Şiir, Sadece

10 Temmuz 2017 Pazartesi

Helen

Erişeceğim sana Helen
Donmuş pırıl pırıl sabahlarda
Meyve bahçelerinin kabuğu altında
Taş kafeste
Omuzunun kendine yuva yaptığı

Sen bütün günler
Kuşkulu ve uykucu
Üzerinde gözlerimin
Ellerin iki başıboş tekne
Tanır yazı insanlar
Şu saydam alnında
Ve ne zaman öğrenmek istesem geçmişini
Beni otlar, av hayvanları, ırmaklar yanıtlar.

Seni görmeden daha
Düşmedi dilimden adın
Bana ayak sesini ansıtırdı
Düşen her yaprak
Yeniden yaratırdı yüzünü
Açılan dalga
Ve bir handın sen
Bütün köylerin bütün çıkış kapılarında


Rene Guy Cadou
Çeviren: Özdemir İnce

Bir Tekne Ver Onlara

Bir tekne ver onlara:
ufku zıpkınlamaya gidecekler.
Bir çakıl ver onlara:
bir dağ yapacaklar ondan.
Birkaç sözcük ver onlara
kutsal kitaplarını yazsınlar diye
ve bir fırça
ikinci bir gök çizmek için.
Ama sakınmak istiyorsan eğer,
bir kez bak onlara başka bakma:
üzerinde bir evren kuracaklar.


Alain Bosquet
Çeviren: Özdemir İnce

Hiç Anlamadın

Hiç anlamadın
nasıl sevilir -yitmek için-
önemsiz nesne:
tabak, çakı, sönmüş lamba.
Hiç anlamadın
nasıl sevilir -kendini bulmak için-
ayaktakımı meyveler:
elma
yaban kirazı,
bir kırlangıcın gizlendiği karpuz.
Hiç anlamadın
insan nasıl sever:
aşksın sen.


Alain Bosquet
Çeviren: Özdemir İnce

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Kış

Dikenli günler, kararsız havalar, kaçak anlar,
hiç şansınız kalmadı artık ve işte efendiniz.
Yayıyor aylarını sevda eylülden hazirana
geniş evlerinde Katalonya'nın.

Sonra erdi artık küfürler, girince
savaş düzenine mevsimler enginlerde.
Silah başına, kasım çamurları,
silah başına, çiçeğe duran elmalar.
Siz, iki ekinoksun kırlangıçları, kuşatın
yıkılan kalesinde direnen yazı.

Yükleyin, martın dolu yellerini, güz yağmurunu,
alevli yapraklarla zırhlı Lorraine yağmurunu
yükleyin o ağır ve kızlar gibi oynak atlarınıza,
saçlarında samanlar ve boğuk çığlıklarla
sürülerini sokaklarda koşturan kızlar
kadar oymak, o ağır atlarınıza.

Kahrolsun yaz! Yedekte tutuyoruz karı
gömmek için yenilenin gövdesini
kırağılar boyunca zindanda. Kahrolsun yaz!

Sevda kavuşur utkusuna köyün kıyısında.
Bir şey söylemez, kollarına alır onu, güler.

O zaman geçer önünden o kızgın, ağır ve karanlık
bekçisi, ağırbaşlı bulutları şubatın,
damlara karşı ve yolun çukurları üzerinde
parıldadığı görülür sağnak mızraklarının.
Artık bir seninleyim nice zamandır.
Ufukta kışın bodur ormanları
kuşatmış nicedir krallığımızı.
Göğün kırılgan sabahlarıdır bakışların.
Gezgin bulutların ağırlığı var tavrında.
Su birikintilerinde durur gün sen düş görsen.
Uyusan, bir gölge gelip oturur yambaşımıza.

Ne bir meyve, ne bir çiçek, ne bir patırdı,
ne de bir yaprak, o gereksiz ardıçların dışında,
geçen yok, bir kuzgun ya bir saksağandan başka,
ancak rahat adımlarla saat tarlalarda dolaşmakta.

Tanrılar mı? hangi tanrılar? o senin
istenmeyen gülüşün olmadıkça, gülüşün,
köy yolları kavşağında, bir tapmak için gülüşün,
kocaman bir sessizlikle birlikte yukarlarda.


Jean Grosjean
Çeviren: Özdemir İnce

Tılsımlar

Testere daldı ağaca
Ağaç ikiye ayrıldı

Ve testere oldu
Haykırıp bağıran.

Bir kuş kanadı
Değildi bu.

Rüzgarda çırpınan
Bir yapraktı.

Ne var ki
Rüzgar yoktu.

Dünyanın güzelliklerini
Anlatmak gerekirse

Yel değirmenleri
Unutulmamalı

Rüzgarla allak bullak olan
Ve bizi unutan

Rüzgar, tan ağartısı ve özgürlük için


Eugene Guillevic
Çeviren: Eray Canberk

Carnac

Denizlerin dibindeki taşılların arasında uyuyan
Kara dev
Kalkıp baktığında,

Göğün derinliğindeki gökcisimleri üşür
Ve dirsek dirseğe gelir ısınırlar.

Yüz binlerce ölünün ölü gözleri
Irmaklara düşer
Ve yüzerler.


***


Işığın önünde titriyordu
Ve titriyordu dalların önünde.

Pencerelerden memnun değildi
Ve kuşkulanıyordu kuşlardan da

Var olmayı bile
Becerememişti daha.


Eugene Guillevic
Çeviren: Eray Canberk

Marangozu Gördüm

***

Marangozu gördüm
Ağaçtan yararlanırken.

Marangozu gördüm
Tahtaları ölçüp biçerken.

Marangozu gördüm.
En güzel tahtayı okşarken.

Marangozu gördüm
Rendeye uzanırken.

Marangozu gördüm
Doğru düzgün biçim verirken...

Dolabı yapıp çatarken
Türkü çağırıyordun, marangoz.

Tahtanın kokusuyla birlikte
Senin görüntün de içimde saklı.

Kelimeleri bir araya getiririm ben,
Benimki de seninkine benzer bir iş.


Eugene Guillevic
Çeviren: Eray Canberk

7 Temmuz 2017 Cuma

Şiir Sanatı

Kendim için konuşmuyorum,
Kendi adıma konuşmuyorum,
Ben değilim söz konusu olan.

Azıcık yaşam, azıcık gururdan başka
Neyim ki ben.

Bütün her şey için konuşuyorum,
Biçimi olan ve olmayan her şey adına,
Ağırlığı olan her şey söz konusudur,
Ağırlığı olmayan her şey de

Biliyorum ki çevremdeki her şey
Daha ileri gitmek, daha fazla yaşamak isteğinde,
Ölünecekse daha sonra ölmek
Zaman el verdiğinde

Bu, sizin derinizin altından gelip
Geleceğe doğru giden şimdinin sesidir.


Eugene Guillevic
Çeviren: Eray Canberk

Tatlı Sevinç

Aralık sonu savaşın
Ah o güzelliği kışın
Ah tatlı çılgın tatlı dost
Hüznün parıltısı.
Duyulmuşun gülümsemesi
Güvercin kadar gizli
Yalnız dokunurcasına okşananlar
Kar'ın elleriyle
Gelin, daha aydınlık
Bir ülkede evleneceğiz.


