
Anzelha

Bir Gül

Odamın penceresi
bir bahçeye bakar
bahçe çırılçıplak
kurumuş ağaçlar
bir kız bilirim
hep ayni günde
ayni saatte
aydınlık iplere
çamaşır asar

Odamın penceresi
bir bahçeye bakar
bahçe bütün bahçeler gibi ıssız
tarumar olmuş çiçekler perişan
sadece bir gül var
kızın gözlerinde
şimşek şimşek açan


Halim Yağcıoğlu
Anzelha

20 Ağustos 2016 Cumartesi

İstanbul

"Sis" şairine ithaf edilmiştir.


Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul

Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok

Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen
Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir

Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellatlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez

Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı

Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanıtını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın


Vedat Türkali
Akşehir, Eylül 1944


* Sis - Tevfik Fikret

Türkülerin İki Gözü İki Çeşme

Göz değil uçurum
Duvar dibinde
Gecede yalnızlıkda gurbet şehrinde

Bir çift kınalı el
Dağların gecelerin ötesinde
Boynu bükük yaşmaklı bir hayal
Bir korku bir şüphe akar suyun sesinde

Türkülerin iki gözü iki çeşme
Yollar almış götürmüş
Götürmüş de gurbetlerde yitirmiş

Al işlik ak topuk mavi şalvar
Hasret upuzun
Gözyaşlarında erir yıldızlar
Ku1akları çın çın öter bir kızın
Dağlar dost değil
Gelmiş sokulmuş araya
Teselli
Teselli merhem olmaz yaraya


Suat Taşer

Umut

Yaşamak ummaktır.
Yeşil yapraklar umar
şu beli bükülmüş ağaç,
yelkenler rüzgar umar
bir kız tanırım, sarışın
sevgilisini esmer umar.

Aç karnına istiklal umar
Bombay'lı amale, Cava'lı topraksız,
Hamburg'lu ana ekmek umar,
Paris'li çocuk intikam
ben sulh umarım
Ramazan oğlu Recep
kışlanın duvarına vermiş sırtını
memleketten mektup umar
ve her talim dönüşünde,
her nöbete çıkışında tezkere umar.

Ummaktır yaşamak.
Çık bu saatte evinden
kilitle odanın ve kalbinin kapılarını,
keder seni evde bulmasın,
pişmanlık geri dönsün kapından.
Vehimlerini azat et;
soyun hatıralarından,
tazelensin adımlarındaki kuvvet
doğacak günü yolda karşıla:
yeni umutlarla başlar yeni gün;
tahammül umuttan doğar.
Zaman bizim dostumuzdur, unutma
en az hürriyet kadar.

Ummaktır yaşamak.
İbret al, ders al geceden
çevir başını gökyüzüne
yıldızlara bak.
Güneşli sabahların umududur yıldızlar.

Bir vedalık hükmü var hayatın,
ölümün vakti saati sorulmaz.
Serçe kuşu gibidir umut,
dal yorulur, serçe yorulmaz.


Suat Taşer
1946

Çocuklar

Dostlarım, bu türkü çocuklar içindir, gök mavisi,
Ben en güzel günleri onlarda görüyorum,
Onlarla, gelecek kardeş dünyaya selam gönderiyorum,
Onlarla gelecek bahar günlerimizin en sevgilisi.

Güneşli bahçeleridir onlar büyüyen ağaçların,
Şimdi gölgelerinde rüya ve oyun dinlenir,
Yarın, ah o dallarda ne şarkılar çiçeklenir,
Bütün insanlık dinlenir o gölgelerde belki yarın.

Bir küçük Kemal tanıdım bir sığırtmacın oğlu,
Sincap gözleriyle geniş tabiatı inceleyen,
Şimdiden otları, çiçekleri, ağaçları, hayvanları bilen,
Ve içi bozkırların sessiz yıldızlarıyla dolu.

Bir küçük bebek tanıdım elinde elma,
Bildiği tek türkü ağlamaktı, ağlamak,
Sen gül bebek, sen gül, gözyaşını analara bırak,
Sen ne biliyorsun daha, derdim, bebek sen ağlama.

Ah, ben güzel kırmızı elmaları severim.
Tazedir, özlüdür kalpleri, çocuklara benzer,
Bazen, gönül bu elmalardan yemek ister,
Ben de çocukluğumdan bir parça kesip yerim.

Ve onlar, ne yerler, ne içerler ne yaparlar bilinmez,
Köylerde, kenar mahallelerde, şehirlerde yaşarlar,
Kuş vururlar, kavga ederler ceviz taşlarlar,
Kiminin evinde ağlanmaz, kiminin evinde gülünmez.

Bir gün düşünceleri içinde Ahmedi seyrettim,
Geçip giden bir trene arzuyla bakıyordu,
Belli ki, sonsuz yolculukların köprüsünü saklıyordu,
Kalbinde gezginci şairlerin aşkını keşfettim.

Ve onlar, tarla kıyılarında büyüyorlar, ahlatlara eş,
Koca dalaklarında batak göllerin hatırası,
Ah, içlerinde vurulmuş bir yaban ördeğinin yarası,
Büyüyorlar, büyüyorlar yeşil ekinlerle kardeş.

Ah, Bengidir kızkardeşlerin en güzeli,
Dokuz yaşında Dante'nin Beatriçe'si,
Menekşe gözleriyle bütün şiirlerin bahçesi
Gelecek aşkların şafağı, açılmamış sabah gülü.

