Şiir, Sadece

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Bakıyorum Gözlerinin İçine

Bakıyorum gözlerinin içine yine yine
Okuyorum gözlerinde
Oldum olası bildiğim masalları;
Bakıyorum gözlerinin içine yine yine,
Bakıyorum gözlerinde hepsine -
Büyülercesine gerçek ve cana yakın.
Ben Küçük Afacanım
Koca kurdun girmediği ormanda.
Hem de Pamuk Prenses
Ama cadım yok, cücelerim yok.
Bakıyorum gözlerinin içine yine yine,
Aynam olmasa da olur, yalan bilmeyen,
Güzeller güzeli kim diye sormayan.
Şafakların ecesiyim ben uykuda,
Ama yüreğim uyanık.
Hem sondan bir önceki sayfada
Küçücük Külkedisiyim her zaman
Saat geceyarısını çalar çalmaz
İnerim koşar adım
Merdivenlerden.
Ama hiç yitirmem ki pabucumu
Merdivenlerden inerken,
Sonra tırmanırım yeni baştan
Masalları okumak için yine
Okumak için hepsini - sende.


Puah Shalev
Çeviren: Talat Sait Halman

Karanlıkta

Öyle olur ki karanlıkta, geceyarılarında
Birbirinden kara düşünceler kurcalar zihnimi
Yüreğim büyük bir acıyla burkulur;
Çağlardan beri süregelen bir acıyla.

Yalnızlığın korkunç duygusuna kapılırım o vakit
Kara bir bulutun yalnızlığı gibi
Geceleyin sükuna kavuşur karanlık ülke,
Kara bulutu sürükler sonbahar rüzgarı.

Eserlerde bile yaşamayacağım sanırım
Boşa harcamışım bütün gücümü,
Hayat bir düşe benzer, şarkıya benzer,
Bir gölge olup karanlıklara karışacağım ben de.


Yaakov Steinberg
Çeviren: Nesim Eskin

Vaha

Dudaklarımda sanki
Dumandan hafif bir tüy.

Gözlerimin balıkları üstünde
Bir su çiçeği sanki.

Saçlarımı yıkayacağım geceleyin
Ve vücudumu ayın balesinde.

Çölümden çıkıp geleceğim
İlerimin vahasına.


Rina Chany
Çeviren: Muzaffer Uyguner

12 Ağustos 2017 Cumartesi

Yaralılar

Biz yoksuluz
Yavrularımıza kupkuru meme
Çocuklarımıza bayat mı bayat ekmek
Su desen kıt giyecek de yok

Dağılmışız yurdun dört bucağına
Uzak dağlar arasında soğuk vadilerde
Bizleri fırtınadan çiğden koruyan
Ya bir çadırdır ya bir teneke kulübe

Oysa yanıbaşımızda
Sımsıcak evlerinde sapasağlam
Soydaşlarımız kardeşlerimiz

Bulunmasına bulunur zamanla
Kederlilerin umutsuzların derdine çare

Ama vakit dar yaralar derin
Bir yanda giysiler karınları doyanlar
Öte yanda yalınayaklılar yemek bulamayanlar
Bağdaşamayan iki ayrı dünya

Vakit dar sızlamaya başlıyor yaralar
O kapandıkları sanılanlar da
İmdat dileyen açlar
Yalınayaklılar acılar içinde


Şlomo Tanni
Çeviren: Nesim Eskin

Alaca Karanlık

Böyle akşamlar masmavidir ortalık,
Gökten bir parça düşmüş gibi
Evlerin ağaçların üzerine;
Çıplak kadın üzerinde çarşaf.

Böyle akşamlar keyfim yerinde,
Umutla sarmaş dolaş
Çaresizlik, keder, sıkıntı;
Bir deniz havasıdır esen tepede.

Böyle akşamlar bilirim.
Işın demeti düşmüş gibi
Kımıldayan deniz dibinde;
Çölün kayalığında yankı.


Şlomo Tanni
Çeviren: Nesim Eskin

Çok Yürekliler

Çok yürekli şu koca Tel-Aviv kentinin dilencileri
Nasıl temsilcisi olmayı göze alabiliyorlar Tanrı'nın
O Tanrı ki kendisi sürüp çıkardı
Bütün sesleri, çığlıkları dağlara doğru
Bırakarak arkasında
Cıvıldamayan kuşlar
Kara kara dumanlar
Ve kocaman bir ateş.
Bir gün gelecek
yetmişi birden
yatırılacaklar yakıcı asfaltı üzerine bu kentin,
ve eriyip hepsi
yola karışıp
yol olacaklar.
Bir saat önce toprağa gömdüler onu.
İçimde şimdi haykırışlar yükseliyor
Taş duvarları üzerinde Kudüs'teki odamın.
Çoktan ışıkları söndürdüler aşağıda
Ama içimde hala inildiyor rüzgar
Ve haykırıyor onun adını
Guivat - Shaoul çamlarında. Acımasızca
Hoşlanıyor korkunç öyküsünden bu genç insanın,
Bir saat oluyor gömdüler bu
Genç insanı ve konuşma yapmadı hiç kimse
Mezarının başında.


Adamiel Koşman
Çeviren: Özdemir İnce

Evinde Efendi Olmak

Kendi evinin efendisi olmak, rüzgarda
ölçülmek, incir ağacının altında oturmak,

izlerini sürmek bağları harap eden
tilkilerin, toprağın kitabını okumak,

Görkemini tanımak gönderilen ışığın, onun
ayaklarına, sakınmak aşırılmış sudan, ateşten sakınır gibi

İki kez dokunmak ve nesneye, aysız oturmak her gün ve bakmak
bulutlara doğru.

Geçen kim mülkü, geceleyin,
denize giden yol üzerinde.


Dan Pagis
Çeviren: Özdemir İnce

11 Ağustos 2017 Cuma

Özyaşam Öyküsü

İlk vuruşta öldüm ve gömdüler beni
Bir taşlı tarlaya.
Karga öğretti ana babama
Beni ne yapacaklarını.