Andre Frenaud
Çeviren: Yaşar Nabi

Yatan

Uyumak,
Kapalı gözlerle değil de bomboş gözlerle
Donmuş bir yürekle
Tepeden tırnağa,
Bütün düşünceler taptaze ve olgun.
Bir de çirkef, neden olmasın.

Uyumak.
Bütün yollar tükenmiş,
Sönmüş bütün ışıklar,
Yalnız tırnakları uzar ölünün
Öbür dünyada.

Yeniden doğacaksam eğer
Kurumuş ağaç içinde olsun bari,
Ya da karlar içinde,
Erirler çünkü,
Ya da hiç düş görmeyen taşlar içinde.


Andre Frenaud
Çeviren: Yaşar Nabi

6 Temmuz 2017 Perşembe

Prag

Işıklar sapsarıydı Mala Strana'nın dar sokaklarında.
Başkanlık sarayı hala uğultulu,
fenerlerin altındaki ağaçlar gölgeli
ve ben yürüyor, yürüyorum ... Hava boş ve tatlı.
Bu gece, ardımda çizgileri hemen yok oluveren
takların arasında,
neden birdenbire
farkına vardım sevincinin
ve insancıl barışın, taşın ve ağacın gücünün,
kaderini yadsımaya çalışan insanoğlunun.
İşte bugün Prag, senin gizin bu.
Utanıyoruz.

Oh! Ne tatlı, ne hoş,
Öpmek istiyorum yanaklarından.

-Yıllarca önce.
Çocuktum o zaman,
bir adam gibi bakardım cesaretle
Mathieu d'Arras kilisesinin alakaranlığına.
-Sonra, hayat...
Ve bu büyük heyecanla.
yıldızlar arasında görülen tebessüm
ve dostların durumu
hayatı tatmak ve büyümek,
büyükler gibi bakmak için.

Hayatın beklenmeyen şiddeti,
bu çölün sonsuz cansıkıntısında,
yıldızların maviliği,
iç sıkıntısıyla, direnişle
bitmeyen genişlik,
davranışımızla beliren uzaklık.
Abes şiddeti yaşamın,
bu büyük kum ve çakıl çölünde.

-Fakat, ben bu kıyılara dönemeyeceğim artık, Prag.
Senin o anda anlaşılıveren adaletsizliğin,
taktığımız hak maskesi
korktuğumuzdan,
senden bize geçen adaletsizlik bu,
hepimizin oldu sonunda,
onur ve gurur kırıcı Almanya'da.
Bütün vaidlere rağmen gelişmesidir bu, hakkın,
bizi kavuran bu işgal.
Umudun fetişleri önünde senin alayların,
kurtulacaksın, kendini kabul edemeyen insan gibi
ve her şeyin öldüğü söylenmesi gibi
varlığının etini sertçe tümleyen
en derin rüyalar,
bu sürekli evrimin karşılığı
senin vaidlerine kanan insanların
bütün yükünü taşıyacaksın.
-O zamanlar acı gülüşün ...
-Gülümse o zaman ...
-Fakat hayır, olamaz bu, güzel ülkem.

İşte açılıyor kabuk
ve ortaya çıkıyor eşek,
aslan postu içinde,
bağırıyor yüzyıllar arasından: Yaşasın Fransa.
Dişleri sırıtıyor sevinçten. Alkış tutup tepmiyor,
anırışlar ile sarhoş.
Yürüyor: Onlar da yürüyorlar.
Arc de Triomph'a gidiyorlar topluca.
-Duyuyor musun? Duyuyor musun kokuyu?
Kentsoylular Etoile'da korku terleri dökerken
Meçhul Asker adına
açılan kollarının büyük ikiyüzlülüğünde ...
Böyle bir yürekle, böyle bir domuzlukla
öldürüldü Thermophile habercileri de.

Sevinç çığlıkları yayılıyor ...
Dostlar arasında yenilip içilen
ve alabildiğine haykırılan yemekler düzenleyelim ...
Her yandaki masaların üstü çiçek dolu, düzeltiyorum onları.
Duvarcılar yükseltiyor anıtları para yardımıyla.
Küçük bir ev kurulacak
Güllerden ve arduvazdan, galipler için.
Bu bir başlangıçtır ancak ...

Bağbozumları neşelidir kırlarda.
İşte ünlü bir yılın şarabı tütüyor
ve yaşıyor ihtiyarlar.
Bizi masalarımızdan çığlıkları ile rahatsız edenler
boğazlanıyorlar yazık ki.

Bu benim ülkem mi? Mutluluğun yolu mu?

Hep umutsuzluk mu sürecek ülkemizde
hiçlikten önce?

Bizi bağışlayın, kardeşler ...
Kardeşler ...


Andre Frenaud
Çeviren: Muzaffer Uyguner

Dabo'nun El Ayası

Haydi öpücüğüm, bırak dayanıksız konutu,
Bulunduğu aşkın, bir kayınağacı bak uzatıyor sana.
Uyanık kaldı
Yazın reçinesi, kışın karı.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce
Yaz 1953

Vosge Dağlarındaki Kulübe

Güzellik, tam sağımda, katı duygusuz yollarda,
Lambaların konak yerinde ve kapalı cesarette,
Donayım ve sen kadınım ol aralık ayı.
Senin uyuyan yüzündür gelecek yaşamım benim.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce
1939

5 Temmuz 2017 Çarşamba

Aerea'nın Kapılarında

Mutlu zamanlar. Her kent kocaman bir aileydi
korkunun birleştirdiği; işleyen ellerin türküsü
ve göğün canlı gecesi aydınlatırdı onu. Ruhun çiçektozu
korurdu sürgün payını.
Ama sürekli şimdi, bir anlık geçmiş, egemen
yorgunluk altında, söktüler gemi iskeletini.
Sıkı yürüyüş, dağınık sona. Dövülmüş çocuklar,
yaldızlı saz dam, irinli insanlar, hepsi de çark
işkencesine. Açıldı demir arının nişan aldığı gül.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce

Kraliçenin Davranışı

Sarsılmak gerek büyümek için.
Bugün halkım egemen oluyor surlara,
Güneşin bana beşik olarak seçtiği.
Saklıyorum yürek sözcüğünün bağladığı çifti
yol gösteriyorum.
Sönmüş olduğunu anlasalardı dünyanın
Kaygılarını giderirdim bir kraliçe olarak.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce

A...

Bunca yıllık aşkımsın benim,
Başdönmem bunca bekleyiş karşısında,
Ki yaşlandıramaz, ürpertemez hiçbir şey,
Ne ölümümüzü bekleyenler bizim,
Ne bizimle savaşanlar inatla,
Ne bize yabancı olanlar hala,
Ne de yitişlerim, geriye dönüşlerim.

Şimşir bir pancur gibi kapalı
İşte son bir güçlü talih
Sıradağlarımızdır bizim,
Sıkıştıran görkemimizdir.

Talih diyorum, ey çekiçlenmiş aşkım;
Yüklenebiliriz ikimiz de
Karşılıklı sır paylarımızı
Ve hiç dillendirmeyiz onları;
Birliğinde gövdelerimizin
Bulur ayrılığını sonunda
Başka yerlerden gelen acı,
Bulur güneşli yolunu sonunda
Merkezinde yırtıp yırtıp
Yeniden başladığı bulutumuzun.
Talih diyorum, öyle geliyor bana.
Yükselttin o doruğu
Bekleyişimin aşmak zorunda olduğu
Yarın yittiği zaman.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce

4 Temmuz 2017 Salı

La Sorgue

Yvonne'a Türkü


Çok erken giden ırmak, birden yoldaşsız,
Tutkunun yüzünü ver ülkemin çocuklarına.