Bir de Ayşecik vardır, küçücük dokuz aylık,
Kesici dişleri yeni çıkmış, bilecek, bilecek o da,
Bu dişlere değmeli bütün nimetler dünyada,
Ve diyecek öpülünce dudaklarından; Ah, güzel an dur artık!

Güzel an durmaz, Ayşecik, ah zaman eskir,
Biz büyürüz, çocukluk elbiselerimiz küçülür,
Bol bol harcadığımız güneş bile ölçülüdür,
Günü gelir dağların ardına çekilir.

Sizlere ne söylesem, bilmem ki çocuklar,
Ah, yaşamanın güzel ve sonsuz olması,
Bulunur belki bir gün Keloğlanın "Sihirli elma"sı,
Belki dağların ardında bir bahçe, onu saklar.

Böyle sihirli bir elmadır çocukluğumuz,
Zaman kandırır bizi, bir oyunda alıp onu atar,
Siz kanmayın aman, çocuklar, küçük dostlar,
Birleşmesin o dağa doğru yolculuğumuz.


Ceyhun Atuf Kansun
Yanık Hava, 1948

19 Ağustos 2016 Cuma

Kızamuk Ağıdı

Ben, gamlı, donuk kış güneşi,
Çıplak dallarda, sessiz dinleniyordum.
Köyleri, yolları, dağı taşı
Isıtıyor, avutuyordum.

Bir köy gördüm tâ uzaktan,
Dağlar ardında kalmış, bilmezsiniz,
Kar örtmüş, göremezsiniz karanlıktan,
Yalnızlıkta üşür üşür de çaresiz,

Ben gördüm bu köyü, damlarının altında,
Çocukları kızamuk döküyor,
Gözleri, göğüsleri, yüzleri, ah bırakılmış tarla,
Gelincikler arasından öyle masum bakıyor.

Habersiz hepsi, kızamuktan ve ölümden,
Kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz,
Ve, düşmüş bir gül oluyorlar birden,
Bebekler ölüyor, ölümden habersiz.

Ali'lerin kızı Emine'yi gördüm,
Öldü... Yusufların Kadir öldü, emmisinin Durdu öldü,
İkindiye doğru, evlerine vardım,
Gördüm, Döne öldü, Ali öldü, Dudu öldü.

Bir bir saydım, yirmi üç çocuk,
Ah, güllü Gülizar öldü,
Gördü kış güneşi, gamlı ve donuk,
Daldı oğlanlar, çiçekti kızlar, öldü.

Gamlı türkümle tepeden aşağı bıraktım,
Bıraktım kendimi düşesiye, ölesiye,
Bu acıdan sonra nasıl doğacaktım,
Nasıl dönecektim aynı köye?

İniyor ve karaltında örtüyordum,
Bu çocukları, bu habersiz çocukları,
Görmediniz, anlatamam, ürperiyorum.
Bir şey demek için açılmıştı dudakları.

Ah, ben bir gün tepelerden, tepelerden
Varıp önünüze, önünüze dikilip duracağım,
Aydınlardan, hekimlerden, öğretmenlerden,
Bir gün soracağım, bu çocukları soracağım.

O çaresiz, o yalnız, o karanlık günde,
Siz neredeydiniz diyeceğim, neredeydiniz?
Ben perişan, utanmış...bu köyün üstünde,
Kahrolurken, siz beyciğim neredeydiniz?

Ben, bir günde yirmi üç küçük ölünün,
Gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamuktan,
Ya siz ne gördünüz, söyleyin, söyleyin,
Bir şey söyleyin, bir şey söyleyin uzaktan.

Ah, ben gamlı kış güneşi, aydınlığın
Bütün suçlarını kalbimde taşırım,
Görerek ah, görerek, bilerek bir yığın
Karanlık gündüzün üstünde yaşarım.

Her mevsim dolanıp geldiğinde bu köye
Gücük ayda, kar örtülü bu ovada,
Utancımdan, hıncımdan yaş dökerek böyle,
Gamlı ve perişan asılı duracağım havada.

İkindiye doğru bırakıp kendimi
Bu küçük mezarların üstüne.
Bilmeyeceksiniz, perişan, çaresiz halimi,
Gül diyeceğim, gül dereceğim gül üstüne.
Yol kıyısında yirmi üç çocuğun mezarı,
Ah diyeceğim, ah dökeceğim yol üstüne


Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava

Zile'ye Düştü Yolum

Cahit Külebi'ye


Bir gün Zile'ye düştü yolum,
Orta çağı yaşar gibi oldum,
Çarşısıyla, kalesiyle loncasıyla
Gizli bahçesinde hala Aslım kancasıyla
Hala bir Ferhad ü Şirin hikayesi ...
Ah, hala yolları ırak kasabalar
Hala yollarda arabalar, garip arabalar!
Yolda bir kadın gördüm çapa çapalar
Bebeği sallanır iki dal arasında
Uyu bebek uyu, büyü bebek büyü
Sendedir küçük toprağın ümidi
Sen, gelecek yağmurların en güzeli
Ah!.. Her bahar yeli böyle esip gitti,
Netmeli, bilmem ki bebek netmeli?
Netmeli de seni beni avutmalı,
Netmeli de uyandırmalı, uyandırmalı toprağı!
Ah bir kere anan belemiş kundağı ...
Netmeli de açmalı güneşe seni
Netmeli de bu toprağın bütün bebeklerini,
İyi uyutup, iyi uyandırmalı,
Netmeli de bebek, bu toprağı canlandırmalı!
Bağları güzel olurmuş Zile'nin baharda,
Ama o eski tat yok ki kirazlarda.
Bir kere yitirmiş halkım neşesini,
Ah, hayat değiştirmiş eski sesini,
Şimdi daha güzel, daha canlı türküler istiyor!
- Nerdesin, altın başağı çalışmanın, dost başağı! -
Zaman ayrı dostlar, ayrı aşklar, ayrı güller istiyor ...


Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava, 1948

Şimali Şarkiye Doğru VI

Allaha ısmarladık Ankara,
Kaçıp iğvalarından düştüm yollara,
Şimali şarkiye, şimali şarkiye,
Güneşteki topraktaki o sağlam türküye,
Kahraman ümitlerin köprüsünden, gökyüzüne
Örtülmüş, unutulmuş, yitirilmiş gökyüzüne
Ve vatanımın mübarek göğsüne
Tatlı ve sıcak bir aşka gidiyorum.
- Yeşil akar yeşilırmak, ak yeşil ırmak! -
Allaha ısmarladık, Allaha ısmarladık,
Seni eski güzelliğinle düşünebilirim artık,
Bağışlayan şair gönlümle, olan olmuş,
Ve artık güzelimsin, dilberimsin, unutulmuş.
Şimdi İstanbul'dan tiren gelir
Şimdi Kayseri'ye doğru tiren gider.
Yol almalı insanoğlu sevdaya düşünce,
Ben de büyük sevdalara uyup gereğince,
Vatanımın güneşli kalbine kaçıyorum,
Canım Samsun tireni durağım şeker fabrikası,
Çalışmada şeklalır insanın en güzel rüyası!


Ceyhun Atuf Kansu
Yanık Hava, 1947

18 Ağustos 2016 Perşembe

Piyanolu Ases

Ben piyano çalıyorum sen orada kaç yıl
Saçlarını at sevmeyi değiştiriyor çünkü
Ellerini at gözlerini at dudaklarını at yoksa
Ben seni okşuyorum senin esmerliğinle yoksa

Senin gökyüzün benim gökyüzümden piyanolu
Kirpiklerini at gözlerini öpüyorum çünkü
Kaşlarını at ağzını at kulaklarını at
Ben seni okşuyorum senin esmerliğinle yoksa

Ben senin dişlerinle gülüyorum daha ne
Senin yıldızların her gece Beethoven li
Piyanoyu al seni düşünmeyi tutuyor çünkü
Ben seni sevdalıyorum sen orada kaç yıl


Salah Birsel
Ases

Pineklemeye Çağrı

Duralım efendiler biraz
Koşmayalım öyle delice
Yormayalım kalbimizi
Katmerlendirip gerdanımızı
Oturalım efendiler biraz

İsteyen dikilsin gönlünce
Çökelim biz yere şöyle bir
Açalım ağzımızı ilkin
Gerelim omuzlarımızı sonra
Giderek bayıltıp gözlerimizi
Esneyelim efendiler biraz

Aldırmayalım öyle üçe beşe
Yayalım göbeğimizi iyice
Dönelim sırtımızı işe akla
Acıyan çıkmaz sonra halimize
Vakitken çocuklar büyükler henüz
Pinekleyelim pinekleyelim
Horlayalım efendiler biraz


Salah Birsel
Hacivat'ın Karısı

Pencerede Kadınlar

İlkin bir sarışın açtı pencereyi
Sonra bir hallicesi bir dillicesi
Daha sonra güldü kaçtı
Kadınların en incesi
Derken sıra esmere geldi
Bir etlicesi bir sütlücesi


Salah Birsel
Hacivat'ın Karısı

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Kamer Hanım

Gün gelecek KAMER HANIM
Gençliğini düşünecek
Hafifçe daralacak kalbi
Mutfağa doğru gidecek

Yumurtayı çırparken kasede
Durup saçlarını çözecek
Şurup kaynayacak bir kenarda
Hatıralar üşüşecek

Ve yayıldıkça mutfağa pasta kokusu
O da endamını gerecek
Bir tabak alacak raftan
HACİVAT beni sevmişti sahi deyecek

Gün gelecek KAMER HANIM
Boyuna pasta pişirecek


Salah Birsel
Hacivat'ın Karısı

Bir Şairin Ölümü

Kimse inanmaz
Benim hafif-makineliyle öldüğüme
Veya ayrıldığıma dünyadan

Benimde başkentte bi odam
Şiir kitaplarım
Üniversitede adım
Ve arkadaşım vardı

Ünüm de olurdu
Yaşasaydım


Salah Birsel
Dünya İşleri

Sürgün

Ben güneyden kalkıp gelmişim kardeş,
Sımsıcak bir öpüş alnımda gün,
Yumruk kadar yüreğimde bir dünya,
Toprak kokan avuçlarımda güneş,
Ve urbam gibidir üstümde hüzün ...

Sürgünüm yalnızlığında ömrün
İki gözümde iki damla yaş.
Dün Tarsus bugün Tosya
Yarın belki Sarıkamış, belki Muş;
Çekip götürecektir elbet kader bu ya!
Bir yerde karar kılmak ne mümkün;
Ekmek atlı ben yaya ...