Ünlüyse bugün ailem, çokçası benim sayemde
Kardeşim cinayeti keşfetti,
Anababam, gözyaşlarını,
Ben de sessizliği.

Sonra herkesin gayet iyi bildiği şeyler.
Geliştirildi bulgularımız. Bir şey başka bir şeyi getirdi
Buyruklar verildi. Ve kendi tarzında öldürdü kimileri
Ve kendi üslubunca ağladı kimileri

Ad sıralamayacağım şimdi
Okura saygı nedeniyle,
Çünkü başlangıçta ürkütür ayrıntılar
Ama sonra bıktırırlar.

Bir kez ölebilirsin, iki kez hatta yedi kez,
Milyarlarca kez ölebilirsin istersen.
Ben de yapabilirim bunu.
Hücrelerim gizlice ulaşabilir her yere.

Çoğalmaya başlayınca yeryüzünde Kabil,
Karnında çoğalmaya başladım toprağın ben de,
Ve o zamandan bu yana geride bıraktı gücüm onunkini.
Terk edip onu askerleri bana katılıyorlar.
Bir şey değil daha, öcümün yarısı bile değil.


Dan Pagis
Çeviren: Özdemir İnce

Yaz Zamanıydı

Yaz zamanıydı, sonuydu sanırım yazın
Ve son bir kez doğudan batıya göçtüğünde
Ayak seslerini duyduğumu anımsıyorum.
Ve dünyada mendiller yitiriyordu,
Ve kitaplar, insanlar.

Yaz zamanıydı, sonuydu sanırım yazın
Öğle sonrasında sonsuz saatler vardı,
Sen vardın;
Ve ilk kez
Kefenini giydiğinde
Farkına bile varmamıştık
Çiçeklerle kaplıydı çünkü üzeri.


Yehuda Amichai
Çeviren: Roni Margulies

Vücutlarımızın Gölgesi Gibi

Vücutlarımızın gölgesi gibi
Buralarda yaşadığımızın belirtisi kalmayacak yakında.
Ardımız sıra kapanacak dünya,
Kumlar düzelecek yeniden.

Var olmadığın tarihler
Görünür oldu daha şimdiden,
Üzerimize yağmayacak yağmurların
Şimdiden bulutlarını üflüyor yel.

Ve şimdiden adın gemilerin yolcu listelerinde,
Ve kayıt defterlerinde
Adları bile
Yüreğimi daraltan otellerin.

Bildiğim üç dil,
Gördüğüm ve düşlediğim tüm renkler:

Hiçbiri işime yaramayacak.


Yehuda Amichai
Çeviren: Ronj Margulies

10 Ağustos 2017 Perşembe

Bu Yüzyılın Ortalarında

Bu yüzyılın ortalarında birbirimize döndük
Yüzlerimizin yarısı ve dolu gözlerle
Eski Mısır'dan bir sahne gibi
Bir an, öylece.

Saçlarını okşadım
Geldiğin yöne doğru,
Çağırdık birbirimizi,
Bilinmez kentlerin adını söyler gibi
Yol boyunca
Kimsenin uğramadığı kentler.

Şarap gibi
İnsanları içiyor dünya ve sevilerini,
Unutmak için,
Unutamıyor
Ve Filistin tepelerinin etekleri gibi
Huzur bulamayacağız hiçbir zaman.

Bu yüzyılın ortalarında birbirimize döndük,
Beni bekleyen vücudunu gördüm gölgelerin arasında
Daha o zaman sıkılıyordu sırtımda
Uzun bir yolculuğun deri kayışları.
Ölümlü kalçalarına övgüler düzdüm,
Geçici yüzümü övdün sense,
Saçlarını okşadım gideceğin yöne doğru,
Sonunun peygamberi derine dokundum
Uykusuz ellerine dokundum
Belki bir gün şarkılar söyleyecek dudaklarına dokundum.

Çölün tozları kapladı
Üzerinde yemeye zamanımız olmayan masayı,
Fakat parmağımla
Adının harflerini yazabildim tozlara


Yehuda Amichai
Çeviren: Roni Margulies

Demir Kırıntıları Arasında

Demir kırıntılarıyla paslı düşler arasında
Buldum seni

Yitmiştin şaşkın avuçlarımda:
Yüzün mü bu? Omuzların mı bunlar? Gecenin saçları mı?

Koyu yalım ve uykuya dalmış ağzın.
Nasıl da unuttu yıllar gözlerini!

Belirdiler işte çevrende senin
Sivri mızraklar halinde

Üstünde senin beyaz ve ince kabartma
Gidip gelen rüzgarlarda

Buldum seni -
Rüzgarın ortasında yaralı yüzüm ve kollarım alabildiğine açık.


Touvia Rubner
Çeviren: Özdemir İnce

Güne Güneş

Gene yeşil güneş çamlarda,
Hem açık hem koyu ışınlar,
Gecenin süslediği günler güzel
Korkulu yıllar sonunda.
Bir kuş şarkı söylüyor güne,
Düşsel yağmur yüklü bulutlar,
Ölüler toprak altında,
Yıldızlar koca uzayın göbeğinde,
Sınırdan sınıra gidip gelen insanlar
Yolluyorlar ses kuşlarını birbirlerine.
Haftadan haftaya, gücendirir ve kafasını kurcalar daha
Bunlar canlı kalacak gözlerimde
Kendimi yaşadıkça bir gün daha.