Şimşeğin bittiği, evimin başladığı ırmak,
Usumun çakılını unutuşun parmaklarına yuvarlayan.

Irmak, toprak bir titremedir sende, güneşe kaygı.
Ekmeğini yapsın her yoksul, gecesinde, senin ekininden.

Çoğu zaman cezalı ırmak, yüzüstü bırakılmış ırmak.

Elleri nasırlı çırakların ırmağı,
Kırılmayan yel yoktur dalgalarının doruğunda.

Boş ruhun, paçavranın ve kuşkunun ırmağın.
Çözülen eski acının, karaağaç fidanının, acımanın ırmağı.

Delilerin, coşkunların, tay yontucularının ırmağı.
Yalancıya alışmak için sabanını bırakan güneşin.

Kendinden iyilerin ırmağı, çiçeklenen sislerin ırmağı.
Şapkasını saran boğuntuyu gideren lambanın ırmağı.

Düşe saygının ırmağı, demiri paslandıran ırmak.
Gölgesini denize vermek istemeyen yıldızların olduğu.

Aktarılmış güçlerin ırmağı ve suları fışkıran çığlığın,
Asmayı çiğneyen ve yeni şarabın habercisi kasırganın.

Bu zindan delisi dünyada hiç yıkılmamış yürekli ırmak,
Hem amansız hem de dost tut bizi ufkun arılarına.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce

Keçisağan Kuşu

Geniş kanatlı keçisağan, dönen ve sevincini
haykıran evin etrafında. Böyledir yürek.

Yıldırımı kurutur. Tohum saçar dingin gökyüzüne.
Yırtılır yere değerse.

Kırlangıçtır onun yanıtı. Bu teklifsiz dosttan
tiksinir. Değeri nedir kulenin dantelinin?

En karanlık oyuktadır durağı. Kimse yaşayamaz
onun gövdesinden daha dar bir yerde.

Uzun aydınlıklı yazda, karanlıkta uçacak, gece
yarısı kepenkleri arasında.

Göz yoktur erişecek ona. Tek var oluşudur
onun haykırmak. İnce bir tüfek vurup indirecek onu.
İşte böyledir yürek.


Rene Char
Çeviren: Özdemir İnce

Meşe ve Köpek

Havre'da doğmuşum Şubatın yirmi birinde
Yıl bin dokuz yüz üçmüş,
Babam tuhafiyeci, annem deseniz öyle,
Tabii ben doğunca ikisi de sevinçten havaya uçmuş.
Tuhaf bir biçimde haksızlığı kavramışmışım
Bu yüzden günün birinde
Vermişler beni bir sütnineye,
Bu obur ve alık kadın da
Dayamış hemen memesini ağzıma,
Aman efendim o ne gür süt öyle
O saat anlamışım şölene konduğumu
İşim işmiş yani em allah em
Armudu andıran o kadın nesnesini.
Azıcık daha büyüyünce
Yirmi beşinci yirmi altıncı ayımda
Beni alıp kendi sofralarına oturttular
Eh, ondan sonra daracık korseli günahkar meleklerin
Ve hüzünlü şeytanların lağımlara içi saman dolu kuşlar
attıkları
Koskoca bir ülkede
Peder kral bendeniz de veliaht.
Çekmeceler tıklım tıklım
Abadan, kağıttan çiçeklerle
Demet demet çiçekler
Şapkaları süslemek için
Bir sürü zımbırtı işte.
Babamın masasının üstü
Metrelerce ipekli
Bir araba düğme,
Raflar desen dinine imanına dolu,
Ekstrforlar, türlü türlü kurdele ...
Birkaç da kız vardı bu tatsız işte ona yardım eden
Kupon mupon kesen,
Merdivene çıktılar mı
Hiç sakınmadan oralarını buralarını gösteren.
Zavallı anacığımsa
Müziğe bayılırdı
Ve boyuna piyano çalardı,
O çaladursun
Bir yandan da satış yapılırdı: şapkalar, danteller ...
Jean Henriette iner içki mahzenine
Ha bire petrolin getirirdi,
Mağazanın döşemelerini silmek için
Kullanılan o yağlı kumu anımsıyorum,
Bu pis nesnenin süpürülmesine ben de yardım ederdim.
Pancurlar indirilirdi.
Bir sıraya ata biner gibi atlayıp bağırırdım "perpette" diye
("Sonsuzluk" demek isterdim yani).
O hanım kızlar içinde yetiştim işte
İçime çekerek onların ter kokularını ve koltuk altlarında
çalışmalarının ürünü olarak domurlanan o inci tanelerini.
Hiç kız kardeşim olmadı,
İniş dönemi Fransa'nın tek oğlu olarak
Ağzımdan eksik olmazdı şekerleme.
Ve tıkırındaydı bizimkilerin işleri
Menkul kıymetleri yığıp duruyorlardı köşeye
Yüzde üçten Panama hisse senetleri, Rus tahvilleri,
Credit Foncier'inki,
S.S.C.B. de ters sonuçlara da yol açıyorlardı böylece.
Benden büyük olan kuzenim kasadan para yürütüyordu
Benim de yardımımla.
Ve çalışan kızlar arasından seçiyordu metreslerini.
Buluğa erdiğimi anladığım gün ahlak dersleri verildi.
Usuller falan öğretildi.
Bu aile yasasına her zaman uydum
Genelevlere doğru yöneldim.
Ama dönmem gerek biraz geriye
Hep o çocuk olarak kaldım ben
Uzun tren yolları çiziyorum özenle
Kabarmış dalgalar üstünde dans eden,
Gemi resimleri yapıyorum
Martılar uçuyor semaforlarının çevresinde,
Sonra cuk gibi oturmuş sağlam şato resimleri
Rüzgar yelkovanları, askerleri, tabyalarıyla birlikte
(Militarizmimin sağlam kanıtları.
Ama rövanş da yaklaşıyor, ha!
Daha beş yaşındayım o sıra) ve parmaklarımın altındaki bir
prizma marifetiyle kolu bacağı uzamış adam resimleri,
Ben tanıyorum onları, ama başkaları zavallı örümceklere
benzetiyorlar hepsini
Sanki okulda ne öğreniyorsun? Sayılar, çizgiler, harfler;
bir yandan da burnunu karıştırıyorsun.