Hasan Şimşek

16 Ağustos 2016 Salı

Tevfik Bey Türküsü

Havada üç el silah sesi
Sonra gülyağı kokusu inceden
Tevfik bey geliyor demek
Arabasının tekerleği vişneden

Tevfik beyin kapatması Güllü
Halleri var türlü türlü
Mahallenin dilinde türkü
Küçük beyim sarhoş olmuş içmeden

Arabacı arabanı yollandır
Tevfik bey vurulmuş alkandır
Yetiş doktor dillendir
Çığlıklar duyulur Çatalçeşme'den


Nahit Ulvi Akgün

Dalgınlık

Bir pencere açıldı kitabımın sayfasında
El sallayarak sen göründün,
Satırlar takım takım evinin önünde
Ne güzel bu küçük askerler...
Fakat kayboluyorsun pencereden
Şimdi ağlıyor bütün harfler...

Sonra birden beliriyorsun
Elinde nakışlı mendilin, gülümsüyorsun
Ve başlıyorsun konuşmağa
Sesin ağlamaklı,
Sesin yumuşak,
Anlattıklarına karışıyor kitabın anlattıkları...


Nahit Ulvi Akgün
Sebep

Birisi

Bir şey var aramızda
Senin bakışından belli
Benim yanan yüzümden.
Dalıveriyoruz arada bir.
İkimiz de aynı şeyi düşünüyoruz belki,
Gülüşerek başlıyoruz söze.

Bir şey var aramızda
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek.
Fakat ne kadar saklasak nafile
Bir şey var aramızda,
Senin gözlerinde ışıldıyor,
Benim dilimin ucunda.


Nahit Ulvi Akgün
Sebep

15 Ağustos 2016 Pazartesi

Kuşun Hikayesi

Evin önünde hark vardı,
Harkın önünde alçacık köprü,
Köprünün üstündeki çocuklar
Hayalet gibi bir kuş gördü.

Eğilip baktık tahtalar arasından
Uzaklardan gelme bir garip kuş.
Kuzgun gibi,balıkçıl gibi birşey,
Köprünün altına yorgun düşmüş.

Kutupların, denizlerin, romanların,
Sihrini taşıyordu.
Biz ona bakıyorduk, o bize
Korkusuyla karanlık ormanların.

Kimimiz deynekle dürte dürte...
Kimimizde kaynar su döktük,
İşedik bir güzelce üstüne,
Garip kuşu öldürdük.

Yaralı bir gemi gibi yüze yüze
Köprünün dışına çıktı.
Vura vura eğlendik,
Attık birbirimize.

Uzaklardan gelme garip kuş
Mürekkep rengi gözlerinle
Artık dünyamızı göremezsin!
Bağrışmamız gitmez kulaklarına,
Yaprakların arasında güneşe karşı
Çiftleşemezsin.
Dişiysen yumurtlayamazsında!

Böyle deyip kuşun dört yanında
Akşama kadar hora teptik
İnsan olduğumuzu iyice
Garip kuşa öğrettik


Cahit Külebi
Rüzgar

İstanbul'daki

İstanbul'da bir sevdiğim vardı
Keçi yavrusuna benzer,
Rüzgar eserdi hafiften gözlerinde
Halden anlardı.

Bütün Şehzadebaşı bilir hikayemizi,
Gülhane parkı bilir, gemiler bilir,
Gelip geçen bakardı.

Yanakları güz elmasına benzer
Soğuk havalarda.
Ormanlar gibi bakışları;
Çocuktu, aceleci, bir hali vardı.
Bahar günleri geldi miydi
Saçları uzardı.

Adını bile unuttum
Yüzünü de, gemileri de,
Yalnız ara sıra aklıma geliyor
Sabah akşam iş başında
Ve asfalt caddelerde.


Cahit Külebi
Rüzgar

Sabret

Sen petekte bir gömeç bal gibisin!
Renksin yazdan kıştan, tazeliksin bahardan.
Yapraklarda dolaşan serin bir rüzgarsın ki
Her gün eser durursun hafızamdan.

Ellerin var beyaz güller gibi küçücük,
Mutlak kalbin tomurcuklardan pembe!
Sanki yeşil yaylalardır gözlerin
Alnımda ter ve kuvvetsin işimde.

Ben kanadı kırık bir kuş değilim
Döner birgün gurbet ellerde kalan
Sabret neşem, sabret şarkım, sabret sevdiğim,
Sabret kalbi tomurcuklardan pembe olan.


Cahit Külebi
Adamın Biri

13 Ağustos 2016 Cumartesi

İstanbul

Boyuna onu düşünürdüm,
Kamyonlar kavun taşır ve ben
Boyuna onu düşünürdüm,
Niksar'da evimizdeyken
Küçük bir serçe kadar hürdüm.

Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Sonra âlem değişiverdi
Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.
Mevsimler ne çabuk geçiverdi
Unutmak, unutmak, unutmak.

Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Anladım bu şehir başkadır
Herkes beni aldattı gitti,
Yine kamyonlar kavun taşır
Fakat içimde şarkı bitti.


Cahit Külebi
Adamın Biri

Deniz

Bu toprak tulumunun
Kaç bucak olduğunu bilen deniz!
Tekneler çift sürer poyrazında
Meltemler ekin eker,
Lodosun harman kaldırır
Uçsuz tarlalarında.