Touvia Rubner
Çeviren: Nesim Eskin

9 Ağustos 2017 Çarşamba

Dünya Ulusları

dünya ulusları
sizler sizler ki bilinmeyen yıldızların
güçleriyle sarılı makaralar gibi
dikersiniz ve dikileni yeniden ayırırsınız
sizler ki dilin karmaşıklığına çıkarsınız
arı kovanına girer gibi
tatlıda sokmak
ve sokulmak için

dünya ulusları
sözcüklerin evrenini yok etmeyiniz

kin bıçağıyla kesmeyiniz
soluk alışımızla doğan sesi

dünya ulusları
biri yaşamak deyince ölümü duyurmasın
ve beşik deyince kan demek istemesin

dünya ulusları
sözcükleri kaynağında bırakınız
çünkü onlardır ulusları
gerçek göklere götürebilen
ve görünmeyen yanıyla onların ardında
gecedir bir maske gibi esneyen
onlardır yıldızların doğuşuna yardım eden


Nelly Sachs
Çeviren: Sedat Umran

Hazırdır Bütün Ülkeler

bütün ülkeler hazırdır
ayağa kalkmaya haritadan
yıldız derilerini silkip atmak için
denizlerin mavi yüklerini
sırtlarına alıp düğümlemek için
dağlarını ateş kökleriyle
kasketler gibi geçirmek için
duman çıkaran saçlarına

acılarının son ağırlığını
bavullarında taşımak için bir koza kurdu gibi
onlar ki onun kanatlarında bir gün
yolculuklarını sona erdirecekler


Nelly Sachs
Çeviren: Sedat Umran

Yoktan Yaratmadım

Yoktan yaratmadım bu ışığı ben,
Babamdan da kalmadı.
Bağrımdan çıkardım onu, bağrımdan,
Bağrımdaki taştan çıkardım.

Bir kıvılcımdır, durur bağrımdaki taşta,
Bir kıvılcım ancak, ama her şeyim benim.
Ne zorla elde ettim, ne de çaldım onu ben,
Bende, benim içimde.

Gün olur tükenmez acılarımdan,
Yüreğim sızlar sanki,
Boşanır, gözlerime taşar kıvılcım,
İner mısralarıma.

Sonra da ısıtıp yüreğinizi,
Söner kendi közünüzde.
Ah işte soluğumla, kanımla tutuşturup
Çıkardığım yangın ...


Hayim-Nahman Bialik
Çeviren: Sait Maden

8 Ağustos 2017 Salı

Altına Al Beni Kanatlarının

Al beni, altına al kanatlarının,
Kızkardeşim, anam ol benim.
Başıma bir sığınak olsun kucağın
ve bir yuva, dualarıma.

Yarı karanlıkta, akşam üzeri,
Sana dertlerimden söz açsam.
Gençlik hiç tükenmez derler, derler ya,
Söyle bana, nerde gençliğim?

Anlatılmaz, daha neler var;
Gönlüm, deli gönlüm odlara yandı,
Sevgi hiç tükenmez derler, derler ya,
Geri çağrılır mı bir daha sevgi?

Yıldızlar, aldattı yıldızlar beni,
Kaçtı benden kurduğum düşler,
İşte şimdi hiçbir şeyim yok,
Hiçbir şeyim yok şu yeryüzünde.

Al beni, altına al kanatlarının,
Kızkardeşim, anam ol benim.
Başıma bir sığınak olsun kucağın
Ve bir yuva, dualarıma.


Hayim-Nahman Bialik
Çeviren: Sait Maden

Miguel Hernandez'e

Miguel, ben de toprağım, ben de
ölüm yoktur, yoktur ölüm,
göğüslerimiz üzerinden arabalar geçerse,
duyumsarsam bende sürdüğünü hayatının,
senin sustuklarını ben söyleyebilirsem,
dilimi öğrenirse bir başka ülke,
senin hasatınsam ben, senin hasadın benimse,
ellerimiz varsa, aletlerimiz varsa ellerimizde,
yoktur ölüm, ölüm yoktur, Miguel,
toprak adımızdır bizim, herkesin adıdır,
ve ölmez, toprağa gömülse de toprak.


Jesus Lopez Pacheco
Çeviren: Özdemir İnce

Elleriyle Yaşayanların Türküsü

İstemiyorum başkalarının malını mülkünü
İsteğim yok kesinlikle
kendi ekmeğimden ve bir parça havadan başka.

Çiçek istiyorum, çiçek istiyorum yalnızca
ve ekmeğimi istiyorum kendi ellerimin ürünü olan.


Jesus Lopez Pacheco
Çeviren: Özdemir İnce

7 Ağustos 2017 Pazartesi

Halk

Binlerce kez öldürdüler seni.
Her gün öldürdüler seni.

Dayayıp sırtını duvarlara
delik deşik ettiler gövdeni
kurşunlarıyla.

Nasıl yaşayabiliyorsun hala?
Ve senden niçin korkuyorlar?


Jesus Lopez Pacheco
Çeviren: Özdemir İnce

Bu Gece

Kaldırın, kaldırın gözlerimden
şu sisini yüzyılların.
Bir çocuk gibi görmek istiyorum
her şeyini dünyanın.

Kederlendiricidir, sabahları
hep aynı şeyleri görmek.
Bu kanlı geceyi
ve reziller rezili hayatı.

Ama bir gün gelecek
bir gün ki bambaşka.
Ve ışık da gelecek
inanın inanın bana.


Jesus Lopez Pacheco
Çeviren: Özdemir İnce

Elimi Üzerine Koyuyorum İspanya'nın

Elimi üzerine koyuyorum İspanya'nın
ve ant içiyorum adını boş yere yazmamaya.
Kökünden kesebilirsiniz elimi, eğer
yalan yere yemin edersem bir gün
İspanya'ya ve onun halkına.


Jesus Lopez Pacheco
Çeviren: Özdemir İnce

Alkışla Seçilen

Bir yanlış anlaşılma oldu aslında.
"Sandık başına!" diye haykırdı halk,
ama o "Silah başına!" anladı, "Silah başına!" dedi.
Gururu okşandı ve şahlanıp
tüfekle, tabancayla ve yasayla
bir yığın insan öldürdü.

Kınına sokarken kılıcını, konuştu:
"Demokrasi yetkinliktir, olgunluktur" dedi.
Alkış tuttu bu sözlere halk. Sustu ölüler,
aldırmadılar bile, başka ne yapsınlar?

İradesi gerçekleşti halkın.
Bundan böyle eğer -sessizlik-
isterseniz Şefiniz olurum artık.
Parmağını kaldırabilir yalnızca
aranızda böyle düşünmeyen varsa.