Raymond Queneau
Çeviren: Ferid Edgü

3 Temmuz 2017 Pazartesi

Barbara

Anımsa Barbara
Yağmur yağıyordu o gün Brest'te durmadan
Yürüyordun gülümseyerek yağmur altında
Şaşkın hayran sırılsıklam
Anımsa Barbara.
Siam sokağında rastladım sana
Yağmur yağıyordu Brest'te durmadan
Gülümsüyordun
Gülümsüyordum
Tanımıyordum seni

Sen de beni tanımıyordun
Anımsa gene de anımsa o günü
Unutma
Saçağın altında sığınmış bir adam
Adını ünledi
Barbara
Seğirttin ona doğru yağmur altında
Şaşkın hayran sırılsıklam
Atıldın kollarına
Anımsa bunu Barbara
Sen diyorum diye de bana kızma
Sen diyorum bütün sevdiklerime
Ancak bir kez görmüşsem bile
Sen diyorum bütün sevişenlere
Tanımasam bile

Anımsa Barbara
Unutma
O yumuşak mutlu yağmuru
Mutlu yüzüne yağan
O mutlu kente yağan
Denize yağan
Tersaneye yağan
Ouessant gemisine yağan yağmuru

Ah Barbara
Ne hırboluktur savaş
N'oldun şimdi sen
O demir o çelik o kan yağmuru altında
Ya o adam n'oldu seni yürekten
Kucaklayan
Öldü mü kaldı mı n'oldu

Ah Barbara
Yağmur yağıyor Brest'te durmadan
Eskiden nasıl yağıyorsa öyle
Ama artık bildiğin gibi değil bura yok oldu her şey
Yıkık bitik bir yas yağmuru şimdi yağan
Demir çelik kan fırtınası bile değil
İtler gibi kuyruğunu titreten
Bulutlar yalnız bulutlar
Brest'te sular boyunca yitip giden itler
Çürümek için gidiyor uzaklara
Hiçbir şey kalmayan Berst'ten
Çoook uzaklara


Jacques Prevert
Çeviren: Teoman Aktürel

Seni Öylesine Düşledim

     Seni öylesine düşledim ki yitirdim gerçekliğini.
     Bu canlı bedene sahip olmanın ve benim taptığım sesin çıktığı
bu ağzı öpmenin daha zamanı değil midir?
     Seni öylesine düşledim ki senin gölgeni kucaklaya kucaklaya,
göğsümün üstünde kavuşmaya alışmış olan kollarım belki de senin
belini saramayacak.
     Belini günler boyu ve yıllar boyu yöneten ve kendine çeken gerçek
görüntün karşısında bir gölge gibi kalacağım kuşkusuz.
     Ey duygusal dengeler.
     Seni öylesine düşledim ki zaman yok artık uyanmama hiç kuşkusuz.
     Ayakta uyuyorum, yaşamın ve aşkın bütün görünümlerine sunulmuş
beden ve sana, benim için bugün tek önemli şey olan sana, senin alnına
ve dudaklarına belki de hiç dokunamam, ilk gördüğüm birinin dudaklarına
ve alnına dokunduğum kadar.
     Seni öylesine düşledim, görüntünle öylesine yürüdüm, konuştum,
yattım ki görüntün bile silindi gözlerimin önünden ve yine de yaşamının
güneş saati üstünde ağır ağır gezinen ve gezinecek olan gölgeden bir
kat daha koyudur gölgen, görüntüler arasında görüntün eksiksizdir.


Robert Desnos
Çeviren: Eray Canberk

Pelikan


Bizim serüvenci kaptan,
On sekizinde olduğu zaman,
Bir adadan, Uzakdoğu'dan
Alıp geliyor bir pelikan.

Gelgelelim bizim pelikan,
Yumurtluyor sonradan
Ve tıpatıp aynı olan
Bir yavru çıkıyor yumurtadan.

Sırası gelince yumurtlayan
Bu ikinci pelikandan
Yenisi çıkıyor, aman aman,
Bir başka yumurtlayan.

Bu iş böylece sürer gider uzun zaman
Yavru çıkmadan önce omlet yapılmazsa yumurtadan.


Robert Desnos
Çeviren: Eray Canberk

Leopar

Ormana giderseniz
Dikkat edin leopara.
Çok hafiftir sesi
Ve dört yandan gelebilir.

Akşam, mırıldanırken leopar,
Neşeli bir bülbül öter
Ve bu koca orman
Dinler onları ve şaşırır,

Ormandaki ağaçlar şaşırır
Leopar çıkagelir
Duyulur duyulmaz sesle
Bilinmeyen bir yerden.



Robert Desnos
Çeviren: Muzaffer Uyguner

1 Temmuz 2017 Cumartesi

Mutsuzlukta Dinlenme

Mutsuzluk, büyük çiftçim,
Mutsuzluk, gel otur şöyle ..
Dinlen hele bir.
Dinlenelim biraz olsun, sen de ben de
Dinlen,
Gelip beni buluyor, yoklayıp sınıyorsun ve kanıtlıyorsun ki
Ben senin yıkıntınım.

Büyük tiyatrom, limanım, ocağım.
Altın mahzenim benim.
Geleceğim, gerçek anam, çevrenim.
Işığına, bolluğuna, iğrençliğine.
Salıyorum kendimi işte.


Henri Michaux
Çeviren: Tahsin Saraç

Alın Götürün Beni

Alın bir yelkenliyle götürün beni,
Eski ve ağır bir yelkenliyle,
Pruvada ya da köpüklerde, isterseniz.
Ve yitirin uzaklarda beni, çok uzaklarda.

Bir başka çağın koşumunda.
Aldatıcı kadife sinde karın.
Toplu birkaç köpeğin soluğunda.
Bitkin yığınında kuru yaprakların.

Kırmadan götürün beni, öpücükler içinde
Kalkıp inen göğüslerde, soluyan göğüslerde,
Halısında avuçların, gülümsemelerinde
Geçeneklerinde eklemlerin ve uzun kemiklerin.

Alın götürün beni, gömün daha doğrusu.


Henri Michaux
Çeviren: Tahsin Saraç

Gözyaşları da Benzer

Çiniden meleklerin bozbulanık göğünde
Bozbulanık göğünde boğuk hıçkırıkların
Mainz'da geçen günleri birden anımsadım mı ne
Hani şu simsiyah Renae ağladığı perikızlarının

Bir sokağın dibinde bazen bir asker bulunurdu
Kim bilir kimin öldürdüğü bir bıçak darbesiyle
Bazen de o zalim barış salınırdı ortada
Yamaçlarını karanfilli beyaz şarabıyla süslü

Kirazların saydam alkolünü içtim
İçtim fısıltılarla içilen dostluk yeminlerini
Ne güzeldi saraylar tapınaklar ne güzeldi
Ve anlamıyordum henüz yirmisindeydim

Bozgun denilince ne biliyordum ki
Yurdun yasak aşk olduğunu nereden bilecektim
Yitik umudu yeniden canlandırabilmek için
Nereden bilecektim sahte peygamberler gerektiğini

Beni köklerimden sarsan şarkılar anımsıyorum
Bir sabah duvarlarda birden beliriveren
Tebeşirle çizilmiş işaretler anımsıyorum
Gizemlerinin asla çözülemediği

Kim diye bilir belleğin nerede başladığını
Nerede bittiğini şimdiki zamanın
Geçmişin nerede ezgiyle el ele vereceğini
Ve mutsuzluğun soluk bir kağıda dönüşeceğini kim diyebilir kim

Düş görürken suçüstü yakalanmış çocuklar gibi
Nasıl da kahredici oluyor yeniklerin mavi bakışları
Nöbeti devralmaya gelen mangaların
Ayak sesleriyle ürperirken Ren sessizliği.