Dalgacılığın kadına benzetilmiş
Ve hakkında çok laf edilmiştir.
Ben, kimin gözyaşı olduğunu
Kendinin neye ağladığını düşünüyorum

Ve seni
Bu deni dünyanın pantolonunda
"Cemaziyülevvel"ini söyleyen
Mavi bir yamaya benzetiyorum...


Fahri Erdinç
Şen Olasın Halep Şehri

Tevellüd

Babamın okuyup üfledikçe
Öpüp alnına koyduğu musafımızın
Bazı tarihler vardı iç yaprağında.
Düğün, doğum, ölüm
İşte bunlar arasındaydı tevellüdüm.

Bu musaf
Yunan işgalinde yanmasaydı,
Şecerem iç yaprağından çiçek açardı;
Ve yanmıyan, toplanmıyan bir kitap
Bir insandan daha fazla yaşardı...


Fahri Erdinç
Şen Olasın Halep Şehri

Nazım'ı Gördüm Çocuklar

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
Nazım'ı gördüm, harç karıyordu,
Nazım, kan ter içinde.
Nazım'ı gördüm, çocuklar,
yükselen yapıya tırmanıyordu,
Nazım, elinde mala.

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
Nazım'ı gördüm fabrika kapısında,
Nazım nöbet tutuyordu.
Nazım'ı gördüm vapura binerken,
iskeleye yanaşırken Nazım'ı,
Nazım, bir kulaç köpük.

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
elinde bir demet menekşe,
bir evin kapısını çalıyordu.
Nazım'ı gördüm, çocuklar,
aydınlık bir deniz gibi Nazım'ın
gözlerinin içi gülüyordu.

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
yol ortasında kalakalmıştı,
Nazım'ı gördüm, bakıyordu
kıpkızıl akan kana,
Nazım'ı gördüm, çocuklar,
kederden ufalmıştı.

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
koşuyor ve bağırıyordu;
insanlar, insanlar, insanlar!
Nazım'ın elleri açılmış çiçek.
Durun, kardeşler, durun, kardeşler,
Nazım bir iki laf edecek.

Nazım'ı gördüm, harç karıyordu.
Nazım'ı gördüm, kan ter içinde.
Nazım'ı gördüm vapura binerken ,
iskeleye yanaşırken Nazım'ı.
Nazım'ı gördüm, elinde menekşe.
Nazım'ı elleri açılmış çiçek.

Nazım'ı gördüm, çocuklar,
Nazım'ı gördüm, Nazım'ı,
Nazım'ı gördüm, koşuyordu
çocuklarla yanyana,
Nazım, güneşe doğru,
dünyayı kucaklayarak.


A. Kadir
Sanat Emeği
Haziran, 1978, sayı 4

12 Ağustos 2016 Cuma

Marifet

Suya dokunmazmış

Sabuna dokunmazmış

Pise bak


Celal Vardar
İki Dal

Döşek

Ol hayat ehline hayranım sessiz
Döşerler
Çok az kimse geçti kaldırımı
Sonra onca emeği sayarak hiçe
Toplar taşlarını bir karanlık gece
Yorgun yola çıplak
Düşerler.


Behçet Necatigil
Zebra

Açık

Geceleri korkulu yollara gittiniz mi
Biz çok şeyi vakit yok pek kısa geçiyoruz
Limanda bilinen gemiler oysa açıklardadır
Kullanırız bir sözü ama hangi anlamda?

İnsan duyar bir yerde birdenbire uyanıp
Bir elin bir ışığı neden söndürdüğünü
Yandaki odalarda her zaman hasta vardır
Sağır duvarlarda eski inilti
Şiirlere üşenmemiz bir yerde iyidir
Hiç işittiniz miydi?

Bir top çizer havada, uzunca bir eğri
Ayağına, belki kader, geçmiş gün, bir kadının
Düşer bir karanfil.. (neyse kısa keselim)
Soğurken bir ölü, çok ince bir eli
Tutup ısıttınız mı?

Aşınmış tahtaları kim yeniler gelince
Döner azdan başımız, sonra uzar ıssız kır
Bir bizdik san sen, oysa gelir hep biri
Kurar yeni barınak kullanıp aynı taşları
Yani ne mi diyorum, çok kurak tarla
Çünkü asıl şiirler bekler bazı yaşları.


Behçet Necatigil
Divançe
1964

11 Ağustos 2016 Perşembe

Zeynep ile Mustafa

III

Akbıyıkta bir çeşme var Mustafam
Yaşı oldukça akar
Al Zeynebi gidin için o sudan
O çeşmede gözyaşım var.


Cahit Irgat
Irgatın Türküsü

Çapaklı

Ovaların birinde bir tilki gördüm
Boz muydu, sarı mıydı, tam hatırlamam
Yalnızdı, bilirim,
Gözleri bir renkti, sevgili,
Bir bildiğim yalnızlığıydı.

Attım adımımı, üç adım attı
Bir bildiğim yalnızlığıydı,
Yorgundu, gel, gidelim dedim,
Yaşamak zor anlaşılmadan
Bir bildiğim yalnızlığıydı.

Ağlamak zor her yerde
Bana nerde bilemem,
Kal, çapaklan, sev sevdiğince çölü de
Tilkim, kim olduğumu öğrenme,
Bir bildiğim yalnızlığıydı.