Ezici bir çoğunlukla bütün cesetler
ona mezarlığın başkomutanlığını verdiler.


Angel Gonzalez
Çeviren: Özdemir İnce

5 Ağustos 2017 Cumartesi

Yaşam?

Söyle bana neye benziyor ağaç.
Üzerinde kuşlar uçtuğu zaman
nasıldır bir ırmağın şarkısı.

Denizi anlat bana. Anlat bana
engin kokusunu tarlaların.
Yıldızları. Havayı.

Ufukları anlat bana,
bir yoksul kulübesi gibi
kilitsiz, anahtarsız ufukları.

Nasıldır öpmesi bir kadının
söyle bana. An biraz da
aşkın adını: anımsamıyorum artık.

Kokar mı geceler hala
ayışığında mutluluktan titreyen
aşıkların kokusuyla?

Kalmadı mı yoksa geriye bir şey
şu çukurdan, şu mezar ışığından
ve volta taşlarımın türküsünden başka?

Tam yirmi iki yıl oldu... Unuttum
nasıldı boyutları, nasıldı
kokusu ve rengi dünyanın ...

Rasgele yazıyorum: "deniz" ve "kırlar"ı
"Orman" diyorum, ama unuttum artık
nasıldı boyu bosu bir ağacın.

Konuşuyorum, canlandırmak için hayalimde
yılların gözlerimden sildiği şeyleri.

(Sürdürmek olanaksız artık: çünkü
ayak seslerini duyuyorum gardiyanın.)


Marcos Ana
Çeviren: Özdemir İnce

XXX

Tek bir sözcük
gelmeyecek dudaklarıma
gerçekliği
olmayan.
Tek bir hece
gerekli olmayan.
Yaşadım
görmek için
sözcüklerin
ağacını, tanığı
oldum
insanın, yaprak yaprak,
Yaktım bütün teknelerini
rüzgarın.
Yerle bir ettim
düşleri,
yaşayan sözcükler
ektim.
Biri olsun
çıkmadı sözümden:
kökledim
söktüm çıkardım
sessizliği topraktan
güneşin alnında.
Sayılıdır
günlerim
bir,
iki,
dört
kitap sildi unutulmayı.
Ey kırları,
ey dağları, ey ırmağı
Darro'nun: diri diri
yok edin beni.
Yükseltin
mavi doruklarına ülkemin
sesi.
Tek bir mazgal
kaldı bana
benimdir diyebileceğim.
Ey yitik hava
ey yitik deniz.
Gelip çarpın
mısralarıma
ve yankılarım
özgürlüğün tadını
çıkara çıkara.


Blas De Otero
Çeviren: Özdemir İnce

Bu Taşın Üzerinde Kuracağım

Tanığınım senin, ey gözlerimin toprağı,
özümlenen yurt, satırı gözkapaklarımın,
sen, kanla giren karamsar hava
dudaklarımın yazma sanatına.

Durumunu anlatıyorum, aktarıyorum sayısız
ayrıntısını yüzünün ve sonra acıyla sunuyorum
bu def ter yapraklarında onları rüzgara.
Ey kılıcın ikiye böldüğü taş. Sen. Günah taşı.

Geri geri gitmenin İspanya'sı,
sen, bardaksız su, su varken; susuz bardak,
susayıp kavrulurken. "Tanrım, nasıl da uysal
iyi bir kulun var..."
var..."


Sessizlik,
artık tek bir mazgalım bile yok
bu benimdir diyebileceğim.
(Eski bir Romans'tan)


Blas De Otero
Çeviren: Özdemir İnce

Yoksulluk, Basitlik, Sevinç

Türküsünü söylemeyi öğrendim
yoksulluğun, basitliğin, sevincin.
Şu ellerimle dokundum yaşama.

Türküsünü söylemeyi öğrendim
yoksulluğun, güçlüye tatlı gelen
insanlığımın görevidir
savaşma sevince.

Şu ellerimle dokundum yaşama,
biçim verir sınırları karşı koymama,
aydınlattı günü sonsuzluk tutkusu.

İçime çektim denizi,
izledim iğri gülümseyişlerinde
unutulmuş kadınların,
bir barış antlaşmasının kolay imzasını.

Şu ellerimle dokundum yaşama:
yoksulluğa, basitliğe, sevince:
içimden gelen ses tanıktır buna.

Türküsünü söylemeyi öğrendim
azınlık içinden utkuya yücelip
gerçeği haykırmanın,
yüreğim vura vura özgürlüğe kavuşmanın:

zoraki özgürlük,
var olmayan insanlık özgürlüğü:
kader yerine kahramanca büyüyüş.

Türküsünü söylemeyi öğrendim
tatlılık ve ciddilikle geleceğe yönelmenin,
yasalara uymanın,
barışa doğru itelenmenin.

Yoksulluk, basitlik, sevinç,
bir insan olmanın gücü, somut kazanç,
bir gülümseyişi saran adalet!

Türküsünü söylemeyi öğrendim
sen, ben, herkes için ölünceye dek
hoş, tatlı, kederli gerçeğin
ve de bitmez tükenmez tarihin.

Bir insan olarak hürüm ben,
Kabul edince işleyen barışımı, büyürüm,
türküsünü söylersem umudun
söylediğim türkü olurum.


Gabriel Celaya
Çeviren: Yekta Ataman

4 Ağustos 2017 Cuma

Bertolt Brecht'in Dönüşü

Geliyorsun bana türküler söyleyerek
ey yiğitliğin ozanı, ey Galile!
aşıp da denizi zifir karanlıkta
ulaşıyorsun beni barındıran topraklara
uzakta yurdumdan, sürgünümde.

Geliyorsun bana, ta Bedin'den
o candan, arkadaş köşesinden evinin
bir sabah orada, sunmuştun bana
adalet dolu yüreğini, utangaç ve sevecen,
ışığını aklının, berrak ve belirgin.