Louis Aragon
Çeviren: Atilla Tokatlı

Mutlu Aşk Yok Ki Dünyada

Aslında hiçbir şey kar değil insana
Ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği
Gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa
Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi
Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara
Mutlu aşk yok ki dünyada

Hani giydirilmiş erler bir başka yazgıya
İşte o silahsız askerlere benzer hayatı
Sabahları o yazgı için uyanmış olsalar da
Tükenmiştirler ve kararsızdırlar akşamları
Söyle yavrum şu sözleri ve sakın ağlama
Mutlu aşk yok ki dünyada

Güzel aşkım tatlı aşkım çıbanını derdim
Yaralı bir kuş gibi taşırım seni şuramda
Ve görmeden bakanlar şu halimize bizim
Süzdüğüm sözleri söylerler benden sonra
Ve her şey der demez ölür iri gözlerin uğruna
Mutlu aşk yok ki dünyada

Yaşamayı öğrenmek bizimçin geçti çoktan
Ağlasın gece içinde kalplerimiz yan yana
En küçük şarkıyı mutsuzluktur kurtaran
Her ürperiş borçlu baştan bir hayıflanmaya
Ve her kitar havası beslenir hıçkırıkla
Mutlu aşk yok ki dünyada

Acılara batmamış bir aşk söyle bana
Yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle
Bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama
İnan ki senden artık değil yurt sevgisi de
Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına
Mutlu aşk yok ki dünyada
Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa


Louis Aragon
Çeviren: Cemal Süreya

30 Haziran 2017 Cuma

Mezar Taşları

-Francis Picabia-

Niçin ·
Seni mezarına dört köpeğinle
Bir gazeteyle
Ve şapkanla gömmelerini istedin,
İstedin ki taşına şunu yazsınlar
İyi seyahatler
Bir şey değil, öteki dünyada da deli zannedileceksin.


-Theodore Fraenkel-

Öldüğün vakit harikulade bir hava vardı
Mezarlık o kadar güzel ki
Hiç kimse mahzun olamadı
Epeydir de senin artık orada olmadığını sanıyorlar
Homurdanmalarını duymuyorum
Susuyorum
Yahut omuz silkiyorum
Cenneti görmeyi asla istemezdin
Nereye gideceğini artık bilmiyorsun
Ama sen, işin alayındasın


-Marie Laurencin-

Kafesteki bu güzel kuş
Senin mezardaki gülüşündür
Yapraklar dans ediyor,
Uzun uzun yağmur yağacak
Bu akşam hareketimden evvel
Ağaçların çiçek açtığını görmek istiyorum
Bir dişi geyik sessizce yaklaşacak
Bulutlar biliyorsun pembe ve mavidir


-Louis Aragon-

Dostların küçük kızlar halka oldular
Sana çelenkler ördüler
Ufacık yalanlarınla
Sana kağıt getirdim
Ve çok iyi bir kalem
Ebediyette şiirler yazacaksın
Koruyucu melek seni teselli eder
Kıravatını bağlar
Ve sana gülmesini öğretir
Artık beni unuttun
Allah benden çok daha güzeldir


-Paul Eluard- 

Oraya bastonunu ve eldivenlerini de götür
Düz dur
Gözler kapalı
Pamuk bulutlar uzaklarda
Ve bana allahaısmarladık demeden gittin
Bir yağmur
Bir yağmur
Bir yağmur


-Tristan Tzara-

Kim o
Bana elini uzatmadın
Ölümünü duydukları vakit çok güldüler
Ebedi olmandan öyle korkmuşlardı ki
Son nefesin
Son gülüşün
Ne çiçek ne de çelenk
Sadece küçük otomobiller
Ve beş metre boyunda kelebekler


-Andre Breton-

Bakışını gördüm
Gözlerini kapattığın zaman
Mahzun olmama izin vermedin
Ve ben bir şey yapmasam bile bol bol ağladım
Artık bana hiçbir şey söylemeyeceksin
Hiç ama hiç
Bir sürü adam çiçekler getirdi

Nutuklar bile söylendi
Ben hiçbir şey söylemedim
Seni düşündüm.


Philipe Soupault
Çeviren: Orhan Veli

Hastalık

Aralıksız burnunu sokması vardır tanrının
büyüde,
bir tin ya da bir varlık olarak değil de
yüreğin
daha çürümüş olduğu bir halde.
Çünkü nedir ki yürek?
Bir çürüme,
eti delen bir çürümenin
yürek sızısı ki
bu çarpan yıvışık kan organizmasını,
bu aralıksız depremi,
bu yaşama baygınlığını yaratır.
Nedir bir yürek atışı?
Ansızın akışı, orada taşması
duran bir yaşam,
ve yeniden yola koyulan.
Neyin itelediği?
Bilinmiyor.
Şimdiden siyah bir gerekirlik,
buyurgan bir beyin elisıkılığı,
kırmızı etin dışkısını kaldırır
ve onu içindekini vermeye iter,
istediğini ve içindekini söylemeye.
Dernek ki bu çürümedir tanrı,
bu kırmızı dışkı,
bu elisıkılık.
Çünkü, bir hastalıktır tanrı.
Yaratıcı değil, yaratılan ile
yaratılmayan arasındaki Gayya
kuyusudur o.
Hiçbir zaman yeri doldurulamayan ve
doldurulmayan uçurum,
ama insanın her kan çekici düşüncesinde,
her buyrukçu bunaltıda burgulanan,
sıkıntılı ve tedirgin, önüne
bir başka bunaltı daha koymak için:
ne'den yapıldığını bilmeyen hoşnutsuz Varlığınkini,

oysa insan, o bilir bunu,
tek sağlığı yerinde olsun.


Antonin Artaud
Çeviren: Enis Batur

Mumyaya Çağrı

Saltık karanlıkların başladığı
bu deri-kemik burun deliklerin,
ve bir perde gibi örttüğün
bu dudak boyası

Ve sana düşte kayan bu altın,
kemikten arındıran yaşam
ve içinden ışığa kavuştuğun
bu yanlış bakışın çiçekleri

Ve bağırsaklarını ters çevirdiğin
bu incecik eller, Mumya, korkunç
gölgenin bir kuş biçimini aldığı
bu eller

Ölümün kuşku verici bir ayindeki
gibi süslendiği bütün bu şeyler,
bu gölge gevezelikleri ve siyah
bağırsaklarının yüzdüğü altın

İşte oradan iletiyorum sana,
damarlarının kireç kaplı yollarından
ve altının benim üzüncüm sanki,
en kötü ve en güvenilir tanığım.