Cahit Irgat
Irgatın Türküsü

Bir Çocuk Konuşuyor

Her gün daha başka açıyor çiçek
Gökyüzü daha mavi gittikçe
Güneş daha rengarenk.

Şıngır mıngır demir alır gemiler.


Cahit Irgat
Ortalık

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Parsa

Şimdi vinçler boşaltıyor
Yarı insan, yarı toprak alanları
Ve zafer marşları çalınıyor ha bire.
Ben muzaffer bir milletin
Kahramanlar kahramanı
Şimdi önümde mendil
Parsasını topluyorum
Büyük zaferin.


Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

Rıhtım

"Biz varız" sesleri yükselir
Akşam üstü
Balık kokan mahallelerde
Mağrur çocuklar kavgaya hazır
Şehrin eteklerinde

Ve beni ağlatmaya yeter
Yağmur yağıncaya kadar
Halatlarda ıslık çalan çocuklar.


Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

Bizim Sokak

Peykelere serilen manav
Kavunlar okşuyor uykusunda,
Üzümler olgun
Kadim konaklar sağlam,
Nerdeyse gün doğacak
Müezzin uyanacak
Şehir ayaklanacak;
Ayni sokakta kocayan bekçi
Fikirler beyan edecek
Gece hakkında.


Cahit Irgat
Bu Şehrin Çocukları

9 Ağustos 2016 Salı

Burun-Dağ

Burun-dağ'da gök düşüyor mu ne
Gölgesi vuruyor üstümüze yaban kuşlarının.

Ben ki yaralıyım, ben ki haytayım
Bakkallara düşmüş okul defterleri gibiyim.

Senin su duruluğunda yüzün
Sevdiğim kağıtlar inceliğinde.

Ve düşüyor durmadan Burun-dağ'la benim arama.

O zaman işte taze bir ot kokusu yayılıyor
Bizden dünyaya.


İlhan Berk
Kitaplar Kitabı

İstanbul

Haliç

Ve Haliç çocuk dişleri gibi dedim. Gülünce
Çıkan. Esmer, Esmer uyanması gibi vücudumun
Bir yerinin (bir deniz müzesinde iki foklu bir pelikanlı
ve korkunç hüzünler taşıyan
ve Eylül yüzlü).

Eylül bir çocuğun elinden tutmak. gibi Fener'de
(ki bir ortodoks kilisesine devamn ediyordur
lacivert elbiseler giyer ve sarı düğmeleri sallanır rüzgarda

ve yeni yeni ağarıyordur vakit ve çok eski bir kazı
ki bir virgül gibi düşüyordur başaşağı

Balat'a)

Hava düştü Kağıthane tarafında diyorum sonra da
Ve Eyüp'e bakıyorum. Eyüp'de su suya benziyor
Bir ev bir eve. Bir yaprak bir yaprağa.
Ve incecik çiziyor geceyi bir kağıt bir ağaç.
Ve eski yeşil denilen bir yeşil.
Ve bir su çarkı
(Yavaş yavaş dönen. Bir atın çektiği
Gözleri bağlı. Sefil).

Köprünün demirlerine yaslanıp bakıyorum sonra yirmialtı yaşımla
Arkamda asker elbisesi. Bıyıklı. Uzun yüzüm.

Bir dağ istiridyesi gibi de sarı
Belli bir kız seviyorum ve hep geceleri çıkıyor.

Bir balık geçiyor. Ben balığı yazıyorum. Balığı ve

Ben ki ne zaman doğduğumu bir köşeye yazmamışımdır
Ve hep kendimi götürmüşümdür gittiğim her yere

Ve bir sıkıntıyı alt katlarda oturan

Ve hiç çıkmayan.

Düşüyor Haliç, Felçli bir yüz gibi
Kanında demiryolu işaretleri, çapariler, haçlar
Ve iki küskün incir.

Eğilip damarlarını sayıyorum. Çekiyorum derisini
Ve ürkünç yalnızlığını. Bırakılmışlığını, belki de.

Vuruyorum sonra ayağımla. İter gibi bir cesedi.
Soğuk.

Ve şafak ıslaklığında.
Ve bir adamın kollarını. Bakır bir heykeli
Memelerini. Atları. Bir tahtayı. Yavaş

Yavaş sürüdüğün. Ve Aynalıkavak'a çıkıyor şimdi.

Ve iniyorum bir vadiyi. Belki bir ölümü
Evsiz, penceresiz ve dağınık bulan beni.

Ey hurda su! Kirleniyorum. Kirleniyorum bir sütçüden
Sütler içiyorum çok ihtiyar bir sütçüden

Üç padişah görmüş, ve hala topallayarak yürür
Topallayarak gelmiş gibi

Dünyaya
Ve ölüme.

Canım bol sular içmek istiyor bol alkol
Cibali'de sarı bir çocuğun elinden
Bir patrikhane kapıcısıyla konuşmak sonra
Dünyanın öbür ucundan mektuplar alan
Dünyanın öbür ucundaki bir kadını seven
Ve yalnız anahtarlarıyla yaşayan.