Sokaklarda bağrı paramparça
haykırıyordu kent, senin kentin,
ve sen orada çelikten sözünü
o yüce yapıyı yükseltmedeydin
ki nasıl geniş bir alan oldu halkına.

Canlıydın, ateş dolu ve şimdi de
ölmüş olsan da dirisin her zamankinden
görüyorsun, dosdoğru, uyanık yüreğini yurdunun
uyumayan şeyleri tetikte bekleyen
yeni bir güneş doğurmak için dünyanın üstünde

Böylece, geliyorsun, diri bir umutla
ayakta tuttuğun hep, bu gecede de
aşıp da denizi, her zamanki gibi uykusuz
ve tüfekleriyle Carrar Ana'nın
nişan alarak her zamanki gibi
ansızın kan saçan o korkunç gölgelere,
şafağın düşmanlarına, gün ışığının
ağu katanlara tatlı ekmeğimize.

Dönüşün, seçkin varlığın yanıbaşımda
bir ışın gibi görünüşün birdenbire
hep destek olsun bana yaşamımda
ey yiğitliğin ozanı, ey Galile!


Rafael Alberti
Çeviren: A. Behramoğlu

Şair Herkes İçin Söyler Türküsünü

I.

İşte herkes orda, bakarsın geçişlerine.
Nasıl can atarsın, aralarına karışmak tanımak için onları
Yüreğindeki çılgın kasırgadır çıldırtan seni.
Acının depreştirdiği kalabalık,
İçine işlemiş susku,
Ne deyip karar verirsin. İşte, geçiyorlar.

Herkes. Çocuklar ve kadınlar. Durmuş oturmuş erkekler bile.
Acı apaçık bakışlarında.
Ve bir tek kalabalık, tek bir varlık gibi geçer.

Ve sen, daralmış yüreğin, tek başına kalan acının
kudurganlığıyla,
Son bir çabayla kalabalığa karışırsın.
Kendini bulursun, kendini tanırsın böylece.
Dingin dalgalara bırakıp kendini, ağır ağır açılırsın.
Yumuşak itişlerle gidersin, yumuşacık sallanışlarla.
Ve yoğun bir mırıltı duyarsın, alçak sesle söylenen bir ilahiyi
andıran.
Binlerce yürek tek bir yürekte çarpar, sürükler seni.


II.

Seni sürükleyen tek bir yürektir. El etek çeker
Kendi acın, daralmış yüreğin ferahlar.
Tek bir yürek olursun, şakaklarında duyarsın atışını,
Seni sarar, göğsünü kabartır,
yürüdükçe güç verir kollarına.
Ve eğer dikelirsen, bir an yükseltirsen sesini,
bilirsin ki bir türküdür söylediğin,
karanlık ve uçsuz bucaksız bütün bedenlerin derininden kopup
gelen aydınlıktı bu
ve bedenlerde, ruhlarda senin haykırışınla borcunu ödeyendir,
sana destek olanların sesidir, içinde sen de varsın,
senin sesin, şaşırarak kendini tanıdığın güçlü ve gerçek ses.
Darmadağın olmuş yüreklerin sesidir bu, gırtlağından
fışkırıp gökleri saran
ses sade ve açık.


III.

Herkes için yükselir bu ses, bak bütün insanların kulağı sende.
Kendilerini duyarlar, kendilerini bulurlar bir tek seste.
Söylediğin türkünün gücü kuvveti onlardır, bir ırmak gibidirler.
Irmağın dalgalarına karıştın, dağılır gibi insanları birbirine
İşte onları sürükleyen ses, titreşir ve bir yol gibi uzar.
İnsanların adımları üstünden geçer onun, onlar
çiğner ve bedenlerinden izler bırakırlar.
Ses dağılır, verir kendini ve kalabalık akar, akar,
yüreğe ulaşır, bir yoldur bu, bir dağ gibi
Tepeye kadar varır. Güneşin rengi alınlarda solar.
Herkes türkü söylemeye koyulur aydınlık zirvede.
Sesin onların sesi, ortak ve yüce.
Ve kuvvetin ve gerçeğin maviliği
yankılar insanların sesini. Görkemle
bağladın.


Vicente Aleixandre
Çeviren: A. Hatipoğlu - E. Canberk

Gerçek

Duvarlar değil, gölgeler boğuyor kalbimi; nedir bu
gölgelerde gülümseyen? Hangi yalnızlık bu çırpınan
aysız acısıyla kollarının ve bitmeyen çığlıklarını
geceye çarpan? Kim bu gizlice şakıyan yapraklar içinde?
Kuşlar mı? Sanmam, bir anısıdır kuşların belki. Nesin sen
bir yankıdan başka, bir yankı ancak, dağınık tüyler,
bir yığın döküntü elimde kalan? Sevgiliyi öpmek değildir
külleri öpmek. Ve kurumuş bir dalı kemirmek
o kadar uzaktır ki ışıyan bu dudakları
yükseldikçe parıltısına parıltı katan şu fildişi göğse
dayamaktan. Güneş, ey göz kamaştıran güneş!

Bir yana bırakılır giysiler - hışırtılı, işe yaramaz
kalıntıları şehrin. Gövde pırıl pırıl uzanır,
çıplak, akan suları gibi bir kaynağın,
dönencelerde yanan dalların arasında
kendini duyuruşu gibi ekvatordan fışkıran hayatın.

İç; tüket o güçlü ateşini öğle vaktinin -
ışıklarını doruklara salıp tam bir esriklik içinde
seni tutuşturan ve eriten. Ey güzel, hayatı sürdüren ölüm,
közleri günün! Hayatına alevlerle son veren balta
girmemiş orman!


Vicente Aleixandre
Çeviren: Cevat Çapan

3 Ağustos 2017 Perşembe

Ignacio Sanchez Mesias İçin Ağıt

IV. Artık Olmayan


Boğa bilmiyor seni, incir ağacı da,
Ne atlar, ne de evindeki karıncalar.
Çocuk da ikindi de bilmiyor seni,
Çünkü başladın artık yaşamamaya.