Antonin Artaud
Çeviren: Enis Batur

29 Haziran 2017 Perşembe

Özgür Birlik

Orman ateşi saçlı karım
Isı şimşeği düşünceli
Kaplan ağzında susamuru bel’li karım
En iri yıldızlar demeti ağızlı kokart ağızlı karım
Ak toprak üzerinde ak sıçan izi dişli karım
Amber dilli perdahlanmış cam dilli
Kesilmiş kurban dilli karım
Gözlerini açıp kapayan bebek dilli
İnanılmaz taş dilli karım
Çocuk el yazısı elif kirpikli karım
Kırlangıç yuvası kenarı kaşlı
Kış bahçesi tavanı şakaklı arduvaz şakaklı karım
Cam buğusu şakaklı
Şampanya omuzlu karım
Buz altında kalmış yunus başlı çeşme omuzlu karım
Kibrit bilekli
Rastlantı parmaklı kupa beyi parmaklı karım
Kesilmiş saman parmaklı
Zerdeva koltuklu karım
Saint-Jean gecesi ve kurtbağrı koltukaltlı karım
Deniz köpüğü ve bölme kollu karım
Değirmen ve buğday karışımı kollu
Füze bacaklı karım
Umutsuzluk ve saat makinesi devinimli karım
Mürver ağacı iliği baldırlı
Baş harf ayaklı karım
Anahtar demeti ayaklı su içen gemi işçisi ayaklı karım
İncili arpa boyunlu karım
Vald’Or boğazı boyunlu
Sel yatağının ta içinde sözleşmek boyunlu karım
Gece göğüslü
Deniz tepeciği göğüslü
Yakut potası göğüslü karım
Çiğ altında gül görüntüsü göğüslü
Günlerin açılan yelpazesi karınlı karım
Dev pençe karınlı
Dikey uçan kuş sırtlı karım
Cıva sırtlı
Işık sırtlı karım
Yuvalanmış dövülmüş taş ve ıslanmış tebeşir enseli
Ve biraz önce içilen bir bardağın düşüşü enseli karım
Tekne kalçalı
Avize ve ok tüyü kalçalı karım
Ak tavuskuşu tüyü sapı kalçalı
Duyulmaz dengeli
Kumtaşı ve amyant kabaetli karım
Kuğu sırtı kabaetli
Bahar kabaetli karım
Glayöl kasıklı
Altın damarı ornitorenk kasıklı karım
Yıllanmış bonbon ve yosun kasıklı karım
Ayna kasıklı
Islak gözlü karım
Menekşe zırh takımı ve mıknatıslı iğne karım
Uçsuz bucaksız çayır gözlü
Hapishanede içilecek su gözlü
Hep balta altında kalan odun gözlü
Su düzeyi gözlü hava toprak ve ateş düzeyli gölü karım


Andre Breton
Çeviren: Selahattin Hilav

Şiir

Yavrum bu senin gülüşünün ardında
Bütün sevda kelimeleri çırılçıplak
Memelerini tutup çıkarıyorlar boynunu
Sonra kalçalarını gözbebeklerini
Sonra ne varsa okşayış adına
Bütün bunları bulup çıkarıyorlar
Seni öptüğüm zaman gözlerinden
Yalnız sen göresin diye
Bu sevda kelimeleri


Paul Eluard
Çeviren: Cemal Süreya

Ölmemekten Ölmek

Gözkapaklarımın üzerinde ayakta duruyor
Ve saçları saçlarımın içinde
Biçimi ellerimin biçiminde
Gözlerinin rengi gözlerimin renginde
Gölgemde yitip gidiyor
Tıpkı bir taş gibi gökyüzünde.

Gözleri var her zaman açık
Ve bir an olsun uyutmaz beni.
Düşleri var apaydınlık
Güneşler buharlaştıran
Güldürür, ağlatır beni ve güldürür
Konuşturur beni söylemeksizin tek bir söz.


Paul Eluard
Çeviren: Özdemir İnce

28 Haziran 2017 Çarşamba

Veliahtın Türküsü

Onur veririm siz canlılara, saygınlığım var aranızda
Biri konuşur sağımda, tüm gümbürtüsüyle içinin
Gemilere biniyor bir başkası
Kılıcına dayanıyor. Atlı, içmek üzere
Gölgeye çekin, eşiğine, boyalı iskemlesine yaşlının.
Onur veririm siz canlılara, iyiliğim var aranızda
Deyin kadınlara emzirsinler
Emzirsinler yeryüzünde şu ipince dumanı ...
Ve yürüyor düşlerde biri, denize doğru yol alıyor
Ve yükseliyor duman kıyıdaki burunlardan.

Onur veririm siz canlılara, acelem var aranızda
Köpekler, heey! köpeklerim, ıslıklarını size ...
Ve ünle onurla dolu ev ve yapraklar arasındaki sarı yıl
Ne de az şey yüreğinde adamın, düşünecek olursa:
Tüm yolları yeryüzünün besleniyor elimizden.


Saint-John Perse
Çeviren: Tahsin Saraç

Çanlar

Sen, elleri çırılçıplak yaşlı kişi
Yeniden kalabalığa karışmış, Crusoe!
Tasarlıyorum, ağlıyordun, Abbaye kulelerinden
kabaran bir deniz gibi boşanırken tüm Kent üzerine çanların
hıçkırığı ...

Sen ey giysileri alınmış!
Düşünüp ağlıyordun ay altında dalgakıranları;
daha öte kıyıların ıslıklarını; doğup kesilen tuhaf
ezgileri, o kapalı kanadı altında gecenin,
benzeyen, midyegillerin o iç içe halkalarına,
o kat kat büyümesine deniz altındaki gümbürtülerin ...


Saint-John Perse
Çeviren: Tahsin Saraç

Sürgün I

Archibald Mac Leish'e


Kumlara açılan kapılar, sürgüne açılan kapılar,
Fenercilere anahtarlar ve eşik taşına serilmiş ay:
Siz, beni konuklayan, bırakın bana sırça köşkünüzü kumlardaki
Biliyor yaramızda mızrak demirlerini o alçı taşından yaz
Bir yer seçiyorum, ortada ve hiç, o kemik yığan gibi mevsimlerin,
Ve tüm kumsallarında yeryüzünün, bırakıp kaçıyor yanmaz yatağını,
o tüten tanrısal öz
Kendilerinden geçirmek içindir Tauride prenslerini, şu kasınmaları
şimşeğin.


Saint-John Perse
Çeviren: Tahsin Saraç

27 Haziran 2017 Salı

Büyük Fetişler

İşte erkek ve kadın
Çirkinlikte ve çıplaklıkta eşit
Erkek daha az yağlı kadından ama daha güçlü
Karnının üzerinde eller ve kumbara ağız.

Çirkinim ben
Şu kız kokularını çeke çeke burnuma yalnızlığımda
Başım kazan gibi burnum ha düştü ha düşecek.

Kaçmak istedim reisin karılarından
Güneşin taşından çatırdıyla kırıldı başım
Kumsalda
Bir ağzım kaldı sadece
Açık bağırıp duran
Orası gibi anamın.

Ağaç budağı
Meşe palamudu biçiminde baş
Sert ve boyun eğmez
Soyulmuş yüz
Cinsiyetsiz ve hayasızca güleç tanrı.


Blaise Cendrars
Çeviren: Özdemir İnce

Hasta

Öylesine kocaman öylesine kocaman ki gökyüzü
Nereye gideceğimi bilemiyorum
Öylesine derin ki okyanus bir avuç yer bile yok bana
Kent karmaşık mı karmaşık kırlarsa çok aydınlık.
Göğüm ben, suyum, kumuyum dört bir yanın,
Alışamadım mı dersiniz henüz yaşamaya
Somurtkan bir çocuk muyum artık oynamak istemeyen,
Unuttum mu acaba, bir öksürsem
Yetmiş yılım da öksürür benimle birlikte.
Sabahları uyandığım zaman
Çıkmıyor muyum azar azar tüm gövdemle
Seksen dördüncü yılında geçen yüzyılın
Yaşlıların yaratıldığı yüzyıldan?
Ama kim göze alır yaşlılıktan söz etmeyi
En kurnaz sözcükler teslim olurken kalemimin ucunda,
Hepsinin en korkuncu yaşlı sözcüğü bile
Bana döndürüyor yüzünü yepyeni bir günebakanın
Bir günebakan ki filinta gibi delikanlı.
Sessiz umutsuzluk baltası benim elimde
Sense kalmış umut türküleri çağırıyorsun.