Sonra, eski kitapları, eski tarihleri karıştırmak
Suyun en eski tarihini bulmak
Ve bazı çiçekleri
Ki daha ilk duyuyorsundur adını
Duyar gibi bir yıkıntıyı.
Eski bir urba gibi kent. Eski bir urba gibi giyiyorum kenti

Bir kadırgayı. Türlü seslerdeki bir saati
Sütlüce'yi. Sütlüce' deki bir avluyu
Eski takvime göre ok atanları. Nişan taşlarını
Ve bir yağmuru yeraltlarını dolaşan. Yinimin atlasından
gidip gelen

Ve kalan.

Sen ey benim git dediğim gök! Ve ey yalnız su!.
Duyuyorum işte umurunu, kaslarını, yanak kemiklerini

Ve cesedini (eski bir gemi leşi ağırlığında
ve mavi damarları atar hala. Bir hızarın kestiği
Ve ne ölüme benzer
Ne de dirime ve).

Düşüşünü sonra
Bir deniz askeri kılığında dolaşışını

Ve çekilişini. Çok uzun.

Uzuyor su. Kasımpaşa'da bir balıkçının tablası.
Nişancı Ahmet Paşa çeşmesi. Çarklı bir Şirket-i
Hayriye vapuru
Ki yalnız Fener'e, Kasımpaşa'ya, Eyüp'e uğrar ve elli
hissesini Valide Sultan almıştır.
Ve hamalları Karahisarlıdır. Sudadır sonra hep gözleri
Ve elleri.
Ve dümeni on beş derece meyillidir
Onun için yelkovan kuşlarının karınlarını görürsün.
Bir kız sabahları eğik oturur onun için
Ve çillidir nedense.

Kanatlarım açtı açacak bir sülün. Ve bir yeri yüzümün

Çok sarı çok uzun. Uzun yolculuklar düşündüğümden

Ve incecik kemiği bir şiirin

Bir deniz kıyısında.


İlhan Berk
Atlas

Hacı Bektaş Veli

Bir resimde bağdaş kurmuş oturuyor Hacı Bektaş Veli. Evi gibi yeryüzü.

Bir bulut düşürmüş başını duruyor. Onunla gidip gelen. Uzakta bellibelirsiz.

Beyaz, uzun kavuğu. Demek ki güneş var.

Kucağına almış bir ceylanı, bir aslanı. Duruyorlar. Üç kişiler.

Hayvanları mı severdi Hacı Bektaş Veli? Bilmiyoruz. Ama açıktı hep evinin kapısı.

Çizgili mintanı. Yalın. Düz. Ta bileklerine değin uzuyor, uzayıp orda kalıyor.

Yüzü? Uzun yüzü. Sakallı, virdi okur gibi de önüne bakıyor.

Delik değil kulağı ve halkasız.

Yanında yeryüzü: Ağaçlar, sular, gök. Her sabah okuduğu.


İlhan Berk
Atlas

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Şiir

San, o Çokgüzel, giriyor kentime
Koyuyor sesini balıkçıl ve yalnız
Nehirlerleyin o, yavaşça etime.
Kırmızı, karışıyor ağızlarımız.

Göğü, bir ormanı gidiyoruz, Uzun
duyuyorum bunlar kirpiklerin. Buğday
Sonsuz Temmuz yüzün, o intiharım. Bunlar
oraların, Ey Aşkyüzlüm benim,
Ey.

Bir aşkı gitmek var, şimdi sen osun
Cinselliğimizi büyütmek büyütmek
Dağlamak çıplaklığımızı göklemek,

Böyle seni suya göğe tutuyorum
Seni artık korkunç karıştırıyorum.

- Uzar şimdi bizden bir gece Upuzun.


İlhan Berk
Aşıkane

Pavurya

Göğül odasından bir pavurya başını çıkardı
- Sol ne kadar uzak, dedi.
libya sefine beyoğlutası / bir deniz ermeni gerindi.
Bir 3 eden 2'den daha gerçek bir 1 yoktur, dedi Fomeret.

Pavurya gidip göğün hendeğine ağdı.
Ben yalnızlık doluydum. Io'ya verdim ormanlarımı.
San ağzı sularımı aldı durdu. Sen geçiyordum, korkuncu,
cinneti denemek istiyordum. Yanında arka pencereler gibi çıkıntılıydı ermeni esmerliğim.
Çıplak, sıkıntılı bir hıristiyanlıktı çıplaklığımız.

- Su uyuyordu güzel ve iri.
Sabahın ışıklı suyuna demir attı sefine. Bunalımın
güzelim elleri boşlukta kaldı. Denizin pencereleri
sürgülüydü / Ben seni bekliyordum
Bir uzun taşlıktı gözlerin yahudi evleri gibi.


İlhan Berk
Mısırkalyoniğne

Ben Uyandım Bir Aşk Demekti Bu Dünyada

Ben uyandım bir aşk demekti bu dünyada
-Sesin, bir gülü bırakmak gibi bir şeydi.
Karaydım, kâğıt gibiydim yaşamalarda
Adım görseniz her gün o denizlerdeydi
Bin yıl bir M sesiydim aşağı Mısır'da.

Ben vurdum sevilere belli değil miydi
Bin yıl seni açtım işte yalnızlığımda.
Ne zaman aydınlığında adım geçti miydi
Bir aşk demekti bu dünyada.

Bir zamanlar yalnızlık güzeldi Mısır'da
Seninle yepyeni bir göktü gidilirdi
Baktım mı, büyürdü bir zambaktı anımda
Şimdi bir gölgedir uzar ovalarımda
Böyle uyanırdım ya uyanmak değildi
Bir aşk demekti bu dünyada.