Taşın arkası bilmiyor seni,
İçinde çürüdüğün kara atlas da.
Sessiz anıların bile seni bilmiyor,
Çünkü başladın artık yaşamamaya.

Beyaz böceklerle gelecek sonbahar,
Sisli üzümler, kümelenmiş dağlarla,
Kimseler bakmayacak gözlerine senin,
Çünkü başladın artık yaşamamaya.

Çünkü başladın artık yaşamamaya
Bütün ölüleri gibi yeryüzünün,
Bütün o unutulmuş ölüler gibi
Durmaktasın cansız köpekler yığınında.

Kimse bilmiyor seni. Ama ben söylüyorum,
Yüzünü, olgunluğunu söylüyorum çağlara,
Ölüm tutkunu senin, ölümün seçmesini,
Hüznünü söylüyorum kahraman gülüşünün.

Uzun sürer doğması, eğer doğarsa,
Senin gibi kıyasıya yaşayan bir Endülüs'lü;
İnleyen kelimelerle söylüyorum inceliğini,
Anıyorum üzgün yeli zeytin ağaçlarında.


Antonio Machado
Çeviren: Ülkü Tamer

Şakıyın Kuşlar

Kuşlar, özgür kanatlarınızın okşayışları
alamaz elimden hüzünlü anılarımı.
Ne aydınlık bir coşkunun
cıvıltısıdır bu bağrınızdan konuşan!
Şakıyın bana, parlayan kuşlar
yanan ormanlarda sevinci çağırıp
aydınlıkla esrik, bir çanın dilleri gibi
maviliklere yükselin
sizi sevgiyle bağrına basan.
Şakıyın bana, her gün yeniden doğan
ve çığlıklarınızla dünyanın suçsuzluğunu
haykıran kuşlar. Şakıyın, şakıyın ve sevinin yürekten
kökümden kopardığınız için beni ve yeryüzüne dönmeyin.


Vicente Aleixandre
Çeviren: Cevat Çapan

Çıplak Bir Kıza

Nasıl da tatlı tatlı bakıyor bana -
sen siyah gözlü kız!
Köpürüp akan ırmağın kıyısından
açıkça seçiyorum yeşillerle uyumlu çizgilerini.
Otları dağlayan alevler gibi bir çıplaklık değil bu,
ne de küllerin habercisi bir köz sıçrayıp parçalanan,
daha çok, oraya sessizce yerleştirilmiş, sabahın
en körpe çuhaçiçeğisin sen, bir solukta yetkinleşen.
Esintiyle sallanan çuhaçiçeğinin serin imgesi.
Gizli, el değmemiş çimenden bir döşeği var gövdenin
Kenarları dingin akan bir ırmak gibi.
Uzanmış yatıyorsun ve koyaklarda esen yellerin
bestelediği bir türküyü söylüyor sevimli çıplaklığın.
Ey ezgilerin kızı, nice incelikle sunulan
ve orada o uzak kıyıda kabul edilmeyen armağan.
Azgın dalgalar giriyor araya, ayırıyor seni benden,
tükenmek bilmeyen tatlı isteğim, mutluluğun bağı,
göksel bir yıldız gibi o otlarda serili yatan gövde.


Vicente Aleixandre
Çeviren: Cevat Çapan

2 Ağustos 2017 Çarşamba

Sezilmemiş Aşka Gazel

Karnındaki karanlık manolyanın
Kimseler anlamadı kokusunu.
Acıttığını kimseler bilemedi
Dişlerinle sıktığın o aşk kurşunu.

Binlerce Acem tayı uykuya yattı
Alnının ay vurmuş alanında,
O senin kar düşmanı göğsünü
Kucaklarken dört gece kollarımla.

Bakışın, tohumların solgun dalıydı
Alçılar, yaseminler arasından.
Aradım vermek için yüreğimde
O fildişi mektupları her zaman diyen,

Her zaman: acımın bahçesi benim
Gövden her zaman, her zaman şaşırtıcı
Damarlarının kanıyla dolu ağzım,
Ağzın ölümüm için söndürdü ışığını.


Antonio Machado
Çeviren: Ülkü Tamer

Başka Bir Anlatım

Şenlik ateşleri yerleştirir boynuzlarını
Çıldırmış bir geyiğin ikindi tarlasına,
Gittikçe yayılır vadi. O küçük rüzgar
Sıçrar bayırlardan bayırlara.

Hava kristalleşir duman altında
- Kedi gözleri gibi sarıdır, hüzünlüdür -
Ben dallardan yürürüm gözlerimde,
Dallar, ırmaklardan yürür.

Gelirler bana, gerçek şeylerim benim,
Aynı ezgileri tekrarlayarak.
Burada, bu ikindi sazlıklarında
Ne garip Federico adında olmak


Antonio Machado
Çeviren: Ülkü Tamer

Ağıta Kaside

Kapadım balkonumu,
Duymak istemiyorum ağlayışlarını çünkü,
Ama kurşuni duvarlar gerisinden
Bir şey duyulmuyor ağlayıştan başka.

Ne kadar az melek var şarkı söyleyen,
Bir şey duyulmuyor ağlayıştan başka.
Binbir keman sığıyor avucuma yalnız.

Ağlayış kocaman bir köpektir ama,
Ağlayış kocaman bir melektir,
Ağlayış kocaman bir kemandır,
Yaşlar sarıyor rüzgarı,
Bir şey duyulmuyor ağlayıştan başka.


Antonio Machado
Çeviren: Ülkü Tamer

1 Ağustos 2017 Salı

Deniz Suyu Baladı

Deniz
Gülümsüyor uzaklarda.
Köpükten dişler,
gökyüzünden dudaklarla.

- Ne satarsın, anlaşılmaz kız,
göğsünü rüzgara verip?

- Suyunu satıyorum, efendim,
denizlerin.

- Ne taşırsın, kara oğlan,
karışmış da kanına senin?

- Suyunu taşıyorum, efendim,
denizlerin.

- Bu tuzlu gözyaşları, ana,
nereden gelir?

- Suyunu ağlıyorum, efendim,
denizlerin.