Jules Supervielle
Çeviren: Özdemir İnce

Whisper in Agony

Şaşırmayın sakın
İndirin gözkapaklarınızı
İkisi de
Taş kesilinceye kadar.

Dilediğini yapsın kalbiniz
İsterse dursun
Kendisi için çarpıyor aslında
Kendi gizli yamacında.

Eller uzayacak uzayacak
Kendi buz sandallarında,
Ve çıplaklaşacak alın
Kocaman bir alan gibi
Boş, iki ordu arasında.


Jules Supervielle
Çeviren: Özdemir İnce

26 Haziran 2017 Pazartesi

Bir Aşk Kırgınının Şarkısı

Ve bu şarkıyı söylediğimde
1903 yılında bilmezdim ben
Aşkımın benzeştiğini güzel Phenix'le
Gündüzün dirildiğini yeniden
Bir akşamüstü ölse bile

Yarı sisli bir akşam Londra'da
İpsizin biri aşkımı andıran
Birdenbire dikildi yoluma
Gözlerimi indirdim utançtan
Yüzüme fırlattığı bakışla

Gittim ardından bu arsız oğlanın
Elleri cebinde dudağında ıslık
Evler ayrık dalgaları Kızıl denizin
Sokaklar arasında ilerliyorduk
Kaçan Yahudilerdi o ben de Firavun

Şu tuğla dalgaları düşsün varsın
Bir kerecik olsun sevilmemişsen
Ulu hükümdarı benim Eski Mısır'ın
Kızkardeşiyle evli ordular kuran
Hiçlemişler seni başka ne yaparsın

Daldık bir sokağın alevlerine
İki yandan tutuşmuş duvarlarıyla
Ve yer yer kana bulanmış siste
Duvarlar eğilmiş yaralarına
Bir kadın -tıpkı o- duruyor siste

Onun acı tanımaz bakışıydı
Çıplak boğazında bir yara izi
Ben aşkın yalanını yapmacığını
Tam daha yeni anlamıştım ki
Sendeleyerek içkievinden çıktı

Ne yolculuklardan yıllardan sonra
Bilge Ulysse toprağına ayak basmıştı
Eski köpeği nasıl koşmuştu ona
Ve bıraktığı günkü gibi karısı
Bekliyordu gergefinin başında

Ve kral kocası Sacontale'nin
Sevinmişti döndüğünde zafer yorgunu
Soldurduğu gözlerle bekleyişin
Sevinmişti daha bitkin bulunca onu
Tüyleriyle oynarken erkek geyiğin

Bütün o mutlu kralları düşündüm
Aklımda yalan aşkım o kadın bir de
Bugün hala sevmekte olduğum
Dönek gölgeleri geçmiş iç içe
Çöreklendi yüreğime kördüğüm

Yazık o nesne cehennemi besliyor
Bir unutuş göğü açılsaydı ya
Tek öpüşüne canlarını verdiler
Gölgelerini sattılar uğruna
Ne krallar zavallı devletliler

Ben kış içindeyim oldum olası
Paskalya güneşi buyursanıza
Sivas kırklarının çektiği acı
Hiç kalır yaşadığımın yanında
Çözsenize yüreğimde biriken karı

Belleğim ey incelikli kadırga
Yetmez mi bunca çalkandığımız
Suyu ağza alınmaz dalgalarda
Yetmez mi buncadır avareyiz
Taze sabahtan hüzünlü akşama

Dönek aşk hadi yoluna sen de
Karanlığa karışan şu kadınla
Ve koyup giden kadınla birlikte
Beni geçen yıl Almanya' da
Bir daha da raslamam herhalde

Sen Samanyolu ne güleç ablasısın
Güz değmiş ırmakların Kenaneli'ndeki
Sevdalı kızlara vergi sırma saçların
Tıkanmış yüzücüler gibi izleyelim mi
Başka gök kıyılarına koşunu senin

Anıyorum ben şimdi başka bir yılı
Bir nisan sabahı erken uyanmıştım
İştahla söylediğim aşkın sarkışıydı
Sevincin sarkışıydı toz kondurmadığım
Yılın aşka teşne zamanlarıydı


Guillaume Apollinaire
Çeviren: Cemal Süreya - Tomris Uyar

Annie

Texas dolaylarında
Mobile'le Galveston arasında
Bir bahçe vardır ki gülden geçilmez
Ve bahçenin içinde bir köşk
Sanki kocaman bir gül

Bir kadın gezinip durur her gün
O bahçede bir başına
Ihlamurlu yoldan ne zaman geçsem
O bakar ben bakarım

Menno tarikatındandır kadın
Ne güllerinde gonca var bu yüzden
Ne de giysilerinin bir düğmesi
İki düğme eksik ceketimde benim de
O ve ben gönül yoldaşıyız sanki


Guillaume Apollinaire
Çeviren: Özdemir İnce

Ren Gecesi

Bardağımda şarap, bir alev gibi titriyor.
Bakın kayıkçı ağırdan bir şarkı tutturmuş.
Ayışığında yedi kız görmüş, öyle diyor;
Yeşil saçları ta topuklarını bulurmuş.

Kalkın, türküler söyleyin, oynayın yan yana;
Kayıkçının şarkısını duymayayım gayrı;
Bütün sarışın kızları getirin yanıma:
Saçları örülmüş durgun bakışlı kızları.

Ren sarhoştur, sularına asmalar vuran Ren;
Üzerinde gecelerin altını serili.
Yazı büyüleyen yeşil saçlı perilerden
Bahseder ölü bir ses, son nefesinde gibi.

Bir kahkaha gibi kırılır kadehim birden.


Guillaume Apollinaire
Çeviren: S. Eyüboğlu - Orhan Veli

Mirabeau Köprüsü

Seine akıyor Mirabeau Köprüsü'nün altından
Ve şu bizim aşkımız
Olur mu durasın şimdi anımsamadan
Sevincin geldiğini ancak acının ardından

Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde

Yüz yüze duralım böyle elin elimde kalsın
Ve aksın dursun
Sonsuz bakışlar dalgalar yorgun argın
Köprüsü altından kollarımızın

Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde

Aşklar akıp gidiyor şu akarsu gibi
Akıp gidiyor aşklar
Hayat öyle durgun öyle yavaş ki
Ve umut nasıl zorlu nasıl depdeli

Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde

Günler geçiyor günler haftalar yaman
Ve dönmüyor geri
Ne çıkıp giden aşklar ne geçen zaman
Seine akıyor Mirabeau Köprüsü'nün altından

Çalsana saat insene ey gece
Günler geçiyor bense hep aynı yerde.


Guillaume Apollinaire
Çeviren: Cemal Süreya

24 Haziran 2017 Cumartesi

Bilir Misiniz Eckart Üstadı?

Bilir misiniz Büyük Albert'i?
Joachim'i, Amaury de Bene'i?
Ya insan kılığına girip İsa'nın
Thöss'de gebe bıraktığı Margareta Ebner'i?

Bilir misiniz Henri Suso'yu
Nam-ı diğer Saygıdeğer Ruysbrock'u?
Ve balonculuğa özenen
Kanatlanmak isteyen Cupertino'yu?