İlhan Berk
Çivi Yazısı

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Mezarlık

Dün akşam gün batmadan,
Yaşlı ölülerin arasına
Bir küçük misafir geldi.
Çocuk bahçesinde kovası kalmış,
Kumların üstünde küçük küreği.
Besbelli çok yorgun, hemen uyudu.
Doğruldu yerinden yaşlı bir ölü
Örttü örtüsünü;
Madem ki burda annesi yok,
Bu küçük kız bize emanet.
İlerde yatan başka bir ölü
Yavaşça seslendi:
Başındaki kurdelâyı çözüp katlayın
Ütüsü bozulmasın.


Baki Süha Ediboğlu

Bolluk

Yonca pazar günü toplanır, insan pazartesi
Peygamber çiçeği bilmeden ölür
Omaholar çiçek koparmaz gece
Çünkü bolluğu ölüler getirir bize
Suda boğulmuş martı ölümsüzdür
Ve yaşlandım, buzlu camın havailiği gibi
Savaşan yalnızlığın gökyüzü kış
Sabah yumuşak karla yükseldikçe
Artık ölüm tümden yeşermezmişcesine
Belleğin eşiği yunmuş yıkanmış

Deniz sen her zaman kusursuz düşündürdün
Çok eskidenmiş gibi ölüyorum
Tanımadığım otlarla içiçe
Çünkü bolluğu ölüler getirir bize
Ama bir şey daha var, biliyorum


Melih Cevdet Anday
Güneşte

Çiftlikteki Gece

Ot almaya gittikti Kalver çiftliğine, 
On araba, ne güzeldi kıyının elma rengi, 
İkindiye doğru kızardıkça kızarmış. 
Yoksul köylerin sessizliği de katıldı 
Akşamın dar yolunda bize. 
Susup kalmıştık tüylü harupların 
Ve kederin çiti boyunca garip. 
Derken türkü çağırmaya başladı asker. 
Uyanan güzel bir deniz rüzgârı gibi, 
Yarım bir sevinç gibi gökyüzünden inen. 
Şaşkın bir kuş gibi ardımız sıra koşar. 
Gecenin sarnıcına düştü boş bir yıldız, 
Çam kozalağı gibi gümbürtüyle, 
Atlarımızın kusursuz sessizliğinde, 
Yaşlı zeytinlerin altından girdik 
Ölmüş ot kokulu çiftliğe, sıcak; 
Sonra çözdük hayvanları, bıraktık 
Uçsuz bucaksız otlağa karanlıkta. 

Arabada, samanların üstünde yattım. 
Ya atlar çekip giderse, unutmam, 
Uykumda onlarla otladım. 
Gözüm ve dudağım şişmişti sabahleyin, 
Ağulu otlak sineği ısırmış. 
Ağzımda çıtır çıtır saman. 
Baktım, kırk adım ötemizde atlar, 
Ala ala kırk adım yol almışlar, 
Uzun gecenin uykusuz otunda. 


 Melih Cevdet Anday
Ölümsüzlük Ardında Gılgamış
1981

Salyangoz

İşçi geliyor ağaç budamaya,
O ne tafra, o ne krallık,
Bir omuzunda balta, ötekinde ıslık,
Yer değiştiriyor kuşlar dallarda.

Kente dönen çılgın mızıkacılar,
Çiçek tozu içinde tunç bir davul,
Borular arı gibi parlıyor güneşte.

At da sallanıyor, sevinç de,
Sokağa dökülen sesin demeti.

Kadın çıkmış salyangoz toplamaya,
Etekliğinde yılın beşinci mevsimi,
Bakıyor gürültüsüyle memelerinin.

Ve ağzında nar çiçeğiyle
Çocuk gider tayı sevmeye.

Yüreği tedirgin eden bilgelik.


Melih Cevdet Anday
Ölümsüzlük Ardında Gılgamış

5 Ağustos 2016 Cuma

Sabah

Uyanır seccadeler üstünde din,
Aklın endişeleri yayılır şehre,
İnsan kastle, güneş vakitle temas eder
Taşa, toprağa..herşeye!..

Serinlik bir ihtiyardır ki şehrin üstünde
Gerinir sabahla beraber;
Kurtarır gecenin karanlığından
İnsanı, hayata davet eder.

Şarkın çekilen perdeleri içinden
Uzanır devamın eli zamana,
Korkusu, düşüncesi, endişesi..insanın
Toplanır sığar bir ana.

Açılan kapılardan fırlar dışarı
Günlük meselesi insanlığın;
Çırpınan bir endişe halinde çarpar
Düşen başların içinde yarın!..

Celal Sılay
Acaba

Gitti

İşitmek istediğini bir sağırın
Sezdi havamızdan geçen şarkı
Duyuramadı sesini, bu sağıra
Eridi, gitti!

Yürümek hasretini bir kötürümün
Hissetti koltuk değnekleri,
Kaldıramadı yatağından hastasını
Çürüdü, gitti!

Körün görmek arzusunu duydu
Bahçenin kenarında bir çiçek
Gösteremedi yapraklarının rengini
Dağıldı gitti!

Ve duydu bir açın yemek ihtiyacını
Buğday tarlasındaki başak
Utandı büyümesindeki şehvetten
Kurudu, gitti!


Celal Sılay
Acaba