- Yürek, bu ağır acılık
nereden doğar dersin?

- Öyle acı ki suyu
denizlerin

Deniz
gülümsüyor uzak
Köpükten dişler
gökyüzünden dudaklarla.


Federico Garcia Lorca
Çeviren: Sait Maden

Üç Nehir Üstüne Küçük Balad

Akar Guadalkuivir
Portakal ve zeytin bahçelerinin gölgesinde
Senin iki nehrin Granada
Düşer karlardan, vadilere

Ah sevda
Geri gelmez bir daha

Guadalkuivir kıvrımlarında
Yanar tutuşur nar çiçekleri
Akar nehirlerin Granada
Biri kanla, gözyaşıyla öteki

Ah sevda
Karıştı rüzgara

Sevilla'da zarif
Yollar açılmıştır yelkenlilere
Senin nehirlerinde Granada
İniltilerdir yüzen sade

Ah sevda
Geri gelmez bir daha

Guadalkuivir... Çan kulesi
Ve rüzgar, limon bahçesinde.
Dauro, Henil, ölü kilisecikler
Nehirlerin denize kavuştuğu yerde

Ah sevda
Karıştı rüzgara

Sular taşıyıp götürürler mi
Çürüyen acının ateşlerini?

Ah sevda
Geri gelmez bir daha

Endülüs, portakal çiçeği taşır
Ve zeytin dalları, denizlerine

Ah sevda
Karıştı rüzgara


Federico Garcia Lorca
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Şarkı Söylemeye Gelmedim

Şarkı söylemeye gelmedim ben, götürün başımdan gitarı.
Hayır hayır, belge falan hazırladığım yok
ermişler katına atanmak için ölümümden sonra.
Yüzüme bakmaya geldim ben gözyaşlarında
denize akıp giden gözyaşlarında
ırmaklarla
bulutlarla ...
kuyunun dibinde gizlenen gözyaşlarında,
gecede
ve kanda ...

Dünyanın bütün gözyaşlarında yüzüme bakmaya geldim
Ve bir damla cıva, bir damla ağıt, bir damlacık olsun
kendi ağıtlarımdan katmaya
gelecek olanların beni görebilecekleri, kendilerini
tanıyabilecekleri o uçsuz bucaksız aynaya.
Yeniden duymak için geldim şu atalar sözünü karanlıklarda:
Alınterinle kazanacaksın ekmeğini
ve ışık acısındadır gözlerinin.
Kaynağıdır gözler ışığın ve gözyaşlarının.


Leon Felipe
Çeviren: Özdemir İnce

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Biyografi, Şiir ve Kader

Önce insanlara anlatır hayatını ozan;
sonra insanlar uyuyunca, kuşlara;
daha sonra uçup gidince kuşlar, ağaçlara anlatır ...
Rüzgar eser sonra dallarda bir hışırtı.
Şöyle de anlatılabilir bu:
insanlara anlattığım gururla doludur;
kuşlara anlattığım, müzikle;
ağlayışla, ağaçlara anlattığım.
Ve bir türküdür bunların tümü, Rüzgar için ezgilenmiş
birkaç kelimesini anımsayabileceği ancak
bu tek ve belleksiz dinleyicisinin.
Hiçbir zaman unutmadıklarıdır ama anımsadığı bu
kelimeler taşların.
Sonsuzlukla doludur ozanın taşlara anlattığı.
Ve kaderin türküsüdür, unutmaz yıldızlar da.


Leon Felipe
Çeviren: Egemen Berköz

İki İspanya

İki İspanya vardır: askerinki, ozanınki. Kardeş katili
     kılıcınki, avare türkününki.
İkidir İspanya, türkü tek. Avare ozanın türküsüdür bu:
Franco, senin
çiftlik,
ev,
at ve tabanca.
Toprağın eski sesi benim.
Kalıyorsun sen, her şey senin, beniyse bırakıyorsun
     dünyaya, çıplak ve gezgin...
ama dilsiz bırakıyorum ben de seni, dilsiz!
nasıl biçeceksin buğdayı bundan böyle
nasıl harlandıracaksın ateşi
alıp gidersem türküyü ben?


Leon Felipe
Çeviren: Egemen Berköz

Aşk Uğraşı

Sakin olsun herkes, çalışıyoruz biz:
ateşçi ocak başına; gözcü
gözetleme yerine; serdümen dümene;
ressam tablolarıyla; radyocu
dinlemeye; marangoz çekiçleriyle;
kaptan emirleriyle; kadın da
süslenerek, iç çekerek, coşkuyla .

...Ben de tutkulu, tutku veren yaratıcı;
bir aşk uğraşında
alabildiğine bilinçli,
güneş gibi ya da ay gibi tanrı,
herkes için bir tek olan dünya.


Juan Ramon Jimenez
Çeviren: Eray Canberk

Gece İlahisi

Bir yıldız ve bir damla gözyaşım
değdiler birbirlerine ve birden
bir tek damla oldular
tek bir yıldız.

Kör olup kaldım sevda ile
ve sevda ile kör olup kaldı gökyüzü.
Bütün evrendi -ne fazla ne eksik-
yıldızın kaygısı, gözyaşının ışığı.


Juan Ramon Jimenez
Çeviren: Eray Canberk

29 Temmuz 2017 Cumartesi

Sevgilim Meltemdir Söyleyen

Sevgilim, meltemdir söyleyen
fırsatının bembeyazlığını...
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim!

Rüzgar getirdi bana
adını sabah alacasında;
dağ tekrarlıyor
ayak seslerinin yankısını ...
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim!

Kuytu çan kulelerinde
alabildiğine çalıyor çanlar ...
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim!

Çekiç sesleri
anlatıyor tabutun kasveti'ni;
küreğin sesi de
mezar yerini...
Gözlerim seni görmeyecek;
bekliyor seni yüreğim.


Antonio Machado
Çeviren: Eray Canberk

Savaş

Kinden garazdan bir elle, ey canım İspanya
-Denizler arası, denize inen, enli lir-
Çizildi üstüne savaş bölgeleri bir bir,
En yığılı dağlar ovalar, siper her kaya.