Bilir misiniz bütün bunları?
Ya törenlerini Jean Tauler'in?
Gökten inmiş bir Amazon sanılan
Delikanlısını Yedi Rahibeler'in?

Bilir misiniz Jacob Boehm'i?
Ya Signatura Rerum'u?
X-ışınlarının öncüsü olan
Arşıdük Paracelsus'u?

Sevdiklerini pek bilmez insan,
Beni bir yana koyun, ben bilirim,
Bütün bunların hepsi de benim,
Yine de şebeğin tekiyim.


Max Jacob
Çeviren: Ülkü Tamer

Şapka Satıcısı

Bir elma ağacının üstünde uçtu güvercinler,
Avcılar koştu, güvercinler uçtu,
Hırsızlara gün doğdu, derman için bir tek elma yok,
Yalnız bir sarhoşun şapkası kaldı
En alçak dala asılı.
İyi sanat doğrusu şu şapka satıcılığı,
İlla ki sarhoş şapkası satıcılığı.
Hendeklerde mi dersin,
Çayırlar üzerinde mi ağaçlar üzerinde mi
Bul bulabildiğin kadar şapka.
Yenileri ise daima Kermarec'te bulunur,
Kermarec, Lannion'da şapka satıcısı.
Rüzgardır onun için çalışan.
Bense küçük bir terzi,
Ben de şapka satıcısı olacağım,
Elma şarabı çalışacak benim için.
Ve Kermarec kadar zengin olduğum zaman
Elma şarabı için elmalar veren bir elma bahçesi alacağım
Ve ehli güvercinler;
Bordeaux'daysam şarap içeceğim
Ve güneşin altında yürüyeceğim alnım açık.


Max Jacob
Çeviren: Sezai Karakoç

Helena

Gök! benim... geliyorum ölüm mağaralarından,
Duymaya çarpışını sahile dalgaların,
Görüyorum altın kürekli kadırgaların
Belirişini şafakla karanlıklardan.

Ünlüyor kralları şimdi bu yalnız eller,
Tuzlu sakalları parmaklarımı eğlerdi;
Ağlıyordum. Onlar utkularını söylerdi
Ardında gemilerin uzaklaşan körfezler.

Duyuyorum boynuzların, süel boruların.
Kalkışına tempo tutuşunu küreklerin
Boğuyor gürültüyü türküsü tayfaların.

Şanlı burnunda gemilerin, coşkun tanrılar,
O eski gülüşleriyle dövdüğü denizlerin
Yontuk, dost kollarını bana uzatıyorlar.


Paul Valery
Çeviren: İlhan Berk

Dost Orman

Temiz şeyler düşündük, tertemiz;
Uzun yollar boyunca beraber;
Eli elimde, yan yana, sessiz;
Çevremizde karanlık çiçekler.

Yapyalnız, kırda, yeşil gecede,
Yürüyorduk, nişanlılar gibi,
Gökte ay, masaldaki meyve,
Bölüştük o sihirli meyveyi.

Ve öldük yosunlar üzerinde,
Uzakta, yalnız o mırıltılı,
O dost ormanın gölgelerinde.

Sonra gökte, nurlarla sarılı,
Buldum seni, yaş dolu gözlerim,
Sevgili sükut yoldaşım benim.


Paul Valery
Çeviren: Orhan Veli

23 Haziran 2017 Cuma

Kutsal Öğle

İşte oldu öğle. Tanrıevi açık. Girelim.
İsa'nın annesi, tapınmaya gelmedim.

Sunacak hiçbir şeyim yok ve hiçbir şey, isteyeceğim;
Geliyorum yalnız sana bakmak için anneciğim.

Sana bakmak; ağlamak sevinçten; olmak farkında,
Ben senin oğlunum ve sen, orda.

Tükenişi varlığın, durduğu akışın,
Öğle!
Seninle olmak Meryem, olduğun o yerde...

Tek kelime söylemeksizin yüzüne bakmak;
Gönlü, öz diliyle şakımaya bırakmak.

Tek kelime söylemeksizin şakımak çünkü gönül dolu ağzına kadar,
Karatavuk gibi bulur hemencecik düşüncesine uygun kesik vuruşlar.

Çünkü sen güzelsin, lekesiz çünkü sen.
Sonunda kavuştuğumuz kurtuluş ve iyilik içinde yüzen kadın sen.

Bir varlık, iki yüceliği içinde ve son ucuna varmış yaratılmışlığın.
Tanrıdan geldiği gibi tanla birlik, cevheri içinde hürlüğün ve aydınlığın.

İsa'nın annesisin, anlatılamaz öylesine el değmemiş,
Kollarının arasında gerçek ve tek umut ve tek yemiş.

Çünkü sensin kadını, cenneti unutulmuş eski şefkatlerin,
Kavrar yüreği, ağlatmaya hazır insanı, gözlerin!

Çünkü beni kurtardın, çünkü kurtardın Fransayı;
Çünkü bir dertti sana bencileyin Fransa.

Çünkü her şeyin çöktüğü saatte geldin kurtardın Fransa'yı;
Çünkü kurtardın Fransa'yı bir kez daha.

Çünkü bak, ne ışıklı öğle, çünkü aydınlığındayız seninle
Çünkü ben bütün gün orda, çünkü sen

Meryem'sin, tek varsın, yaşıyorsun ya:
İsa'nın annesi bin teşekkür sana.


Paul Claudel
Çeviren: Sezai Karakoç

Cigara

Evet, bu dünya tatsız, ya öteki, palavra.
Boyun eğmişim kadere, yaşıyarak, bedbin.
Ölüm gelinceyedek, vakit öldürmek için.
İçerim, Tanrıların huzurunda, cigara.

Siz didinin, yarınki zavallı iskeletler;
Ben, gökyüzüne doğru kıvrılan mavi ırmak,
Uyurum bir hudutsuz dalgaya kapılarak,
Etrafta baygın kokulu buhurdanlar tüter.

Cennetteyim, çiçek açmış rüyalar aydınlık,
Tuhaf, garip valsler içinde karma karışık;
Sivrisinek korolarıyla bir fil akını.

Uyanırım nihayet dilimde mısralarını;
Sevinç içinde tatlı tatlı dinlerim
Nar gibi kızarmış sevgili başparmağımı.


Jules Laforgue
Çeviren: Orhan Veli

Sesliler

A kara, E ak, İ al, U yeşil, O mavi: sesliler,
Diyeceğim bir gün gizli doğumlarınızı da;
Karanlık koylara, kara sineklere benzer A,
O amansız pis kokular üstünde fır dönerler,

Kır çiçeği, buhar, çadır beyazlığında E'ler,
Benzer dik buzullar mızrağına, ak krallara;
Gülüşüne, İ, o güzelim, kızıl dudakların, kana,
O pişman sarhoşluklar içindeki, o öfkeler;

Çevreler U, yeşil denizlerin çalkantısı,
Sessizliği onca otlakların, yüz kırışıklıklarının
Bastığı simyanın geniş alınlara damgasını;

Kutsal Borazan O, yaban çığlıklar, gürültüler,
Meleklerden, acunlardan geçmiş sessizlikler:
- Sen ey Omega, ey o mor ışını Gözlerinin!


Arthur Rimbaud
Çeviren: İlhan Berk