Garaz bir fırtına, alçaklık bir toz bir duman
Dalmış öz meşeliklerine elinde balta
Senin altın salkımlarından şarap sıkmakta
Toprağının tohumudur kaldırdığı harman

Bir kez daha - bir kez daha! - Ey gamlı İspanya,
Nen varsa rüzgar taşan, denizle yıkanır ya
Hıyanete kurban, tüm kırdı geçirdi fesat

Nen varsa kutsal kirletildi unutularak
Tüm ne kaldıysa arıtmış bağrında toprak
Sunuldu bir yağmaya, satıldı haraç mezat!


Antonio Machado
1938
Çeviren: Necati Cumalı

Belfast'taki Dok İşçisi

Orda, işte köşede, dikmiş gözlerini
Çıkmış bir kiriş gibi kasketi
Alnı maden, çenesi çekiç
Dudak mengenesinde gem vurulmuş sözcükler.

Ezebilir bir iyi o yumruk sizi
Evet, gelebilir başınıza pekala
Yalnız bira köpüğüne sabırlıdır o
Süsleyen kenarını yeşil-mavi bardağının.

Yasa'nın çizelgelerinde perçinlenmiş gibidir o
Ona göre Tanrı-Patron yönetir keyfince
İşe alıp işten atmaları ve dinlenmeleri
Karar ulaşır sirenin sesinde.

Oturmuş, bir kelt çarmıhı gibi ağır yoğun öyle
Koltuğun rahatına alışmıştır köşede
Bu akşam karı ve çocuklar duymazlar herhalde
Kapının itilişini ve tiryakinin öksürdüğünü girişte.


Seamus Heaney
Çeviren: Kaya Öztaş

Alabalık

Kıyıdan sazları dümdüz
Ayırdım aksın diye çevik ellerim
O kırışıksız suda
İzleyip usulca akıntıyı
Onu yavaşçacık sallayan
Akışkan ve bedensel düşün
Bulunduğu yatağa doğru

Fezanın kralı, bedensiz
Süzüldüm üstünden onun
Tadına vararak öz yokluğumun
Duyularım genleşerek ağır ağır
Anlık sakinliği içinde
Tetikten önceki, yücelim noktasına erişen.

Ve ellerimin ayası
Canlı, onu hissettiğinden tüm bedeniyle
Zevkten yay gibi gerilmiş oldu.
İnanılmaz derecede yakındım ona
Görebiliyordum her tel pulunu
Gölgem düşmeden üstüne.

İki avuç birden onu kafeslediler
Çırpıntılı solungaçları altında
Sonra (ırmağı dalgalandıran geniş
gölgemi daldırarak içeri)
Sıktım. O saatten beridir
Duyarım ellerimde şiddetinin zevkini.


John Montague
Çeviren: Kaya Öztaş

28 Temmuz 2017 Cuma

Adsız Şiir

Düşmanın göğsüne açtığı yara
seni yıkmaya yetmedi, yiğidim
kişiliğindir senin
ayakta dimdik ölmek
sen hançer ve kan şarkısı

sen
göçmen kuşları
sen
zafer marşı

gözlerin ne kadar da parlak,
halkın öfkesi,
kanınla uyanıyor
Tophane meydanında
coşuyor halk
hep beraber savunuyorsa,
ekmek özgürlüğü
ulu fidanım
ölümündür kılavuzları
aç ve çıplak insanları
adın sarsın istemiyor, düşman
fakat
ulaştıkça haykırışların onlara
bir mihrap oluyor
kanının her damlası

adın
halkın türküsüdür artık
dolaşır dilden dile
adın
İran bayrağı
Hazar, senin adına yaşar.



Hosro Golesorhi
Çeviren: M. Babek

Dalga

küçük bir nehir idim
ormanlar, dağlar ve vadilerden
akıyordum
kendi içinde boğulur
durgun sular, biliyordum

beni yolumdan alıkoyamadı
menzilin uzaklığı, yatağımın karanlığı
ne de durgunluk korkusu

şimdi katılmışım
tükenmez dalgalara
varlığımız dayanmak
yokluğumuz dayanmak.


Meniye Oskuyi
Çeviren: M. Babek

Eğer Bir Bire Eşit Olsaydı

Durmaksızın bağırıyordu öğretmen
tahtanın önünde
kızgın mı kızgındı
tebeşir tozluydu elleri

ama arka sıradakiler
kimi pestil paylaşıyor,
kimi karıştırıyordu elindeki,
resimli dergiyi

denklemler yazıyordu coşkuyla
düzgün elyazısıyla
zalimlerin yürek rengi tahtanın üstüne
yazdı yine
"bir eşittir bire"
öğrencilerden biri kalktı ayağa
diğerleri kalkmadı - bu her zaman böyledir -
ve "yanlıştır" dedi "bu denklem" yavaşça
çocuklar şaşkın gözlerle süzdüler onu
öğretmen duraksadı
sordu ayaktaki çocuk
"diyelim her insan bir birim
eşit midir yine bir bire"
sessizlik
- ne güç bir soru -
kızdı öğretmen "evet" dedi
gülümsedi ayaktaki çocuk
"diyelim her insan bir birim
neden ayrılmış insanlar
soylu üstte yoksul altta"

diyelim her insan bir birim
neden gümüş yüzlüsü ay gibi üstün
neden zenci olan feryatlarla altta

altüst eder bu denklemi
her insan bir birim olursa

güldü çocuk sordu çocuk
eğer bir eşit olsaydı bire
kim yaşatırdı soyluları varlık içinde
kim örerdi Çin Seddini
kim katlanırdı yoksulluk yüküne
eğer bir eşit olsaydı bire
kimin yüzünde şaklardı kırbaç
kim koyabilirdi özgür kuşları kafese

sustu öğretmen
dinledi, mahzunlaştı
yazdırdı çocukların defterlerine
"bir eşit değildir bire"


Ahmet Ziberem
Çeviren: M. Babek